Umut Bekler Bizi (Şiir)

 

Yaşar Özmen, Umut Bekler Bizi (Şiir)


Yaşar Özmen, Umut Bekler Bizi (Şiir)

 

 

Umut Bekler Bizi

Yaşar Özmen

Dokunduysan yüreğine
Tat bıraktıysan damağında
Kattıysan neşe sözlerine
Anılar yazdıysan gözlerine
Beklenmedik bir anda
Sen bilmesen de
O seninle göz göze
Kalp kalbe bilesin…  

 

 

Kitap, Kapak  Tasarım: Y.Özmen
E-Kitap  1. Sürüm 15 Mayıs 2020
E-Kitap 2.Sürüm Mart 2021
E-Kitap 3.Sürüm Ekim 2025
ISBN No:978-605-74589-0-2

 

 

Yaşam Öyküm

 

1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1985’te Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1989’da Kara Harp Okulu Makina Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü, deneme ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır. Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisidir.

 

Yayımlanan Kitapları:

Bir Damla Suda Halkalar, şiir kitabı, Temren Yayınları 2018

Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, Trend Yayınları 2018

Şiir-Sanat Çözümlemesi (Sanatsal Denemeler-2), E-KİTAP, Ekim 2025

Dilhan, Belgesel Nehir Şiir, E-Kitap, Ekim 2025

Umut Bekler Bizi, Şiir, E-Kitap, Ekim 2025

UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne; MASAL DAĞI İsimli şiiri  17. Yunus Emre Şiir Yarışması Üçüncülük Ödülüne uygun görülmüştür.

ŞİİR SARNICI (e- dergi)’nın, kurucu, yayıncı ve yöneticisidir.

Sardunya Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve Nar Öykü/Şiir Seçkisinde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır.

AÜ AÖF Türk Dili ve Edebiyatı Öğrencileri “Edebiyat Çalışmaları Şiir Kitabı-1 de (Bir İdik Bin Olduk 2024 ) yer almıştır.

İÇİNDEKİLER                                                                               :

Giriş.………………………………………………….……………………......7
Umut Bekler Bizi…………………...........................................9
Sevmek Yük Gelir Ölüme……………………………………...…….10
Uçurtma……………….........................................................11
Kum Taneleri………….......................................................12
Bir Yarım Bir Yanım…..………………………….……..……………..13
Öğrenecek Çok Şey Var ……………...................................14
Dört Ayaklı Bulutlar….…………………………........................16
Çekebilir misin Temize………………...................................17
Pişmeli İnsan ……….................…………………………............18
Körükörüne……………………………………..……..................….19
Sözüme Doğru....… ……………...………………..…………….......20
Ol …..……………………….………………………………………….….....21
Ölesiye Baygın ………...….................................................22
Aslan Hasadı ...….…………………........................................23
Kaygı Atlası………………………………………………………….……..24
Akşamüstü……………………………………………………………...….25
Öykü……………………………………………………………………..……26
İsterim………………………………………………………………...……..27
Ölçü……………………………………………………………………………28
Nagehan…………………………………………………………..………..29
Yaşamak Yaşatmak gibi…………………………………….…………32
Kusursuz İbadet Çarşısı………………………………………….……33
Umut…………………………………………………………………….……34
Şiir……………………………………………………………………….….…36
Yokluğunla Başbaşa…………………………………………….………37
Uzaklığın…………………………………………………………….………38
Vevüs’ü Soluyalım………………………………………..……….……39
Yedi Tepe ……………...…………………...................................40
Duvar……………………………….............................................42
Yangın………………………………………………………………….……..43
Menemen’den Çankaya’ya….............……………….….........44
Marmaris ……………………………….……………....................…46
İzmir Akşamları..............................................................48
Biraz Sen Biraz Ben ….…………………………………………….….49
Şairimin Yeni Yetme Hâlleri….………...............................50
İki Yaka………………….......................................................51
Sınama Beni…….………….................................................52
Antetli Boşluk …………....................................................53
Kırıklar........................................................................... 54
Düğüm...........................................................................55
İt İzi………………………………………………………………...………...56
Külkedisi…………………………………………………………….….…...57
Can……………………………………………………………………...…....59
Şark Yarası......................................................................60
Uzak Beklenti……………………………………………………...………61
Mitoloji..…………………………………………………………..…..…...62
Mankurt..………………………………………………………..……..…..63
Masal Dağı…………………………………………………..……….…….64
Yenilik Öfkesi….……………………………………………….…….……65
Aidiyet….………….………………… ……………………………….…… 66
Sus……………………………………………………………………….….…67
Kadın……………………………………………………………………..…..68
Susma Nöbeti………………………………………………….……..…..69
Beklersin……………………………………………………………….……70
Milattan Önce……………………………………………………….……72
Salgın….……………………………………………………………..………73
Keder…………………………………………………………….……….…..74
Pusu………………………………………………………………...…..……75
Kurgu……………………………………………………………………..…..76
Biz ……............................................................................77
Yüzünüze Gül Takın………………………………………………...….78
Bezirgan Semti……………………………………………………….…..79
Bir Şey……………………………………………………………………..…80
Kostrato…………………………………………………………………..….81
Senia………………………………………………………………….….……83
İsimsiz………………………………………………………………………..85
Yaş Dönümü…………………………….………………………….……..86
Benle Bize Gidelim………………………………………………..……88

 

Giriş

Güzeldir yeni basılmış kitaptan burnumuza düşen kâğıt kokusu. Yeni bir yapıt, henüz doğmuş bebek gibi yumuk gözleriyle gülümser yazarına. Hazla birlikte güven verir bir süre ona. Üzülür bir taraftan, şiir sanatı bu kadar ilgisizliği hak eden bir sanat mıdır, diye. Ne basımevleri karşılıksız basar kitabını ne de okurlar istekle satın alırlar. Asıl sorunsa, emeğinin müteahhit yayıncıların elinde heder olması, güzelim kitapların kimsesiz kalmasıdır raflarda ve stantlarda… Emeğin raflarda kimsesizliğini gözlemektense, sürekli erişimde bulunabilen bir sanal platformda bulundurulması tercih edilmeli mi? Evet, bence tercih edilmeli… Ben öyle yapıyorum. İki kitabım basılı olduğu halde bunlar, e- kitap olarak herkesin erişebileceği bir sanal platformda yayındadır. Diğer kitaplarımı da e-kitap olarak yayınlıyorum.

Bilgiye, bilime, sanata verilen değer kıtlığı ve bunların üzerine gidilme seyrekliği kaygılandırır yazar-şairi. “Şiir işte! Nargile tütünü kadar gözde olamaz tabii” deyip kızar için için. Sonra sorar; ben bu kadar yükü neden yükledim şu sayfalara? Buna karşın hiç acımaz emeğine. Çabasının altında başka bir gerçeklik yatar; hem de önemli bir gerekçedir bu.

Şiir; yenidünyayı, çağdaş insanı ve aralarındaki ilişkiyi farklı biçimde anlamlandırma, görme, duyma, işitme, sezme işidir; var olandan ve kavranabilen dış gerçeklikten yeni görünüşler, anlamlar ve resimler üretmektir.

Çağdaş sanat yaklaşımı, belli bir şiirsel ortamı dikte ediyor görünmektedir; oysa puslu bir şiirsel ortamı kucağımıza attığını şimdilik söyleyebiliriz. Bu yaklaşımlar; yenilik budalası, imge kalabalığı, dil cambazlığı, hatta şiirin dil matematiği olduğu yorumlarına yöneltmektedir henüz artalan bilgisi yetkin olmayan şairleri. Dostlar, şiir sanatı dil ve düşün evrenidir, sanatsal yaratıcılığın temel krateridir, imgelem bilgiyle beslenir duyguyla tetiklenir, zekâyla yorumlanır, yetenekle görünüşe taşınır. Sanatsal yaratıcılık; sevgi, bilgi ve onun sağladığı imgelem düzleminde açığa çıkar. Ne olur bu günkü bilgi birikiminizle dünya şiir tarihindeki kavram ve kuramlara şöyle bir bakınız. Bir kısmının sizin bilginizin gerisinde kaldığını, eskidiğini bir süre sonra göreceksiniz. Sanatın, yaratıcılığın ve sanatta yeniliğin ilk hareket noktası kendine güvendir. Bu güven, sadece ve sadece bilgi ve bilginin mantıksal yorumu ile sağlanabilir. Bu yüzden yazılmış şiirlere benzemek değil; kendi şiir dilimizi kurmak olmalı tüm çabamız.

Çağdaş sanat, var olana öykünmekle sanat üretme anlayışını yıkmıştır artık. Bu anlayış, var olanı yeniden anlamlandırma, ilişkilerden yeni varlıklar keşfetme, yaratıcılığın sınırlarını zorlama, zekâ ve farkındalık yaratan yeni biçim/duyuş/seziş olanaklarını temel almaktadır. Durum böyle olduğu zaman okumadan, bilgiler arası eşgüdüm ve ilişkiyi çözmeden sanat üretmek, bir anlamda öykünmek dışında sanatsal değer taşımayacaktır. İşte bu yüzden bilgi ve bilgiler arası eşgüdüm ve çözümü içselleştirmek durumunda olduğumuzu artık kabul etmeliyiz. Bu da ancak ve ancak sanat bağlamında; insan, yaşam ve evren arasındaki ilişkiye bilimsel yaklaşımla çözmek ve yerleşik kuralların sınırlarını yıkmakla olasıdır.

Sanatsal yaklaşımlar, günümüz şiir önderleri ve düşünürler; şiire nasıl bakarlarsa baksınlar ben şiirde kalıcılığı, estetik ve şiirsel değer varlığını; yaşamsal ve vazgeçilemez ögelerin ağır ve felsefi olarak görünüşe taşınmasında buluyorum. Anlamsal derinliğin, anlatımın ve şiirsel ezginin; okurdaki imgelem uzamını zenginleştireceğine, şiirdeki lirizmi daha düzeyli oluşturacağına inanıyorum.

Dünyanın en güzel ve yüce duygusu sevgidir. Sevgi ise güzellik karşısında büyüyen bir duyumsama eylemidir. Pek çok düşünürün söylediği gibi sanat güzeli görünüşe çıkarmak, insanı güzel ve yetkin ruha taşımaktır. Sonuç olarak insanda sevgiyi ve yaşam sevincini yaratmaktır. Sanat sevmektir; sevmekse şiirdir, şiirselliktir.       

                                   Yaşar Özmen, Eylül 2025, Narlıdere

UMUT BEKLER BİZİ


Selâm duran geceye bilirim, ellerin var kınalı gibi

Etten heykeller el birliği, elleme sicimleri elinde

Beşik kertilmiş ölümler, yetişemem emzikli bebeler işte

Aklın yok gibi görürüm, sırtında mimar, kıvırcık tilki

Kınından çekilmiş acılar demlenir, olsun, alışık kellemiz

Sendin orada, bir ayıp açar, bir ayıp kapardın bilirsin

Durma, kırılmaz kemiklerimiz, hedef olalım dünkü gibi

Tarih keyifsiz yolu kesilmiş, bir kin ki deme gitsin

Bir gizlisin bir gizli, belki bizsiz öyküler çatılır şimdi

Uyur uyanıksın görürüm, uyurken gülüyordun ne güzel

Kalkıp gidelim, aklım dağınık bak, gecelere götür bizi

 

Üşüşmüş sinekler, arıdan bal söker gibi göremezsin

Çakal sürüsü dünün yakasına ilişik, sezemez önünü

Gir koluma yürüyelim, yolunuz yol değil; hem de sisli

İri kelepçe, çok iri, sus, içinde büyüt, ıska geç düğümü

Bir direnir bir alışırız, alışkılarımız sersem tutkal gibi 

Sağımız solumuz boynundan sürgün, akıl irisi

Bir öylesin bir onunla sevgilisin, bilen bilir kimsin

Engel engele ekli geçersin gördüm, sen bilirsin işini

Gel desem bize, buralarda adından vururlar seni

Bizim gibi bilme, kısır laleler ısırır keskin dişli

Barbut oynuyorsun bu iyi, üterler dilinden dinle

Bugün günlerden sessizlik, acı doğrar fırtına bizim gibi

Üşüyorum gidelim, gözlerim dağınık bak, sabah bekler bizi

 

Saklan, şu denizin gürültüsünde ıslanalım, aklımız linç

Adımızı silelim şuradan, bilmezsin kim vurduya gitmesin

Göğsümde kara saplı satır nöbeti, ağrı delisi değme gitsin

Kurtul gidelim, ayaklarım dağınık bak, umut bekler bizi…

Kasım 2019


 

SEVMEK YÜK GELİR ÖLÜME

 

Taze ışık yumuk gözlerimizde

Acemi nefesle ayyuka değerse eğer

Yürürlüğe girer şu öykü, işte bizim sevdamız.

İki kör kapı, ödül yüklü loş tünel

Uçtan uca varışımız tez erimli davamız

Altın sarayların al duvaklı gelini olsak bile

Ne çıkışında ne bitişindeyiz

Ortak öykünün iki ucunda

Oylum ömürlü sahtiyan kelebekleriz.

 

Aklın peykine asılıysa saf denge

Donsuz şu kürenin kevgir kucağında

Küheylan olmak ne haddimize

Hüznümüze beden biçilse belki

Kızıla ustura vuran yine eylül, bizim yazgımız.

Eller yanlarımızda bir de demli sesimiz

Bir dem gelir her dem gideriz

Umut yük değildir sevdaya, biliriz

Beklemek de öncelik değil özleme

Sevmek yük gelir ölüme, kimseyi beklemeyiz.

 

Ahdimiz, gücümüz, sür gitsin yüz güzelliğimiz

Zırhlı bir muhripse ağırlık merkezimiz

Bu umut bir şeylere gebeyse şu örende

Genlerimizi taşıyan bir can ya da canan gibi

Bir duyumsama, bu görme, duygulanım

Kırılma noktamız nefrete kalkansa eğer

Rahvandır zaman, bizim için beklemez

Biliriz göz göze gelmeler sığmaz sözlere

Safrandır özlemler, bu duygu anaforu, ruhsal denge

Sevmek yük gelir ölüme, biz yine severiz… 

                                                                 Eylül 2018

 

Senin gözlerin değil mi bunlar

Ne güzel özetliyor Venüs’ü

 

UÇURTMA

 

Biz uçurtma yapacaktık daha güneşten

Tahta kamyonlara yükleyecektik ıslıklarımızı

Yeni dünyayı boyayacaktık yüz akıyla

Nuh’un gemisine binecektik umudumuz tayfa

Yarım elma, kızıl elma düşlere doğacaktık

Ve dünyayı tartacaktık adalet gövdesinde…

 

Biz uçurtma yapacaktık daha güneşten

Gökyüzünü boyayacaktık tebessümle

Kuyruklu yıldızdan ipimiz olacaktı

Körpe avurtlarımızda yelimiz

Aydınlık dağıtacaktık dört yöne sevgi gibi

Büyükler gölgelerine hesap sorsun diye…

                                                                                 

Biz uçurtma yapacaktık daha güneşten

Darağacı kurulmasaydı düşlerimize…

                                                 Mayıs 2018

Ah şu kılıfı hazır ölçüler

İlk bakışta seni ölçüp biçerler...

 

KUM TANELERİ

 

Bakışlarımda güvercinler uçururdum

Sözlerimde beslerdim yılkı taylarını

Masal ülkesiydi çocuklar yüreğimde

Üstü sende kalsın derdim gökyüzünün

Sırçalı kaygıya vurulmadan önce…

 

Özgünlüğe alkış yağmuru indirirdim

Delidolu geyikler koşardım özgürlüğe

Örtüsüzdü yüreğim kar beyazı gülüşlere

Sehere bakışımda erirdi çivit mavisi

Özlemim denizlere gebeydi, bulut olurdum

Façalı seviler veresiye olmadan önce… 

 

Solumda cömert öykü, önümse çıkmaz

Geldim de geçiyorum süregiden kavgadan

Ne sevgili tayfam ne özlem ufka değer

Ak vurgun gözlerimde, işte çattım hançerimi

Bahar ateşi zincire vurulduktan sonra…

 

Asrın nesnesiz kapısı, akan yıldız yalnızlığı

Bitimli gecenin beşiğinde kum taneleri

Saçılıp ritimsiz ezgide eridikten sonra…

Nisan 2019

 

Diktiysek şu atlas denize birkaç çiçek

Gelen de geçen de koklayıp geçecek

Verdiysek bir tutam umut, bir demet tebessüm

Ne güzel olurdu

Koyabilseydik gözlerine biraz da gelecek.

 

BİR YARIM BİR YANIM

Nereye varımı yüklemişsem
Ve ne zaman göğe baksam dolu dolu
Eksiktir bir yarım
Eğiktir senden yana bir kaşım
Bir yanım mantık toplarken daldan
Bir yanım duygu ödünç alır Kaf dağından
Bir kaşım elini kaldırsa
Diğer kaşım senden yana davalı
Gözlerinde bir ışıltı görsem

Sevincim uçuşa hazır tamda ağırlık noktamda. 

Hangi zaman şımarsam mutluluktan yana

Ağlamaklı bir yol geçer önümden

Çiğnemekten korkar gözlerimi saklarım.

Bazen bir ebabil, bazen bir baykuş

Oturur aha şurama alacaklı gibi

Sevmek bu kadar mı ıssız

Görmek bu kadar mı uzak renkleri?

Ne zaman kalbimi sersem şu masaya

Noksandır gülüm diğer yarım.

Bakışından akan su berraksa tebessüm gibi

Dağılır kasavet tamda ağırlık noktamda. 

                                                           Mayıs 2018

 

 

ÖĞRENECEK ÇOK ŞEY VAR 

 

Öğrenecek çok şey var be ustam

Öğrenecek çok şey var nasırlı ellerden

Kuralım ortaya dilden dile bir sofra

Dökelim kederleri, keşkeleri

Var gitsin, üstümüze sarmayalım

Memleketime abanmış gamı kederi

Bırakalım sözcük sürüsünü şairlere

Gönlün pazarına panayır kursunlar

Biz bu akşamüstü, şöyle

Acılı sızılı tumturaklı bir neşe kuralım

Bir yanda kavun, diğer yanda tarator

Sonra iki kadehlik aşk has komşumuz

Bir de yalnızlık çarşısı, üzerinde palmiyeler olsun.

Öğrenecek çok şey var birbirimizden

Oturalım dize diz, sağlı sollu

Değelim gökyüzüne parmak uçlarımızla

Kursun özgürlük saçaklı otağını

Biraz tebessüm çağıralım yeryüzüne

Yanında göz yaşı da olsun

Düşleyelim özlediğimiz günleri

Gelmeyecekse ayağımıza kendiliğinden

Biz varalım çizmelerimizle.

Öğrenecek çok şey var acılarımızdan

Her acıdan bir şehir kurar gibi

Şöyle bir masa kuralım

Adı memleketim, üstünde gökyüzü olsun

Yeryüzü bir yana çekilsin, acılar kınına

Büyüdükçe uyumayı öğrenir gibi

Şehvetimiz Şahmeran’a masal olsun.

Sal sürüleri, var pusuya ustam

Çekilecek çok acılar var, avcılarımızdan… 

                                                  Temmuz 2019

Kazın ayağı öyle değil derler ya

Öyle değil işte; yüzer gezer

 

DÖRT AYAKLI BULUTLAR

 

Şirret şimşekleri besler nasırlı avuçlarda

Baş üstünde süzülen şu çılgın bulutlar

Yağmursa bahane çiler geçer, toz bulanır

Her yer sarı, kuru otlar, dört mevsim, dört iklim

Yaşamları uyutmuş boz bulanık inançlarda.

 

Kıvılcım özler şimşekler, elinde mızrak

Çocuklar, kadınlar, acı barut kokuları

Gözlerinde afyon ateşi, sevgiyse kofdil

Boyar hırsla gökyüzünü, fırçası ehil

Bir yarıya daha karanlık, boya, buhur, peçe

Cenge cepkeni hazır kadınlık saflarında.

 

Dört toynağı atının, dört vuruşu toprağa

Tırıs her basışta, boşalır, çözülür, ezilir

Eksiği suçundan süslü kafa taslarında

Dört paraya kırk haydut besler usu

Ceberut bir geçmişe yaltaklık kutsal görev

Gün yüzü görmemiş, dört görkemli yaşamlarda.

 

Nalbant nallama yerine, dörtnal dört toynağa

Gerilla zekâsı, doğaya kanun koyar kasıklarında

Dört kültür dört fırtına, ölüme yenilikçi devrim

Böyle mi okunmalıydı, bilime ne gerek dört kitabında.

 

Düzgüler üstünde güneş var ey dört ayaklı bulutlar

Kur devrim giyotinini, aklın evrimine özlem var.

                                                                        Mart 2014

Ne güzel insanlar yaşar

Çakıllar arasında beton aşklara inat.

 

ÇEKEBİLİR MİSİN TEMİZE

 

Çekebilir misin temize

Yüreğimdeki karalamaları

Kâğıt kalemi alıp yan yana?

 

Aydınlatabilir misin pırıl pırıl

İçimdeki akşamları

Gündüzü geceyi koyup bir aynaya?

 

Tutabilir misin bakışlarımı

Seyrederken kayan yıldızları

Ayla güneşi taşıyıp kucağıma?

                                               Ekim 2013

 

PİŞMELİ İNSAN

 

Toprak olup pişmeli insan

Yayvan ağızlı bir güveç kırmızısı gibi

Dikilip Güneş’in alnacına

Çakmak çakmak açmalı mahyasını

Ve ıslaklığıyla öpmeli varlığın bedenini

Yaşamak bedelse sevmek ahtım demeli.

Bakmalı ufkun kızıllığına ağız dolusu

Göğü öykülerin en kalabalık kenti olmalı.

Doğmalı her sabah umutların en ağrılısına

Kabak çiçeği sarısına ya da bir melisa alına

Vurulmalı gözleri alabildiğine güleç.

Oturmalı kehribar bir yüreğe nazlı nazlı

Seslenmeli fısıltıyla kösnül kösnül

Umudun yaylasına serilircesine

Dar gelmeli şu gökyüzü biçemine

Sığıntı kabını sıyırmalı üstünden

Seslenmeli sevince her yolcu gibi tebessümüyle…

Vurmalı suların en sessiz kanayan yerlerine

Sevmek varlığından yana huzurlu

Hüzün zenginliğinde saygın durmalı

Toprak gibi pişmeli kucaklaşmalar

Sabah her yeni umuda filizlendiğinde

Kırılmalar daha zor olmalı, inceldikçe

Sevginin mayası ne gökte ne yer

Her insan gibi insanlık hallerinde

Tensel, tinsel dengede aramalı

Pişmeli insan, öyle bir pişmeli ki

Ölüm geldiğinde bile

Elinde iki karanfil, kapı önünde beklemeli…            

Eylül 2018 

 

Sen öl ölebildiğince kardeşim

Ben senin için çok güzel üzülürüm…

 

 

KÖRÜKÖRÜNE

 

Kalleş bir egemenlik kaygısıdır süregiden

Derilir, deşilir kapı gerilerinde

Esintisi, alevi kabzalarda apayrı

Ne güneş kültündendir kaygı

Ne insan ukdesindendir saygı

Ne şahbaz ne de şahmeran saltanatı

Mistik yarı felsefeden yontulma

Sarışın çağa bağsız örümcek ağı.

 

Şu ölçüm ki ne ölçüm akıldan gayrı

Ne terazi teraziliğinde adil

Ne dara daralığında ehil

Ne de yük ağırlığına kefil

Alışıldık bir kavgadır işte süregiden

Manşon körü körüne, piyon körü körüne

Sokaklar öteberilerle örülü, al vur ötekini berikine

Kültür tayfıdır bölük bölük düşen

Tarih doğum yapıyor 

Fırtınası, tırpanı entelektüel birikime.

Zapturapta yaşamalar, yatırımsa ölüme

Mazbutun etinden soyulmuş

Bir yığın kemik üstünde.

                                                            Haziran 2018

 

Atlas kaftanlar gördüm asıl adı korkuluktu

Cömert yokluklar sevdim göbek adı çokluktu…

 

SÖZÜME DOĞRU

Ne uzun bir tükeniştir

Sözcüklerin bile incelerek

Uzayıp gittiği ince yolda

Süzülerek özüme doğru.

Ne sunturlu bir duyumsamadır

Duyguların bile süzülerek

Kırılıp gittiği ensiz yolda

Hızlanarak sözüme doğru.

Ne yoğun bir tutkudur

Önemli düşler sürüsü gibi

Güneşin bile tutuklanarak

Kararıp gittiği nedensiz yolda

Aydınlanarak gözüme doğru.           

                             Mayıs 2013

 

OL

 

Ne iki dudağımız hükmeden

Ne örekemiz kerpeten

Ne de düşümüz pazarlık konusu

Ne tacımız var başımızda

Ne baş gardiyanıyız memleketin

Ne de yolumuz kuşkuya sergen

Her yol bir yoldur sonlu değilse

Her varış bir duraktır adı sevgiyse

İster ırak ol ister yakın

İster siyah ister beyaz

Yahudi ol, Hristiyan, Müslüman, Ateist ol

Ha sağdasın ha sol kulvar

Devrimci, sevici, korumacı

Kim bilir yolsun yolaksın belki bulvar

Erkek ol kadın ol

Şiddete yaltaklığın, teröre kaltaklığın

Nefrete kolçaklığın, insana kaypaklığın yoksa

Mevlâna deyişi “…gel…”

Aklımın serpuşu ol.

Ne ayırır kenara koyarım

Ne kayırır başa sararım

İnsansın, başım üstü sayarım.

                                               Aralık 2018

 

  ÖLESİYE BAYGIN

Düştüğüm yol, tırnakladığım toprak

Bu raylar, şu göndersiz gemi

Ahtını çekip alsaydı

Atsaydı çapasını

Limanına aklın

Kırılır mıydı böylesi

Ön dişleri çağın?

İskeleti kuruntu

Eşzamanlı karışım

Güherçilesi uygarlığın

Mayalar mıydı böylesi

Bedensel bir yığın?

Kıtlık esnafı, egemen yüzler

Çomaksız kentte şimşir kaval

Olabilir miydi neslinin

Otağına böylesi hırçın?

Uzun Oğuz uykusu mu ne

Tatlı tatlı uyuyor ölesiye baygın?                                                                             Şubat 2014

 

Yollar, uzaklıklar, yaşanası yıllar; an sürer

Kapanır aralar, ıraklar sığar kurşun küreye

Azalır özlemler, gidilecek duraklar; kucaklar

Varılası yıllar, büyüyen ıraklıklar yürekten yüreğe…

 

 

ASLAN HASADI

Gün mor gündür ya dostlar aslan hasadı işte

Zihnimi koyun şu kefene ufuklara hor bakalım

İnsan olmanın ağırlığı gelip konarsa şakaklara

Gün bugün koruktur sürmeli bir madalya gibi

Şu çaresiz analar ki bağ bozumudur ömrünün

Çağırın bütün dünyayı gökyüzüne onursuz bakalım

Gün mor gündür dostlar filizlerin kıyım zamanı

Zihnimi iliştirin şu tabutlara ufukları ıslayalım.

                                                                      Ekim 2018

 

Genç kız kıvranışı gibi bir davetti  

Belli ki yaklaşmıştı cinayet saati

 

KAYGI ATLASI

 

Kadim tayfım her sabaha sağanak gölgeler

Kaygımı durular palazlanmış leylak morunda

Yollar uzadıkça uzar, kurnazca daralır ufkum

Var gitsin yoluna eğleşme, başımda kavak yelleri

Umurumda mı yangınla dövmelenmiş çeperlerim

Onulmaz bir kere kaygı nöbetine dadanmışsa utkum

Ne de olsa gideri var, durduk yere bölünmez ki.

 

Taze uygarlığa vurulan sağanak gölgeler

Kaygımı perçinler tarazlanmış yoksul korunda 

Didindiğim, acının telvesine sarındığım çepeçevrem

Söylentilerden soğurma bir öykü pençesinde

Ne kalelerdi teslim aldığım, burçları mum kokulu

Kaygı burcum, duvarı hunharca yıkılan her hücrem

Horon teper harman yerinde, uzanmış elleri ciğerime

Var gitsin, gıdım gıdım yemekle tükenmez ruhum.

Onulmaz bir kere kaygı çemberine sarılmışsa tutkum

Ne de olsa gideri var, durduk yere gömülmez ki.

 

Hava, kara, deniz, dört mevsim, başı önde yurdum

Ateşe aş eren evim, içinde küçüldüğüm çocukluğum

Olmaz bir kere çizilmişse ufkum kaygı atlasına

Artakalsa uygar zihniyetim, almasa cevherimi

Ne de olsa ederi var, kendi ipini çekenle ölünmez ki.

                                                           3 Mart 2025 Narlıdere

AKŞAMÜSTÜ

 

Hanım hanımcık bir akşamüstü

Asılır ay ışığı penceremden

Kavrar sınırsız şeklimi sırtüstü

Parmak uçlarımda serseri bir deprem

Savrulur çarıklı türküler ellerimden

Dilim dilim bölünüp horon teper çehrem

Kasırga mı ne, ayyuka kurşun sıkarken

Erise ay ışığı, süzülüp aksa gözlerimden…

 

Kınında sıyrılmış bir akşamüstü

Ay ışığı asılır penceremden

Urgansız salıncak  kurar  altıma ayaküstü

Ruhumla birlikte bölünür her hücrem

Kasırga mı ne, gürültüyle salınır

Dilim dilim yarılıp üstüme yürür yerkürem

Akşama çökmeyi bekleyen sanrı örtüsü

Yırtılıp dağılsa, süzülüp aksa üstümden...

 

Sabaha gebe kalsa öpsem de bu akşamüstü

Geçmişin kıymıkları uzak dursa gözlerimden…

                                   Mart 2014 Narlıdere/İZMİR

 

ÖYKÜ

 

Neresinde, niçin, ne kadarsın bilmem

Uzaktayken niye burdadır gözlerin?

Kaç öykü yazılmıştır bu sütunlara kim bilir

Her birinde ayrı ayrı döngüsün

Bilirim, kal desem eğleşmene engel var

Gördüğün dünya döndürdüğün bu çember

Anlara kazınmış her iz, bir öykü bünyesinde beslenir

Biliyorum, yollar senin için yokuştan yokuşadır

Atsan da tüm koşumlarını

Sırtındadır dünya, yüktür keşkelerin

Önüne bak, ufuk gözlerine teğettir

Oyalanma alkışı cömerttir yoldan geçenlerin

Aslına var, duyumsa kürenin kan kırmızı dönüşünü…

Sevda o bildiğimiz sevdalar değil

O aşklar, coğrafyamızda artık iki kişilik değil…

Yaşıyorsak şurada, bir uçta sen diğerinde ben

Aynı güneş, aynı ay, aynı yıldız gözlerimize değen

Hadi uzaklaşalım bizden desem

Varacağımız yer dön dolaş ilk buluştuğumuz bedesten.

 

Öykü kabuğunu soymakta ne kadar ustasın, bilmem

Her bıçak, ağzının şehveti kadar keskindir, bilirsin

Kaç darbe vursan da insan eti bu, toz kalkmaz

Yorma kendini bu kadar, bir keredir verili yaşam

Mutluluk hafiftir, uğrasa bile değip dokunmaz…

Bakma sen sırılsıklam kalksan kâbuslardan

Sıkı yaşanmış aşklar suyla ıslanmaz…

Öp kurtul gidelim desem

Akla panayır kurmuş sentetik kafesten

Yaramaz bir öykü işte, kırbaçla uslanmaz.

                                                           Aralık 2023

 

İSTERİM

 

Kim istemez yaşamak yük değil zevk olsun

            Umut gökyüzü, özlem keyfe keder,

Tuttuğum el sıcak,

            çaldığım kapı boş çevrilmez olsun.

                        İsterim ki kavgadan uzak

                                   korkudan bağımsız, şiddete dimdik

                                                           yalnızlığa küs olsun. 

Sevgi hazinemiz, günışığı gülüşlerimiz

                        yüzümüz kırışıktan habersiz olsun.

Umut şımarık, büsbütün yarınlar, beklentiler

            kavga unutulmuş, övünç sarılmayla olsun.

                        Bildiriler, emirler, öyküler, masallar bir yana

                                   Kalem dili kilitsiz, neşeler deliksiz

                                   saygı kefil,  güven sevgiden doğsun.

 

Örtüden değil kadın olmaktan

     Kucağında gökkuşağı

            Memelerinde insanlık pınarı

                                   Cinsiyetten değil insan olmaktan doğsun.

Olsun ki güzel, güzellikle olsun

            İsterim ki anlayış engin, sevgi kızışmış kısrak olsun.

Ne kadın önde ne erkek

     Ne gözümüzde perde ne örtü serde

            Ne de korku duvarda asılı olsun.

                        Kızlar, kızanlar oyununda

                                   Çocukluk şiir, gençlik şehir, aşk nehir

                                               Yaşamak oyun içinde oyun olsun.

Olsun ki

            Yaşamın hayalarına sataşmak

                                   Kuralsız, sınırsız, tutuksuz

                                               Sevgiden yana hırsızlık olsun…

                                                                       Kasım 2020

 

ÖLÇÜ

 

Düşleyemezdim bu denli

     Ölçüsüzlüğün egemen olacağını

                        Ülkemin devre mülk ağızlarında

                                   Ölçüsüzlüğün yeni bir ölçü olacağını…         

                                  

Kurur mu bir yaprak zamansız dalında

     Kaygılı bir mevsim bu böyle nasıl bahar

            Darağacı besmeleyle kurulurken göğe

                        Aydınlığa gerilen sevimsiz duvar;

                                   Aklın elinden tutup

                                               uygarlığa saldıracağını.

 

Görmeseydim keşke

            Sadakanın konfeti

                        Ekmeğin askıda gelin

                                   Yoksulluğun şölen

                                   Kuru kalabalığın

                                                           ölçü alacağını…

 

Tarih suskun alışık belli ki

            Yanlışa yalan yarışında

                        Bal bulaşıkların

                                   seferber olacağını.

                                                                       Nisan 2020

 

NAGEHAN

 

Düşlerin ne civelek sayfaların ak gerdanında

Vurmuşsun sözlerin dibine en kazanova yerinden

Yakmışsın yaylım ateşini yürekler arası, közleniriz. 

Duyarlılığın dumansız öyküsü, sevginin giyinik hali

Tutup göğsüne basmışsın, aşk soylusu maral bunlar.

Var ya şu şiirlerinde ağrısı peşin sabahların Nagehan

İçimdeki buzulları bozguna uğratır da ayılırız…

Adam gibi yaşamak ne büyük aymazlık şu günlerde

Vurdumduymazlığı alıp satmak kelepir üstelik

Şiirsiz bir zaman diliminde yüzer gibi inceliksiz

Düzenbaz tezgâhlarda, şuh vitrinlerde esir umudun

Beklemek, beklentinin en hüzünlü ardılı, biliriz.

 

Ah Nagehan gümüş kabzalı şiirlerin ne filintadır

Umudun fitilini ateşler gibisin güpegündüz

Oysa uzun düşlere dalıp şiirlerinde eriyecek

İncelip öze bürünecek ne kimse var ne zaman

Ne de yüreklerde fırıldayan heyecan, üzülürüz.

Kimi militan kimi fedai kimi mürit menzilinde

Ne öyküymüş, felsefe taşları sökülür, yüzülürüz.

Göster, var mı ki kaygısı şiir olan bir şair, sevinelim.

Acıyla öğrendiğimiz yaşam önümüzde anıt gibi

Verili oyuncaklar, cellat ipi, emirlere uygun eğleniriz.

 

Ne yaparsın çağın uysal afeti, incelikleri süpürmüş

Öyküsü içten değil; ilim çıkışlı yobazı, bağnazı

Tezgâh süslü, kaygı esir, çarmıha çoktan gerilmiş

Hüzün bile kılık değiştirmiş sığmıyor kınına

Hatırı sayılır ağızlarda, varaklı kapı gerilerinde

İki dirhem bir çekirdek başımız önde diziliriz…

 

Koy dizelerini, defterini, yürü bize gidelim Nagehan

Al kalemini, ülkünü, ilkeni; sevinç beklemez

Bak ne kral deviren yaşıyorlar camlı korkuluklarda

Ruhları sarılıp ürpermemiş, aşk denen hoş afete

Zaman nöbetleşe yataklarında, sevişme gündelik

Ne yağsı diller var, çivisiyle oynuyor kürenin

Umuduna dar gelmesin ufkun uzaklığı, tutun

Yaşadığında değil; yaşamadıklarında keşkeler

Olsun, ne olmuş, tekerine çomak soktuysak kürenin?

Komün kazanında kepçemiz bulunmaz, biz böyleyiz.

Kendi göbeğini kesmek; onurlu olan bu değil mi?

Maya tutmaz ham hesaplar, gel biz ikiye bölünmeyelim.

 

Aydınlığın resmini çizelim, boy boy afacanlarımız olsun

Dirensinler rüzgâra, yaşamak denen şeyi eskitircesine

Umut gibi damaklarında ağız dolusu tütün

Çiğnemekten ruhu sararmış dişleri olsun ne çıkar?

Rüzgâr yön seçmez, yerçekimi uysaldır, bulut direnmez

Kaderin kederine takalım kasket bir de turuncu fular.

Nerden bakarsan bak, her açı bir noktada son bulur Nagehan

Varlığımızın özü işte, sürekliliğin köprüsü, istenç dışı gideriz…

 

Ne diyelim, yükle sen yine şiirlerine civelek imgelerini

Sayfaların ak yakası şık dursun gördüm duymazlığa karşı

Yelken basalım zamana, okuyup okyanuslara dökelim

Kazınmış belleğime nicedir, inceliğine örtülmüş bir tül gibi

Bunlar; gör bunlar Nagehan, sözün soylusu bir daha okuyalım

Küsmek yakışık almaz bir kere, herkes görebildiğince incedir

Duyan duyar, gören görür, zaman saydamdır, insan bu

Olur ya bir gün yüreğinde mor kelebekler kanatlanır, göneniriz.

 

Gülmek, sevmek, ağlamak; şiir gibi ciddi iştir

Hatır için yapılacak şeyler değil; incelik ister, istemsiz

Tuhaf bir dünya, şiirlerin sanki duyguların gezinti parkı

Ya gelir üstüne salıncak kurar ya da yüzümüzü asar geçeriz.

Uğur ola, herkesin öyküsü kendisinin yurdudur Nagehan

Şiir, şairindeyse gurbettedir, kimin umurunda, bilesin.

Senin şiirlerin de gurbette kalsın, yatır yatağına

Ne olursa olsun, olan bir çarşafa olsun, tutup temizleriz…

 

Ser Nagehan pılını pırtını, serseriliği üçe bölelim

Sıyır üstünü kürenin, birbirimize büsbütün görünelim

Beden bedene konuk olsun, olmaz ayrı gayrı, özleriz.

Düşlerini süsleyip al duvaklı gelin edelim

Sal gitsin yaşam denen nesneyi yoluna Nagehan

İnce bir çizgidir o, içimizden dünyaya doğru çizelim

Her birini ince ince sevelim irili ufaklı, ufka değsin

Derin kırıklar bunlar, sen beni ben seni bütünleyelim.

 

Sevmek bedelmiş zamanda, olsun, neyse bedeli öderiz.

Şiir, biraz da yaşamdan yana ince ince yontmaktır.

Ah Nagehan sırtlama bunca yükü, şairler taşıyamaz

Önümüz kış, yolumuz uzun, ne de olsa konar göçeriz

Şiir deyip geçme, yürekten yüreğe ince bir yol çizeriz.

Suyun akışı gibi hırs irisi göçebelik bizimki

Ha varız ha yokuz, işte biz bu kadar gerçeğiz.

Karışırız kalabalığa, ağlayarak geldik, uğradık deriz

Zaman kaldırdıysa kırbacını, bayrağımızı diker, çeker gideriz.

Temmuz 2020

 

YAŞAMAK YAŞATMAK GİBİ

 

Kaldır başını bak gökyüzüne adamım

Çıkart örtünü süz dünyayı kadınım

Bir aklın var okyanuslara egemen

Düşlerin var dar zamanda evreni fetheden

Bir gökyüzü var alabildiğine hür ve sonsuz

İki ayağının altı senden evvel sevgiyle örtünen

Acının ardılı sevmektir, var git aklın doğrultusuna

İnsanı insanda bul tut elini öp gözünden, göreyim.

 

Ne önünde engel olsun, alışılmışlık gibi

Ne kuralların olsun, dayatılmışlık gibi

Ne sınırların olsun, öğretilmişlik gibi

Ne beklentilerin olsun, dünyaya egemen olmak gibi

Ne de nefretin olsun, hemcinsinden öç almak gibi

Hedefin olsun hedefin, barışı koynunda beslemek gibi.

Sevgin olsun sevgin, yeni bir insana ten örmek gibi.

Özlemin olsun özlemin, barışı kurmak gibi…

Çaban olsun çaban yaşamak yaşatmak gibi…

Haziran 2018

 

KUSURSUZ İBADET ÇARŞISI

 

Geçmişten ödünç yargılar, kimsesiz insanlık

Kırılmış camlar, tekmelenmiş kapı etekleri

Hizmet aşkına, örtüden kıldan kayırgılı

İnsan olmanın ucunda kırbaç şakırtısı, peh!

Ne desen de benliğin yok hükmünde

Bir dava ki görüle görüle tüketilememiş

Kırılan parçaları toplasam bir sen değilsin

Ateş oyununda kalkansız hedef tahtası

Kurulu şu düzene özgü kaptan olsan ne olur?

Demirlediğin yer, çırpınmalar, çıplaklar limanı.

 

Ödenmemiş haklar ki belleğimde derin yara

Diyetsiz kaygılarım, hesabı sonraya bırakılmış

Kör bir bekçidir o, gözlerimize asmış kelepçelerini

Kırılma noktası işte direnmek köşede oturan gerekçe

Yasaklardan onur duyduğumuz, korktuğumuz özenle

Bu alan oyunun baş pazarı, kusursuz ibadet çarşısı

Tamahı fırçasına sürmüş ressam bozuntusu

Ölüm emrini tuvaline yansıtsa ne olmuş!

Gülelim çabasına insanlığın, bir tutam daha çağdaşız…

Yok böyle militan öykü ipe kendi kendini dizen

Ne kadar gerçeğin gerçeğiyiz, aslımızın kefensiz ölümü…

Eylül 2020

 

UMUT

Güncel Sanat Dergisi 11. Kaygusuz Abdal Şiir Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü

 

Beklentimin ucunda umman, umut garım

Kaygımı diriltir sıska gül yapraklarında

Sağanak gölgeler her sabaha, kadim kalabalığım

Acılar tortusu kördüğüm, fren sesi raylarında

Puslandıkça uzaklıklar, kurnazca daralır ufkum

Benden yana ağmadı hiç, kantarın topuzu ne keder

Kaygı küpü, duvarı hunharca yıkılan her hücrem

Olsun yaşamak ince iştir, durduk yere ağlanmaz ki…

 

Ne kalelerdi devraldığımız burçları insan manzarası

Ne güzel çocuklardı toz dumanda oyunsuz büyümüş

Yüce sevdaydı o, adını özgürlük koyduğumuz

Tutkuydu o, başarmakla yaşamayı bir koştuğumuz

Çeşitliliğin birlikteliğinde coştuğumuz yağız tenler

Çokluğun tekliğinde buluştuğumuz kuşetli trenler

Demir alsa umut garından, başında kavak yelleri

Islak bir sabaha varır mı bahar mı bahar kokulu?

 

Nerede o çocuklar, kaleler, aşklar, beklentiler

Zamanı kurşuna dizen kusursuz kalabalıklar

Hımbıl sesiyle yüklenir, sürtünür, yıkılır belleğim

Savunamam bu utancı, dört yandan vuran tipi var

Tütsülü öykü, ağdalı inkâr, besleme sürüler

Ne insan ne yaşam ne ray ne gar ne de sen-ben

Değilse bir diğeri o değil; nedense ötekinin ötekisi

Tutulu yollar, her yol tek gişede son, kesik biletim.

Halay çeker harman yerinde, uzanmış mendili ciğerime

Var gitsin, kepçe kepçe yemekle tükenmez memleketim.

Onulmaz bir kere ölüm orucuna dadanmış aklım

Olsun aşktan öte ne yükümüz var da yolumuzdan kalalım.

Hey bu gardan kalkan umut, ayaz mı kuru ayaza harman

Üzme, en dar zamanda bile sıkı aşklar yaşanır her zaman…  

Ekim 2020

ŞİİR

 

Her şiirin;

vardır biraz uslanmışlığı

çocukluğa yaslanmışlığı

yaşamalara uzanmışlığı.

Sevmektir şiir;

sevilmemiş olanları, doğmamış olanları

Varmalar yaşamanın varlarına iki el bir yürekle

Çiğnemeler sakız gibi bazen de söz tafrasını

İçli bir türküye ılık kaygıyla vurulmalar

Maya çalmalar okyanusa, düş konusu

Kuluçkadan haz doğurmalar

Usu usa vurmalar gıdık alır yerinden

Gemileri yakıp yürümeler adalara

Sürülerini sürmeler geçilmemiş patikalardan

Ağaçlar gibi kardeşçe kalabalığı doğurmalar

Ters lale gibi yalnızlığı ayazla yoğurmalar

Ve özün tözüne, sözün yüklüğüne bağdaş kurmalar…

Nisan 2015 Sahilevleri

 

YOKLUĞUNLA BAŞ BAŞA 

 

Biz benle oturduk ay ışığına

Karşılıklı iki laf kırıyoruz belinden

Seni tuttuk oturttuk sol yanımıza

Yüreğimize merhem, söz düşmedi dilinden 

 

Bazen yokluğundan

Bazen geçmeyen arabalardan

Karşı çatıya bu bahar yuva kurmayan martılardan

Aramızda oynamayı unutan çocuklardan söz ettik

Kokusunu Venüs’e saklayan yaseminleri geç

Ayın içime saplanan okları daha derin

Ve şu zeytin yapraklarının ruhumla oynayışı

Gelip bir tutam hüzün aldı büyüyen anılardan…

 

Yokluğunla baş başa

Biz benle oturduk denize karşı

Ne deniz deniz gibi içinde düşler küskün

Ne de varlığın yok gibi tüm sözler üzgün

Dört duvar günleri sıyrılır sabahlardan

Yarasa gölgesinde uyuyan gündüzler

Yokluğun gelip dikildiğinde ince akşamlardan

Ben bizle, çekip öptük gözlerini rüyalardan…

                                                Temmuz 2020 Narlıdere

 

UZAKLIĞIN

 

Güçlü kadın görünümü gölgelenirken yürüyüşünden

Yumuşak bir dünya kurguluyor yek-bütün yüreğin

Biliyorum içinde volkan kaynıyor zamanı kilitleyen

Ay ışığı batar mı göğsüne batarmış ok gibi, gizlersin

Niye bu kadar ıssız kurur denizin yaladığı kayalar

Göçmen kuşlar hiç şaşırmaz bilirsin göç günlerini

Gül açacak yüzünün gamzesinde belki gökkuşağı

Dokunsam kırılmış yerlerine kim bilir nasıl alev

Yakın oluşumuzun korkunç uzaklığı işte bu şiir

Benim bize konuk olamadığım bir mevsim hüznü

Her sesin ucunda bir sen, her sözün içinde özlemin

Bak ne kadar utangaç dalgalanıyor üstümüzde uzaklığın

Yıkılsa da kalkıp gitsek şu göçük kıyısına, ellerini tutsam…

Eylül 2020

 

Hadi resim çizelim dedim

Geçtik gökyüzünün alnacına

Fırçasını aldı eline, o göğü çizdi

Bense düşlerime ay ışığı…

 

VENÜS’Ü SOLUYALIM

 

Gel seninle şöyle sarılıp Venüs’ü soluyalım

Gökyüzünü kucaklayıp koklayalım

Düşlerin değsin aydınlık camlara

Tükenmez kaçamaklara dadanalım.

 

Yaslan göğsüme Venüs’ü soluyalım

Ellerini koy şurama

Kısa etekli trampetçi kızlar gibi

Bagetsiz çalan şu ses senin

Venüs’ü soluyalım…

Her vuruşu senin adın

Susmuşluğu senin yokluğun

Venüs’ü soluyalım…

 

Sokul bana Venüs’ü soluyalım

Alma gözünü kalsın şuramda

Törpülü düşler gibi

Venüs’ü soluyalım

Tut elimi bulaşmasın keşkeler

Zühre’yi boyayalım…

Mayıs 2021

 

YEDİ TEPE

 

Kültür gürültüsünü eteğine eleyen şehir

Yedi tepe, aşiyan, akıl sevdası

Ne neşeli yüzerdin ahşap evlerinle iki deniz arası

Ne güzel töze vardırırdın sana değen elleri

Ne istekli bakardın örtüsü saydam günlere

Sipersiz kasketlerin, altın boynuzun, boğazın

Göğe değen parmakların, dünyaya el eden bakışın

Ne ağırbaşlı bir sevdaydı o göz alabildiğine

Perçem ayrımından sırtlan dünyaya

Kulak ardı edilemez ezgili fısıldayışın.

 

Maçka’sı, Şile’si, Çamlıca’sı, Moda’sı

Üsküdar’a çıkarken yolum üstü tutku havrası

Usta bir marangoz gibi yontar belleğimi

Gözümde eriyor yırtık bir ünlem gölgesi

Mistik gürültünde darlanıyorum şimdi

Neftli düşünceler, şuh elbiseler, ebabil uyarısı 

Kirinde kalpazan becerisi gizli

Kâgir binalarında bencillik virüsü

Salındıkça bulvarlar, dağlıyor çağsıl derini.

Boğazın ülkülere çalımlı akıntısı

Şer dünyaya yüzen ince belli şilebe

Sarıyor içimden bir şeyini, bir şeyini

 

İrileştikçe kırmızı yaşamalar keşmekeşi

Haliç'ten Basra’ya doğru saplıyor mihverini

Salaş sokakların bunalımlı yolcusu

Sinan'ın minarelerine asıyor kaderini

Kiliseler, sinagoglar, camiler erk peşinde

Terk ediyorlar dünden doğma yerlerini

Ve karanlık boyadıkça göğün açı ortayını

Sırlı korkuluklar uygun adım üçer beşer

Merdiven altında besliyor minarelerini.

 

Yadsıyamam, Yeditepe, sırtlan sahası, aşiyan

Hâlâ bir tasarımda kanıyor ellerin

Ayırdına varmadığımı düşünme derinliğini

İsminde bile ne çok şey gizli ötesini geç

Her güzellik diri kalabildiği kadar bilirsin

Uyma egemen dillerin sersem vargılarına

Temelin bile koca devin entelektüel zemini

Zemin sarsılıyor, kirli düşün lekesi belli

Çıkar artık cebinden fildişi ellerini

Bak aşklar aşkı deşeliyor, metelik tarih kefeni.

 

Yıldızlarından düşsel önyargıyı çekiyorum

Sense iki nokta arası bir çizgide eğleniyorsun

Eski bir akımın sanrısı sızıyor gülüşlerine

Pisagor senden önce yoktu İstanbul

Fatih de yoktu, Hezarfen’den önce uçan da

Antik ekinin otantik yanında komşuluk ilişkisi

Taşın toprağın altında boynuz, bu ikilem

Geni eskitilmiş çekirdekler çimleniyor göbeğinde

Doğmamış yerlerinde yenilikçi kösnül düşler

Kalpazan kusurları Ortaköy'de bulvar

Bundandır göğe yürüyen parmaklarına dil sürmem

Gök mavisindeki yerinde kulampara gözler var.

                                                                       Nisan 2014

DUVAR

 

Haber bekle şu şehrin kadınlarından

İşleri vardı şimdi, çiçek dikiyorlar mermere

Kadifekale kadar dar değildi sokakları

Masumiyet taşımaya elverişli ve uzun

Sızılarını duvaklarına asıyorlardı en azından.

Haber bekle bu ülkenin egemenlerinden

İşleri var şimdi, patilerini gezdirirler çimlerde

Okumak için insan öyküsünü daha çok zamanları var.

Caddelerin ucunda çocukların gürültüsü yağmur

Yürümek ayrı bir direniş, kimilerinin gazeteden örtüleri var

Şu çocuklar bir meyvenin çekirdeğinde, ıslıkları zamir

Geri istiyorlar çalıntıları, kollarında yine kelepçeleri var.

Haber bekle bu ülkenin ayanlarından

İşleri var şimdi işleri, duvar örüyorlar çocuklarına duvar.                                                                         Kasım 2014

 

YANGIN

... ve daha gelmedi merdiven altı tıknaz çocuklar

Bileniyor kılıçları, palaları, çakmakları

Hele bir gelsinler şöyle

Gelip otursunlar çağın nemrut tepelerine

Var ya şu adının ezberinde eklentileri olanlar

Hani güncel eğitim giyotininde biçilen badem çocuklar.

Acı kır ayazı sarı coğrafyada

Gen, bulut, uzay teknolojisi, yapay zekâ, sanal dünya derken

Oyalanaduralım oyuncaklarımızla

Yeni çağ aslan doğursun diye.

Demem o ki

Kızılca kıyamet arifesinde

Harman yerinde zır deli yangın nasıl olurmuş!?

Menemenden Sivas’a, Sivas’tan Çankaya’ya

Dahası…

Kılıçlar zemzemle bilenirken…                     

Nisan 2015

MENEMEN’DEN ÇANKAYA’YA

 

Güneşe yürüyen

Takalarımız, filikalarımız vardı

Bıyık altında zulümleri süzen

Yüreklerini işgal öykülerine asmış

Avuçları nasır

Yüzleri kahıra zemin

Kızlarımız, yiğitlerimiz vardı.

Duvağına tebessüm yasaklı

Duruşu sıska, göğsü direniş kalfası

Aya dön yüzünü deyip

Ayaza türkü okuyan Fatmalarımız vardı.

Sığınacak makamları yoktu kıtlıktan

Öç alacak kimseleri yoktu yokluktan başka…

Biz ve onlarsızdı işte

Bebelerinden önce varmaktı hedefleri sehere

Hani şu tarihin üzerine çullanıp

Bizden değil diyerek kefensiz gömdüğü

Afyon’dan İzmir’e postlarını sermiş koca dağlardı.

 

Güneşi sulayan ırmakları vardı

Mavzer dipçiğine asılı umutları

Sarı sıcak ovalar uçsuz bucaksız

Ortasında kuruntulara tutunmuş

Evlek evlek gelinlik kızlar yaşardı.

Öyle yaşarlardı ki

Sabah gelip akşam giderlerdi

Bazen ahşap kapılardan güzellik yontarlardı

Bazen de plastik makaralara yokluk sararlardı.

 

Tebessümleri bir asrın özeti

Kızgınlıkları insan kalmanın serveti

Yolcu görse yolcuyla yol olur

Bir düşmüş görse ayakta olmaktan utanırdı.

Yaşmaklı kızlar, çarıklı efelerimiz

Has öyküler taşırlardı kuşaklarında

Bir içim su gibi duru

Alaca karanlık göğsünde

Sehere galebe çalarlardı.

 

Aynı ağacın dalları gibi

Biz ve onlarsız yaşarlardı

Ne ötekiydi ne beriki; öyleydi işte

Öyleydi öyle olmasına, nasıl bilebilirdik ki 

Bu kadar da dar zamanda

Bunca tekno-çağda

Güneşi kana bulayacak hırsla 

Diri diri canlara nasıl çakmak kav çakarlardı?

Sen de dönence ben diyeyim dönüşüm

Menemen’den Sivas’a, Sivas’tan Çankaya’ya meğer

Veremli, upuzun çatlak bir damar vardı.

Karnı deşik şu zamanda

Özgün ve müzmin atellenmiş kırılma noktaları

Altından al üstünden sal

Kırıldıkça direnek hatları

Demem o ki alevle sıbyan saçları tararlardı.

Kimler dememişti ki

Cehaletin böylesi ne ejderleri

Ne canavarları ortalık yere başı boş salarlardı.

Eylül 2018

 

MARMARİS

 

Köyceğiz’den Sultaniye’ye

Beyobasın’dan karga tulumba Zeytinalanı

Ölemez Dağı, Dalyan’ı

Kaunos kucağında sele serpe Byblis

Karetta kerattanın anısına dokunur.

Gökova, Akyaka, Sedir Adası

Sıtma ağacından sığla ağacına

Çam balı, harnup pekmezi, eşek nalı

Nefes alımı mevsimlik ırgatlar gibi…

Aksaz’dan Turunc’a gölge dipliğinde

Sarıana’nın ineklerini sağasım gelir.

 

Balıkaşıran’dan Ege, Akdeniz’e

Sarı sandalye atıp oturasım

Testi göğsünden eğilip öpesim var.

Yakışır hani maviye sarı bilirim

Bıçak sırtı yol öyküsü söylenir

Yalancı Boğaz’dan adalara

İçmeler, Selimiye, Datça, Mesudiye

Dat çalısı, Datça danası, badem ağacı

Can Yücel anısına

Apollon, Posedion nöbete kalkmış

Kleopatra göbek dansında, görürüm.

Uzanalım şöyle kıyıya gözlerimize Gökova aksın.

Büklüm büklüm bükler, oyalı mendil

Sonra Palamut bükü bir tutam sümbül

Knidos’ta sevda oylumu, Rodos’a sırtını verip

Akdeniz’de yorgun söz diline küser

Nâzım’lar Süreya’lar tanyerine uzanmış

Durup sevgi yolundan Flortlar[1]’a

Bir aşk ki paçoz akşamlardan düş yüzer.

Ağustos 2019

 

Sen koymamışsın beni

Benim koyduğum yere seni

 

İZMİR AKŞAMLARI 

 

Dalgalı, derin, umarsız hıçkırık sesleri

Kanatlanırken meleklerin omuzlarına

Deniz ile mehtabın öpüştüğü duvarda

İzmir akşamları şuh suskunluğa uyandı.

Gururlu, içten, ürküntülü çırpınışına

Düşünceli, içine düşmüş, vurgun düşüne

Gözlerinde üşüyen soyunuk tebessüme

İzmir akşamları mor halkalarla uzandı.

Körfezde soyduğun mavi düşler giysisine

Özleminde üşüyen gülüşler öyküsüne

Sol yanında oyalı bakışlar çizgisine

İzmir akşamları kanatlarıyla dolandı.

Mavi sürmeler, mum alevi titrekliğinde

Gizemli giysiler, tebessüm ürkekliğinde

Kösnül işveler, Sipil yüksekliğinde

İzmir sabahlarının koylarına sıvandı.                                                                                               Mart 2013

 

BİRAZ SEN BİRAZ BEN

 

Biraz sen koy

Biraz ben koyayım

Koy koy yüzüp

Koyultalım şu şiiri

Koygun olsun  

Koyaklı başkente

Konup şöyle

Koyun koyuna olalım

Koyunu bol dünyada…

 

Biraz sen ak

Biraz da ben akayım

Akarsu olalım

Aklanalım

Ak-geç dünyada

 

Biraz sen ağla

Biraz ben ağlayayım

Ağlaşa ağlaşa avunalım

Ağıla çevrilen şu dünyada.

 

Biraz sen gül

Biraz da ben güleyim

Güle güle gül olalım

Gül-geç dünyada

 

Biraz sen sev

Biraz da ben seveyim

Sevgili olalım

Sev-geç dünyada

                                    Haziran 2015

 

ŞAİRİMİN YENİ YETME HALLERİ

 

Dokunursun ki zihnine dolanır

Menzili sersem kavram dokuları

Devşirme terimler serçe şımarıklığı

Söz yıkımları eğreti temelinden

Ne darası nüktedan ne yükü felsefi

Kuru yaprak gibi rüzgâra gebe

Urbalar ön safta, cephede yine ben kavgası

Özenti şairimin yeni yetme halleri

Dahası cürmünden yüklü söz sultası…

 

Bakarsın buruk bir tebessümle açı ortayına

Vurulur göğe sarkan yerlerin

Sürülür yüzüne kurgunun sunturlu yongaları

Ensiz alışkı sürüsü damarlarında akıntı

Göz süzüp hüzünlü bir kaygıya sarılır

Erir ki en kallavi tutamakların

Eteğine ateş yaktığın dünya görüngüsü

Mideden nasırlı sersem bir olguda vurulur.

 

Sonra yine bakarsın ki güncel güruh tazeliği

Yeni doğmuş kusur kadar kedersiz

Yetimhaneden mezun imge sürüsü güncel

Gediz’i yatığından çevirmiş gibi emin

Mangal-kül meselesi hani olur ya

Ne dilde incelik ne sözde yaşam kımıltısı

Sözü mü alırsın, dizeyi mi tutarsın ucundan

Sanki demirci örsünde şiir dövülür. 

                                                           Aralık 2017

 

Gönül hırsızı gibi

Bakışıma

Gizlice sokuluşunu sevdim.

 

 

İKİ YAKA 

 

Eteği meltemle uysallaşan şehir

Vapurlarının süzülüşünü kıskanırım

Lodosun ısladığı bir günün sabahı

İki yakaya bölünüp

Martıların ötüşüne yaslanırım.

Bakışı var ki sevdalandığım

Kordon’da salınan çiğdeme uzanırım

Cemal Süreya’nın dizelerinde yanıp

Efes’in teninden bir deste resim alırım

Aleve öykü sürmek sırası değil derim bazen

Hani şöyle uzağa bakışımızı dokunduralım

Nazım’ın memleket özlemi benzeri

Ya da Hasan Tahsin gibi ilk kurşun hevesi

Hıçkırığı kırbaçlayan sevi

Hem umut, ufuk hem de utkudan

Ruhumuzda uçan güvercin izleri

İlk bakış, ilk gülüş kadar pürüzsüz ve güzel

Kısrağın alnında kahverengi bir gerçek gibi

Şuramda bir mühür izi

Bir nefes yedi delik ney sesi

Belkahve yellerinde uslanırım…                   

Kasım 2019

 

Oysa nasıl da seyrederdik

Başı pudralı şu sarhoş küreyi

 

SINAMA BENİ

 

Sınama beni yokluğunla

Astarsız özlem sıvanacak yerlerim

Dilime sağdığın iri gökyüzü

Bilmez susmanın masumiyetini

Elinde işte genel geçer resmim

Dizgesinde ünlemler asılı

Ser ıslak tebessümü yüzüne

Değdikçe özüme beslenir kimsesizliğim.

 

Kınama beni dizelerimle

Geçirilir yansısından dikey dizgelerim

Göz yürek bağıntısı en duru yolum

Özlemimse en kalabalık yokluğum

İzle incelişimi, al gözlerimi nesnelerden

Düşüm sivri dilli dolaysız ünlem

Süzülür metinler arası denklemlerde

Öznesi, göğe parmak atan dizelerim.

                                                           Mart 2016

 

An sıyrılırsa yükünden

 

ANTETLİ BOŞLUK

 

Sıyrılır kuytu yerlerinden alaylı sırıtışlar, sinsimsi

Bir nehrin akışını ters çevirmiş kadar emin

Yunmuş beyin, kasketli hücre, eğik yelpazesi

Daralır göğünde antetli boşluk, bedel bizim.

 

Sonra kavuşturulmuş kollar olmuşluğa vurgu

Bağdaş kurmuşluğu kerevete nalıncı keseri

Palavrayı yürütür kahve telvesi kıvamına

Hoşluktur boşluk, ardılı ikindi sarhoşluğu.

 

Kaygı üstünde korku, kovuşturulmuş öykü

Hemfikir tamamen, duydu duyalı

Soyulmuş gökyüzüne sorgusuz vurgunluğu

Çözümsüz tek şey, o şey zihin kemendinde;

Özgürlük

Ve yine özgürlük iki ayrı şey, bedel bizim.

                                                                      Mayıs 2015

 

KIRIKLAR

 

Derinliği gürültüsüz endişen

Gözlerine üşüşen direniş

Kaşın eğikliği, edilgen duruşun

Olanak yokuşu, kurgusal tepkin

Kerelerce ay kırığına vurulur

Gelmişe geçmişe geçirgenlik

Yaşamalardan çözülmüş zaman

Olsa bir arpa boyu çözelti olur.

 

Gelmişlik bir kez, gitmek bir kez

Hesap masada üç beş metelik

Karanlık yanlarını kaldır göğe

Süzülsün gök üstümüzden

Ve doğur gözlerini bulutlar eğilsin

Daral taşır hani gönülde durgunluk

Bazen deniz mavisinde insan

Bazen de gök morluğunda boğulur.

 

Neresine değsen de hüznün

Kaç büküm eğilse de yüzün

Çoğu kez çeşni kırıklar

Aynı an, iki yoğun ağrı

Ömre bedel tören olur.

                                           Ocak 2016

 

DÜĞÜM

 

Cephesiz savaşım, eşikdeyim

Aklın akla dişe diş olanı

Hangi ucu bilmem nereye eklesem

Yokla çoğulun didişmesi gibi

Düşler arası ağrılı beşikteyim.

 

Zihnimde düğüm, değişimdeyim

Direnir dili geçmiş ilintilerim

Değerim tarazlanan yerlerime

Bir şey bağıntılı illaki bir şeye

Sevişmek sevmenin ardılı örneği

En uzun elleri, biraz parmak uçları

Ne varsa en görünesi denizleri

Kayıtlı olsa sevişmenin tarihi keşke

Taze ceninde terlese hüzün

Işığın biçimle kucaklaşması gibi

Her doğumda kör düğüme erişmekteyim.

 

Palansız kentim, ateşindeyim

Isıl işlemde direnişim

Tavlanan bir çözeltiyim işte

Demirin paslanması gibi istem dışı

Demirci örsünde genişlemekteyim.

                                                           Mart 2016

 

İT İZİ

 

Soluk benizli tülbent sosyolojiye

Ya da sıradan şölen çağrılarına

Analitik bakmaya ne gerek bir an

Malzeme çelimsiz, ham demirden

Isıl işlem fırınlarında çağın

Gürültülü kentler kurulur

Çöl yeline kattığı kimliğinden.

Medeniyeti yerde çiğnenmişti zaten

Çolak devrin ırgatları elinden.

 

Yeni doğmuş gibi tuhaf şaşkınlık

Irsi midir, öğretildi mi gerçekten

Sansar çocuklara bu kekremsi kültürden

Uzun Oğuz uykusu mu ne

İt izi soyar kendi “bahadırında”

Kamburunda eniklemiş çelimsiz külçeden…

                                                                       Nisan 2014

 

Gizlesen de

Susukunluğunu örtsen de üstüne

Örtüsüzdür yüreğin Külkedisi

 

KÜLKEDİSİ

 

Bir zamandır sen öyle

Uzun bacaklarınla bembeyaz yatıyorsun ya

Seni şu tuvale koymadan edemiyorum Külkedisi

Bakışın törpü, suskunluğun bıçak

Kırmızı yakışıyor dudaklarına, bir o kadar gülüşüne

Renkli bir kuru kalem düşünde ince uçlu

Gözlerimi çiziyor tam oraya

Sol yanın vuruntulu bilirim ve şu mizansen

Ne var ne yok saklamışsın avuçlarına

Düşü düşe sarıp üstüme koşuyorsun…

İşte o an ben yalnızlığın tadını bir kez daha seviyorum…

 

Sen ne dersen de dillerine dolanayım

Salma atlarını üstüme bu kadar tez

Sevmenin bedeli ağırmış deyip geçelim

Susma öyle susturulmayı hak etmiş gibi

Bilirim cengaversin sen yüreğine karşı

Dibine tokmak vurmuşsun şu dünyanın

Avuca sığar panda yavrusu yumuşaklığı

Kumkuat tadı var ya o dudaklarında

Ellerim varmaz tombul yerlerini tutmaya

Zor zamanların açılmaz kapıları işte

Bir kilit daha kondurursun şu akıntıya

İşte o zaman ben bir kez daha kaybolurum…

 

Gurur mu duymalıyım senin bu susmalarından

Bilemedim nereye saklarım sessizliği

Bakışımı özgür mü bırakmalıyım üstüne

Her kentin kapıları bizim gibi örtük değil ki

Değme bana, sen yine de gezdir ellerini

Kaleminin ucundaki mürekkebe

Ansızın bulaşabilirim ben, sabahı bekle…

 

Biliyorum sen yüreği yeter bir ‘Ay’sın

Üzümler senin için kararır bu akşam üstü

Var sakla kendini, oyalan dünya işleriyle nefesince

Zordur bilirim gözlerini kaldırıp bakamamak

Üzerine düşmüş bir çift göz bebeğine

Pulla gitsin, sen bir zarfın içinde ipek kozasın

 

Ne o, parmak uçların bir boşluğu tarıyor

Bir görünür bir susarsın, susmaların karlı dağ

İlik gibi yatıyorsun şu tuvalde görüyorum

Düşlerini al götür yanında buraya sığmıyor

Saklama gözlerini öyle suçlu gibi Külkedisi

Her bakış, bazen insan yüreğinde acıya oturuyor…   

Ocak 2020

 

CAN

 

Beden yeni bir cana yüz çevirdi mi

Ruh değişir, akış değişir, duruş değişir.

Tende ruh, dünyaya yol belirdi mi

Durum değişir, yol değişir, gön değişir.

Ne gizem ne yüce bir başlangıç

Suda ten gelişir, tende can gelişir, canda cihan gelişir.

Bu yol uzun yol; nedenli ya da nedensiz

Tende besin, toprakta can, damara kan yetişir.

Öyle bir oluşum ki; en büyük mucizesi varoluşun

Bilim çözemedi, çözecek; henüz imdada yaradan yetişir.

Çözülürse gizem; sağlanırsa suni tene can sunuş

Evrende dönüş değişir, bilimde varış değişir, dinde duruş değişir.

Doğru yöne bakış, doğru yere gidiş, ulaşılırsa gerçeğe varış

Kral değişir, düş değişir, kim bilir belki de yüz değişir.

Bunun da ötesi, kitapta, yaşamda, metafizikte anlam değişir

Marsa gitmek gibi düş gerek; düş, bilimle gerçekte birleşir.                                                                     Nisan 2013

 

Şu dizelerin yok mu senin şu dizelerin

En olmadık köşelerime

Kök salıyor durduk yere…

 

ŞARK YARASI

 

Ne çıplak yalanlar ne kalpazanlar ne çalanlar

Neler örtüldü neler örtülür kusursuz

Şu şavkında şark çıbanı çıkmış coğrafyamda

Biz bilirdik ki gökyüzü saydamdır ve pürüzsüz

Gitmez kimsenin eli aç olanın ekmeğine

Analarımızdan alırdık insan olmanın bedeli onurdur

Bilirdik bilmesine, övünürdük hani

Tanımamıştık şark yarası bu denli fütursuz...

Bilmezdik yetki şımarıklığı melek gibi kusursuz…                                                                                                        Ekim 2018

 

Akıl kuruluğudur bugün payımıza düşen

Çöl yeline karşın bakma sen ıslaklığıma

 

UZAK BEKLENTİ

 

İç sürgünüyüm işte şehrimin

Hüznüne olta atan balıkçı gibi

Bembeyaz dizilişim, üstündeyim şeklimin

Aysız geceler kaygılı, uyanışım uzak beklenti

İçlenirim menfezlerinde kıraç başkentin.

 

Duyusal bir kımıldanışın gelir geçeriyim

Dokunurum şu sanrının eteklerine

Kalp göz arası şehla yol izleyişim

Çetrefil bir çekilmezliği taşır örenlerime

Gecikmeli gelişim, yine uzak beklenti

İçiyorum Akdeniz’i kristal tas biçimim.

                                    Ekim 2015

 

MİTOLOJİ

 

Kaç kez kepenk kapattı Güneş

Kaç kez göz süzdü

İliklerinde kültürün

Kaç kez kaldırdı kaşlarını küreye

Hangi tutkuyla sevilirdi bu değer

Her yaşam bir yaşama ekliyse eğer

Her gün doğuma hazırsa her yer

Aş erdi mi, gebe kaldı mı ölümlerden

Ölümleri, yıkımları, savaşları

Mühürledi mi tarihin suratına

Güneşle çiftleşen umutlu her seher

                                                           Ocak 2014

 

MANKURT 

 

Bitten kaçarken ite sarılmak

Biçimi eşelekli bir strateji

Ne başı kalabalık öngörü

Avcısına yaltaklık taslayan

Keklik gibisin be kardeşim.

Seslenelim silahlı aydınlığın

Tercihine kısır ünlem doğursun

Vektörel bir eğilimi çek üstüne

Yalanı yalanla besleyen gerçek örneği

Sütunlarını tuzla seviştir kokmasın

Keleş kabzasında namlu ışığına köçek olmak

Aydınlığa ayak diremekten daha kolaydır.

İki sokak ilerisi mankurt makamı

Belleksiz yaşamak çekirdeksiz olaydır.                                                                                                             Haziran 2015

 

MASAL DAĞI

17. Yunus Emre Şiir Yarışması Üçüncülük Ödülü

 

Biraz mavi koysaydın ya avuçlarıma gözlerin gibi

Neresinden tutup aklımı asayım saçlarına

Benim suçum niye bu kadar büyük, insanı sevdimse

Yaşamak nasıl güzel olur, bunca ölüme karşın

Yoldaş olsun diye mi doğurdun beni, acılardan anne.

 

Dünyanın bütün gecelerini toplasam

Gündüzlere yer açabilir miyiz hiç gölgesiz

Pişirmiş zaman gözlerimi, kirpiklerim dağınık

Bakışlarım kavruk bak

Gökyüzünü üstüme örtsem sığmıyorum

Niye gökyüzünü bu kadar dar diktin anne.

 

Gözlerimden çiğdem gibi saçılan şu acılar

Nerede boynunu büküp bir aşka tanık olacaklar

Öyle derdin ya, yaşanacak aşkları acılar doğurur

Asır hırsızlığına soyunmuş şu haydutlar

Düşlerime göz dikmişler durduk yerde anne.

 

Artık son gece olsun bu, toplayıp kaldıralım masal dağına

Ellerin gibi sıcak, bakışın gibi kendinden menevişli

Rastlantıya bırakılmaz derdin güzel günler, yinelerdin

Alnından öpelim sabahların, bir kez daha, bir kez daha öpelim

Elden ele verelim bütün ışıkları, birlikte yürüyelim anne.

 

Varınca hani oraya, gülüşünü neresinden bölsem de

Alsan kalanlarımı yumuşacık kucağına

Üşüyorum, uymuyor en küçük parçam, sığmıyor işte

Düşüyorum tut elimden, düşüyorum işte

Ben toprak oldumsa olacağım kadar

Sözleştiğimiz gibi masal dağında

Son kez emzirip yeniden rahmine koy beni anne.  Şubat 2020

 

Ne güzel severiz insanı

İnsanın insandan kaçışını saymazsak…

 

YENİLİK ÖFKESİ

 

Eksiltiyor kalanları, belleklere tutunanları

Çelimsiz çerçeve çiziyor, ahşaptan

İçi yüksüz bir geçmişi koyuyor da gözüne

Haşhaş çiçekleri dikiyor dibine bunca mor

Bir bir çekip gömüyor oysa, yeniye doğanları

 

Küsülmüş zamanı işliyor donuk resme

Yeniliyor ne yapsa, yenileşmeyi cepte tutarsak

Kobay sesleri upuzun uzuyor, susuz şadırvandan

Afyonu patlamış çekirgeyi dikiyor da pencereye

Kin yazıyor bire bir bin bir renk, ödünç fırçadan

 

İyi ki oldu, olduruldu, olageldi öteden beri ne güzel

Burnu kendinden nükteli, eskiye özlemler

Düşsel bir servet yenik düşer, yenilik öfkesine.                                                                                                                           Şubat 2015

 

AİDİYET

 

Aidiyet duygusu işte

Tarihseldir, irsidir, bulaşıcıdır;

Geçelim bunları yüzüle yüzüle öğrendik, biliyoruz.

Zühre’nin gülüşü kadar sıcak

Yuvasından atılmış kuş yavrusu gibi masum buluyoruz.

Sürtülmelerden, deneyimlerden

Adaletsizliği, şiddeti, terörü, savaşı olağan görmenin

Ve de estetik beğeninin temel bileşenidir anlıyoruz.

Oysa bizim aidiyet duygumuz

Ne savaş tamtamlarını ne şiddet yamyamlarını

Ne inanç kalpazanlarını

Ne egemenlik militanlarını

Ne de kolay ekmek sırtlanlarını kümesinde besler.

Çünkü bizim aidiyet duygumuz

Candan yanadır, insana varmaktır

Nihai ereğe sarılmaktır;

Adamca yaşamak, kardeşçe yaşamak

İnsanda insanı, kalpte kalbi

Batıda doğuyu, karada akı

Ve bilinçte sevgiyi çoğul kılmaktır.

 

Bu duygu ki aidiyet duygusu işte

Memleketimin sırlı gökdelenlerinde

Karnından yarılmış bir karpuz gibi

Yarı kırmızıdır.  

                                               Nisan 2018

 

SUS

 

Sustur yüreğini

Sen ben gönülde gür olmak ne haddimize 

Bir yanlışın ucunda iki doğru değil miyiz? 

Sustur sesini

Bir ezgide iki nefes olmak neyimize

Bestelenmiş güftede serseri iki nota değil miyiz?

Bağla kollarını

Salına salına sarılmak neremize

Süreğen kaygının dizinde iki sarmal değil miyiz?

Sus, tut yüreğini

Gökyüzü sığmaz ki gözlerine…

                                               Mart 2019

 

KADIN

 

Topal bırakılmış insan cinsiyim, ne namus

Kara örtüler altında öğreniyorum yaşamayı

Yemek yemeyi öğreniyorum örneğin

Dudaklarımın ıslaklığını göstermeden

Bacaklarıma usturuplu durmasını tembihliyorum

Saç tellerime bağlıyorum işlenmiş bütün günahları

Bütün geceler, bütün karalarla komşuyum

Fısıldıyorum kucağımdakine, işliyorum kulaklarına

Bir oya gibi işliyorum, bildiğim bu kadar

Ak sütüme bulaşmış yanık tütün kokusu…

Eksikli miyim yoksa primitif zekânın kurgusu mu

Hürmüyüm, cariye, köle, eş, anne mi ya ben neyim

Ufkum hâlâ, adet gördüğüm kentin küflü sokakları.

                                                           Şubat 2020

 

SUSMA NÖBETİ

 

Bu gece biraz daha öldü insanlık

Biraz daha acılı dönüyor dünya bugün

Biraz daha sıkılarak çıkıyor yerinden sözler

Her keresinde balyoz iniyor inceliğimize

Biraz daha başımız sağ olsun, ne diyelim

Susalım biraz daha suskunluk gönensin

Susmak nöbetini elden ele

Dokunulmamış yerlerimize sürelim

Abansın, çöksün

Sıvansın biraz daha gevşeklik üstümüze

Övünelim...

                                              Aralık 2016

 

BEKLERSİN

Gidişler, ayrılışlar, ayrılıklar

Peşlerinden el sallayışlar

Boşluğa sessizce bırakılan

Misket tanesi yüksüz bakışlar

Yıldızlara hançer gibi saplanan zaman

Hediye gibi çıkıp gelen yitik anılar

Vargılarını döküp derinlere

Sessizce ağlayan aynalar

Hani ne de delici bir sızıdır

Uzaklara daldığında gözlerine yağan fırtınalar.

 

Bilirsin bilmesine, gitsin istersin

Utkusunun değdiği, gözlerini güldüğü yere

Sürmelidir bütün varışlar

Kavuşmaya hevestir bütün ayrılışlar

Susturulamaz işte derin patlayışlar

Ana yüreği, kimin avucunda kar topu olmuş ki

Dünyayı yıkayamaya kalkışır

Közlenmiş altın kökü yaşlar

Hani ne de incedir bilemezsin

Nasıl sevinçtir yüreğe yağan umutlu fırtınalar.

 

Bilirsin bilmesine, yerinde kalırsın

Yalnız yüreğin gider el sallayanlarla

Beklersin

Beklersin mıh gibi çakılı

Anıların örüldüğü yerde;

Emzirdiğin, öptüğün,

Üstünü örttüğün yerde beklersin

Dönecek bir yeri olsun istersin; umutların

Dimdik yürümek istersin, omuzların el verir

Beklersin, kendince  dik görünürsün hani

Kıpır kıpır içinde oysa senden ayrı

Nerede nasıl nereye sığdırılır

Hançer duruşlu yıldırım ruhlu fırtınalar.           

Mart 2020

 

MİLATTAN ÖNCE

 

Ne kırılgan yüreğimiz vardı milattan önce

Bütün şarkıları toplayıp sorguya çekerdi

Düğüne hazır kızlarla oya işlerdi belleklere

Sorun, Ankara Kalesi tanıktır, söylesin size…

Gizemcileri görürdük, önlerine koyardık da

Duymadılar, bakmadılar bile Milattan önce…

 

Şimdi size söylenmemişleri açıyorum bir bir

Kucağında tut, büyüt, yeniden doğur milattan önce

Sonra da yık yak ateşharmanlarında

Matematik okumuştuk, mantık su gibi duruydu

Şaşmamak ne söz, meğer yanlış öğretmiş öğretmenlerimiz

Rüzgârı yırtar da geçer oyalandığımız paslı yalanlar

Hala bayılmadık, ayaktayız talan kurşunlarından

Suareye bilet kesmişler, sorun neresinde milattan önce!?

 

Şu gecenin yükü silik duruyor çok silik

Kanayan aynalarla anlatmışlığım var düzenbazlığı

Yok böyle değil, şuradan bak uyuyan kentler ışıl ışıl

Kırılganlığımıza sürülmüş merhem yumuşaklığı

Sabahım kundaklanmış, uyanıklığım cabası kalsın

Gözlerimin içinden buldüzer geçer yıllar boyu

Bu günler bir başka, şimdi günah çıkarma töreni

Aklımı oyuna soktum yargıç kalemiyle Milattan sonra…

 

SALGIN

 

Ya çağrıldılar ya da bir bir kendileri gelip koyuldular

Aktılar yel gibi hücreden hücreye sinsi sinsi, büyüdüler

Bir vardılar bir vardılar, çoğu zaman yok gibi göründüler

Gördük hani durduk yere birer birer öldürdüler kınlarını

Küresel kaygının, kasırganın anaforuna bağdaş kurdular

Yalnızlığı, dokunulmazlığı dolayıp dolayıp kalabalıklara

İnsanın insandan kaçışına maskeli mühür koydular.

Dehşete düşüren görünmezliği, bilinmezliği, bilemezsin

Çaresizliğin dönüş günü, birbirimizi yediğimiz zaman ardı

Tapınaklar kimsesiz, kilit vurulmuş aşklara, düğünler iki kişilik

Karantina durağında bir tramvay öksürükle güreşiyor

El edip dünyayı evlere taşıyan garip sosyal yara, şehvetli

İlgi alanımın ötesinde bir öyküsün, öyküdesin ne bileyim

Gelecektin belliydi, doğa yenilemeliydi belki kendini…

Gündelik ölümler bugün, yarınsa geride kalan kasırgalar

Seninle yaşamaya alışmak mı dersin, nasılsa öyle olsun diyelim.

 

Küresel sınav kaygısı, geçmek ya da kalmak var bu yarış zorlu

Bir baştan bir başa vurulacak kusurlu yerlerimiz, görmeli

Bu da geçecek, bakma tutuklanmışsa bütün gülüşler

Ne şeyh ne tarikat ne aktar uydurması ne de egemenlik sultası

Bilim var bilim, akıl aklı kurar bulur bulacak en aydınlık yolu.

Sen sevmeyi unutma kendini, bütün can taşıyanları

Ve sen yaşamayı sev, yaşamak yaşatmak güzel şey

Orhan Veli’ye anımsatma belki en vurucusu, en sarsıcı

Ne “Hava bedava” ne “Su bedava” ne aşklar tek kişilik anlamlı

Safrasını atıyor, ücretini istiyor ücretini kirlettiğimiz dünya

Hadi yıka, arıt salgını, savaşları, kavgaları; sevişelim

Ödünç ver yarınları ödünç olsun çocuklara, üstü güzelliğe.

                                                                             Mart 2020

 

KEDER

 

Şiir şiirse

Ya yaraya derinden işlemeli

Ya da yaşam sevincine değmeli

Bazen hazzına merhem

Bazen de acıya keder sürmeli

 

Kederse;

Estetik yargı ocağına su döken

Maşrapası ibriği gümüş simli

Sürmeli mi sürmeli

İnce belli bir hanımeli.

Ya yaraya ya estetik algıya kabuk

Ya da derinlere yatak sermeli

Irak tutulsa da şiire keder

Hazza en yakın siperde

Kız kurusu

Biraz da kadife dilli

Mart 2018

 

PUSU

 

Mendebur höykürüsünden düşme

Güruhla şu yolda parlayan

Taze Cumhuriyet oğlanları

Rivayetlerden soğurduğun

Alev sıfatlı prangalar senin olsun  

Aklıma sıvama bilinmezlik kaosunu

Önün arkan mağdur ganimeti

Nerenle nasıl yiyeceksen

Tıka basa yiyedur Arap sosunu

Doygunum, sağduyum yerinde

Aklına düşürdüğün gölgemden

Kaldır şu nurkotik pusunu

Ben özgür

Ben birey

Ben insan

 kalmak istiyorum…

 

Sıcaklığın en özlenesi yanı

Anamın soframda oturuşuydu

sevinçle oturamadık belki

Ya yaşamın tırnakları yaralamıştı

Ya da sarılmıştık dünyaya körü körüne…

 

KURGU

 

Kurgu bir dünya, kurgusal düşlem

Kuruntu önüm arkam, çevrem kurgusal evren

Vurdum sırtıma yolculuğumu, yalın yapıldak dünyaya

Bazen sorunsal, bazen onursal denklem

Yine vardığım uç nokta, işte bir karikatür çizgisi

Üveyik griliğine endişem, mavi mi olmalı

Demirden dizeler hangi raylarda rahvan

Ya da işkence tramvayları ne zaman durmalı?

Hazırlıklı bir pusuda, taze kurgusal cepken

Eğlenirim eylülde, güzü yakalamak ne güzel.

Kışım yakın, çok bilinmeyenli üç dilli denklem

Serçe gagaları asılı şu çengel kafese

Yarınlar, trampet bagetinde pençeli ikilem.

                                                           Ağustos 2015

 

Omzumu düşürüp kuytuma çekildiysem

Özgür bakışını kafeslediğin

Gülüşlerini kalpazan güruha teslim ettiğin içindi.

 

BİZ

 

Yokluktan ülke

Yalnızlıktan şehir kuran

Düşlemi yüce gülüşü vurulmaz çocuklarız.

Yunus’tan öte, Nâzım’dan bu yana

Özgürlüğü solumuza

Özgünlüğü sağımıza koyan

Yasaklı öykülerle

Okyanuslar sağaltan

Acıya mühür vurmuş durulmaz çocuklarız.

Ne döşümüz pespayeler katarı

Ne köşkümüz Eylül panayırı

Biz;

Çağa fırtına doğrayan

Tarihe sabah doğuran

Uygarlığa parmak atan

“Sarı Devin” peşinde yorulmaz çocuklarız…

                                                           Kasım 2019

 

YÜZÜNÜZE GÜL TAKIN

Bahara çıkardım bugün kendimi

Çiçek, ağaç, kuş, deniz, dağ, sahil

Tedirgin bir gökyüzü, derinliğine güneş

Düşlerimi saldım uzun uzun yaslanıp

Ardımda bahçeler, kentler

Gündüzüne kırgın yalnız sokaklar

Döl kaygısında sevişgen rüzgâr

Nasıl desem, siz de yüzünüze gül takın

Önümde deniz

Ölümüne kıpır kıpır ve davetkâr.

 

Bahara çıkardım bugün kendimi

Aklım hovarda

Duygularım uzaklar

Yaşım uygun, maskem nano korumalı

Portakal dallarında şehvetli kokular

Kuşak döngüsü, çağrısı var her rengin

İşvesi moruna asılı katır tırnakları

Banklar konuklarına küskün bugün

Bağlaçlar unutmuş belli ki tüm görevlerini

Virüs sireniyle hazırolda sevgililer, yaklaşmayın

Bu ne demeyin, siz de öyle yapın

Gölgenizi bile uzaklaştırın kendinizden

 

Ah şu yasaklar, sevimli yasaklar

Siz de ruhunuzu yasaklayın, belge gerekmez

Kendinizden uzak durun, ucunda bahar var

İnanın, camlardan bu kadar diyorlar. 

                                                   Nisan 2020 

 

Bir elinde görev mazbatası

Diğerinde yasaklar sertifikası

Koca bir yalan kasnağı, öğütücü döngü

İstibdat çarkının paranoyası.

 

BEZİRGAN SEMTİ

 

Aynı kervanda düzülen yavuz yavuz yolcular

Durdu duralı han kavgasına

Ne bombalı aşklar yaşandı, bezirgân semtinde

Kör olası ahbaplıklar vardı başeğilmesi aşk biçimi

Görmezden geliriz bilmezden

Adımız vurulmasın, silinmesin hani

Makaklar cenneti güzel memleketim, şu kadraja takılır illa

Göremedik görünmedi görülmesi de istenmedi zaten…

Bir akarsu önünde yıkanalım bitsin bu paklanmazlık

Gezdir gözlerini dostum, ölmek yakışmaz sümen altı sözlere…

 

Son damlaydı düşen

Yalnızlığımı taşırdı…

 

BİR ŞEY

 

Devşirir her biri bir eskiden yeni bir şey

Çok bilir her iyi her şeyi en belirgin bir şey

Dirilir bir daha her gün bir daha ölen bir şey

Yıllardır aynı sarım her sürüm yenilenen yeniyi

Minarede kılıf, bin bir birim pazen kefenlik

Meclisi mertebede el birlik kesilen içkin şey

Her biri tek birini izler, yaşmaklıdır, güzeldir

Özündür, evindir, yerinde yersiz kalan şey

Güncel yetkinlik "sende sensizlik" temel şey...

                                                                       Nisan 2015

 

KOSTRATO

 

Taş plaklar dönmüyor artık

Agop Amca’nın dükkanında

Nikelaja verdi dün

Kostrato sesini

Nöbette pos bıyıklı amcalar

Üç adımlık mahzenlerde

Çağ devirdi sedalar

Unkapanı un ufak

Ergen sesi Haliç'e şırıl şırıl

 

Üstatlar pembe-mavi

Devrim günü top model

Rıza Emmi’nin barında

Ödünç alır alçı topuklar

İstiklal caddesini

Nostaljik tramvay

Bir kirli aşk taşır Taksim'e

Taş kalçalar  fırıl fırıl

 

Pembe sektör mü üşüdü

Al şalı boynunda

Salaşlardan yedi tepeye

Terfi ettirdi kendini

Parmaklarda al oje

Şarkı çatlatıyor masalar

Çakal çağırıyor İstiklâl’den

Dudaklar kaldırımlarda

İnci diller mırıl mırıl

 

Esir insan seline hanlar

Aşk köhne duvarlara yaslı

Yığın yığın kösnüllük akar

Yola terk uzatma parçalar

İçselliği bitirim kadehlerde

Biri bıldırcına su verir

Işıklar loş ve mutedil

Çember masada işve şırıl şırıl

 

İndirdi esnaf  kepenklerini

Dünden hazır düğüne

Bodrumlara indirir

Lale devrinden tereke

Kırmızı mestreslerini.

Kadıncık bir ay bastı

İstiklal caddesini..

Peşrev sokaklar pırıl pırıl.

                                               Şub 2014

 

SENİA

 

Bosna, Zenitsa Demir Çelik Fabrikası

Şehirler ağlaşır, akar çelikten gözyaşı

Kalemin adaşı  gögebakan  serviler

Sülünü gölgede bırakan kızlar ülkesi

Tuna nehri paralel, Zenitsa hüzün nakışlı

Bir Amerikalı hatun yatar  Tuna’ya uzanmış

Cristin Major, ne uzun gün sabahtan akşama

Soyunuk bir ateş Sırptan, Hırvattan yana

Tuna  al al altından akar yanar döner

Sıcak bir türkü söylenir adı Müjgan

Yazılmamış tarihe, dingin insanlığa karşı

Layla’lar bekleşir, Alma’lar ateşle ateşlere karşı.

Sinemoy (Leylim ley) yükselir Majestik Cafe’de

Cennet sokaklardan İstanbul sokaklarına

Spiker Zafer (Kiraz)  bir haber geçer acıklı

Senia’lar temizlikçi kadınken kılıcın kınında

Ali (Hakan) istekleri kabul eder TRT Zenitsa Fm’de

Siz uyuyordunuz o zaman güneşin battığı yerdi burası

Tuna ne  gür akardı kanla sarmaş dolaş

TRT’den Ahmet (Yeşiltepe) haberlere pür sevdalı

Canlı yayın  hüznü

Nasıl aktarılır bu kadar acı kucak dolusu

Yol arayışları karanlık olmasa kör uygarlığa

Senia umudunu yitirmiş sağır Avrupa’da

Ahşap evlerin duman kokularına

Hayal satar dirhem dirhem

Eagle Force ateş hattı kallavi

Rotary, Lions kulübü ve diğer NCO’lar

Balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek için akıncı

Sallar oltalarını Tuzala’ya, Sarayova’ya karşı…

Din bezirgânları göbeğini kaşır karalara bürünür çarşı…

Neyse.. Delik deşik Sarayova sokakları

Tüketilmiş insan manzaraları canlanmış kaldırımlar

Dayton süklüm püklüm

Barışı büyütür, barış da nalıncı keseri hani

Düşlerin atası sizlere ömür

Evrenin yamyam çocukları

Sarayova, Kosova, Tuzla’da pusuda

Senia düşler çeker

İki yüzlü dünyaya

En güzel düşünü kahve telvesinde gizler

Bu şiirde yaşadığını hiç bilmeden

Ne Asya ne Afrika ne de Ortadoğu’nun dar sokakları

Avrupa’nın orta cehenneminde

Yıl on dokuz doksan yedi

Çaktı uygarlık bu yıl da

Bir üçüncü dünya daha bugün, yarın, gelecekte...

                                                            Ağustos 2013

 

********

İsimsiz

            Ve Başlıksız

                        Birkaç dizeydi dökülen

                                   İmgelemden imgelere

                                               İmgelerden imgeleme

                                               Ne duyguyu yola koyan anlam

                                                Ne de aklı yoldan alan imge

                                                                                  Benimle bugün

                                                                       Benimle bu gece

                                                              Yokluğa teyel olur.

 

Sıcak tene

            Ya da yüreğin gizil köşesine

                        Pembe sarmaşık gibi

                                   Sıkı sıkı tutunmadıysa

                                   Dokunmadıysa gülüşlerin güfdesine

                                                Olmazlarla yanmadıysa için için

                                    Daralmadıysa gökyüzü

                                   Yaşamak

                                               Aşksız

                                                  Adam gibi yaşamak

                                                           Varoluşa kefen olur…

                                                                                   Nisan 2013

 

YAŞ DÖNÜMÜ

 

İlk ışık değdiğinde gözüme

Dilsiz öyküm ritme başlarmış

Var yok arası yolculuğumda

Zaman ile kurgum sarmalmış.

Tam ayaklarım bastı yere

Gerçeğe erdim derken

Ayrılan zaman daralmış.

 

Ezelden yaşama habersiz

Sonsuzluğa doğum sancısı

Ondandır, ince telaşım çoğalmış.

Düşünemedim geçen her gün

Ömrün sayfalarını dizip

Ecele ıslık çalarmış.

 

Altın saraylar, atlas kumaşlar

Hepsi, hepsi sizin olsun!

Yanarım ki a dostlar

Her son kimsesiz bir hüzün

İz bırakabilmiş isem arkamda

Yaşayan, bir özlemim kalmış.

Tarancı misali “yolun yarısı” tesellimken

Elimde küçük bir dilimim

Yanında pişmanlıklarım kalmış.

 

İşte yoktan geldik var oluşa

Vardan göçeceğiz yok oluşa

Yaradan özenmemiş

Katmamış ise özüne incelik

Biraz zekâ, biraz da güzellik

Var yok arası şu yolumda

Ne izim ne de sesim kalmış.

 

Şikâyetimden değil dizelerim

Duyuşumun gecikmesi

Varışımın engelinedir sitemim

İçime tırmanan telaşı

Bir bakıma pişmanlığın nişanı

Yaş dönümü kapıdaysa bugün

Söz nerede, nasıl, kime kalmış?

 

Bir ibrik su, bir kürek toprak,

Bir demet hüzün, bir tutam çiçek

Ne sanrı ne düş ne de gerçek

Alnıma düşen güzde

Beni bende özgün

Beni bende özgür

Ve gülüşlerim alabildiğine hür

Ala vere özleyip sevemediysem

Bana ne! Kime ne!

Nerede kime neyim kalmış?

                                               Mart 2013, Narlıdere

 

Devrik şahın linçine tanığım şah damarımda

Ödülü ölüm, mezuniyet töreni provasındayım

 

BENLE BİZE GİDELİM

 

Nasılsa öyle olsun işte biz benle evdeyiz

Akça kadınlar kendilerini gizlesinler ayıplarında

Yangınlar ortasında sıska birer çalı çırpıyız

Yansak da sizlerin umurunda değil, bilenlerdeniz

Ne zaman ki başınız sıkışırsa anımsanacağız

Biz bize yeteriz de “bizde” ben de var mıyım, bilemeyiz

Can alıcı öyküler geçelim, yaşanadursun dehlizlerde

Kelleler semiredursun kulpundan tuttuğu teknelerde

Akıl almaz bulgu bunlar, sığdırılır yasalara ne güzel

Bilirsin, kibir sığmaz egemenlik dersinde kefelere

Topuzundan alır her kantar oynaklığın gücünü

Ayırgılar, kayırgılar, yanılgılar eylemsiz kalmaz

Gün gelir mahzende kabuklarını soyarlar tertemiz

Her tarağın oynak bir açısı vardır saçlarını tararken

 

Tara saçlarını aklım; benle bize gidelim, umut bekler bizi…       

                                                                                 Nisan-Mayıs 2020








































[1] Marmaris’ten Dalyan’a kadar olan koyların Norveç Fiyortlarına benzemesi nedeniyle FLORT’lar diye yapılan bir benzetmedir.


































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)

Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir) Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)   DİLHAN Yaşar Özmen     Büyüdükçe azalan kalabalığım Anla...