![]() |
Şiir/Sanat Çözümlemesi, Yaşar Özmen |
Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir
Şiiri İnceleme yarışmasında dereceye giren şiir çözümlemem, örnek çözümleme
olarak bu kitaba alınmıştır.
ŞİİR/SANAT
ÇÖZÜMLEMESİ
(DENEMELER-2)
Yaşar Özmen
Kitap, Kapak
Fotoğrafları ve tasarımı bana aittir.
Sayısal Kitap
Yayım Tarihi: 5 Mayıs 2020
ISBN No:978-605-74589-1-9
2. Sayısal Sürüm:
Mart 2021
Kitap dosyamı herhangi bir basımevine göndermedim. Basım ve dağıtım konusunun çok sağlıklı işlemediğini ve emeğe karşı saygın davranılmadığını düşünüyorum. İlk iki kitabımdan deneyimliyim.
Denemelerim, günlük yaşamı konu alan, moda
ilişkileri ortaya döken ve iyi zaman geçirmek için okunacak çerez bilgiler
içermez. Sanatın; sanatsal, kuramsal ve felsefi yanını konu alan metinlerdir.
Okurun sanat anlayışı, dünya algısı, yaşam görüşü ve sanat bilgisine katkı
sağlayacak konuları çözümlemeye çalışır.
Gençler,
ödevden tez çalışmalarına, okumadan araştırmaya kadar tüm işlerini sayısal
teknolojiyle yapmaktadırlar. Onları zaman, maliyet ve diğer ek yüklerden
kurtarmak, daha kolay kitaba ulaşmalarını sağlamak için denemelerimi, e-kitap
olarak sayısal ortamda yayımlıyorum.
Ayrıca
kitabım, bu şekilde depolanarak yıllarca kaybolmayacak, sayısal teknoloji
ortamında sürekli dolaşımda kalacaktır. Bu yöntemle daha fazla okura
ulaşacağımı düşünüyorum.
İletişim adresimden (siirsarnici@gmail.com)
istendiğinde de e-postayla gönderebilirim. İyi okumalar diliyorum.
Yaşam Öyküm
1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1989’da Kara Harp Okulu Makine Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. TSK’dan 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. Sanat felsefesi, yazın, fotoğrafçılık, resim ve şiir gibi sanata yönelik konularda kurs ve çalışmalarını sürdürmektedir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır.
Yayımlanan
Kitapları:
Bir
Damla Suda Halkalar, şiir kitabı, 2018, Temren Yayınları.
Saf
Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, sanat
çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, 2018, Trend Yayınları.
Umut
Bekler Bizi, Görsel-Sayısal Şiir Kitabı, Mayıs 2020, (e-kitap)
İmgelem-İmge-İmgelem
(Denemeler-1) (e-kitap) Vedat Günyol 4. Deneme
Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü, Mayıs 2020
Şiir/Sanat
Çözümlemesi (Denemeler-2) (e-kitap) Mayıs
2020, Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme dalında “Turgut Uyar’ın
ÜÇYÜZBİN Şirinin İncelenmesi” üçüncülük ödülü alan inceleme bu kitaba
alınmıştır.
Sanatsal Denemeler (Denemeler-3) (e-kitap) Mart 2021
UMUT isimli
şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne uygun
görülmüştür.
ŞİİR
SARNICI (E- DERGİ)’nın, kurucusu, editörü ve yöneticisidir.
Sardunya
Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve
Nar Öykü/Şiir Seçkisi’nde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın
dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır. 06 Mart 2021
İÇİNDEKİLER
:
Giriş…………………….……………………………………………………….7
Şiir Çözümleme
Tekniği…….………………...…………………………...…....9
Rastlantısal
Anlam Kuramı………………………………………….…………19
Çağrışım
Katmanı……………………….…………….………………………30
Çağrışımsal
İmgelem Kuramı…………….…………………………...….......41
Rastlantısal
İmgelem Tabakası…………………………………….…...…...…48
Ses
Katmanı…………………..........................................................................54
Durumsal Estetik
Değer Tabakası...………..…………………………............78
Turgut Uyar’ın
“Üçyüzbin” Şiirinin Çözümü……...........................................89
Şiiri Şairden
Korumak……………………………………………………….121
Geleceğe Mektup
……………………….......................................................129
İkinci Örnek Şiir
Çözümlemesi (Özge Sönmez Şiiri)……….............……...139
Giriş
“Sanat yüreği
büyütür” der Jeanette Winterson ‘Sanat Başkaldırır’ isimli kitabında. Ne güzel özetliyor,
değil mi? Sanatla biraz olsun içli dışlı olduğunuzda, görünümü her geçen gün
değişir yapıtın. Bilinçli ve iç ilkeleriyle baktığınızda, daha ayrıntılı şeyler
söyler. Duyumsama sığanız artar. Görme yetiniz gelişir. Yaşam ve onun
felsefesiyle ilişkiniz anlam kazanır.
Yazar/şair, bir
başkasına benzemeye çalışmamalı ve bir başkasının dilini kullanmamalıdır. Bakmayın
bir başkasının dilini kullanmayan yazarlar, can sıkıcıdır biraz. Onlar ya yerin
dibine batırılırlar ya da görmezden gelinirler. Sözde güncele ve yanlışlıklara
uyum sağlamazlarsa yeteneksiz yazar olarak anılırlar çağında. Gelecek, yanılmaz;
sesi sanatta herkes gibi çınlamayanların önünü açar. Baş köşeye oturtur.
Kendini
şaşırtmalıdır yazar. Kullandığı sözcüklerin uzamı ve sesi sürekli yeniliği
bulmalıdır. Kural oldukça basittir. Yapıtı kendisini şaşırtmıyorsa okurun da
beğenisini beklememelidir.
Deneme, nasıl bir
türdür böyle? Herhangi bir yazın türüne sığdıramadığınızda adına deneme deyip
geçiveriyoruz. Yetim bir tür gibi geliyor. Öyle olsa bile ben daha ciddi
bakıyorum denemeye. İnsanın yaşam ve nesne ile ilişkisini en kolay ve özgür
betimleyen bir tür bence. Özgür, dış kaygılardan uzak ve kuralların dikkate
alınmadığı sınırsız bir ortam sunuyor yazara. Bu, düşündüğünü ve düşlemini
özgürce ortaya koyabilmek demektir. Donanımlı ve yetkinseniz; sorunlara,
sorulmamış derin sorulara yanıt arayan metinlere dönüşür yazınız. Değilseniz,
magazinsel söylemler ve çerez bilgilerle doldurursunuz sayfaları. Bence sorun
çözmeyen, derinlikleri kurcalamayan ve algıda farkındalık yaratmayan denemeler,
boş yere sayfaları doldurmamalı ve okurların zamanını çalmamalıdır. Her ne
kadar kanıt kaygısı olmasa da en azından bir sorunu çözmeli ya da bir düşüncenin
özünü görünür duruma dönüştürmelidir.
Her sanat yapıtı,
yeni ve farkındalık yaratacak birçok şey söylemelidir okura. Dikkate değer
birkaç şey söylemiyorsa susmalıdır. Bilgi o kadar yoğundur ki hangisini
almalıyız konusu, gerçekten çağımızın önemli bir sorunudur. Okuru boş şeylerle oyalamamak
daha yerinde bir tutum olur düşüncesindeyim.
Sanat; yeniye, yeniliğe, inanılmaza, olanaksıza, farklıya ve
farkındalığa açılan edimler dünyasıdır. İnsanın özgün ve özgür yaşayabilmesi,
kazanılmış insani değerler sisteminin güçlendirilmesiyle olasıdır. Bu da, sevginin geliştirilmesi ve başat
kılınmasıyla sağlanabilir. Olumlu ve sevme duygusu gelişmiş dünya insanlığına
ulaşmanın sırrı, sanatın gizilgücünde saklıdır.
Yaşar Özmen, Mayıs 2020 Narlıdere
Şiir çözümleme tekniği, aynı zamanda her sanat dalına uygulanabilir
‘Sanat Çözümleme Tekniği’dir.
Şiir Çözümleme
Tekniği, sanat
yapıtının ontik[1] bütünlüğü ve integral[2] yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme
yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını
inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri
yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar
toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu
ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin
yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir.
Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı
karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara
ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı
gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.
Bağlayıcı ve sınırlayıcı bir tutumu yoktur; çözümleyiciyi olabildiğince
nesnel dayanaklarla şiiri incelemeye yöneltir. Şiirin varlık katmanlarını sanat
bilimi açısından çözümler ve aralarındaki ilişkiden yapıtın sanatsal değerini
ortaya çıkarmaya çalışır. Ayrıca, tüm sanat yapıtlarının çözümlenmesi ve
incelenmesi için bir yöntem ortaya koyar. Bu yönteme dayanarak ‘Katman
Edebiyat Eleştiri Sistemi’ni önerir. Öznel eleştiriyi öteleyerek daha ayakları yere basar nesnel
eleştiriye sistemli bir gidiş yolu belirler.
Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel,
duyusal nitelik veya niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir.
Ses, anlam, anlatım gibi…
Tabaka, katmanın alt birimidir. Katman iç yapısını daha özelleştirebilir
birlikteliklerdir. Anlam katmanı altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam
tabakası gibi… Tabakalar birleşerek
yapıttaki bir katmanı oluştururlar.
Eksen ise sesin fiziksel yapısı gereği, şiirin ses katmanı altındaki
ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses katmanında kullanılan bir terimdir.
Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi… Tabaka ve eksenler katmanı, katmanlar bir
bütün sanat eserini var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel
katmanlardan oluşması gibi…
Katmanlar, aynı zamanda birbirinden ayrıştırılabilir, belirli disiplinler
altında ele alınabilir ve kendi içinde tanımlanabilir özellikler olarak
düşünülmektedir. Örneğin ses katmanı; ses bilimi, estetik katmanı ise estetik
biliminin öne sürdüğü ilkelerle incelenebilir alanlar olarak ele alınmalıdır.
Bunlar, sadece nitelik ve nicelik bakımından ayrıştırılmış alt yapılardır;
birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu
doğuramazlar.
Bir şiiri oluşturan ve birbirine kenetleyen katmanlar;
· Biçim Katmanı,
· Anlam Katmanı,
· Ses Katmanı,
· Anlatım
Katmanı,
· Çağrışım
Katmanı,
· Coşum Katmanı
· Estetik
Katmanı
Bunlar, şiirin dünyaya açılan yedi duyusudur ya da yedi
iletim organıdır. Hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır.
Bunların birleşiminden şiirin ön ve arka yapısı oluşmaktadır.
Katman yöntemi, her sanat dalını çözümlemek için kullanılabilir bir
genellik taşır. Sanat türünün özelliğine göre ek katmanlar tespit edilebilir.
Örneğin resim alanında bir tabloyu çözümlemek istiyorsak, ‘perspektifi’ ek bir
katman olarak ele alabiliriz. Veya roman sanatında karakter yaratmayı bir
katman olarak belirleyebiliriz. Diğerlerinde olduğu gibi bu katmanları kendi
disiplinleri altında inceleyerek yapıtı çözümleyebiliriz, eleştirebiliriz.
Günümüzde şiir çözümlemelerinde belli kuram ve ölçütler temel alınsa da
çözümleyicinin deneyimi ve şiir anlayışı ön plandadır. Öznel yargının ağırlıklı
olduğu inceleme veya çözümlemeler; şiirdeki dilsel, sanatsal, anlam, anlatım,
ses ve çağrışım gibi değerleri ortaya koymakta yetersiz kalırlar. Daha doğrusu
verimli bir sonuç üretmesi olası değildir. Şiire hangi tür eleştiri kuramı,
hangi sanat anlayışının verileriyle yaklaşırsak yaklaşalım, şiirin dilsel ve
sanatsal değerini ortaya çıkarmak oldukça zorlu, çok parametreli bir yoldur.
Şiir, öyle kolaylıkla ölçülebilir ve tartılabilir değildir. Toplumsal değerler,
zaman, coğrafya ve kişisel algı ile yargılara göre değişik anlam gösteren açık
dokulu metinler olarak karşımıza çıkarlar.
Yukarıda belirtiğim katman ve tabakalar, bir şiirde mutlak var olan ve
açıklama gereği duyulan varlık alanlarıdır. Eleştirmen ve çözümleyici şiir
çözümleme tekniğini kullanabilmesi için; dilsel, bilimsel ve şiirsel donanıma
sahip olmak zorundadır. Örneğin çözümleyici, estetik katmanını inceleyebilmesi
için estetik bilimini, coşum katmanını inceleyebilmesi için bilişsel psikoloji
ve sosyolojinin temel kuramlarını bilmesi gerekir.
Akademik eleştiri kuramından okur merkezli eleştiri kuramına kadar ortaya
konmuş bütün kuramları ele aldığımızda, bu kuramların belli bir anlayış ve
açıdan sanat eserini ele aldığını görürüz. Oysa bir sanat yapıtı, insan
ürünüdür; şu dörtgen içerisinde var olur.
·
Sanatçı,
·
Eser,
·
Ortam[3]
·
Okur
Sanat yaratısı; insanın bilişsel ve duyusal süreci ile dil, düşünce,
nesne, evren ve yaşam ilişkisinden doğar. Bu işlem süreci çok boyutludur ve
kolay açıklanabilir bir ilişki değildir. Bu nedenle şiirin derinliğini,
yüzeyini ve arka yapısını görebilen bir yaklaşım geliştirmek zorunluluğu
doğar.
Şiir çözümleme tekniğinin amacı; bir şiirin biçiminden duyusal varlık alanına
kadar varlık katmanlarını sanat bilimi açısından incelemek; şair, şiir,
ortam ve okur dörtgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır. Şiirin iç organları ile
şiirin canlılığını ilgilendiren tüm ögelerini işlevleriyle görüntülemektir.
Ancak bu teknik, şiir çözümlemesinde sadece genel yol ve yordamı belirler.
Çözümlemede “nasıl” sorusunun yanıtını çözümleyiciye ve eleştirmene bırakır. Çünkü şiir, her sanat yapıtında olduğu gibi,
ilk yaratılış sürecinden başlayarak topluma mal olup belleklerde yer almasıyla
birlikte varlığı ve yaydığı ileti, okur algısına bağımlı olarak dinamik bir
sürece tabidir. Sanat anlayışının değiştiği gibi şiirin temel alınan
değerlerinin de değişebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Şiir çözümleme
tekniği, okur ve sanat anlayışında meydana gelecek değişime ayak uydurmak için
dinamik bir yapıya sahip olmak zorundadır.
Ayrıca, çözümlemeyle ortaya çıkan nesnel bilgilere yaslanarak, okur ve
eleştirmene şiirsel dünyayı daha görünür kılar.
Şiiri şiir yapan ölçütleri ortaya çıkarabilmek maksadıyla, şiirdeki
varlık katmanlarını ayrıntılı ele almak gerekir. Bu katmanları olabildiğince
bilimsel ve teknik açıdan ele almak, öznel yargıyı biraz daha öteler. Şiirin
sanatsal değerini sağlıklı çözümlemek için; şiire okur, şair, ortam ve
eleştirmen gözünden bakılmalıdır. Şiir bir sanat eseridir ve baştan sona tüm
varlık alanları, gerçek ve gerçek üstü dünyası, insanın bilgi, algı ve
yargılarına bağımlıdır. Şiir çözümleme tekniğini, sadece şiirin etkisi ve
şiirsel değerini çözümlemek için kullandığımız bir teknik olarak düşünmemek
gerekir. Bu tekniğin dört farklı konuya açılım getireceğini ve bakış zenginliği
oluşturacağını öngörüyorum. Şöyle ki:
·
Şiiri değerlendirmek, dilsel
ayrıntılarını çözmek, nesnel ve duyusal alanlarını açmak, sanatsal ve şiirselliğini
saptamak, şiirin dış ve iç tasarımını başka bir göz ve formatta ayrıntılı
okumaktır.
·
Betik olarak şiirin ne olup
olmadığını anlamak ve şiir nasıl yazılır sorusuna yanıt oluşturmaktır.
·
Yaratım sürecinde; şiir
dilini kullanım, dil tekniği ile yaratıcılık kavramına ilişkin açılım, bakış ve
anlam üretmektir. Alışılmamış bağdaştırma, sapma ve değinmece gibi şiir dili
tekniğinde var olan ve sanatsal yaratıcılığın önünü açan dilsel konu ve
düşünsel yönünü görünür kılmaktır.
·
Şiir eleştirisinde; daha
sanatsal, nesnel sonuçlara ulaşabilmeyi, öznel yargıyı en alt sınırlara
çekebilmeyi ve biçimlendirilmiş (sanat algısı güdüm altına alınmış) eleştirmen
tutumunu bertaraf edebilmeyi amaçlamaktır.
Sanat, çok boyutlu ve çok parametreli bir etkinliktir. Bir sanat eseri;
bilgi, imgelem, donanım, teknik ve teknoloji olmadan günümüz koşullarında
beğeni oluşturan düzeyde var edilemez. Örneğin şiir ve roman gibi yazınsal
eserler bile teknik ve teknoloji gerektirir. Çünkü bu eserlerin yazımı,
öncelikle imgelemi, imgelemi nesnelleştirmek için donanımı, dil, bilgi ve
tekniği gerektirir. Biz biliyoruz ki bilginin kullanılabilir duruma
dönüştürülmesine teknoloji denir. Yazınsal eserlerde bilginin kullanımı,
kendine özgü bir tekniği, teknolojiyi ve dil bilimini gerekli kılar.
İşte bu nedenle sanatçıdan sanata, şairden şiire, şiirden eleştirmene,
bunlarla en yakın bağı olan okura kadar tüm süreci ele almak gerekir. Bunların
varoluş ve eylemlerini anlamadan, sanatın doğuşundan okurdaki karşılığına kadar
olan süreci çözümlemeden, sanatsal anlamda hızlı yol alabileceğimizi
düşünmüyorum. Bu düşünceden hareketle, şiir çözümleme tekniğine bu dörtgenin
açılarından ve eleştirmen gözünden bakmayı öneriyorum.
Öznel yargı şiir çözümlemesinde olmak zorundadır, ancak nesnel yargı ne
kadar yoğun ise şiirin çözümlenmesi o kadar sağlıklıdır. Şiir çözümlemesinin
bir diğer yanı, şiirin yarattığı duyusal etkinin dayandığı temelleri ortaya
koymaktır. Şiiri duyusal etki açısından incelemek için öznel ve popülist
yaklaşımlardan uzak olunmalıdır, ancak bu durum kişisel algı ve yargıya bağımlı
olması nedeniyle uygulamada zordur. Şiir çözümü de şiir eleştirisi kadar özgür
ve özgün bakış gerektirir. Diğer bir söylemle biçimlendirilmemiş algı, bilimsel
yaklaşım gerektirir.
Nesnel ve gerçek ötesi dünyanın görünüşe taşınması, imgelemin sıra dışı
dille anlatımı ve bunlarla birlikte şiirde en etkin duyusal devinimin sağlaması
şiirdeki organik birlik ve düzenliliğe bağımlıdır. Organik birlik ve
düzenliliğin istenen düzeyde oluşturulması için; fiziksel, anlamsal, duyusal ve
dilsel katmanları görünür kılmak gerekir. Bir şiiri ayrıntılı çözümlemek,
eleştirmek, etkisini açığa çıkarmak ve onun önerdiği dünyayı okuyabilmek;
sözünü ettiğim katmanların tek tek ve eş zamanlı ele alınması ile olasıdır.
Şiir/sanat çözümlemesi ve eleştirisine bu yöntemle yaklaşmadığımız sürece,
edebiyat için edebiyat yapmaktan öte geçemeyiz. Şiir çözümlemelerine veya
eleştiri adı altında yazılan denemelere baktığımızda, bunların çoğunluğu,
deneyim ve sezgi içeriyor olmasına karşın edebiyat için edebiyat yapan metinler
durumundadır.
Öznel inceleme; eleştirmenin sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve
değer yargılarına bağlıdır. Oysa nesnel şiir inceleme; bilgi disiplini durumuna
dönüşmüş kuramsal şiir bilgisini, dilin özelliklerini, sanat felsefesinin
öngördüğü sanatsal yaklaşımı, estetik biliminin öngördüğü bakış açısını
gerektirir. Yapıtla okur arasında mutlak bir etkileşim vardır; bu etkileşimin
içeriği öyle kolay açıklanabilir bir süreç değildir. İleri sürdüğüm teknik bu zorlu süreci
açıklamaya çalışır. Sanat bilimi açısından tarafsız bakış gerektirir. İster
istemez şiiri bu değerlerle incelediğimizde, eleştirmenin öznel yargılarını
daha tutarlı olarak kontrol altında tutabiliriz demektir. Bir şiiri
çözümlerken/eleştirirken, deneyim ve dünya algısına bağlı öznel yargı olmak
zorundadır; ancak şiiri nesnel yargıyla somutlaştırmak daha analitik bir
yaklaşım olur. Bana göre şiir çözümlemesi için önerdiğim tekniğin en somut
getirilerinden biri; şiir eleştirisi konusunda bir adım daha ilerlemek ve
eleştiriyi daha bilgi bazlı duruma dönüştürmektir. İleride okuyacağınız “Katman
Edebiyat Eleştiri Kuramı” bu tekniğe yaslanarak genellenebilir, denenebilir,
gözlenebilir sonuçlar üretmektedir.
Bu teknik, bütün sanat alanları için kullanılabilir; ancak ilgili
disiplin ve normları esas almak zorunluluğu vardır. Bu nedenle, sanatsal ve
estetik değer dışındaki yaklaşım ve ön kabulleri ötelemeye çalışır. Bu durumda
öznel eleştiri, inceleme, çözümleme yerine; daha nesnel bir eleştiri, inceleme,
çözümleme yöntemine başvurmak zorunda bırakır.
Şiir Çözümlemesi/İncelemesi Akış Süreci, aşağıdadır. Sanat bilimi ve
katmanın ilgili olduğu bilgi disiplinine göre ele alınarak çözümleme
yapılmalıdır.
1.
Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
a. Gerçek Anlam Tabakası
b. Rastlantısal Anlam Tabakası
c. Üst Anlam Tabakası
3. Anlatım
Katmanı
4. Ses Katmanı
b. Ezgi Ekseni
c. Şiirsel Ezgi
Ekseni
5.
Çağrışım Katmanı
a. Çağrıştırma
Tabakası
b. Çağrışımsal
İmgelem Tabakası
c. Rastlantısal İmgelem Tabakası
6.
Coşum Katmanı
7.
Estetik Katmanı
a. Şiirdeki
Estetik Değer Tabakası
b. Okurdaki
Estetik Algı Tabakası
c. Durumsal
Estetik Değer Tabakası
8. Sonuç
Çözümlemenin bel kemiğini oluşturan ve sanatsal görünüşün açığa
çıkarılması için temel verileri sağlayan; kuram, olgu ya da durumlar/süreçler
vardır.
a.
Anlam Katmanında;
Rastlantısal Anlam Tabakası
b.
Ses Katmanında, Şiirsel Ezgi
Ekseni
c.
Çağrışım Katmanında; Çağrışımsal
İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakası
d.
Estetik
Katmanında; Durumsal Estetik Değer Tabakası.
Bunlar; okur ile yapıt arasındaki ilişkiyi ve zorunlu süreci açığa
çıkarmaya yöneliktir. Sanatsal ifadenin söze dökülebilmesi için kilit olgu,
kuram veya süreçlerdir. Ayrıca, anlatı bilim, estetik bilimi, ruhbilimi, ses
bilgisi gibi ilgili disiplinlerin ışığında hareket etmeyi zorunlu kılarlar. Bu
yüzden, çözümlemede öznel olmayı öteleyerek daha nesnel ölçütlere yönelmek zorunda
bırakırlar.
Eleştirmen veya çözümleyici olarak bir şiiri incelemek, çözümlemek
istiyorsak, yukarıda sözünü ettiğim kilit kuram ve süreçleri ilgili
disiplinleri ışığı altında bilmeliyiz. Bunları; oluş, işlev, işleyiş ve
etkileri bakımından tam anlamıyla kavramalıyız ki sanatsal değerin ortaya
konmasında daha tutarlı olabilelim.
Bu metni izleyen denemeler, sözünü ettiğim kuram ve süreçleri daha
anlaşılabilir duruma dönüştürmeye yöneliktir. İleride örnek bir şiir
çözümlemesi vardır. Homeros Edebiyat Ödülleri 2020, Bir Şiiri İnceleme
Yarışmasında ödül almış bir çözümlemedir. Eleştirmen, şair ve çözümleyici için
yalnızca örnek bir çözümleme olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bağlayıcılığı,
kuralcılığı yoktur; çözümleyiciye göre değişebilen dinamik değerler dizgesine
sahiptir.
Şiir çözümleme tekniği; aynı zamanda bütün sanat dallarının yapıtlarını
çözümlemek, incelemek ve değerlendirmek için yeni bir yaklaşım yöntemi ortaya
koyar; temel ilkeleri belirler; sistemin sınırlarını gösterir; her yapıt için
uygulanabilir bir sistemi kurar. Dinamik bir yapıdır. Her sanat yapıtı, organik
bir bütünlüğe sahiptir. İnsan vücudunu incelerken her organı ve her bileşeni
ayrı ayrı inceliyorsak, yapıtta da aynı incelemeyi yapmadan sağlıklı bir sonuca
ulaşamayız. İnsan vücudunda nasıl ki her şey birbirine bağımlıysa, yapıttaki
her katman da birbirine bağımlıdır; organlar gibi. Ruhsal bir durum, kan
basıncından tüm salgılara kadar pek çok şeyi etkilemektedir. Yapıtta da aynı
durum söz konusudur. Duyusal katmanlar, fiziksel katmanları etkiler. Fiziksel
katmanlar da duyusal katmanları etkiler. Tamamıyla birbirlerine bağımlılardır.
Örneğin bir resmi çözümlemek istersek, şiirde kullandığımız tüm
katmanları kullanabiliriz; ses katmanı dahil. Yapıtın özelliği gereği, katmanın
gereksiz olduğunu düşünüyorsak çıkarabiliriz. Mevcut katmanların incelenmesinin
yeterli gelmeyeceğini düşünüyorsak yeni katmanlar belirleyebiliriz. Örneğin resim
sanatı için “perspektif katmanı” gibi.
Şiir çözümleme tekniği, aynı zamanda “Sanat
Çözümleme Tekniği”dir.
NOT: İlerideki denemeler; Şiir Çözümleme
Tekniğinde; yeni, karmaşık veya önemli gördüğüm adım, kuram ve katmanları ele almaktadır. Bunlar,
örnek çözümleme üzerinde incelenebilmesi, anlaşılması için daha yalın ve kısa
yer almıştır. Aslında tekniğin bütün aşamaları, “Saf Sanattan İnsana, Şiir
Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” kitabımda vardır.
RASTLANTISAL ANLAM KURAMI[4]
Şairin ne dediği değil, şiirde kullandığı
sözlerin ve anlamsal bütünlüğün okurda nasıl biçimlendiği ve zaman içinde nasıl
bir değere ulaşacağı önemlidir.
Klasik sanat döneminden barok sanat dönemine kadar, sanat yapıtları
kapalı bir bütün olarak ele alınmaktaydı. Rönesans döneminden itibaren, doğa
bilimlerinin mekanik bir evren algısına doğru evrilmesi, duygu,
bilinçaltı-bilinç sürecinin tanımlanması ve görecelilik kuramının ortaya
koyduğu büyük değişim etkisiyle sanat eserine ilişkin biçim ve biçem
özellikleri insan anlağında kavrayış değiştirdi. Bu değişim sürecinin hâlen
devam ettiğini gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Klasik sanat anlayışı eseri
kapalı ve organik bir bütün olarak algılarken, modern ve çağdaş sanat anlayışı
eseri açık, organik ve hareketli[5] bir bütün olarak algılamaya başladı. Bu kavrayış sonucu, sanatçı, eser
ve bunların içinde en önemlisi sanat alıcısının (izleyici) etkin bir konuma yükseldiğini
görürüz. Daha açık söylersek bir sanat eseri izleyicinin zihinsel gücü oranında
kavranır. Şairin imgelem kaynaklarının genişliği ve şiirin imge uzamı, okurun
bilgi birikimi ve anlamlandırma yetisiyle doğru orantılı olarak değer kazanır.
Sanat eserinin duyusal ve gerçek varlık alanları,
izleyicinin evren algısı ve bilgi birikimine göre yeni anlam evrenine açılır.
Bununla birlikte şiirin anlam ve çağrışım katmanı ister istemez insan zihninde
yeni imgelem ve görüntülere evrilir. Çağdaş sanat anlayışını sınırı olmayan bir
imgelem dünyasına götüren işte bu hareket olgusudur; diğer bir söylemle şiirin
anlamsal devinimidir diyebiliriz. Yapıtın içinde barındırdığı bu hareket olgusu
(zaman, coğrafya ve bilgi yoğunluğuna göre devinim) yeni kavramları beraberinde
üretmek zorundadır. Çünkü tanımlanmayan ve hareketi karşılamayan alanların
varlığı ister istemez doldurulması gereken bir boşluğu ortaya koyar. İşte bu
alanlardan bir tanesi de özellikle yazınsal eserlerde çok belirgin olarak var
olan anlam katmanında kendini gösterir. Anlamı, şiirsel açıdan ele aldığımızda
ise daha belirgin bir boşluğun varlığı karşımıza çıkar. Şiir, dil varlıklarını
gerçek, soyut ve gerçeküstü bağlamda sıra dışı ve çokanlamlılığa yönelen
biçimde kullanabilen bir sanat dalıdır. Okur da bu anlam çeşitliliğinden çok
farklı anlam ve görüntü üretebilir. Yani okurun geçmişten gelen temel
verilerine, bilgi düzeyine, görme, işitme ve duyma gelişmişliğine bağlı olarak
çok çeşitli imge ve anlam gurubuna ulaşabilir. Bu durum, Umberto Eco’nun Açık
Sanat Yapıtı yaklaşımını, Roman İngarten’in ontolojik incelemelerini ve
Alımlama Estetiğinin temel düşüncelerini ele aldığımızda, bir sanat eserini,
özellikle dil sanatlarını daha geniş bir perspektiften düşünmeye iter bizi.
Şiirde anlamsal kapalılık, kavramlarda açık
dokululuk, çokanlamlılık ereği, çağrıştırma ve derin anlam özellikleri gereği,
şiirdeki söz varlıklarının okurda ne zaman hangi duyguyu harekete geçireceği,
ne zaman anlamın nereye yöneleceği veya okur tarafından nasıl yorumlanacağı
çoğunlukla belirsizdir. Okurun algı, anlama ve düşünme biçimine göre yani görme
ve duyma biçimine göre eserin anlam katmanını nasıl somutlaştıracağı çoğunlukla
rastlantısaldır. Ayrıca şiirde her bir söz, dize veya şiirin bütünü,
çokanlamlılığa yönelme, çağrıştırma, anıştırma, sezdirme gibi tekniklerle
okurun belleğine paralel sıra dışı, farklı veya beklenmeyen imge ve görüntüleri
oluşturabilir. Umberto Eco bu konuda şunu söylüyor; “Her alımlama böyle bir yorumlamadır ve bir gerçekleştirmedir; çünkü
her alımlamada yapıt, özgün bir perspektif içinde yeniden canlanır.” Aynı
konuda İsmail Tunalı ise, “İnsanlar,
nitelikçe birbirlerinden farklı ve farklı perspektiflere sahip olduklarına
göre, her bir insanın aynı sanat yapıtı ile yaşantısı farklı olacak, yani aynı
sanat yapıtı, farklı insana göre farklı biçimler alacaktır.” der.
Şair ve şiirin ereği, anlam, anlatım ve sesin
gücünü duygu değeriyle örgütleyerek okuru daha fazla imge, görüntü, anlam ve
duygu dünyasına taşımaktır. Sadece şiir değil, bütün sanat eserleri, estetik
kaygıyı doğurmak için bir taşla pek çok kuş vurmak isterler. Okurun ruh
dünyasını ele geçirip onun algı ve anlama etkinliğini tetiklemek isterler. Yani
sanatçılar eserlerinde biçim, ses, anlam anlatım ve söz sanatları gibi
yöntemlerle mümkün olabilen tüm çağrışım kapılarını açmak isterler. Buna,
şiirde bağdaştırma, benzetme, değişmece, sapma veya bir sözcüğü birkaç farklı
anlamda kullanma gibi teknikler örnek gösterilebilir. Okurun beklentisi ve
amacı ise şairin iletilerini kendi bilgi ve çağrışım dünyasına göre
yorumlamaktır, somutlaştırmaktır. Okurun yorumu onun bilgi birikimine bağlı
olarak daha az, daha çok ya da beklenmedik bir şekil alabilir. Okur belleğinde
iz bırakmış anılar, görüntüler ve bilinci gereği, şiirdeki herhangi bir söz ve
söz öbeğinin çağrışımı ile şairin hiç değinmediği bir anlama ya da imgeye
ulaşabilir. Okurun böyle bir anlam veya imgeye ulaşması demek, farklı bir
imgelem dünyasının daha kapılarının aralanacağı anlamına gelir.
Sanatsal metinlerde, özellikle şiirde anlam
açılımını şair yönlendirir. Ancak şiir okura ulaştığında okurun şiiri
anlamlandırması sınır tanımaz. Okura, zamana ve yere bağlı olarak daha öteye
yönelebilir, kapsamı daha geniş olabilir veya anlam dönüşüme uğrayabilir. Bu
devinim, çağdaş sanat anlayışında eserin harekete dayanıyor olmasından
kaynaklanır. Diğer dil sanatlarında sözcük veya tamlamalar çoğunlukla belirli
bir şeyi göstermek ve anlatmak için kullanılır; şiir ise, sözcük ve tamlamalar
çoğunlukla gerçek anlamın dışında duygulandırma, sezdirme, farklı görüntüleri
çağrıştırma veya daha derin anlamlandırmaya yöneltir. Şair, okuru istediği
anlam tabakasına taşırken aynı zamanda okurun imgelem dünyasını uyandırmak
ister. Yani şiirdeki sözler gerçekte söyledikleri şeyin ötesine uzanır, okurun
belleği ve bilinci anlamın daha öteye uzanmasına ya da dönüşüme uğramasına
katkı sağlar. Bu durum, şiirin anlam konusunda rastlantısal bir tabakaya
yönelmesi anlamına gelir.
Yıllar önce yazılmış bir şiirin iletilerini
sürdürdüğünü, gelişen teknoloji, bilgi ve değişen algı nedeniyle anlam
genişlemesine uğradığını varsayarsak burada tanımlanması gereken bir alan daha
karşımıza çıkar. Bir şiirin veya bir sanat eserinin sanatsal gücünü oluşturan
bu durum, sanatçının çabasını, okurun algısını ve zamanın yarattığı anlamsal
dönüşümün varlığını gösterir. İşte bu
üçlünün, yani “şiir, okur ve zaman”ın yarattığı anlamsal sonucu
karşılayan kavramsal bir tanımlamanın olmadığıdır.
Çoğu sanat alanında olduğu gibi şiirin de anlam
örgüsü çoğunlukla örtüktür, anlamsal genişlemeye açıktır ve çokanlamlılığa
yönelir. Sözler, imge ve anlam grupları gerçek anlamının dışına taşar ve sonsuz
bir menzile erişme eğilimindedir. Sanat eserlerinin tamamında bu uzam vardır ve
sanatsal niteliği artırıcı geniş bir olanaktır.
Şiir gibi dilin bütün olanaklarını kullanabilen
bir sanat, belirtik anlamdan ziyade, örtük anlama, çokanlamlılığa,
duygulandırmaya, sezdirmeye ve çağrıştırmaya yönelir. Şiirin iletilerine bağlı
olarak ulaşılan anlam yanında, okurun duygu durumu, deneyimi ve bilinç düzeyi
beklenmedik olay, olgu, imge, görüntü gibi anlamsal sonuçlara yönelir. Daha
açık anlatımla, bir dizeden ulaşılan anlamsal sonuçlar çoğunlukla
“Rastlantısal” olabilir. Dize bir olgu veya duyguyu anlatmak ister ama
anlatılmak istenen olgu veya duygudan bağımsız pek çok olay ve görüntü okur
birikimine göre oluşur. Örneğin aşağıdaki beş dizenin ortaya koyduğu gerçek
anlam yanında, okurun bellek ve bilincine bağlı olarak bu dizelerden çağrışım
gücü ve sezgi yetisiyle ulaşabileceği pek çok imge, görüntü, olay ve olgu
vardır. Aşağıdaki dizelerde belirttiğim durumu deneyebilirsiniz, hatta birkaç
kişinin nasıl bir imge ve anlam açılımına ulaştığını test edebilirsiniz.
(…)
Sınırsızlığı çek
üzerime
İşte çuvaldız,
del gökyüzünü
Getir anakaraları
karinamın altına
Ellerimize
rastlayan her şehri sevelim
Gerisi senin
güzelliğin[6].
(…)
Okura bağlı oluşan anlam örgüsü, sanat
eserlerinin vazgeçilemez ve sanatsal niteliğini güçlendiren başlı başına bir
olaydır. Bunun yanında zamanla dönüşüm geçiren anlamsal açılımları da dikkate
almak zorundayız, özellikle bu konu şiirde kalıcılık açısından çok önemlidir. İşte bu bilgilere dayanarak şiirin okura
ulaşmasından itibaren okurun birikimine bağlı anlamlandırma alanı ile
iletilerin zamana göre uğrayacağı anlamsal dönüşümü “Rastlantısal Anlam Kuramı’
ile karşılanabiliriz, diye düşünüyorum.
Okurun algı, bilgi, bellek ve kültürel
altyapısına bağlı şiirden ulaştığı anlam ile şiirin zamana bağlı uğrayacağı
anlamsal açılımı karşılayan durumu rastlantısal
anlam kuramı açıklar, diyebiliriz. Öyle sanıyorum ki rastlantısal anlam
kuramı sanat veya şiir dünyasında yeni bir tanımlamadır. Sanatsal bir anlatımın
sonucunda oluşan bir alandır. Şiirin, bununla birlikte sanatın doğal ve
devinimine özgü bir anlam açılımıdır. Şiirin veya sanatın özellikle doğurmak
istediği özel bir alan olması nedeniyle bu anlamsal sürecin tanımlanması
gereğini düşünüyorum. Çağrışım katmanında da görüleceği gibi sanatta olay,
olgu, bilgi ve imgelem gücüne dayalı anlam üretmek eserde olası bir kıvılcım
gerektirir. Sanat değeri yüksek eserlerde bu kıvılcım çoğunlukla bilinçli çakılır,
ancak okura bağlı olması nedeniyle kıvılcıma verilecek tepki ve anlamın yönü
kontrol altında tutulamaz.
Şairler, şiirinde benzetme, sapma, bağdaştırma
gibi yazın ve şiir dili teknikleriyle dize veya dizeler arası anlamsal gücü
artırıcı yönteme başvururlar. Yaşamsal ve duyumsal olgulara dayalı anlam
öbekleri veya imgeler ile okurda çağrışım yaratmak isterler. Aynı zamanda okur,
bilinçaltı ve bilincinde yer almış trajik ve travmatik izler ile kültürel
donanımı gereği, şiirdeki çağrıştırmalara dayanarak gerçek anlamın dışında
başka bir anlamsal bütünlüğe, yoruma veya görüntüye yönelebilirler. Diğer
taraftan şair, yüce ve trajik değer taşıyan olgularla okuru tetikleyebilir.
Rastlantısal anlam kuramı bağlamında bir
düzlemden daha bahsettim. Bu düzlem de zaman ve ortamın etkisidir. Bilginin ve algının zaman ile ortamda ufkunun
genişlemesidir. Zamanla değişen algı, teknik, üretilen bilgi ve kültür
varlıkları, daha önce yazılmış bir şiirde anlamsal gelişim ve dönüşüm sağlar.
Zamanın yarattığı bu olgu, oldukça yüksek öngörü ve sezgiye gebedir. Şairin var
olan ve üretilen bilginin gelecekte alacağı değeri öngörüp/sezip okuruna
çağrıştırdığı ve anıştırdığı ayrı bir tekniktir. Sanat eserleri, çoğu zaman
sanatçısının anlatmaya, görüntülemeye çalıştığı kadrajın dışında bazı değerler
taşır. Yeni anlamlar ve anlamlandırmalar, bilginin keşfine bağlı ya da işaret
edilen yeni olayların gerçekleşmesine bağlı olarak belirebilir. Sanatçı onu
düşünde tasarımlamıştır ve eserlerine, şiirlerine giydirmiştir çoğu zaman.
Bazen buna benzer durumlar tesadüfen gelişmiş de olabilir. Ancak biz okurlar,
zamanla bir olayın gerçekleşmesi veya bir bilginin açığa çıkması durumunda
anlam genişlemesini veya anlam kaymasını fark ederiz. Güncelin üzerine
yaslanarak yeni anlam açılımlarına çoğu sanat eserinde rastlanır ve bu olağan
ve çok sık rastlanan bir durumdur. Eserin, klasik bir esere evrilişinin
bileşenidir bu durum.
Bu konuyu biraz daha açalım. Olması olanak dışı
gibi görünen veya hiç düşünülememiş olayların vuku bulmasıyla yeni bir bakış
açısı, bilinmedik bir yoruma varılmasıyla yapıttaki çağrışımın, sezdirmenin,
duygu gücünün anında güncellik kazanıp yeni çıkarımlara yönelebileceğini
unutmamalıyız. Bu konu, özellikle dil sanatları için çok önem arz eden bir
özelliktir. Örneğin aya gitmenin akıllarda bile olmadığı zamanlarda aya
yolculuktan bahseden roman ya da metinlerde olduğu gibi. Bu, sanat eserlerinde
kalıcılık ve süreklilik sağlayacak olan önemli bir özelliktir. Şairin
kahinliğini değil; şairin anlamlandırma, geleceği okuyabilme, görebilme,
sentezleyebilme yeteneği ile eserin derinliğini gösterir. Bu durumu, “anlamın
rastlantısallığı” diye isimlendirmek durumundayız.
Şair
şiirinde, eğretileme, değinmece, değişmece ve aktarma gibi dilsel teknikler ile
iletilerini sezdirme, görüntüleme veya duyumsatmaya çalışarak anlamsal bütünlük
ve tutarlılık sağlar. Ancak şiir, dönemin estetik algısı, bilimsel, sosyolojik,
psikolojik gelişmelere bağlı olarak anlam kayması yaşayabilir hatta yatay ve
dikey evrilmeye açıktır. Şiirin zaman içerisinde nasıl bir çağrışımı
doğuracağı, zamanın algı ve bilgi birikimine bağlı olarak nasıl bir anlam
alanına yöneleceği bugün için belirsizdir. Sanatçının kurguladığı,
biçimlendirdiği ve nesnelleştirdiği eser, gelecekte okurun yaşam pratiklerine,
bilgi gelişimine ve algı biçimine bağımlıdır. Okurun algı, anlama, bellek, bilgi birikimi,
düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın
getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye
“rastlantısal anlam” diyorum. Şiirde hatta bütün sanat dallarında okur ve eser arasında gelişen böyle
bir anlamsal süreç vardır; bu süreç mutlaktır ve tanımlanması gerekir. İşte ben
bu süreci ve süreçte gelişen anlamsal durumu Rastlantısal Anlam Kuramı olarak ele alıyorum. Bu kuram,
ayrıntılarıyla birlikte incelenmeye, geliştirilmeye ve deneysel olarak
araştırılmaya muhtaçtır. Rastlantısal anlam tabaksının, her sanat eserinde
uygulanabilir, denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğunu ve
bunun bir kuram niteliği taşıdığını söyleyebilirim. Çağdaş sanat algısı ve
beynimizin çalışma prensibi gereği, okur eser arasındaki “rastlantısal anlam”ın
doğum süreci kuramsal bir olgunun sonucudur. Bu konu kapsamlı bir tez
konusudur. Sanat eseri, okur, sanatçı ve zaman dörtlüsü bağlamında bu kuramın
devinimi, süreci ve işlevsel temeli umarım ele alınıp incelenmeye değer
bulunur.
Rastlantısal anlam, normalde her sanat eserinde
var olan, sanat eserindeki anlamsal çeşitliliği, hareketliliği karşılayan ve
okurun bilinç dünyasından doğan bir tabakadır. Mevcut bilginin, aynı olduğu
durumlarda bile okur, algı, düşünme ve anlama etkinliği gereği şiirden farklı
imgesel sonuçlara varabilir. Bunun yanında sanatçının amacı olan iletinin daha
ötesinde bir iletinin okur tarafından algılanabileceğini, okuru yeni imgelem
dünyasına taşıyabileceğini her zaman göz önünde bulundurmalıyız. Bu süreç
mutlak bir süreçtir ve yazın biliminde tanımlanmalıdır.
Özetlemek gerekirse şair, şiir dili teknikleri ve
özgün anlatımı ile göstermek ya da çağrıştırmak istediği anlam, görüntü ve imge
demetini yeteneği oranında okurda oluşturabilir. Bu durum her şairin temel
hedefidir. Bilinen ve öyle olduğu kabul edilen bir durumdur. Ancak;
**Okur kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve belleğine
yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve
anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından beklenilmeyen imge,
olay ve görüntülere ulaşabilir. Bu durum ratlantısaldır.
**Yayımlanmış ve üzerinden zaman geçmiş bir şiirin anlam bütünlüğü,
gelişen teknik, değişen algı, teknoloji, olay ve açığa çıkan bilgi nedeniyle
beklenilmeyen, yeni, daha etkin imge ve görüntülere yönelebilir. Bu durum anlam
genişlemesidir ve rastlantısaldır.
Bu iki alan, şiire özgü anlam katmanlarında
tanımlanmış değildir. İşte bu iki alan, şiir ve sanat bilgisi içinde, özellikle
dil sanatlarında tanımlanmalıdır, yer almalıdır. Hatta sanatın tüm dallarında
“Rastlantısal Anlam Kuramı” olarak ele alınıp incelenmelidir. Bu sürece
mantıksal yaklaştığımız zaman, böyle bir gereksinimin olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Mustafa Zeki Çıraklı, Jakobson ve David Herman’ın
bulgularını referans göstererek bilişsel anlatıbilimin dikkate alacağı üç
zihinsel süreç olduğuna dikkat çeker. Yazarın
zihnindeki inşa, anlatı (metin veya vasıta) ve okurun zihnindeki inşa olarak gösterir. İşte bu üç zihinsel
süreci incelediğimizde okurun anlamlandırma, görme ve imgesel olarak ulaştığı
sonuçların, sanatçının anlatmak istediği düşünce ile aralarında mutlak uyumun
olamayacağını ifade eder. Bu uyumsuzluğun ortaya çıkardığı zihinsel sonuçları,
ancak ve ancak rastlantısal anlam kuramıyla tanımlayabiliriz, diye düşünüyorum.
Özellikle şiirde “rastlantısal anlam” hem
sanatsal açıdan hem estetik açıdan hem de dilsel ve anlam zenginliği açısından
önemli bir olanaktır. Her sanat alanında imgenin uzayı ne kadar geniş olursa ve
ne kadar çok çağrışım saçağı[7] yaratıyorsa o eser daha fazla sanatsal özellik içeriyor demektir.
Rastlantısal anlam alanı, eleştirmene geniş bir bakış açısı sunar, anlam
katmanına değişik bir açıdan bakmaya ve geleceğe yönelik öngörüleri dikkate
almaya yönlendirir. Çünkü hem sanatçı gözünden hem okur gözünden hem de
zamansal ve mekânsal platformda şiirsel veya sanatsal bir olguyu açıklama
olanağını sağlar. Örneğin iki asır önce yazılmış bir şiirin bugünkü
iletilerinin ne kadar geçerli ya da geçerli olmadığı, rastlantısal anlam
kuramının öne sürdüğü önerme ile çözümlenebilecektir.
Bir şiirin dizelerinden çıkarılabilecek farklı anlam, değişik çağrışım
etkisi, çok yönlü bir bakış ve düşün açısı her zaman o şiire yeni boyut eklemek
için önemli bir basamaktır. Çok önce yazılmış bir şiir ya da öykünün bugün
gerçek bir olayla kanıtlanması, gerçeklik kazanması veya benzerlik göstermesi,
yansıttığı, sezdirdiği durumla mevcut olayın içeriğine açıklık getirmesi her
sanatın dalının gelecekten beklenen kaygısı olmalıdır. Konuyu tersinden okuyalım:
Bugünün şairi; şiirinde kalıcılığı, sürekliliği, sanatsal değeri ve ileti
gücünü bu bağlamda düşünmelidir ki yıllar sonra şair olarak anılmak için
kendisine zemin hazırlasın, duyusal ve sezgisel gücünü kullansın.
Lyotard’ın dediği gibi “metnin ne
dediği değil, okurun ne anladığı esastır.” Şairin ne dediği değil,
kullandığı sözlerin ve anlamsal bütünlüğün nereye açıldığı ve zaman içinde
nasıl bir değer alacağı önemlidir. Şiirin ne dediğinden ziyade, okurun yaşamsal
deneyimlerinden nasıl bir sonuç çıkaracağı önemlidir. Aslında bütün yazınsal
metinler, metin dilbilim açısından incelendiğinde bu sonuca doğru yönelmez mi?
İsmail Tunalı, “...edebiyatın
tarihselliğinde geçmiş, şimdi ve gelecek diye bir ayırma olamaz. Çünkü, her
yapıt, yeni beklenti ufuklarında daima yenidir ve daima yenilenir. Hiçbir
yapıtı ölümsüz bir değerle değerlendiremeyiz. Dün
belirli bir ufuk için verilmiş olan değer yargısı, bugün yeni bir ufuk içinde
yeni bir değer yargısına dönüşecektir.” der. İşte bu çıkarım bile bir
sanat eserinin daima rastlantısal bir anlam dünyası oluşturacağını doğrular.
Çünkü şiirin anlam uzayı ile okurda yarattığı çağrışım, okurun zihinsel durumuna
bağımlıdır. Her sanat eseri karşısında, okurun verdiği/vereceği tepki ile
ulaşacağı anlam belirli bir çerçeve içinde düşünülemez. Rastlantısaldır. Şiir,
anlamsal uzayına sınır ya da çerçeve çekilmesini kabul etmez. Örneğin bilinçli
yapılmış iyi bir soyut tablo, anlam açısından oldukça geniş bir alana sahiptir.
Böyle eserlerin “çağrışım saçağı yaratıcı” özelliği vardır ve izleyicinin
bilgi, bellek ve duyumsal gücüne göre saçaklanır. Bu nedenle şiirin, her okura
göre farklı anlam ve görünüşe bürünmesi önemli bir özelliktir. Sanatçı bu
özelliklerin farkında olmalıdır ve eserini bunları dikkate alarak
kurgulamalıdır. Eleştirmen ise bu özellikleri dikkate alarak çözümlemeye
yönelmelidir.
Sonuç olarak bu kuram; eserle insan arasındaki ilişkiden doğan mutlak bir
süreçtir ve çağdaş sanat anlayışındaki hareket olgusuna dayanır. Uygulanabilir,
denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğundan kuram niteliği
taşıdığını söyleyebiliriz. Elbette kuram demek yeterli değildir. Araştırmaya
incelenmeye ve denenmeye gereksinimi vardır. Dilerim sanat düşünürleri,
akademisyen ve araştırmacılar, ele alıp incelerler ve sanatın insanla olan
ilişkisine yeni bir boyut kazandırırlar.
ÇAĞRIŞIM KATMANI
Giriş
Çağrışım, sadece
söz, ezgi, olay veya olgulardan doğmaz. Koku, tat, renk gibi bellekte iz yapmış
her şey, çağrışım nedenidir.
Çağrışım, sanat eserinde olmaz ise olmaz yedi katmandan biridir. Eserdeki biçim, anlam, anlatım ve ses katmanları; birbirine yaslanarak ve tetikleyerek zihin ile duyular arasındaki bağıntıyı hareketlendirir. Kişiyi; duygulandırma, anımsatma, sezdirme gibi zihinsel bir sürece sokar.
Okuyacağınız metin, şiirdeki çağrışım
katmanını oluş, işlev ve etkileri açısından ele alır. Bu katmanı üç tabaka[8]ya ayırarak sorgular:
İlk tabaka, eser/şiirdeki “çağrıştırma
tabakası”dır; çağrışıma neden olan ögeleri tanımlamaya çalışır.
İkincisi, “rastlantısal imgelem
tabakası”dır; okurun bellek/bilgi/algı/anlama biçimi ile zamansal
parametrelere göre değer alır. Sanatsal anlatım için bu tabaka önemli bir
işleve sahiptir. Çağrıştırma tabakasının tetiklemesi yanında okur imgelem
dünyasına göre şekil alan bir süreçtir. Rastlantısaldır.
Üçüncüsü ise “çağrışımsal imgelem
tabakası”dır. Çağrışıma neden olan temel verilere dayanarak
okurun/izleyicinin ulaştığı imgelemi esas alır. Burası özel bir alandır ve
tanımlanmaya gereksinimi olan bir süreçtir. Kuramsal niteliğe sahip bir
eylemdir. Sanatsal ifadeyi yaratan ve güçlendiren bir durum olarak ayrıca ele
almayı gerektiren düşsel/düşünsel bir süreçtir. Sanatçı/eleştirmen, eseri
yaratırken, çözümlerken ve eleştiri için incelerken başvurması gereken önemli
bir ayrıntıdır. Ayrıştırılarak anlamsal alanının daha ayrıntılı tanımlanmasına
gereksinim vardır.
Bu düşünce ve tekniğe dayanarak, iki
kurama ve yeni tanımlamalara ulaşılmıştır. Kuramlardan bir tanesi de çağrışım
sonucu oluşan bir süreçtir.
Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın
verilerine dayanarak dağardaki izlere, yaşamsal ve duyusal belleğe, izlerden
yaşamsal birikimlere, oradan imge ve görüntüye, görüntüden keşfi bekleyen yeni
imgeleme ulaşan insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin
sınırsız eylemidir. Sanatsal ve bilimsel yaratıcılığın temelinde önemli bir
zihinsel etkinliktir. Bilinç dünyasında bir şey yalnız bir şeye bağlı değil,
çok şeye bağlıdır. Bir olay, olaylar zincirini, bir olasılık, çok olay ve
olasılıklar zincirini doğurur. Bilgi
bütünlüğüne ulaşmış zihinde bir şey, o kadar çok şeyle bağıntılıdır ki bunun
sınırı ve sonu yoktur.
Şiir açısından baktığımızda çağrışım,
anlam, ezgi, söz, olgu veya olaya dayanarak okur belleğini dürten, okurun
zihnindeki bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve
devindiren, okuru imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine
neden olan bir katmanın adıdır. Çağrışım sözcüğünün buradaki kullanımı sözlük
anlamının dışında değildir. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele
aldığımızda, çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı
incelenmesinin gereği doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen
bir varlık alanıdır. Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve
anımsatma gibi zincirleme tepkiler yanında yapıtın anlamsal derinliği ile coşum
katmanına yeni boyut ekleyerek sanatta sınırsızlığı ve duygusallığı sağlar. Anlamın
kaşağısı, zihnin karanlık bölgeleri için el feneridir. Anlamı kaşıdıkça daha
yoğun imgeye, imgeden daha özgün imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki
yerleşik izlerin uyaranı ve düş dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.
Çağrışımın; anlam, anlatım ve ses
katmanı ile de doğrusal bağıntısı vardır. Bunun yanında çağrışımla ilgili ele
alınması gereken bir konu daha vardır; serbest çağrışım. Düşünsel bir süreçtir.
Freud “serbest çağrışım sırasında kişide görülen hiçbir şeyin gelişigüzel ya da
rastlantısal olmadığını ve kişinin bir seçimde bulunmadığını” vurgular. Bu
yöntem genellikle psikanalisttik terapide kullanılır. Bunun yanında gerçeküstü
(sürrealizm) sanat anlayışındaki anlık yazma işlemi de serbest çağrışıma farklı
bir örnektir. Serbest çağrışımda doğrusal bir düşünme örüntüsü ve bilinçli
seçim aranmaz, kişinin doğal davranışları daha etkendir.
Okur, şiiri okurken veya bir sanat
eserini izlerken çocukluğundan bugüne kadar edindiği bilgi, deneyim, her tür yaşanmış
duygu ve anılarıyla bir başınadır. Okur bire bir şiirle iletişime girdiği için
çekince, baskı ve basınç altında değildir. İçinden geldiğince özgür
düşünebilme, imgelem kurabilme, doğal davranabilme olanağına sahiptir. Serbest
çağrışıma sonuna kadar açık bir konumdadır. Asla dışa vuramayacağı, kendince
kutsal olan, değerli olan, utanç veren, sorun olan, kendisine bile itiraf
etmeye çekindiği her tür duygu ve bilinçaltı bilgilerini, şiirle karşı karşıya
geldiğinde kendine itiraf etmeye, üzerini açmaya, onlarla ilişkiye girmeye
hazırdır. Okurun bu durumuna yaslanarak, okuru tetikleyecek, anıştıracak,
duyumsatacak, anımsatacak, bilincine başka alanları çekecektir. Benzerlik,
yakınlık ve çelişkiler arası bağıntı kurduracaktır. Bu durum, sanatın ayrı bir
gerçeğidir. Oldukça kapsamlıdır.
Çağrışım; anlam, ses, anlatım ve coşum
katmanlarının hep birlikte okur üzerinde yarattığı bir sonuçtur. Şiirde
çağrışım, kısa değinmelerle geçiştirilemeyecek kadar sanatsallığa katkı yapar,
imgeye yönelir, imgelem doğurur, coşumsallığı tetikler, çokanlamlılık ve
rastlantısallığı doğurur. Çağrışımın; doğuş oluş, işleyiş ve sonuçlarını somutlaştırmak
için ek tanımlamalara gereksinim vardır. Bunlar; “çağrışım çekirdeği, çağrışım
yelpazesi, çağrışım saçağı”dır.
Çağrışım çekirdeği, okurun kültür ve bilgi varlıklarını
uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz
varlıklarıdır.
Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım
alanıdır, olanaklarıdır.
Çağrışım saçağı ise okurun ulaştığı çağrıştırmadan doğan
çoklu imge demetidir.
Anlam, ne kadar derinliğe sahipse
çağrışım da o kadar güç ve çeşitlilik kazanır. Sanatçının önümüze serdiği yol
ve anlam derinliği, duygularımıza dokunur. Yoğunlaşma, farkındalıklı algı,
görme, anlama ve düşünme biçimine neden olur. Kanımca, okurda çağrışımla
oluşan/oluşturulan imge ve buna bağlı imgelem, şiiri şiir yapan önemli bir süreçtir.
Anlam derinliği; dünya, yaşam ve insan
ile bunların aralarındaki ilişkiyi derinliğine anlatabilme ve okuyabilme sonucu
oluşur. Aynı zamanda dilin çarpıcı kullanılmasıyla da yaratılabilir. Sapma,
benzetme, imge ve bağdaştırma gibi dil teknikleri; çarpıcı, beklenmedik ama
zengin çağrışıma neden olan söz dizimi, söz kaynaşmasıdır; bunlar hem yeni
düşünme yöntemi hem yeni düşün alanları açması bakımından önemli
kullanımlardır.
Çağrışım yaratabilmek, okurun ilgi
alanı ve kültürel yapısı ile de ilgilidir. Çok bilinen bir olay ya da
kahramana, mitlere, simge ve sembollere, halka mal olmuş şahsiyetlere ilişkin
atıf yapma, sezdirme veya açıkça işaret ederek başka bir olguyu anımsatmayı
çağrışım için değişik yöntemler olarak düşünebiliriz. Bu yöntemler, okuru kahramanla
ilgili bir olaya götürecek, o olay ile ilgili unutulmaz bir zamanın unutulmaz
anlık olaylarını belleğinde anımsatacak, yeni çıkarımlara doğru gezintiye
çıkaracak, okurun duygu durumunda olumlu ortam yaratacak ve haz doğuracaktır.
Çağrışımın, anlam katmanına yeni anlam
ve görüntüler üretmek gibi bir geri dönüşümü söz konusudur. Okur, kendi
yaşamsal varlık ve değerleri ile bilinç ve bilinçaltında yer etmiş olan
bilgilere yaslanarak yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlara ulaşır. Bu
özellik, zincirleme etki yapan özel ve önemli bir hareket alanıdır. Çağrışımın
şiirde yeni duyusal alanlar açması okurun bilgi birikimi, yaşamsal deneyimleri,
olayları okuma, varlıkları tanıma ve karşılaştırma yeteneği ile ilgilidir. Bu
nedenle şiirin kendi içinde var olan çağrışım gücü, okurun mantıksal
yetenekleriyle de paralel olarak artacaktır. Anlam katmanının çağrışım ve buna
bağlı görüntüyü eş zamanlı oluşturduğunu, çağrışımın da yeni olgu ve imgeler
üretebildiğini bu çıkarımlardan sonra söyleyebiliriz.
Çağrışımı doğuran durumlar sadece söz,
ezgi, olay veya olgular değildir. Yaşamın içinde var olan, bunun yanında
zihinde tasarlanabilmiş soyut kavramlar da çağrışımı doğurabilir. Bu konuya
daha somut bir örnek verelim. Örneğin mevsimlerin, insanın yaşamsal örüntüleriyle
bütünleşmiş algı ve duyularını biçimlendiren etkisi vardır. Bahar aylarının
güneş rengi diğer aylara ve coğrafi konuma göre ışık açısından kendine özgü bir
tona sahiptir. Bahar güneşinin renk tonu, çoğu insanda aşk olgusunu çağrıştırır
ve duygular bu uyarıma göre biçimlenir. Demek ki renkten kokuya, işitsellikten
tada, hareketten kas duyumlarına kadar duyularla algılanan her şey çağrışım
için bir kaynak oluşturabilme gizilgücü taşır. Bu gizilgüce sahip ögeleri bulup
şiire yedirmek de şairin işidir. Burada parantez içi bir bilgi daha aktarayım:
Şairin çağrışıma kaynaklık eden ögeleri bulup şiirinde kullanması için zihninde
duygu, duyu, olgu, olay, bilgi ve bilinç arasındaki ilişkisel işlerliği biraz
açıklığa kavuşturması gerekir.
Şiir, dizelerinde anlattıklarıyla
yetinmez. Okurdan, çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş alanların, olay ve
duyguların yaşanmasını ister. Satır aralarını okumak deyimi bir bakıma bunu
karşılar diye düşünüyorum. Çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş görüntülerin
oluşturulması, okurun birikimine bağlıdır ve okuru yeni anlam dünyasının
kapılarını aralamaya yöneltir. Algı törpüleme, anlama, düşünme biçiminin
bulgulanması ve duygusallığın üst alana taşınması açısından sanatın işlevine
katkı yapar. Bir anlamda çağrışım, anlamı güçlendirir, iletiyi keşfedilmemiş
bölgeye taşır, coşumun doğumuna katkı sağlar, okuru estetik yaşantıya hazırlar.
Başka bir deyişle, şiirde imge olarak adlandırdığımız oluşumun temel çıkış
noktasıdır ve okur imgelemi ile koşut hareket eder. Zihinde kapsamlı düşünsel
bir evreni yaratır.
Çağrışım; anlam, anlatım, sesten
doğar, büyür ve geri bildirimde bulunarak yeni çağrışım saçakları oluşturur.
Örneğin, anlamla birlikte şiirsel ezgi, bellekte yer etmiş ve duyusal dünyada
anlam kazanmış olay ve olguları tetikler. Anlam ve ses, birbirini etkileyerek
okurun düşünsel dünyasına saplamalar yapar ve okuru çok katmanlı bir imgelem
dünyasına götürür. Ezginin duyularda yarattığı etki, dinleyenin yaşamsal
izlerini tetikler ve anlamla bağıntılı imgeler doğurarak şiirin diğer katmanları
ile daha yoğun bir etkileşime girer.
Çağrışım sürecini doğuran ana
etkenlerden biri anlamdır. Anlam, kendi içyapısına özgü tasarıma
dönüştürülmelidir. Okurda anlaşılırlığı etkin yollarla sağlanarak istenen
düzeyde çağrışım yaratmak esas olmalıdır. Ezgi veya anlatımla bir yere kadar
çağrışım sağlanabilir ama bunlar bile anlamla bağıntılıdır ve hepsi birbirini
bütünler. Şiirde veya sanat eserinde anlam deyince, bilgi ve bilginin
düşüncemizde duyusal, soyut ve nesnel tasarıma dönüştürülmüş durumunu anlamalıyız.
Çağrışım, bilgi ve türevleri ile nesnelleşmiş görünüm üzerinden hareket alır.
Örneğin dizedeki söz, bilgi ve anlam, zihnimizde bir tasarım/görüntü oluşturur.
Bu tasarım/görüntü, belleğimiz ve zihinsel etkinliğimizin gücü oranında başka
görüntüleri beraberinde getirir. Beynimiz, nesne veya anlamsal alanı oluşmuş
sözcüklerle anlamlandırma ve ilinti kurma yoluna gider.
‘Çağrışım katmanının kapsamı nedir,
çağrışıma neden olan esaslar nedir, nasıl oluşur ve sonuçları nedir’ gibi
sorulara yanıt aramalıyız. Bu sorulara yanıt bulmak için çağrışımı varlık
düzleminde tanımlamamız ve isimlendirmemiz gerekir. Şiirde veya herhangi bir
sanat eserinde çağrışıma neden olan ve çağrışım biçimini belirleyen düzleme
çağrıştırma tabakası ismini verebiliriz. Çağrıştırma tabakası; nesnel, öznel
veya soyut bir olgu ve olaya işaret eden, bunlardan yola çıkılarak
anlamlandırılan, bu anlamın başka bir anlam ya da görüntüye yönelmesini
sağlayan ezgi, biçim, söz ve söz tamlamalarıdır. Bir bakıma ezgi, biçim, sözcük, dize veya anlam
öbekleri, okurun duygu durumunu etkilemiş ve belleğine tutunmuş olan izleri
anımsatan ilk çıkış noktasıdır.
Buraya kadar şairin istediği ve
şiirindeki söz varlıklarıyla ortaya koyduğu, okurda çağrışımı yaratacak
gereçlerden söz ettik. Çağrışımın okur üzerinde ortaya koyduğu eylemsel durumu,
ayrıca tanımlamalıyız. Bu aşamadan sonra, ele almamız gereken konu, çağrışımın
okurda oluşturduğu sonuçtur; imgelem boyutudur. İşte okurda oluşan bu eylemsel
tabakaya çağrışımsal imgelem tabakası diye isimlendirmenin uygun olacağını
düşünüyorum.
Çağrışımsal imgelemin oluşum sürecini,
iki farklı varlık düzleminde değerlendirmeliyiz. Birincisi şiirin söz
varlıklarının çağrıştırması ile okuru yönlendirdiği çağrışımsal imgelem
tabakasıdır. Bu, yukarıda bahsettiğim tabakadır. İkincisi ise okurun yaşamsal
algısı ve bellekte yerleşik bilgileri, görme, sezme yetisi gibi kişisel
etmenler ile şiirde çokanlamlılık gereği okurun kendince ulaştığı “rastlantısal
imgelem tabakası”dır. Çünkü sanatsal metinlerin doğasında var olan ve sezdirme
gücünün de etkisi ile okurun bilincinde üretilen anlam dünyasını ancak bu
sınıflandırmayla tanımlayabiliriz. Her ne kadar sınıflandırma yapmış olsak da
bunlar, eşzamanlı, eşgüdümlü ve birbirini bütünler biçimde oluşurlar.
Rastlantısal imgelem, rastlantısal anlam gibi
ayrıca incelenmesi gereken sanatsal bir gerçektir. Metni sanatsal boyuta
taşımanın altında yatan temel değerlerden biridir. Bugüne kadar farklı
biçimlerde dillendirilmiş olmasına karşın sınıflandırılıp tanımlanmamıştır. Şu
kadarını söylersek sanırım bu tabakaların önemi anlaşılabilir. Şiirin zamana
karşı dinamizmini ve kalıcılığını sağlayan, şairin kurgusu ve okurun belleğine
göre şekillenen, dönemlerin algı ve yargılarına göre yeni değerler üreten
tabakalar olarak düşünebiliriz.
Çağrışımın yönlendirdiği bir alan daha
vardır. Çağrışımın ortaya çıkardığı yeni anlam, görüntü, tasarımlar vardır.
Bunlar; okurda yeni imgeler yaratır ve yeniden okuru farklı imgelem dünyasına
sokar. Geri dönüşümlü bir süreçtir.
Aşağıdaki dizeleri çağrışım açısından
değerlendirerek okuyalım.
(…)
Vardır her egemenin bir egemeni, bu ayrı konu
(1)
Alsa aslan bir ceylanı evlatlık, evrim darılır
(2)
Horon kıvraktır örneğin, durdur horonu dik
oynamayı (3)
Dikey keskin hüküm varsılı, düzde güzelduyu
(4)
Az varılır bir kasabada, paslanır ya keman
yayı (5)
Telgraf direkleri odun oldu olalı. (6)
(…)
Şimdi ikinci dizenin çağrışım gücünü
kendi şiir anlayışınız ve dünya görüşünüzle düşünün. Ayrıca, bir ve ikinci
dizeyi okuduğunuzda zihninizde nasıl bir çağrışım oluştu? Okur okumaz ne
düşündünüz? Sizde nasıl bir görüntü ve tasarım oluştu? Evrimle, aslanın ceylanı
evlatlık alması konusunda nasıl bir bağlantı kurdunuz? Düşünsel olarak sizi
nereye taşıdı?
Örneğin, beş ve altıncı dizeler size
nasıl bir görüntüye götürdü.? “...paslanır ya keman yayı/Telgraf direkleri odun
oldu olalı” (İki telgraf direği ortasında aşağıya doğru salınmış telgraf
tellerinin keman tellerine benzetildiğini varsaymış olursak sizde nasıl bir iz,
anı ve duyguyu uyandırırdı?) Çocukluğunuzun görüntüsü olan telgraf direkleri ve
telleri, nasıl bir çağrışım yapmaktadır?
Çağrışım, şiir veya herhangi bir sanat
eserinin yarattığı imge ve imgelem dünyasıdır. Bunu sonucunda okurda oluşan
imge ve imgelem dünyasını; doğuş nedeni, oluş, işleyiş ve sonuçlarını daha
görünür kılmak için “çağrıştırma tabakası, çağrışımsal imgelem tabakası ve
rastlantısal imgelem tabakası” olarak sınıflandırarak incelersek daha iyi
anlaşılır olur kanısındayım.
Şimdi Çağrıştırma Tabakası,
Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını; gereci, nedeni,
nasılı, okurda yarattığı etki ve sonuçları açısından ayrı ayrı ele alalım.
Çağrışım çekirdeği, okurun kültür ve
bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki
belirlenebilir söz varlıklarıdır.
Çağrıştırma Tabakası
Çağrıştırma tabakasını, şiirin okurda
anlamsal, işitsel ve görsel olarak doğuracağı uyaranlar, yönlendirenler ve bu
uyaranların temel esaslarını teşkil eden varlıklar düzlemi olarak ele
alabiliriz. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı sağlayan
gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran somut ve
soyut veriler dizinidir.
Şiirde imgenin algılanmasında önemli
bir paya sahiptir ve aynı zamanda okurda çoğul ve rastlantısal imgelem yolunu
açar. Ancak bu tabakayı açıklarken şairin şiirinde bilerek kullandığı gönderme,
sezdirme ve anımsatma türü söz varlıkları üzerinden hareket etmek durumundayız.
Olayın/duygunun/eylemin anımsatılması
için kullanılan sözler ve söz gruplarının her birini çağrışım çekirdeği[9] olarak adlandırabiliriz. Çağrıştırma görevi
yüklenen olgu, olay, sapma, deyim aktarması, benzetme, bağdaştırma, sözcük ve
söz grupları gibi şiir teknikleri, anlatım ve anlam özelliğine bağlı olarak,
özgün bir çağrışım oluşturacak ağırlığı taşıması arzu edilir. Bu özellikleri
taşıyan çağrıştırma tabakası; okuyana olay ve görüntüleri anımsatır, açığa
çıkartır, imgeye yöneltir, imgelemi başlatır, okurun bilgi dağarcığına ve
algıladığı yaşamsal izlere bağlı olarak olaylar zinciri ve görüntülerin
oluşmasını sağlar. Şiirde geçen söz ve söz tamlamalarından doğan anlam, imge,
yansıtma ve sezdirme grupları; çağrıştırma tabakasının bir ögesi olarak
görülmelidir.
Çağrıştırma tabakasını kurgulamak,
şairin işidir, becerisidir.
Şiir anlatmaz, anlatılmak isteneni
yansıtır, duyumsatır; bununla da yetinmez, istenen görüntüyü de kendine özel
teknikle çağrıştırır. Bu esnada da düş dünyanıza yeni yeni ateşler yakar.
İmgelem olanaklarınızı bilemeye başlar. Bir bakıma, hem işaret edilen daha
somut bir alanın varlığından hem de görünmez ama gönderilerle yolu açılan bir
görünmez alandan söz edebiliriz. Gerçek ve gerçek olmayan alanın ortaklaşa
yarattığı toplam nesnel, duyusal ve sanal görüntü, bir yapıtın ortak
değerlerini içinde toplar. Çağrıştırma tabakasının oluşturduğu bu düzlem, okur
anlağında estetik algının önünü açan bir olanaktır.
Çağrıştırma tabakası, belleğimizi ve
duygularımızı harekete geçirerek bilinç ve bilinçaltımızdaki uyuyan gizli
odaların açılmasını sağlar. Başka bir deyişle, duyguları tepkisel konuma sokar,
algı uyarıcıları yönlendirir. Okurun zihinsel ve duyusal dünyasına dikkat
çekici işaretler koyar, onu ulaştırmayı arzu ettiği imgeye doğru yönlendirir.
Çağrıştırma tabakasının oluşturulması
ve çağrışım gücünün artırılması maksadıyla, okurun
sosyolojik ve psikolojik dünyasını ele almamız gerekir. Çağrışımı
güçlendirmemiz için önemli bilgiler içerir. Şöyle ki, insanın tutum ve
davranışlarını belirleyen, onun hangi uyaran karşısında ne gibi bir tepki
vereceğini az çok bulgulayan, bu sözünü ettiğim bilim alanlarıdır. Bu yüzden
şair ya da sanatçı, sosyoloji ve psikoloji kavram ve terimlerine egemen
olmalıdır diye düşünüyorum. Sadece çağrışım olanaklarının doğurulması için
değil, bütün sanat alanlarında özne ile nesne arasındaki ilişki ile insanın
tutum ve tepkilerinin çözümlenebilmesi için de gereklidir bunlar.
Şair, bir şiirin çağrıştırma
özelliklerini güçlendirebilmek için ne yapmalıdır? Bir eleştirmen bu
tabakaların açığa çıkarılması için ne yapmalıdır? Bu tür sorulara yanıt
aradığımızda biraz daha nesnel ölçütlerin karşımıza çıkacağını düşünüyorum.
Öyleyse çağrıştırma tabakası
irdelenerek şairin dil kullanım becerisi ve çağrışım tekniği nesnel bir ölçüt
olarak ele alınabilir. Şiirdeki çağrışım çekirdekleri ortaya çıkarılabilir.
Bununla birlikte şiir çözümlemelerinde şiirdeki örtük alanların didik didik
edilmesiyle yeni şiirsel değerlere ulaşılabilir. Şiir çözümlemesindeki bu tarz
araştırmalar, şiir yazma tekniği açısından genç şiir severlere de somut bazı
veriler sunabilir. Şiirde bilinçli yapılan her çağrışım çekirdeği, er ya da geç
okur imgeleminde bir yöneltme, olay ve olgu görüntüsünü açığa çıkarma görevini
yüklenecektir. Hatta şiirde kullanılan bir sözcük bile günün güncel ve iz
bırakmış olayları ile bütünleşerek beklenmedik bir çağrışımı, görüntüyü, okurun
zihninde canlandırabilir ve daha değişik alanda imgeleme yöneltebilir.
ÇAĞRIŞIMSAL
İMGELEM KURAMI[10]
Çağrışımsal
imgelem, şairin şiirde kurduğu uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları,
kültürel değerleri ve belleğinde kayıtlı görüntüler üzerine yaslanarak yeni
görüntüler ve duyusal alanlar yaratma sürecidir.
Çağrışım katmanı; şiirdeki herhangi
bir anlam, ezgi, söz, olgu veya imgeye dayanarak okur belleğini dürten, okurun
zihnindeki bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve harekete
geçiren, okuru imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine neden
olan bir katmanın adıdır. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele
aldığımızda, çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı
incelenmesinin gereği doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen
bir varlık alanıdır. Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve
anımsatma gibi zincirleme tepki yanında, yapıtın anlamsal derinliği ile coşum tetikleyerek
sanatta duygusallığı sağlar. Çağrışım, anlamın kaşağısı, zihnin karanlık
bölgeleri için el feneridir. Anlamı kaşıdıkça kişiyi daha yoğun imgeye, imgeden
daha özgün imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki yerleşik izlerin uyaranı ve
düş dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.
İmgelem, bilgi birikimimiz ve
bilincimizin zihinsel, düşsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar,
görüntüler, işlemler, yaratılardır. Bir anlamda düş ve düşünme gücünün ortaya
çıkardığı eyleme dönüşmemiş düşünce bazında örüntüler evreni de diyebiliriz.
Zihnin işleyiş ve imge çekirdeğini[11] ortaya koyuş sürecidir. Sanatın doğumuna
kaynaklık eden ilk düşsel aşamadır. Sanatsal edimlerin akarsuyudur.
Konumuz, çağrışımın okurda doğurduğu
imgelem sürecidir. Diğer bir söyleyişle okurun; şiirin duyusal ve nesnel varlık
katmanlarına yaslanarak zihinsel etkinliğe girişidir.
Çağrışımsal imgelem tabakası
dediğimizde, okurda oluşmuş ve oluşturulmuş olan bir imgelem sürecinden söz
ediyoruz demektir. Daha önce sözünü ettiğim çağrıştırma tabakasındaki çağrışım
çekirdeği, okur üzerinde uyarı, sezdirme, anımsatma, dokunma ve değinmeler
yapar. Diğer taraftan da imgelem ve düşlerini harekete geçirir.
Olgunluğa ulaşmış zihinde bir şey, o
kadar çok şeyler ile bağıntılıdır ki hangi şeyin hangi bağıntıyı uyaracağı
alıcının bilgi varlıkları ve belleğindeki izler ile doğru orantılıdır. Neyin
neyi harekete geçireceği, neyin nasıl bir imgeleme yönlendireceğini kestirmek
zordur. Yani şair olarak sizin söylediğiniz esas değildir; okurun nasıl
anlamlandıracağı, nasıl bir imgelem dünyasına yöneleceği esastır. Şair, kendi
anlayışına göre bir veya birkaç imgeyi hedeflemiş olabilir, ancak şairin açığa
çıkmasını arzu ettiği imgeler okur tarafından hiç görüntülenmeyebilir. Bu biçim
bir yönelme, rastlantısal imgelem tabakasında ayrıca incelenmek zorundadır.
Okur, belleğine dayanarak daha farklı imgeleme ulaşmış olabilir. Burada sözünü
ettiğimiz şey, şairin yönettiği imgelem tabakasıdır ve her şair sözlerinin
okuru nasıl bir imgeye ve imgeleme yönelteceğini az çok belirleyebilmelidir.
Şairin yönlendirmeleri dışında kalan çağrışım
olanakları bir olasılıklar yumağıdır. Şair; anlam, anlatım ve ses olanaklarına
dayanarak çağrışımın amacı, yönü ve gücü konusunda sorumluluk taşır. Şöyle ki:
Şair çağrıştırmak istediği konuyu, olguyu, olayı, özü bir bağdaştırma, aktarma,
benzetme vb. ile çarpıcı bir şekilde verir/yansıtır, hissettirir ya da
sezdirir; ancak okur konu hakkında bilgisiz ise çağrışım, hissettirme, sezdirme
okur açısından bir anlam ortaya koymaz. Bu, şair tarafından dikkat edilmesi
gereken önemli bir ayrıntıdır. Fin mitolojisinden bir simge veya sembol
kullanılması benim için bir anlam taşımayabilir. Örneğin bir Finli için
tarihsel bir olgunun duygusallığını içeriyor olabilir. Şair, şiirinde hem
çağrıştırma sorumluluğunu taşımak durumunda hem de okurun varabileceği imgelem
sürecine katılmak durumundadır. Basit bir ayrıntı gibi geliyor; ancak bu konu
şiir yazarken, çözümlerken ve altı dolu eleştiri yaparken son derece önemlidir.
Bir şiirin okurda yaratacağı etki ve şiirin okuru kavrayışı bu ayrıntıyla
güçlendirilebilir veya tam tersi zayıflatılabilir.
Şairin çağrışım yoluyla yönlendirdiği
imgelem tabakası, şiirin gelecekte takınacağı tavrı, yaymayı sürdüreceği ileti
niteliğini de belirleyebilme olanağına sahiptir. Bu belirlenim, şairin
niteliği, sezgisi, bilgi altyapısı, dünya ve yaşam ilişkisini okuma yetisi
bunun yanında gelecek öngörüsü ile doğru orantılıdır. Sanatçının bilimsel
yetkinliği ve öncü tutumu etkendir. Sözünü ettiğim konu, bütün sanat
alanlarında özel olarak incelenmesi gereken çok boyutlu bir durumdur.
Yinelemek gerekirse çağrışımsal imgelem, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun
kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş
görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlar yaratma
sürecidir. “Şair, okurun dünyasına göre söz söylemek zorunda
değildir; içinden geleni olduğu gibi söyler” diye söylenir. Ancak şiirin okura
ulaşması ve onda estetik kaygı uyandırması için onun dünyasına seslenmesi,
onunla ilk ilişkiyi başlatabilmesi ön koşuldur. Bu konu biraz da şairin
toplumsal ve bireysel olguları okuyabilme yetisiyle ilgilidir.
Çağrışımsal imgelem tabakası, çağrışım
neticesinde insan zihinsel varlıkları içinden birtakım görüntüleri çeker.
Çağrışımın yönlendirdiği anlamla özdeş görüntüye dönüştürür. Bunlar, birbiriyle
bağıntılı olgulardır, izlerdir, yaşamsal çıkarımlardır. Çağrışımın doğurduğu ve
çağrışımın zihne taşıdığı görüntü ile ilişkili, okurun zihinsel doygunluğuna
bağlı olarak daha içsel yeni anlam ve imgelem oluşur.
Şimdi birkaç dizenin çağrışım
olanaklarını ve imgelem gücünü anlamaya çalışalım.
(…)
Irgalamıyor beni masum gagalı güvercinleriniz
Barışı getirmekten uzaktılar ne zamandır
Tırtıl taşıdılar
badem gagalarında
Tırtıklasın diye
üstüme yağan güneşi
Hiç güvenmiyorum güvercinlerinizin sevdasına
Kaç kez sponsor olurlar yeraltı şehirlerine
Kaç kez takla atarlar minare gölgelerinde
Kaç bıçak vururlar sırtından çağa insafsız
Kaç kez dikerler zeytin dalını haydut inine
Hesapsız bir hasat yapar gibi hırçın
Başıbozuk bir bostan bozumu mevsimindeyiz…[12]
Temmuz 2014, Narlıdere (Bir Damla Suda Halklar)
Örneğin ilk iki dizeyi, çağrışımsal
imgelem açısından inceleyelim. “Tırtıl taşıdılar badem
gagalarında/Tırtıklasın diye üstüme yağan güneşi” derken bir güzelliğin
tırtıklanması için düşünce yapısı belirli insanların sanrılarından söz
edilmektedir. Aslında güncel ve somut olaylara dayanan bağdaştırma söz
konusudur burada. ‘Badem gagalarında’ alışılmamış bağdaştırması, aynı zamanda
belirgin ve kalıplaşmış düşünce yapısını anlatan bir çağrıştırma çekirdeğidir.
İki sözcük, zamanımızın bir olgusunu okurun önüne getirip koymuş ve okurda
kocaman bir imgelem dünyası kurmuştur.
İmge; hareket, biçim, renk veya sözle görünüşe
taşınan değerlerdir ve aynı zamanda yeni imgelem alanları yaratma gücüne sahiptir.
Örneğin, //Usun tekbirle kelepçeye
vurulduğu yerde[13]// dizesinde tekbirle kelepçe, İslam
kültürünün yoğun olduğu ülkelerin geri kalmışlığını, vahşetini, pozitif
bilimleri göz ardı etmesini düşünebiliriz. Bu dizede dikkatli bir imgelem
çözümlemesine gidersek, tek başına “kelepçe” sözcüğü bile imge ve arkasından
bir imgelem süreci doğurma gizilgücüne sahip olduğunu görürüz.
Çağrışımsal imgelem tabakası böyle bir
durumu ortaya koyan alandır. Gerek şiir dili tekniği ile gerek doğrudan
göndermelerle gerek imge gibi yöntemlerle yapılsın; bellekte, bilinçte ve bilinçaltında
var olan bilgileri uyararak okura yeni imgelem olanakları sağlar. Okurun
yaşamsal izlerini ve değerlerini kurcalayarak, okurda öne çıkan bilgilerle yeni
anlam alanları yaratır. Bu alanlar çağrışımsal imgelem alanlarıdır ve sanat
açısından önemli bir bileşendir. Çağdaş sanatta yapılmaya/yaratılmaya çalışılan
önemli bir ayrıntıdır.
Dil sanatlarında, özellikle şiirde
çağrışıma bağlı imgelem tabakası kendine özgü bir biçimde ayrıca ele
alınmalıdır. Çağrışımsal imgelem tabakası, yukarıda söz edildiği durumuyla bir
kuram özelliği taşır mı? Çağrışımsal imgelemin oluş sürecinin; genelliği,
deneyselliği, izlenebilirliği ve sürekliliği sağladığını ve bu nedenle kuram
olarak ele alınabileceğini düşünüyorum. Örneğin heykel ya da plastik sanatlarda
çağrışıma bağlı imgelem sınırlı kalabilir; ancak dilde her bir sözcük, bilgi ve
dize, çoğul çağrıştırma gizilgücü taşır ve okura göre değişen imgelem yolunu
açar. Sonuç olarak bu alan, kuramsal bir özellik taşır ve özellikle dil
sanatlarında, daha etkin olarak şiirde, okurdaki anlamlandırma çabasını,
düşünme ve düşlem sınırını genişletir, diye düşünüyorum.
Bu yorumlara dayanarak çağrışımsal
imgelem tabakasının, özellikle dil sanatlarında kuramsal yetkinlik taşıdığını
söyleyebiliriz. Yani bu süreç, Çağrışımsal İmgelem Kuramı olarak ele alınabilir. Her ne kadar
bu konunun kuram olabilme yeteneğine sahip olduğunu söylesek de kuramın
deneyselliğine, izlenebilirliğine, genelliğine bakılması, eylemsel sürecinin
araştırılması ve daha işlenebilir bilgiye dönüştürülmesi gerektiğinin altını
çizmeliyim. Bu tabaka; bir olgunun, olayın, yansımanın anlamlandırılmasında
önemli bir işleve sahiptir ve şiire sanatsal öz kazandırır. Ayrıca bu tabaka,
bir eserin anlamından çağrışımına kadar okurda yaratılması istenen algı,
anlama, düşünme ve görme etkinliğinin eylemsel düzlemidir. Okurun çağrışımla
imgelem dünyasına gönderilmesi, kendine özgü teknik, yöntem ve ayrıntı
gerektirir. Bu nedenle çağrışımsal imgelem tabakası gerek kuram olarak gerek
süreç olarak düşünülsün, dil ve insan bilimleri uzmanları tarafından ayrıntılı
bir biçimde bilimsel bir gözle ele alınmalıdır.
Çağrışımsal imgelem tabakası, aslında
eleştirmenin önemle üzerinde düşüneceği bir anlamlandırma sürecidir. Oscar
Wild’ın deyişiyle, “Eleştirinin asıl amacı eserin etkisini ortaya koymaktır.”
Dilde her bir sözcük, ses, bilgi ve dize bir uyarandır, çağrışım çekirdeğidir
ve çağrıştırma gizilgücü taşır, okurda imgelem yolunu açar. Şair, çağrıştırma
gizilgücü taşıyan uyaranları nasıl kullanmıştır? Nesne, olay, olgu, simge, mit
gibi uyarıcı etkenleri okurun artalan bilgisi ile nasıl özdeşleştirmek
istemiştir? Eleştirmen, bu sorulara yanıt bulduğunda bir şiirin okurda
yaratabileceği etkiyi de çözmeye başlamış demektir.
Sonuç olarak, çağrışımsal imgelem
kuramı; sanatın okurla ilişkisinden doğan bir olayı görünür kılmak üzere ileri
sürülmüş yeni bir sanat kuramıdır; çağdaş sanat anlayışının “hareket” olgusuna
dayanır. Okurla yapıt arasındaki ilişkinin zihinsel sürecini açıklamaya
çalışır. Eserin anlamının okurun bilgi ve yaşam izleri ile belleğine göre şekil
alması, anlamlandırılması üzerine kurulu, uygulamalarla kanıtlanabilir bir
görüngüdür. Bilimler arası eşgüdümle denenebilirliği, izlenebilirliği ve
genellenebilirliği araştırılmalıdır. Bir sanat yapıtının yaratılmasında,
çözümlenmesinde ve eleştirisinde önemli işlevinin olduğu değerlendirilmektedir.
Özet olarak bu kuram, yüksek lisans ve doktora tezlerine konu olabilecek kadar
ayrıntı, uygulama, araştırma ve inceleme gerektirir.
Bunlara ek olarak, yanıtlanması
gereken sorular şunlardır: Bir sanat eserini yaratırken, çözümlerken ve
eleştirirken, bu kuram ne işimize yarar? Alımlayıcı için ne anlam taşır? Sanat
anlayışımıza nasıl bir değişim getirir? Sanatçıya nasıl bir ufuk açar? Sanatsal
ifadenin tanımlanmasında ne işimize yarar?
RASTLANTISAL İMGELEM TABAKASI
Rastlantısal
imgelem tabakası, çoğunlukla şefin bagetine aldırmayan sazlar topluluğu
gibidir. Hangi sesi vereceği kendi tınısıyla ilgilidir.
Şiirin söz varlıklarına bağlı çağrışım sonucu okurda oluşan imgelem,
okurun artalan bilgisi, duygu durumu ve bilgi işleme yeteneğine bağlıdır. Şair;
sözün, anlamın, anlam öbeğinin, benzetmenin ya da çağrışım çekirdeğinin nereye
değineceğini, nasıl zincirleme bir imgeye yöneleceğini kurgulayan kişidir.
Okurda çağrışımla oluşturulmaya çalışılan imgelem süreci, şairin bilgisi, onu
açıklama yeteneği ve yönlendirmesine bağlı bir sonuçtur.
Ancak şiir dili, örtük ve geniş anlam sahası doğurmaya açıktır. Gerçekte
dizede yer alan sözcüklerin, çoğunlukla anlamsal olarak elle tutulur kemiği ve
omurgası yoktur. Kısaca söylersek şiir dilinin kemiği yoktur. Bununla birlikte
şiir dili, doğal dilin mantık, anlam ve söyleyiş kurallarını sevimlice kırar.
Şiir bu yöntemlere başvururken okur ile iletişimi daha etkin ve duyusal olarak
kurmayı hedefler. Bu nedenle, kullanılan sözcük ve tamlamaların anlam alanları
geniştir. Bunlar, çokanlamlılığa, çağrışıma, sezdirmeye, anımsatmaya daha
yatkındır.
‘İnsan beyni ise anlamlandırma organıdır ve algıladığı verilerle
beklemeksizin anlamlandırmaya yönelir,’ der uzmanlar. Şiirde yeterli açıklayıcı
bilgi yoksa sözcükler çokanlamlılığa yönelecek biçimde kullanılmışsa beynin
şiiri nasıl anlamlandıracağı çoğu zaman rastlantısal olmak durumundadır.
Anlamlandırma süreci, nerede ne zaman nereye yöneleceği ya da ne sonuç
doğuracağı açık uçlu bir yolculuktur. Yani şiir dili, çok boyutludur ve sonuç
akla gelmedik derinliğe, çokanlamlılığa uzanarak okurda rastlantısal bir
imgelem süreci başlatır. Bu, şiirde şairin istediği imgeye ulaşmak yerine, hiç
akla ve bir temele dayanmayan imge ve imgelem sürecine girmek demektir. Bu
sonuç, yadırganacak bir durum değildir; hatta bilinçli yapılmak istenen
sanatsal gerekliliktir. Çünkü çoğul anlam doğurmak ve çok yönlü çağrışım
sağlayarak okurda güçlü bir imgeler dünyası yaratmak, oradan okuru daha zengin
imgeleme yöneltmek şiirin hedefidir. Ayrıca çağdaş sanat anlayışının eseri
açık, organik ve hareketli bir bütün olarak algılıyor olması, bu konuyu
destekler.
Çağrışım ve çağrıştırma tabakası, şairin yönlendirmesine bağlı olsa bile
okurun yetkinliğine bağlı olarak kastedilen çağrışımın doğması yerine, okur beklenmedik
çağrışıma ulaşır ve buna bağlı imge ve imgelem sürecine girer. Daha açık ifade
edersek şairin bilinçli ya da farkında olmadan yaptığı söz ve anlam ilişkileri,
şiir dilinin çok yönlü anlama açık olması nedeniyle okurda hiç beklenmedik bir
çağrışım ve imgelem dünyasını oluşturur. Bunun yanında şair şiirinde başka bir
şey anlatmak istemiş olabilir. Okur; duygusu, yaşamsal algısı ve donanımı
nedeniyle daha yenilikçi, daha ilginç bir imgelem sürecine girme olasılığına
sahiptir.
Şiirde kullanılan sözcükler, sapma, bağdaştırma gibi teknikler ile anlam
bağıntıları, kişisel, toplumsal, güncel veya tarihsel olay ve olguları
uyararak, okuru hiç beklenmedik bir imgeleme yöneltebilir. Sonuç olarak, şairin
bilerek yaptığı veya tesadüfen kurguladığı şiirdeki söz ve anlam bağıntıları,
okurun ruhsal ve bilgisel donanımına bağlı olarak beklenmeyen çeşitli imgelem
sürecini doğurmaktadır. İşte ben şiirdeki çağrıştırma
tabakasına bağlı ya da bağımsız, şiirdeki söz varlıklarından esinle okur
tarafından ulaşılan, beklenmeyen imgelem sürecine Rastlantısal İmgelem Tabakası diyorum.
Şiirde geçen bir sözcük bile okurda beklenmedik bir imgenin kapısını
açabilir. Kaldı ki şiirdeki söz sanatlarının doğurduğu anlamsal ilişkiler, yeni
yeni imgeler doğurma zenginliği taşır. Şiirde geçen bütün anlamsal bağıntılar, okurun
duygu, algı ve bilgi varlıklarına değindiğinde oluşturacağı imgelem çoğunlukla
belirsizdir. İşte bu belirsizlik, rastlantısal bir imgelemin varlığını
kanıtlar. Yani hangi sözün ve dizenin nasıl bir çağrışıma geçeceği, anlam ve
anlatımın ne tür çağrışıma gireceği ve bu çağrışımla okurun nasıl bir imgeleme
yöneleceği konusunda kesin bir sonuç öngörülemez. Tamamıyla okurun zihinsel
etkinliğine, onun dünyasına ve düş gücüne bağlı rastlantısal bir sonuçtur.
Örneğin, /Anlar yüzüyorum
gözlerinden/Arabistan düşüyor her an/ dizelerini çağrıştırma tabakası
açısından ele alalım. Arabistan’ı tutucu bir anlayış ile özdeş düşünürsek
okurda kişisel yıkıcılığa yönelen bir imgelem söz konusudur. Buna karşın
Arabistan’a arzu edilen, turistik, haç farzı nedeniyle kutsal bir değer
yüklersek okurda imgelem çok daha farklı bir sonuca yönelir. Diyebiliriz ki
okur, bu iki dizede bile rastlantısal imgelem sürecine girebilir.
Okur; kişisel, sosyal, güncel ve tarihsel olaylara ilişkin bilinçaltı ve
belleğindeki artalan bilgisine yaslanarak şiirin söz varlıklarından beklenmedik
uyarıma ulaşabilir. Bu durum, okurun dünyayı okuma biçimi ve bir şiiri
anlamlandırma yetisiyle ilgilidir. Şair, okurun ruh ve imgelem dünyasını
bilemez ve okuyucuya göre şiir yazmak zorunda değildir. Bu bilinen bir sanat
gerçeğidir; ancak şiirde kullanılan her teknik, duygu yükü, söz sanatı ve anlam
bağıntısının nasıl bir sonuca yöneleceğini de şair az çok kestirebilir. Ne var
ki şair ve sanatçının el aleti, kendi dünyasından sonra insanın psikolojik ve
kültürel dünyasıdır.
Gelişim ve değişim gösteren bilginin, algının ve onun yorumunun gelecekte
daha farklı olabileceği, daha değişik anlamsal boyutlara ulaşabileceği gerçeği,
bugünkü deneyimlerimizle sabittir. Özellikle dil sanatları gibi dünya ve
yaşamsal bağıntılar üzerine kurulan sanatlar; dönüşüm, değişim ve gelişime ayak
uydurabilmesi için, çağrışımsal ve anlamsal olarak dinamik bir yapıya sahip
olmalıdır. Rastlantısal imgelem tabakası, işte bu önemli özelliği de karşılayan
bir süreci içerir. Rastlantısal anlam katmanında yapıldığı gibi rastlantısal
imgelem sürecinin tanımlanması, şiir ve onun anlamlandırılması açısından önemli
bir başvuru alanıdır.
Aşağıdaki şiirde rastlantısal imgelem tabakasının nasıl doğduğunu örnekle
anlatmaya çalışalım.
SOMA KARASI
Rast gelinmiş bir mesel, kuşluk zamanı
Mızrak boyu tünel içimde ağdalı
Yıkımlara ölümü örterdi üst üste alt alta
Beklenen gün müydü neydi o?
Ya da içselliğe övgü başka bir şey
Evrile çevrile varılmıştı nirengi noktasına.
Tozansız kalan sarı gülün rüzgâra yakarışı
mıydı?
Örülü, örtülü ölçütler miydi us dışı?
Ya da bir Osman'ın Soma karasında ufalanışı!
Varılmazlığın adresi işte bir çift bekleyen
göz
Biri sensizliğe diğeri bensizliğe yolcu şimdi
Tutulmazlık kulpu tutuşturulur avuçlarına
Galeriler, görünür rezerv ya da kritik cevher
Bakışımlı iki tünel arası atelli kırılma
noktası
Oksit üstüne kurşun, vargel içinde bir çift el
Günsüz gündönümü kutsanır kendi karasına
Süpürülür gibi sürülüşü var tecim karalarına.
Mayıs 2015, (Bir Damla Suda Halkalar kitabından)
Bu şiir acı ve belirli bir olayın duygu durumunu ve olayın yansımasını
ele alıyor olsa bile, rastlantısal imgeleme yönelecek o kadar söz ve söz
bağıntısı var ki şiirin genel anlam yükünden bunu söyleyebiliyoruz. Örneğin
“vargel içinde bir çift el” kömür ocağının 200 metre altında hareket eden bir
vargel de olabilir, Karadeniz bölgesinin engebeli arazilerinde konutlara eşya
taşınan vargel de olabilir. Bu durum, kendi kendine ritmik iş yapmak zorunda
olan bir ustanın elleri de olabilir. Ne var ki şiirin adı ile çağrışımın
sınırları biraz daha daraltılmıştır.
“Osman'ın Soma karasında ufalanışı!” dizesine kadar şiirde Soma faciasını
duyumsatan bir belirti yoktur. Okur buraya kadar olan dizelerde, dizelerin
yönlendirmesi dışında, bu dizelerden kendi belleğine dayalı imgelere
ulaşabilir. Örneğin “Tozansız kalan sarı gülün rüzgâra yakarışı mıydı?” dizesi
kendi çekirdeğini oluşturmak için tozlaşmayı bekleyen bir gülün rüzgâra
yalvarışı insanın iç dünyasını nerelere götürür? Çocuğu olmayan bir anne
adayının bu dizeyi okuduğunu varsayın, nasıl bir duygu durumuna ulaşır ve neler
yaşar içinde? Bu dizeden daha ne kadar
çok yaşamsal imge ve imgelem üretebilir? İşte buradaki rastlantısal imgelem,
okurun yaşamsal olguları, belleği, bilinç düzeyi ve zihinsel gücü ile doğru orantılıdır.
Rastlantısaldır, okurun bilinci ve ruh durumu ile bağıntılıdır.
Rastlantısal imgelem tabakasını oluş biçimi ile ele aldığımızda
rastlantısal anlam tabakasında olduğu gibi düşünmeliyiz. Rastlantısal anlam
tabakası, nasıl ki beynin anlamlandırma özelliği gereği mevcut veri ve
gösterenler üzerinden değişik ve türlü türlü kategorilerde anlamlandırma yoluna
gidiyorsa, Rastlantısal imgelem tabakası da mevcut veriler kanalıyla oluşan
çağrışım bağlamında değişik tür ve içerik taşıyan düş dünyasına gidildiği bir
durumdur. Zaman, coğrafya, kültür ve kişisel algı biçimine göre imgelem düzlemi
ve derinliği değişebilir. Beklenmeyen, bilinmeyen, zamana görece bir durum,
rastlantısal olarak okur zihninde oluşabilir.
Bilginin üremesi, dönüşümü, yeni algı biçimleri ve yeni bir dünya
görüşüne bağlı olarak, şiirin iletileri dinamizm kazanır ve rastlantısal anlam
kuramında olduğu gibi okurda rastlantısal imgelemi doğurur. Şiirin söz
varlıkları değişmese bile iletileri zamana, algıya ve görüşe göre hareketlidir,
ufku genişleyebilir. Bu hareketlilik ve anlam genişlemesi rastlantısal imgelem
tabakasının sürekli var olduğunu gösterir. Prof. Dr. İ.Tunalı “Estetik” adlı
kitabında “Dün belirli bir ufuk için
verilmiş olan değer yargısı, bugün yeni bir ufuk içinde yeni bir değer
yargısına dönüşecektir.” der.
Çağrışım katmanı, herhangi bir sanat eserine veya şiire sanatsal özellik
kazandıran önemli değerler dizgesine sahiptir. Bu katmanın ayrıntıları ile oluş
ve sanatla etkileşim süreci, deneysel yöntemlerle gün ışığına çıkarılmalıdır.
Ayrıntılı ve deneyselden kastım şudur: Çağrışım katmanı, felsefenin, estetiğin,
psikolojinin, sosyolojinin, bilgi yönetimi, dil bilimi gibi toplum ve sosyal
bilim alanlarının veri ve deneyimleri ile açıklanabilir. Çağrışım ve çağrışımın
doğurduğu imgelem dünyası, sınırları oldukça geniş bir zihinsel alandır.
Geliştirilmesi, deneysel olarak açığa çıkarılması bilimler arası bir eşgüdümü
gerektirir. Değerlendirmeme göre anlam
ve çağrışım katmanındaki rastlantısallık ve bu rastlantısallığın uzamı,
çağdaş sanat ve evrimsel sanat yaklaşımının üzerinde en çok düşüneceği ve yeni
bilgilere ulaşacağı araştırma alanlarından biri olmalıdır.
SES KATMANI
Şiirsel
ezgi, bir şiirin anlam, mimik, jest ve duygusal davranışlarını açığa çıkaran
vazgeçilemez fiziksel özelliğidir.
Ses katmanı, sanat eserinde var olan,
olmaz ise olmaz yedi katmandan birisidir ve duyguyu tetikleme açısından başat
katmandır. Kendi disiplinleri altında ayrıca incelenmelidir. İşte bu metin
şiirdeki ses katmanını; oluş, işlev ve etkileri açısından inceler, ses ile
şiir/sanat arasındaki ilişkiyi görünür kılmaya çalışır.
Şiir neden şiirdir? Hiç düşündünüz mü? “Şiir gibi kadın” derken insan
algılarını uyaran zihinsel birikim dikkatinizi çekti mi? Şiir deyince, toplumu
oluşturan büyük bir kesimin zihninde neden denge, uyum, yetkinlik, güzellik ve
aşk ile bir bağıntı kurulur? Öyle sanıyorum anlam ve ses bağıntısının en güzel
örneğidir şiir sözcüğü. Bu sözcük, anlam açısından duygunun ve aşkın yuvası,
ses açısından zarafet ve inceliğin sarayıdır. Anlam ve sesin birbiriyle uyumu
ise anne ve kız örneği gibi üretken güzelliği görünüme taşıyan saflıktır.
Tonsuz sızıcı bir “ş” sesi, iki tane inceliği temsil eden “i” sesi ve algıyı
titreşime sokan “r sesi. İnceliğin
sızıcı bir ses ile başlayıp aynı inceliğin akıcı titrek bir ses ile titreşime
girmesi ve bunun sonucunda sözcüğün şiirsel ezgisini doğurması kültürel
duyarlılığın rastlantısal olmayan bir sonucu olmalıdır. Sözcüklerde bile sesin
önemli bir yeri varken, şiir metinlerindeki sesin de önemli bir bağlamı
olmalıdır. İşte bu yüzden şiirdeki ses katmanı, kendini ilgilendiren
disiplinler altında ayrıca incelenmeyi gerektirir.
Masumiyettir
Duyarlılıktır her acının telvesi
Vardır ya hani ağırlığın en ağrılı olanı
Ne yükte ne kütlede yer tutar
İnsanın insana ağırlığı gibi
Sol yanına yüklenen gümbürtünün işvesi… Y.Ö.
Şair, sesi anlam ve anlatıma giydirerek, daha doğrusu eş zamanlı ve iç
içe kullanarak diğer katmanları da beraberinde ortaya çıkarır. Bu oluşum,
eşzamanlı ve birbirini harekete geçiren zincirleme bir süreçtir. Bu süreç,
şiirin oluşumunu şekillendiren, doğuşunu gerçekleştiren ve okurla buluşturan
ögelerin mutlak birlikteliğidir. Katmanların aralarındaki denge, uyum ve oranın
doğru kullanılmaması şiirsel niteliğinden ödün vermek anlamına gelir. Şiirin
şiir olma özelliklerini doğuran ögeleri, tek başına veya birkaçını orantısız
kullanmak estetik değer ve duygulanım sürecine olumsuz yansıyabilir.
Öncelikle günümüz şairleri, şiirdeki ses ögesine ne kadar ve hangi
düzeyde bir anlam yüklemektedir? Şiir yazılarından,
incelemelerden, konuşulanlardan ve güncel şiirlerin sessel özelliklerinden
anladığım kadarıyla, ses katmanının (ses ögesinin) öncelikli olmadığı, olsa da
olur olmasa da olur türünden bir yaklaşım sergilendiğini söyleyebilirim. Şiirde
sesle ilgili, yazı, yorum ve incelemenin çok az sayıda olmasına, olsa da
doyurucu araştırma ve incelemeler olmadığına bakılırsa bu konuya hiç önem
verilmediği sonucu doğar. Örneğin uyaklı şiir, geleneksel, yenilikçi olmayan,
devrimci olmayan ve kendi kendini tüketen şiir olarak düşünülmektedir. Hatta
şiir uyaklı ise bayağı bir şiir algısı yaratılmıştır. Oysa son yetmiş yılda
yazılan yorum ve incelemelere baktığımızda, şiirde uyak ve ses düzeninin nasıl
olacağı konusunda öne sürülmüş doyurucu bir araştırma bulmak zordur.
Ritim ve vurgu gibi ses birimlerinden şiir yazılarında sık sık söz
edilir. Ne var ki şiirde “parçalarüstü[14]” birimlerin bütünleşik varlığından ve “şiirsel ezgi[15]” ile ilişkisi açısından bir inceleme yazın dünyasında görmedim. Şair
şiirinde sesi nasıl kullanmışsa doğrudur kuralı üzerine kurulmuş bir yaklaşım
söz konusudur. Yani şairin ton, vurgu, ritim, iç ve dış uyak olmak üzere ses
katmanına yaklaşımı mutlak doğru ve başka bir yöntem yok gibi bir algı
oluşturulmaya çalışılmıştır. Bir konu incelenecekse o konu, her yönüyle, akla
gelen tüm sorular yanıt bulacak şekilde deneyimsel olarak ele alınmalıdır.
Sesin şiir üzerinde oynadığı etki nedir, coşum ve anlam üzerindeki etkisi
nasıldır, estetik katmanına nasıl bir değer katar gibi sorulara yanıt
aranmamıştır. Sesin incelenmesinde, müzik bilimi ve Türkçe’nin ses yapısı ve
özellikleri esas alınmalıdır. Ses, şiir ve okur üzerindeki etkileri açısından
ele alınmalıdır ki şiir sanatı gibi çok boyutlu bir olguyu doğru bir bakış
açısıyla değerlendirebilelim.
Her
estetik yaşantı ve estetik tavır, duygusal bir temele dayanmak zorundadır.
Algı, duygu ve beklentiyi sarsmalıdır. Duyguları hareketlendiren en önemli
duyular, özellikle görme ve işitme duyularıdır. Bilindiği gibi insan oğlunun
duyuları temelde on dört çeşit olarak tanımlanmıştır. Beş duyu dışında, ısı,
kas, denge, ağrı ve canlılık gibi duyular çok dillendirilmeyen ve bilinmeyen
duyulardır. Ancak görme ve işitme duyusu ki bunlara entelektüel duyular da
denmektedir; duyusal dünyanın ve duygu durumunun baş aktörleridir. Örneğin
işitme duyusu gerçek üstü ve metafizik dünyanın algılanması, duyulması ve
anlamlandırmayı yönetmesi konusunda en etkin olanıdır.
Şiirin tarihsel gelişimine baktığımızda, ses uyumu ve dengenin özel bir
yeri vardır. Şiirin duygusal açılımı, anlam ve anlatımdan önce sesin üzerinde
olagelmiştir. Yazılı kaynaklarda, şiirin görsel, sesli ve müziksel bir ortamda
yapıldığını da görürüz. Ne yaparsak yapalım, nereden kaçarsak kaçalım, ses şiir
için önemli bir çarpandır. Bir diğer konu, sesten kastımız ezgi ise her dilin
kendine özgü ezgisi vardır. Şiir dili
tekniğini ne kadar ön planda tutarsak tutalım, şiirde bir ayak ses üzerine
kurulmak zorundadır. Ayrıca şiir gibi bir sanat alanında, tonlama, ritim, vurgu
gibi ses özellikleriyle doğurulabilecek anlam, duygu durumu ve duyguları
yönetme yeteneğini göz ardı edemeyiz. Göz ardı edersek, coşumun doğurulmasından
estetik kaygının var edilebilmesine kadar birçok olanağı yok sayarız. Şiirin
tarihsel olarak insan zihnindeki görünümü, anlam, anlatım ve ses etkileşimi
arasından doğan bütünlük, düzenlilik, uyum, güzellik ve estetik duruştur. “Şiir
gibi” deyiminin altında yatan temel nedenlerden bir tanesi de budur kanımca.
Şiiri dil sanatlarında üst konuma taşıyan en önemli özellik, ses
katmanının öteki katmanları sarıyor olmasıdır. Şiirsel Ezgi’nin imgesel bir yönü vardır ve ezgisel imgenin
gücü diğer imgelere göre daha can alıcıdır, daha sarsıcı ve sersemleticidir.
Anlatımda ve anlamda, bunun yanında coşumun oluşturulmasında sesin önemli bir
etken olma özelliğini hâlâ koruyor olması, sesin vazgeçilmezliğini
göstermektedir. Anlam ve anlatımda büyüleyici bir ortamın oluşması için, ses
uyumu önemlidir. Dil, ses ile nesnelleşmektedir.
Öyleyse sesin anlam üzerine,
anlatım üzerine, çağrışım üzerine, coşum üzerine, estetik değer üzerine bunca
katkısı varken, ulaşılması arzu edilen duygu durumunu ve duygusal ortamı
yaratma gücüne sahipken şiirde ses ve uyum konusunu göz ardı edici tutum ve
çıkarımlar nedendir? Değişik bir bakış açısıyla soralım: Hangi sanat anlayışı,
hangi estetik incelemeleri, hangi ideolojik veya inançsal yaklaşım; şiirden
sesi uzaklaştırmaya yönelebilir, soruyorum. Günümüzde durum nedir? Anlam,
anlatım ve duyusal olarak ezginin insan üzerindeki etkisini bilmiyor olabilir
miyiz?
Şiirde ses, salt ezgisel bir sonucu doğurmaz; şiirde duygu değeri ve
duygulanımın en kısa yoldan açığa çıkarılması da değildir. Anlamı, anlamın
gücünü, anlamın yön değişimini, anlatımı ve anlatımın gücü ile çağrışım ve
coşumun düzeyini doğrudan etkileyen bir özelliğe sahiptir. Örneğin konuşurken
soruyu, ironiyi, kızmayı, neşeyi ve ağlamayı konuşma ezgisinden algılar ve
anlarız. Çünkü dize ve tümceyi dillendirirken, anlam ve anlamı doğuran
fizyolojik ve psikolojik durum ses özelliğinden, yani tını ve ezgiden ayırt
edilebilir. İster müzik yaparken, ister konuşurken, ister şiir okurken
çıkardığınız ses, sizin bütün duygu dünyanız ile fizyolojik durumunuzun
yansımasıdır. Bunların ötesinde, sesin duygu değerini ve algı uyarıcılığını da
hesaba kattığımızda ne kadar önemli bir etkeni bilinçsizce bir kenara
ittiğimizi söyleyebilirim.
Ses titreşimlerinin okurda yarattığı anlamsal ve duygusal etkiyi başka
hiçbir şeyle böylesine kolay bir şekilde yaratmak olası değildir. Gerçekten iyi
bir şiirin seslendirilmesi esnasında, dinleyicilerin şiirle bütünleşmesinin ve
tüylerinin diken diken olmasının en önemli nedeni ses titreşimlerinin doğrudan
duyuları harekete geçirebilme yeteneğidir. Böylesine önemli bir olanak, şiir
sanatında bugüne kadar neden daha ayrıntılı ele alınmamıştır? Şiirde ses konusu, tarafsız bir gözle,
önyargısız, bir bilim konusu gibi estetik kaygı, dil ve ezgi olanakları
açısından araştırılmalıdır. Ölçüt olduğu varsayılan ülkelerden çıkmış adı belli
düşünür ve sanatçılar uyaktan kaçtı, uyak ve ses uyumunu gereksizliğini öne
sürdü, diye şiirde ezginin sağladığı bunca olanak göz ardı edilebilir mi?
Biliyoruz ki şiir etkin bir sanat alanıdır. Şiirin ayrıcalığı, dil,
duygu, düşünce özdeşliğinden zihnin imgelem gücünü birinci elden kullanma
olanağına sahip olmasıdır. Yani düşüncenin dilini doğrudan kullanıyor olmasıdır.
Resim gibi ikinci bir dile çevirme zorunluluğu yoktur. Bu yüzden sanatsal
yaratıcılığın ögelerine en yakın yerde durmasıdır.
Ezginin sadece bir ses uyumu ya da şiirsel bir uyum olmadığını, aynı
zamanda şiirde bir anlatım aracı olduğunu kavramamız gerekir. Şu basit
örnekten hemen anlayabiliriz? “Sen (vurgulu)” bunu mu yaptın? Sen
“bunu(vurgulu)” mu yaptın? (Birincisinde normal bir soru soruyor, ikincisinde
inanamamazlık ve şaşırma durumu var.) Kaldı ki müziğin (ezginin) sadece ses
olmadığını, anlatım aracı olduğunu 18. yüzyılda Johann Kuhnau kanıtlamıştır.
Türk dilinde, anlam ve anlatım ile sesin etkileşim gücü ne kadar ustaca ise
duyguyu tetikleme gücü de o kadar yüksektir. Kısaca söylemek gerekirse şiir
veya başka bir metnin vurgu, ritim, ton ve ezgili okunması durumunda ne kadar
etkileyici olduğunu hepimiz biliriz. Burada can alıcı bir soru daha sormalıyız:
Dizede ses ve ses ögelerini, başka bir söylemle dizenin mimik ve devinimini
belirten noktalama imlerini elinden almışsak, vurgu, ton ve ritim gibi
parçalarüstü birimleri nasıl yerli yerinde kuracağız. Şiirsel ezgiyi, salt anlamdan oluşturmak
olası mıdır?
Her şeyden önce, şiddet, ölçü, sus, ton, ritim, vurgu ve ezgi
kavramlarını tanımı ve işlevleri açısından bilmeliyiz. Örneğin ezgi dediğimizde
müzik sanatında bahsedilen ezgi ile aynı olduğunu, ancak şiirde müzik sanatında
olduğu gibi notalarla yaratılan profesyonel bir ezgiden söz etmediğimizi
vurgulamalıyız.
Ses katmanının, anlam ve anlatımı doğrudan etkilemesi yanında duyguyu
örgütleme ve onu ele geçirme gibi önemli işlevi vardır. Şiir, dil görünümünde
sesin elbisesi içinde görücüye çıkar. Başka bir deyişle, ses şiirin abiyesidir,
ambalajıdır. Uygun giydirmez ve ambalajını doğru yapmazsak, sayfalarda öyküden
ibaret dizecikler olmasını sağlarız. Son zamanlarda yazılan pek çok şiir bu
sorunu yaşamıyor mu? Ne sadece dil kullanım ustalığı ne de sadece anlam derinliği
şiiri şiir yapmaya yetmez, düşüncesindeyim. Ses dâhil tüm katmanların ortak
ağırlığı sonucu şiir, şiir olma olanağı bulur.
Şiiri dil sanatlarında belirgin noktaya taşıyan özelliklerden biri de
şiirsel ezgidir. Şiirde ses uyumu, sadece anlatımın güzelleştirilmesi, estetik
değer algısının uyarılması demek değildir; aynı zamanda duygunun örgütlenebilir
kıvama sokulması, duyarlılığın yükseltilmesi için olanaktır. İnsanın duygusal
yaşantısını, bir bakıma duygu durumunu çok kolay ve sarsıcı bir şekilde
biçimlendirme yeteneğine sahip olmasıdır. Biliyoruz ki müziğin, ilk ve en
önemli malzemesi insanın kendi sesidir. Ayrıca şiirin anlam, anlatım, çağrışım
gücünün yarattığı coşum ile sesin uygun tonlama, ritim ve düzen içinde
kullanılması önemli bir olanaktır. Başka bir söylemle, ezginin duygu
şekillendirici gücü, insan sesi ve şiirsel ögelerin dengeli kullanılması,
şiirin insanla duygusal bağ kurmasında vazgeçilemez değerdir. Zaten insana özgü
estetik algı ve yargının ulaşmak istediği sonuç (ulaşılmak istenen en üst
güzellik olgusu) bu değil midir? Buradan
şu çıkarımı yapabiliriz: Günümüz insanında duyarlılığı ve duygu yoğunluğunu
artırmak, onun estetik algı ve yargısını etki altına almak, ancak şiirsel ezgi
ve şiirsel ögelerin sarsıcı gücüyle olasıdır.
Son zamanlarda, şiirde ses uyumu, uyak ve ritim olgusunu göz ardı edecek
yaklaşım ve görüşlerin olduğunu biliyoruz. Dayanağı olmayan yorumlar ve yenilik
için söylenen sözlerle, şiirde duyguyu örgütleme gücü yüksek periyodik ses
özelliğinden vaz geçmek mantıklı gelmiyor. Uyak, iç ve dış ses uyumu diye
tanımlanan konu, dilin periyodik ses titreşimleri ile kendine özgü ton, vurgu
ve ritim gibi parçalarüstü birimlerin toplamından oluşan bir eksendir. Yani
konuşmanın doğal ezgisidir. Şiir yazarken ve seslendirirken bu esaslara doğal
olarak uymak zorundayız. Ancak bu uyum,
bilinçli ve ses yasalarına göre yapılması hâlinde şiirsel ezgi değeri kazanır
ve bütün katmanlar ile bütünleşen biçime evrilir.
Örneğin Türkçenin ses kullanımı, ses dağılımı, tonlama ve harmonisinin
diğer dillerden farklı ve zengin oluşu önemlidir. Ayrıca dizedeki söz
dizilimine bağlı olarak vurgu, dize sonunda yoğunlaşır. Prof. Dr. Mustafa
Volkan Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” isimli kitabında, “Dilimizde sözcüklerdeki vurgunun son hecede daha yoğunluklu…” olduğunu
söyler. Bunun anlamı, dizedeki son sözcüklerde ve son hecede tonlamanın duygu
durumu ve anlamı belirlemekte ve sessel uyumu sağlamakta etken olduğudur.
Şiirin tarihsel süreci göz önüne alındığında, şiiri şiir yapan
değerlerden bir tanesinin de ses olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Bu konuda
ayrıntılı inceleme ve deneyimsel sonuç olmamasına karşın, şu an sahip olduğumuz
bilgiler ışığında, şiirde sessel işlevin sadece iç ses uyumu ile yerine
getirilmesi çok olası görünmüyor. Yoğun uyak ne kadar şiiri zorlamaksa, uyaksız
şiir de metni öyküleştirmekten öte geçemez, düşüncesindeyim. Burada uyak
kavramını ele alırken divan şiirinde olduğu gibi kurallı ve yoğun bir uyaktan
söz etmiyorum. Şiirde iç-dış ve yatay-düşey ses uyumundan, dengesinden, yani
ses düzeninde temel ton ve harmonisinin sağlanmasından söz ediyorum. Sonuç
olarak ne yoğun uyak ne de uyaksız şiir. İç, dış ses uyumu ile armonik denge ve
düzenlilikten yanayım. Ses bilimi açısından uyak konusu bunun yanında “bürün[16]” bilgisi, geçmiş
çıkarımlara itibar edilmeksizin tarafsız olarak sorgulanmalıdır. Sanat eseri
veya bir şiirde, duygunun açığa çıkarılması ve bütün duyuların ele
geçirilmesinin en kolay yöntemi periyodik ses titreşimleridir; ezgidir. Ezginin
temeli de ses dengesi ve anlam bütünlüğüne dayanır.
Şiirde uyak anlatımı zayıflatır, şairin hareket alanını kısıtlar, söz ve
anlatım genişliğini daraltır yargısı tamamıyla temelsizdir. Birbirine yakın
sesler, anlamsal pekişme ve duyguyu tetiklediği gibi söyleyiş kolaylığını da
sağlar. Ayrıca, ad ekleri, durum ekleri, iyelik ekleri, ünlü uyumu, eylem ve
çekimleri gibi Türkçede kullanılan dilbilgisi özelliklerini dikkate alırsak
uyak konusunda sıkıntı yaşanmayacak kadar zengin bir ses ve ses benzeşim
dağılımına sahip olduğunu görürüz. “Türkçede
dokuzu uzun olmak üzere yirmi bir birincil ve ikincil ünlü bulunmaktadır.
Ünlülerimizin sayısı ortalama olarak Batı dillerinin ünlü sayısından sekiz tane
daha fazladır. Türkçede ünlüler hece taşıyıcıdır ve bu özellikleriyle de dilin
bel kemiğidirler. Ünlüler yeri geldiğinde vurgu, yeri geldiğinde de ton
taşıyıcı olduklarından, onların çokluğu sayesinde, bir yandan duygu ve
düşüncelerimizi daha etkili bir şekilde ortaya koyabilmekte, diğer yandan da
her türlü şiir, şarkı ve türküyü sanatlarına uygun olarak icra edebilmekteyiz.
Bu Türkçenin zenginliğidir.” Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun, “Türkçenin
Ses Bilgisi” kitabında konuyu bu şekilde açıklar. Kaldı ki Türkçede büyük, küçük ünlü uyumu,
seste en az çaba yasası, sızıcı, patlayıcı, akıcı tonlu-tonsuz ünsüzler ses
benzeşimine ve akıcılığına katkı sağlayan önemli özelliklerdir. Bu nedenle,
uyaklı şiirde anlatımın sınırlanması gibi bir yargıyı kabul etmek zor
görünüyor.
Özetlemek gerekirse, şiirde ses uyumu ve uyak yozlaştırılmıştır. Sözde
yenilik için, uyak konusunda altı dolu olmayan gerekçeler üretilmiş, divan
şiirindeki ağdalı ses uyumundan kaçış bunu destekler duruma dönüştürülmüştür.
Bunların sonucunda Türk şiirindeki ses katmanı, şair ve okur algısında
küçümsenir duruma düşürülmüştür.
Şimdi konumuza dönelim: Ezgi ile şiirsel ezgi farklı şeylerdir.
Aralarındaki ayrımı doğru şekilde yapmalıyız. Konuşma ezgisi, doğal bir ses
eksenini belirtirken şiirsel ezgi kendi amacına uygun ve belli sınırlara
yönelen bir ezgi türüdür. Notalarla belirtilmese bile şiirin anlam ve ortamı
ile duygu değerine uygun özel olarak oluşturulan bir ezgi olması bakımından
konuşma ve müziksel ezgiden ayrılmaktadır. Ritim, durak, ton, vurgu gibi konuşma
dilinin özellikleri, şiir ve benzeri betiklerde göz ardı edilemeyecek kadar
önemli eksenlerdir. Şiirin şiir olma koşulu, şiirsel dil ve anlamsal dayanak
dışında, ilk çağlardan bu yana ses katmanı üzerine yaslandırılmıştır. Bana
kalırsa şiirsel ezgi, doğal konuşma ezgisinden yola çıkan kendine özgü bir
“ezgi eksenini” oluşturmaktadır. Müziğin dili ile oluşturulmuş ezgi kadar, yani
şarkı ve türküler kadar “şiirsel ezginin de etkin duygulanım ve anlatım gücü”
olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşünceden hareketle, “şiirsel ezgi” diye
bir ezgi türünü benimsemeliyiz.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Şiirde ses uyumu, okur duygusunun ele
geçirilmesi ve estetik yaşantıya sokulması için önemli bir çarpandır. Estetik
biliminde sözü edilen haz, hoşlanma ve beğeni gibi kavramların duyumsanır
biçime getirilmesinde şiirsel ezginin çok büyük bir payı vardır; dil sanatları
için şiire özgü bu özellik, göz ardı edilemeyecek kadar değerli bir olanaktır.
Estetik değer üretme açısından ses gibi önemli bir çarpanı ve bileşeni, bugün bile
göz ardı edebilme cömertliğini gösteriyorsak, şu yargım doğruluk değeri
kazanır: ‘Şiirde estetik değer yaratacak özellikleri ayrıntılı ve bilimsel
yöntemlerle incelemiyoruz!’
Şiirsel ezgi kavramının kapsamını belirlemek için bunu üç eksen altında
incelemeliyiz. Bunlar; tonlama ekseni, ezgi ekseni ve şiirsel ezgi eksenidir.
(Eksen terimi, ses hareketinin sanal bir doğru üzerinde olduğu varsayımından
yola çıkılarak kullanılmıştır.)
Tonlama Ekseni
Hece ve
sözcüklerdeki vurgular toplamı, art arda birleşerek tonu meydana getirir. Ton
ise hem anlam ayırıcı hem de duygu durumunu açığa çıkarıcı önemli bir ses
özelliğidir.
Tonlamayı sağlayan ses eylemlerini; vurgu, durak, ritim, süre, şiddet,
sus, ton gibi özellikleri tonlama ekseni altında topluca ele alacağım. Konuşma
ezgisi bir bütündür, kişinin doğrudan iç dünyası ve eğitim seviyesi ile ilgili
bir konudur. Bir anlamda konuşma ezgisini oluşturan bu özellikler, inceleme
alanımız gereği işlevleri açısından birbirini tamamlar parçalarüstü ses
birimleridir. Bir tümcenin konuşma tarzında söyleniş biçimini bir ses doğrusu
olarak düşündüğümüzde, sesin bir doğru üzerindeki hareketini tonlama ekseni
olarak varsayabiliriz. Bu nedenle bir arada ve aynı ses doğrusu üzerinde
tonlama ekseninin ele alınmasının daha anlaşılır olabileceğini düşünüyorum.
Parçalarüstü birimler, yani vurgu, durak, ritim, şiddet, süre ve ton gibi
sessel özellikler, birbiri içerisinde, eş zamanlı ve aynı eksende varlardır.
Eylemleri, birbirini bütünler bir karakter taşır.
“Dilde tonlama yeteneği, o
dilin kuralları çerçevesinde doğuştan itibaren kazanılır. Doğru tonlama
yapabilmek için, o toplumun duygu dünyası içine girmiş olmak ve duyguları
derinliğine yaşamak gerekir. Duygu dünyasını ifade eden tonlamalar, taklit
edilecek bir şekilde oluşturulamaz. Tonları doğru oluşturabilmek için yaşamak
ve hissetmek gerekir.” Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun “Türkçenin
Ses Bilgisi” isimli kitabında böyle der. Ancak, belirtilen konulara şunu da
eklemeliyiz şiir açısından. Şiirin bütünü ve dize olarak anlamsal derinliği
kavranmadan tonlamayı oluşturmak da okurdan beklenmemelidir. Dikkat edilirse
her şey zincirleme birbirini etkilemektedir. Dolayısıyla yerinde tonlama için
bir metinde anlamdan önce ilk başvuru kaynağı noktalama ve yazım kuralları
olmalıdır. Şiir, çoğunlukla okuru ile bire bir buluşur. Mimik, jest ve duygu
durumunu ses, anlam ve noktalama-yazım kurallarının içinde gizler, okuru
yönlendirir ve okurundan onu bulmasını bekler.
Şiirde neşe, acı, sevinç, üzüntü, korku, şaşkınlık ve keder gibi duygu
durumu anlamın yanında ses tonu ile belirtilir veya oluşturulur. Tonlama aynı
zamanda tümcede anlam değişimi ve yönelmesine de neden olur. Konuşurken sesin
içselliğini ifade ettiğinden uzunluk ve şiddet gibi özellikleriyle duyguları
hemen açığa çıkarır. Kızgın birisinin sesiyle üzgün birinin sesinden duygu
durumunu anlayabiliriz. Şunu söyleyebiliriz; süre, şiddet, vurgu, ritim gibi
ses dağılım özelliklerini, konuşmacının duyguları, bir anlamda kişisel ve
ruhsal özellikleri belirler. Deneyimlerimizden de bildiğimiz en önemli ölçüt
şudur: Konuşma ezgisi, ruh durumunun en doğal ve yanılmaz gösterenidir.
Şiir bir başkasının yazdığı metindir, onun duygu ve anlam dünyasına
girebilmek için bazı belirteçlerin olması gerekir. Bunlar, anlamı yönlendiren,
sözcük ve dizelerin duygu durumunu üzerinde taşıyan belirteçlerdir. Şiirdeki
parçalarüstü birimlerin anlam ve anlatımdaki duygu değerine göre kullanımı,
noktalama ve yazım kurallarına bağlıdır. Ozanlar arasında söylendiği gibi şiiri
okurken parçalarüstü birimlerin (özellikle ton ve ritmin) doğru kullanımı,
sadece anlam değeri ile üstesinden gelinecek bir durum değildir. Şiiri okurken
tonlama ekseninin doğru kullanımı, başka bir söyleyişle şiirdeki duygu ve anlam
değerinin olması gerektiği gibi ortaya çıkarılması, anlamdan önce
noktalama-yazım kurallarına bağlıdır.
Bunun tam tersi, sözcük ve dizelerin duygu değerinin; anlam, anlatım ve
sese giydirilmesi şairin ayrı bir ustalığıdır. Hem şairin şiirindeki ses
kullanım ustalığı hem de okurun şiiri kendi algısına göre anlamlandırması, o
şiirin anlam ve duygu değerini yüceltecektir. Neresinden bakarsak bakalım
tonlama ekseni, şiirsel ezgiyi doğurur ve anlamın duygu değeri ile ses
yasalarına uyumu gerektirir.
Şiirde ses deyince; sesin periyodik, düzenli tekrarlanan ve gürültü
üretmeyen titreşimlerinden doğan ezgisel bir birliktelik anlamalıyız. “Kompleks
Periyodik Ses Dalgaları”, düzenli titreşimler yayan bir organ veya enstrümanın
çıkardığı temel ton ve üst katları tonlardan oluşur. Çok ayrıntıya girmek
istemiyorum ama açıklamakta yarar olduğunu düşünüyorum. “Üst tonlar, temel tonun harmonik katlarıdır.” der (Magnus Petursan;
aktaran M.C. Volkan). Hece ve sözcüklerdeki vurgular toplamı, art arda
birleşerek tonu meydana getirmektedir. Ton, hem anlam ayırıcı hem de duygu
durumunu açığa çıkarıcı önemli bir ses özelliğidir.
Her insanın ve her enstrümanın sesini birbirinden farklı kılan, sese
rengini veren temel ve üst tonlardır. Ayrıca sesin rengi, konuşanın gırtlak,
ses teli özelliklerinden ağız ve dudak yapısına kadar pek çok özelliğe
bağlıdır. Ses renginin oluşumu, yani tını, ses telleri, geniz ve rezonans
odacıklarına bağlı bir durumdur. Sesin renginden kastım, sesin ayırt edilebilir
özelliğidir.
Vurgu, bir hece ya da sözcüğün duygu değerini açığa çıkarmak,
dinleyicinin dikkatini çekerek anlamın kavranmasını sağlamak, sesi, söyleyişi
ve sözdeki ezgiyi canlandırmak gibi amaçlarla öteki hece ve sözcüklerden daha
belirgin ve baskılı söylenmesi olarak tanımlanabilir. En çok titreşimle oluşan
ses, vurgulu sestir diyebiliriz. Sözcük söylenirken art arda yapılan vurguların
toplamı, tonu; tümcedeki tonların toplamı da ezgiyi oluşturur. Sesin fiziksel
yönünü zamansal yönünden ayrı düşünemeyeceğimiz için şiddet, süre, sınır ve
durağın hem anlam yönünden hem de ezgi yönünden önemli bir göreve sahip
olduğunu göz ardı etmemeliyiz.
Müzik terimi olarak ritim TDK Sözlüğünde, “Ezgi ve uyumla birlikte müziği oluşturan bir öge olarak vurgu, uzunluk
ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan düzen.”,
yazın terimi olarak ise “Şiirde ya da düzyazıda vurgu, uzunluk ya da seslerin,
durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan uyum.” diye
tanımlanır. Bu tanımlamanın dışında, biz biliyoruz ki ritim, doğal yaşamın her
boyutunda vardır; canlılığın, sürekliliğin ve uyumun oluş biçimidir; nefes
almak gibi…
Bazı kaynaklarda ritim, sözlük anlamında olduğu gibi düzenli yinelemeler
ile özdeş olarak düşünülür. Kavuştak (nakarat), art yineleme ve ön yinelemenin
aynı söz ve ses bütünlüğü ile yapıldığı gibi bir yargı vardır. Doğrudur.
Şiirsel açıdan baktığımızda durum biraz daha ayrıntı gerektiriyor. Ritim, ses
uyumunu sağlayan, insana huzur ve güven veren, onun biyolojik ve düşünsel
sürecine eşlik eden bir devinimin varlığıdır. Bu varlık, simetri, oran, eşlik,
denge, uyum ve haz duyma kavramlarını beraberinde getirir. Öyleyse şiirsel
ezginin oluşturulması için ritim önemli bir bileşendir, diyebiliriz. Şiirde
ritmin sadece düzenli yinelemeler ile oluştuğu düşünülmemeli, aynı zamanda
anlam, anlatım, ses ve coşumun bütünleşik varlığında aranmalıdır. Sese ek
olarak, şiirin anlam ve duygu değeri de ritmik bir düzende olmalıdır. Aslında yazında,
özellikle şiirde anlamsal ritim önemli bir çarpandır; göz ardı edilmemelidir.
Sanat eserinin, özellikle şiirin hedefi okur duygusunun çarmıha çekilmesidir.
Anlam, ses ve anlatımdan doğan coşumun periyodik salınımından ritmik bir
ortamın oluşturulması, duyguyu arzu edilen kıvama çekmek için gerekli olduğunu
düşünmek durumundayız. Ses benzerlikleri, anlam ve duyguların artı-eksi
kutuplara salınımı ile (korkudan sevince, neşeden kedere kadar) şiirde ritmik
bir ortamı oluşturmak gerektiğine inanıyorum. Çok ayrıntıya girmeden şöyle
diyebiliriz; şiirde ses benzerliği ve
uyum ile anlam yakınlık ve karşıtlığından yararlanarak ritmik bir süreci
oluşturabiliriz. Her ne olursa olsun ritmi, şiirsel ezgiden ayrı bir
eksende ele alamayız; ezgiyi doğuran temel ses birimidir.
Süre, şiddet, ritim, sınır ve durak gibi ses birimleri her ne kadar
ezgiyi oluşturuyorsa da eş zamanlı olarak anlamın kavranması ve anlamın
iletilebilmesinde, diğer yandan şiirin duygu durumunun ortaya çıkarılmasında
önemli etkenlerdir. Örneğin, öznenin eylemini açıklamak istiyorsak özneden
sonra virgül süresi kadar bir es vermeliyiz ki söyleyeceğimiz sözlerin özneye
yöneldiğinin ayırdına varabilelim. Vurgu, ritim, süre, es, ton gibi
parçalarüstü birimlerin olanaklarını, doğal olarak ve çoğu zaman farkında
olmadan konuşurken kullanıyoruz zaten. Bu demek değil ki sesin ve parçalarüstü
birimlerin daha etkin kullanılabilir olmaları için çaba harcamayalım. Elbette
bunun eğitimle çok sıkı ilişkisi vardır. Şair ve eleştirmen olarak parçalarüstü
birimlerin arasındaki bağıntıyı ve ayrıntıyı bilmek zorundayız.
Sesler arasındaki ritim bozukluğu, dinleyicileri rahatsız eder. Dildeki
her sözcüğün bir duygu ve anlam değeri vardır; ozan bunların söyleniş ve ses
sürelerini doğru oluşturarak uyum ile ritmi sağlamalıdır. İletişim zincirindeki
her halka kendi üzerine düşen görevi doğru, zamanında ve yerinde üstlenmelidir.
Dil ve konuşma, konuşmanın içeriği ve sözlerin duygu değeri ile bunun
uygulaması, insanın dağarındaki varlıkların bire bir yansımasıdır. Bunları şiirsel
açıdan ele aldığımızda ilk olarak şu öneride bulunabiliriz: Parçalarüstü
birimleri ve bunları metinde gösteren işaretleri doğru kodlamalıyız ve
kullanmalıyız. Şiiri okurken ise sözlerin anlam ve duygu değerini ses ile açığa
çıkarabilmek için doğru ezgi üretmeliyiz.
Sözcüklerin büyük bir kısmında anlam ile ses özellikleri (ünlü, ünsüz,
ince, kalın, titreşimli, tonlu, tonsuz) birbirine uyumludur. Maurice Grammond
şöyle diyor: "Dudaksıllar (p) ya da
(b) ve bunlarla birlikte dudaksıl-dişsel ünsüzler (t) ya da (d) telaffuz
edilirken dudakları şişirmek gerekir, bu nedenle hor görme ve tiksinti ifade
etmeye yöneliktirler.” Grammond’un bahsettiği durum, anlaşılacağı üzere
Türkçede de geçerlidir diye düşünüyorum. Örneğin pis, kaba, ince, kırık gibi
sözcükler aldığı anlama göre yumuşar, incelir ya da “r” gibi titreşime girer.
Şair Andre Spire, “Bedensel ritimlerle
şiirin dilsel ritimleri arasındaki yakınlığını” vurgular. Burada ritim
dediğimiz konu, sesin ve anlamın içindeki bir ögedir, sesin parçalarüstü birimidir.
Dolayısıyla bu yakınlığın etkin kurulumu için ses ve anlamın bu esaslarda
oluşturulması sessel ve ritimsel bir derinliği doğuracağını gösterir. (İleten J.L. Joubert, Şiir Nedir?)
Ezgi ve anlam birbirini bütünler bir yapıdır, bunun farkında olmak işitme
ve anlama yetkinliği gerektiren bir durumdur. Bunu şiir sanatı açısından ele
aldığımızda, bu durumun önemli bir bileşen olduğunu, şiirselliğin ve
duyarlılığın bir çarpanı olabileceğini dikkate almalıyız.
Sözcükteki bir heceye yapılacak vurgu, uygulanacak ses süresi veya
sözcüğün tonlamasında yapılacak değişikliğin anlamdan duyguya kadar dizede ne
denli bir farklılığı ortaya koyduğunu yinelemeye gerek var mıdır? Öyleyse bir
şiiri seslendirirken ve yazarken şiirsel bir ezgiden bahsedeceksek ton ve üst tonlar,
ritim, vurgu gibi ses birimlerini mutlaka dikkate almak zorundayız. Ne var ki
vurgu, ritim ve ton gibi hususların uygulamasında en ideali nedir sorusu,
deneysel araştırmalara gebedir.
Sonuç olarak tonlama ekseninde bahsettiğimiz parçalarüstü birimler
ezgiyi, ezgiler toplamı ise şiirsel ezgiyi doğurur. Bizim üzerinde çalışmamız
gereken asıl konu şiirsel ezgi olmalıdır.
Ezgi Ekseni
Konuşma ezgisi, kişinin çocukluğundan yaşamsal
değerlerine, bilinçaltı kodlarından fizyolojik dürtülerine ve bilincinden
psikolojik durumuna kadar pek çok olgunun sonucudur.
Ezgi, tonlama ekseninde söz ettiğimiz vurgu, ton ve durak gibi ses
birimlerinin uygulanması sonucu oluşan bir ses terimidir. Başka bir söylemle
gürültü dışındaki seslerin oluşturduğu bir ses düzenliliğidir.
TDK Sözlüğü ezgiyi, “Belli
kurallara göre düzenlenmiş, kulağa hoş gelen ses dizisi, haz, nağme, melodi.
Bir müzik parçasında baştan sona kadar belirli yerlerde tekrarlanan ses dizisi.
Kulağa hoş gelen ses ve söz dizisi.” şeklinde birkaç şekilde tanımlar. Bu
kısımda özellikle açmaya çalıştığım konu, söz diziliminin ezgi ile ilişkisi ve
şiirsel ezgiye giden eksenin tanımlanabilmesidir. Periyodik olan her ses ve ses
grubunun, bir tınısı, tonlaması, ritmi, şiddeti, süre ve durakları kısacası bir
ezgisi vardır. Ne yazık ki şiirde ses katmanı, ayrıntılı ve deneysel olarak
incelenmemiş ve kaynağı olmayan bir alandır. Bu nedenle, sanat bilimi ve ses
bilimi uzmanlarınca, konunun incelenmesini ümit ediyorum.
“Bizleri temsil eden, karakterlerimizi
ön plana çıkaran, üretmiş olduğumuz ezgili ses birliktelikleridir. Doğru ezgi
üretimi, doğru alınan aile ve okul eğitimine bağlıdır. Doğru eğitim almamış
insanların, ezgi üretimleri sağlıklı olmayacaktır. İnsan-ses ve ses
birliktelikleri ilişkisi doğru oluşturulduğu sürece, insanlar arasındaki
iletişim, üretici ve faydacı iletişim olacaktır.” der M.V. Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” kitabının girişinde. Kaldı ki
bu alıntıda, sıradan her gün yaptığımız konuşmanın ezgisinden bahsediliyor. Bu
söyleme bakılırsa sanatsal ve dilsel özellik taşıyan şiirde, ezgi olanakları
ile estetik değer yaratacak tarzda ezgisel bir atmosfer oluşturulması önemli
görünüyor.
Şiirde dize sıradan bir söz dizimi değildir; bir dizenin anlamsal
bütünlüğü yanında, söz dizimsel bir ayrıcalığı, ses ve anlamın örtüştüğü
ezgisel bir ekseni vardır. Şiirde dizenin dize olmasını sağlayan, duygu ve
düşünce dünyasını, diğer bir anlamda imgelem olanaklarını harekete geçirebilen
ses ve anlam örgüsüdür. Vurgu, ritim ve tonlama gibi sessel eylemlerin sonucu
olan ezgi, aynı zamanda şiirdeki anlam ve duygu dünyasını açığa çıkaran taklit
edilemez bir konudur. Bu nedenle aynı sıra ve sözcükler ile kurulan bir dize
veya bir tümcenin, bir söyleyiş şekli ile sevinci, diğer söyleyiş şekli ile
hüznü anlatabileceğini veya söyleyiş biçimine göre zıt anlamlar
doğurabileceğini bilmek durumundayız.
Konuşma ezgisinin konuşanın duygu dünyası ile çok yakın ilişki içinde
olması, şiir açısından önemli bir veridir. Ezgi, konuşmada anlam yöneltme ve duygu taşıma görevi üstlenmiş ses
uyumlarıdır diyebiliriz. Ne var ki konuşma ezgisi, bilerek ve
tasarlanarak yapılmaktan çok doğal bir seyir izler. Konuşmadaki ezgi, konuşanın
tamamıyla ruh durumu ile ilgili bir süreçtir. Ancak bu konuda eğitim almış
kişiler veya taklit yeteneği yüksek olan kişiler, bir başkasının konuşma
ezgisini yakın bir tınıda taklit edebilirler.
Konuşma ezgisi ve sözcük kullanımı, kişinin çocukluğundan yaşamsal
değerlerine, bilinçaltı kodlarından fizyolojik dürtüleri ile psikolojik
durumuna kadar pek çok olgunun sonucudur. Ses ve insan ilişkisinin bu bölümü,
ayrı bir inceleme konusudur. Müzik hariç şiir gibi dil ve dil özelliklerini
kullanan sanatlar açısından ezgi ne anlam ifade ediyor? Bizim için önemli soru
budur.
Şiir sanatının ilk hedefi okurun duygularını ele geçirmektir. Okurdaki on
dört duyunun algı ve kavrama yetisini artırmak için duygu durumunun belirli bir
kıvama çekilmesi gerekir. Okurun duygusu etkilenmeden algı ve anlamanın
gerçekleşmeyeceğini hesaba katmalıyız. Sözün duygu değeri, anlamın duygu değeri
ve sesin duygu değeri okur duyguları ile örtüşüp okur algısını
hareketlendirmelidir. İster konuşma esnasında olsun ister bir türkü dinlerken
ister şiir okurken olsun, okur ve dinleyicinin duygularını en kolay ele geçiren
edim, ezginin çağrışım ve imgesel gücüdür. Bir kenara konacak ya da
hafifsenecek bir özellik değildir ezginin olanakları. Şair, sesin ona sunduğu
tüm olanakları estetik değer yaratmak için en yüksek düzeyde kullanmalıdır.
Şair, o böyle söylemiş bu iyi şair şöyle demiş söylemlerini bir kenara bırakıp
şair bilinci içinde sesinden sözüne, anlatımından çağrışımına, anlamından
coşumuna kadar neyin ne olduğunu şiirde bir bütün olarak görmelidir.
Şiir; karakterini, mizacını, dış dünyaya yansıtma ereği olan özü, ezgili
ses birlikteliği ile yayma olanağına sahiptir. Ses önce anlama, anlamdan
yapıtın amacına yönelir ve harflerle değil sesle dış dünyaya açılır; sessiz
okumada bile beyin onun sesini tanımlayarak ve kendinde yaşayarak
oluşturur.
Şiir okurken ve seslendirilirken, okur ile baş başadır ve şiirde ezgi
okur bilincine çoğunlukla bağımlıdır. Ezgi, okur bilincine ve algısına bağımlıdır.
Şair, anlam, anlatım, ünlü-ünsüz, tonlu-tonsuz, süre, ritim ve ses uyum
olanakları ile okur algı dünyasını daha duyarlı biçime getirebilir.
Ezgi ekseninin etkin ve duyarlı
bir duygu durumu yaratabilmesi için, ses duygu değerine dikkat edilmelidir ve
ses uyumu kurgusu bu bağlamda yapılmalıdır. Örneğin şair, şiirinde öyle sözcük
ve söz dizimi kullanmalıdır ki okura hem söyleme kolaylığı sağlamalı hem de
şiirin duygu değerini vurgulamalıdır. Bunun yanında tonlama, ritim ve süre gibi
sesbirimlerini doğru yönlendirerek dizelerdeki anlamı okura zorlamadan
vermelidir. Aynı zamanda dizelerini, akıcı-patlayıcı-sızıcı, tonlu-tonsuz ve
titrek seslerin dengesini okur duygularını gasp edici bir tarzda
kurgulamalıdır. Aslında sıradan, olmasa da olur gibi algılanan ezgi ekseni,
önemli ayrıntı gerektiren sanatsal bir gerekliliktir. Çünkü şiirsel ezgi, bu
eksen üzerinden hareket ederek duygu ve anlam dünyasını açığa çıkarır. Sesin
diğer katmanlarla estetik değer yaratma süreci bunlara bağlıdır.
“Ses-söz dizimi ilişkisinin
doğru kurulabilmesi, sese duygu ve anlam kazandıran vurgu ve ton gibi
parçalarüstü birimlerin, söz dizimini oluşturan kelimelerin duygu ve düşünce
dünyasına uygun şekilde üretilmesiyle mümkündür.” der M.V.Coşkun. Buradan şunu söyleyebiliriz; şair, dizelerinde
kullandığı her sözcüğün ve söz tamlamalarının duygu ve anlam dünyası ile ses
birlikteliğini uygun kurmalıdır. İşte okur o zaman, şiirdeki duygu ve anlam
dünyasını uygun yer ve zamanda vurgu ve tonlama gibi birimlerle açığa
çıkarabilir. Şiirin bütününde ezgi ekseni şair tarafından sağlam
temellendirilmediği sürece, ses katmanı yetersiz kalacaktır ve şiirin bir ayağı
daima eksikliğini hissettirecektir.
Özet olarak, ezgi ekseninin anlamsal ve estetik değer üretmesi için
sadece şairin çabası yeterli değildir; aynı zamanda şiirin biçimsel özellikleri
(söz varlıklarının uyumu, imleme ve yazım kurallarının doğru kullanımı) ile
okurun anlamlandırma yetisi önem kazanmaktadır. Yine de şairin dili doğru
kullanması, ses ile anlamın uyum ve duygu değerini yerli yerinde kurgulaması
ilk koşuldur.
Şiirsel Ezgi Ekseni
Şiirsel
ezgi ekseni, şiirde anlam ve duyguyu dış dünyaya en etkili biçimde açan
fiziksel bir eksendir. İşitsel duyuların özelliği gereği, şiirsel ezgi anlamla
bütünleşerek insan zihninde metafizik ve manevi dünyanın kapılarını da aralar,
algı ve duyguyu daha duyarlı hâle dönüştürerek estetik değer yaratır.
Şiirsel ezgi, şiirin duygu ve anlamını en etkin şekilde ortaya çıkaran
sesli okuma biçiminden doğar. Şiiri tamamen sessiz okuduğumuzda bile içimizde
duyduğumuz ses bütünlüğü şiirsel ezgiyi iç dünyamızda doğurduğunu duyar gibi
oluruz. Şiirsel ezginin müzik değeri taşıdığı kabul edilmiyor olsa da kendi ses
bütünlüğü içinde duygu ve anlamı yansıtma yeteneğine sahip olması nedeniyle
müzik ile yakın ilişki içinde olduğunu söyleyebiliriz. Hemen şu sıralamayı yapayım
ve ayrıntılarına sonra girelim. Hâlihazırda kullandığımız sesleri, müziksel ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma
ezgisi olarak nitelik ve nicelik sırasına koyabiliriz. Tanımlayabilmek
ve ayrıntılarını açabilmek için böyle yapmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bu sınıflandırma benim yorumumdur ve teknik olarak doğruluk değerine ilişkin
kararı sesbilim uzmanlarına bırakmak isterim.
Şiirsel ezgi ekseni, duyuların algı gücünü artırmak, bir şiirin anlamını,
duygu değerini en etkin ortaya dökmek, söz söyleyiş biçimini, ses
benzeşimlerini kullanmak gibi birçok teknik ve beceri gerektiren özelliklere
sahiptir. Öncelikle, okurun şiirsel ezgiyi oluşturabilmesi, şairin şiirsel
ezgiye yönlendirecek ses uyum düzenini yerinde kurmasına bağlıdır. Yani
sese ilişkin kurulan temel, ne kadar sağlamsa okur da o oranda ses uyumunu
yetkin kullanabilecektir. Şairin şiirinde ortaya koyduğu ses uyum niteliği,
doğrudan şiirsel ezginin duygu ve anlamını daha saydam ortaya çıkarmasını
sağlayacaktır.
Ben şiirde ses katmanına şöyle bakıyorum: Müzik ezgisi ile doğal konuşma
ezgisi arasında, müziksel olmayan ancak doğal da olmayan bir ezgi ekseninin olduğunu düşünüyorum.
Konuşma ezgisi, insanın davranışları ve sahip olduğu nitelikleri gereği istemli
ve istemsiz seslerle ürettiği doğal bir ezgi sürecidir. Müziksel ezgi ise her
ses biriminin belirli kural, süre ve isimlendirmeler ile tanımlanmış ve düzenlenmiş
özel ses akış düzenidir. Yani müziksel ezgi, bir duygu ve düşünceyi yansıtmak
üzere oluşturulmuş, her bir ses birimi düzenli ve tanımlı sesler bütünüdür.
Konuşma ezgisi ile müziksel ezginin arasında belirgin bir ayrım vardır; çünkü
müzik bir bilim alanı ve bilgi disiplini olan bir sanattır. Her iki ezgi
pratiğini incelediğimiz zaman, konuşma ve müziksel ezginin birbirlerinden
ayrılması tamamen teknik boyutu ile ilgilidir. Konuşma ezgisi doğal, müziksel
ezgi ise teknik boyutu olan bir uygulamadır. Bu iki uygulamayı şiir açısından
düşündüğümüzde nasıl bir sonuca ulaşırız? Her ikisinin de tanımına uymayan
“şiirsel ezgi”den söz edebiliriz. Şiirsel
ezgi, şair tarafından şiire özgü oluşturulmuş, ses, anlam ve anlatım düzenine
uygun biçimlenmiş ve okur tarafından parçalarüstü birimler yardımıyla
oluşturulan ses düzenliliğidir. Konuşma ezgisi ve müziksel ezgiden
farklı olmakla birlikte hem konuşma ezgisi ile örtüşür hem de müziksel ezgiye
yakın durur, diye düşünüyorum.
Resitatif müzik diye adlandırılan ezgi biçimi vardır. TDK Büyük Türkçe
Sözlüğü “Resitatif” sözcüğünü “Belli bir melodi olmadan konuşma biçimiyle söylenen, müzikli, anlatı”
şeklinde açıklar. Opera ve tiyatroda şarkı söyler gibi ezgisel konuşmayı, tonlu ve vurgulu
sözlerin birbirine geçiş sağladığı bir seslendirmeyi örnek verebiliriz. Konuşma
ve şiirsel ezgiyi, bir müziksel ezgi gibi müzik dilinde göstermek gerekliliği
yoktur. Resitatif ezgi teriminden hareketle, şiirsel ezginin yeni bir tanımlama
olmadığını söyleyebiliriz. Sözünü ettiğim ezgi türü, zaten müzik terimleri
arasında tanımlıdır. Ancak şiirsel ezgi, konuşma ezgisine daha yakın durur;
resitatif ezgiden de çok uzak olmadığını değerlendiriyorum.
İnsanın kişisel dünyasının ortaya koyduğu konuşma ezgisi ile tek veya
çoğul ses düzenlerinin sanatsal anlamda oluşturduğu ezgi, ses oluşum açısından
aynı şeyi ifade ediyor olsa da aralarında önemli bir fark vardır. Her şeyden
önce müziksel ezgi, insanın çabası ile özel bir üretimdir. Sanatsal içerik
taşır. Şiirsel ezginin sanatsal özellik taşıması için, insan sesi olanakları
ölçütünde teknik ve özel ses yöntemleri (ton,
ritim, süre vd. gibi) uygulamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü
şiirsel ezgi, sesin olanaklarını kullanarak algıyı uyarmak, sözün duygu
değerini daha vurucu ortaya çıkarmak, anlamı yönlendirmek ve daha güçlü kılmak
için özel bir çaba gerektirir. Başka bir deyişle, şiirsel ezgiyi oluşturmak
için ses uyumuna yönelik bütün olanakları yüksek düzeyde kullanmak gerekir.
Ton, vurgu, ritim, süre, durak gibi parçalarüstü birimler, ünlü ünsüz
uyumu, sesli harflerin ince kalın, düz yuvarlak gibi pratik ses özellikleri
önemlidir. Bunun yanında patlayıcı, sızıcı, akıcı, tonlu, tonsuz, titrek
seslerin kaynaşması şiirde ses uyumu açısından dikkat edilmesi gereken
ölçütlerdir. Garip şiiri de dâhil olmak üzere günümüze kadar yazılmış şiirler
arasında ses açısından çok güçlü şiirlerin olduğu gerçektir. Türkçenin ses
özellikleri, ünlü zenginliği, özellikle ses benzeşim zenginliği ile ardışık
sözcüklerin kaynaşmasından doğan ses düşmeleri şiirsel ezgiyi
kolaylaştırmaktadır. Gördüğüm kadarıyla Türkçe, şiirsel ezgi için oldukça
yatkın ve uygun bir dildir.
Bunalımlı duyguyu, sıkıştığı ortamdan kurtaran ezginin yüceliğini kabul
etmek durumundayız. İşitme duyusunun bütün duyu biçimlerini kontrol altına
aldığını, etkilemede ve yönlendirmede başat konumda olduğunu bilmek ve buna
göre hareket etmek gerekir. Şiirin ezgisel bir olanağı vardır ve bu olanak
şiirin sanatsal etkinliğini sağlar. Ezginin gücünü, zihni ve duyguları hazza
götürücü bir ortam yaratacak biçimde şiirde kullanmak ise sanatsal bir
beceridir.
Şiirsel ezgi, bir şiirin bütün varlıklarıyla dış dünyaya açılan penceresidir.
Başka bir söylemle, şiirde anlam ve duyguyu dış dünyaya açan fiziksel bir
eksendir. Ne var ki bu pencerenin varlığı ve yokluğu ile niteliği hakkında
fikir yürütebilmek, ses olanaklarına egemen olmayı gerektirir. Örneğin dize iç
ses uyumunda, patlayıcı tonsuz ses ile sızıcı tonlu sesi bir arada kullanmanın
kulağı tırmalayabileceğini, iç ses uyumunu bozabileceğini öngörmek gerekir.
Bunlar bilindiği takdirde, patlayıcı tonsuz ses içeren sözcük yerine, kulağı
tırmalamayan eş anlamlı başka bir sözcük kullanılması tercih edilebilir. Bunun
gibi ses ve sözcük kullanımının sınırsız oluşu şiir açısından ve ses uyumu
açısından önemli bir olanaktır. Türkçenin eş anlamlı sözcükler konusunda diğer
dillere oranla çok daha zengin olduğunu söyleyebiliriz.
İnsanın on dört farklı duyusunun olduğunu biliyoruz. Bu duyular
içerisinde işitme duyusu farklı bir özelliğe sahiptir. Dış dünyanın doğal ve
yapay sesleri yanında, duyusal, metafizik ve manevi dünyanın ruhsal kodlarının
algılanmasında başat duyudur. Duygusallık, metafizik ve maneviyat; kişide en
fazla merak uyandıran, insanı etkisi altında tutan, anıları tekrar yaşama
arzusu doğuran, estetik değeri daha kolay algılatan durumlardır. Duygusal,
metafizik ve manevi ortamın kişide görme ve anlam bulduğu yer, doğadaki yapay ve
doğal seslerin ezgisidir ve bu ezgiye kişi tarafından verilen anlamdır.
Özet olarak;
müziksel ezgi, resitatif ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma ezgisi şeklinde
kuramsal, nitelik ve nicelik bakımından bir sıralama yapabiliriz. Bu durumda şiirsel ezgi, kendi bağlamında ele alınıp ilgili disiplinlerle
ayrıca incelenmesi gerekir.
DURUMSAL ESTETİK
DEĞER TABAKASI
İçinde bulunduğumuz doyumsuz sistem, doyumsuz
ve bilgili insanlarını kendine bağımlı kıldığını, istediği kıvama getirdiğini,
dikte ettirdiğini ve bireysel estetik algı ve estetik yargısını yavaş yavaş
olumsuz yönde dönüştürdüğünü net olarak görebiliyoruz. Bu çağımızın en büyük
sorunlarından birisidir.
Şiirdeki estetik değer ve okurdaki estetik kaygının karşılıklı ilişkisi, zihinsel ve duygusal bir süreçtir. Bir sanat eseri veya bir şiirde ulaşılması gereken hedef, okurda duygulanımı, duyarlılığı güçlendirmek ve haz duymasını sağlamaktır. Şiirdeki estetik değer ve okur estetik algısından doğan ilişki, estetik araştırmalarında ayrı ayrı ele alınıp incelenmiştir; ancak eserle insan arasındaki duygusal ilişki bununla bitmiyor. İşte burada estetik değer ve estetik algıya doğrudan etki eden, mutlak ve vazgeçilemez bir durum daha vardır; ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür gibi… Aslında bu durum, okur, sanatçı, eser ve eleştirmenin ortak paydasıdır ve estetiğin çarpanlarından olan temel bir inceleme konusudur.
Şiir Çözümleme Tekniğini oluştururken, Estetik Katmanını, estetik
biliminin öngördüğü esaslar çerçevesinde incelemeyi benimsedim; ancak “durumsal
estetik değer tabakası” diye bir tabakadan daha söz etmek gerektiği ortaya
çıktı. Bu tabaka, günümüze kadar farklı biçimlerde dillendirilen konulara
ilişkin tanımlamadır ve içerisinde oldukça fazla parametreye barındırmaktadır.
Bu nedenle; şiirdeki estetik katmanını, Şiirdeki Estetik Değer Tabakası, Okurdaki Estetik Algı Tabakası ve
Durumsal Estetik Değer Tabakası olarak
incelemenin daha açıklayıcı olacağını düşündüm.
Durumsal Estetik Değer Tabakası, şiir, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumuna katkı veren
durumların duyusal bir varlık tabakası olarak ele alınmasıdır. Başka bir
söyleyişle, şiirdeki estetik değer ve estetik algıyı etkileyen durum ve
koşulların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi
birikimi gibi) incelenmesi ile etkilerinin görünür kılınması için
sınıflandırılmış bir tabakadır.
Durumsal Estetik Değer
Tahsin Yücel, Eleştiri Kuramları kitabında Olgucu
Eleştiriyi incelerken Mme De Stael’den bir alıntı yapar. “Mme De Stael’e göre, bir halkın düşünce ve duygularını ortak yaşamı
belirler her zaman, bu ortak yaşam da söz konusu halkın yaşadığı yerin
iklimine, bağlı olduğu siyasal kurumlara, dine ve yasalara bağlıdır. Bu
belirleyici koşullar değişecek olursa halkın yazınının da değişmesi gerekir.”
demektedir. Şiirin estetik değer tabakası ve okurun estetik algı tabakası ayrı
ayrı incelenmektedir. Mme De Stael ‘in dediklerini dikkate alırsak, bu iki
tabakaya mutlak etkisi olan ortam, coğrafya, teknik, zaman, kültür ve bilgi
birikimi gibi etkenleri ayrıca estetik incelemelere dahil etmemiz gerekir.
Şair, şiir ve okur; doğduğu ortamın karakterini, kültür değerlerini, duygu ve
yargılarını taşımak zorundadır. Beğeni kültürü, çağın ve ortamın kültür
değerleri ve bilgi birikimiyle doğru orantılı gelişir ve dönüşür. Beğeni
kültürü, sanat eseri gibi uzam ve zaman içinde bir evrime tabidir. Bu yüzden
şair, şiir ve okurun doğduğu ortam, kültür ve zaman, beğeniyi mutlaka
etkileyecektir; olumlu veya olumsuz dönüşüme sokacaktır. Çünkü estetik kaygı
doğal olarak insanda var olan bir duygudur; iklim, kültür, uzam, bilgi ve zaman
gibi etkenlere bağlı olarak yeniden yapılanır, öğrenilir ve biçimlenir. Kültür,
dil, doğal koşullar, yapay koşullar, inançsal ve ahlaki kabuller, ister istemez
yaşam biçiminden eserin biçemine, sanatsal yönelimden beğeni kültürüne kadar
pek çok şeyi etkileyecektir.
Şiirin; öz, içerik, biçim ve biçeminde zaman,
uzam ve ortam ile kültürel birikimler önemli etkenlerdir. Aynı şekilde insanın
estetik algı ve estetik yargısındaki dönüşüm bu etkenlere bağımlıdır. Dolayısıyla
estetik değer dediğimiz duygusal görünme biçimi, dinamik bir sürece dahildir ve
zaman, uzam, kültür ve insanın evrimsel sezgisine koşut değer alır.
Şiirin duyusal görünme biçimi, -ki buna estetik
değer diyoruz- sosyolojik, psikolojik, fizyolojik olgular ile yaşamsal ve
toplumsal olguların yapılandırdığı bir duyusal alandır. Diğer bir söyleyişle,
sosyolojik, psikolojik, fizyolojik ve toplumsal olgular ile çevresel etkenler
sanatçı ve sanat üzerinde değişim yaratabilme gizilgücüne sahiptir. Bu nedenle,
şiirin doğumunda temel olan etkenler ile şairi etkileyen uzam, kültür ve
zamanın ayrıca estetik incelemelerinde ele alınması gerekir. Sanatsal
yaratıların temelinde yatan düşünsel ve duyusal olgular, zaman, ortam ve
kültürel değerlerden beslenirler. Estetik yaşantıyı, başka bir söylemle estetik
algı ve değer yargısını, bu açıdan ayrıca ele almalıyız diye düşünüyorum.
Bu incelemede, şiirin görünüşüne yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam,
uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya
koyduğu estetik değer ve estetik algıya “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diyeceğim.
İnsandaki haz duygusu ne kadar ortama bağlı bir
ruh durumu olgusu ise, şiiri veya sanatı yaratan imgelem de yine ortamdaki
değerlerin, algı biçiminin ve artalan bilgisinin bir ürünüdür. Durumsal Estetik
Değer Tabakası olarak ele aldığım alan, hali hazırda içinde yaşadığımız sosyal
ve sanatsal ortamın insan ve eser üzerindeki duyusal etkileşimin isimlendirilmesidir.
İnsan estetik algısı, üretilmiş kültür
varlıkları, dil, düşünce, toplumsal ve çevresel etkenlerle teknoloji gibi ögeler,
eserin üzerinde ayrı bir estetik değer yaratma gizilgücüne sahiptir. Tahta
baskı resim yerine, bilgisayar görseli daha ayrı bir değer yaratabilir. Bu
teknolojik bir ortamdır. Bunun yanında karasal iklimde, tropikal iklimde veya
deniz kıyısında yaşayan insanın beğeni kültürü ve var edilen kültür varlıkları
arasında farklılıklar olacaktır. Ortam, zaman ve kültür gibi etkenler ister
istemez hem eserdeki estetik değeri hem de insan beğenisini, yani estetik
algısını etkiler. Dolayısıyla insanın algı ve yargıları ile yazdığı şiir,
ürettiği sanat bu bağlamda şekillenmek zorundadır.
Okur ve şairin estetik değer ve yargısı, değişik
etmenlerle değiştirilebilir. Uzam ve zamanın şiirde yarattığı estetik değer de
gelişime ve dönüşüme bağlı olarak değişebilir. Güzellik ve güzeli görme
ilişkisi algı ve kullanılabilir malzeme ile ilgili olduğudur. Aynı zamanda
güzeli yaratanın da uzam ve ortamla ilişkili olduğudur. Fransız Düşünürü Hyppolite Taine (1828-1921)’in Ortam Kuramı (Milieu
Kuramı), bahsettiğim konuyu açıklamak için yardımcı olacağı kanaatindeyim. Durumsal
Estetik Değer Tabakasının anlaşılması için incelenmesi gereken önemli bir kuram
olduğunu değerlendiriyorum.
Toplumların ürettiği kültür varlıkları, söz
varlıkları ile paraleldir. Kültür varlıkları derken, soyut ve somut üretilmiş,
tasarımlanmış ve insan anlağında tanımlanmış tüm varlıklardan söz ediyorum.
Üretilmiş soyut ve somut her varlığın göstereni dünyanın neresinde üretilirse
üretilsin, gelişmiş dillerde söz varlığı olarak mevcuttur ya da henüz dillerine
girmemiştir. Soyut olsun, somut olsun, fiziksel olsun, sanal olsun, her tür
tasarım ve kültür varlığı insan anlağında bir gösterilen olarak öğrenildiğinde
imgelemde beden bulma olasılığı taşır. İnsanın yaşadığı çevresel koşullar,
insan önüne değişik seçenekler sunar ve bunlardan size en yakın geleni seçmek
durumunda kalırsınız. Biz biliyoruz ki, önümüze konan seçenekler arasından iyi
ve güzel olanı kendi özgür irademiz ile seçip, beğenip haz duyuyoruz. Keşke
öyle olsaydı! Dünya ne kadar güzel ve özgür olurdu!
İnsan sosyal varlıktır, doğru. İnsan kendi özgür
iradesinin kullanabilir, doğru. Ancak her insan değil. Bilgi, algı, düşünme,
anlama ve açıklama özellikleri ile duygu hareketleri oturmuş insan özgür
iradesini kullanabilir. Üzüm üzüme bakarak kararan insan değil. Midesinden
bağımlı hale dönüştürülmüş, sekiz saat mesaiye bağımlı, reklam, dizi, öğretiler
gibi algı dönüştürme ortamında sıkıştırılmış okumayan bir insan, gerçekten
özgür iradesini kullanmakta mıdır? İstanbul’un hava kirliliği, gürültüsü ve
trafiğinin içinde bir insan gerçekten özgür müdür? Zorunlu mudur? Yoksa yaşamak
için, sistemin ürettiği tehlikelerden mi kurtulmaya çalışmaktadır?
Ortam, çevre ve insanlar arası sosyal etkileşim
gereği, estetik algı ve estetik değer yargısı farklılık gösterir. Kısa zamanda
olmasa bile uzun yıllar sonra bu değişebilir, dönüşebilir. Eğitim seviyesi,
kültürel birikimi gibi etkenler ile estetik algı ve estetik değer yargısı az ya
da çok yüksek olabilir. Buna Prof. Dr. İsmail Tunalı Estetik Beğeni kitabında,
beğenide görecelilik diyor. Şiirde veya herhangi bir sanat eserinde estetik
katmanı somut ve mutlak sonuçlar doğurmaz. Çünkü estetik katmanı içinde var
olan verilerin büyük bir çoğunluğu sübjektif ve insan algısına bağımlı bir
durumdur. Nesnel ya da duyusal güzelliğin değeri biraz da kültürel birikimle
doğru orantılıdır.
Her sanat eserinde olduğu gibi her şiirin doğduğu
bir kültür ortamı vardır. Kendine özgü havası, dili, iklimi, zaman ve yer gibi
doğum ve gelişimine etki eden içsel ve dışsal koşulları olacaktır. Şiirin
anlatımından anlamına kadar uyum içinde olma zorunluluğu olan kültürel ve
sosyal değerler dengesi vardır. Sanat tarihi derken bir anlamda insanlık
tarihi, insanlığın imgelem tarihi ve beğeni kültürü belirtilmektedir.
Beğeni
kültürü, endüstri ve toplum mühendisliği ile istenilen doğrultuda dönüşüme
sokulabilir. Bunun örneklerini pek çok alanda göstermek olasıdır. Durumsal
Estetik Değer Tabakası, bu bağlamda düşünüldüğünde üzerinde dikkatle durulması
gereken bir fenomendir. Çünkü beğeni kültürü dediğimiz olgu, bu düzlem üzerinde
kendini var eden bir olaydır. Eserdeki estetik değeri, izleyicideki estetik algıyı
anladık; ancak her iki tabakayı da
etkileyen ortak ölçütleri yok sayma lüksümüz var mıdır? İşte bu durumu,
“Durumsal Estetik Değer Tabakası” tanımlaması ile ele almamız gerektiğine
inandığım için bu sınıflandırmayı yaptım. Durumsallıktan kastım, zaman, mekân,
kültürel coğrafya, insan algı ve kültür birikimi ile beğeni süreci, aynı
zamanda kültürel değişimin değişmezliğidir; yani bunların toplamını karşılayan
duyusal, dijital, sanal, nesnel ve dinamik “ortamdır”.
Durumsallık sözü, bildiklerimizle çelişen bir
durum gibi gelebilir. Sanat eseri duruma uymaz, bulunduğu duruma ve ortama
şekil verme amacına yöneliktir. Şiir doğduğu ortama karşıdır diye söylenir; ama
açıklanmaz nedeni. Açıklansa bile politik ideoloji ve bölünmüşlük sendromlarına
dayandırılır. Son iki tümce, sanat yaratımı ve yaklaşımı açısından doğru kabul
edilebilir. Burada, ortamın uyumluluğunu değil; ortamdaki değerlerin sanatçı ve
okur üzerindeki etkisini ele alıyoruz. Durumsallık söyleminden kastım; şiirin
doğduğu ortamdaki nesnel, sanatsal ve kültürel değerler ile bilimsel, sanatsal
ve kültürel yansının insandaki algısal karşılığıdır. Aynı zamanda insan
algısını besleyen, bilimsel, sanatsal ve kültürel değerlerin şekillendirdiği
insandır ve şiirdir. Zaman, mekân ve kültürel birikimin eser üzerindeki etkisi
ile insanın kültürel birikimi, beğeni kültürü ve algı biçiminin toplam görünümü
olarak düşünmeliyiz. Benim değerlendirmeme göre, şiir veya herhangi bir
sanatsal yaratıda bu tanımlama önemli bir yere sahiptir. Nesneler, soyut
tasarımlar ve insan ile bunların duygusal etkileşimleri; zaman, yer ve insan
algı biçimine göre değişiklik göstermektedir. Bu değişiklik, estetik algı ve
estetik değer yargısı için önemli bir ölçütlerdir. Örneğin gönül sözcüğü,
anlamsal değer ve duygu geçirgenliği açısından günümüz gencinin anlağında yıpranmış
bir söz varlığıdır. Ancak gönül veya gönül bağı dediğimiz zaman, bu söz ve
deyimin anlamsal ve çağrışımsal karşılığını anlatmak için fazladan birkaç cümle
kurmak zorunda kalırız.
İnsanın
kültürel algı süreci; tehlikeli ve kara bir dönüşümün kurbanı olabileceği gibi,
çağdaş normların üstüne taşınması için algı ötesi değerler de üretebilir. Sanata
tarihsel açıdan baktığımızda, sanat hem tehlikeli kara bir dönüşümün kurbanı
olmuş hem de çok önemli gelişmeleri sayfalarına not ettirmiştir. Bir öngörüdür;
gerçekleşmesini hiçbir akıl destekleyemez, ancak coğrafyamızdaki sanat, beğeni
kültürü ve estetik algı, tehlikeli kara bir dönüşümün kurbanı olmaya aday
görünmektedir. Bu çıkarımı görmek için uzağa gitmeye gerek yoktur. İçinde
bulunduğumuz toplumun katmanlarını izlemek, bu öngörünün hakkını teslim etmek
için yeterlidir; ancak yine de iyimser bakmakta fayda olduğunu düşünenlerdenim.
Geleceğin insanı, çağdaş kazanımları ile gelecek tasarıları üzerine daha güzel
şeyler koyabileceğini ve bu sorunları aşabileceğini gösteren belirtilerin
olduğunu söyleyebiliriz. Belki bizler harcanan kuşak olarak tarihte yerimizi
alacağız; ancak gelecek kuşaklar, kesinlikle kendine yaraşır temiz dünyayı
kuracaktır.
Durumsal Estetik Değer Tabakasını, şimdilik
bulunduğumuz coğrafya açısından karamsar bir tablo içinde ele almamız
gerekecektir. Anlamı cılızlaştırılmış sanat eserleri ve güdülenmiş günümüz
insanının estetik algı ve estetik değer yargısı sorgulanmaya açıktır. Kültür endüstrisi, yozlaştırılmış değer
yargısı, algı operasyonları, ırk, ideoloji ve inanç gibi etkenler,
ayrıştırılmış akışkan bir kitle yaratmıştır. Ayrıştırılmışlık sendromu içinde
yüzen akışkan insan topluluklarının sanata ilişkin estetik algı ve estetik
değer yargısını nasıl olumlu görebiliriz? Sözünü ettiğim bu hastalığın tedavisi
yine “sanatsal yaklaşımlar” olduğunu söylersem bir kısır döngüden söz ediyorum
gibi anlaşılacaktır. Gerçek şudur ki algı süreci bozulmuş, ayrıştırılmış
akışkan kitleler, önyargı ve saplantılar ile çıkar gruplarının güdümünden
kurtarılabilirse bu söylediğim tez, hiç yabana atılır gibi gelmiyor. Bu olumlu
eylemi gerçekleştirebilecek dört şey vardır bana göre; dürüstçe ve çıkar
kaygısı gütmeden yapılacak “Sanat
Eğitimi, Beğeni Yönetimi, Duygu Yönetimi ve Sevgi Eğitimi”dir.
Durumsal Estetik Değeri, deneysel bir sonuç veya
kaynaklara dayanmadan, bu günkü deneyim ile mevcut uygulama ve algı
biçimlerinden somut olarak anlayabiliriz. Şiir açısından, estetik değer taşıyan
söylem, dil yetisi, simge, yaslanılan mit, kahraman gibi unsurlar önemli
olanaklardır. Bu olanakların bizleri nasıl bir katmana taşıdığını somut olarak duyabiliyoruz.
Şiir veya sanat yapıtı ortadadır, alanda kazandığı sonuç ve yitirdiği değer
kolaylıkla kendini göstermektedir. İnceleme ve okumasını bilenler, değer yitimi
ya da kazanımın nedenlerini açıkça anlayabilmektedir. Şair, kullandığı söz
varlıklarını, söz varlıklarının taşıdığı duygu ve anlam değerlerini sanat
normları gerisine düşmeden öyle işlemelidir ki okurda; imgelem, çağrışım, üst
anlam, heyecan, hayranlık ve coşumu yaratabilsin. Bu durumda, estetik değer
yargısı kendiliğinden kuşatılmış olur.
Aslında estetik kaygımızın şekillendiği ortam,
görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir alandır. Sanatın veya şiirin sağlıklı
nefes alabileceği ortamdan söz ediyoruz bir yerde. İnsan, ortam ve sanat eseri
arasında, doğrusal, yatay ve dikey etkileşim alanları vardır. Durumsal Estetik
Değer Tabakası, tarihsel birikimden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal
değişime kadar olan görüngülerin zihinde canlandığı alandır. Örnek vermek
gerekirse, deprem, fırtına sel baskını ile iç içe yaşayan bir toplum ile hiç
afet görmemiş bir toplumun şiiri de sanatı da beğenisi de farklı olmak
zorundadır. Ortamın hissettirdiği ve dikte ettirdiği pek çok koşula uymak
dışında yapılacak çok şey yoktur çoğu zaman. Ortam koşulların ne kadar dikte
edebiliyorsa, sanat eserinin yapısına da dikte edebilme yeteneği vardır. Bu
nedenle, Durumsal Estetik Değer Tabakası, şiirde azımsanamayacak kadar etkin
bir tabaka olduğunu varsayıyorum.
Estetik değer yargısı, insanın salt psikolojik
durumu ile doğrudan ilişkilidir diyemeyiz. Estetik yargının bireyüstü bir
zorunluğu ve genelliği olduğunu söylüyor Kant. Bu doğrudur; gözlemlerimizden
bunu çıkarabiliriz. Ancak zorunluluk ve genellik taşıyan estetik yargı, sanatın
evrensellik katmanında kendini gösterdiğini düşünüyorum. Selimiye Camisi’nin
estetik olmadığı çoğunlukla söylenemez; çünkü yapıldığı zamanın koşulları,
tarihsel, mimarı, azamet, oran, simetri, konuş ve incelik gibi evrensel
değerler taşıyan bir yapıdır. Her bireyin beğenisini kazanan bir şiir de
aynıdır. Bireyüstü zorunluğu ve genelliği taşıyacak bir şiir, şiir gibidir.
İncelememde yer yer değindiğim gibi, şiir, duygu, zihin, mantık ve aklı
evrensel normlara taşıyacak değerleri taşımalıdır. Okuyanı/dinleyeni, kendi
içine çekip sımsıkı kavramalı, ruhunu bir üst katmana taşıyarak varoluşunu duyumsatmalıdır.
Şiir önce naif bir biçimde kendini sevmeli, sonra okuyanı sevmelidir.
Ortam sanatçıyı etkiler, sanat eserini etkiler,
insanın duyusal dünyasını değiştirir, düzenler veya kötüleştirir. Örneğin
bulutlu ve sisli bir günle, güneşli bir bahar sabahı, farklı bir estetik değer
ve estetik kaygı yaratır. Kısaca söylemek gerekirse, bu tabakanın özü, şairin
ve şiirin bulunduğu ortamın havasından aldığı ışıktır, değerdir, güzelliktir.
İnsanın algı biçimi, söz varlıklarının insandaki duygu ve anlam değeri, eserin
doğduğu ortamda inşa edilegelmiş olgulardır.
Şiirin doğduğu ortamın kültürü, karakteri ve
mizacı doğrudan şiire yansır. Savaş ortamında yazılan şiirler ile barış ve
özgürlük ortamında yazılan şiirler, duygu, karakter ve içerik olarak
birbirinden ayrılırlar. Başka açıdan baktığımızda, ortamın sanat eserine
yansıyan karakteri, mizacı ve kabul görmüş ortak mimikleri; sanat eseri
üzerinde gerçek alanda göstermese bile duyusal alanda okunabilecek şekilde kendini
gösterir. Buna karşılık olarak, aynı ortamda yaşayan insanın algıları,
bulunduğu ortamın karakteriyle uyumlu olma eğilimindedir. Görme, işitme,
düşünme ve algı parametreleri ortamın değerleri ile paralellik oluşturmak,
nadiren de aşkın olmak zorundadır. Farklı bir kültüre sahip şairin yazdığı
şiir, diğer bir kültür ortamında yaşayan insan zihninde yeterince etki ve anlam
doğurmadığı herkes tarafından kabul edilir. Yani bir İran şiiri çoğu zaman
Girit’te yaşayan bir kişide duygusal etkileşimi göstermekte zorlanabilir.
Örneğin, beş yüz yıl önce yazılmış bir şiiri çözümleyelim; şiirin söz
varlıklarını ve duygu yükünü günümüze ve salt yaşadığımız yere göre ele
alabilir miyiz?
İşte bu nedenle, ortamın şiire yansıyan karakteri
ile insan estetik algısına seslenen şiirsel değerler, durumsal estetik değeri
oluşturur. Bu konu, ontolojik estetiğin ayrıştırılmış bir alanı olmasa da böyle
bir gerçeğin varlığını ele almak zorundayız. Çünkü şiir veya herhangi bir sanat
eserinin estetiği hakkında inceleme yaparken ya da sanat üretirken önemli bir
bileşen olarak dikkate alınmalıdır. Bilinçli üretilen hiçbir sanat eseri, yarın
tüketilmek üzere üretilmez; geleceğe ulaşması için üretilir. Kalıcı ve zamana
karşı dinamik bir eser üretmek istiyorsak, eserin nesnel ve duyusal dünyasına
etki eden tüm bileşenleri ele almak zorundayız.
Sonuç olarak Durumsal Estetik Değer Tabakası;
şair ve okuru, bunun yanında sanat eserini etkileyen başat bir tabakadır. Sanat
dünyası aynı zamanda yaşamın sürdürülmesi için kazanç kapısı şekline
dönüşmüştür. Resim, dans, müzik, tiyatro ve plastik sanat kurslarından örgün
sanat eğitimlerine kadar bir yığın insan iş olanakları elde etmektedir. Kazanç
kapısı haline dönüşmesi de yaşamın bir geçeğidir. Bunu göz ardı edemeyiz. Böyle
olması demek, ister istemez sanatta popülist bir yaklaşım gerçeğini ortaya
çıkarmak demektir. Bunun anlamı ise şiirin ve bütün sanat alanlarının genel
ortamın tutumuna göre yön belirlemesi demektir. Samimi davranıp bunu kendimize
itiraf etmeliyiz. Bunlara karşın, sanatçı sorumluluğu ve şiirin geleceği
açısından, sanatsal edimlere; bilimsel, teknik ve ayakları yere basan bilgiler
ışığında bakmaya çaba göstermeliyiz. Dürüst, tarafsız ve önyargısız
davranmalıyız.
Yapıtın amacı; haz doğurmak, insanı ve geleceğini
kavramak, var olduğunu, salt ve yetkin güzel olduğunu haykırmaktır. Okurun beklentisi
ve yönelimi güzellik karşısında estetik yaşantıya girme amacı taşır. Her iki
ayrı öznenin (şiir ve insan) bir katmanda buluşması, yani insan ve şiirin
estetik yaşantıyı doğurması şair ve şiirin, sanatçı ve sanatın temel amacıdır.
Nasıl ve hangi amaçla şiir yazarsanız yazın, insanın gen haritası değişmedikçe,
insan aklı yeni gerçekliklere ulaştıkça, estetik değer, estetik yargı, beğeni
kültürü veya estetik yaşantı dediğimiz olgu, şiirle gelişim ve dönüşüm içinde
olmak zorundadır. Bu, bilginin evrimsel yasasıdır; sanat ve şiirin de evrimsel
sürecidir. Değişmeyecek bir şey varsa, o da sanatın insanın nihai ereği ile
doğrudan ilgili bir sonuç olduğudur.
Şair ve eleştirmen, kalıcı şiir yazmak ve
değerlendirmek istiyorsa, geleceğin sanatsal yönelimlerinde etkin olmak
istiyorsa, özellikle söz ettiğimiz “durumsal estetik değer etkenlerini” iyi
okumalıdır ve bu etkenleri şiire giydirme konusunda yetkin olmalıdır.
Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiirinin Çözümlemesi, “Homeros Edebiyat
Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme Yarışması”nda üçüncülüğe uygun görülmüştür.
TURGUT UYAR’IN
“ÜÇYÜZBİN” İSİMLİ ŞİİRİNİN ÇÖZÜMÜ
GİRİŞ
Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” şiirini, “Şiir Çözümleme Tekniği” adı altında
ileri sürdüğüm yeni bir teknikle çözümleyeceğim. Okuyacağınız metin, Türk
yazınında yapılmış mevcut şiir çözümleme/incelemelerinde olduğu gibi sadece
şiirin ne dediğini çözmeye ve şairin şiir anlayışını ortaya koymaya yönelik bir
inceleme değildir. Yeni ileri sürülmüş bir tekniktir. Maksadı; şair, şiir ve
okur arasındaki ilişkiden doğan sanatsal ifadenin estetik değerini daha nesnel
ortaya koyabilmektir. Başka bir deyişle şiirin sanat değerini ortaya koymaya yönelik
bir incelemedir. Bu yüzden okurlarımın çözümleme akışını izleyebilmesi ve
çözümleme mantığını daha kolay kavrayabilmesi için, tekniğin öne çıkan
ayrıntılarını özet olarak aşağıya çıkarıyorum.
Şiir Çözümleme Tekniği[17], sanat
yapıtının ontik[18]
bütünlüğü ve integral[19]
yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin duyusal ve
nesnel varlık katmanlarını ilgili bilimsel disiplinlerle inceleme esasına
dayanır. Bu teknik, şairin imgelem[20]
sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki
anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm ögelere kadar toplam şiirsel
süreci kapsar. Şiirin ön ve derin (duyusal ve nesnel alanı) yapısını,
kapalı-açık alanlarını ve iletilerini daha nesnel bir yaklaşımla açığa
çıkararak sanatsal (şiirsel) ifadeyi ortaya koymaya çalışır. İnceleme; imgelem-imge-imgelem
(şair imgelemi-yapıttaki imge-okur imgelemi) süreci esas alınarak yapılır. Amaç;
şair-şiir-okur üçgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır.
Katman; şiirde
birbirine benzer belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik
veya niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Yapıtın
nesnel ve duyusal varlık alanlarıdır; birbirini tetikleyerek şiiri var eden
temel yapılardır. Örneğin ses, anlatım veya anlam katmanı gibi…
Tabaka, katmanın alt birimidir. Katmanın iç yapısını daha özelleştirebilir
birlikteliklerdir. Anlam katmanı altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam
tabakası gibi… Tabakalar birleşerek yapıttaki bir katmanı oluştururlar.
Eksen ise sesin fiziksel yapısı gereği, şiirin ses katmanı altındaki
ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses katmanında kullanılan bir terimdir.
Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi…
Tabaka ve eksenler, katmanları oluşturur ve
katmanlar bir sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve
fiziksel katmanlardan oluşması gibi…
Şiire sanatsal özellik kazandıran, ruhsal ve nesnel alanları birbirine
kenetleyen temel alanlar veya yapı taşları olarak en az yedi katmanın varlığı
incelemede esas alınır. Şiirde olmazsa olmaz katmanlardır; birbiri içerisinde
varlık bulan ve kendi disiplinlerine göre incelenebilen yapılardır. Bunlar;
Biçim Katmanı, Anlam Katmanı, Ses Katmanı, Anlatım Katmanı, Çağrışım
Katmanı, Coşum Katmanı, Estetik Katmanı.
Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez, birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğurmazlar. Bir anlamda şiirin dünyaya açılan yedi duyusu ve iletim kanalıdır. Şiirin hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır ve bu yedi katmanın ilişkisinden şiirin ön ve arka yapısı (duyusal ve nesnel alanı) oluşmaktadır.
Şiir Çözümleme Tekniğinin Adımları:
1. Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
a. Gerçek
Anlam Tabakası
b.
Rastlantısal Anlam Tabakası
c. Üst Anlam
Tabakası
3. Anlatım Katmanı
4. Ses Katmanı
a. Tonlama
Ekseni
b. Ezgi Ekseni
c. Şiirsel
Ezgi Ekseni
5. Çağrışım
Katmanı
a. Çağrıştırma Tabakası
b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası
c. Rastlantısal İmgelem Tabakası
6. Coşum Katmanı
7. Estetik
Katmanı
a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası
b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası
c. Durumsal Estetik Değer Tabakası
8. Sonuç
İNCELEME/ÇÖZÜMLEME METNİ
Çözümleyeceğim şiir, Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiiridir. Okuyacağınız metin, genellemeye düşmeyen, öznel yaklaşımları en aza indirmeye çalışan, daha nesnel yaklaşımı öngören inceleme/çözümlemedir.
Not: Okuru dikkate
değer sonuçlara götüreceği için, incelemeye başlamadan “Rastlantısal
Anlam Kuramı” ve “Çağrışımsal İmgelem Kuramı”nın açıklanmasında yarar
olduğunu düşünüyorum.
Rastlantısal Anlam:
Okurun; yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve bellek birikimine yaslanarak,
şiirin gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden anlamlandırdığı,
çıkardığı sonuçtur. Rastlantısaldır ve çağrışımsaldır. Okur zihninde beklenen
veya beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere yönelirler. Beynimizin çalışma
sistemine göre yaşanan mutlak bir süreçtir.
Çağrışımsal imgelem: Okurun, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile
kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş
görüntüler üzerine yaslanarak, zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlar
yaratma sürecidir. Şiirin iletileriyle okurda tetiklenen/yaratılan imgelemdir.
(İnceleme esnasında katman, tabaka ve
uygulanacak teknik ile kuramlara ilişkin açıklayıcı bilgi, gerektiği yerde
verilecektir. Çözümlemeyle ilgili açıklayıcı bilgiler, YATIK ve BOLD
yazılmıştır.)
ÜÇYÜZBİN
Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor
bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum
300.000
Kapattığımız sağanak akşamları açtığımız sabahları
300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak
odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana
onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan
ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya
alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa
sarılamam
Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya
gelme
Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.
1. BİÇİM KATMANI
(Biçim bir yapıtın
taşıyıcı kabıdır; yapıtın ön ve derin yapısını oluşturan tüm varlık
katmanlarını üzerinde taşıyan taşıyıcı bir düzlemdir.)
“Üçyüzbin” şiiri, dörtlük ya da bilinen diğer ölçülerle değil; birimler
halinde yazılmıştır. Birimler ve dizeler, anlam akışı ve bütünlüğüne göre
kurulmuştur. Uyaklı şiir olamamakla birlikte iç sese dikkat edilmiştir. Şiirde
imge kalabalığına düşülmüş gibi görünse de tutarlılık ve bağlaşıklık bu
imgelerle kurulmuş, imge dağılımı bütünlüğü oluşturmuş ve sözcük ekonomisi
önemsenmiştir. Dil kullanımı sıra dışıdır; temiz ve farkındalık yaratacak
biçimdedir, okuru bağlayıcıdır. Şiir,
nesnel yapısı bakımından var olanlara göre önemli farklılığa sahiptir. Çağın
şiir biçimlerine göre sıra dışı bir özellik taşımaktadır:
Şiirin biçiminde ender rastlanan üç önemli ayrıntı vardır. Birincisi; şiir,
dört birimden oluşmaktadır; bu birimler anlamla doğrusal bir ilişki sonucu kurulmuştur.
Birinci birim; toplumdaki olumsuz/kötü insanı, ikinci birim orta direk insanı,
üçüncü birim özleneni, dördüncü birim ise bunların açıklamasını yapmaktadır.
İkincisi; 300000’in birimlerde kullanım sayısı ve şiirde toplam kullanım
sayısıdır. Ayrıca Üçyüzbin bir kez yazıyla şiirin en sonunda kullanılmıştır.
Üç-yüz ve bin rakamları da ayrı bir kodlamadır.
Üçüncüsü ise “sen” sözcüğü birinci birimde yedi kez kullanılmış olmasıdır.
Kurguda okura ve eleştirmene önemli ipucu veren bir kodlama söz konusudur.
(İleride açıklanacaktır.)
2. ANLAM KATMANI
(Şiirdeki gerçek anlam
tabakasını incelerken, anlambilimin tanımladığı değinmece, değişmece, aktarma,
yan anlam gibi alanları “gerçek anlam tabakası” içerisinde bir bütün olarak ele
alıyorum. Yani ulaşılabilen anlam, bu tabaka altında incelenmektedir. Kısacası
şairin şiirde ne dediğini ortaya koymaktır.)
Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de
aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni
soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma
geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep
aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın
yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız
sabahları 300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım
İlk birimde şair;
bilinçsizce oluşturulmuş olan ve içini acıtan olumsuzluklardan söz etmektedir. “Bu
kıvırcık ateşten yalanlar 300000” derken; yalan, iki yüzlü, yararcı ve para
hırsıyla donatılmış insan ile toplumsal yozlaşmaya uğramış insana dikkat çekmektedir.
Toplumdaki önemli bir grubun çıkarcı, bencil ve gücü kötüye kullanan tutum
takındıklarını, kendisinin bundan çok rahatsız olduğunu “Elimde kolumda
senin seslerin var gel de aldırma” dizesiyle belirtmektedir. Kadınları
ezilmiş, toplumda ikinci palana atılmış durumda gördüğünden gidip bu eziyeti
yapanların boynuna sarılmak ve boğmak istediğini söylemektedir. Kapitalist
düzenin yarattığı çıkarcı ve bencil insanları, “Seni kentlere seni bankalar
seni seni 300.000//Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın”
dizeleriyle tanımlıyor ve ecelinden önce ölmelerini istiyor. Kötülükleriniz,
yalanlarınız o kadar çok ki artık sana yetişemiyorum diyor; “Yükün ağır, bir
irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000” dizesiyle. Ülkenin kötü
günlerinden bu günlere geldiğini, toplumu ezen kesimin kötülüklerine hâlâ
alışmadığını belirtiyor. Yaptığın bu kötülükleri, insanları kullanmayı, emeğe
saygısızlığını, duygu hırsızlığını ve kolay kazancı bana da öğret ki ben de bu
yükten kurtulayım diyerek çaresizliğini belirtiyor. (Kötü insan yüzü)
(Not: Bu çıkarımı yapabilmek için, şairin şiirde oluşturduğu çağrışım
çekirdeklerini çözmek gerekir. Kodlar şiirin bütününde kurgulanmıştır. Şiirde
önemli ipuçları veren örtük kulanım vardır ve bunlar, yeri geldiğinde
dayanaklarıyla birlikte açıklanacaktır.)
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak
odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev
var yeşil gibi sana onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan
ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam
Şiirin ikinci
biriminde durum biraz daha farklıdır. Şairin yaşadığı koşullar ve etkilendiği
olaylar olumsuzdur. Ancak burada bir umut vardır. Söz ettiği insanlarla (İkinci
yüz) dava arkadaşlığı vardır. İyi niyetli, çalışkan ama toplumdaki kötülüklerin
giderilmesi için çok etkili olamayan orta direk insanlardır bunlar. Ülkede
(şairin dünyasında) yanlış giden çok şey vardır. Kirlenmiş ve paraya tapmış
insanlar arasında “ikinci yüz” var ve bunları kendisine daha yakın görmektedir;
harekete geçme, direnme gizilgücü var olan insanlar. Yaşanabilir bir dünya
kurmak için onlara çağrı yapmaktadır. “Kalk ellerini yıka bize gidelim”, benim
bulunduğum yere, kafamda kurduğum o güzel ülkeye gidelim, demektedir, “Bir o
kaldı 300.000” dizesiyle. O yeşil gibi olan dünya biraz ötede birlikte
oraya gidelim; gelirsen (benim düşlerimi okursan) gösteririm size bu
güzellikleri diye üstelemektedir. Bunca haksızlığın karşısında hakkını söke
söke alan insanları, dava adamlarını, benim gibileri severim, kalk ayağa yazık
etmeyelim şu güzel insanlara ve ülkeye demektedir. “Zamansız gelme elim
kolum dağınıksa sarılamam” dizesiyle, ayağa kalk ve ben tükenmeden tez ol,
iş işten geçmeden birlik olup bu soygun düzenini değiştirelim, yeni bir dünya
kuralım diye çağrı yapmaktadır.
Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle
eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla
kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık
gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde
bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına
boğuntuya gelme
Üçüncü birimde, “Senin
ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum” diyerek burada aydın insandan,
üretken insandan, sevgiliden, kendisi gibi güzel insanlardan, daha doğrusu
toplumcu ve çağdaş insanlardan söz etmektedir. Bunlar şiirdeki insan tipinin
üçüncü yüzüdür; üç yüzlü-binlerden en iyi olan kişilerdir. Şairin aradığı,
özlediği sevgililerdir/sevilenlerdir. Senin insan yanın zengindir, sen
aydınlıksın, sen benim sevgilimsin demektedir. “Bir serin renk anlıyorum
aydınlık gözlerinden sorma” dizeleriyle: Ölümüme kadar benim imgelemimde
sen var olacaksın. Aldırma dünyanın/ülkenin bunca tasasına, sen güzel insan
olmayı sürdür. Çünkü kavga, gürültü sana göre değil, sana bunlar yaraşmaz,
demektedir.
Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.
Son dizelerde hem
kodların çözümünü veriyor hem de seslendiği üç farklı toplum katmanına bir
arada diyor ki adınızı söylemesem de zaten siz kendinizi biliyorsunuz. Çünkü ne
yaparsak yapalım, biz insanız, iyi ya da kötü olalım, canlı olmanın gereği hep
birlikte aşka sarılıyoruz, diyerek insanî ve yaşamsal bir gereklilikle şiiri
bitiriyor.
Şiirin bütününe
baktığımızda, 300000 rakamının; nüfus ve parayla ilgili çağrışım yaratmak
düşüncesiyle kullanıldığı göze çarpar.
Çünkü bu rakam, (çoklu bir rakamdır) nüfus ve parasal ifadenin dışında
başka bir şey için yaygın kullanılamaz. Kısacası şiirin anlamsal alanı;
kapitalist sistemin insanlara dayattığı yozlaşmış dünyanın başka biçimde
anlatımıdır. Şiirin öznesi, mevcut sistemin oluşturduğu toplumdur. Bulunduğu
ortamdan son derece rahatsızdır ve içi yanmaktadır; insanları bu duruma düşüren
süreç karşısında oldukça duyarlıdır. Şiirin temi, para ve paranın
yozlaştırdığı, başka bir söylemle kapitalist sistemin insan davranışlarında
yarattığı duruma tepkidir. Bu rakamın daha önceki incelemelerde dile
getirildiği gibi, Ankara nüfusuyla veya o dönemin milli piyango büyük
ikramiyesi ile ilgisi var mı, buna ilişkin bir kanıt görünmüyor. Ne var ki üç
yüzlü-binler diyerek üç yüzü olan toplum katmanlarından söz ettiği ‘birimler
arası anlamsal ilişki’den anlaşılmaktadır. Bu, şiirin birimleri ve birimlerin
anlam açılımlarına gizlenmiştir. Şair, 300000 ile kastettiği öznenin ipucunu
şiirin son biriminde zaten vermektedir.
“Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz” diyerek…
Ayrıca, “300000” rakamı, nüfus ve parasal kaygının insanda yarattığı
algı biçimini birlikte anlatmak için kullanılmıştır. 300000 yedi kez
kullanılmıştır; insan duyu organlarının başımızda yedi tane oluşu (2 kulak, 2
göz, 2 burun deliği ve bir ağız) veya vücuda açılan yedi organ (2 kulak, 2
burun, 1 ağız, 2 genital organ). (8’inci ise doğumdan önce asıl beslenme bağı
olan göbek deliğidir) bu savı desteklemektedir. Vücuda açılan yedi delik ve
anne karnında beslenme bağından (7+1) (7 kez 300000+Üçyüzbin) koduyla verdiğini
gösteriyor. “Sen” adılı, birinci birimde özellikle yinelemelerle yedi kez
kullanılmıştır. İnsanın ruh ve fizik dünyasını oluşturan yedi delik ve yedi
duyusundan yola çıkıldığını, (Mevlana’nın ortaya koyduğu felsefe) ayrıca “sen”
sözcüğüyle doğrudan TOPLUMU gösterdiğini söyleyebiliriz. Türk Şiirinde, bir
çoğunluğu, rakamsal çoklukla anlatmanın bir örneğidir şiir. Zaten Turgut
Uyar gibi donanımlı, Toplumcu Gerçekçi bir şairden, iki kişiyi hedef alan ve
sözcüklerin gerçek anlamlarıyla şiir kurmasını beklememeliyiz; Göğe Bakma
Durağı şiirinde olduğu gibi…
b. Rastlantısal Anlam Tabakası
(Okurun algı, anlama,
bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden
ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı
anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyorum. Bütün sanat dallarında okur
ve yapıt arasında oluşan böyle bir anlamsal süreç vardır. Genellenebilir,
tanımlanabilir, benzer sonuca ulaşır ve izlenebilir olması nedeniyle sanatsal
bir kuram olarak önerilmiştir.
Rastlantısal anlam;
gerek çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı olarak oluşan ve okur
imgelem olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına taşındığını gösteren
bir alandır. Sanatsal ifadenin görünürlüğüne katkı sağlaması açısından
önemlidir.)
Rastlantısal anlam, her okura göre değişiklik gösterebilir. Üçyüzbin şiiri
sıra dışı bir şiirdir ve mantıksal sırayı bilinçli bozan ve anlam dizgesini
kıran bir biçimde yazılmıştır. Ancak anlam alanı, yaşam ve insanın son
zamanlardaki yozlaşmasıyla ilgilidir. Yozlaşmayla ilgili olmasına karşın şairin
kime seslendiği konusu bilmece gibidir. Eğer “sen, 300000 ve üçyüzbin” ile neyi
söylemeye çalıştığını bulamaz ve onlara değişik anlam verirsek şiirin;
sevgiliye veya belirli bir kadın için yazıldığını da düşünebiliriz.
Rastlantısal anlam, şairin neyi dediği veya neyi kastettiği ile çoğu zaman
örtüşmez. Aşağıya çıkarılan her bir alışılmamış bağdaştırma kendine özgü anlam
alanı doğurmaya yeterlidir. Ayrıca, dil kullanımından uzanılacak çok geniş bir
anlam alanı vardır. Bu da sanatta arzu edilen çoğul anlama varmaktır ve okurda
geniş imgelem alanı oluşturmaktır. Bu denli geniş rastlantısal anlam alanı
yaratabilmek her şairin yapabileceği bir iş değildir; burada Türk şiiri, Turgut
Uyar gibi büyük ustaları beklemiş demek gerekiyor. Aşağıda örneklerine bakalım:
Kıvırcık ateşten yalanlar//kimi zulüm yakıcı//deli
deli zincirler boğuntusu gök//Elimde kolumda senin seslerin//Kadınları çıplak
görüyorum//açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor//Seni kentlere seni
bankalar seni seni//bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum// Kapattığımız sağnak
akşamları//açtığımız sabahları//acar balıklar// acıkmış aç kayalar//amansız
pencereme perde ol//
Odalarda
ölmemek//yeşil gibi//Benim yırtıcı kuşlara tutkum//aşka acıkmaya alışkın//elim
kolum dağınıksa//
Ağustos çeşmeleri
yüzüne//Bir serin renk anlıyorum//zenginsin alırım tükenmezsin//
kuruntu sorunlarına// boğuntuya gelme// Yadırgamadan gökyüzüne
Öncelikle yukarıya çıkardığım alışılmadık
bağdaştırma, sapma ve imgesel söyleyişler; güçlü çağrışım çekirdek[21]lerini
oluşturmaktadır. İkincisi ise çok geniş bir çağrışım yelpazesi[22]ne
sahip dil kullanım biçimidir. Ayrıca, çağrışım saçağı[23]
yaratma yetkinliği, son derece güçlüdür ve kolay ulaşılamaz bir söz
kullanımıdır.
Alışılmamış bağdaştırmaların her biri, tek
başına rastlantısal anlam doğurma gizilgücü taşımaktadır. Bunları tek tek ele
aldığımızda ulaşacağımız rastlantısal anlam alanı o kadar geniş ki şaşırmamak
elde değil. Örneğin “Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000”
Cumhuriyet tarihini ne kadar güzel özetliyor, değil mi? Kurtuluş savaşıyla bir
akşamın kapatıldığını ve yeni bir sabahın açıldığını söylüyor. Hatta kurulan
yıkılan devletlere gönderide bulunuyor. Bu dize bir sevgiliyle yaşanan bir
olaymış gibi sığ olarak da yorumlanabilir. Dizelerin sırası, olaylar tarihine
götürmektedir bizi. Örneğin; “Kıvırcık ateşten yalanlar 300000” dizesi, şiirin
nasıl bir havada sürdürüleceğini ve nereye yöneleceğini söylüyor zaten. Bu
dize, yalan dolan üzerine kurulmuş toplumsal bir sıkıntıyı ortaya koyuyor ve
bunlar arasında sayısız kötülüklerin okur imgeleminde yeniden yaşanmasını
sağlıyor. Örneğin ticari ilişkiler, çıkara bağlı politik ilişkiler, insanlar
arasındaki ikili ilişkiler, hukuk, eğitim vs. gibi. Rastlantısal anlam tabakası biraz da okur
bilgi, bellek ve yorum gücüyle ilgilidir. Tarih, olay ve sanat arasında ilişki
kurma yetisi zayıf olan ve duyarlı olmayan bir okur çok geniş anlam alanına
ulaşamayabilir. (Rastlantısal anlam kuramı, okurun düzeyine göre
ulaşacağı imgelem dünyasını çözmek ve bunun gibi durumları açıklamak için
sistemli bir süreçtir.)
Rastlantısal
anlam, aynı zamanda okurun bilinç ve belleğinin gücüyle ilgilidir. 300000
rakamının para ve nüfus dışında kullanım alanı olmadığı, yedi rakamının insan
duyularıyla ve fiziksel yapısıyla ilgili olduğu bilinmiyorsa burada ulaştığımız
“anlam alanını” düşleyemeyiz bile. Ayrıca geçmişte yazılmış bir eserde, “Şiirde
Anlamsal Devinim” tamlamasıyla tanımladığım durum, bu şiirde çok açık bir
şekilde kendini göstermektedir. Çünkü, anlam alanı sadece rastlantısallığa açık
değil; aynı zamanda zamana ve bilgi genişlemesine göre anlam kayması ve
genişleme yeteneğine sahip bir şiirdir. Örneğin “Benim yırtıcı kuşlara tutkum
işte bundan ötürü” dizesi gelecekte şiirdeki
anlamın yönünü bile değiştirebilir. “Yırtıcı Kuş” tamlaması, gelecekte bir
siyasi örgütün, terör örgütünün simgesi veya bir ulusun politik söylemi haline
dönüştüğünü varsayalım. Bunun, çoğunluğun yoğun ilgi gösterdiği bir durum olduğunu
varsayalım. Bu ve buna benzer durumlarda, şiirdeki anlamsal genişleme veya
kayma olmak zorundadır. Şiirde bu gizilgüç yüksek düzeyde vardır. (Şiirin
(yapıtın) anlam alanı sürekli devingendir; bu çağdaş sanat anlayışının başat
konusudur.)
Bu aşamada bir
konuya daha değinmeliyim: “açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor” dizesi
olumlu ve cinselliği çağrıştıran bir dize gibi geliyor değil mi? Oysa bu dize,
şairin yaşama ve çıkarcı bencil insanlara karşı duygu ve düşüncelerinin bel
kemiğini oluşturmaktadır. Yalanla emeği sömüren insanlara karşı kızgınlığını
anlatıyor.
“Üç sokak ötede bir ev
var ‘yeşil gibi’ sana onu gösteririm” dizesini ele alarak rastlantısal anlam tabakasına bir
örnek daha verilim. Yeşil, İslam felsefesinde başka bir anlamdadır. Bu yönde
bir çağrıştırma da söz konusudur. Mistik düşünce sahibi insanlar, yeşil ev
benzetmesine dayanarak gerçek anlamın ötesinde başka bir anlam yükleyebilirler.
Şiirin genel anlam alanından baktığımızda, yeşil ev benzetmesi, şairin
kafasında kurguladığı güzel/yeni dünyadır. Özlediği dünyanın yerine
kullanılmıştır. Yani çağdaş, insanların birbirini ezmediği, emeklerini
çalmadığı bir dünyadan söz etmektedir. Çabayla, savaşımla ulaşılabilecek bir
yerdir; ‘üç sokak ötesi’ kadar yakındadır orası. Bolluğun, güzelliğin olduğu
yerdir.
Yukarıda
çıkardığım, “alışılmadık bağdaştırma, sapma ve imgesel söyleyişler”in her biri
kendi başına gerçek anlamın ötesinde yeni anlam alanına açılma olasılığı
taşımaktadır. Bu yüzden şiirde rastlantısal anlam alanı çok geniştir; her
imgenin okuru farklı imgelem dünyasına yöneltmesi olasıdır. Yapıtı yapıt yapan
temel özelliklerden bir tanesidir. Şunu demek istiyorum, bunun dışında başka
bir anlama ulaşılmaz ya da ben söylediğim gibi anlaşılmak isterim beklentisi
taşımayan bir şiirdir.
(Not: Örtük ve anlam
alanı geniş dil kullanan sanatlarda, çokanlamlılık, çağrışımda rastlantısallık
dolayısıyla anlamda rastlantısallık mutlaktır. Bir başkası, daha başka anlam
alanlarına varabilir; bunun sonu ve sınırı yoktur.)
c. Üst Anlam Tabakası
Gerçek Anlam Tabakası ve Rastlantısal Anlam Tabakasından ulaştığımız
sonuçları değerlendirdiğimizde, Üst Anlam;
Kapitalist sistemin, yaşam ve insan davranışlarında yarattığı duruma
tepkidir şiirin ana teması. Toplumsal ve yaşamsal
sorunların çözümü, çağdaş insanların mücadelesiyle olasıdır. Yaşanabilir yeni
dünyayı kurmak için yozlaşmamış insanları mücadeleye çağırmaktadır.
3. ANLATIM
KATMANI
Şiirin şiir olmasını sağlayan şey, anlamın üzerine giydirilmiş anlatımdır;
doğal dili aşan, okur duygularını ezen ve algıyı sarsan anlatımdır. Bu nedenle,
anlatımın gücü yazın sanatlarında ayrı bir yetenek ve ustalık konusudur.
Şiirde, çok sayıda alışılmadık bağdaştırma vardır. İmgeler az rastlanan
biçimde kurulmuştur. Dizeler, çoğunlukla benzetme, sapma, alışılmadık
bağdaştırma ve imge kuruluşlarından oluşmaktadır. Alışılmadık bağdaştırmalar, o
kadar zihin sarsıcı ki şairin imgelem dünyasının (esin kaynakları dahil) ne
kadar yoğun, dolu ve donanımlı olduğunu gösteriyor. Bunlar, şairin yalnızca
yaratıcılığından değil; aynı zamanda sahip olduğu bilgi ve bilginin yorumu
üzerine kurulmuş imgeler olarak karşımıza çıkıyor. Şiirde kurguladığı dünya ile
arzuladığı yaşam şekli, aydın, çağdaş ve donanımlı insanın öngörebileceği özlem
duyulan bir dünyadır. Şiirde topluma yeni bir dünya önermektedir.
Bu dizelerle; algıyı sarsıntıya uğratmış, okurun duygularını aşan
gerçekliği daha görünür kılmıştır. Toplumsal gerçekliği olabilirlik ölçülerinin
ötesinde bir görünüşe taşıyarak okuru hayranlığa taşımıştır. Şiir akıcılık ve
çekicilik açısından oldukça iyidir; ancak anlaşılırlık durumu, okurun bilgi
birikimine bağımlıdır. Okurun birikimi zayıfsa bu şiirden ulaşacağı imgelem
oldukça kısıtlı görünüyor. Anlatım, çoğul anlam doğurmaya çok açıktır dahası
yöneliktir.
Anlatımdan anlama yönelmek, şiire özgü ayırıcı
bir özelliktir.
Şair, şiirinde anlatımdan anlama
yönelerek algı uyarıcı olanakları sıra dışı bir biçimde kullanmıştır. Şiir;
alışılmamış bağdaştırma, benzetme, değişmece, değinmece gibi söz sanatları ile
okurda bakış ve düşün açısını değiştiren, mantığına yumruk atan ve şiir diline
estetik değer katan anlatıma sahiptir. Anlam ve anlatım bütünselliğini çok iyi
tasarlamıştır; yalın bir dil ile toplumsal yaşamı ele alarak okurda duyarlılık
yaratacak olay/olguları görünür kılmıştır. Yalın, içtenlikli, özgün, özlü ve
ayrıksı anlatımla lirizmi doğurmuştur. Şair, algı
yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanmamış, şiirsel/sanatsal bir
yaklaşım sergilemiştir. Günlük dili olabildiğince kırmış, özgün ve sıra
dışı bir şiir dili kurmuştur.
Örneğin “Boş
ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme” dizesinde; genel
durum, toplumsal sorunlar ve buna karşı insanın tutumunu anlatmak için hem
sapma hem alışılmamış bağdaştırma kullanmış, ayrıca dil mantık dizgesini
kırmıştır.
Örneğin;
“Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
Zamansız gelme
elim kolum dağınıksa sarılamam”
Birinci dize doğrusal
bir söyleyiş olmadığı gibi sapma, alışılmadık bağdaştırma ve değinmece gibi söz
sanatlarını içermektedir. İkinci dize, doğrusal bir söyleyiş biçimindedir ve
birinci dize kadar yoğun değildir; buna karşın imgesel gücü ile imgelem yaratma
gücü yüksektir.
Sonuç olarak anlatım,
sıra dışıdır ve algı sarsıcıdır; özgündür. Çok iyi düzeydedir. Dahası çağının
en iyileri arasındadır.
4. SES KATMANI
(Not: Tonlama ekseni
ve ezgi ekseni, şiirsel ezgi eksenini doğurmaktadır. Bunlar aynı eksen üzerinde
hareket ettiğinden dolayı yinelemeye düşmemek için şiir, “şiirsel ezgi ekseni”
açısından incelenecektir.)
Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de
aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni
soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma
geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep
aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın
yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız
sabahları 300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım
Yukarıdaki dizelerde, -en-, -in- sesi, patlayıcı tonsuz -ş-, -k-, -c- ve
-ç- sesi ile titrek -r- sesi baskındır; bu seslerin harmonisiyle şiirsel ezgi
doğabilir. Ayrıca -u-, -ı- -i- -a- ve -e- sesi dengeli kullanılarak ses uyumuna
özen gösterilmiştir. -in- sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu
oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu birimde 300000 fazla kullanılmış ve in sesiyle
dış ses uyumunu oluşturuken -üç- ve -yüz- sözcükleri söyleyiş zorluğu ve tonsuz
patlayıcı sesler ile akıcı sesler bir arada kullanıldığından şiirsel ezgiyi
sıkıntıya sokmaktadır. Şiirdeki ses akıcılığına engel olmaktadır. -k-, -ç-, -c-
patlayıcı sesler yoğun kullanılmıştır. Sesin anlamla bağıntısı vardır; olumsuz
anlama bağlı olarak patlayıcı ve titrek sesler fazlaca kullanılmıştır. Bunlar
da şiirsel ezgiyi zorlamaktadır. Yatay ses uyumu iyi olmasına karşın düşey ses
uyumuna dikkat edilmemiştir. Örneğin dizelerin son hecelerinde -in- sesi baskın
olmasına karşın -r- ve -a gibi akıcılığı bozan sesler kullanılmıştır.
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak
odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana
onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan
ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya
alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa
sarılamam
Birimde -z-, -ş- ve -ç- sesi oldukça baskındır. İnce seslilerle kalın
seslilerin dağılımı çok iyidir. Bu sesleri, -l-, -m- ve -r- gibi akıcı seslerle
beslemektedir. Diğer bir deyişle, tonlu patlayıcı ve tonsuz sızıcı sesleri
-l-m- ve -r- gibi akıcı seslerle besleyerek şiirsel ezgiyi doğurmaktadır. Bu
birimde, birinci birimde olduğu gibi ses akıcılığını bozan belirgin bir durum
yoktur. Yani frekans aralığının dışına taşan ses yoktur. İç ve dış ses uyumu sağlanmış ve şiirsel
ezginin altyapısı kurulmuştur. Düşey ses uyumuyla yatay ses uyumunda patlayıcı
ya da zorlayıcı bir kullanım yoktur.
Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle
eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla
kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık
gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde
bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına
boğuntuya gelme
-s-, -ş-, -z- gibi sızıcı sesleri; -ö-, -ü-, -i- ince ve -l-, -m-, -r-
akıcı sesleriyle besliyor. Şiirsel ezginin oluşumunda önemli rol oynayan bu
sesler, aynı zamanda anlamla da bütünleşiyor.
İç ses ve yatay ses uyumu oldukça iyi ancak düşey ses uyumu aynı
inceliği taşımıyor.
Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.
Üç dize yukarıdaki
ses düzenini daha yumuşatıcı bir özelliğe sahiptir; bu dizelerde şiirsel ezgi
açısından belirgin bir durum yoktur.
Sonuç: Şiirsel ezgiye esas söz ve ses dizilimi açısından
baktığımızda, yatay ses uyumu çok iyi, düşey ses uyumuna yeterince dikkat
edilmemiştir. Şiirin anlam bütünlüğü açısından bunun fiziksel bir durum
olduğunu değerlendiriyorum. Şöyle ki; ilk birim kötü insanı, ikinci birim biraz
daha iyi insanı, üçüncü birim ise sevdiği insanı anlatmaktadır. Dolayısıyla her
birimin ses düzeni yüksek ton ve ritim ile düşük ton ve ritme doğru ilerlemek
zorundadır; şair de zaten şiirsel ezgi altyapısını öyle kurgulamıştır. Kısacası
bu durum, anlamsal ritim gereğidir. Bunu şöyle özetleyebiliriz: Anlamsal ve
dize içi ritim ile dizeler arası ritme esas ses kurgusu çok iyidir. Şiirsel
ezgiye esas ses altyapısı çok iyi düzeyde kurulmuştur.
Şiir, üç temel taşı üzerine kurulur; anlam, anlatım ve ses. Bu şiirde, üç
katmanın birbiriyle olan ilişkisi, dengesi ve armonisi (ses uyumu) çok iyi
kurulmuştur. Ses konusu, diğer katmanlara göre biraz göz ardı edilse de çağının
akranları arasında ses açısından en iyisi olduğunu söyleyebiliriz.
Şiirin ses düzeninden ulaştığım en önemli sonuç şudur: Şair, birinci
birimde yozlaşmış ve paraya tapan insan topluluğuna içini acıtır derecede
kızmasına karşın şiirde kurduğu ses düzeninde bağırma ve aşağılama duygusu
doğuran tonlama ve ritme rastlanmamaktadır. Çağdaş sanatta aranan en önemli
özelliklerden bir tanesi de kanımca budur. Yapıt, okurun duygularını ses, anlam
ve anlatımla ezebilir ama ona dayatıcı ve öfkeli tavır göstermemelidir. Burada
ayrıntıya girmeyeceğim, kısaca şöyle diyebiliriz: Ses, şiirin duyusal dünyasını
gösteren fiziksel bir katmandır; anlamla bir arada değerlendirilmelidir.
5. ÇAĞRIŞIM
KATMANI
a. Çağrıştırma Tabakası
Çağrıştırma tabakası,
okurda anlamsal, işitsel ve görsel uyaranlar ile yönlendirmeleri sağlayan
varlıklar düzlemidir. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı
sağlayan gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran
somut ve soyut veriler dizinidir. Çağrışım çekirdeği ise okurun kültür ve bilgi
varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki
belirlenebilir söz varlıklarıdır. İncelemenin bu aşamasından itibaren okurun şiirin varlık katmanlarını algı biçimi esas konumuz olacaktır.
Çağrışım çekirdekleri;
Kıvırcık ateşten yalanlar/3000000/kimi
zulüm yakıcı/deli deli zincirler boğuntusu gök/ senin seslerin/Kadınları çıplak
görüyorum/açıcı gerdanlık/boynun aklıma geliyor/kentlere/
bankalara/ bir irisin bir ufaksın/Kapattığımız sağnak akşamlar/açtığımız
sabahlar/acar balıklar/ acıkmış aç kayalar//amansız pencerem/ perde ol/Kimi
sularca/yükün ağır/tekin durmak//
Odalarda ölememek/yeşil gibi/üç sokak ötesi/yırtıcı kuşlar/aşka acıkmaya
alışkın/elim kolum dağınıksa//
Ağustos çeşmeleri yüzüne//Bir serin renk/zenginsin/alırım tükenmezsin//
boğuntuya gelme/ kuruntu sorunlarına//
Yukarıya çıkarılan çağrışım çekirdeklerinin her biri, hem istenen yönde
çağrışım yapma yeteneğine sahiptir hem de rastlantısal anlam alanı kurma
yeteneğine sahiptir. Buna bağlı olarak şiir, yüksek düzeyde Çağrışımsal İmgelem
yeteneği taşımaktadır. (Ileride açıklanacak)
Örneğin, ağustos çeşmeleri yüzüne alışılmadık
bağdaştırmasından yola çıkan okur, ağustosta suyu kesilen çeşme anlayabilir
veya gürül gürül akıp sıcakta insanı susuzluktan kurtaran çeşme şeklinde bir
çağrışıma gidebilir.
Alında her sözcüğün bir çağrışım gücü vardır; ancak burada imgesel değer
taşıyan söz ve söz tamlamalarını esas almak durumundayız. Yukarıda çıkarılan
söz ve söz tamlamaları, daha geniş çağrışım gücüne sahip olanlardır. Amacımız, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını belirleyerek
şiirin çağrışım ve imgelem yaratma gücünü ortaya çıkarmaktır. Yani şiirin
insan üzerindeki etkisini ortaya koymaktır; şiirin etkinliğini.
b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası
Çağrışımsal imgelem
tabakası, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları,
kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak
zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal durumlar yaratma alanıdır. Okur ve
yapıt arasında oluşan imgelem süreci vardır; algı-anlama-düşünme sonucunda
mutlak oluşan/yaşanan bir durumdur.
Çağrışımsal imgelem her okura göre değişiklik göstereceğinden bunu birkaç
örnek ile açıklamaya çalışalım.
Çağrışım çekirdeklerini ele aldığımızda örneğin;
Kıvırcık ateşten yalanlar: Dönemin toplumsal,
yaşamsal, siyasal ve ekonomik koşullarına okur zihnini yönlendiren geniş bir
çağrışım yelpazesi vardır. Okur, belleği ve yaşamsal algıları oranında imgeleme
ulaşacaktır bu alışılmadık bağdaştırmadan. Bunun çağrışımıyla; ezilmişliğini,
kelepçelendiğini veya yalandan dolayı belleğinde yer etmiş kötü olayları
zihninde yaşamaya başlayacaktır. Şair, içinde sıkıntı çekilerek yaşanan tutum
ve yoz bir ortamdan söz etmektedir ve bu okuru kavrayacak bir konudur. Çok
sayıda örnek verilebilir. Her kişinin yaşamsal birikimine göre değişen bir
imgelem yaratma gizilgücü vardır.
Boynun aklıma geliyor: İlk bakışta
cinselliğe yönelen bir çağrışım saçağı vardır; ne var ki şiirin anlam
bütününden bunun cinsellik olmadığı, idamdan söz edildiği düşünülebilir veya
okur algısına göre yön değiştirebilir. Tarihteki idamlara kadar giden bir
imgelem dünyası yaratabilir. Örneğin ben “boynun aklıma geliyor” sözünü ilk
okuyuşumda düşünmeksizin Adnan Menderes’in idam sehpasındaki fotoğrafı gözümün
önüne geldi. Şiir nerede, bu olay nerede? (Rastlantısallık ve
Çağrışımsallık)
Acıkmış aç kayalar;
alışılmadık bağdaştırması, okurun başından geçen olaylardan başlayıp belleğinde
yer eden önemli olaylara kadar çağrışım yaratabilir. Aç ama yalnız kendisini ve
yemeyi amaç edinen, diğerlerine karşı son derece sert olan, onları kullanan
insan ve parasal kaygıya dayandırılmış toplumsal düzeni düşünmeye
yöneltmektedir. Alışılmadık bağdaştırmalar, okurun yaşamını ve belleğinde yer
alan yaşamsal anılarını canlandırır; çağrışımsal imgelem yaratırlar ve okuru
değişik düş/düşünce katmanlarına yollarlar. Bu şiirde sınırlanması olası
olmayan çağrışım yeteneği vardır ve buna bağlı olarak okurda yaratacağı
çağrışımsal imgelem çok geniştir.
Şiirin söz dizilimine ve imge kurgusuna baktığımızda, okurda yaratacağı
çağrışımsal imgelem tabakasının çok geniş bir düzlemde olduğu, böyle bir şiirin
ancak donanımlı bir şair imgeleminden doğduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Şiir; örtüktür ve ilk okuyuşta çağrışımsal
imgelem oluşturma yeteneği az görülebilir. Şiirin, tarihten toplumsal olaylara,
oradan ikili aşk ilişkisine kadar açılan ve çağın sorunlarının çözümüne yönelen
geniş/bütünlüklü bir anlam alanı vardır. Şiir yalın, algı sarsıcıdır;
alışılmadık bağdaştırma ve imge açısından çok güçlüdür. Buna bağlı olarak,
okurda yoğun olarak çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü taşımaktadır.
c. Rastlantısal İmgelem Tabakası
Rastlantısal İmgelem
Tabakası, şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da bağımsız söz varlıklarından
esinle okur tarafından ulaşılan, eserde beklenmeyen ve kastedilmeyen imgelem
olanaklarıdır. Şiirdeki bir sözcükten ulaşılabileceği gibi tamlama, dize veya
şiirin bütününden ulaşılabilen bir imgelem sürecidir.
Bu tabaka, rastlantısal anlam tabakası gibi, okurun donanım, deneyim ve
belleğinin gücüne bağımlıdır. Bu yüzden, birkaç örnek ile açıklayarak gerisini
okurun alımlama ve imgelem yetisine bırakalım. Bir anlamda şiirdeki çağrışım
çekirdeklerinin okurda yarattığı imgelem şiirin çağrışım yelpazesi içinde
olmayabilir.
Örneğin, “Sen zenginsin alırım
tükenmezsin” dizesini ele alalım. Buradaki “sen” okurun alımlamasına göre
zengin ve yetki olarak güçlü bir kişiyle özdeştirilebilir veya hoşgörülü bir
insanı anımsatabilir. Oysa şair burada, toplumsal olaylara duyarlısın ve
toplumu ilgilendiren konularda yeterince donanıma sahipsin demektedir. Buna
karşın okur, maddi zenginlikle ilgili bir imgelem dünyasına yönelebilir; çünkü
okurun bilinçaltına kadar işlemiş olan para kazanma kaygısı imgelemin bu alanda
kurulmasına iter.
Şair “Kapattığımız sağnak akşamlar açtığımız sabahlar” derken bir kadınla
geceyi kapatmış sabah onunla uyanmış olmaktan söz etmiyor; okur böyle bir
imgeleme yönelebilir. Kurtuluş mücadelesi gibi tarihteki ölüm kalım
savaşlarından yerine kurulan devletlerden söz etmektedir. Bunu tam tersini
söyleyecek olursak; şair böyle demek istememiş ancak ben böyle bir sonuçla
tarihin derinliklerine ilişkin bir imgelem dünyasına girmişsem, çıkarımım ve
sonunda ulaştığım imgelem alanı rastlantısal imgelem alanını doğurmaktadır.
Veya okur olarak ben böyle bir imgelem evrenine girmedim de kendi yaşamında iyi
ve kötü günlerime ilişkin bir imgelem kurdum. Bu da rastlantısal imgelem
alanına giren bir sonuçtur.
Çağdaş sanat anlayışında yapıtın okurda yarattığı imgelem dünyası ne kadar
geniş ve rastlantısal ise yapıt o kadar güçlüdür, demektir. Ayrıca anlamsal
genişlemeye açık demektir. Estetik kaygıyı o denli tetikleyeceği anlamına
gelir.
Şiirdeki bütün çağrışım çekirdeklerini ayrı ayrı incelemeden şunu
söyleyebiliriz: Sözcük seçimi, söz sanatları ve imgeler, özellikle alışılmadık
bağdaştırmalar, dizeler ve şiirin bütünü; sayısı belirlemeyecek kadar çok
rastlantısal imgelem yaratma gücüne sahiptir. Şiirde eksiltili anlatım ve örtük
dil fazlaca kullanılmıştır. İşte bu durum, okurda rastlantısal imgelem doğurma
gizilgücüne artırmaktadır. Hatta şiir, örtük kullanım sayesinde o kadar geniş
anlam alanına sahip ki rastlantısal imgelem yaratma gücü neredeyse sınırsızdır.
Rastlantısal anlam, rastlantısal imgelem ve buna bağlı olarak
oluşan çağrışmsal imgelem, şiirle okur arasındaki alımlama ve
etkileşimden doğan mutlak bir süreçtir. Türk şiirinde ve sanat dünyasında başka
şekillerde anlatılmaya çalışılsa da buradaki oluş ve işleyiş süreci sanat
evreninde tam olarak tanımlanmamıştır. Yapıtın algılanması ve alımlanmasından
estetik hazzın doğumuna kadar olan süreç, bu üç tanımlamayla karşılanabilir
düşüncesindeyim. İşte bir şiirin sanat değeri, buralarda aranmalıdır.
6.
COŞUM KATMANI
Coşum, şiirde
incelediğimiz beş katmanın okurda yarattığı toplam duygulanım sürecidir;
estetik haz/estetik beğeni doğmadan önce okur duygularındaki duyarlılık ve
taşkınlık durumudur. Başka bir deyişle, estetik beğeniden önce izleyici/okur
duygularının belli bir kıvama ulaşmasıdır.
Şiirdeki anlamın duygu değeri, anlatımın sıra dışılığı, sarsıcılığı ile
çağrışım zenginliği; okurda duyarlılığı artıracak ve duygulanımı tetikleyecek
özelliktedir.
Bu şiirde anlam
ve anlam çevresinde kurulan imgeler, en hassas olduğumuz bir konu ile
ilişkilidir. Toplumsal yaşama karşı duyarlılığın resmidir. Ülke ve insan
sevgisinin dışavurumudur. Dolayısıyla duygu değeri oldukça yoğundur ve okurda
duygulanım ve duyarlılık yaratma gizilgücü yüksektir. “Gel amansız pencereme
perde ol kurtulayım//Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000//Senin ağustos
çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum” dizeleri şairin duyarlılığını, bu
duyarlılıktan doğan sinerjiyi okurla buluşturmaktadır. Dolayısıyla okurda
duyarlılık yaratma yeteneği yüksektir. Okurda bu duyarlılık yaratılabiliyorsa
estetik hazzın doğum sancısı başlamış demektir.
Yukarıdaki Gerçek
anlam tabakasında alışılmamış bağdaştırma, sapma ve imgeleri çıkardık.
Neredeyse bunların her biri okurun derinliklerine saplanacak söyleniş
biçimlerine sahiptir.
Bilindiği gibi
şiirde salt anlam değil; anlamın nasıl iletildiği (anlatıldığı) de önemlidir.
Bu şiirde anlamdan ziyade duygu yoğunluğunun anlatım katmanında yoğunlaştığını
söyleyebiliriz. Anlatımın sarsıcı ve etkileyici olması, diğer şiirlerden
ayırıcı bir yanının olduğunu gösterir. Şiir; anlam, anlatım ve ses ile okurun
duygularını ezebiliyorsa, duygu değerini yeterince okura geçirebiliyorsa her
sanatta olduğu gibi başarılı eserdir; coşumu yüksek demektir.
Anlatım; sıra dışı, algı sarsıcı ve yalındır. Okuru kavrayan ve okurun
duygularını ezen bir dil kullanmıştır şair. Bu yüzden coşumu sağlama gücü
oldukça yüksektir.
Okurda coşumu sağlayan en etkin fiziksel varlık şiirsel ezgidir. Şiirsel
ezgiye esas ses, düşey ses dengesi dışında çok iyi seviyede kurulmuştur. Ses,
anlam ve anlatım üçlüsünün sinerjisi; şiiri okur üzerinde daha da etkili duruma
getirmiştir.
Şiirin çağrışım gücü, çağdaşlarına göre çok yüksektir; rastlantısal anlam
ve çağrışımsal imgelem yaratma gücü sınırsız denecek kadar geniştir. Çağdaş
sanat eserinde aranan en temel özellik budur. Okurda duygulanım ve duyarlılık
sürecini yaşatacak en hassas anlam alanı tem olarak ele alınmıştır; bu da coşum
katsayısını artıran bir durumdur.
Tutku, duygu ve özlemlerini; yalın, içtenlikli, özgün, özlü bir biçimde
anlatmıştır. İlk bakışta şiirde lirizm yok gibi görünmektedir; oysa şiirin
anlam alnına girildiğinde lirizm varlığı ortadadır. Şairin toplumsal olay ve
olgulara karşı duyarlılığı, hatta yaşama evrensel bakışı dizeler aracılığıyla
doğrudan okura yansıtılmaktadır.
Sonuç olarak; şiirin coşum değeri çok yüksektir.
7.
ESTETİK KATMANI
a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası
Şiir ile okur iletişime geçtiğinde, yapıtın
üzerinde iyi, yüce, oran, simetri, güzel, uyum gibi kavramların toplam değerini
hissederiz ki buna sanat eserindeki “estetik değer” diyebiliriz. Anlatım, ses,
anlam, çağrışım ve coşum, hoşlanma ve haz duygusunu harekete geçiriyorsa şiirde
estetik değer güçlüdür sonucuna ulaşabiliriz.
İnceleme sonuçlarına dayanarak şiiri estetik değer
açısından ele aldığımızda; ‘tem’in duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü
oldukça yüksektir. Anlatım yalın, sarsıcı ve etkileyici dil ile kurulmuş,
yüzeysel bakıldığında duyumsanmasa da lirik bir söyleyiş yaratılmıştır. Şiirde
insanın en duyarlı olduğu konular ele alınmış, her okurda duyarlılık yaratacak
gerece sahip kılınmıştır. Ses uyumunda göz ardı edilebilecek birkaç zayıf nokta
hariç şiirsel ezgi iyi seviyede kurgulanmıştır. Şiirin coşum değeri, duyarlılık
yaratma yeteneği oldukça yüksektir. Anlam ve anlatım temanın uzağına taşmadan örgütlenmiştir;
buna karşın şiirin anlam, rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem alanı
oldukça geniştir. Şair açık açık
söylemediği halde okurun anlam kapsamından ulaşacağı imgelem olanakları
güçlüdür. Şiir; ses, anlam ve anlatım bakımından okur üzerinde etki kurabilecek
zenginliktedir. Sonuç olarak;
Alışılmamış bağdaştırmalar, imge örgüsü, sapmalar, dil kullanımındaki sıra
dışılık, şiirsel ezgi, rastlantısal anlam derinliği, çağrışımsal imgelem gücü,
insanlığın duyarlılığını tetikleyecek anlam alanı, özgünlük, öz-içerik ve biçim
bakımından sadelik, şiirde estetik değer varlığına gösterilecek ögelerdir.
Bunlara dayanarak; “Şiirde estetik kaygıyı tetikleyecek donanım vardır ve
şiir yüksek estetik değere sahiptir” diyebiliriz.
b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası
Estetik algı ve estetik değer yargısı, insanın yaşamsal algıları ile bir
bütündür. Her insan zihni bu algı ve yargı için hazırdır. Şairin okurda hazır
olan bu estetik algı ve yargıyı doğru harekete geçirmesi ve uygun yönetmesi
gerekir. İnsan güzeli arar, güzele ihtiyaç duyar, mutluluk ve geleceğini
güzellikte bulacağına inanır; güzellik kaygısı aynı zamanda dürtü ve güdülerin
yönlendirdiği bir gerçektir. Bunun adına da “estetik kaygı”
denir. Estetik kaygı; kültür, bilgi, birikim, toplumsal olgular, yaşamsal
değerler ile yaşamsal süreçte yeniden yapılandırılır. İşte bunlar estetik
algının duyarlılığını güçlendirir ve algıyı daha etkin işler hale dönüştürür.
İnceleme sonuçlarına baktığımızda; şiir, okurdaki estetik algıyı uyaracak
ve ortalama bir okurun anlama-düşünme-duygulanım sürecini tetikleyecek
nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanıya varmamızı sağlayan gereçler: Şiir,
yazıldığı dönemin sorunlarını çok iyi yansıtmıştır. Okurun duyarlı olduğu bir
konuyu gerçekçi ve sıra dışı biçimde ele almıştır. Okuru sorunlarıyla
bütünleştirmiştir. Ekonomik koşullar ve sosyal yaşamın insanda yarattığı
travmaya merhem gibidir. Ayrıca okurun estetik kaygısını sarsacak, onu
hayranlığa taşıyacak etkenler oldukça fazladır.
Okur, emeğe saygısızlığa duyarlıdır; çünkü emeği gasp edilendir. Ekonomik koşulların yarattığı yaşam biçimine
tepkilidir; içinde yaşayandır. Kaygılı ve yalnızdır; insana değil maddi kazanca
değer verilmektedir, bundan sürekli zarar görendir. İşte bu kaygılarının öz ve
özgün dile getirilişi, okurun ilgisini çekecek, algı-anlama-düşünme sürecini
tetikleyecek ve estetik yaşantıya girmesini sağlayacaktır. Başka bir
söyleyişle, okurun hazır olan estetik kaygısına daha duyarlı gereçlerle
dokunulmuştur. Ona çıkış yolu göstermiş ve umut vermiştir.
Bunlara dayanarak şu sonucu çıkarabiliriz: Şiir; okurun estetik algısını
harekete geçirebilecek yeterli donanıma sahiptir. Okur, içinde yaşadığı
toplumsal sorunlarla yüz yüze getirilmiştir.
c. Durumsal Estetik Değer Tabakası
Şiire yansıyan, okur
ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi
birikimi gibi) ortaya koyduğu toplam estetik değer ve estetik algıyı
“Durumsal Estetik Değer Tabakası” diye tanımlıyorum. Başka bir deyişle, bu
tabaka tarihsel birikimlerden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal değişime
kadar olan görüngülerin yaşama yansıdığı ve ayrıca zihinde canlandığı bir
sonuçtur.
Bu tanımlama ve inceleme sonuçlarından yola çıkarak;
Okur, duyularını uyaran etkileşimlere karşı her zaman açıktır; ancak
duyuların uyarılması sonucu etkileşim, inanç ve ideolojik ön kabuller gereği
görecelidir. Okurun estetik algısı; yaşam, nesne ve evren arasındaki ilişkileri
görme/okuma biçimine bağımlıdır. İdeoloji, inanç, kültür ve bilgi birikimi gibi
etkenler, estetik beğeniyi sağlayabilir ya da şiirin tamamen reddine yol
açabilir. Her ne kadar basmakalıp düşünce sahipleri bunu başka bir açıdan görse
de sanat eserinin asıl hedefi okurdur. Sanat veya şiir; sanatçı, yapıt ve okur
(alıcı/izleyici) üçgeninde bir değer taşır. Öyleyse, buna göre ele aldığımızda
durumsal estetik değer konusunda nasıl bir sonuç ortaya çıkar?
“Kapattığımız sağnak
akşamları açtığımız sabahları 300.000 / Elimde kolumda senin seslerin var gel
de aldırma / Kalk ellerini yıka bize gidelim” dizelerini şaire söyleten, yaşadığı çağın sorunları
değil midir? Şairde yarattığı aşırı
yoğunlaşma değil midir?
İnceleme sonuçlarına göre, ortalama okur için estetik yargı olumludur ve
şiirin estetik değeri yüksektir. Ancak “Allah gelene kadar” sözü, bir kısım
bağnaz okurda itici bir durum oluşturabilir; ancak bu dize yerine tam
oturmuştur. Estetik beğeninin göreceliliği gereği, bağnaz yargıya sahip
insanlar için estetik değer ve olumlu estetik yargıdan söz edemeyiz.
(Not: Şair elbette
okurun dünya görüşünü dikkate almamalıdır; kendi imgeleminin kurduğu eseri
ortaya koymalıdır. Ancak eseri incelerken, sağlıklı bir çözüm için okurda
doğuracağı etkiyi her yönüyle sorgulamalıyız.)
İdeolojik veya dinsel
yaklaşımı tutucu olan bir şairin imgeleminden doğan şiir de çağdaş okur için
aynı sonucu ortaya koyacaktır. Ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim,
kültür ve bilgi birikimi gibi etkenler; şair, şiir ve okura yansır. Bu durumda
estetik algı ve yargı, görecelidir. İşte bu düşünceden hareketle,
“durumsallık”tan söz ediyoruz.
Bunları dikkate alarak sağduyulu bir yaklaşımla; şiir, çağıyla özdeştir,
insanıyla bütünleşmiş bir görünümdedir. Dolayısıyla “durumsal estetik değeri”
yüksektir; çağın sorunları, yaşam biçimi ve insanıyla bütünleşiktir. Toplumsal
olgu ve olaylar, şairin şiirini bu yönde kurmasına neden olmuştur.
Sonuç olarak: Şiir, estetik değere sahiptir. Okur, şiirin temasına karşı
duyarlıdır. Koşullar, şair, şiir ve okur üzerinde etkilidir.
8. SONUÇ
Çözümlemeden sonra şiirde göze çarpan en önemli özellik; anlam bakımından tutarlılık, bağlaşıklık ve metinler arası ilişkiye üst seviyede önem verilmiş olmasıdır. Diğer bir söylemle şiir, anlatım, anlam, çağrışım ve biçim bakımından bütünlüklü ve çağdaş insanın toplumsal yaşamını üst düzeyde şiirsel bir dille resmedebilir niteliktedir. Şiirdeki katmanların birbiriyle ilişkisini bu denli dengeli kurabilmek; güçlü donanım, zengin imgelem ve farklı bir görme biçimi gerektirir. Yani şiirin kurgusu, şairin yaşamsal ilişkileri çözmüş bir düşünce adamı ve farkındalıklı bir sanat anlayışına sahip olduğunu gösterir.
Şairin; dünya, nesne, yaşam, toplumsal yaşam, çağ ve insan ile aralarındaki
ilişkiyi okuma yeteneği çok yüksektir. Bire bir anlatım tekniğini kullanmamış,
“yansımanın gerçekliği[24]”ni
ve sözcük ve tamlamaların çağrışım gücünü esas alarak şiirini kurmuştur. Yalın,
sıra dışı, algı sarsıcı ve etkileyici bir dil kullanmıştır. Şiir etki ve
duyarlılık yaratma açısından oldukça başarılıdır. Anlam alanı oldukça örtük
olmasına karşın her okurun kendisine bir şeyler alabileceği çoğul ve
rastlantısal anlam/imgelem olanağına sahiptir şiir. Sözcük seçimi ve ekonomisi
çok iyidir. Anlatım, anlamı güçlendirirken anlam da anlatıma yönelmiştir.
Şiirde algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanılmamış,
şiirsel/sanatsal bir anlatım sergilenmiştir. Şiirin çağrışım gücü, her okurda
farklı alanlarda imgelem doğurma yeteneğine ve sanat yetkinliğine sahiptir.
Şiirde biçim, anlam ve anlatım çok iyi seviyededir. İmge yoğunluğu ve anlam
bütünlüğü dengelidir. Anlamsal ritim uygun kurulmuş; ritme bağlı olarak ses
yüksek tondan düşük tona doğru oluşturulmuştur. Daha genel anlatırsak şiirsel
ezgi, yüksek frekans aralığından düşük frekans aralığına doğru kurulmuştur; bu
ses kurulumu da anlama bağlıdır. Etkin ve yetkin bir şiirdir. Daha doğrusu,
kendi alanında Üçyüzbin şiiri çok iyidir, diyebiliriz. Şiirsel ezginin
sürekliliğini ve akıcılığını belirli frekans aralığının dışına taşıran birkaç
göz ardı edilebilir ses kaybı vardır. Ancak bu durum, anlam ve anlatımın
gücüyle duyumsanamayacak düzeye çekilmiştir. Coşum değeri çok yüksektir; ne var
ki şiir anlamsal olarak örtük ve kodludur. Bu yüzden, her okurda aynı düzeyde
coşum oluşturabilme yeteneğinden ödün vermektedir. Böyle olmasına karşın her
okur için şiirden alımlanabilecek çok şey vardır. Şiir; toplumcu bir bakış
açısıyla yazılmış, çağına ve çağdaş sanat anlayışına uygundur. Yakın tarihin
toplumsal olay ve olguları, örtük bir biçimde şiire giydirilmiştir. Dönemin
toplumbilimsel ve ruhbilimsel özelliklerini çok iyi yansıtmıştır. Bir alamda
şiir, doğum yerini ve doğduğu çağı çok iyi betimlemiştir.
Anlam, dönemin koşullarını ve
insan davranışlarını bütünlüklü bir biçimde yansıtan bir tema üzerine
kurulmuştur. Çok iyi düzeydedir.
Yatay ses kurgusu çok iyi
düzeyde, düşey seste göz ardı edilebilir patlamalar vardır; ses iyi düzeydedir.
Anlatım, sıra dışı,
sarsıcıdır; dil kullanımı özgün ve okuru bağlayıcıdır. Üst düzey bir anlatım
tekniği vardır.
Rastlantısal anlam alanı çok
geniştir.
Çağrışımsal imgelem yaratma
gizilgücü çok yüksektir.
Rastlantısal imgelem doğurma
gücü çok yüksektir.
Şiirde coşumu artıran ve
estetik değer varlığını kanıtlayan çok fazla gereç vardır.
İnceleme sonuçlarına
dayanarak: ŞİİR, “YÜKSEK ESTETİK VE SANATSAL DEĞERE SAHİPTİR.”
Şiiri
Şairden Korumak
Bilimsel ve sosyal kuramlarla uyuşmayan;
bilginin, mantığın, zekânın ve aklın çıkarımı olmayan; ithal ve ezbere
dönüştürülmüş her tür yaklaşımı, söylenceyi, yargıyı ve çıkarımı; şiir
sanatının gelişimi için sorgulamak şair sorumluluğudur.
Sanat,
şiir ve sanat felsefesi ile estetik konusunda kafa yormuş adı belli kişilerin
geçmişte yazdıklarına ve söylediklerine bakılırsa bu kişilerin, doğru
bildiğimiz pek çok yanılgının savunucuları olduğunu görürüz. Yaptıklarının
yanlış olduğunu söylemiyorum. Kaldı ki yanlış olduğunu söylemem, sanat hakkında
öne sürülen düşünceyi zamandan ve bilgi birikiminden bağımsız değerlendirmiş
olurum ki bu da sağlıklı bir sonuç doğurmaz. Ayrıca doğrunun, doğruluk
değerinin göreceli olduğunu düşünebilecek birikime sahibiz artık. 1882 yılına
kadar kimse içten yanmalı motoru bilmiyordu. İki yüz elli tonluk dev bir
kütlenin okyanus ötesi uçabileceğini 1900’lü yıllardan önce kimse bilemezdi.
Bilinçaltının güçlü bir bilgi deposu olduğunu Sigmund Freud’dan önce ayrıntılı
olarak kimse çözümlememişti. Sanatın insan aklı dışına taşma girişimi olduğunu,
insanın varlığını ve sürekliliğini sağlamaya yönelik temel yönelimin bir sonucu
olduğunu kimse düşünemeyebilirdi. Bugünün bilgi birikimi ile geçmişi
yargılamak, geçmişte yapılanları, ileri sürülen düşünceyi önemsiz bulmak,
üstünde oturduğumuz kazanımları görmezden gelmek anlamına gelir ki böyle bir
tutum, metinler arası ilişkiyi ve bilginin tarihselliğini yok saymak olur.
Sanat,
estetik, şiir gibi kavramlar; insan zihninin sahip olduğu bilgi yüküne, yaşam
koşullarının şekillendirdiği duygu gücüne göre şekil alırlar. Bunları, bugün
sahip olduğumuz teknik ve bilgi birikimi ışığında yeniden değerlendirmek
gerektiğinin altını çizmeliyim. Sanat/şiir hakkında söylenmiş hiçbir çıkarıma
yanlış gözüyle bakmıyorum; sadece zamanın sundukları ve bilgi birikiminin
doğurduğu zihinsel gücün boyutlarına göre şekil aldığını anlatmak istiyorum.
Günümüzde ise insan beyni öylesine çeşitli bilgiler ile donatılmıştır ki neyin
doğru neyin yanlış olduğunu tespit edemeyecek kadar kirli bilgi bombardımanı
altındadır. Aynı zamanda karmaşık olguları, çözümlemek için ayrıntılı araç ve
birikime sahiptir. Zamanın olanakları, bilginin teknolojiye dönüştürülmesinden
çıkarılan sonuçlar ve aklın evrimsel gelişimine koşut, sanatı ve sanatın
amacını yeniden tanımlamak durumunda kalabileceğimizi göz ardı etmemek
gerektiğini düşünüyorum.
İlk
Çağdan bugüne kadar üretilen bilgi, sanatsal çalışmalar, emek ve düşünce;
bizler için çok değerlidir. Sanat
tarihine konu olan, özellikle modern sanatın içinde var olan akımlar, diğer bir
deyişle ...izm’li sanat yaklaşımları, numaralandırılmış ve ışıklı vitrinlere
konmuştur. İnsan bilincine ve sanat anlayışlarına gerekli verileri kazandırmış,
sanatta tarihsel bilgiyi oluşturmuş, etkilerini değerleriyle kanıtlamış ve
çağdaş sanatın içerisinde verilerini yaşar kılıp köşelerine çekilmiştir.
Bunlar; sanatın ve bilginin tarihselliğini; metinler arası ilişkinin anlamsal boyutunu;
sanatsal yaratıların sürekliliğini ve engin bir sanat deneyimini; önümüze hazır
bilgi olarak sermişlerdir. Kübizmden sürrealizme, fovizmden dadaizme kadar pek
çok sanatsal yaklaşım, bugünkü sanat anlayışının bilgi birikimi ve deneyimini
oluşturmuş öncü akımlardır; her biri çağdaş sanat anlayışına önemli miras
bırakmışlardır.
Kabul
edilmelidir ki ...izm’li sanat akımları, deneyimsel bilgi zenginliği, görme ve
sezi yetisi ile sanatsal gelişmelere evrimsel bir devinim kazandırmıştır.
Sanatçı, bu akımların ürettiği bilgiye dayanarak görme ve sezi yetisini
güçlendirmiş, beklenenden daha hızlı gelişen bir sanatsal harekete yönelmiştir.
Artık çağımızda parça bölük bilgilerle tanımlanması olası olmayan, çok boyutlu
ve açık uçlu, aklın sınırlarını reddeden bir sanat yaklaşımı kucağımızdadır.
Bu
yüzden, şiire ilişkin eski söylemleri tarihin arka cebinden çıkarıp
sorgulamadan kabul etmek, savunmak, hayran olmak ve işin magazinsel tarafıyla
ilgilenmek; bugünün şairinin/yazarının kabul edebileceği bir durum olmamalıdır.
Tarihsel ve sanatsal bilgiyi yadsımadan, bilginin kullanılabilirliği,
uygulanabilirliği ve sonuçlarını ince eleyip sık dokumalıyız. Bu durumda, neyin
ne olduğunu, doğru bildiğimiz pek çok şeyin de yanlış olduğunu, görme şansı
elde ederiz. Yeni düşünce ve sanata yeni bakış biçimleri üretebiliriz. Var olan
bilginin yinelenmesi, çözümleme için gereklidir; ne var ki o bilgiden yeni
bilgiler üretemiyorsak anlamı yoktur. Bugün şair-yazar-çizer dediğimiz büyük
bir çoğunluk, hatta yazının hatırlı ağızları, -Türk yazınındaki metinlerden de
anlaşılacağı üzere- üretilmiş bilgiyi tespit etmekle uğraşmaktadır. Birbirini
yinelemekten, küçümsemekten, birbirini överek tanınırlık devşirme arayışından
fazlasını yapamamaktadır. Şiir sanatı kocaman bir dünyadır; söz bağlamlarından
ve kısıtlı bilgiden genellemeye gidecek kadar sığ yargılarla hiçbir sonuç
üretemeyiz. Örneğin, “Şiir dili yapay bir dildir” deme lüksünü kendimizde
görmemeliyiz. En önemlisi de bunu söyleyeni alkışlamamalıyız. Her yazar/şair,
dilin farkındalıklı kullanımının yapay bir dil olmadığını, estetik/sanatsal
değer üreten anlatımın zaten dilin kendisinde gizli olduğunu bilmelidir.
Bilimsel
ve sosyal kuramlarla uyuşmayan, bilginin, mantığın, zekânın ve aklın çıkarımı
olmayan, ithal ve ezbere dönüştürülmüş her tür yaklaşımı, söylenceyi, yargıyı
ve çıkarımı; şiir sanatının gelişimi için sorgulamalıyız. Her sanatsever bu
sorumluluğu duymalıdır. Yalan yanlış şeylerle, propaganda ve tebliği mantığıyla
sanat üretme, şiir yazma devri bitmiştir artık. Şiir sanatı bir düşün
sanatıdır; bütün dil sanatlarında olduğu gibi.
Şunu
biliyorum; toplumda anlamı içselleşmemiş sanatsal yabancı terim ve
kavramlardan; duygu değeri oturmamış mitler, öyküler ve kahramanlardan
tanınırlık devşirmeye çalışmak; öne çıkmış kişilerin isimlerini kullanarak bir
yarar sağlamaya çalışmak; yazarın yetkinliğini değil, acizliğini ve artalan
bilgisinin zayıflığını gösterir. Bu yüzden, metnin konusu olan söylence, yargı
ve tamlamaların kime ait olduğu ve ne düşündükleri inceleme konum değildir. Bu
metinde yapamaya çalıştığım şey; yargı, söylence, tümce ve tamlamaları günümüz
verileriyle inceleyip bilimsel ve sanatsal gerçeklikle uyuşup uyuşmadığına
dikkat çekebilmektir.
Sanat
biliminde yeterliliğe ulaşmadan, çok iyi bir şair de olsanız, şiir sanatı
hakkında yargıda bulunmanın ve eleştirmenin altı dolu olmayan söz
kalabalığından başka bir anlama gelmeyeceği kanısındayım. Şiir sanatı; kendine
özgü bir sanat, sanatsal edimlerin pek çoğunu kullanabilen etkinlik; bilgi
disiplinine bağlı bir bilgi bütünlüğü; gerçek katmanı yanında gerçeküstü bir
arka planı; bilgi, algı, düşünme ve anlamanın duyguyla örgütlenmesi gibi kendi
usul ve tekniği olan; dil ve kültür varlıklarının tamamını en çekici ve akılcı
kullanan, yazınsal bir alandır. Diğer sanat alanlarının pek çoğundan daha fazla
gerece sahip; ses ve sesin parçalar üstü birimlerini; duygu, akıl, bilinçaltı,
bilinç üstü ve sınırsız düş ve düşün sistemini; mevcut ve öngörülebilen tüm
yaşam kaynaklarını en iyi örgütleyerek kullanabilen; sınırsız bir dil, kültür
ve düşün evrenidir. İşte bu gerekçelerle, “Şiir akıl dışıdır” ya da “Folklor
Şiire düşman” dır, diyemeyiz.
Neden
diyemeyiz? ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen de dinle’ der gibi bir durum
ortaya çıkıyor bunlardan. Yani, “Şiir akılla tanımlanacak bir şey değil, git
otur evinde. Araştırma, inceleme ve çalışma yapmana gerek yok, gelişigüzel yaz
şiirini” demekle eşdeğerdir. Örneğin küçücük bir örneklemden “Folklor şiire
düşman” diye büyük bir şey söylemiş gibi kocaman bir genelleme yaparsanız şu
sonuca ulaşırsınız: “Boş ver şairim içinde doğduğun kültürü, git kendine başka
bir kültür edin” demek olur. Bu sözleri, nesnel gerekçeleriyle çözümlediğinizde
en iyimser haliyle ulaşacağınız sonuç bu ve buna benzer olacaktır. Çok bilinen
sözler olduğu için isim kullanıyorum. Anıları güzel olsun. Bu söylemlerin
sahibi, Melih Cevdet Anday ve Cemal Süreya’dır ve Türk şiirinin ustalarıdır,
değerlerimizdir; şiirine şairliğine diyecek hiçbir sözümüz yoktur. Saygıyla ve
hayranlıkla anıyoruz. Öneğin, Cemal Süreya’yı nasıl tanımlarsınız, diye
sorsalar: Şiirde dili; asimetrik, güçlü, akılcı ve farkındalıklı kullanan;
folklorü şiire ustaca giydiren; döneminin gelmiş geçmiş en başarılı şairidir,
diye tanımlardım. Başta söylediğim gibi, maksadım değerlerimizi eleştirmek
değil; neyin ne olduğuna körü körüne inanmadan bugünün bilgisiyle sorgulama
gereğinin altını çizmektir. Kaldı ki söylenceleri, zamanının birikimi ve ilgili
bilimlere egemen oluşlarıyla ilgilidir; bu durum, yaşayan şairler için de
geçerlidir. Küçük bir örneklemden şiir ve folklor gibi birbirinden beslenen
kocaman iki dünyayı düşman ilan eden bir söylemi hâlâ geçerli görebilen bir
akıl, bilimsel süreçleri çalıştıramıyor; sağduyulu çözümlemeler yapamıyor
demektir.
Şiir
yazıları, yorum ve çıkarımlarında; şiiri büyük bir sanat olarak göstermek için,
atar tutar, söyler geçer, benzetir boyar türünde bir sürü söylem vardır.
Bunlarla, şiir severleri ve okuru oyalamamak gerektiğini düşünenlerdenim;
özellikle de lise ve lisans eğitimi alan öğrencileri. Bu maksatla;
19
ve 20. Yüzyıl sanat literatüründe, şiir, şair ve sanat adına söylenmiş; içi boş
tanımlamaları, tamlamaları (“estetik soyutlama” gibi, soyutun
soyutlanabildiğini daha hiçbir bilim açıklayamadı) ve tümceleri toplayıp
dikkatinize sunmaya çalışıyorum. Bunlar; şiiri/sanatı etkilemiş/oyalamış ama
bugünkü bilgimizle çağın boş birer söylemi olduğu anlaşılanlardır. Bir
kısmının; görüş biçimi, öğreti bütünlükleri gibi bilimsel aklı sınırlayan,
büyük abilerinden aldığı emirlere göre söylem geliştiren, dış kaynaklı bilgilerin
gelişmişliğinden kuşku duymayan bir mantığın çıkarımlarından/yinelemelerinden
ibaret olduğunu açıklıkla anlayabiliyoruz. Aşağıdaki her tümce, tamlama ya da
söylemin; şiir/sanat adına yarar sağlamadığını, bir anlam içermediğini hatta
bir kısmının zarar bile verdiğini; nesnel gerekçeleriyle birlikte ortaya
koyabilirim. Ne var ki ilgili alanın verileriyle ortaya koyduğum sonucun,
tamamıyla anlaşılmasını sağlayabilir miyim, işte bundan emin değilim. Çünkü
gerekçeleriyle birlikte ortaya koyduğum sonucu okuyabilmek için, yeni bir bakış
açısı gereklidir. Bunca yıldır batılılar söylemiş bizimkilerin çoğunluğu
yinelemişler ve kimse bunları sorgulamamış., Tam tersi yanlışı yanlışla
düzeltmek için adeta yarış yapmışlardır. Şiir felsefesine yönelik deneme
kitaplarına ve şiir yazılarına baktığınızda, çoğu kitapta bu söylemlerin
izlerini, övgülerini, süslenerek yeni söylenişlerini ya da yakın anlam taşıyan
temelsiz yorumlarını görebilirsiniz.
Şiir
sanatı ve kültürü, büyük bir evrendir. Ölçütü, değişkeni, değerler dizgesi;
oldukça karmaşık bir alandır. Bu metinde amacım, şiir yazılarına ilişkin
gördüğüm ve araştırma sırasında sıkıntısını çektiğim birkaç sorunu dile
getirmekti. Şiirsel ezgiyi incelerken kaynak bulamadım dünya literatüründe.
Yinelemeler, genellemeler, özlü sanat sözleri sayfalar dolusu; işin aslına
değinen bütünlüklü metin neredeyse yok gibi. Elbette şiir sanatı hakkında
önemli bilgiler üretilmiştir Türk yazınında. Geçmişten günümüze kadar çok güzel
yapıtlar da ortaya konmuştur. Türk şiirine hizmeti geçen şair, yazar ve
eleştirmenler; saygıyla önünde eğileceğimiz değerlerimizdir. Yapmaya çalıştığım
şey, değerlerimizi eleştirmek ya da yadsımak değildir; onların o günkü
bilgisinin bugünkü bilgiyle yeniden sorgulanmasının önünü açabilmektir. Şiir
gelip tıkanmıştır genellemelerin kucağında. Sorgulanamaz, sorgulansa da bir
sonuç çıkmaz, o zaman doğruysa bugün de doğrudur mantığından sıyrılmak için bir
bakış açısı geliştirebilmektir. Tartışılan, sorgulanan her şeyin altından
mutlaka dikkate değer bir şeyler çıkar. Zaten gelişim, dönüşüm ve yenilik de
böyle gün yüzüne çıkar.
Şiirin
felsefesinden yola çıkıp insanla olan ilişkisini bilimsel olarak çözümlemezsek
tıkanıklığı aşamayız. Şairler arasında sağlıklı bir tartışma kültürü, iletişim
ve eleştiri anlayışı yoktur. Bu şöyle olmalı dediğinde ya da
söylediğini/yazdığını onaylamadığında, kendisine hakaret edildiğini düşünüyor.
Ben konuya bu açıdan baktım; senin belirttiğin açıdan da sorgulanmalıdır,
diyemeyecek kadar koşullanmış sıkıntılı bir anlayış çoğunluktadır. Şiir;
düşünceden dile, bilinçaltından bilince, dilden dilbilime, fizikten biyolojiye,
soyuttan somuta, gerçeklikten gerçeküstü dünyaya ve sanattan insan ilişkisine
kadar koca bir dünyadır. Ben bilirim, ben doğuştan yetenekliyim gibi sözde
tutumlarla, gelecek için değer yaratılabilecek bir sanat değildir.
Sonuç
olarak, aşağıdaki aforizma/tümce/tamlamaları söyleyenler, bir bakış açısından
ve bağlam altında konuya yaklaşmışlar ve kendilerince haklı gerekçeleri vardır
ki söylemişler. Ancak ilgili disiplinlerin ilkeleriyle yaklaştığımızda, boş
söylemler olduğu hatta şiire zarar verenlerinin olduğu gün gibi ortadadır;
“Folklor şiire düşman”, “Şiir akıl dışıdır” gibi… Çoğu, şiir adına hiçbir
anlamı olmayan çıkarımlardır. Boş yere zaman harcıyoruz; bunlarla oyalandığımız
için asıl ele alınması gereken konular, havada kalıyor. Günümüz bilgisi,
bunları kaldırıp atacak kadar güçlüdür ve dolaşım/iletişim olanağına sahiptir.
Bunu yazarken abarttığımı düşünmüyorum; ne yazık ki yazınımızda şiir yazısı
diye yayımlanmış/yayımlanan çoğu metin bu durumdadır. Neyin doğru neyin
anlamsız olduğu ve neyin şiire zarar verdiği konusunda biraz çaba gerekiyor
yazınımızda. İşte ben bu çabaya: Şiiri, şairden korumak, diyorum. Şiir ve şiir
yazılarıyla, şiir sanatına önemli değerler kazandıran şairlerimizi,
yazarlarımızı; bunun dışında tutmalıyız.
İşte
bazı örnekler aşağıdadır: Kaç tanesinden şiir adına kazanım elde
edebileceksiniz? Bu yargı tümcelerinin çoğu, yabancı şairler/düşünürlerin
sözleri olduğunu, bizim şairlerimiz tarafından doğrulanmaya çalışıldığını
söylersem sizler için bir şey anlatır mı, bilemiyorum.
Şiir düşünceyle değil, sözcüklerle yazılır.
Şair, dili kullanmayı reddetmeden şiir
yazamaz.
Şair, dile başkaldırarak işe başlamalıdır.
Şiirde anlam aranmaz. Şiir bilgi içermez.
İdeolojik brikimi olmayanın estetik birikimi
olmaz.
Şiirin kıyısına düştü.
Sanatsal birikimi olmayanın estetik beğenisi
olmaz.
Kurallar şiirden çıkar; kaç çeşit gerçek şair
varsa o kadar da gerçek kural vardır.
Bir şiirde önemli olan ne söylenendir ne
söyleyiştir ne anlamdır ne de musiki. Başka bir şeydir, tarif edilemez.
Şiir tarif edilebilseydi yüz türlü değil bir
türlü şiir tarifi olurdu.
Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi
varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar kendisinde biter. Bütün
soyluluğu da buradan gelir.
Estetik soyutlama, Mücadele estetiği, Estetik
farklılaşma
İdeolojiye hizmet etmeyen sanat, sanat
değildir.
Şiir dili bir üst dildir. Şiir dili yapay bir
dildir.
Şiir dikey doğruların Tanrısıdır.
Şairin en büyük yükü üstünde bir buyruğu
taşımasıdır.
Şair, şiirinde kendisi olmalıdır.
Şiir, sözcüğün kavramla buluşması sürecinde
oluşur.
Şiir diyalektik bir dildir.
Şiir geldi sözcüğe dayandı veya Şiir geldi
dayandı kelimeye…
Folklor şiire düşman…
Sanat, sanat içindir veya sanat, toplum
içindir.
Şair, dünyayı sözcüklerle gören insandır.
Şiirin konusu yoktur, hayatı vardır.
Şiir de kendisinin ne olduğunu bilmez.
Şiir yazmak sözcükleri savurma sanatıdır.
Şiirin estetiği bir matematiktir.
Şiirler, şairlere kendilerini yazdırtırlar.
Şiir imgelerin soyutta birleşmesidir.
Şiir aykırılıkların imgelenmiş halidir.
Şiir politik/apolitik olmalıdır. Şiir iktidar
karşıtlığıdır.
Şiir asidir! Şiir her şeye muhaliftir! Şiir
isyandır, başkaldırıdır!
Şiir ne söylemediğindir.
Şiir sözcüklerin arasındaki boşluklardadır.
Şiir, kendinden başka bir şey olmadan başka hiçbir
şey olamaz.
(…)
GELECEĞE MEKTUP
Nesnenin ya da fizyolojinin evrimi değildir asıl
olan; düşüncenin, düş gücünün evrimidir. Çünkü dünyayı yaşanabilir kılan ya da
ateş topuna çevirecek olan düşünce ve düşlemin gücüdür.
Sana nasıl seslenmeliyim, bilemedim; bağışla beni geleceğin çocuğu.
Oturdum, mektup yazmaya çalışıyorum. Beş veya on asır sonra birbirimizi
anlayabilecek miyiz, bundan bile emin değilim. Senin için söylediklerimin bir
anlamı olacak mı, onu da bilmiyorum. Tarihsel bilgi olarak ne aktarabilirim
kestiremiyorum. Bugünkü dünya ve gelecek görüşümle, çağımdan ve gelecekten söz
edebilirim ancak; senin düşünce dünyanı ne yazık ki okuma yetisine sahip
değilim. Amacım yol göstermek değildir; böyle bir yeteneğim olmadığı gibi yol
göstermeye gereksiniminin de olmayacağını düşünüyorum. Mektubumu, en azından
beni ve benim çağımı anlaman için yazıyorum. Geçmiş ile gelecek arasında bir
köprü kurulmadığı sürece, bilginin tarihselliği ve metinler arası ilişki diye
isimlendirdiğimiz devinim, seni ek araştırmaya zorlar. Ulaştığın sonuç, bizi
anlamak için yeterli olmayabilir. Geçmişimi, çağımı ve geleceği öngörebildiğim
kadarıyla tanımlamaya çalışayım.
Mektubumu; bulut teknolojisi, beynine enjekte, sanal görüntü veya daha
gelişkin iletişim aygıtlarıyla okuyor/dinliyor/görüyor olacağından eminim.
Bizim kuşak, terörün, savaşın, kavganın içinden kopup geldi; bugün de bunlarla
iç içedir. Anlayacağın bizi, çatışma kültüründen beslenen atalarımız
yetiştirdi. Buna karşın, atalarımızla duygudaşlık kurduğumuzda onlara
kızamıyoruz. Onların yaşam, gelecek, değişim ve gelişim algıları böyle
gerektiriyordu; bizimki de çok farklı değildir. Senin çağın ve düşünsel dünyan,
aynı çatışmanın içinde olacak mı şimdiden bir şey söylemek zor. Ancak sen daha
fazla çatışmalara açık bir çağ yaşayacaksın, görebiliyorum: İnsan nüfusu, diğer
canlıların nüfusuna oranla daha hızlı artış göstermektedir. Yaşamda var olma
üstünlüğüne ve olanağına sahiptir. Dünya aynı dünya, su ve kara parçalarının
gıda üretimi insan nüfusu kadar hızlı artış göstermemektedir. Su ve gıda gibi
temel gereksinimler, senin çağında ulaşım, bölüşüm, dağıtım sorununu
doğuracaktır. İster istemez yüksek yoğunluklu bir çatışmanın, mutlak bir
yarışın içinde olacaksınız. Diğer yandan teknolojinin sağladığı hız ve nükleer gelişmeler,
daha büyük sorunları beraberinde getirecektir. Üstelik senin kuşağın, bugünkü
insan egosundan daha fazla egoya sahip olarak yaşamda var olmaya çalışacaktır.
Bunları, başka alanlarda çalışanlar ve istatistikî araştırmalar daha
ayrıntılı söyleyecektir. Ben mektubumda sanatsal konulara ilişkin bazı
ayrıntıları dile getirmek istiyorum. Senin zamanında belki yağlı boya tablo
yapılmayacak; bizim zamanımızda yapılmış olanlar da bir anlam taşımayacak
olabilir. Bunların çok daha gelişkin olanlarını sayısal teknoloji veya düş
dünyanla sanal olarak yapacaksın. Duvarlarında tablo yerine sayısal
teknolojiyle oluşturduğun görüntüler yer alacaktır; kim bilir bizim
düşleyemediğimiz biçeme sahip yapıtlar olacak. Biçime dayalı heykel ve resim
gibi sanatlar, daha gelişkin teknikle üretilebilecek, bugünün yapıtlarıyla
benzerlikleri olmayacak belki. Teknoloji ve sanat tekniği ne kadar gelişirse
gelişsin, insan denen varlık aynı değişime uğramayacaktır. Varoluş amacına
yönelik çabası ile duyguları bugünden çok farklı bir düzleme taşınamayacaktır.
Üremesi, yaşama çabası, kendini gerçekleştirme güdüsü ve beslenme amacı bugünün
koşullarındakine benzer olacaktır.
İnsanlık, günümüze kadar savaşlarla zaman yitirdi. Barış ve sevgi içinde
çağdaş bir dünyada yaşayabilirdik; bunu kurabilme yetisine sahip olduğumuzu
düşünüyorum. Geçmişimiz, bize böyle bir dünya bırakmadı; biz de kuramadık. Barış ve sevgi içinde insanca yaşanabilir
yeni dünyanın kurulması, bilincin kendi yaşamsal ve
varoluş değerleriyle yapılandırılmasına bağlıdır. Yaşamsal ve varoluş
değerlerini en üst düzeyde açığa çıkaran şey, sevgi ve onun türevleridir. Senin
kuşağın, sevginin oluş ve sürekliliğine yönelik ayrıntılarını daha net
keşfedecektir; ben bugün bilebildiğim kadarıyla bundan söz edeyim. Sevgi, beden
salgıları ve bilincin yapılandırılmasına bağlıdır. İnsanın asıl amacı, yaşamın ve neslin sürekliliğini sağlamak için
en yüksek seviyede kendisini gerçekleştirmektir. Buna bağlı olarak, sanatın
asıl amacı, sevme duygusunu yüksek kılarak yaşam sevincini güçlendirmek ve
bununla aklın evrim sürecini hızlandırmaktır. Sevginin gerisinde, haz duymaktan insanın yaşama
bağlılığına, en iyi yaşamsal koşulları oluşturmaktan neslin sürekliliğinin
sağlanmasına ve aklı evrimleştirerek en güç koşulların üstesinden gelme
çabasına kadar sıkı bir kararlılık vardır. Varoluş
güdülerimiz ve bilincimizin yönlendirdiği bir olgudur. Beynimizin çalışma
biçimi ile şekillenen karmaşık bir evrendir. Bu evrenin oluşumunda, sanatın
gücü önemli yere sahiptir. Sevgi, bugün olduğundan daha farklı çözümlenmeyi,
keşfedilmeyi ve daha farkındalıklı bir yaklaşım sergilemeyi bekler. Neden
söylüyorum? Sevginin olduğu yerde savaş ve çatışma kültürü beslenemez,
varlığını sürdüremez. Ayrıca, sevgisiz sanat üretilemez; sanatsız da sevgi
güçlü kılınamaz.
Benim çağım sıkıntıların henüz aşılamadığı bir çağdır çocuk. Yazdıklarım
sıradan bir sızlanma değildir; birer nesnel gerçekliktir. Sanat, özellikle
yazın sanatı ellerimizde can çekişiyor. Onu, estetik değeriyle ele almıyoruz,
meta değeriyle yönlendirmeye, yapmaya ve ölçmeye çalışıyoruz. Anlayacağın
duyguların yönlendirmesine göre değil; öğretilmişliklerin, çatışmanın,
dayatılmış sistemlerin yönlendirmesine göre sanat ortaya koymaya çalışıyoruz.
Bir anlamda taklit aşamasının ötesine geçemedik diyebilirim. Sanatın amacı ve
işlevi, insanın yaşam sevincini artırarak düşünsel evrimini hızlandırmak
olmalıdır. Tam insan olması yönünde itici güç olmalıdır. Biz, asıl amacı bir
yana itip görünür olma çabası içinde birbirimizin omzuna basmaya çalışan
kalabalıklarız. Sanat, eğlence ve estetik tavır geliştirmek için temel ögedir.
Biz, estetik tavır göstermek şöyle dursun, sanatla eğlenmiyoruz bile. Varsa
yoksa sanatı kullanarak maddi kazanç sağlama ve üstünlük güdülerini doyuma
ulaştırma peşindeyiz.
Şiir, öykü ve roman gibi yazın sanatları, biçimden çok anlam alanında
değişime gebe olacaktır; çünkü bunlar düşünce dünyasının ve imgelem gücünün
çıktılarıdır. Bugünün yazın sanatları ile zamanının yazın sanatları arasında
karşılaştırma yapabilmen için bazı verileri ortaya koymanın yararlı olacağını
düşünüyorum. Biz nasıl Aristo’nun Poetikası’nı okuyor ve Horatius’un Arz
Poetikası’nı didik didik ediyorsak, sen de çağının sanatını daha ileriye
taşımak için günümüzün sanatsal bilgilerini incelemek zorunda kalacaksın. Çağımıza
ilişkin bilgi ve deneyim, senin için çok anlamlı olmayacak, bunu görebiliyorum;
sen daha ileri düş ve düşünce dünyasında yaşayacaksın; her ne olursa olsun
tarihsel bilgi ve sanatsal kalıtlar en azından yaratıcılık konusunda katkı
sağlayacaktır.
Sanat, geçmişte gücün, inançların ve ideolojilerin emir eri gibi
düşünülmüştür. Günümüzde de benzer şekilde ele alınmaktadır. Biçim
değiştirmekle birlikte çok farklı bir yaklaşım içerisinde olmadığımızı
söyleyebilirim. Senin zamanında, sanatın asıl amacı ve işlevine dönük iyi yönde
değişim ve dönüşüm kesinlikle olacaktır. Ancak şunu unutmamalısın; insanın
gereksinimleri ve bu gereksinimleri karşılama biçimi çok belirgin yön ve şekil
değiştirmeyecektir. Bilgi ve bilginin kullanımı ne kadar gelişirse gelişsin,
insanın tutumu, bu gelişime koşut değişime uğramayacaktır.
Bizler; inanç, ideoloji, politika ve sanat gibi görüngüler arasındaki
ilişki ile ayrımı, sağlıklı çözümleyemeyen bir kuşağız. Sapla samanı birbirine
karıştırıyoruz. Nasıl olsa hepsi midede eriyecek diye her birini karıştırıp
yutmaya çalışıyoruz. Daha belirgin bir örnek vermek gerekirse, şiirle öykü
arasındaki ayrımı bile sağlıklı göremiyoruz. Konusunda yetkinliğe ulaşmış
yazarları/şairleri de yeterince izlemiyoruz; çünkü bizde yapılandırılmış olan
hırsların tutuklusu durumundayız. Gündelik yaşayarak büyük işler
yapılamayacağını bilmemize karşın kendimize dönmüyor ve değişim konusunda ağır
aksak davranıyoruz. İşte bizim yaşam, sanat ve yazına bakışımız bu durumdadır.
Ne yazık ki sana daha geliştirilmiş bir sanat evreni devredemeyeceğimizi açık
yüreklilikle söylemeliyim.
Sayısal teknolojiyi iyi kullanamıyoruz; üstelik kullanıcı düzeyinde
bunları öğrenmekten kaçınan bir yaklaşım içindeyiz. Çağın gerekleri gelip
kapımıza dayanmış, hazır olarak önümüze konmuş olmasına karşın bir elimizle
onları itiyoruz. “Zamanım yok, ne işime yarar, aman sende, aklım ermez” gibi
gerekçeler ileri sürüyoruz; aslında hepsi tembelliğin bir sonucu. Teknoloji çok
hızlı gelişiyor. Yakalamak için çok çalışmak gerekir. Diğer tarafını
düşündüğümüzde, benim kuşağım az şey yapmış sayılmaz. Nazım Hikmet’imiz, Sait
Faik Abasıyanık’ımız, Aziz Nesin’imiz, Yaşar Kemal’imiz… var. Çağın hızına oranla yavaş hareket etmemiz
anlayışla karşılanabilir; sen de bunu anlarsın diye düşünüyorum. En azından
keşfedilmedik daha pek çok görüngünün olduğunu, bunlar senin aracılığınla,
zamanla gün yüzüne çıkarılacağını biliyoruz. Bunlara ortam yaratmaya
çalışıyoruz.
Öğretici davranmak, öğüt vermek, davranışlarınızı yönlendirmek dahası
kontrol etmeye çalışmak, en başta gelen hastalığımızdır. Böyle yaparsan şöyle
olur demek hoşumuza gider. Deneyimden edindiğimiz bilgiyi senin de aynen
kullanmanı bekleriz. Öğretici olamayan iyi birer öğretmeniz. Söylemekle değil;
yaptıklarımız ve tutumlarımızla bunları aktarabileceğimizi bildiğimiz halde
öğüt vermekte ısrar ederiz. Bu, çatışma kültürünün bizlerde yarattığı bir
sonuçtur. Başta söylediğim gibi mektubumu ne sızlanma ne de öğüt vermek
amacıyla yazıyorum. Senin düşünce ve düş dünyan; oldukça gelişkin, bilgiyi doğru
kullanan, insan-emek odaklı, barışçıl ve özgür bir ortam yaratacaktır. Bundan
kuşkum yoktur. Geleceğe bu kadar güvenle bakabilmemin ve sana güvenmemin
altında şu düşünce yatar: Nesnenin ya da fizyolojinin evrimi değildir asıl
olan; düşüncenin ve düş gücünün evrimidir. Çünkü dünyayı yaşanabilir kılan ya
da ateş topuna çevirecek olan düşünce ve düşlemin gücüdür. Bizden sonra gelen
yakın kuşaklara baktığımda; duygudaş, çağdaş, akılcı, bilimsel, özgür bilince
sahip ve donanımlı bir gençlik buluyorum karşımda. Dayatma ve çatışma
anlayışından vaz geçen, özgür ve insan olma onurunu daha üstün tutan bir
anlayışı egemen kılmaya çalışıyorlar. Güven veriyor, umut veriyorlar.
Günümüz silah teknolojisi, kısa sürede dünyayı yerle bir etme yeteneğine
sahiptir. Bilimsel bulgular, yaşam kaynaklarını kısa sürede kullanılamaz hale
dönüştürebilir. Biyolojik bir saldırı veya kendiliğinden gelişen ve dönüşüme
uğrayan bir virüs dünyayı birbirine katabilir. Bu gelişmeler, senin zamanında
akıl almaz boyutlara varacaktır. Doğru yönetilmez ve insana dönük kullanılmazsa
büyük bir tehlike seninle demektir. Üretilen bilgiyi insan odaklı kullanmak
zorunda olduğumuzu sen de görüp önemini anlamış olacaksın. Bu yüzden, bugünden
sonra çatışma ve dayatma mantığını dışlayarak sevginin güçlü kılınması için
çaba harcamalıyız. Sevginin olduğu yerde birbirine saygı ve dinginlik vardır.
Bu duygunun güçlendirilmesi, en çok önem vereceğin bir konu olmalıdır. Sevgi;
duygudaşlığı, duyarlılığı, saygıyı, cömertliği, çatışmasız toplum yapısını
doğurur. Bu nedenle, sanat gibi sevgiyi güçlendiren görüngülere önem vermek
gerekir. Düşük yoğunluklu sanat ortamında eğitilen çocuklar, şiddete
yönelmezler. İnsanî değerleri üstün tutarak ölüm ve şiddete neden olan
uygulamalardan kaçınırlar. Benim çağım, özgürlük getirmek için savaşa karar
verebilecek kadar dayatıcı anlayışa sahip hastalarla doludur. “Benim davama
hizmet etmeyen sanat, sanat değildir.” diyebilen kalabalığın içinden kopup
geldik ve bu kalabalık halen etkin durumdadır. Öğretilmiş, ayrıştırılmış bu
anlayış, heüz yürürlükten kaldırılamamıştır.
Sistemleri, ülkeleri veya dünyayı yönetmek, insanı yönetmek demektir.
İnsanı yönetmekse duyguları yönetmekle eşdeğerdir. Bildiğiniz gibi olumsuz
duygular, dilsel şiddetten başlayıp terör ve savaşa kadar varan olumsuzlukları
beraberinde getirir. Tarihe baktığımızda, bizim zamanımız dâhil, terör, şiddet
ve savaşlarla geçmiş bir zamanla karşılaşırsınız. Senin de aynı sonucu
yaşamaman için duygu yönetimi denen kavrama eğilmelisin.
Olumlu duyguları toplumlarda başat kılmak, şiddetten, kavgadan ölümden uzak
barışçıl bir toplumun temel taşlarını atmak demektir. Mektubumda sanata yönelik
konulara bu yüzden değinmek istedim. Çünkü sanat, ‘duygu
yönetimi’nin temel bileşenidir. Olumlu duyguları, yani sevgiyi güçlendirmenin en
kolay ve en kalıcı yöntemidir. Adil, duygudaş, duyarlı, sevgi dolu ve özgür
insan, sanat gibi amacı ‘güzeli yaratmak’ olan etkinliklerle
yapılandırılabilir.
Sen bizi çok fazla dikkate alma; bizler, kavgada üstün olmak için şiiri
silah yerine kullanan bir kuşağız. Anlayacağın bizim sanat anlayışımız, kalın
dişli törpülerle inceltilmelidir. Başta söyledim ya, savaş ve şiddetin kol
gezdiği ortamlar, duygularımızı, ülkümüzü ve amaçlarımızı belirledi. Sorunlu
kararları alma ve uygulama zorunda bıraktı. Senin geleceğin akılcı, sevinçli ve
daha çağdaş olmalıdır; dahası bunu umut ediyorum. Çünkü senin duyguların, çok
iyi yönetilmese de özgürlük bilincine varmış ve insan olma değerlerini özümsemiş
durumdasın. Senden; olumsuzluk, haksızlık, şiddet, savaş ve terörden yana karar
çıkmaz, diye düşünüyorum.
Çağımızın en büyük yarası olan ve senin kuşağını daha fazla etkileyecek
olan, önemli bir soruna daha değinmek istiyorum. Bildiğin gibi doğada var olan
her canlı türünün bir işlevi var ve doğanın kendi kendine kurduğu bir dengede
sürekliliğini korumaktadır. Biz buna ekosistem diyoruz. Günümüz teknolojisi,
bunların bir kısmını yok etmektedir; ekosistemi alt üst etmektedir. Dahası
yükselen bir ivmeyle yıkım sürmektedir. Nasrettin Hoca’nın “Bindiği dalı
kesmek” diye bir fıkrası vardır. Senin zamanında Nasrettin Hoca tanınıyor ve
fıkraları anlatılıyor olacak mı, bilmiyorum. Örnek vermek gerekirse, bindiği
dalı kesen ama bundan haberdar olmayan bir varlık durumundayız bugün.
Ekosistemi, buna bağlı olarak ekolojik (çevrebilimsel) dengeyi bozuyoruz.
Doğadaki oksijen oranı ve içilebilir su kaynakları yaşamsaldır. Havadaki
oksijen oranı %16-%22 arasında olmak zorundadır. Bu oranlar sınır değerleridir
ve bu oranların dışında yaşam olası değildir. Şu an bile havadaki oksijen sınır
değerlerini ters yüz edebilecek bilgi ve teknolojiye sahibiz. Bu oranların
korunması için önlem alma gerekliliği vardır; örneğin oksijen dengesini
sağlamak için bugün aldığınız önlem, bir insan ömründen daha fazla zaman sonra
etkili olmaktadır. Sana dengeli bir doğa bırakmayacağımızdan eminim; çünkü
bindiğimiz dalı bilinçsizce kesen bir kuşağız. Bu yüzden, ekosistem ve
çevrebilimsel dengeye özen göstermek, koruyu ve önleyici önlem geliştirmek en
temel göreviniz olmalıdır.
Doğanın dengesini koruyacak ya da bozacak olan şey, teknoloji değildir;
insandır. Sanattan ve duygu yönetiminden bu nedenle söz ediyorum; sevginin bir
anlamda olumlu duygunun daha güçlü olmasını önemsiyorum. Birkaç delinin
yarattığı ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan İkinci Dünya Savaşı’nı bir
düşünün. Ayrıca nükleer silahlarla bir anakaraya saldırıda bulunulduğunu
varsayın. Veya ölümcül bir salgının baş gösterdiğini. Nasıl bir sonuç ortaya çıkacaktır, senin düş
gücüne bırakıyorum. Anlayacağın, havadaki oksijeni sınır değerleri dışına
taşımak, var olan teknolojiyle çok kolaydır. Yaşamsal önemi olan şey, insanın
kararını etkileyen itici gücün sağlıklı yapılandırılmasıdır. Yani sevgi gibi
olumlu duyguların, üst düzeyde tutulması ve yönetimidir. Tek seçeneğimiz, sanat
gibi güzeli var eden değerler yardımıyla insanın olumlu duygularını beslemek ve
güçlendirmektir. Yinelemek gerekirse, sevginin egemen kılınması, kitlesel ölüm
ve yıkımları önlemek anlamına gelir.
Çağımın bilgi birikimi gereği, dünyanın üç boyutlu olduğu görüşü
yaygındır. Yaşam biçimimizi ve sistemleri buna göre şekillendiriyoruz. Aslında
dördüncü bir boyutun olduğunu, ne var ki bu boyutu doğru yönetemediğimizi
söylemeliyim. Dördüncü boyut, metafizik dünya veya ruhsal dünyadır. Yani insan
duygularının biçimlendirdiği dünyadır. Biz bunun ayrıntılarını keşfedebilmiş
bir kuşak değiliz. Dünyayı yöneten bu boyut olduğunu söylersem, bizim kuşağımız
için çok şey anlatır mı, emin değilim. Sen bunu tüm çıplaklığıyla görebilir
olacaksın. Dahası beş ve altıncı boyutu keşfedeceğini düşünüyorum. Sevgi, daha
geniş anlamda söylersek olumlu duygu, dünyanın üç boyutunu yönetme ve kontrol
etme gücüne sahiptir. Bu yüzden mektubumda; sanat ve sevgi, sanat ve insan ile
yaşam ve duygu ilişkisi üzerinde ısrarla duruyorum.
Biliyorum, hız yüksek, zaman kısadır senin için. Önüne söz kalabalığı
koymamak için mektubumda doğrudan gerekçeleriyle birlikte sonuçları yazdım.
Umarım, çağıma ilişkin aydınlatıcı bilgi verebilmişimdir.
Seviyle sürekliliğe yönelmeniz dileğiyle…
9 Aralık 2019, Narlıdere/İzmir
İkinci Örnek Şiir Çözümlemesi
ÖZGE SÖNMEZ’İN “ANNENİN RAHMİNDE ÇOCUK BAHÇESİYDİN” İSİMLİ ŞİİRİNİN ÇÖZÜMLENMESİ
A. GİRİŞ
Şiir Çözümleme Tekniği, sanat eserinin ontik bütünlüğü ve integral yapısı
gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin duyusal ve nesnel
varlık katmanlarını ilgili bilimsel disiplinlerle inceleme esasına dayanır. Bu
teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı
erekten gelecekteki anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm unsurlara
kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin ögelerinin varlığı ya da yokluğu ile
işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin
yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini daha nesnel bir yaklaşımla
açığa çıkarmaya yöneliktir.
Şiir çözümleme tekniğinin amacı, bir şiirin biçiminden duyusal varlık
alanına kadar varlık katmanlarını sanat bilimi açısından tanımlanabilir hâle
dönüştürmektir. Diğer bir maksadı ise çözümlemeyle ortaya çıkan nesnel
bilgilere yaslanarak okur ve eleştirmene şiirsel dünyayı daha net görünür
kılmaktır.
Bu teknik “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” kitabımda
öne sürdüğüm ayrıntılı bir sanat çözümleme sürecidir. Aşağıdaki şiir
incelemesi, bu teknik baz alınarak yapılmıştır. Sanat eserinin ontik bütünlüğü
ve integral yapısı üzerine konumlandırılmış analitik ve bilimsel disiplinlere
dayalı bir incelemedir. Öznel yaklaşımları en aza indirerek katman yöntemi ile
daha nesnel incelemeye/çözümlemeye yönelen bir sistemdir.
Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin, fiziksel ve duyusal
nitelik veya niceliklerin bir arada bulunduğu yapıyı belirten terimdir. Eserin
nesnel ve duyusal varlık alanlarıdır; birbiri içinde şiiri var eden temel
yapılardır. Örneğin ses veya anlam
katmanı gibi… Tabaka veya eksen ise katman iç yapısını daha özelleştiren
birlikteliklerdir.
Şiire sanatsal özellik kazandıran, ruhsal ve nesnel alanları birbirine
kenetleyen temel alanlar veya yapıtaşları olarak en az yedi katmanın varlığı
incelemede esas alınır. Bunlar şiirde olmaz ise olmaz katmanlardır; birbiri
içerisinde var olan ve kendi disiplinlerine göre incelenebilen yapılardır.
Bir şiiri oluşturan ve eseri birbirine kenetleyen katmanlar; ‘Biçim
Katmanı, Anlam Katmanı, Ses Katmanı, Anlatım Katmanı, Çağrışım Katmanı, Coşum
Katmanı ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez,
birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu
doğurmazlar. Bir anlamda şiirin dünyaya açılan yedi duyu organıdır. Bunlar
şiirin hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır ve bu yedi
katmanın harmonisinden şiirin ön ve arka yapısı oluşmaktadır.
Not: Şiir incelemesi imgelem-imge-imgelem (şair imgelemi-eserdeki imge-okur
imgelemi) süreci esas alınarak yapılmıştır.
Şiir Çözümleme Tekniğinin Adımları:
1. Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
a. Gerçek
Anlam Tabakası
b.
Rastlantısal Anlam Tabakası
c. Üst Anlam
Tabakası
3. Anlatım Katmanı
4. Ses Katmanı
a. Tonlama
Ekseni
b. Ezgi Ekseni
c. Şiirsel
Ezgi Ekseni
5. Çağrışım Katmanı
a. Çağrıştırma Tabakası
b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası
c. Rastlantısal İmgelem Tabakası
6. Coşum Katmanı
7. Estetik Katmanı
a. Şiirdeki
Estetik Değer Tabakası
b. Okurdaki
Estetik Algı Tabakası
c. Durumsal
Estetik Değer Tabakası
Not: İncelenecek eserin türüne
göre (müzik, heykel…) katmanlarda düzenleme yapılabilir.
Okur; kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve bellek deposuna
yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve
anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından rastlantısal ve
çağrışımsal olarak zihninde beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere ulaşabilir.
Beyin çalışma sistemine göre mutlak bir süreçtir. Bu süreç iki kuram ile
tanımlanmaya çalışılır. Bunlar; “Rastlantısal Anlam Kuramı” ve “Çağrışımsal
İmgelem Kuramı”dır. İncelemede bu kuramların işleyiş süreci de görünür ve
anlaşılır kılınmaya çalışılacaktır.
Hali hazırdaki uygulamalardan farklı ve açıklamalı olarak, Özge Sönmez’in
“Güle Batır Öfkeni” isimli şiir kitabındaki “annenin rahminde çocuk
bahçesiydin” isimli şiirini girişte verilen teknikle inceleyeceğim.
Çözümlenecek Şiir:
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek
kadar
çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı
her akşam nefesinde uyurdu tanrı
senin içindi işte cıvıltılı yazlar
ışıklı sularda gerinen ay
sanaydı en tazesi sabahların
en uslusu gecelerin
tenimle, tinimle, terimle serildim
bir damla karanlık değirmedim gözüne
sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra
köşelerden
yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı
saçlarına
çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler
tutundum tüm hücrelerimle
direnç ağacının dallarına
yaprak yaprak yaktılar
küllerimden doğurdum yılkı atlarımı
koşaradım vurdular
taylarım seyis kırbacında ah oldu
yine de düşürmedim göz yaşını yere
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
tanrıya yemin ettirdim
öldüğümü sana söylemesin.
Güle Batır
Öfkeni, Sayfa 16, Özge Sönmez
B. ÇÖZÜMLEME
İnceleme sırasında katman, tabaka ve uygulanacak teknik ile kuramlara
ilişkin açıklayıcı bilgi gerektiği yerde verilecektir. (İnceleme metni
dışındaki açıklayıcı bilgiler italik ve bold yazılmıştır.)
1. Biçim
Katmanı
Biçim bir eserin taşıyıcı kabıdır. Biçim katmanını sadece fiziksel (nesnel)
olarak düşünürsek, sanatın çok boyutluluğunu, çoklukta birlik ilkesini, şiirin
anlam, ses ve diğer katmanlarının oturduğu düzlemi ve yarattığı duyusal dünyayı
görmezden geliriz. Biçim katmanı, yeni bir çıkarım olmamakla birlikte, eserin
ön ve derin yapısını oluşturan tüm varlık katmanlarını üzerinde taşıyan
taşıyıcı bir düzlemdir. Bu incelemede şiirin sanatsal değerini ortaya
koyabilmek için biçim katmanını halihazırda uygulanan şekliyle ele alacağım.
“Annenin rahminde çocuk bahçesiydin” şiirini fiziksel anlamda ele
aldığımızda, serbest şiir tarzında yazıldığını, dörtlük ya da bilinen
birimlerin kullanılmadığını, anlam bütünlüğüne ve imge kuruluş yapısına bağlı
olarak dizelerin şekillendirildiğini söyleyebiliriz. Zaman zaman dış ses
uyumuna uyulmuş gibi görünse de aslında sözcüklerin anlam alanına göre
dizelerin kurulduğunu görebiliriz. Şiir nesnel yapısı bakımından var olanlara
göre önemli bir farklılığa sahip değildir. Belirli bir tema (konu) çevresinde
kurulmuştur; şiirde imge kalabalığına düşülmemiş, sözcük ekonomisi önemsenmiş
ve anlamsal bütünlük (bağdaşıklık) sağlanmıştır. Dil kullanımı anlaşılır, temiz
ve farkındalık yaratacak biçimdedir. Şiirde noktalama imleri ve yazım
kurallarına uyulmamıştır.
2. Anlam
Katmanı
a. Gerçek Anlam Tabakası:
Şiirdeki gerçek anlam tabakasını incelerken, anlambilimin açımladığı
değinmece, değişmece, aktarma, yan anlam gibi alanları “gerçek anlam tabakası”
içerisinde bir bütün olarak ele alıyorum.
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek
kadar
çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı
her akşam nefesinde uyurdu tanrı
İlk dörtlükte; şair (kendisi olduğu düşünülüyor), rahme düşüşü ve doğuma
kadar geçen süreç ile bebeklik günlerini annenin duygularının penceresinden
anlatmaya çalışmıştır. İlk dizelerde, anneye göre bütün varı olan bir canın
ayak izlerinin sevinci ve tükenmek bilmeyen bekleyişi anlatılır. Bebeğin ilk
çığlığını, aydınlığa uzanan sevincini, umudu ve inceliğini kırlangıç
benzetmesiyle aktarır. Bebeğin nefesinde en büyük gücün uyuması ile annenin
sevgisini, korumacılığını, saflığını ve kutsallığını vurgular.
senin içindi işte cıvıltılı yazlar
ışıklı sularda gerinen ay
sanaydı en tazesi sabahların
en uslusu gecelerin
İkinci dörtlükte; bebeğin doğumu, annenin cıvıltılı yazları, ayın en
güzeli, sabahların en sevinçlisi ve gecelerin en huzurlusu olmuştur. (İkinci
dörtlükte çoğul anlam vardır; okur algısına göre oluşacak imgelem rastlantısal
anlam tabakasında ele alınacaktır.)
tenimle, tinimle, terimle serildim
bir damla karanlık değirmedim gözüne
sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra
köşelerden
yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı
saçlarına
çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler
Üçüncü beş dizelik birimde; bebek yaşama öyle bir tutunmuş ki annenin
sevgisine bir zarar getirmemek için bütün gücünü kullanmıştır. Karanlık ve
kötülükler annenin çevresini sarmış; ancak onlar hiçbir şey yapamadıkları gibi
anne sevgisinin yanında bir hiç olarak kalmışlardır.
tutundum tüm hücrelerimle
direnç ağacının dallarına
yaprak yaprak yaktılar
küllerimden doğurdum yılkı atlarımı
koşaradım vurdular
taylarım seyis kırbacında ah oldu
yine de düşürmedim göz yaşını yere
Dördüncü altı dizelik birimde; şair, yaşama öyle tutundum ki her yanımdan
beni yok etmeye çalışmalarına karşın Anka gibi kendi özgürlüğümü ve gücümü
yeniden kendim doğurdum diyor. Yeniden var ettiğim yaşama tutunma biçimimi yok
etmeye çalışmalarına karşın senin (anne) sevgin sayesinde öyle direndim ki
sevgine zarar verecek hiçbir şeye izin vermedim diyerek anne -kız arasındaki
sevgi bağının gücünü dile getirmektedir.
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
tanrıya yemin ettirdim
öldüğümü sana söylemesin.
Son üç dizede şair; “ben senin en hassas yerinde bir çiçeğim; sen beni öyle
seviyorsun ki, ben de seni öyle seviyorum ki benim ölümüme dayanamayacağını
biliyorum; senin bunu duymaman için tanrıyla sözleştim” diyerek duyduğu anne
sevgisinin yüceliğini daha sıra dışı ve lirik bir biçimde dile getiriyor.
Not: Şiir dili örtük bir dildir ve okurda yaratacağı imgelem uzamı oldukça
geniş tutulmalıdır. Şiir sanatında
sözcük ve söz kaynaşmalarının doğurduğu anlamsal alanlar oldukça geniştir ve
algılanıp anlamlandırılması okur beyninin tasarım gücüne bağlıdır. Sanatsal ve
şiirsel dil, çoğu zaman kuralları kırar ve kendine uygun umulmadık yöntem
oluşturur. Kalıcı, etkileyici, tasarımlayıcı bir anlatım dizgesi kurabilir.
Sonuç olarak, anne-kız sevgi bağına ilişkin etkileyici bir anlam alanı
kurulmuş ve şiirde anlam bütünlüğü (bağdaşıklık) sağlanmıştır. Şiirde kurulan
anlam alanının duygu değeri yüksektir; duyarlılığı ve coşumu besleyici bir
içeriğe sahiptir. Bunlara karşın; şair,
şiirde anne-kız sevgi bağının dışına uzanan çoğul anlam alanları yaratabilirdi.
Her ne kadar sevgi bağını sarsıcı bir dille vurgulamış olsa da daha geniş bir
anlam uzamı yaratarak okur imgelem olanaklarını artırabilirdi. Şiirin anlam
alanı belirlenen tema çerçevesinde ve dar bir alanda kurgulanmıştır; bu da
çoğul anlam, rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem doğuracak söz ve söz
tamlamaları kullanımını sınırlamıştır. Örneğin anlamsal karşıtlıktan hiç
yararlanılmamış; bunların yanında anlamsal sapma, eksiltili anlatım ile çoğul
anlam taşıyabilecek söz ve söz tamlaması çok az kullanılmıştır.
b. Rastlantısal Anlam (Rastlantısal
Anlam Kuramı)
Okurun algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal
değerlerine göre şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı
olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyebiliriz.
Bütün sanat dallarında okur ve eser arasında oluşan böyle bir anlamsal süreç
vardır; algı-anlama-düşünme sürecinde mutlak oluşan bir durumdur.
Genellenebilir, tanımlanabilir, aynı sonuçlara ulaşır ve izlenebilir olması
nedeniyle kuram niteliği olduğu değerlendirilerek önerilmiştir.
Rastlantısal anlam; gerek çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı
olarak oluşan ve okur imgelem olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına
taşıyan tabakadır. Buna göre;
Rastlantısal anlam, her okura göre değişiklik gösterir. Bunu örneklendirmek
için şiiri bir baba gözünden değerlendirmeye çalışalım.
“Annenin rahminde çocuk bahçesiydin” benzetmesi bir baba için varoluşun
temel ereği olan neslin sürekliliğini anımsatacak ve anne gibi sabırsız bir
bekleyişten ziyade daha sabırlı ve yaşamsal risklere karşı tedbir aşaması
olarak geçecektir. “Çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı” dizesindeki
“çığlık” sözcüğü baba için kendi yüreğine saplanan ve bebeğin korunması gereken
bir dize olarak belirecektir. Bir kız çocuğunun nefesinde tanrının uyuması babayı
anneden daha farklı bir duygu durumuna ve imgelem dünyasına
taşıyabilecektir.
İkinci dörtlükteki dizeler, bir baba için cıvıltılı bir yaz değil, bir
evladın güvenliği ve risklerin kontrolü için mücadele zamanı olacaktır. Anne
duyguları gereği risklere hazırlıksızdır; ancak baba bunlara önlem geliştirmek
durumunda hissederek daha farklı bir anlama ulaşacaktır. Bu dizeler aynı
zamanda babanın belleğinde kalıcılık taşıyan duygu yaşanma biçimlerini de
ortaya çıkarmaya, anımsatmaya ve yaşatmaya adaydır. Örneğin, “ışıklı sularda
gerinen ay” dizesi bir kız çocuğunun mum ışığında minik ve tombul bedenini
anımsatacağı gibi bir sevgilinin gerinerek uyanışına düşsel olarak görmesini de
sağlayabilir ya da daha değişik bir anlam alanı doğurabilir.
Üçüncü beşli birimde; kızının anne sevgisine karşı duruşu baba için bir
gurur kaynağı olurken annenin çektiği zorluklar onun için bir ezikliği, elinden
bir şey gelmemesinin acısını doğuracaktır. Örneğin herhangi bir okur için daha
farklı anlam uzamı doğuracaktır.
Dördüncü altı dizelik birimde; kızın anne sevgisinin yüceliğine karşı
tutumu, küllerinden yeniden doğmak durumunda kalması ve zorluklar yaşaması
anneye gurur verirken babayı acıma duygusuna götüren daha nesnel bir anlam
alanı doğuracaktır.
Son üç dizede; “annenin rahminde” tamlaması ve ölüm” dışında çoğul ya da
rastlantısal anlama yönelen bir çağrıştırma yok gibi görünüyor. Rahim erkek
için farklı bir anlam alanı açar; sadece üretkenliği değil, korunması,
saklanması gereken bir masumiyet alanıdır. Batıl inançlar gereği söylenmesi
bile çoğu yerde ayıp karşılanarak saklanır. Dolayısıyla rahim sözcüğü ve çocuk
bahçesi tamlaması babayı daha farklı bir imgelem alanına taşıyacaktır.
Özetlersek şairin kullandığı sözcük ve kurduğu imgelerin anlamsal karşılığı
okurun bellek ve bilgi birikimine göre şekillenir. Şairin söyledikleriyle
okurun ulaştığı anlamsal alan birebir örtüşmek zorunda değildir. Dil
sanatlarında daha belirgin ve ele alınması gereken önemli bir durumdur bu.
Çağdaş sanat anlayışındaki hareket olgusundan kaynaklanır ve bütün sanat
eserlerinde arzu dilen bir gerekliliktir.
Şiir anne-kız sevgi bağı teması üzerine kuruludur. Bu bağ doğal ve her
durumda yaşanan bir gerçekliktir. İşte bu nedenle şiirde, zamana ve bilginin
gelişimine bağlı olarak anlamsal genişleme veya dönüşüm beklemiyoruz…
Not: Örtük ve anlam alanı geniş dil kullanan sanatlarda, çokanlamlılık,
çağrışımda rastlantısallık dolayısıyla anlamda rastlantısallık mutlaktır.
c. Üst anlam
Gerçek Anlam Tabakası ve Rastlantısal Anlam Tabakasında ulaştığımız
sonuçları değerlendirdiğimizde; anne sevgisi ve anne-kız arasındaki özgün
duygusal bağın yüceliği üst anlam olarak beliriyor.
Şiirde anlam bakımından değişik alanları kapsayan “çağrışım çekirdeği”
kullanılmamıştır. Bu şiirin, anne kız arasındaki salt sevgi bağına yönelmesi
nedeniyle, “çoğul anlam” üretme veya “rastlantısal anlam” doğurma gizilgücü
düşüktür.
3. Anlatım
Katmanı
Şiirin şiir olmasını sağlayan şey, anlamın üzerine giydirilmiş anlatımdır;
doğal dili aşan, okur duygularını ezen ve algıyı sarsan anlatımdır. Bu nedenle,
anlatımın gücü yazın sanatlarında ayrı bir yetenek ve ustalık konusudur.
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek
kadar
çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı
her akşam nefesinde uyurdu tanrı
senin içindi işte cıvıltılı yazlar
ışıklı sularda gerinen ay
sanaydı en tazesi sabahların
en uslusu gecelerin
tenimle, tinimle, terimle serildim
bir damla karanlık değirmedim gözüne
sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra
köşelerden
yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı
saçlarına
çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler
tutundum tüm hücrelerimle
direnç ağacının dallarına
yaprak yaprak yaktılar
küllerimden doğurdum yılkı atlarımı
koşaradım vurdular
taylarım seyis kırbacında ah oldu
yine de düşürmedim göz yaşını yere
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
tanrıya yemin ettirdim
öldüğümü sana söylemesin.
Şiirin başlığına ve ilk dizelerine baktığımızda şunu görürüz: Konu dallanıp
budaklanmadan bir özneye yöneleceğini ve öznenin bir bağı ile ilgili
olacağıdır. “annenin rahminde çocuk bahçesiydin” dizesinde vurucu ve algıyı
sarsıcı bir imge ve şairde imgelem derinliği görürüz. Bu dize, aynı zamanda iyi
bir anlamsal sapma oluşturmuştur. “Rahim” hem anlamsal hem de okur nezdinde
karşılık olarak etkin bir sözcüktür ve çocuk bahçesiyle birlikte kullanılması
iyi bir alışılmadık bağdaştırma oluşturur. “güneşe uçan kırlangıçlardı”,
“nefesinde uyurdu tanrı” iki açıdan ele alınmalıdır; ilk olarak bunlar
alışılmadık bağdaştırma ve çok güçlü bir imge dünyası kurmuştur. İkincisi ise
bu alışılmadık bağdaştırmalar, şairin imgelem dünyasının (esin kaynakları
dahil) ne kadar yoğun ve donanımlı olduğunun ayrı bir yansımasıdır. Bunlar
sadece şairin yaratıcılığı değil; bilgi ve bilginin yorumu üzerine kurulmuş
imgeler olarak karşımıza çıkar. Şiirde, anlam ve anlamın duygu değeri üzerine
giydirilen anlatım, okuru aşan, yani okurun duygularını ezen bir dil görünümdedir.
“cıvıltılı yazlar, tazesi sabahların, en uslusu gecelerin”
bağdaştırmalarıyla annenin gözünden kız çocuğunun dünyası anlatılır; burada
“gerinen ay” alışılmadık bağdaştırması en dikkat çekenidir. Gerinen ay;
alışılmadık bağdaştırması/imgesi gerçekliğin bir gerçeklikle benzetilmesi ve
örtüştürülmesidir. Okurda hem ‘rastlantısal anlam’ hem de ‘çağrışımsal imgelem
yaratma gücü açısından önemlidir.
“damla karanlık, bedensiz gölgeler, alçak cüceler” nitelemeleriyle şair
annesinin didinmelerini, yaşamsal çabalarını ve yaşadığı sıkıntıları
vurgulayarak sevgileri karşısında
bunların ‘aslında hiç’ olduklarını yalın bir anlatımla vermiştir.
“direnç ağacının dallarına//küllerimden doğurdum yılkı atlarımı//taylarım
seyis kırbacında ah oldu” dizeleriyle anne sevgisinden güç alarak yaşam
mücadelesini kararlılıkla verdiğini, kendisini yeniden var ettiğini buna karşın
sevgi bağını zedeleyecek bir şey yapmadığını sarsıcı bir dille anlatır.
“küllerimden doğurdum yılkı atlarımı//taylarım seyis kırbacında ah oldu”
dizeleri, deyim aktarması, benzetme, anlamsal sapma ve uzak çağrışım açısından
güçlü anlatım örneğidir.
Son olarak, “annenin rahminde çocuk bahçesiydin” ilk dizesiyle anlamsal
bütünlüğü (bağdaşıklık) sağlamak ve vurgulamak için yineleme yapar. “tanrıya
yemin ettirdim//öldüğümü sana söylemesin.” dizesiyle gerçek üstü bir görünümü
gerçekmiş gibi gösterir. Gerçeküstünün gerçekliğe taşınmasında oldukça usta bir
söyleyiş biçimidir bu. Bu dizelerle; algıyı sarsıntıya uğratmış, okurun
duygularını aşan bir gerçeklik yaratmış ve anne-kız sevgi bağını daha da güçlü
vurgulamıştır. Söyleyişini olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşe
taşıyarak okuru hayranlığa taşımıştır. Şiir akıcılık, yalınlık, çekicilik ve
anlaşılırlık açısından oldukça iyidir; ancak şair, okuru çoğul bir anlama yöneltmek
ve çağrışım yelpazesini daha geniş tutmak için şiirde eksiltili anlatım, çoğul
anlama yönelen söz ve söz tamlamalarına çok yer vermemiştir.
Anlatımdan anlama yönelmek, şiire
özgü ayırıcı bir özelliktir.
Şair, şiirinde anlatımdan anlama
yönelerek algı uyarıcı olanakları yerinde kullanmıştır. Şiir; alışılmamış
bağdaştırma, benzetme, değişmece, değinmece gibi söz sanatları ile okurda bakış
ve düşün açısını değiştiren, mantığına yumruk atan ve şiir diline estetik değer
katan anlatıma sahiptir. Anlam ve anlatım bütünselliğini çok iyi tasarlamıştır;
yalın bir dil ile anne-kız sevgisini daha duyulur kılmış ve duyarlılık
yaratacak duygu değerlerini etkin kullanmıştır. Yalın, içtenlikli, özgün, özlü
ve coşkulu anlatımla lirizmi doğurmuştur. Şiirinde algı yönetici, dayatıcı ve
öğretici bir dil kullanmaksızın şiirsel/sanatsal bir yaklaşım sergilemiştir.
4. Ses
Katmanı
Not: Tonlama ekseni ve ezgi ekseni, şiirsel ezgi eksenini doğurduğundan ve
bunlar aynı eksen üzerinde hareket ettiğinden dolayı yinelemeye düşmemek için,
şiir “şiirsel ezgi ekseni” açısından incelenecektir.
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek
kadar
çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı
her akşam nefesinde uyurdu tanrı
Bu dizelerde -in- sesi, patlayıcı tonsuz -ş- ve -ç- sesi ile titrek -r-
sesi baskındır; bu seslerin harmonisiyle şiirsel ezgi doğabilir. Ayrıca -u-,
-ı- -a- ve -e- sesi dengeli kullanılarak ses uyumuna öncelik verilmiştir.
-in-ı-ç-ş-r sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu oluşturulmaya
çalışılmıştır.
-r- sesi ve -ı- sesiyle düşey ses uyumu sağlanmıştır. (kadar,
kırlangıçlardı, tanrı)
senin içindi işte cıvıltılı yazlar
ışıklı sularda gerinen ay
sanaydı en tazesi sabahların
en uslusu gecelerin
-in-u- ve akıcı -y- sesiyle iç ve dış ses uyumu sağlanmış ve şiirsel
ezginin altyapısı şair tarafından oluşturulmuştur. Düşey ses uyumu sadece -n-
sesiyle verilmeye çalışılmıştır.
tenimle, tinimle, terimle serildim
bir damla karanlık değirmedim gözüne
sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra
köşelerden
yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı
saçlarına
çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler
-i-im-r-, akıcı -y-l- sesi ve -u seslerini -ş-ç-c- ile tonsuz patlayıcı ses
haline dönüştürerek şiirsel ezginin altyapısını kurmuştur. Yatay ses uyumu iyi
ancak düşey ses uyumu çok iyi değildir.
tutundum tüm hücrelerimle
direnç ağacının dallarına
yaprak yaprak yaktılar
küllerimden doğurdum yılkı atlarımı
koşaradım vurdular
taylarım seyis kırbacında ah oldu
yine de düşürmedim göz yaşını yere.
Tonsuz patlayıcı (-k-p-t-) sesler ile tonlu patlayıcı (-d-c-) sesleri
yerinde kullanmış ve şiirsel ezgiye esas ses uyumu oluşturulmuştur. Ancak
burada “diren(Ç) ağacının…” dizesinde
-ç- sesi patlamıştır. “Direnç” sözcüğü yerine tonlu veya akıcı sese sahip başka
bir sözcük kullanılabilirdi. //çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı// direnç
ağacının dallarına// dizelerinde söyleyiş zorluğu göze çarpmaktadır. Ritim ve
vurguya esas seslerde (p-k-t-ç) kısmen patlama vardır. Şiirsel ezgiye esas
düşey ses uyumuna dikkat edilmemiştir.
annenin rahminde çocuk bahçesiydin
tanrıya yemin ettirdim
öldüğümü sana söylemesin.
-in-im hece ve -ö-ü- sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu
sağlanmaya çalışılmış ve şiirsel ezgiyi iyi seviyede oluşturmuştur.
Şiiri şiirsel ezgi açısından değerlendirdiğimizde, dize bütünlüğünde yatay
ses uyumuna dikkat edildiği; ancak düşey ses uyumunda kısmen uyumsuzlukların
olduğu görülmektedir. Buradan şunu söyleyebiliriz; şair yatay ses uyumunda
oldukça başarılı ancak düşey ses uyumunda biraz dikkatsiz davranmıştır. Şiirde
anlamsal ritim ve dizeler içi ritim ile tonlamaya esas sesler uygun
oluşturulmuştur. Dördüncü yedi dizelik birimde, kısmen zorlama ve vurgu ile
tonlamaya esas sesler birkaç yerde baskındır; bu yüzden sadece bu bölümde okur
şiirsel ezgiyi kurmakta zorlanabilir.
Sonuç: Şiire şiirsel ezgiye esas söz ve ses dizilimi açısından
baktığımızda, yatay ses uyumu çok iyi, düşey ses uyumuna yeterince dikkat
edilmemiştir. Anlamsal ritim ile dize içi ritme esas ses kurgusu çok iyidir.
Şiirsel ezgiye esas yatay ses altyapısının çok iyi seviyede, düşey ses
altyapısının ise orta seviyede kurulduğunu söyleyebiliriz.
5. Çağrışım
Katmanı
a. Çağrıştırma Tabakası
Çağrıştırma tabakası, okurda anlamsal, işitsel ve görsel uyaranlar ile yönlendirmeleri
sağlayan varlıklar düzlemidir. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki
çağrışımı sağlayan enstrümanların oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda
çağrışımı doğuran somut ve soyut veriler dizinidir. Çağrışım çekirdeği ise
okurun kültür ve bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme
taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz varlıklarıdır. İncelemenin bu aşamasından
itibaren okurun şiirin varlık katman/tabakalarını algı biçimi esas konumuz
olacaktır.
Çağrışım çekirdekleri;
annenin rahmi, çocuk bahçesi, çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı,
nefesinde uyurdu tanrı, cıvıltılı yazlar, ışıltılı sular, gerinen ay, taze
sabahlar, uslu geceler, terimle serildim, damla karanlık, bedensiz gölgeler,
yüzsüz yüzler, alçak cüceler, aslında hiçtiler, direnç ağacının dallarına,
yaprak yaprak, küllerimden doğurdum, yılkı atları, koşaradım vurdular, seyis
kırbacı, tanrıya yemin ettirdim.
Her sözcüğün bir çağrışım gücü vardır; ancak burada imgesel değer taşıyan
söz ve söz tamlamalarını esas almak durumundayız. Yukarıda çıkarılan söz ve söz
tamlamaları, daha geniş çağrışım gücüne sahip olanlardır. Maksadımız,
Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını belirleyerek
şiirin çağrışım ve imgelem yaratma gücünü ortaya çıkarmaktır.
b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası
Çağrışımsal imgelem tabakası, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun
kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş
görüntüler üzerine yaslanarak zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal durumlar
yaratma alanıdır. Okur ve eser arasında oluşan imgelem süreci vardır;
algı-anlama-düşünme sonucunda mutlak oluşan/yaşanana bir durumdur.
Genellenebilir, tanımlanabilir ve izlenebilir olması nedeniyle kuram niteliği
olduğu değerlendirilerek önerilmiştir.
Bu durumu birkaç örnek ile açıklamaya çalışalım.
Çağrışım çekirdeklerini ele aldığımızda;
annenin rahmi: okurda cinsellikten üretkenliğe kadar geniş bir çağrışım
yelpazesine sahiptir. Okur belleğine ve yaşamsal algılarına göre değişiklik
gösterme gizilgücü vardır. çocuk bahçesi: şiirdeki imgesel değeri yanında çocuk
bahçesinden çocuğun oyun dünyasına kadar geniş bir çağrışım yelpazesini önümüze
açar. cıvıltılı yazlar, taze sabahlar, uslu geceler: okurda nitelendirilmiş zamanlardaki başından geçen olaylardan başlayıp
belleğinde yer eden önemli olaylara kadar çağrışım saçağı yaratma gizilgücü vardır. “cıvıltılı yazlar,
taze sabahlar, uslu geceler” gibi bağdaştırmalar, insanın zaman ile olan
ilişkisini ve belleğinde yer alan yaşamsal anıları canlandırır; bu yüzden
okurda çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü yüksektir.
Şiirin söz dizilimine ve imge kurgusuna baktığımızda, anlam alanının bir
noktaya/duyguya yoğunlaşması nedeniyle okur zihninde sınırlı çağrışımsal bir
alanın yarattığını görüyoruz.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Şiir; ilk okuyuşta anlaşılabilir, yalın,
algı sarsıcı, alışılmadık bağdaştırma ve imgeler aracılığıyla okurda
çağrışımsal imgelem yaratma olanağına sahiptir. Ancak, sözcük ekonomisine
fazlaca yer verildiğinden, söz dağarı ve imge kurgusu bakımından okuru
çağrışımsal imgeleme yöneltme gizilgücü kısmen sınırlıdır. Başka bir deyişle,
şiirde söz ve söz tamlamalarının anlam bağlamları salt sevgi üzerinde
yoğunlaştığından, okur belleğinin harekete geçirilmesi sınırlı bir alanda
sağlanabilir. Bu da okurun daha geniş imgelem uzamına açılmasını kısıtlar.
c. Rastlantısal İmgelem
Tabakası
Rastlantısal İmgelem Tabakası, şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da
bağımsız söz varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan, eserde beklenmeyen
ve kastedilmeyen imgelem olanaklarıdır. Şiirdeki bir sözcükten ulaşılabileceği
gibi tamlama, dize veya şiirin bütününden ulaşılabilen bir imgelem
sürecidir.
Örneğin, alçak cüceler: Okur, karakter olarak zayıf insan tipinden
masallardaki yedi cücelere ve yaşamında karşılaştığı cüce insanların
davranışlarına kadar rastlantısal olarak, hangisi belleğinde daha fazla yer
tutmuş ise o görüntüler zihninde canlanır ve onları zihinsel olarak yaşar.
yılkı atları: yılkı atı özgürlüğün ve doğaya karşı verilen savaşın
sembolüdür. Çoğunlukla bu özelliği zihnimizde görüntülenirken bu atları işinde
kullanmış insanlar, ister istemez atlarıyla olan iş ilişkisi zihinlerinde
görüntülenecek ve o anları zihnen yeniden yaşayacaklardır. Aslında şiirde
özgürlük, güç ve zorluk kastedilmiştir ama okur kendi belleğindekini yaşamaya
başlamıştır; yani rastlantısal imgelem süreci başlamıştır.
Şiirdeki bütün çağrışım çekirdeklerini ayrı ayrı incelemeden şunu
söyleyebiliriz: sözcük seçimi, söz sanatları ve imgeler, anne-kızın karşılıklı
sevgisi bağlamında yapılmış olsa bile şiirin bütününün rastlantısal imgelem
yaratma gücü olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şiirde çoğul anlam olanakları,
eksiltili anlatım ve örtük dil yeterince kullanılmamıştır. İşte bu durum,
okurda rastlantısal anlam doğurma gizilgücünü kısmen sınırlar.
6. Coşum
Katmanı
Coşum, şiirde incelediğimiz toplam altı katmanın okurla ilişkisinden doğan
duygulanım sürecidir; estetik haz/estetik beğeni doğmadan önce okur
duygularındaki duyarlılık ve taşkınlık durumudur. Başka bir deyişle, estetik
beğeniden önce izleyici/okur duygularının belli bir kıvama taşınmasıdır.
Anlamın duygu değeri, anlatımın sarsıcılığı ve sesin uyumu ile çağrışım
zenginliği, okurda duygulanım ve duyarlılık süreci başlatacaktır.
Bu şiirde anlam ve anlam bağlamında kurulan imgeler, en hassas olduğumuz
bir konu ile ilişkilidir. Çocuk sevgisi ile sevgi bağının dışavurumudur.
Dolayısıyla duygu değeri oldukça yoğundur ve okurda duygulanım ve duyarlılık
yaratma gizilgücü yüksektir.
Anlatım; sıra dışı, algı sarsıcı ve yalındır. Anlaşılabilir, okuru kavrayan
ve okurun duygularını ezen bir anlatım kurmuştur şair. Bu yüzden anlatımın
coşumu sağlama gücü yüksektir.
Okurda coşumu sağlayan en etkin fiziksel varlık şiirsel ezgidir. Şiirsel
ezgiye esas ses uyumu birkaç söyleyiş zorluğu ve patlama dışında iyi seviyede
kurulmuştur.
Şiirin çağrışım gücü, sınırlı bir anlam alanının esas alınmasına bağlı
olarak arzu edilen yoğunlukta değildir. Ancak hedeflenen anlam alanı göz önüne
alındığında bu çerçevede rastlantısal ve çağrışımsal imgelem yaratma gücü
vardır.
Okurda duygulanım ve duyarlılık sürecini yaşatacak en hassas anlam alanı
ele alınmıştır; bu da okurda coşum katsayısını artıran bir durumdur.
Tutku, duygu ve özlemlerini; yalın, içtenlikli, özgün, özlü ve coşkulu bir
biçimde anlatması şiirde lirizmi doğurmaktadır.
Sonuç olarak; şiirin coşum değeri oldukça yüksektir.
7. Estetik
katmanı
a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası
Şiir ile okur iletişime geçtiğinde,
eserin üzerinde iyi, yüce, oran, simetri, güzel, uyum gibi kavramların toplam
değerini hissederiz ki buna sanat eserindeki “estetik değer” diyebiliriz.
Anlatım, ses, anlam, çağrışım ve coşum, hoşlanma ve haz duygusunu harekete
geçiriyorsa şiirde estetik değer güçlüdür sonucuna ulaşabiliriz.
Şiiri inceleme sonuçlarına dayanarak estetik değer açısından ele
aldığımızda; anlamın duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü oldukça yüksektir.
Anlatım yalın, sarsıcı ve etkileyici dil ile kurulmuş, lirik bir söyleyiş
yaratılmıştır. Şiirde okurun en duyarlı olduğu konu ele alınmış olmasına karşın
şiirin çağrışım olanakları biraz kısıtlıdır. Ses uyumu ve çağrışımda göz ardı
edilebilecek birkaç zayıf nokta hariç şiir iyi seviyede kurgulanmıştır. Şiirin
coşum değeri oldukça yüksektir. Anlam ve anlatım temanın uzağına taşmadan
örgütlenmiştir. Şair açık açık söylemediği halde okurun anlam kapsamından
ulaşacağı imgelem olanakları güçlüdür. Şiir; ses, anlam ve anlatım bakımından
okur üzerinde etki kurabilecek zenginliktedir. Sonuç olarak, şiirde estetik
kaygıyı tetikleyecek donanım vardır ve şiir yüksek estetik değere sahiptir.
b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası
Estetik algı ve estetik değer yargısı, insanın yaşamsal algıları ile bir bütündür
ve her insan zihni bu algı ve yargı için hazırdır. Şairin okurda hazır olan bu
estetik algı ve yargıyı doğru harekete geçirmesi ve uygun yönetmesi gerekir.
İnsan güzeli arar, güzele ihtiyaç duyar, mutluluk ve huzuru güzellikte
bulacağına inanır; güzellik kaygısı aynı zamanda dürtü ve güdülerin
yönlendirdiği bir gerçektir. Bunun adına da “estetik kaygı” denir. Estetik
kaygı; kültür, bilgi, birikim, toplumsal olgular, yaşamsal değerler ile
yaşamsal süreçte yeniden inşa edilir. İşte bunlar estetik algının duyarlılığını
güçlendirir ve algıyı daha etkin işler hale dönüştürür.
İnceleme sonuçlarına baktığımızda, “annenin rahminde çocuk bahçesiydin”
isimli şiir, okurdaki estetik algıyı uyaracak ve ortalama bir okurun
anlama-düşünme-duygulanım sürecini tetikleyecek nitelikte olduğunu
söyleyebiliriz. Okurun estetik algısı; yaşam, nesne ve evren arasındaki
ilişkileri görme/okuma biçimine bağımlıdır. İdeoloji, inanç, kültür ve bilgi
birikimi gibi etkenler, estetik beğeniyi sağlayabilir ya da şiirin tamamen reddine
yol açabilir. Okur, duyularını uyaran etkileşimlere karşı her zaman açıktır;
ancak duyuların uyarılması inanç ve ideolojik ön kabuller gereği görecelidir.
İncelediğimiz şiirde bu risk yüksek düzeyde vardır. (ayrıntısı bir alt tabakada
açıklanmıştır)
c. Durumsal Estetik Değer Tabakası
Şiirin görünüşüne yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının
oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim,
kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya koyduğu toplam estetik değer ve estetik
algıyı “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diye tanımlamamız gerekir. Başka bir
deyişle, bu tabaka tarihsel birikimlerden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal
değişime kadar olan görüngülerin zihinde canlandığı alandır. Bu tanımlama ve
inceleme sonuçlarından yola çıkarak;
Şair; donanımlı, esin kaynakları güçlü, imgelem yetisi yüksek, yetkin,
kültürlü ve çağdaş düşünce yapısına sahiptir; çağdaş ve sevgi ortamında
yetişmiş olduğu şiirinden ilk göze çarpanlardır. Ortaya koyduğu eser de
yetkinliğini kanıtlar durumdadır. Ancak sanat eserinin asıl hedefi
okurdur/alıcıdır. Sanat; sanatçı, eser ve okur (alıcı/izleyici) üçgeninde bir
değer taşır. Öyleyse, okura göre düşündüğümüzde şiirdeki estetik değer ve
estetik yargı hakkında nasıl bir sonuç ortaya çıkar?
İnceleme sonuçlarına göre şiiri ele aldığımızda, ortalama her okur için
estetik yargı olumludur ve şiirin estetik değeri yüksektir. Ancak “her akşam
nefesinde uyurdu tanrı” ve “tanrıya yemin ettirdim” dizeleri (bana göre çok
güçlü imgelerdir) radikal inanca sahip insanlarca şiirin tamamının reddine
neden olacaktır. Estetik beğeninin göreceliliği gereği, bu durumda estetik
değer ve olumlu estetik yargıdan bahsedemeyiz. (Not: Şair elbette bunları
dikkate almamalıdır; kendi imgeleminin kurduğu eseri ortaya koymalıdır; ancak
biz eseri incelerken bunları sorgulamak durumundayız.) İdeolojik veya dinsel
yaklaşımı tutucu olan bir şairin imgeleminden doğan şiir de çağdaş bir insan
için aynı sonucu ortaya koyacaktır. Ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman,
eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenlerin hem şairde hem şiirin
oluşturulmasında hem de estetik algı ve yargının oluşumunda etken olduğu
düşüncesinden hareketle “durumsallık”tan söz ediyoruz.
Bunları dikkate alarak sağduyulu bir yaklaşımla, şiirin “durumsal estetik
değeri” yüksektir; ancak risk taşımaktadır, diyebiliriz.
C. SONUÇ
Şairin esin kaynakları zengin ve imgelem yetisi yüksektir; dünya, nesne,
yaşam ve insan ile aralarındaki ilişkiyi okuma ve yorumlama olanakları
güçlüdür. Şiirinde bire bir anlatım tekniğini kullanmamış, ‘yansımanın
gerçekliği’ni esas alarak şiirini kurmuştur. Yalın, sıra dışı ve etkileyici bir
dil kullanmıştır. Şiir etki ve duyarlılık yaratma açısından oldukça
başarılıdır. Sözcük seçimi ve ekonomisi
çok iyidir. Anlatım anlamı güçlendirirken anlam da anlatıma yönelmiştir. Şiirde
algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanılmamış, şiirsel/sanatsal bir
anlatım sergilemiştir.
Şiirde biçim, anlam ve anlatım çok iyi seviyededir. İmge ve anlam bütünlüğü
dengelidir. Anlamsal ritim uygun kurulmuştur. Etkin ve yetkin bir şiirdir. Ses
ve çağrışım katmanlarında birkaç küçük ayrıntı dışında şiirsel ezgi ve çağrışım
olanakları iyi seviyededir. Coşum değeri yüksektir. Şiir, çağına ve çağdaş
sanat anlayışına uygun niteliktedir.
Şiir yüksek estetik ve sanatsal değere sahiptir.
[1] Ontik; Nesnel ve duyusal varlıklar
katmanlarından oluşan
[2]
İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp
bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.
[3]
Ortam’ın sanat/şiir üzerindeki etkisi ayrıca estetik katmanında incelenecektir.
[4] Rastlantısal Anlam Kuramı;
insanla eser ilişkisinde oluşan özel bir durumu tanımlayan yeni bir tespit ve
öneridir. Daha ayrıntılı olarak, “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi”
isimli kitapta açıklanmıştır.
[6]
Özmen Y., “Bir Damla Suda Halkalar” Temren Yayn., Şubat 2018
[7] Çağrışım saçağı, şiirin/eserin okurda çağrışım sonucu yarattığı
imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması
olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir
benzetmedir.
[8]
Tabaka; Katmanları oluşturan alt varlık alanlarıdır.
[9]
Çağrışım çekirdeği; bir eserde var olan, okura etkin, çelişkili
veya çekici gelen, okuru kendi yaşamsal ve duyumsal izlerine taşıyan, okuru
anımsatma yoluyla arzuladığı düş dünyasına götüren veya okuru imgeleme
yönlendiren söz, söz öbeği veya anlamsal tasarımlardır.
[10]
Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve
Şiir Eleştirisi” isimli kitabımda öne sürdüğüm bir kuramdır. Bu metin,
çağrışımsal imgelem kuramını açıklamaya yönelik hazırlanmıştır.
[11]
Yorumlanmış ve görüntüye taşınmış bilgi.
[12]
Y. Özmen, “Bir Damla Suda Halkalar” Temren Yayn., Şubat 2018,
“Büyüdükçe Bir Daha Kırılıyor” isimli şiir.
[14] Süre, sınır,
durak, ritim, vurgu, ton, şiddet ve ezgi gibi sesbilgisel terimlere
“parçalarüstü birimler” denilmektedir. (M.V.Coşkun, Türkçe’nin Ses Bilgisi)
[15] Şiirsel
ezgi, şiirin anlam ve ortamı ile duygu değerine uygun özel olarak oluşturulan
bir ezgi türüdür. Müziksel ezgi ve konuşma ezgisi arasında bir ezgi türü olduğu
varsayımı ile ele aldığım bir kavramdır.
[16] Bürün:
Sesbirimsel özellikler bütünü.
[17] “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi”
isimli kitapta ileri sürülen teknik ve kuramlar çerçevesinde şiir incelemesi
yapılacaktır. (Yaşar Özmen, Trend Yayınları, Kasım 2018)
[18] Ontik; Nesnel ve duyusal varlık alanlarından, katmanlarından
oluşan
[19] İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp
bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.
[20] İmgelem; toplam bilgi birikimimiz, belleğimiz ve bilincimizin
zihinsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, ilişkiler, düşler,
sezişler, anlamsal görünüş ve görüntülerdir.
[21]
Çağrışım çekirdeği, çağrışım doğurma gücüne sahip, ilginç, dikkat çeken söz,
tamlama veya bağdaştırmalar.
[22]
Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım katmanlarıdır.
[23] Çağrışım saçağı, şiirin/yapıtın okurda çağrışım sonucu yarattığı
imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması olarak
düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder