Şiir/Sanat Çözümlemesi (Denemeler-2)



Şiir/Sanat Çözümlemesi, Yaşar Özmen







 

Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme yarışmasında dereceye giren şiir çözümlemem, örnek çözümleme olarak bu kitaba alınmıştır.

 

 

ŞİİR/SANAT ÇÖZÜMLEMESİ

 (DENEMELER-2)

Yaşar Özmen

 

 

 

 

Kitap, Kapak Fotoğrafları ve tasarımı bana aittir.

Sayısal Kitap Yayım Tarihi: 5 Mayıs 2020

ISBN No:978-605-74589-1-9

2. Sayısal Sürüm: Mart 2021

 

 

Neden sayısal kitap?

 Kitap dosyamı herhangi bir basımevine göndermedim. Basım ve dağıtım konusunun çok sağlıklı işlemediğini ve emeğe karşı saygın davranılmadığını düşünüyorum. İlk iki kitabımdan deneyimliyim.

 Denemelerim, günlük yaşamı konu alan, moda ilişkileri ortaya döken ve iyi zaman geçirmek için okunacak çerez bilgiler içermez. Sanatın; sanatsal, kuramsal ve felsefi yanını konu alan metinlerdir. Okurun sanat anlayışı, dünya algısı, yaşam görüşü ve sanat bilgisine katkı sağlayacak konuları çözümlemeye çalışır.

Gençler, ödevden tez çalışmalarına, okumadan araştırmaya kadar tüm işlerini sayısal teknolojiyle yapmaktadırlar. Onları zaman, maliyet ve diğer ek yüklerden kurtarmak, daha kolay kitaba ulaşmalarını sağlamak için denemelerimi, e-kitap olarak sayısal ortamda yayımlıyorum.

Ayrıca kitabım, bu şekilde depolanarak yıllarca kaybolmayacak, sayısal teknoloji ortamında sürekli dolaşımda kalacaktır. Bu yöntemle daha fazla okura ulaşacağımı düşünüyorum. 

 İletişim adresimden (siirsarnici@gmail.com) istendiğinde de e-postayla gönderebilirim. İyi okumalar diliyorum.

 

 

Yaşam Öyküm


1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1989’da Kara Harp Okulu Makine Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. TSK’dan 2014 yılında emekli oldu.  Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. Sanat felsefesi, yazın, fotoğrafçılık, resim ve şiir gibi sanata yönelik konularda kurs ve çalışmalarını sürdürmektedir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Yayımlanan Kitapları:

Bir Damla Suda Halkalar, şiir kitabı, 2018, Temren Yayınları.

Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, 2018, Trend Yayınları.

Umut Bekler Bizi, Görsel-Sayısal Şiir Kitabı, Mayıs 2020, (e-kitap)

İmgelem-İmge-İmgelem (Denemeler-1) (e-kitap) Vedat Günyol 4. Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü, Mayıs 2020

Şiir/Sanat Çözümlemesi (Denemeler-2) (e-kitap) Mayıs 2020, Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme dalında “Turgut Uyar’ın ÜÇYÜZBİN Şirinin İncelenmesi” üçüncülük ödülü alan inceleme bu kitaba alınmıştır.

Sanatsal Denemeler (Denemeler-3) (e-kitap) Mart 2021

UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne uygun görülmüştür.

ŞİİR SARNICI (E- DERGİ)’nın, kurucusu, editörü ve yöneticisidir.    

Sardunya Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve Nar Öykü/Şiir Seçkisi’nde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır. 06 Mart 2021

 

 

İÇİNDEKİLER                                                                :

 

Giriş…………………….……………………………………………………….7

Şiir Çözümleme Tekniği…….………………...…………………………...…....9

Rastlantısal Anlam Kuramı………………………………………….…………19

Çağrışım Katmanı……………………….…………….………………………30

Çağrışımsal İmgelem Kuramı…………….…………………………...….......41

Rastlantısal İmgelem Tabakası…………………………………….…...…...…48

Ses Katmanı…………………..........................................................................54

Durumsal Estetik Değer Tabakası...………..…………………………............78

Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” Şiirinin Çözümü……...........................................89

Şiiri Şairden Korumak……………………………………………………….121

Geleceğe Mektup ……………………….......................................................129

İkinci Örnek Şiir Çözümlemesi (Özge Sönmez Şiiri)……….............……...139

 

Giriş

“Sanat yüreği büyütür” der Jeanette Winterson ‘Sanat Başkaldırır’ isimli kitabında. Ne güzel özetliyor, değil mi? Sanatla biraz olsun içli dışlı olduğunuzda, görünümü her geçen gün değişir yapıtın. Bilinçli ve iç ilkeleriyle baktığınızda, daha ayrıntılı şeyler söyler. Duyumsama sığanız artar. Görme yetiniz gelişir. Yaşam ve onun felsefesiyle ilişkiniz anlam kazanır.   

Yazar/şair, bir başkasına benzemeye çalışmamalı ve bir başkasının dilini kullanmamalıdır. Bakmayın bir başkasının dilini kullanmayan yazarlar, can sıkıcıdır biraz. Onlar ya yerin dibine batırılırlar ya da görmezden gelinirler. Sözde güncele ve yanlışlıklara uyum sağlamazlarsa yeteneksiz yazar olarak anılırlar çağında. Gelecek, yanılmaz; sesi sanatta herkes gibi çınlamayanların önünü açar. Baş köşeye oturtur.

Kendini şaşırtmalıdır yazar. Kullandığı sözcüklerin uzamı ve sesi sürekli yeniliği bulmalıdır. Kural oldukça basittir. Yapıtı kendisini şaşırtmıyorsa okurun da beğenisini beklememelidir.

Deneme, nasıl bir türdür böyle? Herhangi bir yazın türüne sığdıramadığınızda adına deneme deyip geçiveriyoruz. Yetim bir tür gibi geliyor. Öyle olsa bile ben daha ciddi bakıyorum denemeye. İnsanın yaşam ve nesne ile ilişkisini en kolay ve özgür betimleyen bir tür bence. Özgür, dış kaygılardan uzak ve kuralların dikkate alınmadığı sınırsız bir ortam sunuyor yazara. Bu, düşündüğünü ve düşlemini özgürce ortaya koyabilmek demektir. Donanımlı ve yetkinseniz; sorunlara, sorulmamış derin sorulara yanıt arayan metinlere dönüşür yazınız. Değilseniz, magazinsel söylemler ve çerez bilgilerle doldurursunuz sayfaları. Bence sorun çözmeyen, derinlikleri kurcalamayan ve algıda farkındalık yaratmayan denemeler, boş yere sayfaları doldurmamalı ve okurların zamanını çalmamalıdır. Her ne kadar kanıt kaygısı olmasa da en azından bir sorunu çözmeli ya da bir düşüncenin özünü görünür duruma dönüştürmelidir.

Her sanat yapıtı, yeni ve farkındalık yaratacak birçok şey söylemelidir okura. Dikkate değer birkaç şey söylemiyorsa susmalıdır. Bilgi o kadar yoğundur ki hangisini almalıyız konusu, gerçekten çağımızın önemli bir sorunudur. Okuru boş şeylerle oyalamamak daha yerinde bir tutum olur düşüncesindeyim. 

Sanat; yeniye, yeniliğe, inanılmaza, olanaksıza, farklıya ve farkındalığa açılan edimler dünyasıdır. İnsanın özgün ve özgür yaşayabilmesi, kazanılmış insani değerler sisteminin güçlendirilmesiyle olasıdır.  Bu da, sevginin geliştirilmesi ve başat kılınmasıyla sağlanabilir. Olumlu ve sevme duygusu gelişmiş dünya insanlığına ulaşmanın sırrı, sanatın gizilgücünde saklıdır.  

                                                                                                          Yaşar Özmen, Mayıs 2020 Narlıdere

 

 

 

ŞİİR ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ   

 

Şiir çözümleme tekniği, aynı zamanda her sanat dalına uygulanabilir ‘Sanat Çözümleme Tekniği’dir.

 

Şiir Çözümleme Tekniği, sanat yapıtının ontik[1] bütünlüğü ve integral[2] yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir. Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.

Bağlayıcı ve sınırlayıcı bir tutumu yoktur; çözümleyiciyi olabildiğince nesnel dayanaklarla şiiri incelemeye yöneltir. Şiirin varlık katmanlarını sanat bilimi açısından çözümler ve aralarındaki ilişkiden yapıtın sanatsal değerini ortaya çıkarmaya çalışır. Ayrıca, tüm sanat yapıtlarının çözümlenmesi ve incelenmesi için bir yöntem ortaya koyar. Bu yönteme dayanarak ‘Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi’ni önerir. Öznel eleştiriyi öteleyerek daha ayakları yere basar nesnel eleştiriye sistemli bir gidiş yolu belirler. 

Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Ses, anlam, anlatım gibi…

Tabaka, katmanın alt birimidir. Katman iç yapısını daha özelleştirebilir birlikteliklerdir. Anlam katmanı altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam tabakası gibi…  Tabakalar birleşerek yapıttaki bir katmanı oluştururlar.

Eksen ise sesin fiziksel yapısı gereği, şiirin ses katmanı altındaki ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses katmanında kullanılan bir terimdir. Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi… Tabaka ve eksenler katmanı, katmanlar bir bütün sanat eserini var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi…

Katmanlar, aynı zamanda birbirinden ayrıştırılabilir, belirli disiplinler altında ele alınabilir ve kendi içinde tanımlanabilir özellikler olarak düşünülmektedir. Örneğin ses katmanı; ses bilimi, estetik katmanı ise estetik biliminin öne sürdüğü ilkelerle incelenebilir alanlar olarak ele alınmalıdır. Bunlar, sadece nitelik ve nicelik bakımından ayrıştırılmış alt yapılardır; birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğuramazlar.

Bir şiiri oluşturan ve birbirine kenetleyen katmanlar;

·  Biçim Katmanı,

·  Anlam Katmanı,

·  Ses Katmanı,

·  Anlatım Katmanı,

·  Çağrışım Katmanı,

·  Coşum Katmanı

·  Estetik Katmanı

Bunlar, şiirin dünyaya açılan yedi duyusudur ya da yedi iletim organıdır. Hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır. Bunların birleşiminden şiirin ön ve arka yapısı oluşmaktadır.

Katman yöntemi, her sanat dalını çözümlemek için kullanılabilir bir genellik taşır. Sanat türünün özelliğine göre ek katmanlar tespit edilebilir. Örneğin resim alanında bir tabloyu çözümlemek istiyorsak, ‘perspektifi’ ek bir katman olarak ele alabiliriz. Veya roman sanatında karakter yaratmayı bir katman olarak belirleyebiliriz. Diğerlerinde olduğu gibi bu katmanları kendi disiplinleri altında inceleyerek yapıtı çözümleyebiliriz, eleştirebiliriz. 

Günümüzde şiir çözümlemelerinde belli kuram ve ölçütler temel alınsa da çözümleyicinin deneyimi ve şiir anlayışı ön plandadır. Öznel yargının ağırlıklı olduğu inceleme veya çözümlemeler; şiirdeki dilsel, sanatsal, anlam, anlatım, ses ve çağrışım gibi değerleri ortaya koymakta yetersiz kalırlar. Daha doğrusu verimli bir sonuç üretmesi olası değildir. Şiire hangi tür eleştiri kuramı, hangi sanat anlayışının verileriyle yaklaşırsak yaklaşalım, şiirin dilsel ve sanatsal değerini ortaya çıkarmak oldukça zorlu, çok parametreli bir yoldur. Şiir, öyle kolaylıkla ölçülebilir ve tartılabilir değildir. Toplumsal değerler, zaman, coğrafya ve kişisel algı ile yargılara göre değişik anlam gösteren açık dokulu metinler olarak karşımıza çıkarlar.

Yukarıda belirtiğim katman ve tabakalar, bir şiirde mutlak var olan ve açıklama gereği duyulan varlık alanlarıdır. Eleştirmen ve çözümleyici şiir çözümleme tekniğini kullanabilmesi için; dilsel, bilimsel ve şiirsel donanıma sahip olmak zorundadır. Örneğin çözümleyici, estetik katmanını inceleyebilmesi için estetik bilimini, coşum katmanını inceleyebilmesi için bilişsel psikoloji ve sosyolojinin temel kuramlarını bilmesi gerekir.

Akademik eleştiri kuramından okur merkezli eleştiri kuramına kadar ortaya konmuş bütün kuramları ele aldığımızda, bu kuramların belli bir anlayış ve açıdan sanat eserini ele aldığını görürüz. Oysa bir sanat yapıtı, insan ürünüdür; şu dörtgen içerisinde var olur.

·           Sanatçı,

·           Eser,

·           Ortam[3]

·           Okur

Sanat yaratısı; insanın bilişsel ve duyusal süreci ile dil, düşünce, nesne, evren ve yaşam ilişkisinden doğar. Bu işlem süreci çok boyutludur ve kolay açıklanabilir bir ilişki değildir. Bu nedenle şiirin derinliğini, yüzeyini ve arka yapısını görebilen bir yaklaşım geliştirmek zorunluluğu doğar. 

Şiir çözümleme tekniğinin amacı; bir şiirin biçiminden duyusal varlık alanına kadar varlık katmanlarını sanat bilimi açısından incelemek; şair, şiir, ortam ve okur dörtgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır. Şiirin iç organları ile şiirin canlılığını ilgilendiren tüm ögelerini işlevleriyle görüntülemektir. Ancak bu teknik, şiir çözümlemesinde sadece genel yol ve yordamı belirler. Çözümlemede “nasıl” sorusunun yanıtını çözümleyiciye ve eleştirmene bırakır. Çünkü şiir, her sanat yapıtında olduğu gibi, ilk yaratılış sürecinden başlayarak topluma mal olup belleklerde yer almasıyla birlikte varlığı ve yaydığı ileti, okur algısına bağımlı olarak dinamik bir sürece tabidir. Sanat anlayışının değiştiği gibi şiirin temel alınan değerlerinin de değişebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Şiir çözümleme tekniği, okur ve sanat anlayışında meydana gelecek değişime ayak uydurmak için dinamik bir yapıya sahip olmak zorundadır.

Ayrıca, çözümlemeyle ortaya çıkan nesnel bilgilere yaslanarak, okur ve eleştirmene şiirsel dünyayı daha görünür kılar.

Şiiri şiir yapan ölçütleri ortaya çıkarabilmek maksadıyla, şiirdeki varlık katmanlarını ayrıntılı ele almak gerekir. Bu katmanları olabildiğince bilimsel ve teknik açıdan ele almak, öznel yargıyı biraz daha öteler. Şiirin sanatsal değerini sağlıklı çözümlemek için; şiire okur, şair, ortam ve eleştirmen gözünden bakılmalıdır. Şiir bir sanat eseridir ve baştan sona tüm varlık alanları, gerçek ve gerçek üstü dünyası, insanın bilgi, algı ve yargılarına bağımlıdır. Şiir çözümleme tekniğini, sadece şiirin etkisi ve şiirsel değerini çözümlemek için kullandığımız bir teknik olarak düşünmemek gerekir. Bu tekniğin dört farklı konuya açılım getireceğini ve bakış zenginliği oluşturacağını öngörüyorum. Şöyle ki:         

·           Şiiri değerlendirmek, dilsel ayrıntılarını çözmek, nesnel ve duyusal alanlarını açmak, sanatsal ve şiirselliğini saptamak, şiirin dış ve iç tasarımını başka bir göz ve formatta ayrıntılı okumaktır.

·           Betik olarak şiirin ne olup olmadığını anlamak ve şiir nasıl yazılır sorusuna yanıt oluşturmaktır. 

·           Yaratım sürecinde; şiir dilini kullanım, dil tekniği ile yaratıcılık kavramına ilişkin açılım, bakış ve anlam üretmektir. Alışılmamış bağdaştırma, sapma ve değinmece gibi şiir dili tekniğinde var olan ve sanatsal yaratıcılığın önünü açan dilsel konu ve düşünsel yönünü görünür kılmaktır.

·           Şiir eleştirisinde; daha sanatsal, nesnel sonuçlara ulaşabilmeyi, öznel yargıyı en alt sınırlara çekebilmeyi ve biçimlendirilmiş (sanat algısı güdüm altına alınmış) eleştirmen tutumunu bertaraf edebilmeyi amaçlamaktır.

Sanat, çok boyutlu ve çok parametreli bir etkinliktir. Bir sanat eseri; bilgi, imgelem, donanım, teknik ve teknoloji olmadan günümüz koşullarında beğeni oluşturan düzeyde var edilemez. Örneğin şiir ve roman gibi yazınsal eserler bile teknik ve teknoloji gerektirir. Çünkü bu eserlerin yazımı, öncelikle imgelemi, imgelemi nesnelleştirmek için donanımı, dil, bilgi ve tekniği gerektirir. Biz biliyoruz ki bilginin kullanılabilir duruma dönüştürülmesine teknoloji denir. Yazınsal eserlerde bilginin kullanımı, kendine özgü bir tekniği, teknolojiyi ve dil bilimini gerekli kılar.

İşte bu nedenle sanatçıdan sanata, şairden şiire, şiirden eleştirmene, bunlarla en yakın bağı olan okura kadar tüm süreci ele almak gerekir. Bunların varoluş ve eylemlerini anlamadan, sanatın doğuşundan okurdaki karşılığına kadar olan süreci çözümlemeden, sanatsal anlamda hızlı yol alabileceğimizi düşünmüyorum. Bu düşünceden hareketle, şiir çözümleme tekniğine bu dörtgenin açılarından ve eleştirmen gözünden bakmayı öneriyorum.

Öznel yargı şiir çözümlemesinde olmak zorundadır, ancak nesnel yargı ne kadar yoğun ise şiirin çözümlenmesi o kadar sağlıklıdır. Şiir çözümlemesinin bir diğer yanı, şiirin yarattığı duyusal etkinin dayandığı temelleri ortaya koymaktır. Şiiri duyusal etki açısından incelemek için öznel ve popülist yaklaşımlardan uzak olunmalıdır, ancak bu durum kişisel algı ve yargıya bağımlı olması nedeniyle uygulamada zordur. Şiir çözümü de şiir eleştirisi kadar özgür ve özgün bakış gerektirir. Diğer bir söylemle biçimlendirilmemiş algı, bilimsel yaklaşım gerektirir. 

Nesnel ve gerçek ötesi dünyanın görünüşe taşınması, imgelemin sıra dışı dille anlatımı ve bunlarla birlikte şiirde en etkin duyusal devinimin sağlaması şiirdeki organik birlik ve düzenliliğe bağımlıdır. Organik birlik ve düzenliliğin istenen düzeyde oluşturulması için; fiziksel, anlamsal, duyusal ve dilsel katmanları görünür kılmak gerekir. Bir şiiri ayrıntılı çözümlemek, eleştirmek, etkisini açığa çıkarmak ve onun önerdiği dünyayı okuyabilmek; sözünü ettiğim katmanların tek tek ve eş zamanlı ele alınması ile olasıdır. Şiir/sanat çözümlemesi ve eleştirisine bu yöntemle yaklaşmadığımız sürece, edebiyat için edebiyat yapmaktan öte geçemeyiz. Şiir çözümlemelerine veya eleştiri adı altında yazılan denemelere baktığımızda, bunların çoğunluğu, deneyim ve sezgi içeriyor olmasına karşın edebiyat için edebiyat yapan metinler durumundadır. 

Öznel inceleme; eleştirmenin sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve değer yargılarına bağlıdır. Oysa nesnel şiir inceleme; bilgi disiplini durumuna dönüşmüş kuramsal şiir bilgisini, dilin özelliklerini, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal yaklaşımı, estetik biliminin öngördüğü bakış açısını gerektirir. Yapıtla okur arasında mutlak bir etkileşim vardır; bu etkileşimin içeriği öyle kolay açıklanabilir bir süreç değildir.  İleri sürdüğüm teknik bu zorlu süreci açıklamaya çalışır. Sanat bilimi açısından tarafsız bakış gerektirir. İster istemez şiiri bu değerlerle incelediğimizde, eleştirmenin öznel yargılarını daha tutarlı olarak kontrol altında tutabiliriz demektir. Bir şiiri çözümlerken/eleştirirken, deneyim ve dünya algısına bağlı öznel yargı olmak zorundadır; ancak şiiri nesnel yargıyla somutlaştırmak daha analitik bir yaklaşım olur. Bana göre şiir çözümlemesi için önerdiğim tekniğin en somut getirilerinden biri; şiir eleştirisi konusunda bir adım daha ilerlemek ve eleştiriyi daha bilgi bazlı duruma dönüştürmektir. İleride okuyacağınız “Katman Edebiyat Eleştiri Kuramı” bu tekniğe yaslanarak genellenebilir, denenebilir, gözlenebilir sonuçlar üretmektedir.

Bu teknik, bütün sanat alanları için kullanılabilir; ancak ilgili disiplin ve normları esas almak zorunluluğu vardır. Bu nedenle, sanatsal ve estetik değer dışındaki yaklaşım ve ön kabulleri ötelemeye çalışır. Bu durumda öznel eleştiri, inceleme, çözümleme yerine; daha nesnel bir eleştiri, inceleme, çözümleme yöntemine başvurmak zorunda bırakır.

Şiir Çözümlemesi/İncelemesi Akış Süreci, aşağıdadır. Sanat bilimi ve katmanın ilgili olduğu bilgi disiplinine göre ele alınarak çözümleme yapılmalıdır.

1. Biçim Katmanı

2. Anlam Katmanı

a. Gerçek Anlam Tabakası

b. Rastlantısal Anlam Tabakası

c. Üst Anlam Tabakası

3. Anlatım Katmanı

4. Ses Katmanı

a. Tonlama Ekseni

b. Ezgi Ekseni

c. Şiirsel Ezgi Ekseni

5. Çağrışım Katmanı

a. Çağrıştırma Tabakası

b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası

c. Rastlantısal İmgelem Tabakası

6. Coşum Katmanı

7. Estetik Katmanı

a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası

b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası

c. Durumsal Estetik Değer Tabakası

8.  Sonuç

Çözümlemenin bel kemiğini oluşturan ve sanatsal görünüşün açığa çıkarılması için temel verileri sağlayan; kuram, olgu ya da durumlar/süreçler vardır.

a.        Anlam Katmanında; Rastlantısal Anlam Tabakası

b.        Ses Katmanında, Şiirsel Ezgi Ekseni

c.         Çağrışım Katmanında; Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakası

d.        Estetik Katmanında; Durumsal Estetik Değer Tabakası.

Bunlar; okur ile yapıt arasındaki ilişkiyi ve zorunlu süreci açığa çıkarmaya yöneliktir. Sanatsal ifadenin söze dökülebilmesi için kilit olgu, kuram veya süreçlerdir. Ayrıca, anlatı bilim, estetik bilimi, ruhbilimi, ses bilgisi gibi ilgili disiplinlerin ışığında hareket etmeyi zorunlu kılarlar. Bu yüzden, çözümlemede öznel olmayı öteleyerek daha nesnel ölçütlere yönelmek zorunda bırakırlar.

Eleştirmen veya çözümleyici olarak bir şiiri incelemek, çözümlemek istiyorsak, yukarıda sözünü ettiğim kilit kuram ve süreçleri ilgili disiplinleri ışığı altında bilmeliyiz. Bunları; oluş, işlev, işleyiş ve etkileri bakımından tam anlamıyla kavramalıyız ki sanatsal değerin ortaya konmasında daha tutarlı olabilelim.

Bu metni izleyen denemeler, sözünü ettiğim kuram ve süreçleri daha anlaşılabilir duruma dönüştürmeye yöneliktir. İleride örnek bir şiir çözümlemesi vardır. Homeros Edebiyat Ödülleri 2020, Bir Şiiri İnceleme Yarışmasında ödül almış bir çözümlemedir. Eleştirmen, şair ve çözümleyici için yalnızca örnek bir çözümleme olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bağlayıcılığı, kuralcılığı yoktur; çözümleyiciye göre değişebilen dinamik değerler dizgesine sahiptir.

Şiir çözümleme tekniği; aynı zamanda bütün sanat dallarının yapıtlarını çözümlemek, incelemek ve değerlendirmek için yeni bir yaklaşım yöntemi ortaya koyar; temel ilkeleri belirler; sistemin sınırlarını gösterir; her yapıt için uygulanabilir bir sistemi kurar. Dinamik bir yapıdır. Her sanat yapıtı, organik bir bütünlüğe sahiptir. İnsan vücudunu incelerken her organı ve her bileşeni ayrı ayrı inceliyorsak, yapıtta da aynı incelemeyi yapmadan sağlıklı bir sonuca ulaşamayız. İnsan vücudunda nasıl ki her şey birbirine bağımlıysa, yapıttaki her katman da birbirine bağımlıdır; organlar gibi. Ruhsal bir durum, kan basıncından tüm salgılara kadar pek çok şeyi etkilemektedir. Yapıtta da aynı durum söz konusudur. Duyusal katmanlar, fiziksel katmanları etkiler. Fiziksel katmanlar da duyusal katmanları etkiler. Tamamıyla birbirlerine bağımlılardır.

Örneğin bir resmi çözümlemek istersek, şiirde kullandığımız tüm katmanları kullanabiliriz; ses katmanı dahil. Yapıtın özelliği gereği, katmanın gereksiz olduğunu düşünüyorsak çıkarabiliriz. Mevcut katmanların incelenmesinin yeterli gelmeyeceğini düşünüyorsak yeni katmanlar belirleyebiliriz. Örneğin resim sanatı için “perspektif katmanı” gibi.

Şiir çözümleme tekniği, aynı zamanda “Sanat Çözümleme Tekniği”dir. 

NOT: İlerideki denemeler; Şiir Çözümleme Tekniğinde; yeni, karmaşık veya önemli gördüğüm adım, kuram ve katmanları ele almaktadır. Bunlar, örnek çözümleme üzerinde incelenebilmesi, anlaşılması için daha yalın ve kısa yer almıştır. Aslında tekniğin bütün aşamaları, “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” kitabımda vardır.

  

RASTLANTISAL ANLAM KURAMI[4]

 

Şairin ne dediği değil, şiirde kullandığı sözlerin ve anlamsal bütünlüğün okurda nasıl biçimlendiği ve zaman içinde nasıl bir değere ulaşacağı önemlidir.

 

 Klasik sanat döneminden barok sanat dönemine kadar, sanat yapıtları kapalı bir bütün olarak ele alınmaktaydı. Rönesans döneminden itibaren, doğa bilimlerinin mekanik bir evren algısına doğru evrilmesi, duygu, bilinçaltı-bilinç sürecinin tanımlanması ve görecelilik kuramının ortaya koyduğu büyük değişim etkisiyle sanat eserine ilişkin biçim ve biçem özellikleri insan anlağında kavrayış değiştirdi. Bu değişim sürecinin hâlen devam ettiğini gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Klasik sanat anlayışı eseri kapalı ve organik bir bütün olarak algılarken, modern ve çağdaş sanat anlayışı eseri açık, organik ve hareketli[5] bir bütün olarak algılamaya başladı. Bu kavrayış sonucu, sanatçı, eser ve bunların içinde en önemlisi sanat alıcısının (izleyici) etkin bir konuma yükseldiğini görürüz. Daha açık söylersek bir sanat eseri izleyicinin zihinsel gücü oranında kavranır. Şairin imgelem kaynaklarının genişliği ve şiirin imge uzamı, okurun bilgi birikimi ve anlamlandırma yetisiyle doğru orantılı olarak değer kazanır.       

Sanat eserinin duyusal ve gerçek varlık alanları, izleyicinin evren algısı ve bilgi birikimine göre yeni anlam evrenine açılır. Bununla birlikte şiirin anlam ve çağrışım katmanı ister istemez insan zihninde yeni imgelem ve görüntülere evrilir. Çağdaş sanat anlayışını sınırı olmayan bir imgelem dünyasına götüren işte bu hareket olgusudur; diğer bir söylemle şiirin anlamsal devinimidir diyebiliriz. Yapıtın içinde barındırdığı bu hareket olgusu (zaman, coğrafya ve bilgi yoğunluğuna göre devinim) yeni kavramları beraberinde üretmek zorundadır. Çünkü tanımlanmayan ve hareketi karşılamayan alanların varlığı ister istemez doldurulması gereken bir boşluğu ortaya koyar. İşte bu alanlardan bir tanesi de özellikle yazınsal eserlerde çok belirgin olarak var olan anlam katmanında kendini gösterir. Anlamı, şiirsel açıdan ele aldığımızda ise daha belirgin bir boşluğun varlığı karşımıza çıkar. Şiir, dil varlıklarını gerçek, soyut ve gerçeküstü bağlamda sıra dışı ve çokanlamlılığa yönelen biçimde kullanabilen bir sanat dalıdır. Okur da bu anlam çeşitliliğinden çok farklı anlam ve görüntü üretebilir. Yani okurun geçmişten gelen temel verilerine, bilgi düzeyine, görme, işitme ve duyma gelişmişliğine bağlı olarak çok çeşitli imge ve anlam gurubuna ulaşabilir. Bu durum, Umberto Eco’nun Açık Sanat Yapıtı yaklaşımını, Roman İngarten’in ontolojik incelemelerini ve Alımlama Estetiğinin temel düşüncelerini ele aldığımızda, bir sanat eserini, özellikle dil sanatlarını daha geniş bir perspektiften düşünmeye iter bizi.

Şiirde anlamsal kapalılık, kavramlarda açık dokululuk, çokanlamlılık ereği, çağrıştırma ve derin anlam özellikleri gereği, şiirdeki söz varlıklarının okurda ne zaman hangi duyguyu harekete geçireceği, ne zaman anlamın nereye yöneleceği veya okur tarafından nasıl yorumlanacağı çoğunlukla belirsizdir. Okurun algı, anlama ve düşünme biçimine göre yani görme ve duyma biçimine göre eserin anlam katmanını nasıl somutlaştıracağı çoğunlukla rastlantısaldır. Ayrıca şiirde her bir söz, dize veya şiirin bütünü, çokanlamlılığa yönelme, çağrıştırma, anıştırma, sezdirme gibi tekniklerle okurun belleğine paralel sıra dışı, farklı veya beklenmeyen imge ve görüntüleri oluşturabilir. Umberto Eco bu konuda şunu söylüyor; “Her alımlama böyle bir yorumlamadır ve bir gerçekleştirmedir; çünkü her alımlamada yapıt, özgün bir perspektif içinde yeniden canlanır.” Aynı konuda İsmail Tunalı ise, “İnsanlar, nitelikçe birbirlerinden farklı ve farklı perspektiflere sahip olduklarına göre, her bir insanın aynı sanat yapıtı ile yaşantısı farklı olacak, yani aynı sanat yapıtı, farklı insana göre farklı biçimler alacaktır.” der.    

Şair ve şiirin ereği, anlam, anlatım ve sesin gücünü duygu değeriyle örgütleyerek okuru daha fazla imge, görüntü, anlam ve duygu dünyasına taşımaktır. Sadece şiir değil, bütün sanat eserleri, estetik kaygıyı doğurmak için bir taşla pek çok kuş vurmak isterler. Okurun ruh dünyasını ele geçirip onun algı ve anlama etkinliğini tetiklemek isterler. Yani sanatçılar eserlerinde biçim, ses, anlam anlatım ve söz sanatları gibi yöntemlerle mümkün olabilen tüm çağrışım kapılarını açmak isterler. Buna, şiirde bağdaştırma, benzetme, değişmece, sapma veya bir sözcüğü birkaç farklı anlamda kullanma gibi teknikler örnek gösterilebilir. Okurun beklentisi ve amacı ise şairin iletilerini kendi bilgi ve çağrışım dünyasına göre yorumlamaktır, somutlaştırmaktır. Okurun yorumu onun bilgi birikimine bağlı olarak daha az, daha çok ya da beklenmedik bir şekil alabilir. Okur belleğinde iz bırakmış anılar, görüntüler ve bilinci gereği, şiirdeki herhangi bir söz ve söz öbeğinin çağrışımı ile şairin hiç değinmediği bir anlama ya da imgeye ulaşabilir. Okurun böyle bir anlam veya imgeye ulaşması demek, farklı bir imgelem dünyasının daha kapılarının aralanacağı anlamına gelir.

Sanatsal metinlerde, özellikle şiirde anlam açılımını şair yönlendirir. Ancak şiir okura ulaştığında okurun şiiri anlamlandırması sınır tanımaz. Okura, zamana ve yere bağlı olarak daha öteye yönelebilir, kapsamı daha geniş olabilir veya anlam dönüşüme uğrayabilir. Bu devinim, çağdaş sanat anlayışında eserin harekete dayanıyor olmasından kaynaklanır. Diğer dil sanatlarında sözcük veya tamlamalar çoğunlukla belirli bir şeyi göstermek ve anlatmak için kullanılır; şiir ise, sözcük ve tamlamalar çoğunlukla gerçek anlamın dışında duygulandırma, sezdirme, farklı görüntüleri çağrıştırma veya daha derin anlamlandırmaya yöneltir. Şair, okuru istediği anlam tabakasına taşırken aynı zamanda okurun imgelem dünyasını uyandırmak ister. Yani şiirdeki sözler gerçekte söyledikleri şeyin ötesine uzanır, okurun belleği ve bilinci anlamın daha öteye uzanmasına ya da dönüşüme uğramasına katkı sağlar. Bu durum, şiirin anlam konusunda rastlantısal bir tabakaya yönelmesi anlamına gelir.    

Yıllar önce yazılmış bir şiirin iletilerini sürdürdüğünü, gelişen teknoloji, bilgi ve değişen algı nedeniyle anlam genişlemesine uğradığını varsayarsak burada tanımlanması gereken bir alan daha karşımıza çıkar. Bir şiirin veya bir sanat eserinin sanatsal gücünü oluşturan bu durum, sanatçının çabasını, okurun algısını ve zamanın yarattığı anlamsal dönüşümün varlığını gösterir. İşte bu üçlünün, yani “şiir, okur ve zaman”ın yarattığı anlamsal sonucu karşılayan kavramsal bir tanımlamanın olmadığıdır.

Çoğu sanat alanında olduğu gibi şiirin de anlam örgüsü çoğunlukla örtüktür, anlamsal genişlemeye açıktır ve çokanlamlılığa yönelir. Sözler, imge ve anlam grupları gerçek anlamının dışına taşar ve sonsuz bir menzile erişme eğilimindedir. Sanat eserlerinin tamamında bu uzam vardır ve sanatsal niteliği artırıcı geniş bir olanaktır.

Şiir gibi dilin bütün olanaklarını kullanabilen bir sanat, belirtik anlamdan ziyade, örtük anlama, çokanlamlılığa, duygulandırmaya, sezdirmeye ve çağrıştırmaya yönelir. Şiirin iletilerine bağlı olarak ulaşılan anlam yanında, okurun duygu durumu, deneyimi ve bilinç düzeyi beklenmedik olay, olgu, imge, görüntü gibi anlamsal sonuçlara yönelir. Daha açık anlatımla, bir dizeden ulaşılan anlamsal sonuçlar çoğunlukla “Rastlantısal” olabilir. Dize bir olgu veya duyguyu anlatmak ister ama anlatılmak istenen olgu veya duygudan bağımsız pek çok olay ve görüntü okur birikimine göre oluşur. Örneğin aşağıdaki beş dizenin ortaya koyduğu gerçek anlam yanında, okurun bellek ve bilincine bağlı olarak bu dizelerden çağrışım gücü ve sezgi yetisiyle ulaşabileceği pek çok imge, görüntü, olay ve olgu vardır. Aşağıdaki dizelerde belirttiğim durumu deneyebilirsiniz, hatta birkaç kişinin nasıl bir imge ve anlam açılımına ulaştığını test edebilirsiniz.  

(…)

Sınırsızlığı çek üzerime

İşte çuvaldız, del gökyüzünü

Getir anakaraları karinamın altına

Ellerimize rastlayan her şehri sevelim

Gerisi senin güzelliğin[6].

 (…)

Okura bağlı oluşan anlam örgüsü, sanat eserlerinin vazgeçilemez ve sanatsal niteliğini güçlendiren başlı başına bir olaydır. Bunun yanında zamanla dönüşüm geçiren anlamsal açılımları da dikkate almak zorundayız, özellikle bu konu şiirde kalıcılık açısından çok önemlidir. İşte bu bilgilere dayanarak şiirin okura ulaşmasından itibaren okurun birikimine bağlı anlamlandırma alanı ile iletilerin zamana göre uğrayacağı anlamsal dönüşümü “Rastlantısal Anlam Kuramı’ ile karşılanabiliriz, diye düşünüyorum. 

Okurun algı, bilgi, bellek ve kültürel altyapısına bağlı şiirden ulaştığı anlam ile şiirin zamana bağlı uğrayacağı anlamsal açılımı karşılayan durumu rastlantısal anlam kuramı açıklar, diyebiliriz. Öyle sanıyorum ki rastlantısal anlam kuramı sanat veya şiir dünyasında yeni bir tanımlamadır. Sanatsal bir anlatımın sonucunda oluşan bir alandır. Şiirin, bununla birlikte sanatın doğal ve devinimine özgü bir anlam açılımıdır. Şiirin veya sanatın özellikle doğurmak istediği özel bir alan olması nedeniyle bu anlamsal sürecin tanımlanması gereğini düşünüyorum. Çağrışım katmanında da görüleceği gibi sanatta olay, olgu, bilgi ve imgelem gücüne dayalı anlam üretmek eserde olası bir kıvılcım gerektirir. Sanat değeri yüksek eserlerde bu kıvılcım çoğunlukla bilinçli çakılır, ancak okura bağlı olması nedeniyle kıvılcıma verilecek tepki ve anlamın yönü kontrol altında tutulamaz. 

Şairler, şiirinde benzetme, sapma, bağdaştırma gibi yazın ve şiir dili teknikleriyle dize veya dizeler arası anlamsal gücü artırıcı yönteme başvururlar. Yaşamsal ve duyumsal olgulara dayalı anlam öbekleri veya imgeler ile okurda çağrışım yaratmak isterler. Aynı zamanda okur, bilinçaltı ve bilincinde yer almış trajik ve travmatik izler ile kültürel donanımı gereği, şiirdeki çağrıştırmalara dayanarak gerçek anlamın dışında başka bir anlamsal bütünlüğe, yoruma veya görüntüye yönelebilirler. Diğer taraftan şair, yüce ve trajik değer taşıyan olgularla okuru tetikleyebilir.

Rastlantısal anlam kuramı bağlamında bir düzlemden daha bahsettim. Bu düzlem de zaman ve ortamın etkisidir.  Bilginin ve algının zaman ile ortamda ufkunun genişlemesidir. Zamanla değişen algı, teknik, üretilen bilgi ve kültür varlıkları, daha önce yazılmış bir şiirde anlamsal gelişim ve dönüşüm sağlar. Zamanın yarattığı bu olgu, oldukça yüksek öngörü ve sezgiye gebedir. Şairin var olan ve üretilen bilginin gelecekte alacağı değeri öngörüp/sezip okuruna çağrıştırdığı ve anıştırdığı ayrı bir tekniktir. Sanat eserleri, çoğu zaman sanatçısının anlatmaya, görüntülemeye çalıştığı kadrajın dışında bazı değerler taşır. Yeni anlamlar ve anlamlandırmalar, bilginin keşfine bağlı ya da işaret edilen yeni olayların gerçekleşmesine bağlı olarak belirebilir. Sanatçı onu düşünde tasarımlamıştır ve eserlerine, şiirlerine giydirmiştir çoğu zaman. Bazen buna benzer durumlar tesadüfen gelişmiş de olabilir. Ancak biz okurlar, zamanla bir olayın gerçekleşmesi veya bir bilginin açığa çıkması durumunda anlam genişlemesini veya anlam kaymasını fark ederiz. Güncelin üzerine yaslanarak yeni anlam açılımlarına çoğu sanat eserinde rastlanır ve bu olağan ve çok sık rastlanan bir durumdur. Eserin, klasik bir esere evrilişinin bileşenidir bu durum.

Bu konuyu biraz daha açalım. Olması olanak dışı gibi görünen veya hiç düşünülememiş olayların vuku bulmasıyla yeni bir bakış açısı, bilinmedik bir yoruma varılmasıyla yapıttaki çağrışımın, sezdirmenin, duygu gücünün anında güncellik kazanıp yeni çıkarımlara yönelebileceğini unutmamalıyız. Bu konu, özellikle dil sanatları için çok önem arz eden bir özelliktir. Örneğin aya gitmenin akıllarda bile olmadığı zamanlarda aya yolculuktan bahseden roman ya da metinlerde olduğu gibi. Bu, sanat eserlerinde kalıcılık ve süreklilik sağlayacak olan önemli bir özelliktir. Şairin kahinliğini değil; şairin anlamlandırma, geleceği okuyabilme, görebilme, sentezleyebilme yeteneği ile eserin derinliğini gösterir. Bu durumu, “anlamın rastlantısallığı” diye isimlendirmek durumundayız.

 Şair şiirinde, eğretileme, değinmece, değişmece ve aktarma gibi dilsel teknikler ile iletilerini sezdirme, görüntüleme veya duyumsatmaya çalışarak anlamsal bütünlük ve tutarlılık sağlar. Ancak şiir, dönemin estetik algısı, bilimsel, sosyolojik, psikolojik gelişmelere bağlı olarak anlam kayması yaşayabilir hatta yatay ve dikey evrilmeye açıktır. Şiirin zaman içerisinde nasıl bir çağrışımı doğuracağı, zamanın algı ve bilgi birikimine bağlı olarak nasıl bir anlam alanına yöneleceği bugün için belirsizdir. Sanatçının kurguladığı, biçimlendirdiği ve nesnelleştirdiği eser, gelecekte okurun yaşam pratiklerine, bilgi gelişimine ve algı biçimine bağımlıdır. Okurun algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyorum. Şiirde hatta bütün sanat dallarında okur ve eser arasında gelişen böyle bir anlamsal süreç vardır; bu süreç mutlaktır ve tanımlanması gerekir. İşte ben bu süreci ve süreçte gelişen anlamsal durumu Rastlantısal Anlam Kuramı olarak ele alıyorum. Bu kuram, ayrıntılarıyla birlikte incelenmeye, geliştirilmeye ve deneysel olarak araştırılmaya muhtaçtır. Rastlantısal anlam tabaksının, her sanat eserinde uygulanabilir, denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğunu ve bunun bir kuram niteliği taşıdığını söyleyebilirim. Çağdaş sanat algısı ve beynimizin çalışma prensibi gereği, okur eser arasındaki “rastlantısal anlam”ın doğum süreci kuramsal bir olgunun sonucudur. Bu konu kapsamlı bir tez konusudur. Sanat eseri, okur, sanatçı ve zaman dörtlüsü bağlamında bu kuramın devinimi, süreci ve işlevsel temeli umarım ele alınıp incelenmeye değer bulunur.

Rastlantısal anlam, normalde her sanat eserinde var olan, sanat eserindeki anlamsal çeşitliliği, hareketliliği karşılayan ve okurun bilinç dünyasından doğan bir tabakadır. Mevcut bilginin, aynı olduğu durumlarda bile okur, algı, düşünme ve anlama etkinliği gereği şiirden farklı imgesel sonuçlara varabilir. Bunun yanında sanatçının amacı olan iletinin daha ötesinde bir iletinin okur tarafından algılanabileceğini, okuru yeni imgelem dünyasına taşıyabileceğini her zaman göz önünde bulundurmalıyız. Bu süreç mutlak bir süreçtir ve yazın biliminde tanımlanmalıdır.

Özetlemek gerekirse şair, şiir dili teknikleri ve özgün anlatımı ile göstermek ya da çağrıştırmak istediği anlam, görüntü ve imge demetini yeteneği oranında okurda oluşturabilir. Bu durum her şairin temel hedefidir. Bilinen ve öyle olduğu kabul edilen bir durumdur. Ancak;

**Okur kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve belleğine yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere ulaşabilir. Bu durum ratlantısaldır.

**Yayımlanmış ve üzerinden zaman geçmiş bir şiirin anlam bütünlüğü, gelişen teknik, değişen algı, teknoloji, olay ve açığa çıkan bilgi nedeniyle beklenilmeyen, yeni, daha etkin imge ve görüntülere yönelebilir. Bu durum anlam genişlemesidir ve rastlantısaldır.

Bu iki alan, şiire özgü anlam katmanlarında tanımlanmış değildir. İşte bu iki alan, şiir ve sanat bilgisi içinde, özellikle dil sanatlarında tanımlanmalıdır, yer almalıdır. Hatta sanatın tüm dallarında “Rastlantısal Anlam Kuramı” olarak ele alınıp incelenmelidir. Bu sürece mantıksal yaklaştığımız zaman, böyle bir gereksinimin olduğu ortaya çıkmaktadır. 

Mustafa Zeki Çıraklı, Jakobson ve David Herman’ın bulgularını referans göstererek bilişsel anlatıbilimin dikkate alacağı üç zihinsel süreç olduğuna dikkat çeker. Yazarın zihnindeki inşa, anlatı (metin veya vasıta) ve okurun zihnindeki inşa olarak gösterir. İşte bu üç zihinsel süreci incelediğimizde okurun anlamlandırma, görme ve imgesel olarak ulaştığı sonuçların, sanatçının anlatmak istediği düşünce ile aralarında mutlak uyumun olamayacağını ifade eder. Bu uyumsuzluğun ortaya çıkardığı zihinsel sonuçları, ancak ve ancak rastlantısal anlam kuramıyla tanımlayabiliriz, diye düşünüyorum.

Özellikle şiirde “rastlantısal anlam” hem sanatsal açıdan hem estetik açıdan hem de dilsel ve anlam zenginliği açısından önemli bir olanaktır. Her sanat alanında imgenin uzayı ne kadar geniş olursa ve ne kadar çok çağrışım saçağı[7] yaratıyorsa o eser daha fazla sanatsal özellik içeriyor demektir.  

Rastlantısal anlam alanı, eleştirmene geniş bir bakış açısı sunar, anlam katmanına değişik bir açıdan bakmaya ve geleceğe yönelik öngörüleri dikkate almaya yönlendirir. Çünkü hem sanatçı gözünden hem okur gözünden hem de zamansal ve mekânsal platformda şiirsel veya sanatsal bir olguyu açıklama olanağını sağlar. Örneğin iki asır önce yazılmış bir şiirin bugünkü iletilerinin ne kadar geçerli ya da geçerli olmadığı, rastlantısal anlam kuramının öne sürdüğü önerme ile çözümlenebilecektir.

Bir şiirin dizelerinden çıkarılabilecek farklı anlam, değişik çağrışım etkisi, çok yönlü bir bakış ve düşün açısı her zaman o şiire yeni boyut eklemek için önemli bir basamaktır. Çok önce yazılmış bir şiir ya da öykünün bugün gerçek bir olayla kanıtlanması, gerçeklik kazanması veya benzerlik göstermesi, yansıttığı, sezdirdiği durumla mevcut olayın içeriğine açıklık getirmesi her sanatın dalının gelecekten beklenen kaygısı olmalıdır. Konuyu tersinden okuyalım: Bugünün şairi; şiirinde kalıcılığı, sürekliliği, sanatsal değeri ve ileti gücünü bu bağlamda düşünmelidir ki yıllar sonra şair olarak anılmak için kendisine zemin hazırlasın, duyusal ve sezgisel gücünü kullansın.   

Lyotard’ın dediği gibi “metnin ne dediği değil, okurun ne anladığı esastır.” Şairin ne dediği değil, kullandığı sözlerin ve anlamsal bütünlüğün nereye açıldığı ve zaman içinde nasıl bir değer alacağı önemlidir. Şiirin ne dediğinden ziyade, okurun yaşamsal deneyimlerinden nasıl bir sonuç çıkaracağı önemlidir. Aslında bütün yazınsal metinler, metin dilbilim açısından incelendiğinde bu sonuca doğru yönelmez mi?

İsmail Tunalı, “...edebiyatın tarihselliğinde geçmiş, şimdi ve gelecek diye bir ayırma olamaz. Çünkü, her yapıt, yeni beklenti ufuklarında daima yenidir ve daima yenilenir. Hiçbir yapıtı ölümsüz bir değerle değerlendiremeyiz. Dün belirli bir ufuk için verilmiş olan değer yargısı, bugün yeni bir ufuk içinde yeni bir değer yargısına dönüşecektir.” der. İşte bu çıkarım bile bir sanat eserinin daima rastlantısal bir anlam dünyası oluşturacağını doğrular. Çünkü şiirin anlam uzayı ile okurda yarattığı çağrışım, okurun zihinsel durumuna bağımlıdır. Her sanat eseri karşısında, okurun verdiği/vereceği tepki ile ulaşacağı anlam belirli bir çerçeve içinde düşünülemez. Rastlantısaldır. Şiir, anlamsal uzayına sınır ya da çerçeve çekilmesini kabul etmez. Örneğin bilinçli yapılmış iyi bir soyut tablo, anlam açısından oldukça geniş bir alana sahiptir. Böyle eserlerin “çağrışım saçağı yaratıcı” özelliği vardır ve izleyicinin bilgi, bellek ve duyumsal gücüne göre saçaklanır. Bu nedenle şiirin, her okura göre farklı anlam ve görünüşe bürünmesi önemli bir özelliktir. Sanatçı bu özelliklerin farkında olmalıdır ve eserini bunları dikkate alarak kurgulamalıdır. Eleştirmen ise bu özellikleri dikkate alarak çözümlemeye yönelmelidir.

Sonuç olarak bu kuram; eserle insan arasındaki ilişkiden doğan mutlak bir süreçtir ve çağdaş sanat anlayışındaki hareket olgusuna dayanır. Uygulanabilir, denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğundan kuram niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Elbette kuram demek yeterli değildir. Araştırmaya incelenmeye ve denenmeye gereksinimi vardır. Dilerim sanat düşünürleri, akademisyen ve araştırmacılar, ele alıp incelerler ve sanatın insanla olan ilişkisine yeni bir boyut kazandırırlar.   

   

ÇAĞRIŞIM KATMANI

Giriş

 

Çağrışım, sadece söz, ezgi, olay veya olgulardan doğmaz. Koku, tat, renk gibi bellekte iz yapmış her şey, çağrışım nedenidir.

 Çağrışım, sanat eserinde olmaz ise olmaz yedi katmandan biridir. Eserdeki biçim, anlam, anlatım ve ses katmanları; birbirine yaslanarak ve tetikleyerek zihin ile duyular arasındaki bağıntıyı hareketlendirir.  Kişiyi; duygulandırma, anımsatma, sezdirme gibi zihinsel bir sürece sokar.

Okuyacağınız metin, şiirdeki çağrışım katmanını oluş, işlev ve etkileri açısından ele alır. Bu katmanı üç tabaka[8]ya ayırarak sorgular:

İlk tabaka, eser/şiirdeki “çağrıştırma tabakası”dır; çağrışıma neden olan ögeleri tanımlamaya çalışır.

İkincisi, “rastlantısal imgelem tabakası”dır; okurun bellek/bilgi/algı/anlama biçimi ile zamansal parametrelere göre değer alır. Sanatsal anlatım için bu tabaka önemli bir işleve sahiptir. Çağrıştırma tabakasının tetiklemesi yanında okur imgelem dünyasına göre şekil alan bir süreçtir. Rastlantısaldır.

Üçüncüsü ise “çağrışımsal imgelem tabakası”dır. Çağrışıma neden olan temel verilere dayanarak okurun/izleyicinin ulaştığı imgelemi esas alır. Burası özel bir alandır ve tanımlanmaya gereksinimi olan bir süreçtir. Kuramsal niteliğe sahip bir eylemdir. Sanatsal ifadeyi yaratan ve güçlendiren bir durum olarak ayrıca ele almayı gerektiren düşsel/düşünsel bir süreçtir. Sanatçı/eleştirmen, eseri yaratırken, çözümlerken ve eleştiri için incelerken başvurması gereken önemli bir ayrıntıdır. Ayrıştırılarak anlamsal alanının daha ayrıntılı tanımlanmasına gereksinim vardır. 

Bu düşünce ve tekniğe dayanarak, iki kurama ve yeni tanımlamalara ulaşılmıştır. Kuramlardan bir tanesi de çağrışım sonucu oluşan bir süreçtir.

Çağrışım Katmanı

Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın verilerine dayanarak dağardaki izlere, yaşamsal ve duyusal belleğe, izlerden yaşamsal birikimlere, oradan imge ve görüntüye, görüntüden keşfi bekleyen yeni imgeleme ulaşan insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin sınırsız eylemidir. Sanatsal ve bilimsel yaratıcılığın temelinde önemli bir zihinsel etkinliktir. Bilinç dünyasında bir şey yalnız bir şeye bağlı değil, çok şeye bağlıdır. Bir olay, olaylar zincirini, bir olasılık, çok olay ve olasılıklar zincirini doğurur.  Bilgi bütünlüğüne ulaşmış zihinde bir şey, o kadar çok şeyle bağıntılıdır ki bunun sınırı ve sonu yoktur.

Şiir açısından baktığımızda çağrışım, anlam, ezgi, söz, olgu veya olaya dayanarak okur belleğini dürten, okurun zihnindeki bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve devindiren, okuru imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine neden olan bir katmanın adıdır. Çağrışım sözcüğünün buradaki kullanımı sözlük anlamının dışında değildir. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele aldığımızda, çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı incelenmesinin gereği doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen bir varlık alanıdır. Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve anımsatma gibi zincirleme tepkiler yanında yapıtın anlamsal derinliği ile coşum katmanına yeni boyut ekleyerek sanatta sınırsızlığı ve duygusallığı sağlar. Anlamın kaşağısı, zihnin karanlık bölgeleri için el feneridir. Anlamı kaşıdıkça daha yoğun imgeye, imgeden daha özgün imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki yerleşik izlerin uyaranı ve düş dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.

Çağrışımın; anlam, anlatım ve ses katmanı ile de doğrusal bağıntısı vardır. Bunun yanında çağrışımla ilgili ele alınması gereken bir konu daha vardır; serbest çağrışım. Düşünsel bir süreçtir. Freud “serbest çağrışım sırasında kişide görülen hiçbir şeyin gelişigüzel ya da rastlantısal olmadığını ve kişinin bir seçimde bulunmadığını” vurgular. Bu yöntem genellikle psikanalisttik terapide kullanılır. Bunun yanında gerçeküstü (sürrealizm) sanat anlayışındaki anlık yazma işlemi de serbest çağrışıma farklı bir örnektir. Serbest çağrışımda doğrusal bir düşünme örüntüsü ve bilinçli seçim aranmaz, kişinin doğal davranışları daha etkendir.

Okur, şiiri okurken veya bir sanat eserini izlerken çocukluğundan bugüne kadar edindiği bilgi, deneyim, her tür yaşanmış duygu ve anılarıyla bir başınadır. Okur bire bir şiirle iletişime girdiği için çekince, baskı ve basınç altında değildir. İçinden geldiğince özgür düşünebilme, imgelem kurabilme, doğal davranabilme olanağına sahiptir. Serbest çağrışıma sonuna kadar açık bir konumdadır. Asla dışa vuramayacağı, kendince kutsal olan, değerli olan, utanç veren, sorun olan, kendisine bile itiraf etmeye çekindiği her tür duygu ve bilinçaltı bilgilerini, şiirle karşı karşıya geldiğinde kendine itiraf etmeye, üzerini açmaya, onlarla ilişkiye girmeye hazırdır. Okurun bu durumuna yaslanarak, okuru tetikleyecek, anıştıracak, duyumsatacak, anımsatacak, bilincine başka alanları çekecektir. Benzerlik, yakınlık ve çelişkiler arası bağıntı kurduracaktır. Bu durum, sanatın ayrı bir gerçeğidir. Oldukça kapsamlıdır.

Çağrışım; anlam, ses, anlatım ve coşum katmanlarının hep birlikte okur üzerinde yarattığı bir sonuçtur. Şiirde çağrışım, kısa değinmelerle geçiştirilemeyecek kadar sanatsallığa katkı yapar, imgeye yönelir, imgelem doğurur, coşumsallığı tetikler, çokanlamlılık ve rastlantısallığı doğurur. Çağrışımın; doğuş oluş, işleyiş ve sonuçlarını somutlaştırmak için ek tanımlamalara gereksinim vardır. Bunlar; “çağrışım çekirdeği, çağrışım yelpazesi, çağrışım saçağı”dır.

Çağrışım çekirdeği, okurun kültür ve bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz varlıklarıdır.

Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım alanıdır, olanaklarıdır.

Çağrışım saçağı ise okurun ulaştığı çağrıştırmadan doğan çoklu imge demetidir.

Anlam, ne kadar derinliğe sahipse çağrışım da o kadar güç ve çeşitlilik kazanır. Sanatçının önümüze serdiği yol ve anlam derinliği, duygularımıza dokunur. Yoğunlaşma, farkındalıklı algı, görme, anlama ve düşünme biçimine neden olur. Kanımca, okurda çağrışımla oluşan/oluşturulan imge ve buna bağlı imgelem, şiiri şiir yapan önemli bir süreçtir.

Anlam derinliği; dünya, yaşam ve insan ile bunların aralarındaki ilişkiyi derinliğine anlatabilme ve okuyabilme sonucu oluşur. Aynı zamanda dilin çarpıcı kullanılmasıyla da yaratılabilir. Sapma, benzetme, imge ve bağdaştırma gibi dil teknikleri; çarpıcı, beklenmedik ama zengin çağrışıma neden olan söz dizimi, söz kaynaşmasıdır; bunlar hem yeni düşünme yöntemi hem yeni düşün alanları açması bakımından önemli kullanımlardır.

Çağrışım yaratabilmek, okurun ilgi alanı ve kültürel yapısı ile de ilgilidir. Çok bilinen bir olay ya da kahramana, mitlere, simge ve sembollere, halka mal olmuş şahsiyetlere ilişkin atıf yapma, sezdirme veya açıkça işaret ederek başka bir olguyu anımsatmayı çağrışım için değişik yöntemler olarak düşünebiliriz. Bu yöntemler, okuru kahramanla ilgili bir olaya götürecek, o olay ile ilgili unutulmaz bir zamanın unutulmaz anlık olaylarını belleğinde anımsatacak, yeni çıkarımlara doğru gezintiye çıkaracak, okurun duygu durumunda olumlu ortam yaratacak ve haz doğuracaktır.

Çağrışımın, anlam katmanına yeni anlam ve görüntüler üretmek gibi bir geri dönüşümü söz konusudur. Okur, kendi yaşamsal varlık ve değerleri ile bilinç ve bilinçaltında yer etmiş olan bilgilere yaslanarak yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlara ulaşır. Bu özellik, zincirleme etki yapan özel ve önemli bir hareket alanıdır. Çağrışımın şiirde yeni duyusal alanlar açması okurun bilgi birikimi, yaşamsal deneyimleri, olayları okuma, varlıkları tanıma ve karşılaştırma yeteneği ile ilgilidir. Bu nedenle şiirin kendi içinde var olan çağrışım gücü, okurun mantıksal yetenekleriyle de paralel olarak artacaktır. Anlam katmanının çağrışım ve buna bağlı görüntüyü eş zamanlı oluşturduğunu, çağrışımın da yeni olgu ve imgeler üretebildiğini bu çıkarımlardan sonra söyleyebiliriz.

Çağrışımı doğuran durumlar sadece söz, ezgi, olay veya olgular değildir. Yaşamın içinde var olan, bunun yanında zihinde tasarlanabilmiş soyut kavramlar da çağrışımı doğurabilir. Bu konuya daha somut bir örnek verelim. Örneğin mevsimlerin, insanın yaşamsal örüntüleriyle bütünleşmiş algı ve duyularını biçimlendiren etkisi vardır. Bahar aylarının güneş rengi diğer aylara ve coğrafi konuma göre ışık açısından kendine özgü bir tona sahiptir. Bahar güneşinin renk tonu, çoğu insanda aşk olgusunu çağrıştırır ve duygular bu uyarıma göre biçimlenir. Demek ki renkten kokuya, işitsellikten tada, hareketten kas duyumlarına kadar duyularla algılanan her şey çağrışım için bir kaynak oluşturabilme gizilgücü taşır. Bu gizilgüce sahip ögeleri bulup şiire yedirmek de şairin işidir. Burada parantez içi bir bilgi daha aktarayım: Şairin çağrışıma kaynaklık eden ögeleri bulup şiirinde kullanması için zihninde duygu, duyu, olgu, olay, bilgi ve bilinç arasındaki ilişkisel işlerliği biraz açıklığa kavuşturması gerekir.   

Şiir, dizelerinde anlattıklarıyla yetinmez. Okurdan, çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş alanların, olay ve duyguların yaşanmasını ister. Satır aralarını okumak deyimi bir bakıma bunu karşılar diye düşünüyorum. Çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş görüntülerin oluşturulması, okurun birikimine bağlıdır ve okuru yeni anlam dünyasının kapılarını aralamaya yöneltir. Algı törpüleme, anlama, düşünme biçiminin bulgulanması ve duygusallığın üst alana taşınması açısından sanatın işlevine katkı yapar. Bir anlamda çağrışım, anlamı güçlendirir, iletiyi keşfedilmemiş bölgeye taşır, coşumun doğumuna katkı sağlar, okuru estetik yaşantıya hazırlar. Başka bir deyişle, şiirde imge olarak adlandırdığımız oluşumun temel çıkış noktasıdır ve okur imgelemi ile koşut hareket eder. Zihinde kapsamlı düşünsel bir evreni yaratır.

Çağrışım; anlam, anlatım, sesten doğar, büyür ve geri bildirimde bulunarak yeni çağrışım saçakları oluşturur. Örneğin, anlamla birlikte şiirsel ezgi, bellekte yer etmiş ve duyusal dünyada anlam kazanmış olay ve olguları tetikler. Anlam ve ses, birbirini etkileyerek okurun düşünsel dünyasına saplamalar yapar ve okuru çok katmanlı bir imgelem dünyasına götürür. Ezginin duyularda yarattığı etki, dinleyenin yaşamsal izlerini tetikler ve anlamla bağıntılı imgeler doğurarak şiirin diğer katmanları ile daha yoğun bir etkileşime girer. 

Çağrışım sürecini doğuran ana etkenlerden biri anlamdır. Anlam, kendi içyapısına özgü tasarıma dönüştürülmelidir. Okurda anlaşılırlığı etkin yollarla sağlanarak istenen düzeyde çağrışım yaratmak esas olmalıdır. Ezgi veya anlatımla bir yere kadar çağrışım sağlanabilir ama bunlar bile anlamla bağıntılıdır ve hepsi birbirini bütünler. Şiirde veya sanat eserinde anlam deyince, bilgi ve bilginin düşüncemizde duyusal, soyut ve nesnel tasarıma dönüştürülmüş durumunu anlamalıyız. Çağrışım, bilgi ve türevleri ile nesnelleşmiş görünüm üzerinden hareket alır. Örneğin dizedeki söz, bilgi ve anlam, zihnimizde bir tasarım/görüntü oluşturur. Bu tasarım/görüntü, belleğimiz ve zihinsel etkinliğimizin gücü oranında başka görüntüleri beraberinde getirir. Beynimiz, nesne veya anlamsal alanı oluşmuş sözcüklerle anlamlandırma ve ilinti kurma yoluna gider.

‘Çağrışım katmanının kapsamı nedir, çağrışıma neden olan esaslar nedir, nasıl oluşur ve sonuçları nedir’ gibi sorulara yanıt aramalıyız. Bu sorulara yanıt bulmak için çağrışımı varlık düzleminde tanımlamamız ve isimlendirmemiz gerekir. Şiirde veya herhangi bir sanat eserinde çağrışıma neden olan ve çağrışım biçimini belirleyen düzleme çağrıştırma tabakası ismini verebiliriz. Çağrıştırma tabakası; nesnel, öznel veya soyut bir olgu ve olaya işaret eden, bunlardan yola çıkılarak anlamlandırılan, bu anlamın başka bir anlam ya da görüntüye yönelmesini sağlayan ezgi, biçim, söz ve söz tamlamalarıdır.  Bir bakıma ezgi, biçim, sözcük, dize veya anlam öbekleri, okurun duygu durumunu etkilemiş ve belleğine tutunmuş olan izleri anımsatan ilk çıkış noktasıdır.

Buraya kadar şairin istediği ve şiirindeki söz varlıklarıyla ortaya koyduğu, okurda çağrışımı yaratacak gereçlerden söz ettik. Çağrışımın okur üzerinde ortaya koyduğu eylemsel durumu, ayrıca tanımlamalıyız. Bu aşamadan sonra, ele almamız gereken konu, çağrışımın okurda oluşturduğu sonuçtur; imgelem boyutudur. İşte okurda oluşan bu eylemsel tabakaya çağrışımsal imgelem tabakası diye isimlendirmenin uygun olacağını düşünüyorum.

Çağrışımsal imgelemin oluşum sürecini, iki farklı varlık düzleminde değerlendirmeliyiz. Birincisi şiirin söz varlıklarının çağrıştırması ile okuru yönlendirdiği çağrışımsal imgelem tabakasıdır. Bu, yukarıda bahsettiğim tabakadır. İkincisi ise okurun yaşamsal algısı ve bellekte yerleşik bilgileri, görme, sezme yetisi gibi kişisel etmenler ile şiirde çokanlamlılık gereği okurun kendince ulaştığı “rastlantısal imgelem tabakası”dır. Çünkü sanatsal metinlerin doğasında var olan ve sezdirme gücünün de etkisi ile okurun bilincinde üretilen anlam dünyasını ancak bu sınıflandırmayla tanımlayabiliriz. Her ne kadar sınıflandırma yapmış olsak da bunlar, eşzamanlı, eşgüdümlü ve birbirini bütünler biçimde oluşurlar.

 Rastlantısal imgelem, rastlantısal anlam gibi ayrıca incelenmesi gereken sanatsal bir gerçektir. Metni sanatsal boyuta taşımanın altında yatan temel değerlerden biridir. Bugüne kadar farklı biçimlerde dillendirilmiş olmasına karşın sınıflandırılıp tanımlanmamıştır. Şu kadarını söylersek sanırım bu tabakaların önemi anlaşılabilir. Şiirin zamana karşı dinamizmini ve kalıcılığını sağlayan, şairin kurgusu ve okurun belleğine göre şekillenen, dönemlerin algı ve yargılarına göre yeni değerler üreten tabakalar olarak düşünebiliriz.

Çağrışımın yönlendirdiği bir alan daha vardır. Çağrışımın ortaya çıkardığı yeni anlam, görüntü, tasarımlar vardır. Bunlar; okurda yeni imgeler yaratır ve yeniden okuru farklı imgelem dünyasına sokar. Geri dönüşümlü bir süreçtir.

Aşağıdaki dizeleri çağrışım açısından değerlendirerek okuyalım. 

 (…)

Vardır her egemenin bir egemeni, bu ayrı konu (1)

Alsa aslan bir ceylanı evlatlık, evrim darılır (2)

Horon kıvraktır örneğin, durdur horonu dik oynamayı (3)

Dikey keskin hüküm varsılı, düzde güzelduyu (4)

Az varılır bir kasabada, paslanır ya keman yayı (5)

Telgraf direkleri odun oldu olalı.          (6)

(…)

Şimdi ikinci dizenin çağrışım gücünü kendi şiir anlayışınız ve dünya görüşünüzle düşünün. Ayrıca, bir ve ikinci dizeyi okuduğunuzda zihninizde nasıl bir çağrışım oluştu? Okur okumaz ne düşündünüz? Sizde nasıl bir görüntü ve tasarım oluştu? Evrimle, aslanın ceylanı evlatlık alması konusunda nasıl bir bağlantı kurdunuz? Düşünsel olarak sizi nereye taşıdı? 

Örneğin, beş ve altıncı dizeler size nasıl bir görüntüye götürdü.? “...paslanır ya keman yayı/Telgraf direkleri odun oldu olalı” (İki telgraf direği ortasında aşağıya doğru salınmış telgraf tellerinin keman tellerine benzetildiğini varsaymış olursak sizde nasıl bir iz, anı ve duyguyu uyandırırdı?) Çocukluğunuzun görüntüsü olan telgraf direkleri ve telleri, nasıl bir çağrışım yapmaktadır?

Çağrışım, şiir veya herhangi bir sanat eserinin yarattığı imge ve imgelem dünyasıdır. Bunu sonucunda okurda oluşan imge ve imgelem dünyasını; doğuş nedeni, oluş, işleyiş ve sonuçlarını daha görünür kılmak için “çağrıştırma tabakası, çağrışımsal imgelem tabakası ve rastlantısal imgelem tabakası” olarak sınıflandırarak incelersek daha iyi anlaşılır olur kanısındayım. 

Şimdi Çağrıştırma Tabakası, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını; gereci, nedeni, nasılı, okurda yarattığı etki ve sonuçları açısından ayrı ayrı ele alalım.

Çağrışım çekirdeği, okurun kültür ve bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz varlıklarıdır.

Çağrıştırma Tabakası

Çağrıştırma tabakasını, şiirin okurda anlamsal, işitsel ve görsel olarak doğuracağı uyaranlar, yönlendirenler ve bu uyaranların temel esaslarını teşkil eden varlıklar düzlemi olarak ele alabiliriz. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı sağlayan gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran somut ve soyut veriler dizinidir.

Şiirde imgenin algılanmasında önemli bir paya sahiptir ve aynı zamanda okurda çoğul ve rastlantısal imgelem yolunu açar. Ancak bu tabakayı açıklarken şairin şiirinde bilerek kullandığı gönderme, sezdirme ve anımsatma türü söz varlıkları üzerinden hareket etmek durumundayız.

Olayın/duygunun/eylemin anımsatılması için kullanılan sözler ve söz gruplarının her birini çağrışım çekirdeği[9] olarak adlandırabiliriz. Çağrıştırma görevi yüklenen olgu, olay, sapma, deyim aktarması, benzetme, bağdaştırma, sözcük ve söz grupları gibi şiir teknikleri, anlatım ve anlam özelliğine bağlı olarak, özgün bir çağrışım oluşturacak ağırlığı taşıması arzu edilir. Bu özellikleri taşıyan çağrıştırma tabakası; okuyana olay ve görüntüleri anımsatır, açığa çıkartır, imgeye yöneltir, imgelemi başlatır, okurun bilgi dağarcığına ve algıladığı yaşamsal izlere bağlı olarak olaylar zinciri ve görüntülerin oluşmasını sağlar. Şiirde geçen söz ve söz tamlamalarından doğan anlam, imge, yansıtma ve sezdirme grupları; çağrıştırma tabakasının bir ögesi olarak görülmelidir.

Çağrıştırma tabakasını kurgulamak, şairin işidir, becerisidir.

Şiir anlatmaz, anlatılmak isteneni yansıtır, duyumsatır; bununla da yetinmez, istenen görüntüyü de kendine özel teknikle çağrıştırır. Bu esnada da düş dünyanıza yeni yeni ateşler yakar. İmgelem olanaklarınızı bilemeye başlar. Bir bakıma, hem işaret edilen daha somut bir alanın varlığından hem de görünmez ama gönderilerle yolu açılan bir görünmez alandan söz edebiliriz. Gerçek ve gerçek olmayan alanın ortaklaşa yarattığı toplam nesnel, duyusal ve sanal görüntü, bir yapıtın ortak değerlerini içinde toplar. Çağrıştırma tabakasının oluşturduğu bu düzlem, okur anlağında estetik algının önünü açan bir olanaktır.

Çağrıştırma tabakası, belleğimizi ve duygularımızı harekete geçirerek bilinç ve bilinçaltımızdaki uyuyan gizli odaların açılmasını sağlar. Başka bir deyişle, duyguları tepkisel konuma sokar, algı uyarıcıları yönlendirir. Okurun zihinsel ve duyusal dünyasına dikkat çekici işaretler koyar, onu ulaştırmayı arzu ettiği imgeye doğru yönlendirir.

Çağrıştırma tabakasının oluşturulması ve çağrışım gücünün artırılması maksadıyla, okurun sosyolojik ve psikolojik dünyasını ele almamız gerekir. Çağrışımı güçlendirmemiz için önemli bilgiler içerir. Şöyle ki, insanın tutum ve davranışlarını belirleyen, onun hangi uyaran karşısında ne gibi bir tepki vereceğini az çok bulgulayan, bu sözünü ettiğim bilim alanlarıdır. Bu yüzden şair ya da sanatçı, sosyoloji ve psikoloji kavram ve terimlerine egemen olmalıdır diye düşünüyorum. Sadece çağrışım olanaklarının doğurulması için değil, bütün sanat alanlarında özne ile nesne arasındaki ilişki ile insanın tutum ve tepkilerinin çözümlenebilmesi için de gereklidir bunlar.

Şair, bir şiirin çağrıştırma özelliklerini güçlendirebilmek için ne yapmalıdır? Bir eleştirmen bu tabakaların açığa çıkarılması için ne yapmalıdır? Bu tür sorulara yanıt aradığımızda biraz daha nesnel ölçütlerin karşımıza çıkacağını düşünüyorum.

Öyleyse çağrıştırma tabakası irdelenerek şairin dil kullanım becerisi ve çağrışım tekniği nesnel bir ölçüt olarak ele alınabilir. Şiirdeki çağrışım çekirdekleri ortaya çıkarılabilir. Bununla birlikte şiir çözümlemelerinde şiirdeki örtük alanların didik didik edilmesiyle yeni şiirsel değerlere ulaşılabilir. Şiir çözümlemesindeki bu tarz araştırmalar, şiir yazma tekniği açısından genç şiir severlere de somut bazı veriler sunabilir. Şiirde bilinçli yapılan her çağrışım çekirdeği, er ya da geç okur imgeleminde bir yöneltme, olay ve olgu görüntüsünü açığa çıkarma görevini yüklenecektir. Hatta şiirde kullanılan bir sözcük bile günün güncel ve iz bırakmış olayları ile bütünleşerek beklenmedik bir çağrışımı, görüntüyü, okurun zihninde canlandırabilir ve daha değişik alanda imgeleme yöneltebilir.

 

 

 

 

ÇAĞRIŞIMSAL İMGELEM KURAMI[10]

 

Çağrışımsal imgelem, şairin şiirde kurduğu uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kayıtlı görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler ve duyusal alanlar yaratma sürecidir.

 

Çağrışım katmanı; şiirdeki herhangi bir anlam, ezgi, söz, olgu veya imgeye dayanarak okur belleğini dürten, okurun zihnindeki bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve harekete geçiren, okuru imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine neden olan bir katmanın adıdır. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele aldığımızda, çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı incelenmesinin gereği doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen bir varlık alanıdır. Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve anımsatma gibi zincirleme tepki yanında, yapıtın anlamsal derinliği ile coşum tetikleyerek sanatta duygusallığı sağlar. Çağrışım, anlamın kaşağısı, zihnin karanlık bölgeleri için el feneridir. Anlamı kaşıdıkça kişiyi daha yoğun imgeye, imgeden daha özgün imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki yerleşik izlerin uyaranı ve düş dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.

İmgelem, bilgi birikimimiz ve bilincimizin zihinsel, düşsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, görüntüler, işlemler, yaratılardır. Bir anlamda düş ve düşünme gücünün ortaya çıkardığı eyleme dönüşmemiş düşünce bazında örüntüler evreni de diyebiliriz. Zihnin işleyiş ve imge çekirdeğini[11] ortaya koyuş sürecidir. Sanatın doğumuna kaynaklık eden ilk düşsel aşamadır. Sanatsal edimlerin akarsuyudur.

Konumuz, çağrışımın okurda doğurduğu imgelem sürecidir. Diğer bir söyleyişle okurun; şiirin duyusal ve nesnel varlık katmanlarına yaslanarak zihinsel etkinliğe girişidir.

Çağrışımsal imgelem tabakası dediğimizde, okurda oluşmuş ve oluşturulmuş olan bir imgelem sürecinden söz ediyoruz demektir. Daha önce sözünü ettiğim çağrıştırma tabakasındaki çağrışım çekirdeği, okur üzerinde uyarı, sezdirme, anımsatma, dokunma ve değinmeler yapar. Diğer taraftan da imgelem ve düşlerini harekete geçirir.

Olgunluğa ulaşmış zihinde bir şey, o kadar çok şeyler ile bağıntılıdır ki hangi şeyin hangi bağıntıyı uyaracağı alıcının bilgi varlıkları ve belleğindeki izler ile doğru orantılıdır. Neyin neyi harekete geçireceği, neyin nasıl bir imgeleme yönlendireceğini kestirmek zordur. Yani şair olarak sizin söylediğiniz esas değildir; okurun nasıl anlamlandıracağı, nasıl bir imgelem dünyasına yöneleceği esastır. Şair, kendi anlayışına göre bir veya birkaç imgeyi hedeflemiş olabilir, ancak şairin açığa çıkmasını arzu ettiği imgeler okur tarafından hiç görüntülenmeyebilir. Bu biçim bir yönelme, rastlantısal imgelem tabakasında ayrıca incelenmek zorundadır. Okur, belleğine dayanarak daha farklı imgeleme ulaşmış olabilir. Burada sözünü ettiğimiz şey, şairin yönettiği imgelem tabakasıdır ve her şair sözlerinin okuru nasıl bir imgeye ve imgeleme yönelteceğini az çok belirleyebilmelidir.

 Şairin yönlendirmeleri dışında kalan çağrışım olanakları bir olasılıklar yumağıdır. Şair; anlam, anlatım ve ses olanaklarına dayanarak çağrışımın amacı, yönü ve gücü konusunda sorumluluk taşır. Şöyle ki: Şair çağrıştırmak istediği konuyu, olguyu, olayı, özü bir bağdaştırma, aktarma, benzetme vb. ile çarpıcı bir şekilde verir/yansıtır, hissettirir ya da sezdirir; ancak okur konu hakkında bilgisiz ise çağrışım, hissettirme, sezdirme okur açısından bir anlam ortaya koymaz. Bu, şair tarafından dikkat edilmesi gereken önemli bir ayrıntıdır. Fin mitolojisinden bir simge veya sembol kullanılması benim için bir anlam taşımayabilir. Örneğin bir Finli için tarihsel bir olgunun duygusallığını içeriyor olabilir. Şair, şiirinde hem çağrıştırma sorumluluğunu taşımak durumunda hem de okurun varabileceği imgelem sürecine katılmak durumundadır. Basit bir ayrıntı gibi geliyor; ancak bu konu şiir yazarken, çözümlerken ve altı dolu eleştiri yaparken son derece önemlidir. Bir şiirin okurda yaratacağı etki ve şiirin okuru kavrayışı bu ayrıntıyla güçlendirilebilir veya tam tersi zayıflatılabilir.

Şairin çağrışım yoluyla yönlendirdiği imgelem tabakası, şiirin gelecekte takınacağı tavrı, yaymayı sürdüreceği ileti niteliğini de belirleyebilme olanağına sahiptir. Bu belirlenim, şairin niteliği, sezgisi, bilgi altyapısı, dünya ve yaşam ilişkisini okuma yetisi bunun yanında gelecek öngörüsü ile doğru orantılıdır. Sanatçının bilimsel yetkinliği ve öncü tutumu etkendir. Sözünü ettiğim konu, bütün sanat alanlarında özel olarak incelenmesi gereken çok boyutlu bir durumdur.

Yinelemek gerekirse çağrışımsal imgelem, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlar yaratma sürecidir. “Şair, okurun dünyasına göre söz söylemek zorunda değildir; içinden geleni olduğu gibi söyler” diye söylenir. Ancak şiirin okura ulaşması ve onda estetik kaygı uyandırması için onun dünyasına seslenmesi, onunla ilk ilişkiyi başlatabilmesi ön koşuldur. Bu konu biraz da şairin toplumsal ve bireysel olguları okuyabilme yetisiyle ilgilidir.

Çağrışımsal imgelem tabakası, çağrışım neticesinde insan zihinsel varlıkları içinden birtakım görüntüleri çeker. Çağrışımın yönlendirdiği anlamla özdeş görüntüye dönüştürür. Bunlar, birbiriyle bağıntılı olgulardır, izlerdir, yaşamsal çıkarımlardır. Çağrışımın doğurduğu ve çağrışımın zihne taşıdığı görüntü ile ilişkili, okurun zihinsel doygunluğuna bağlı olarak daha içsel yeni anlam ve imgelem oluşur.

Şimdi birkaç dizenin çağrışım olanaklarını ve imgelem gücünü anlamaya çalışalım.

(…)

Irgalamıyor beni masum gagalı güvercinleriniz

Barışı getirmekten uzaktılar ne zamandır

Tırtıl taşıdılar badem gagalarında

Tırtıklasın diye üstüme yağan güneşi

Hiç güvenmiyorum güvercinlerinizin sevdasına

Kaç kez sponsor olurlar yeraltı şehirlerine

Kaç kez takla atarlar minare gölgelerinde

Kaç bıçak vururlar sırtından çağa insafsız

Kaç kez dikerler zeytin dalını haydut inine

Hesapsız bir hasat yapar gibi hırçın

Başıbozuk bir bostan bozumu mevsimindeyiz…[12]

                   Temmuz 2014, Narlıdere (Bir Damla Suda Halklar)

Örneğin ilk iki dizeyi, çağrışımsal imgelem açısından inceleyelim. “Tırtıl taşıdılar badem gagalarında/Tırtıklasın diye üstüme yağan güneşi” derken bir güzelliğin tırtıklanması için düşünce yapısı belirli insanların sanrılarından söz edilmektedir. Aslında güncel ve somut olaylara dayanan bağdaştırma söz konusudur burada. ‘Badem gagalarında’ alışılmamış bağdaştırması, aynı zamanda belirgin ve kalıplaşmış düşünce yapısını anlatan bir çağrıştırma çekirdeğidir. İki sözcük, zamanımızın bir olgusunu okurun önüne getirip koymuş ve okurda kocaman bir imgelem dünyası kurmuştur.

İmge; hareket, biçim, renk veya sözle görünüşe taşınan değerlerdir ve aynı zamanda yeni imgelem alanları yaratma gücüne sahiptir. Örneğin, //Usun tekbirle kelepçeye vurulduğu yerde[13]// dizesinde tekbirle kelepçe, İslam kültürünün yoğun olduğu ülkelerin geri kalmışlığını, vahşetini, pozitif bilimleri göz ardı etmesini düşünebiliriz. Bu dizede dikkatli bir imgelem çözümlemesine gidersek, tek başına “kelepçe” sözcüğü bile imge ve arkasından bir imgelem süreci doğurma gizilgücüne sahip olduğunu görürüz.

Çağrışımsal imgelem tabakası böyle bir durumu ortaya koyan alandır. Gerek şiir dili tekniği ile gerek doğrudan göndermelerle gerek imge gibi yöntemlerle yapılsın; bellekte, bilinçte ve bilinçaltında var olan bilgileri uyararak okura yeni imgelem olanakları sağlar. Okurun yaşamsal izlerini ve değerlerini kurcalayarak, okurda öne çıkan bilgilerle yeni anlam alanları yaratır. Bu alanlar çağrışımsal imgelem alanlarıdır ve sanat açısından önemli bir bileşendir. Çağdaş sanatta yapılmaya/yaratılmaya çalışılan önemli bir ayrıntıdır.

Dil sanatlarında, özellikle şiirde çağrışıma bağlı imgelem tabakası kendine özgü bir biçimde ayrıca ele alınmalıdır. Çağrışımsal imgelem tabakası, yukarıda söz edildiği durumuyla bir kuram özelliği taşır mı? Çağrışımsal imgelemin oluş sürecinin; genelliği, deneyselliği, izlenebilirliği ve sürekliliği sağladığını ve bu nedenle kuram olarak ele alınabileceğini düşünüyorum. Örneğin heykel ya da plastik sanatlarda çağrışıma bağlı imgelem sınırlı kalabilir; ancak dilde her bir sözcük, bilgi ve dize, çoğul çağrıştırma gizilgücü taşır ve okura göre değişen imgelem yolunu açar. Sonuç olarak bu alan, kuramsal bir özellik taşır ve özellikle dil sanatlarında, daha etkin olarak şiirde, okurdaki anlamlandırma çabasını, düşünme ve düşlem sınırını genişletir, diye düşünüyorum.

Bu yorumlara dayanarak çağrışımsal imgelem tabakasının, özellikle dil sanatlarında kuramsal yetkinlik taşıdığını söyleyebiliriz. Yani bu süreç, Çağrışımsal İmgelem Kuramı olarak ele alınabilir. Her ne kadar bu konunun kuram olabilme yeteneğine sahip olduğunu söylesek de kuramın deneyselliğine, izlenebilirliğine, genelliğine bakılması, eylemsel sürecinin araştırılması ve daha işlenebilir bilgiye dönüştürülmesi gerektiğinin altını çizmeliyim. Bu tabaka; bir olgunun, olayın, yansımanın anlamlandırılmasında önemli bir işleve sahiptir ve şiire sanatsal öz kazandırır. Ayrıca bu tabaka, bir eserin anlamından çağrışımına kadar okurda yaratılması istenen algı, anlama, düşünme ve görme etkinliğinin eylemsel düzlemidir. Okurun çağrışımla imgelem dünyasına gönderilmesi, kendine özgü teknik, yöntem ve ayrıntı gerektirir. Bu nedenle çağrışımsal imgelem tabakası gerek kuram olarak gerek süreç olarak düşünülsün, dil ve insan bilimleri uzmanları tarafından ayrıntılı bir biçimde bilimsel bir gözle ele alınmalıdır. 

Çağrışımsal imgelem tabakası, aslında eleştirmenin önemle üzerinde düşüneceği bir anlamlandırma sürecidir. Oscar Wild’ın deyişiyle, “Eleştirinin asıl amacı eserin etkisini ortaya koymaktır.” Dilde her bir sözcük, ses, bilgi ve dize bir uyarandır, çağrışım çekirdeğidir ve çağrıştırma gizilgücü taşır, okurda imgelem yolunu açar. Şair, çağrıştırma gizilgücü taşıyan uyaranları nasıl kullanmıştır? Nesne, olay, olgu, simge, mit gibi uyarıcı etkenleri okurun artalan bilgisi ile nasıl özdeşleştirmek istemiştir? Eleştirmen, bu sorulara yanıt bulduğunda bir şiirin okurda yaratabileceği etkiyi de çözmeye başlamış demektir.

Sonuç olarak, çağrışımsal imgelem kuramı; sanatın okurla ilişkisinden doğan bir olayı görünür kılmak üzere ileri sürülmüş yeni bir sanat kuramıdır; çağdaş sanat anlayışının “hareket” olgusuna dayanır. Okurla yapıt arasındaki ilişkinin zihinsel sürecini açıklamaya çalışır. Eserin anlamının okurun bilgi ve yaşam izleri ile belleğine göre şekil alması, anlamlandırılması üzerine kurulu, uygulamalarla kanıtlanabilir bir görüngüdür. Bilimler arası eşgüdümle denenebilirliği, izlenebilirliği ve genellenebilirliği araştırılmalıdır. Bir sanat yapıtının yaratılmasında, çözümlenmesinde ve eleştirisinde önemli işlevinin olduğu değerlendirilmektedir. Özet olarak bu kuram, yüksek lisans ve doktora tezlerine konu olabilecek kadar ayrıntı, uygulama, araştırma ve inceleme gerektirir.

Bunlara ek olarak, yanıtlanması gereken sorular şunlardır: Bir sanat eserini yaratırken, çözümlerken ve eleştirirken, bu kuram ne işimize yarar? Alımlayıcı için ne anlam taşır? Sanat anlayışımıza nasıl bir değişim getirir? Sanatçıya nasıl bir ufuk açar? Sanatsal ifadenin tanımlanmasında ne işimize yarar?

 

RASTLANTISAL İMGELEM TABAKASI

 

Rastlantısal imgelem tabakası, çoğunlukla şefin bagetine aldırmayan sazlar topluluğu gibidir. Hangi sesi vereceği kendi tınısıyla ilgilidir.

 

Şiirin söz varlıklarına bağlı çağrışım sonucu okurda oluşan imgelem, okurun artalan bilgisi, duygu durumu ve bilgi işleme yeteneğine bağlıdır. Şair; sözün, anlamın, anlam öbeğinin, benzetmenin ya da çağrışım çekirdeğinin nereye değineceğini, nasıl zincirleme bir imgeye yöneleceğini kurgulayan kişidir. Okurda çağrışımla oluşturulmaya çalışılan imgelem süreci, şairin bilgisi, onu açıklama yeteneği ve yönlendirmesine bağlı bir sonuçtur.

Ancak şiir dili, örtük ve geniş anlam sahası doğurmaya açıktır. Gerçekte dizede yer alan sözcüklerin, çoğunlukla anlamsal olarak elle tutulur kemiği ve omurgası yoktur. Kısaca söylersek şiir dilinin kemiği yoktur. Bununla birlikte şiir dili, doğal dilin mantık, anlam ve söyleyiş kurallarını sevimlice kırar. Şiir bu yöntemlere başvururken okur ile iletişimi daha etkin ve duyusal olarak kurmayı hedefler. Bu nedenle, kullanılan sözcük ve tamlamaların anlam alanları geniştir. Bunlar, çokanlamlılığa, çağrışıma, sezdirmeye, anımsatmaya daha yatkındır.

‘İnsan beyni ise anlamlandırma organıdır ve algıladığı verilerle beklemeksizin anlamlandırmaya yönelir,’ der uzmanlar. Şiirde yeterli açıklayıcı bilgi yoksa sözcükler çokanlamlılığa yönelecek biçimde kullanılmışsa beynin şiiri nasıl anlamlandıracağı çoğu zaman rastlantısal olmak durumundadır. Anlamlandırma süreci, nerede ne zaman nereye yöneleceği ya da ne sonuç doğuracağı açık uçlu bir yolculuktur. Yani şiir dili, çok boyutludur ve sonuç akla gelmedik derinliğe, çokanlamlılığa uzanarak okurda rastlantısal bir imgelem süreci başlatır. Bu, şiirde şairin istediği imgeye ulaşmak yerine, hiç akla ve bir temele dayanmayan imge ve imgelem sürecine girmek demektir. Bu sonuç, yadırganacak bir durum değildir; hatta bilinçli yapılmak istenen sanatsal gerekliliktir. Çünkü çoğul anlam doğurmak ve çok yönlü çağrışım sağlayarak okurda güçlü bir imgeler dünyası yaratmak, oradan okuru daha zengin imgeleme yöneltmek şiirin hedefidir. Ayrıca çağdaş sanat anlayışının eseri açık, organik ve hareketli bir bütün olarak algılıyor olması, bu konuyu destekler.

Çağrışım ve çağrıştırma tabakası, şairin yönlendirmesine bağlı olsa bile okurun yetkinliğine bağlı olarak kastedilen çağrışımın doğması yerine, okur beklenmedik çağrışıma ulaşır ve buna bağlı imge ve imgelem sürecine girer. Daha açık ifade edersek şairin bilinçli ya da farkında olmadan yaptığı söz ve anlam ilişkileri, şiir dilinin çok yönlü anlama açık olması nedeniyle okurda hiç beklenmedik bir çağrışım ve imgelem dünyasını oluşturur. Bunun yanında şair şiirinde başka bir şey anlatmak istemiş olabilir. Okur; duygusu, yaşamsal algısı ve donanımı nedeniyle daha yenilikçi, daha ilginç bir imgelem sürecine girme olasılığına sahiptir.

Şiirde kullanılan sözcükler, sapma, bağdaştırma gibi teknikler ile anlam bağıntıları, kişisel, toplumsal, güncel veya tarihsel olay ve olguları uyararak, okuru hiç beklenmedik bir imgeleme yöneltebilir. Sonuç olarak, şairin bilerek yaptığı veya tesadüfen kurguladığı şiirdeki söz ve anlam bağıntıları, okurun ruhsal ve bilgisel donanımına bağlı olarak beklenmeyen çeşitli imgelem sürecini doğurmaktadır. İşte ben şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da bağımsız, şiirdeki söz varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan, beklenmeyen imgelem sürecine Rastlantısal İmgelem Tabakası diyorum.

Şiirde geçen bir sözcük bile okurda beklenmedik bir imgenin kapısını açabilir. Kaldı ki şiirdeki söz sanatlarının doğurduğu anlamsal ilişkiler, yeni yeni imgeler doğurma zenginliği taşır. Şiirde geçen bütün anlamsal bağıntılar, okurun duygu, algı ve bilgi varlıklarına değindiğinde oluşturacağı imgelem çoğunlukla belirsizdir. İşte bu belirsizlik, rastlantısal bir imgelemin varlığını kanıtlar. Yani hangi sözün ve dizenin nasıl bir çağrışıma geçeceği, anlam ve anlatımın ne tür çağrışıma gireceği ve bu çağrışımla okurun nasıl bir imgeleme yöneleceği konusunda kesin bir sonuç öngörülemez. Tamamıyla okurun zihinsel etkinliğine, onun dünyasına ve düş gücüne bağlı rastlantısal bir sonuçtur.

Örneğin, /Anlar yüzüyorum gözlerinden/Arabistan düşüyor her an/ dizelerini çağrıştırma tabakası açısından ele alalım. Arabistan’ı tutucu bir anlayış ile özdeş düşünürsek okurda kişisel yıkıcılığa yönelen bir imgelem söz konusudur. Buna karşın Arabistan’a arzu edilen, turistik, haç farzı nedeniyle kutsal bir değer yüklersek okurda imgelem çok daha farklı bir sonuca yönelir. Diyebiliriz ki okur, bu iki dizede bile rastlantısal imgelem sürecine girebilir.

Okur; kişisel, sosyal, güncel ve tarihsel olaylara ilişkin bilinçaltı ve belleğindeki artalan bilgisine yaslanarak şiirin söz varlıklarından beklenmedik uyarıma ulaşabilir. Bu durum, okurun dünyayı okuma biçimi ve bir şiiri anlamlandırma yetisiyle ilgilidir. Şair, okurun ruh ve imgelem dünyasını bilemez ve okuyucuya göre şiir yazmak zorunda değildir. Bu bilinen bir sanat gerçeğidir; ancak şiirde kullanılan her teknik, duygu yükü, söz sanatı ve anlam bağıntısının nasıl bir sonuca yöneleceğini de şair az çok kestirebilir. Ne var ki şair ve sanatçının el aleti, kendi dünyasından sonra insanın psikolojik ve kültürel dünyasıdır.

Gelişim ve değişim gösteren bilginin, algının ve onun yorumunun gelecekte daha farklı olabileceği, daha değişik anlamsal boyutlara ulaşabileceği gerçeği, bugünkü deneyimlerimizle sabittir. Özellikle dil sanatları gibi dünya ve yaşamsal bağıntılar üzerine kurulan sanatlar; dönüşüm, değişim ve gelişime ayak uydurabilmesi için, çağrışımsal ve anlamsal olarak dinamik bir yapıya sahip olmalıdır. Rastlantısal imgelem tabakası, işte bu önemli özelliği de karşılayan bir süreci içerir. Rastlantısal anlam katmanında yapıldığı gibi rastlantısal imgelem sürecinin tanımlanması, şiir ve onun anlamlandırılması açısından önemli bir başvuru alanıdır. 

Aşağıdaki şiirde rastlantısal imgelem tabakasının nasıl doğduğunu örnekle anlatmaya çalışalım.

 

SOMA KARASI

Rast gelinmiş bir mesel, kuşluk zamanı

Mızrak boyu tünel içimde ağdalı

Yıkımlara ölümü örterdi üst üste alt alta

Beklenen gün müydü neydi o?

Ya da içselliğe övgü başka bir şey

Evrile çevrile varılmıştı nirengi noktasına.

Tozansız kalan sarı gülün rüzgâra yakarışı mıydı?

Örülü, örtülü ölçütler miydi us dışı?

Ya da bir Osman'ın Soma karasında ufalanışı!

 

Varılmazlığın adresi işte bir çift bekleyen göz

Biri sensizliğe diğeri bensizliğe yolcu şimdi

Tutulmazlık kulpu tutuşturulur avuçlarına

Galeriler, görünür rezerv ya da kritik cevher

Bakışımlı iki tünel arası atelli kırılma noktası

Oksit üstüne kurşun, vargel içinde bir çift el

Günsüz gündönümü kutsanır kendi karasına

Süpürülür gibi sürülüşü var tecim karalarına.

             Mayıs 2015,  (Bir Damla Suda Halkalar kitabından)

 

Bu şiir acı ve belirli bir olayın duygu durumunu ve olayın yansımasını ele alıyor olsa bile, rastlantısal imgeleme yönelecek o kadar söz ve söz bağıntısı var ki şiirin genel anlam yükünden bunu söyleyebiliyoruz. Örneğin “vargel içinde bir çift el” kömür ocağının 200 metre altında hareket eden bir vargel de olabilir, Karadeniz bölgesinin engebeli arazilerinde konutlara eşya taşınan vargel de olabilir. Bu durum, kendi kendine ritmik iş yapmak zorunda olan bir ustanın elleri de olabilir. Ne var ki şiirin adı ile çağrışımın sınırları biraz daha daraltılmıştır. 

“Osman'ın Soma karasında ufalanışı!” dizesine kadar şiirde Soma faciasını duyumsatan bir belirti yoktur. Okur buraya kadar olan dizelerde, dizelerin yönlendirmesi dışında, bu dizelerden kendi belleğine dayalı imgelere ulaşabilir. Örneğin “Tozansız kalan sarı gülün rüzgâra yakarışı mıydı?” dizesi kendi çekirdeğini oluşturmak için tozlaşmayı bekleyen bir gülün rüzgâra yalvarışı insanın iç dünyasını nerelere götürür? Çocuğu olmayan bir anne adayının bu dizeyi okuduğunu varsayın, nasıl bir duygu durumuna ulaşır ve neler yaşar içinde?  Bu dizeden daha ne kadar çok yaşamsal imge ve imgelem üretebilir? İşte buradaki rastlantısal imgelem, okurun yaşamsal olguları, belleği, bilinç düzeyi ve zihinsel gücü ile doğru orantılıdır. Rastlantısaldır, okurun bilinci ve ruh durumu ile bağıntılıdır.  

Rastlantısal imgelem tabakasını oluş biçimi ile ele aldığımızda rastlantısal anlam tabakasında olduğu gibi düşünmeliyiz. Rastlantısal anlam tabakası, nasıl ki beynin anlamlandırma özelliği gereği mevcut veri ve gösterenler üzerinden değişik ve türlü türlü kategorilerde anlamlandırma yoluna gidiyorsa, Rastlantısal imgelem tabakası da mevcut veriler kanalıyla oluşan çağrışım bağlamında değişik tür ve içerik taşıyan düş dünyasına gidildiği bir durumdur. Zaman, coğrafya, kültür ve kişisel algı biçimine göre imgelem düzlemi ve derinliği değişebilir. Beklenmeyen, bilinmeyen, zamana görece bir durum, rastlantısal olarak okur zihninde oluşabilir.

Bilginin üremesi, dönüşümü, yeni algı biçimleri ve yeni bir dünya görüşüne bağlı olarak, şiirin iletileri dinamizm kazanır ve rastlantısal anlam kuramında olduğu gibi okurda rastlantısal imgelemi doğurur. Şiirin söz varlıkları değişmese bile iletileri zamana, algıya ve görüşe göre hareketlidir, ufku genişleyebilir. Bu hareketlilik ve anlam genişlemesi rastlantısal imgelem tabakasının sürekli var olduğunu gösterir. Prof. Dr. İ.Tunalı “Estetik” adlı kitabında “Dün belirli bir ufuk için verilmiş olan değer yargısı, bugün yeni bir ufuk içinde yeni bir değer yargısına dönüşecektir.” der.

Çağrışım katmanı, herhangi bir sanat eserine veya şiire sanatsal özellik kazandıran önemli değerler dizgesine sahiptir. Bu katmanın ayrıntıları ile oluş ve sanatla etkileşim süreci, deneysel yöntemlerle gün ışığına çıkarılmalıdır. Ayrıntılı ve deneyselden kastım şudur: Çağrışım katmanı, felsefenin, estetiğin, psikolojinin, sosyolojinin, bilgi yönetimi, dil bilimi gibi toplum ve sosyal bilim alanlarının veri ve deneyimleri ile açıklanabilir. Çağrışım ve çağrışımın doğurduğu imgelem dünyası, sınırları oldukça geniş bir zihinsel alandır. Geliştirilmesi, deneysel olarak açığa çıkarılması bilimler arası bir eşgüdümü gerektirir. Değerlendirmeme göre anlam ve çağrışım katmanındaki rastlantısallık ve bu rastlantısallığın uzamı, çağdaş sanat ve evrimsel sanat yaklaşımının üzerinde en çok düşüneceği ve yeni bilgilere ulaşacağı araştırma alanlarından biri olmalıdır.

 

 

SES KATMANI

 

Şiirsel ezgi, bir şiirin anlam, mimik, jest ve duygusal davranışlarını açığa çıkaran vazgeçilemez fiziksel özelliğidir. 

 

Ses katmanı, sanat eserinde var olan, olmaz ise olmaz yedi katmandan birisidir ve duyguyu tetikleme açısından başat katmandır. Kendi disiplinleri altında ayrıca incelenmelidir. İşte bu metin şiirdeki ses katmanını; oluş, işlev ve etkileri açısından inceler, ses ile şiir/sanat arasındaki ilişkiyi görünür kılmaya çalışır.

Şiir neden şiirdir? Hiç düşündünüz mü? “Şiir gibi kadın” derken insan algılarını uyaran zihinsel birikim dikkatinizi çekti mi? Şiir deyince, toplumu oluşturan büyük bir kesimin zihninde neden denge, uyum, yetkinlik, güzellik ve aşk ile bir bağıntı kurulur? Öyle sanıyorum anlam ve ses bağıntısının en güzel örneğidir şiir sözcüğü. Bu sözcük, anlam açısından duygunun ve aşkın yuvası, ses açısından zarafet ve inceliğin sarayıdır. Anlam ve sesin birbiriyle uyumu ise anne ve kız örneği gibi üretken güzelliği görünüme taşıyan saflıktır. Tonsuz sızıcı bir “ş” sesi, iki tane inceliği temsil eden “i” sesi ve algıyı titreşime sokan “r sesi.  İnceliğin sızıcı bir ses ile başlayıp aynı inceliğin akıcı titrek bir ses ile titreşime girmesi ve bunun sonucunda sözcüğün şiirsel ezgisini doğurması kültürel duyarlılığın rastlantısal olmayan bir sonucu olmalıdır. Sözcüklerde bile sesin önemli bir yeri varken, şiir metinlerindeki sesin de önemli bir bağlamı olmalıdır. İşte bu yüzden şiirdeki ses katmanı, kendini ilgilendiren disiplinler altında ayrıca incelenmeyi gerektirir.

Masumiyettir

Duyarlılıktır her acının telvesi

Vardır ya hani ağırlığın en ağrılı olanı

Ne yükte ne kütlede yer tutar

İnsanın insana ağırlığı gibi

Sol yanına yüklenen gümbürtünün işvesi…  Y.Ö.

 

Şair, sesi anlam ve anlatıma giydirerek, daha doğrusu eş zamanlı ve iç içe kullanarak diğer katmanları da beraberinde ortaya çıkarır. Bu oluşum, eşzamanlı ve birbirini harekete geçiren zincirleme bir süreçtir. Bu süreç, şiirin oluşumunu şekillendiren, doğuşunu gerçekleştiren ve okurla buluşturan ögelerin mutlak birlikteliğidir. Katmanların aralarındaki denge, uyum ve oranın doğru kullanılmaması şiirsel niteliğinden ödün vermek anlamına gelir. Şiirin şiir olma özelliklerini doğuran ögeleri, tek başına veya birkaçını orantısız kullanmak estetik değer ve duygulanım sürecine olumsuz yansıyabilir.

Öncelikle günümüz şairleri, şiirdeki ses ögesine ne kadar ve hangi düzeyde bir anlam yüklemektedir? Şiir yazılarından, incelemelerden, konuşulanlardan ve güncel şiirlerin sessel özelliklerinden anladığım kadarıyla, ses katmanının (ses ögesinin) öncelikli olmadığı, olsa da olur olmasa da olur türünden bir yaklaşım sergilendiğini söyleyebilirim. Şiirde sesle ilgili, yazı, yorum ve incelemenin çok az sayıda olmasına, olsa da doyurucu araştırma ve incelemeler olmadığına bakılırsa bu konuya hiç önem verilmediği sonucu doğar. Örneğin uyaklı şiir, geleneksel, yenilikçi olmayan, devrimci olmayan ve kendi kendini tüketen şiir olarak düşünülmektedir. Hatta şiir uyaklı ise bayağı bir şiir algısı yaratılmıştır. Oysa son yetmiş yılda yazılan yorum ve incelemelere baktığımızda, şiirde uyak ve ses düzeninin nasıl olacağı konusunda öne sürülmüş doyurucu bir araştırma bulmak zordur.

Ritim ve vurgu gibi ses birimlerinden şiir yazılarında sık sık söz edilir. Ne var ki şiirde “parçalarüstü[14]birimlerin bütünleşik varlığından ve “şiirsel ezgi[15] ile ilişkisi açısından bir inceleme yazın dünyasında görmedim. Şair şiirinde sesi nasıl kullanmışsa doğrudur kuralı üzerine kurulmuş bir yaklaşım söz konusudur. Yani şairin ton, vurgu, ritim, iç ve dış uyak olmak üzere ses katmanına yaklaşımı mutlak doğru ve başka bir yöntem yok gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bir konu incelenecekse o konu, her yönüyle, akla gelen tüm sorular yanıt bulacak şekilde deneyimsel olarak ele alınmalıdır. Sesin şiir üzerinde oynadığı etki nedir, coşum ve anlam üzerindeki etkisi nasıldır, estetik katmanına nasıl bir değer katar gibi sorulara yanıt aranmamıştır. Sesin incelenmesinde, müzik bilimi ve Türkçe’nin ses yapısı ve özellikleri esas alınmalıdır. Ses, şiir ve okur üzerindeki etkileri açısından ele alınmalıdır ki şiir sanatı gibi çok boyutlu bir olguyu doğru bir bakış açısıyla değerlendirebilelim.

Her estetik yaşantı ve estetik tavır, duygusal bir temele dayanmak zorundadır. Algı, duygu ve beklentiyi sarsmalıdır. Duyguları hareketlendiren en önemli duyular, özellikle görme ve işitme duyularıdır. Bilindiği gibi insan oğlunun duyuları temelde on dört çeşit olarak tanımlanmıştır. Beş duyu dışında, ısı, kas, denge, ağrı ve canlılık gibi duyular çok dillendirilmeyen ve bilinmeyen duyulardır. Ancak görme ve işitme duyusu ki bunlara entelektüel duyular da denmektedir; duyusal dünyanın ve duygu durumunun baş aktörleridir. Örneğin işitme duyusu gerçek üstü ve metafizik dünyanın algılanması, duyulması ve anlamlandırmayı yönetmesi konusunda en etkin olanıdır.

Şiirin tarihsel gelişimine baktığımızda, ses uyumu ve dengenin özel bir yeri vardır. Şiirin duygusal açılımı, anlam ve anlatımdan önce sesin üzerinde olagelmiştir. Yazılı kaynaklarda, şiirin görsel, sesli ve müziksel bir ortamda yapıldığını da görürüz. Ne yaparsak yapalım, nereden kaçarsak kaçalım, ses şiir için önemli bir çarpandır. Bir diğer konu, sesten kastımız ezgi ise her dilin kendine özgü ezgisi vardır.  Şiir dili tekniğini ne kadar ön planda tutarsak tutalım, şiirde bir ayak ses üzerine kurulmak zorundadır. Ayrıca şiir gibi bir sanat alanında, tonlama, ritim, vurgu gibi ses özellikleriyle doğurulabilecek anlam, duygu durumu ve duyguları yönetme yeteneğini göz ardı edemeyiz. Göz ardı edersek, coşumun doğurulmasından estetik kaygının var edilebilmesine kadar birçok olanağı yok sayarız. Şiirin tarihsel olarak insan zihnindeki görünümü, anlam, anlatım ve ses etkileşimi arasından doğan bütünlük, düzenlilik, uyum, güzellik ve estetik duruştur. “Şiir gibi” deyiminin altında yatan temel nedenlerden bir tanesi de budur kanımca.

Şiiri dil sanatlarında üst konuma taşıyan en önemli özellik, ses katmanının öteki katmanları sarıyor olmasıdır. Şiirsel Ezgi’nin imgesel bir yönü vardır ve ezgisel imgenin gücü diğer imgelere göre daha can alıcıdır, daha sarsıcı ve sersemleticidir. Anlatımda ve anlamda, bunun yanında coşumun oluşturulmasında sesin önemli bir etken olma özelliğini hâlâ koruyor olması, sesin vazgeçilmezliğini göstermektedir. Anlam ve anlatımda büyüleyici bir ortamın oluşması için, ses uyumu önemlidir. Dil, ses ile nesnelleşmektedir.

 Öyleyse sesin anlam üzerine, anlatım üzerine, çağrışım üzerine, coşum üzerine, estetik değer üzerine bunca katkısı varken, ulaşılması arzu edilen duygu durumunu ve duygusal ortamı yaratma gücüne sahipken şiirde ses ve uyum konusunu göz ardı edici tutum ve çıkarımlar nedendir? Değişik bir bakış açısıyla soralım: Hangi sanat anlayışı, hangi estetik incelemeleri, hangi ideolojik veya inançsal yaklaşım; şiirden sesi uzaklaştırmaya yönelebilir, soruyorum. Günümüzde durum nedir? Anlam, anlatım ve duyusal olarak ezginin insan üzerindeki etkisini bilmiyor olabilir miyiz?

Şiirde ses, salt ezgisel bir sonucu doğurmaz; şiirde duygu değeri ve duygulanımın en kısa yoldan açığa çıkarılması da değildir. Anlamı, anlamın gücünü, anlamın yön değişimini, anlatımı ve anlatımın gücü ile çağrışım ve coşumun düzeyini doğrudan etkileyen bir özelliğe sahiptir. Örneğin konuşurken soruyu, ironiyi, kızmayı, neşeyi ve ağlamayı konuşma ezgisinden algılar ve anlarız. Çünkü dize ve tümceyi dillendirirken, anlam ve anlamı doğuran fizyolojik ve psikolojik durum ses özelliğinden, yani tını ve ezgiden ayırt edilebilir. İster müzik yaparken, ister konuşurken, ister şiir okurken çıkardığınız ses, sizin bütün duygu dünyanız ile fizyolojik durumunuzun yansımasıdır. Bunların ötesinde, sesin duygu değerini ve algı uyarıcılığını da hesaba kattığımızda ne kadar önemli bir etkeni bilinçsizce bir kenara ittiğimizi söyleyebilirim.

Ses titreşimlerinin okurda yarattığı anlamsal ve duygusal etkiyi başka hiçbir şeyle böylesine kolay bir şekilde yaratmak olası değildir. Gerçekten iyi bir şiirin seslendirilmesi esnasında, dinleyicilerin şiirle bütünleşmesinin ve tüylerinin diken diken olmasının en önemli nedeni ses titreşimlerinin doğrudan duyuları harekete geçirebilme yeteneğidir. Böylesine önemli bir olanak, şiir sanatında bugüne kadar neden daha ayrıntılı ele alınmamıştır?  Şiirde ses konusu, tarafsız bir gözle, önyargısız, bir bilim konusu gibi estetik kaygı, dil ve ezgi olanakları açısından araştırılmalıdır. Ölçüt olduğu varsayılan ülkelerden çıkmış adı belli düşünür ve sanatçılar uyaktan kaçtı, uyak ve ses uyumunu gereksizliğini öne sürdü, diye şiirde ezginin sağladığı bunca olanak göz ardı edilebilir mi?

Biliyoruz ki şiir etkin bir sanat alanıdır. Şiirin ayrıcalığı, dil, duygu, düşünce özdeşliğinden zihnin imgelem gücünü birinci elden kullanma olanağına sahip olmasıdır. Yani düşüncenin dilini doğrudan kullanıyor olmasıdır. Resim gibi ikinci bir dile çevirme zorunluluğu yoktur. Bu yüzden sanatsal yaratıcılığın ögelerine en yakın yerde durmasıdır.   

Ezginin sadece bir ses uyumu ya da şiirsel bir uyum olmadığını, aynı zamanda şiirde bir anlatım aracı olduğunu kavramamız gerekir. Şu basit örnekten hemen anlayabiliriz? “Sen (vurgulu)” bunu mu yaptın? Sen “bunu(vurgulu)” mu yaptın? (Birincisinde normal bir soru soruyor, ikincisinde inanamamazlık ve şaşırma durumu var.) Kaldı ki müziğin (ezginin) sadece ses olmadığını, anlatım aracı olduğunu 18. yüzyılda Johann Kuhnau kanıtlamıştır. Türk dilinde, anlam ve anlatım ile sesin etkileşim gücü ne kadar ustaca ise duyguyu tetikleme gücü de o kadar yüksektir. Kısaca söylemek gerekirse şiir veya başka bir metnin vurgu, ritim, ton ve ezgili okunması durumunda ne kadar etkileyici olduğunu hepimiz biliriz. Burada can alıcı bir soru daha sormalıyız: Dizede ses ve ses ögelerini, başka bir söylemle dizenin mimik ve devinimini belirten noktalama imlerini elinden almışsak, vurgu, ton ve ritim gibi parçalarüstü birimleri nasıl yerli yerinde kuracağız.  Şiirsel ezgiyi, salt anlamdan oluşturmak olası mıdır?

Her şeyden önce, şiddet, ölçü, sus, ton, ritim, vurgu ve ezgi kavramlarını tanımı ve işlevleri açısından bilmeliyiz. Örneğin ezgi dediğimizde müzik sanatında bahsedilen ezgi ile aynı olduğunu, ancak şiirde müzik sanatında olduğu gibi notalarla yaratılan profesyonel bir ezgiden söz etmediğimizi vurgulamalıyız. 

Ses katmanının, anlam ve anlatımı doğrudan etkilemesi yanında duyguyu örgütleme ve onu ele geçirme gibi önemli işlevi vardır. Şiir, dil görünümünde sesin elbisesi içinde görücüye çıkar. Başka bir deyişle, ses şiirin abiyesidir, ambalajıdır. Uygun giydirmez ve ambalajını doğru yapmazsak, sayfalarda öyküden ibaret dizecikler olmasını sağlarız. Son zamanlarda yazılan pek çok şiir bu sorunu yaşamıyor mu? Ne sadece dil kullanım ustalığı ne de sadece anlam derinliği şiiri şiir yapmaya yetmez, düşüncesindeyim. Ses dâhil tüm katmanların ortak ağırlığı sonucu şiir, şiir olma olanağı bulur.

Şiiri dil sanatlarında belirgin noktaya taşıyan özelliklerden biri de şiirsel ezgidir. Şiirde ses uyumu, sadece anlatımın güzelleştirilmesi, estetik değer algısının uyarılması demek değildir; aynı zamanda duygunun örgütlenebilir kıvama sokulması, duyarlılığın yükseltilmesi için olanaktır. İnsanın duygusal yaşantısını, bir bakıma duygu durumunu çok kolay ve sarsıcı bir şekilde biçimlendirme yeteneğine sahip olmasıdır. Biliyoruz ki müziğin, ilk ve en önemli malzemesi insanın kendi sesidir. Ayrıca şiirin anlam, anlatım, çağrışım gücünün yarattığı coşum ile sesin uygun tonlama, ritim ve düzen içinde kullanılması önemli bir olanaktır. Başka bir söylemle, ezginin duygu şekillendirici gücü, insan sesi ve şiirsel ögelerin dengeli kullanılması, şiirin insanla duygusal bağ kurmasında vazgeçilemez değerdir. Zaten insana özgü estetik algı ve yargının ulaşmak istediği sonuç (ulaşılmak istenen en üst güzellik olgusu) bu değil midir?  Buradan şu çıkarımı yapabiliriz: Günümüz insanında duyarlılığı ve duygu yoğunluğunu artırmak, onun estetik algı ve yargısını etki altına almak, ancak şiirsel ezgi ve şiirsel ögelerin sarsıcı gücüyle olasıdır. 

Son zamanlarda, şiirde ses uyumu, uyak ve ritim olgusunu göz ardı edecek yaklaşım ve görüşlerin olduğunu biliyoruz. Dayanağı olmayan yorumlar ve yenilik için söylenen sözlerle, şiirde duyguyu örgütleme gücü yüksek periyodik ses özelliğinden vaz geçmek mantıklı gelmiyor. Uyak, iç ve dış ses uyumu diye tanımlanan konu, dilin periyodik ses titreşimleri ile kendine özgü ton, vurgu ve ritim gibi parçalarüstü birimlerin toplamından oluşan bir eksendir. Yani konuşmanın doğal ezgisidir. Şiir yazarken ve seslendirirken bu esaslara doğal olarak uymak zorundayız. Ancak bu uyum, bilinçli ve ses yasalarına göre yapılması hâlinde şiirsel ezgi değeri kazanır ve bütün katmanlar ile bütünleşen biçime evrilir. 

Örneğin Türkçenin ses kullanımı, ses dağılımı, tonlama ve harmonisinin diğer dillerden farklı ve zengin oluşu önemlidir. Ayrıca dizedeki söz dizilimine bağlı olarak vurgu, dize sonunda yoğunlaşır. Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” isimli kitabında, “Dilimizde sözcüklerdeki vurgunun son hecede daha yoğunluklu…” olduğunu söyler. Bunun anlamı, dizedeki son sözcüklerde ve son hecede tonlamanın duygu durumu ve anlamı belirlemekte ve sessel uyumu sağlamakta etken olduğudur.

Şiirin tarihsel süreci göz önüne alındığında, şiiri şiir yapan değerlerden bir tanesinin de ses olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Bu konuda ayrıntılı inceleme ve deneyimsel sonuç olmamasına karşın, şu an sahip olduğumuz bilgiler ışığında, şiirde sessel işlevin sadece iç ses uyumu ile yerine getirilmesi çok olası görünmüyor. Yoğun uyak ne kadar şiiri zorlamaksa, uyaksız şiir de metni öyküleştirmekten öte geçemez, düşüncesindeyim. Burada uyak kavramını ele alırken divan şiirinde olduğu gibi kurallı ve yoğun bir uyaktan söz etmiyorum. Şiirde iç-dış ve yatay-düşey ses uyumundan, dengesinden, yani ses düzeninde temel ton ve harmonisinin sağlanmasından söz ediyorum. Sonuç olarak ne yoğun uyak ne de uyaksız şiir. İç, dış ses uyumu ile armonik denge ve düzenlilikten yanayım. Ses bilimi açısından uyak konusu bunun yanında “bürün[16]” bilgisi, geçmiş çıkarımlara itibar edilmeksizin tarafsız olarak sorgulanmalıdır. Sanat eseri veya bir şiirde, duygunun açığa çıkarılması ve bütün duyuların ele geçirilmesinin en kolay yöntemi periyodik ses titreşimleridir; ezgidir. Ezginin temeli de ses dengesi ve anlam bütünlüğüne dayanır. 

Şiirde uyak anlatımı zayıflatır, şairin hareket alanını kısıtlar, söz ve anlatım genişliğini daraltır yargısı tamamıyla temelsizdir. Birbirine yakın sesler, anlamsal pekişme ve duyguyu tetiklediği gibi söyleyiş kolaylığını da sağlar. Ayrıca, ad ekleri, durum ekleri, iyelik ekleri, ünlü uyumu, eylem ve çekimleri gibi Türkçede kullanılan dilbilgisi özelliklerini dikkate alırsak uyak konusunda sıkıntı yaşanmayacak kadar zengin bir ses ve ses benzeşim dağılımına sahip olduğunu görürüz. “Türkçede dokuzu uzun olmak üzere yirmi bir birincil ve ikincil ünlü bulunmaktadır. Ünlülerimizin sayısı ortalama olarak Batı dillerinin ünlü sayısından sekiz tane daha fazladır. Türkçede ünlüler hece taşıyıcıdır ve bu özellikleriyle de dilin bel kemiğidirler. Ünlüler yeri geldiğinde vurgu, yeri geldiğinde de ton taşıyıcı olduklarından, onların çokluğu sayesinde, bir yandan duygu ve düşüncelerimizi daha etkili bir şekilde ortaya koyabilmekte, diğer yandan da her türlü şiir, şarkı ve türküyü sanatlarına uygun olarak icra edebilmekteyiz. Bu Türkçenin zenginliğidir.” Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” kitabında konuyu bu şekilde açıklar.  Kaldı ki Türkçede büyük, küçük ünlü uyumu, seste en az çaba yasası, sızıcı, patlayıcı, akıcı tonlu-tonsuz ünsüzler ses benzeşimine ve akıcılığına katkı sağlayan önemli özelliklerdir. Bu nedenle, uyaklı şiirde anlatımın sınırlanması gibi bir yargıyı kabul etmek zor görünüyor.

Özetlemek gerekirse, şiirde ses uyumu ve uyak yozlaştırılmıştır. Sözde yenilik için, uyak konusunda altı dolu olmayan gerekçeler üretilmiş, divan şiirindeki ağdalı ses uyumundan kaçış bunu destekler duruma dönüştürülmüştür. Bunların sonucunda Türk şiirindeki ses katmanı, şair ve okur algısında küçümsenir duruma düşürülmüştür.

Şimdi konumuza dönelim: Ezgi ile şiirsel ezgi farklı şeylerdir. Aralarındaki ayrımı doğru şekilde yapmalıyız. Konuşma ezgisi, doğal bir ses eksenini belirtirken şiirsel ezgi kendi amacına uygun ve belli sınırlara yönelen bir ezgi türüdür. Notalarla belirtilmese bile şiirin anlam ve ortamı ile duygu değerine uygun özel olarak oluşturulan bir ezgi olması bakımından konuşma ve müziksel ezgiden ayrılmaktadır. Ritim, durak, ton, vurgu gibi konuşma dilinin özellikleri, şiir ve benzeri betiklerde göz ardı edilemeyecek kadar önemli eksenlerdir. Şiirin şiir olma koşulu, şiirsel dil ve anlamsal dayanak dışında, ilk çağlardan bu yana ses katmanı üzerine yaslandırılmıştır. Bana kalırsa şiirsel ezgi, doğal konuşma ezgisinden yola çıkan kendine özgü bir “ezgi eksenini” oluşturmaktadır. Müziğin dili ile oluşturulmuş ezgi kadar, yani şarkı ve türküler kadar “şiirsel ezginin de etkin duygulanım ve anlatım gücü” olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşünceden hareketle, “şiirsel ezgi” diye bir ezgi türünü benimsemeliyiz.

Sonuç olarak şu söylenebilir: Şiirde ses uyumu, okur duygusunun ele geçirilmesi ve estetik yaşantıya sokulması için önemli bir çarpandır. Estetik biliminde sözü edilen haz, hoşlanma ve beğeni gibi kavramların duyumsanır biçime getirilmesinde şiirsel ezginin çok büyük bir payı vardır; dil sanatları için şiire özgü bu özellik, göz ardı edilemeyecek kadar değerli bir olanaktır. Estetik değer üretme açısından ses gibi önemli bir çarpanı ve bileşeni, bugün bile göz ardı edebilme cömertliğini gösteriyorsak, şu yargım doğruluk değeri kazanır: ‘Şiirde estetik değer yaratacak özellikleri ayrıntılı ve bilimsel yöntemlerle incelemiyoruz!’

Şiirsel ezgi kavramının kapsamını belirlemek için bunu üç eksen altında incelemeliyiz. Bunlar; tonlama ekseni, ezgi ekseni ve şiirsel ezgi eksenidir. (Eksen terimi, ses hareketinin sanal bir doğru üzerinde olduğu varsayımından yola çıkılarak kullanılmıştır.) 

  

Tonlama Ekseni

Hece ve sözcüklerdeki vurgular toplamı, art arda birleşerek tonu meydana getirir. Ton ise hem anlam ayırıcı hem de duygu durumunu açığa çıkarıcı önemli bir ses özelliğidir.

 

Tonlamayı sağlayan ses eylemlerini; vurgu, durak, ritim, süre, şiddet, sus, ton gibi özellikleri tonlama ekseni altında topluca ele alacağım. Konuşma ezgisi bir bütündür, kişinin doğrudan iç dünyası ve eğitim seviyesi ile ilgili bir konudur. Bir anlamda konuşma ezgisini oluşturan bu özellikler, inceleme alanımız gereği işlevleri açısından birbirini tamamlar parçalarüstü ses birimleridir. Bir tümcenin konuşma tarzında söyleniş biçimini bir ses doğrusu olarak düşündüğümüzde, sesin bir doğru üzerindeki hareketini tonlama ekseni olarak varsayabiliriz. Bu nedenle bir arada ve aynı ses doğrusu üzerinde tonlama ekseninin ele alınmasının daha anlaşılır olabileceğini düşünüyorum. Parçalarüstü birimler, yani vurgu, durak, ritim, şiddet, süre ve ton gibi sessel özellikler, birbiri içerisinde, eş zamanlı ve aynı eksende varlardır. Eylemleri, birbirini bütünler bir karakter taşır.

“Dilde tonlama yeteneği, o dilin kuralları çerçevesinde doğuştan itibaren kazanılır. Doğru tonlama yapabilmek için, o toplumun duygu dünyası içine girmiş olmak ve duyguları derinliğine yaşamak gerekir. Duygu dünyasını ifade eden tonlamalar, taklit edilecek bir şekilde oluşturulamaz. Tonları doğru oluşturabilmek için yaşamak ve hissetmek gerekir.”  Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun “Türkçenin Ses Bilgisi” isimli kitabında böyle der. Ancak, belirtilen konulara şunu da eklemeliyiz şiir açısından. Şiirin bütünü ve dize olarak anlamsal derinliği kavranmadan tonlamayı oluşturmak da okurdan beklenmemelidir. Dikkat edilirse her şey zincirleme birbirini etkilemektedir. Dolayısıyla yerinde tonlama için bir metinde anlamdan önce ilk başvuru kaynağı noktalama ve yazım kuralları olmalıdır. Şiir, çoğunlukla okuru ile bire bir buluşur. Mimik, jest ve duygu durumunu ses, anlam ve noktalama-yazım kurallarının içinde gizler, okuru yönlendirir ve okurundan onu bulmasını bekler.

Şiirde neşe, acı, sevinç, üzüntü, korku, şaşkınlık ve keder gibi duygu durumu anlamın yanında ses tonu ile belirtilir veya oluşturulur. Tonlama aynı zamanda tümcede anlam değişimi ve yönelmesine de neden olur. Konuşurken sesin içselliğini ifade ettiğinden uzunluk ve şiddet gibi özellikleriyle duyguları hemen açığa çıkarır. Kızgın birisinin sesiyle üzgün birinin sesinden duygu durumunu anlayabiliriz. Şunu söyleyebiliriz; süre, şiddet, vurgu, ritim gibi ses dağılım özelliklerini, konuşmacının duyguları, bir anlamda kişisel ve ruhsal özellikleri belirler. Deneyimlerimizden de bildiğimiz en önemli ölçüt şudur: Konuşma ezgisi, ruh durumunun en doğal ve yanılmaz gösterenidir.

Şiir bir başkasının yazdığı metindir, onun duygu ve anlam dünyasına girebilmek için bazı belirteçlerin olması gerekir. Bunlar, anlamı yönlendiren, sözcük ve dizelerin duygu durumunu üzerinde taşıyan belirteçlerdir. Şiirdeki parçalarüstü birimlerin anlam ve anlatımdaki duygu değerine göre kullanımı, noktalama ve yazım kurallarına bağlıdır. Ozanlar arasında söylendiği gibi şiiri okurken parçalarüstü birimlerin (özellikle ton ve ritmin) doğru kullanımı, sadece anlam değeri ile üstesinden gelinecek bir durum değildir. Şiiri okurken tonlama ekseninin doğru kullanımı, başka bir söyleyişle şiirdeki duygu ve anlam değerinin olması gerektiği gibi ortaya çıkarılması, anlamdan önce noktalama-yazım kurallarına bağlıdır. 

Bunun tam tersi, sözcük ve dizelerin duygu değerinin; anlam, anlatım ve sese giydirilmesi şairin ayrı bir ustalığıdır. Hem şairin şiirindeki ses kullanım ustalığı hem de okurun şiiri kendi algısına göre anlamlandırması, o şiirin anlam ve duygu değerini yüceltecektir. Neresinden bakarsak bakalım tonlama ekseni, şiirsel ezgiyi doğurur ve anlamın duygu değeri ile ses yasalarına uyumu gerektirir.

Şiirde ses deyince; sesin periyodik, düzenli tekrarlanan ve gürültü üretmeyen titreşimlerinden doğan ezgisel bir birliktelik anlamalıyız. “Kompleks Periyodik Ses Dalgaları”, düzenli titreşimler yayan bir organ veya enstrümanın çıkardığı temel ton ve üst katları tonlardan oluşur. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum ama açıklamakta yarar olduğunu düşünüyorum. “Üst tonlar, temel tonun harmonik katlarıdır.” der (Magnus Petursan; aktaran M.C. Volkan). Hece ve sözcüklerdeki vurgular toplamı, art arda birleşerek tonu meydana getirmektedir. Ton, hem anlam ayırıcı hem de duygu durumunu açığa çıkarıcı önemli bir ses özelliğidir.

Her insanın ve her enstrümanın sesini birbirinden farklı kılan, sese rengini veren temel ve üst tonlardır. Ayrıca sesin rengi, konuşanın gırtlak, ses teli özelliklerinden ağız ve dudak yapısına kadar pek çok özelliğe bağlıdır. Ses renginin oluşumu, yani tını, ses telleri, geniz ve rezonans odacıklarına bağlı bir durumdur. Sesin renginden kastım, sesin ayırt edilebilir özelliğidir.

Vurgu, bir hece ya da sözcüğün duygu değerini açığa çıkarmak, dinleyicinin dikkatini çekerek anlamın kavranmasını sağlamak, sesi, söyleyişi ve sözdeki ezgiyi canlandırmak gibi amaçlarla öteki hece ve sözcüklerden daha belirgin ve baskılı söylenmesi olarak tanımlanabilir. En çok titreşimle oluşan ses, vurgulu sestir diyebiliriz. Sözcük söylenirken art arda yapılan vurguların toplamı, tonu; tümcedeki tonların toplamı da ezgiyi oluşturur. Sesin fiziksel yönünü zamansal yönünden ayrı düşünemeyeceğimiz için şiddet, süre, sınır ve durağın hem anlam yönünden hem de ezgi yönünden önemli bir göreve sahip olduğunu göz ardı etmemeliyiz.   

Müzik terimi olarak ritim TDK Sözlüğünde, “Ezgi ve uyumla birlikte müziği oluşturan bir öge olarak vurgu, uzunluk ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan düzen.”, yazın terimi olarak ise “Şiirde ya da düzyazıda vurgu, uzunluk ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan uyum.” diye tanımlanır. Bu tanımlamanın dışında, biz biliyoruz ki ritim, doğal yaşamın her boyutunda vardır; canlılığın, sürekliliğin ve uyumun oluş biçimidir; nefes almak gibi…

Bazı kaynaklarda ritim, sözlük anlamında olduğu gibi düzenli yinelemeler ile özdeş olarak düşünülür. Kavuştak (nakarat), art yineleme ve ön yinelemenin aynı söz ve ses bütünlüğü ile yapıldığı gibi bir yargı vardır. Doğrudur. Şiirsel açıdan baktığımızda durum biraz daha ayrıntı gerektiriyor. Ritim, ses uyumunu sağlayan, insana huzur ve güven veren, onun biyolojik ve düşünsel sürecine eşlik eden bir devinimin varlığıdır. Bu varlık, simetri, oran, eşlik, denge, uyum ve haz duyma kavramlarını beraberinde getirir. Öyleyse şiirsel ezginin oluşturulması için ritim önemli bir bileşendir, diyebiliriz. Şiirde ritmin sadece düzenli yinelemeler ile oluştuğu düşünülmemeli, aynı zamanda anlam, anlatım, ses ve coşumun bütünleşik varlığında aranmalıdır. Sese ek olarak, şiirin anlam ve duygu değeri de ritmik bir düzende olmalıdır. Aslında yazında, özellikle şiirde anlamsal ritim önemli bir çarpandır; göz ardı edilmemelidir. Sanat eserinin, özellikle şiirin hedefi okur duygusunun çarmıha çekilmesidir. Anlam, ses ve anlatımdan doğan coşumun periyodik salınımından ritmik bir ortamın oluşturulması, duyguyu arzu edilen kıvama çekmek için gerekli olduğunu düşünmek durumundayız. Ses benzerlikleri, anlam ve duyguların artı-eksi kutuplara salınımı ile (korkudan sevince, neşeden kedere kadar) şiirde ritmik bir ortamı oluşturmak gerektiğine inanıyorum. Çok ayrıntıya girmeden şöyle diyebiliriz; şiirde ses benzerliği ve uyum ile anlam yakınlık ve karşıtlığından yararlanarak ritmik bir süreci oluşturabiliriz. Her ne olursa olsun ritmi, şiirsel ezgiden ayrı bir eksende ele alamayız; ezgiyi doğuran temel ses birimidir.

Süre, şiddet, ritim, sınır ve durak gibi ses birimleri her ne kadar ezgiyi oluşturuyorsa da eş zamanlı olarak anlamın kavranması ve anlamın iletilebilmesinde, diğer yandan şiirin duygu durumunun ortaya çıkarılmasında önemli etkenlerdir. Örneğin, öznenin eylemini açıklamak istiyorsak özneden sonra virgül süresi kadar bir es vermeliyiz ki söyleyeceğimiz sözlerin özneye yöneldiğinin ayırdına varabilelim. Vurgu, ritim, süre, es, ton gibi parçalarüstü birimlerin olanaklarını, doğal olarak ve çoğu zaman farkında olmadan konuşurken kullanıyoruz zaten. Bu demek değil ki sesin ve parçalarüstü birimlerin daha etkin kullanılabilir olmaları için çaba harcamayalım. Elbette bunun eğitimle çok sıkı ilişkisi vardır. Şair ve eleştirmen olarak parçalarüstü birimlerin arasındaki bağıntıyı ve ayrıntıyı bilmek zorundayız.

Sesler arasındaki ritim bozukluğu, dinleyicileri rahatsız eder. Dildeki her sözcüğün bir duygu ve anlam değeri vardır; ozan bunların söyleniş ve ses sürelerini doğru oluşturarak uyum ile ritmi sağlamalıdır. İletişim zincirindeki her halka kendi üzerine düşen görevi doğru, zamanında ve yerinde üstlenmelidir. Dil ve konuşma, konuşmanın içeriği ve sözlerin duygu değeri ile bunun uygulaması, insanın dağarındaki varlıkların bire bir yansımasıdır. Bunları şiirsel açıdan ele aldığımızda ilk olarak şu öneride bulunabiliriz: Parçalarüstü birimleri ve bunları metinde gösteren işaretleri doğru kodlamalıyız ve kullanmalıyız. Şiiri okurken ise sözlerin anlam ve duygu değerini ses ile açığa çıkarabilmek için doğru ezgi üretmeliyiz.

Sözcüklerin büyük bir kısmında anlam ile ses özellikleri (ünlü, ünsüz, ince, kalın, titreşimli, tonlu, tonsuz) birbirine uyumludur. Maurice Grammond şöyle diyor: "Dudaksıllar (p) ya da (b) ve bunlarla birlikte dudaksıl-dişsel ünsüzler (t) ya da (d) telaffuz edilirken dudakları şişirmek gerekir, bu nedenle hor görme ve tiksinti ifade etmeye yöneliktirler.” Grammond’un bahsettiği durum, anlaşılacağı üzere Türkçede de geçerlidir diye düşünüyorum. Örneğin pis, kaba, ince, kırık gibi sözcükler aldığı anlama göre yumuşar, incelir ya da “r” gibi titreşime girer. Şair Andre Spire, “Bedensel ritimlerle şiirin dilsel ritimleri arasındaki yakınlığını” vurgular. Burada ritim dediğimiz konu, sesin ve anlamın içindeki bir ögedir, sesin parçalarüstü birimidir. Dolayısıyla bu yakınlığın etkin kurulumu için ses ve anlamın bu esaslarda oluşturulması sessel ve ritimsel bir derinliği doğuracağını gösterir. (İleten J.L. Joubert, Şiir Nedir?)

Ezgi ve anlam birbirini bütünler bir yapıdır, bunun farkında olmak işitme ve anlama yetkinliği gerektiren bir durumdur. Bunu şiir sanatı açısından ele aldığımızda, bu durumun önemli bir bileşen olduğunu, şiirselliğin ve duyarlılığın bir çarpanı olabileceğini dikkate almalıyız.  

Sözcükteki bir heceye yapılacak vurgu, uygulanacak ses süresi veya sözcüğün tonlamasında yapılacak değişikliğin anlamdan duyguya kadar dizede ne denli bir farklılığı ortaya koyduğunu yinelemeye gerek var mıdır? Öyleyse bir şiiri seslendirirken ve yazarken şiirsel bir ezgiden bahsedeceksek ton ve üst tonlar, ritim, vurgu gibi ses birimlerini mutlaka dikkate almak zorundayız. Ne var ki vurgu, ritim ve ton gibi hususların uygulamasında en ideali nedir sorusu, deneysel araştırmalara gebedir.

Sonuç olarak tonlama ekseninde bahsettiğimiz parçalarüstü birimler ezgiyi, ezgiler toplamı ise şiirsel ezgiyi doğurur. Bizim üzerinde çalışmamız gereken asıl konu şiirsel ezgi olmalıdır.

 

 

 

 

 

Ezgi Ekseni

Konuşma ezgisi, kişinin çocukluğundan yaşamsal değerlerine, bilinçaltı kodlarından fizyolojik dürtülerine ve bilincinden psikolojik durumuna kadar pek çok olgunun sonucudur.

 

Ezgi, tonlama ekseninde söz ettiğimiz vurgu, ton ve durak gibi ses birimlerinin uygulanması sonucu oluşan bir ses terimidir. Başka bir söylemle gürültü dışındaki seslerin oluşturduğu bir ses düzenliliğidir.

TDK Sözlüğü ezgiyi, “Belli kurallara göre düzenlenmiş, kulağa hoş gelen ses dizisi, haz, nağme, melodi. Bir müzik parçasında baştan sona kadar belirli yerlerde tekrarlanan ses dizisi. Kulağa hoş gelen ses ve söz dizisi.” şeklinde birkaç şekilde tanımlar. Bu kısımda özellikle açmaya çalıştığım konu, söz diziliminin ezgi ile ilişkisi ve şiirsel ezgiye giden eksenin tanımlanabilmesidir. Periyodik olan her ses ve ses grubunun, bir tınısı, tonlaması, ritmi, şiddeti, süre ve durakları kısacası bir ezgisi vardır. Ne yazık ki şiirde ses katmanı, ayrıntılı ve deneysel olarak incelenmemiş ve kaynağı olmayan bir alandır. Bu nedenle, sanat bilimi ve ses bilimi uzmanlarınca, konunun incelenmesini ümit ediyorum.  

“Bizleri temsil eden, karakterlerimizi ön plana çıkaran, üretmiş olduğumuz ezgili ses birliktelikleridir. Doğru ezgi üretimi, doğru alınan aile ve okul eğitimine bağlıdır. Doğru eğitim almamış insanların, ezgi üretimleri sağlıklı olmayacaktır. İnsan-ses ve ses birliktelikleri ilişkisi doğru oluşturulduğu sürece, insanlar arasındaki iletişim, üretici ve faydacı iletişim olacaktır.” der M.V. Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” kitabının girişinde. Kaldı ki bu alıntıda, sıradan her gün yaptığımız konuşmanın ezgisinden bahsediliyor. Bu söyleme bakılırsa sanatsal ve dilsel özellik taşıyan şiirde, ezgi olanakları ile estetik değer yaratacak tarzda ezgisel bir atmosfer oluşturulması önemli görünüyor.

Şiirde dize sıradan bir söz dizimi değildir; bir dizenin anlamsal bütünlüğü yanında, söz dizimsel bir ayrıcalığı, ses ve anlamın örtüştüğü ezgisel bir ekseni vardır. Şiirde dizenin dize olmasını sağlayan, duygu ve düşünce dünyasını, diğer bir anlamda imgelem olanaklarını harekete geçirebilen ses ve anlam örgüsüdür. Vurgu, ritim ve tonlama gibi sessel eylemlerin sonucu olan ezgi, aynı zamanda şiirdeki anlam ve duygu dünyasını açığa çıkaran taklit edilemez bir konudur. Bu nedenle aynı sıra ve sözcükler ile kurulan bir dize veya bir tümcenin, bir söyleyiş şekli ile sevinci, diğer söyleyiş şekli ile hüznü anlatabileceğini veya söyleyiş biçimine göre zıt anlamlar doğurabileceğini bilmek durumundayız.

Konuşma ezgisinin konuşanın duygu dünyası ile çok yakın ilişki içinde olması, şiir açısından önemli bir veridir. Ezgi, konuşmada anlam yöneltme ve duygu taşıma görevi üstlenmiş ses uyumlarıdır diyebiliriz. Ne var ki konuşma ezgisi, bilerek ve tasarlanarak yapılmaktan çok doğal bir seyir izler. Konuşmadaki ezgi, konuşanın tamamıyla ruh durumu ile ilgili bir süreçtir. Ancak bu konuda eğitim almış kişiler veya taklit yeteneği yüksek olan kişiler, bir başkasının konuşma ezgisini yakın bir tınıda taklit edebilirler.

Konuşma ezgisi ve sözcük kullanımı, kişinin çocukluğundan yaşamsal değerlerine, bilinçaltı kodlarından fizyolojik dürtüleri ile psikolojik durumuna kadar pek çok olgunun sonucudur. Ses ve insan ilişkisinin bu bölümü, ayrı bir inceleme konusudur. Müzik hariç şiir gibi dil ve dil özelliklerini kullanan sanatlar açısından ezgi ne anlam ifade ediyor? Bizim için önemli soru budur.

Şiir sanatının ilk hedefi okurun duygularını ele geçirmektir. Okurdaki on dört duyunun algı ve kavrama yetisini artırmak için duygu durumunun belirli bir kıvama çekilmesi gerekir. Okurun duygusu etkilenmeden algı ve anlamanın gerçekleşmeyeceğini hesaba katmalıyız. Sözün duygu değeri, anlamın duygu değeri ve sesin duygu değeri okur duyguları ile örtüşüp okur algısını hareketlendirmelidir. İster konuşma esnasında olsun ister bir türkü dinlerken ister şiir okurken olsun, okur ve dinleyicinin duygularını en kolay ele geçiren edim, ezginin çağrışım ve imgesel gücüdür. Bir kenara konacak ya da hafifsenecek bir özellik değildir ezginin olanakları. Şair, sesin ona sunduğu tüm olanakları estetik değer yaratmak için en yüksek düzeyde kullanmalıdır. Şair, o böyle söylemiş bu iyi şair şöyle demiş söylemlerini bir kenara bırakıp şair bilinci içinde sesinden sözüne, anlatımından çağrışımına, anlamından coşumuna kadar neyin ne olduğunu şiirde bir bütün olarak görmelidir.

Şiir; karakterini, mizacını, dış dünyaya yansıtma ereği olan özü, ezgili ses birlikteliği ile yayma olanağına sahiptir. Ses önce anlama, anlamdan yapıtın amacına yönelir ve harflerle değil sesle dış dünyaya açılır; sessiz okumada bile beyin onun sesini tanımlayarak ve kendinde yaşayarak oluşturur.  

Şiir okurken ve seslendirilirken, okur ile baş başadır ve şiirde ezgi okur bilincine çoğunlukla bağımlıdır. Ezgi, okur bilincine ve algısına bağımlıdır. Şair, anlam, anlatım, ünlü-ünsüz, tonlu-tonsuz, süre, ritim ve ses uyum olanakları ile okur algı dünyasını daha duyarlı biçime getirebilir.

 Ezgi ekseninin etkin ve duyarlı bir duygu durumu yaratabilmesi için, ses duygu değerine dikkat edilmelidir ve ses uyumu kurgusu bu bağlamda yapılmalıdır. Örneğin şair, şiirinde öyle sözcük ve söz dizimi kullanmalıdır ki okura hem söyleme kolaylığı sağlamalı hem de şiirin duygu değerini vurgulamalıdır. Bunun yanında tonlama, ritim ve süre gibi sesbirimlerini doğru yönlendirerek dizelerdeki anlamı okura zorlamadan vermelidir. Aynı zamanda dizelerini, akıcı-patlayıcı-sızıcı, tonlu-tonsuz ve titrek seslerin dengesini okur duygularını gasp edici bir tarzda kurgulamalıdır. Aslında sıradan, olmasa da olur gibi algılanan ezgi ekseni, önemli ayrıntı gerektiren sanatsal bir gerekliliktir. Çünkü şiirsel ezgi, bu eksen üzerinden hareket ederek duygu ve anlam dünyasını açığa çıkarır. Sesin diğer katmanlarla estetik değer yaratma süreci bunlara bağlıdır.

“Ses-söz dizimi ilişkisinin doğru kurulabilmesi, sese duygu ve anlam kazandıran vurgu ve ton gibi parçalarüstü birimlerin, söz dizimini oluşturan kelimelerin duygu ve düşünce dünyasına uygun şekilde üretilmesiyle mümkündür.” der M.V.Coşkun. Buradan şunu söyleyebiliriz; şair, dizelerinde kullandığı her sözcüğün ve söz tamlamalarının duygu ve anlam dünyası ile ses birlikteliğini uygun kurmalıdır. İşte okur o zaman, şiirdeki duygu ve anlam dünyasını uygun yer ve zamanda vurgu ve tonlama gibi birimlerle açığa çıkarabilir. Şiirin bütününde ezgi ekseni şair tarafından sağlam temellendirilmediği sürece, ses katmanı yetersiz kalacaktır ve şiirin bir ayağı daima eksikliğini hissettirecektir.

Özet olarak, ezgi ekseninin anlamsal ve estetik değer üretmesi için sadece şairin çabası yeterli değildir; aynı zamanda şiirin biçimsel özellikleri (söz varlıklarının uyumu, imleme ve yazım kurallarının doğru kullanımı) ile okurun anlamlandırma yetisi önem kazanmaktadır. Yine de şairin dili doğru kullanması, ses ile anlamın uyum ve duygu değerini yerli yerinde kurgulaması ilk koşuldur.

 

Şiirsel Ezgi Ekseni

Şiirsel ezgi ekseni, şiirde anlam ve duyguyu dış dünyaya en etkili biçimde açan fiziksel bir eksendir. İşitsel duyuların özelliği gereği, şiirsel ezgi anlamla bütünleşerek insan zihninde metafizik ve manevi dünyanın kapılarını da aralar, algı ve duyguyu daha duyarlı hâle dönüştürerek estetik değer yaratır. 

 

Şiirsel ezgi, şiirin duygu ve anlamını en etkin şekilde ortaya çıkaran sesli okuma biçiminden doğar. Şiiri tamamen sessiz okuduğumuzda bile içimizde duyduğumuz ses bütünlüğü şiirsel ezgiyi iç dünyamızda doğurduğunu duyar gibi oluruz. Şiirsel ezginin müzik değeri taşıdığı kabul edilmiyor olsa da kendi ses bütünlüğü içinde duygu ve anlamı yansıtma yeteneğine sahip olması nedeniyle müzik ile yakın ilişki içinde olduğunu söyleyebiliriz. Hemen şu sıralamayı yapayım ve ayrıntılarına sonra girelim. Hâlihazırda kullandığımız sesleri, müziksel ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma ezgisi olarak nitelik ve nicelik sırasına koyabiliriz. Tanımlayabilmek ve ayrıntılarını açabilmek için böyle yapmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu sınıflandırma benim yorumumdur ve teknik olarak doğruluk değerine ilişkin kararı sesbilim uzmanlarına bırakmak isterim.

Şiirsel ezgi ekseni, duyuların algı gücünü artırmak, bir şiirin anlamını, duygu değerini en etkin ortaya dökmek, söz söyleyiş biçimini, ses benzeşimlerini kullanmak gibi birçok teknik ve beceri gerektiren özelliklere sahiptir. Öncelikle, okurun şiirsel ezgiyi oluşturabilmesi, şairin şiirsel ezgiye yönlendirecek ses uyum düzenini yerinde kurmasına bağlıdır. Yani sese ilişkin kurulan temel, ne kadar sağlamsa okur da o oranda ses uyumunu yetkin kullanabilecektir. Şairin şiirinde ortaya koyduğu ses uyum niteliği, doğrudan şiirsel ezginin duygu ve anlamını daha saydam ortaya çıkarmasını sağlayacaktır.

Ben şiirde ses katmanına şöyle bakıyorum: Müzik ezgisi ile doğal konuşma ezgisi arasında, müziksel olmayan ancak doğal da olmayan bir ezgi ekseninin olduğunu düşünüyorum. Konuşma ezgisi, insanın davranışları ve sahip olduğu nitelikleri gereği istemli ve istemsiz seslerle ürettiği doğal bir ezgi sürecidir. Müziksel ezgi ise her ses biriminin belirli kural, süre ve isimlendirmeler ile tanımlanmış ve düzenlenmiş özel ses akış düzenidir. Yani müziksel ezgi, bir duygu ve düşünceyi yansıtmak üzere oluşturulmuş, her bir ses birimi düzenli ve tanımlı sesler bütünüdür. Konuşma ezgisi ile müziksel ezginin arasında belirgin bir ayrım vardır; çünkü müzik bir bilim alanı ve bilgi disiplini olan bir sanattır. Her iki ezgi pratiğini incelediğimiz zaman, konuşma ve müziksel ezginin birbirlerinden ayrılması tamamen teknik boyutu ile ilgilidir. Konuşma ezgisi doğal, müziksel ezgi ise teknik boyutu olan bir uygulamadır. Bu iki uygulamayı şiir açısından düşündüğümüzde nasıl bir sonuca ulaşırız? Her ikisinin de tanımına uymayan “şiirsel ezgi”den söz edebiliriz. Şiirsel ezgi, şair tarafından şiire özgü oluşturulmuş, ses, anlam ve anlatım düzenine uygun biçimlenmiş ve okur tarafından parçalarüstü birimler yardımıyla oluşturulan ses düzenliliğidir. Konuşma ezgisi ve müziksel ezgiden farklı olmakla birlikte hem konuşma ezgisi ile örtüşür hem de müziksel ezgiye yakın durur, diye düşünüyorum.

Resitatif müzik diye adlandırılan ezgi biçimi vardır. TDK Büyük Türkçe Sözlüğü “Resitatif” sözcüğünü “Belli bir melodi olmadan konuşma biçimiyle söylenen, müzikli, anlatı” şeklinde açıklar. Opera ve tiyatroda şarkı söyler gibi ezgisel konuşmayı, tonlu ve vurgulu sözlerin birbirine geçiş sağladığı bir seslendirmeyi örnek verebiliriz. Konuşma ve şiirsel ezgiyi, bir müziksel ezgi gibi müzik dilinde göstermek gerekliliği yoktur. Resitatif ezgi teriminden hareketle, şiirsel ezginin yeni bir tanımlama olmadığını söyleyebiliriz. Sözünü ettiğim ezgi türü, zaten müzik terimleri arasında tanımlıdır. Ancak şiirsel ezgi, konuşma ezgisine daha yakın durur; resitatif ezgiden de çok uzak olmadığını değerlendiriyorum.

İnsanın kişisel dünyasının ortaya koyduğu konuşma ezgisi ile tek veya çoğul ses düzenlerinin sanatsal anlamda oluşturduğu ezgi, ses oluşum açısından aynı şeyi ifade ediyor olsa da aralarında önemli bir fark vardır. Her şeyden önce müziksel ezgi, insanın çabası ile özel bir üretimdir. Sanatsal içerik taşır. Şiirsel ezginin sanatsal özellik taşıması için, insan sesi olanakları ölçütünde teknik ve özel ses yöntemleri (ton, ritim, süre vd. gibi) uygulamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü şiirsel ezgi, sesin olanaklarını kullanarak algıyı uyarmak, sözün duygu değerini daha vurucu ortaya çıkarmak, anlamı yönlendirmek ve daha güçlü kılmak için özel bir çaba gerektirir. Başka bir deyişle, şiirsel ezgiyi oluşturmak için ses uyumuna yönelik bütün olanakları yüksek düzeyde kullanmak gerekir.

Ton, vurgu, ritim, süre, durak gibi parçalarüstü birimler, ünlü ünsüz uyumu, sesli harflerin ince kalın, düz yuvarlak gibi pratik ses özellikleri önemlidir. Bunun yanında patlayıcı, sızıcı, akıcı, tonlu, tonsuz, titrek seslerin kaynaşması şiirde ses uyumu açısından dikkat edilmesi gereken ölçütlerdir. Garip şiiri de dâhil olmak üzere günümüze kadar yazılmış şiirler arasında ses açısından çok güçlü şiirlerin olduğu gerçektir. Türkçenin ses özellikleri, ünlü zenginliği, özellikle ses benzeşim zenginliği ile ardışık sözcüklerin kaynaşmasından doğan ses düşmeleri şiirsel ezgiyi kolaylaştırmaktadır. Gördüğüm kadarıyla Türkçe, şiirsel ezgi için oldukça yatkın ve uygun bir dildir.

Bunalımlı duyguyu, sıkıştığı ortamdan kurtaran ezginin yüceliğini kabul etmek durumundayız. İşitme duyusunun bütün duyu biçimlerini kontrol altına aldığını, etkilemede ve yönlendirmede başat konumda olduğunu bilmek ve buna göre hareket etmek gerekir. Şiirin ezgisel bir olanağı vardır ve bu olanak şiirin sanatsal etkinliğini sağlar. Ezginin gücünü, zihni ve duyguları hazza götürücü bir ortam yaratacak biçimde şiirde kullanmak ise sanatsal bir beceridir.

Şiirsel ezgi, bir şiirin bütün varlıklarıyla dış dünyaya açılan penceresidir. Başka bir söylemle, şiirde anlam ve duyguyu dış dünyaya açan fiziksel bir eksendir. Ne var ki bu pencerenin varlığı ve yokluğu ile niteliği hakkında fikir yürütebilmek, ses olanaklarına egemen olmayı gerektirir. Örneğin dize iç ses uyumunda, patlayıcı tonsuz ses ile sızıcı tonlu sesi bir arada kullanmanın kulağı tırmalayabileceğini, iç ses uyumunu bozabileceğini öngörmek gerekir. Bunlar bilindiği takdirde, patlayıcı tonsuz ses içeren sözcük yerine, kulağı tırmalamayan eş anlamlı başka bir sözcük kullanılması tercih edilebilir. Bunun gibi ses ve sözcük kullanımının sınırsız oluşu şiir açısından ve ses uyumu açısından önemli bir olanaktır. Türkçenin eş anlamlı sözcükler konusunda diğer dillere oranla çok daha zengin olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanın on dört farklı duyusunun olduğunu biliyoruz. Bu duyular içerisinde işitme duyusu farklı bir özelliğe sahiptir. Dış dünyanın doğal ve yapay sesleri yanında, duyusal, metafizik ve manevi dünyanın ruhsal kodlarının algılanmasında başat duyudur. Duygusallık, metafizik ve maneviyat; kişide en fazla merak uyandıran, insanı etkisi altında tutan, anıları tekrar yaşama arzusu doğuran, estetik değeri daha kolay algılatan durumlardır. Duygusal, metafizik ve manevi ortamın kişide görme ve anlam bulduğu yer, doğadaki yapay ve doğal seslerin ezgisidir ve bu ezgiye kişi tarafından verilen anlamdır.

Özet olarak; müziksel ezgi, resitatif ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma ezgisi şeklinde kuramsal, nitelik ve nicelik bakımından bir sıralama yapabiliriz. Bu durumda şiirsel ezgi, kendi bağlamında ele alınıp ilgili disiplinlerle ayrıca incelenmesi gerekir.   

 

DURUMSAL ESTETİK DEĞER TABAKASI

 

İçinde bulunduğumuz doyumsuz sistem, doyumsuz ve bilgili insanlarını kendine bağımlı kıldığını, istediği kıvama getirdiğini, dikte ettirdiğini ve bireysel estetik algı ve estetik yargısını yavaş yavaş olumsuz yönde dönüştürdüğünü net olarak görebiliyoruz. Bu çağımızın en büyük sorunlarından birisidir.

 Şiirdeki estetik değer ve okurdaki estetik kaygının karşılıklı ilişkisi, zihinsel ve duygusal bir süreçtir. Bir sanat eseri veya bir şiirde ulaşılması gereken hedef, okurda duygulanımı, duyarlılığı güçlendirmek ve haz duymasını sağlamaktır. Şiirdeki estetik değer ve okur estetik algısından doğan ilişki, estetik araştırmalarında ayrı ayrı ele alınıp incelenmiştir; ancak eserle insan arasındaki duygusal ilişki bununla bitmiyor. İşte burada estetik değer ve estetik algıya doğrudan etki eden, mutlak ve vazgeçilemez bir durum daha vardır; ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür gibi… Aslında bu durum, okur, sanatçı, eser ve eleştirmenin ortak paydasıdır ve estetiğin çarpanlarından olan temel bir inceleme konusudur.   

Şiir Çözümleme Tekniğini oluştururken, Estetik Katmanını, estetik biliminin öngördüğü esaslar çerçevesinde incelemeyi benimsedim; ancak “durumsal estetik değer tabakası” diye bir tabakadan daha söz etmek gerektiği ortaya çıktı. Bu tabaka, günümüze kadar farklı biçimlerde dillendirilen konulara ilişkin tanımlamadır ve içerisinde oldukça fazla parametreye barındırmaktadır. Bu nedenle; şiirdeki estetik katmanını, Şiirdeki Estetik Değer Tabakası, Okurdaki Estetik Algı Tabakası ve Durumsal Estetik Değer Tabakası olarak incelemenin daha açıklayıcı olacağını düşündüm.

Durumsal Estetik Değer Tabakası, şiir, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumuna katkı veren durumların duyusal bir varlık tabakası olarak ele alınmasıdır. Başka bir söyleyişle, şiirdeki estetik değer ve estetik algıyı etkileyen durum ve koşulların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) incelenmesi ile etkilerinin görünür kılınması için sınıflandırılmış bir tabakadır.    

 

Durumsal Estetik Değer

Tahsin Yücel, Eleştiri Kuramları kitabında Olgucu Eleştiriyi incelerken Mme De Stael’den bir alıntı yapar. “Mme De Stael’e göre, bir halkın düşünce ve duygularını ortak yaşamı belirler her zaman, bu ortak yaşam da söz konusu halkın yaşadığı yerin iklimine, bağlı olduğu siyasal kurumlara, dine ve yasalara bağlıdır. Bu belirleyici koşullar değişecek olursa halkın yazınının da değişmesi gerekir.” demektedir. Şiirin estetik değer tabakası ve okurun estetik algı tabakası ayrı ayrı incelenmektedir. Mme De Stael ‘in dediklerini dikkate alırsak, bu iki tabakaya mutlak etkisi olan ortam, coğrafya, teknik, zaman, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenleri ayrıca estetik incelemelere dahil etmemiz gerekir. Şair, şiir ve okur; doğduğu ortamın karakterini, kültür değerlerini, duygu ve yargılarını taşımak zorundadır. Beğeni kültürü, çağın ve ortamın kültür değerleri ve bilgi birikimiyle doğru orantılı gelişir ve dönüşür. Beğeni kültürü, sanat eseri gibi uzam ve zaman içinde bir evrime tabidir. Bu yüzden şair, şiir ve okurun doğduğu ortam, kültür ve zaman, beğeniyi mutlaka etkileyecektir; olumlu veya olumsuz dönüşüme sokacaktır. Çünkü estetik kaygı doğal olarak insanda var olan bir duygudur; iklim, kültür, uzam, bilgi ve zaman gibi etkenlere bağlı olarak yeniden yapılanır, öğrenilir ve biçimlenir. Kültür, dil, doğal koşullar, yapay koşullar, inançsal ve ahlaki kabuller, ister istemez yaşam biçiminden eserin biçemine, sanatsal yönelimden beğeni kültürüne kadar pek çok şeyi etkileyecektir.

Şiirin; öz, içerik, biçim ve biçeminde zaman, uzam ve ortam ile kültürel birikimler önemli etkenlerdir. Aynı şekilde insanın estetik algı ve estetik yargısındaki dönüşüm bu etkenlere bağımlıdır. Dolayısıyla estetik değer dediğimiz duygusal görünme biçimi, dinamik bir sürece dahildir ve zaman, uzam, kültür ve insanın evrimsel sezgisine koşut değer alır. 

Şiirin duyusal görünme biçimi, -ki buna estetik değer diyoruz- sosyolojik, psikolojik, fizyolojik olgular ile yaşamsal ve toplumsal olguların yapılandırdığı bir duyusal alandır. Diğer bir söyleyişle, sosyolojik, psikolojik, fizyolojik ve toplumsal olgular ile çevresel etkenler sanatçı ve sanat üzerinde değişim yaratabilme gizilgücüne sahiptir. Bu nedenle, şiirin doğumunda temel olan etkenler ile şairi etkileyen uzam, kültür ve zamanın ayrıca estetik incelemelerinde ele alınması gerekir. Sanatsal yaratıların temelinde yatan düşünsel ve duyusal olgular, zaman, ortam ve kültürel değerlerden beslenirler. Estetik yaşantıyı, başka bir söylemle estetik algı ve değer yargısını, bu açıdan ayrıca ele almalıyız diye düşünüyorum.

Bu incelemede, şiirin görünüşüne yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya koyduğu estetik değer ve estetik algıya “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diyeceğim.

İnsandaki haz duygusu ne kadar ortama bağlı bir ruh durumu olgusu ise, şiiri veya sanatı yaratan imgelem de yine ortamdaki değerlerin, algı biçiminin ve artalan bilgisinin bir ürünüdür. Durumsal Estetik Değer Tabakası olarak ele aldığım alan, hali hazırda içinde yaşadığımız sosyal ve sanatsal ortamın insan ve eser üzerindeki duyusal etkileşimin isimlendirilmesidir.

İnsan estetik algısı, üretilmiş kültür varlıkları, dil, düşünce, toplumsal ve çevresel etkenlerle teknoloji gibi ögeler, eserin üzerinde ayrı bir estetik değer yaratma gizilgücüne sahiptir. Tahta baskı resim yerine, bilgisayar görseli daha ayrı bir değer yaratabilir. Bu teknolojik bir ortamdır. Bunun yanında karasal iklimde, tropikal iklimde veya deniz kıyısında yaşayan insanın beğeni kültürü ve var edilen kültür varlıkları arasında farklılıklar olacaktır. Ortam, zaman ve kültür gibi etkenler ister istemez hem eserdeki estetik değeri hem de insan beğenisini, yani estetik algısını etkiler. Dolayısıyla insanın algı ve yargıları ile yazdığı şiir, ürettiği sanat bu bağlamda şekillenmek zorundadır.   

Okur ve şairin estetik değer ve yargısı, değişik etmenlerle değiştirilebilir. Uzam ve zamanın şiirde yarattığı estetik değer de gelişime ve dönüşüme bağlı olarak değişebilir. Güzellik ve güzeli görme ilişkisi algı ve kullanılabilir malzeme ile ilgili olduğudur. Aynı zamanda güzeli yaratanın da uzam ve ortamla ilişkili olduğudur. Fransız Düşünürü Hyppolite Taine (1828-1921)’in Ortam Kuramı (Milieu Kuramı), bahsettiğim konuyu açıklamak için yardımcı olacağı kanaatindeyim. Durumsal Estetik Değer Tabakasının anlaşılması için incelenmesi gereken önemli bir kuram olduğunu değerlendiriyorum.

Toplumların ürettiği kültür varlıkları, söz varlıkları ile paraleldir. Kültür varlıkları derken, soyut ve somut üretilmiş, tasarımlanmış ve insan anlağında tanımlanmış tüm varlıklardan söz ediyorum. Üretilmiş soyut ve somut her varlığın göstereni dünyanın neresinde üretilirse üretilsin, gelişmiş dillerde söz varlığı olarak mevcuttur ya da henüz dillerine girmemiştir. Soyut olsun, somut olsun, fiziksel olsun, sanal olsun, her tür tasarım ve kültür varlığı insan anlağında bir gösterilen olarak öğrenildiğinde imgelemde beden bulma olasılığı taşır. İnsanın yaşadığı çevresel koşullar, insan önüne değişik seçenekler sunar ve bunlardan size en yakın geleni seçmek durumunda kalırsınız. Biz biliyoruz ki, önümüze konan seçenekler arasından iyi ve güzel olanı kendi özgür irademiz ile seçip, beğenip haz duyuyoruz. Keşke öyle olsaydı! Dünya ne kadar güzel ve özgür olurdu!

İnsan sosyal varlıktır, doğru. İnsan kendi özgür iradesinin kullanabilir, doğru. Ancak her insan değil. Bilgi, algı, düşünme, anlama ve açıklama özellikleri ile duygu hareketleri oturmuş insan özgür iradesini kullanabilir. Üzüm üzüme bakarak kararan insan değil. Midesinden bağımlı hale dönüştürülmüş, sekiz saat mesaiye bağımlı, reklam, dizi, öğretiler gibi algı dönüştürme ortamında sıkıştırılmış okumayan bir insan, gerçekten özgür iradesini kullanmakta mıdır? İstanbul’un hava kirliliği, gürültüsü ve trafiğinin içinde bir insan gerçekten özgür müdür? Zorunlu mudur? Yoksa yaşamak için, sistemin ürettiği tehlikelerden mi kurtulmaya çalışmaktadır?

Ortam, çevre ve insanlar arası sosyal etkileşim gereği, estetik algı ve estetik değer yargısı farklılık gösterir. Kısa zamanda olmasa bile uzun yıllar sonra bu değişebilir, dönüşebilir. Eğitim seviyesi, kültürel birikimi gibi etkenler ile estetik algı ve estetik değer yargısı az ya da çok yüksek olabilir. Buna Prof. Dr. İsmail Tunalı Estetik Beğeni kitabında, beğenide görecelilik diyor. Şiirde veya herhangi bir sanat eserinde estetik katmanı somut ve mutlak sonuçlar doğurmaz. Çünkü estetik katmanı içinde var olan verilerin büyük bir çoğunluğu sübjektif ve insan algısına bağımlı bir durumdur. Nesnel ya da duyusal güzelliğin değeri biraz da kültürel birikimle doğru orantılıdır. 

Her sanat eserinde olduğu gibi her şiirin doğduğu bir kültür ortamı vardır. Kendine özgü havası, dili, iklimi, zaman ve yer gibi doğum ve gelişimine etki eden içsel ve dışsal koşulları olacaktır. Şiirin anlatımından anlamına kadar uyum içinde olma zorunluluğu olan kültürel ve sosyal değerler dengesi vardır. Sanat tarihi derken bir anlamda insanlık tarihi, insanlığın imgelem tarihi ve beğeni kültürü belirtilmektedir.

 Beğeni kültürü, endüstri ve toplum mühendisliği ile istenilen doğrultuda dönüşüme sokulabilir. Bunun örneklerini pek çok alanda göstermek olasıdır. Durumsal Estetik Değer Tabakası, bu bağlamda düşünüldüğünde üzerinde dikkatle durulması gereken bir fenomendir. Çünkü beğeni kültürü dediğimiz olgu, bu düzlem üzerinde kendini var eden bir olaydır. Eserdeki estetik değeri, izleyicideki estetik algıyı anladık; ancak her iki tabakayı da etkileyen ortak ölçütleri yok sayma lüksümüz var mıdır? İşte bu durumu, “Durumsal Estetik Değer Tabakası” tanımlaması ile ele almamız gerektiğine inandığım için bu sınıflandırmayı yaptım. Durumsallıktan kastım, zaman, mekân, kültürel coğrafya, insan algı ve kültür birikimi ile beğeni süreci, aynı zamanda kültürel değişimin değişmezliğidir; yani bunların toplamını karşılayan duyusal, dijital, sanal, nesnel ve dinamik “ortamdır”.

Durumsallık sözü, bildiklerimizle çelişen bir durum gibi gelebilir. Sanat eseri duruma uymaz, bulunduğu duruma ve ortama şekil verme amacına yöneliktir. Şiir doğduğu ortama karşıdır diye söylenir; ama açıklanmaz nedeni. Açıklansa bile politik ideoloji ve bölünmüşlük sendromlarına dayandırılır. Son iki tümce, sanat yaratımı ve yaklaşımı açısından doğru kabul edilebilir. Burada, ortamın uyumluluğunu değil; ortamdaki değerlerin sanatçı ve okur üzerindeki etkisini ele alıyoruz. Durumsallık söyleminden kastım; şiirin doğduğu ortamdaki nesnel, sanatsal ve kültürel değerler ile bilimsel, sanatsal ve kültürel yansının insandaki algısal karşılığıdır. Aynı zamanda insan algısını besleyen, bilimsel, sanatsal ve kültürel değerlerin şekillendirdiği insandır ve şiirdir. Zaman, mekân ve kültürel birikimin eser üzerindeki etkisi ile insanın kültürel birikimi, beğeni kültürü ve algı biçiminin toplam görünümü olarak düşünmeliyiz. Benim değerlendirmeme göre, şiir veya herhangi bir sanatsal yaratıda bu tanımlama önemli bir yere sahiptir. Nesneler, soyut tasarımlar ve insan ile bunların duygusal etkileşimleri; zaman, yer ve insan algı biçimine göre değişiklik göstermektedir. Bu değişiklik, estetik algı ve estetik değer yargısı için önemli bir ölçütlerdir. Örneğin gönül sözcüğü, anlamsal değer ve duygu geçirgenliği açısından günümüz gencinin anlağında yıpranmış bir söz varlığıdır. Ancak gönül veya gönül bağı dediğimiz zaman, bu söz ve deyimin anlamsal ve çağrışımsal karşılığını anlatmak için fazladan birkaç cümle kurmak zorunda kalırız.

  İnsanın kültürel algı süreci; tehlikeli ve kara bir dönüşümün kurbanı olabileceği gibi, çağdaş normların üstüne taşınması için algı ötesi değerler de üretebilir. Sanata tarihsel açıdan baktığımızda, sanat hem tehlikeli kara bir dönüşümün kurbanı olmuş hem de çok önemli gelişmeleri sayfalarına not ettirmiştir. Bir öngörüdür; gerçekleşmesini hiçbir akıl destekleyemez, ancak coğrafyamızdaki sanat, beğeni kültürü ve estetik algı, tehlikeli kara bir dönüşümün kurbanı olmaya aday görünmektedir. Bu çıkarımı görmek için uzağa gitmeye gerek yoktur. İçinde bulunduğumuz toplumun katmanlarını izlemek, bu öngörünün hakkını teslim etmek için yeterlidir; ancak yine de iyimser bakmakta fayda olduğunu düşünenlerdenim. Geleceğin insanı, çağdaş kazanımları ile gelecek tasarıları üzerine daha güzel şeyler koyabileceğini ve bu sorunları aşabileceğini gösteren belirtilerin olduğunu söyleyebiliriz. Belki bizler harcanan kuşak olarak tarihte yerimizi alacağız; ancak gelecek kuşaklar, kesinlikle kendine yaraşır temiz dünyayı kuracaktır.

Durumsal Estetik Değer Tabakasını, şimdilik bulunduğumuz coğrafya açısından karamsar bir tablo içinde ele almamız gerekecektir. Anlamı cılızlaştırılmış sanat eserleri ve güdülenmiş günümüz insanının estetik algı ve estetik değer yargısı sorgulanmaya açıktır.  Kültür endüstrisi, yozlaştırılmış değer yargısı, algı operasyonları, ırk, ideoloji ve inanç gibi etkenler, ayrıştırılmış akışkan bir kitle yaratmıştır. Ayrıştırılmışlık sendromu içinde yüzen akışkan insan topluluklarının sanata ilişkin estetik algı ve estetik değer yargısını nasıl olumlu görebiliriz? Sözünü ettiğim bu hastalığın tedavisi yine “sanatsal yaklaşımlar” olduğunu söylersem bir kısır döngüden söz ediyorum gibi anlaşılacaktır. Gerçek şudur ki algı süreci bozulmuş, ayrıştırılmış akışkan kitleler, önyargı ve saplantılar ile çıkar gruplarının güdümünden kurtarılabilirse bu söylediğim tez, hiç yabana atılır gibi gelmiyor. Bu olumlu eylemi gerçekleştirebilecek dört şey vardır bana göre; dürüstçe ve çıkar kaygısı gütmeden yapılacak “Sanat Eğitimi, Beğeni Yönetimi, Duygu Yönetimi ve Sevgi Eğitimi”dir.

Durumsal Estetik Değeri, deneysel bir sonuç veya kaynaklara dayanmadan, bu günkü deneyim ile mevcut uygulama ve algı biçimlerinden somut olarak anlayabiliriz. Şiir açısından, estetik değer taşıyan söylem, dil yetisi, simge, yaslanılan mit, kahraman gibi unsurlar önemli olanaklardır. Bu olanakların bizleri nasıl bir katmana taşıdığını somut olarak duyabiliyoruz. Şiir veya sanat yapıtı ortadadır, alanda kazandığı sonuç ve yitirdiği değer kolaylıkla kendini göstermektedir. İnceleme ve okumasını bilenler, değer yitimi ya da kazanımın nedenlerini açıkça anlayabilmektedir. Şair, kullandığı söz varlıklarını, söz varlıklarının taşıdığı duygu ve anlam değerlerini sanat normları gerisine düşmeden öyle işlemelidir ki okurda; imgelem, çağrışım, üst anlam, heyecan, hayranlık ve coşumu yaratabilsin. Bu durumda, estetik değer yargısı kendiliğinden kuşatılmış olur.

Aslında estetik kaygımızın şekillendiği ortam, görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir alandır. Sanatın veya şiirin sağlıklı nefes alabileceği ortamdan söz ediyoruz bir yerde. İnsan, ortam ve sanat eseri arasında, doğrusal, yatay ve dikey etkileşim alanları vardır. Durumsal Estetik Değer Tabakası, tarihsel birikimden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal değişime kadar olan görüngülerin zihinde canlandığı alandır. Örnek vermek gerekirse, deprem, fırtına sel baskını ile iç içe yaşayan bir toplum ile hiç afet görmemiş bir toplumun şiiri de sanatı da beğenisi de farklı olmak zorundadır. Ortamın hissettirdiği ve dikte ettirdiği pek çok koşula uymak dışında yapılacak çok şey yoktur çoğu zaman. Ortam koşulların ne kadar dikte edebiliyorsa, sanat eserinin yapısına da dikte edebilme yeteneği vardır. Bu nedenle, Durumsal Estetik Değer Tabakası, şiirde azımsanamayacak kadar etkin bir tabaka olduğunu varsayıyorum. 

Estetik değer yargısı, insanın salt psikolojik durumu ile doğrudan ilişkilidir diyemeyiz. Estetik yargının bireyüstü bir zorunluğu ve genelliği olduğunu söylüyor Kant. Bu doğrudur; gözlemlerimizden bunu çıkarabiliriz. Ancak zorunluluk ve genellik taşıyan estetik yargı, sanatın evrensellik katmanında kendini gösterdiğini düşünüyorum. Selimiye Camisi’nin estetik olmadığı çoğunlukla söylenemez; çünkü yapıldığı zamanın koşulları, tarihsel, mimarı, azamet, oran, simetri, konuş ve incelik gibi evrensel değerler taşıyan bir yapıdır. Her bireyin beğenisini kazanan bir şiir de aynıdır. Bireyüstü zorunluğu ve genelliği taşıyacak bir şiir, şiir gibidir. İncelememde yer yer değindiğim gibi, şiir, duygu, zihin, mantık ve aklı evrensel normlara taşıyacak değerleri taşımalıdır. Okuyanı/dinleyeni, kendi içine çekip sımsıkı kavramalı, ruhunu bir üst katmana taşıyarak varoluşunu duyumsatmalıdır. Şiir önce naif bir biçimde kendini sevmeli, sonra okuyanı sevmelidir.

Ortam sanatçıyı etkiler, sanat eserini etkiler, insanın duyusal dünyasını değiştirir, düzenler veya kötüleştirir. Örneğin bulutlu ve sisli bir günle, güneşli bir bahar sabahı, farklı bir estetik değer ve estetik kaygı yaratır. Kısaca söylemek gerekirse, bu tabakanın özü, şairin ve şiirin bulunduğu ortamın havasından aldığı ışıktır, değerdir, güzelliktir. İnsanın algı biçimi, söz varlıklarının insandaki duygu ve anlam değeri, eserin doğduğu ortamda inşa edilegelmiş olgulardır.

Şiirin doğduğu ortamın kültürü, karakteri ve mizacı doğrudan şiire yansır. Savaş ortamında yazılan şiirler ile barış ve özgürlük ortamında yazılan şiirler, duygu, karakter ve içerik olarak birbirinden ayrılırlar. Başka açıdan baktığımızda, ortamın sanat eserine yansıyan karakteri, mizacı ve kabul görmüş ortak mimikleri; sanat eseri üzerinde gerçek alanda göstermese bile duyusal alanda okunabilecek şekilde kendini gösterir. Buna karşılık olarak, aynı ortamda yaşayan insanın algıları, bulunduğu ortamın karakteriyle uyumlu olma eğilimindedir. Görme, işitme, düşünme ve algı parametreleri ortamın değerleri ile paralellik oluşturmak, nadiren de aşkın olmak zorundadır. Farklı bir kültüre sahip şairin yazdığı şiir, diğer bir kültür ortamında yaşayan insan zihninde yeterince etki ve anlam doğurmadığı herkes tarafından kabul edilir. Yani bir İran şiiri çoğu zaman Girit’te yaşayan bir kişide duygusal etkileşimi göstermekte zorlanabilir. Örneğin, beş yüz yıl önce yazılmış bir şiiri çözümleyelim; şiirin söz varlıklarını ve duygu yükünü günümüze ve salt yaşadığımız yere göre ele alabilir miyiz?

İşte bu nedenle, ortamın şiire yansıyan karakteri ile insan estetik algısına seslenen şiirsel değerler, durumsal estetik değeri oluşturur. Bu konu, ontolojik estetiğin ayrıştırılmış bir alanı olmasa da böyle bir gerçeğin varlığını ele almak zorundayız. Çünkü şiir veya herhangi bir sanat eserinin estetiği hakkında inceleme yaparken ya da sanat üretirken önemli bir bileşen olarak dikkate alınmalıdır. Bilinçli üretilen hiçbir sanat eseri, yarın tüketilmek üzere üretilmez; geleceğe ulaşması için üretilir. Kalıcı ve zamana karşı dinamik bir eser üretmek istiyorsak, eserin nesnel ve duyusal dünyasına etki eden tüm bileşenleri ele almak zorundayız.

Sonuç olarak Durumsal Estetik Değer Tabakası; şair ve okuru, bunun yanında sanat eserini etkileyen başat bir tabakadır. Sanat dünyası aynı zamanda yaşamın sürdürülmesi için kazanç kapısı şekline dönüşmüştür. Resim, dans, müzik, tiyatro ve plastik sanat kurslarından örgün sanat eğitimlerine kadar bir yığın insan iş olanakları elde etmektedir. Kazanç kapısı haline dönüşmesi de yaşamın bir geçeğidir. Bunu göz ardı edemeyiz. Böyle olması demek, ister istemez sanatta popülist bir yaklaşım gerçeğini ortaya çıkarmak demektir. Bunun anlamı ise şiirin ve bütün sanat alanlarının genel ortamın tutumuna göre yön belirlemesi demektir. Samimi davranıp bunu kendimize itiraf etmeliyiz. Bunlara karşın, sanatçı sorumluluğu ve şiirin geleceği açısından, sanatsal edimlere; bilimsel, teknik ve ayakları yere basan bilgiler ışığında bakmaya çaba göstermeliyiz. Dürüst, tarafsız ve önyargısız davranmalıyız. 

Yapıtın amacı; haz doğurmak, insanı ve geleceğini kavramak, var olduğunu, salt ve yetkin güzel olduğunu haykırmaktır. Okurun beklentisi ve yönelimi güzellik karşısında estetik yaşantıya girme amacı taşır. Her iki ayrı öznenin (şiir ve insan) bir katmanda buluşması, yani insan ve şiirin estetik yaşantıyı doğurması şair ve şiirin, sanatçı ve sanatın temel amacıdır. Nasıl ve hangi amaçla şiir yazarsanız yazın, insanın gen haritası değişmedikçe, insan aklı yeni gerçekliklere ulaştıkça, estetik değer, estetik yargı, beğeni kültürü veya estetik yaşantı dediğimiz olgu, şiirle gelişim ve dönüşüm içinde olmak zorundadır. Bu, bilginin evrimsel yasasıdır; sanat ve şiirin de evrimsel sürecidir. Değişmeyecek bir şey varsa, o da sanatın insanın nihai ereği ile doğrudan ilgili bir sonuç olduğudur.

Şair ve eleştirmen, kalıcı şiir yazmak ve değerlendirmek istiyorsa, geleceğin sanatsal yönelimlerinde etkin olmak istiyorsa, özellikle söz ettiğimiz “durumsal estetik değer etkenlerini” iyi okumalıdır ve bu etkenleri şiire giydirme konusunda yetkin olmalıdır. 

   

 

Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiirinin Çözümlemesi, “Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme Yarışması”nda üçüncülüğe uygun görülmüştür.

 

 

TURGUT UYAR’IN “ÜÇYÜZBİN” İSİMLİ ŞİİRİNİN ÇÖZÜMÜ

 

GİRİŞ

Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” şiirini, “Şiir Çözümleme Tekniği” adı altında ileri sürdüğüm yeni bir teknikle çözümleyeceğim. Okuyacağınız metin, Türk yazınında yapılmış mevcut şiir çözümleme/incelemelerinde olduğu gibi sadece şiirin ne dediğini çözmeye ve şairin şiir anlayışını ortaya koymaya yönelik bir inceleme değildir. Yeni ileri sürülmüş bir tekniktir. Maksadı; şair, şiir ve okur arasındaki ilişkiden doğan sanatsal ifadenin estetik değerini daha nesnel ortaya koyabilmektir. Başka bir deyişle şiirin sanat değerini ortaya koymaya yönelik bir incelemedir. Bu yüzden okurlarımın çözümleme akışını izleyebilmesi ve çözümleme mantığını daha kolay kavrayabilmesi için, tekniğin öne çıkan ayrıntılarını özet olarak aşağıya çıkarıyorum. 

Şiir Çözümleme Tekniği[17], sanat yapıtının ontik[18] bütünlüğü ve integral[19] yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin duyusal ve nesnel varlık katmanlarını ilgili bilimsel disiplinlerle inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem[20] sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm ögelere kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin ön ve derin (duyusal ve nesnel alanı) yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini daha nesnel bir yaklaşımla açığa çıkararak sanatsal (şiirsel) ifadeyi ortaya koymaya çalışır. İnceleme; imgelem-imge-imgelem (şair imgelemi-yapıttaki imge-okur imgelemi) süreci esas alınarak yapılır. Amaç; şair-şiir-okur üçgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır.

Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Yapıtın nesnel ve duyusal varlık alanlarıdır; birbirini tetikleyerek şiiri var eden temel yapılardır. Örneğin ses, anlatım veya anlam katmanı gibi…

Tabaka, katmanın alt birimidir. Katmanın iç yapısını daha özelleştirebilir birlikteliklerdir. Anlam katmanı altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam tabakası gibi… Tabakalar birleşerek yapıttaki bir katmanı oluştururlar.

Eksen ise sesin fiziksel yapısı gereği, şiirin ses katmanı altındaki ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses katmanında kullanılan bir terimdir. Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi…

Tabaka ve eksenler, katmanları oluşturur ve katmanlar bir sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi…

Şiire sanatsal özellik kazandıran, ruhsal ve nesnel alanları birbirine kenetleyen temel alanlar veya yapı taşları olarak en az yedi katmanın varlığı incelemede esas alınır. Şiirde olmazsa olmaz katmanlardır; birbiri içerisinde varlık bulan ve kendi disiplinlerine göre incelenebilen yapılardır. Bunlar;

Biçim Katmanı, Anlam Katmanı, Ses Katmanı, Anlatım Katmanı, Çağrışım Katmanı, Coşum Katmanı, Estetik Katmanı.

 Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez, birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğurmazlar. Bir anlamda şiirin dünyaya açılan yedi duyusu ve iletim kanalıdır. Şiirin hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır ve bu yedi katmanın ilişkisinden şiirin ön ve arka yapısı (duyusal ve nesnel alanı) oluşmaktadır.

 Şiir Çözümleme Tekniğinin Adımları:

1. Biçim Katmanı

2. Anlam Katmanı

a. Gerçek Anlam Tabakası

b. Rastlantısal Anlam Tabakası

c. Üst Anlam Tabakası

3. Anlatım Katmanı

4. Ses Katmanı

a. Tonlama Ekseni

b. Ezgi Ekseni

c. Şiirsel Ezgi Ekseni

5. Çağrışım Katmanı

a. Çağrıştırma Tabakası

b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası

c. Rastlantısal İmgelem Tabakası

6. Coşum Katmanı

7. Estetik Katmanı

a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası

b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası

c. Durumsal Estetik Değer Tabakası

8.  Sonuç

 İNCELEME/ÇÖZÜMLEME METNİ

 Çözümleyeceğim şiir, Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiiridir. Okuyacağınız metin, genellemeye düşmeyen, öznel yaklaşımları en aza indirmeye çalışan, daha nesnel yaklaşımı öngören inceleme/çözümlemedir.

Not: Okuru dikkate değer sonuçlara götüreceği için, incelemeye başlamadan “Rastlantısal Anlam Kuramı” ve “Çağrışımsal İmgelem Kuramı”nın açıklanmasında yarar olduğunu düşünüyorum.

Rastlantısal Anlam: Okurun; yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve bellek birikimine yaslanarak, şiirin gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden anlamlandırdığı, çıkardığı sonuçtur. Rastlantısaldır ve çağrışımsaldır. Okur zihninde beklenen veya beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere yönelirler. Beynimizin çalışma sistemine göre yaşanan mutlak bir süreçtir.

 Çağrışımsal imgelem: Okurun, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak, zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlar yaratma sürecidir. Şiirin iletileriyle okurda tetiklenen/yaratılan imgelemdir.

 (İnceleme esnasında katman, tabaka ve uygulanacak teknik ile kuramlara ilişkin açıklayıcı bilgi, gerektiği yerde verilecektir. Çözümlemeyle ilgili açıklayıcı bilgiler, YATIK ve BOLD yazılmıştır.)

 ÜÇYÜZBİN

 Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000

Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı

Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök

Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma

Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum

Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin

Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000

Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın

Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000

Kapattığımız sağanak akşamları açtığımız sabahları 300.000

Elimden tut beni acar balıklara alıştır

Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda

Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım

 

Kalk ellerini yıka bize gidelim

Soyunur dökünür odalarda konuşuruz

Bir o kaldı 300.000

Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölememek

Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim

Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm

Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000

Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü

Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın

Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam

 

Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum

Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden

Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma

Sen zenginsin alırım tükenmezsin

Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir

Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme

 

Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000

Ü ç y ü z b i n

Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.

 

1. BİÇİM KATMANI

(Biçim bir yapıtın taşıyıcı kabıdır; yapıtın ön ve derin yapısını oluşturan tüm varlık katmanlarını üzerinde taşıyan taşıyıcı bir düzlemdir.)

“Üçyüzbin” şiiri, dörtlük ya da bilinen diğer ölçülerle değil; birimler halinde yazılmıştır. Birimler ve dizeler, anlam akışı ve bütünlüğüne göre kurulmuştur. Uyaklı şiir olamamakla birlikte iç sese dikkat edilmiştir. Şiirde imge kalabalığına düşülmüş gibi görünse de tutarlılık ve bağlaşıklık bu imgelerle kurulmuş, imge dağılımı bütünlüğü oluşturmuş ve sözcük ekonomisi önemsenmiştir. Dil kullanımı sıra dışıdır; temiz ve farkındalık yaratacak biçimdedir, okuru bağlayıcıdır.  Şiir, nesnel yapısı bakımından var olanlara göre önemli farklılığa sahiptir. Çağın şiir biçimlerine göre sıra dışı bir özellik taşımaktadır: 

Şiirin biçiminde ender rastlanan üç önemli ayrıntı vardır. Birincisi; şiir, dört birimden oluşmaktadır; bu birimler anlamla doğrusal bir ilişki sonucu kurulmuştur. Birinci birim; toplumdaki olumsuz/kötü insanı, ikinci birim orta direk insanı, üçüncü birim özleneni, dördüncü birim ise bunların açıklamasını yapmaktadır.

İkincisi; 300000’in birimlerde kullanım sayısı ve şiirde toplam kullanım sayısıdır. Ayrıca Üçyüzbin bir kez yazıyla şiirin en sonunda kullanılmıştır. Üç-yüz ve bin rakamları da ayrı bir kodlamadır.

Üçüncüsü ise “sen” sözcüğü birinci birimde yedi kez kullanılmış olmasıdır.

Kurguda okura ve eleştirmene önemli ipucu veren bir kodlama söz konusudur. (İleride açıklanacaktır.)

 

2. ANLAM KATMANI

a.  Gerçek Anlam Tabakası

(Şiirdeki gerçek anlam tabakasını incelerken, anlambilimin tanımladığı değinmece, değişmece, aktarma, yan anlam gibi alanları “gerçek anlam tabakası” içerisinde bir bütün olarak ele alıyorum. Yani ulaşılabilen anlam, bu tabaka altında incelenmektedir. Kısacası şairin şiirde ne dediğini ortaya koymaktır.)

 

Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000

Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı

Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök

Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma

Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum

Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin

Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000

Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın

Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000

Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000

Elimden tut beni acar balıklara alıştır

Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda

Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım

 

İlk birimde şair; bilinçsizce oluşturulmuş olan ve içini acıtan olumsuzluklardan söz etmektedir. “Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300000” derken; yalan, iki yüzlü, yararcı ve para hırsıyla donatılmış insan ile toplumsal yozlaşmaya uğramış insana dikkat çekmektedir. Toplumdaki önemli bir grubun çıkarcı, bencil ve gücü kötüye kullanan tutum takındıklarını, kendisinin bundan çok rahatsız olduğunu “Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma” dizesiyle belirtmektedir. Kadınları ezilmiş, toplumda ikinci palana atılmış durumda gördüğünden gidip bu eziyeti yapanların boynuna sarılmak ve boğmak istediğini söylemektedir. Kapitalist düzenin yarattığı çıkarcı ve bencil insanları, “Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000//Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın” dizeleriyle tanımlıyor ve ecelinden önce ölmelerini istiyor. Kötülükleriniz, yalanlarınız o kadar çok ki artık sana yetişemiyorum diyor; “Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000” dizesiyle. Ülkenin kötü günlerinden bu günlere geldiğini, toplumu ezen kesimin kötülüklerine hâlâ alışmadığını belirtiyor. Yaptığın bu kötülükleri, insanları kullanmayı, emeğe saygısızlığını, duygu hırsızlığını ve kolay kazancı bana da öğret ki ben de bu yükten kurtulayım diyerek çaresizliğini belirtiyor. (Kötü insan yüzü) (Not: Bu çıkarımı yapabilmek için, şairin şiirde oluşturduğu çağrışım çekirdeklerini çözmek gerekir. Kodlar şiirin bütününde kurgulanmıştır. Şiirde önemli ipuçları veren örtük kulanım vardır ve bunlar, yeri geldiğinde dayanaklarıyla birlikte açıklanacaktır.)  

 

Kalk ellerini yıka bize gidelim

Soyunur dökünür odalarda konuşuruz

Bir o kaldı 300.000

Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölememek

Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim

Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm

Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000

Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü

Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın

Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam

 

Şiirin ikinci biriminde durum biraz daha farklıdır. Şairin yaşadığı koşullar ve etkilendiği olaylar olumsuzdur. Ancak burada bir umut vardır. Söz ettiği insanlarla (İkinci yüz) dava arkadaşlığı vardır. İyi niyetli, çalışkan ama toplumdaki kötülüklerin giderilmesi için çok etkili olamayan orta direk insanlardır bunlar. Ülkede (şairin dünyasında) yanlış giden çok şey vardır. Kirlenmiş ve paraya tapmış insanlar arasında “ikinci yüz” var ve bunları kendisine daha yakın görmektedir; harekete geçme, direnme gizilgücü var olan insanlar. Yaşanabilir bir dünya kurmak için onlara çağrı yapmaktadır. “Kalk ellerini yıka bize gidelim”, benim bulunduğum yere, kafamda kurduğum o güzel ülkeye gidelim, demektedir, “Bir o kaldı 300.000” dizesiyle. O yeşil gibi olan dünya biraz ötede birlikte oraya gidelim; gelirsen (benim düşlerimi okursan) gösteririm size bu güzellikleri diye üstelemektedir. Bunca haksızlığın karşısında hakkını söke söke alan insanları, dava adamlarını, benim gibileri severim, kalk ayağa yazık etmeyelim şu güzel insanlara ve ülkeye demektedir. “Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam” dizesiyle, ayağa kalk ve ben tükenmeden tez ol, iş işten geçmeden birlik olup bu soygun düzenini değiştirelim, yeni bir dünya kuralım diye çağrı yapmaktadır.

 

Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum

Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden

Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma

Sen zenginsin alırım tükenmezsin

Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir

Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme

 

Üçüncü birimde, “Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum” diyerek burada aydın insandan, üretken insandan, sevgiliden, kendisi gibi güzel insanlardan, daha doğrusu toplumcu ve çağdaş insanlardan söz etmektedir. Bunlar şiirdeki insan tipinin üçüncü yüzüdür; üç yüzlü-binlerden en iyi olan kişilerdir. Şairin aradığı, özlediği sevgililerdir/sevilenlerdir. Senin insan yanın zengindir, sen aydınlıksın, sen benim sevgilimsin demektedir. “Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma” dizeleriyle: Ölümüme kadar benim imgelemimde sen var olacaksın. Aldırma dünyanın/ülkenin bunca tasasına, sen güzel insan olmayı sürdür. Çünkü kavga, gürültü sana göre değil, sana bunlar yaraşmaz, demektedir. 

 

Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000

Ü ç y ü z b i n

Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.

 

Son dizelerde hem kodların çözümünü veriyor hem de seslendiği üç farklı toplum katmanına bir arada diyor ki adınızı söylemesem de zaten siz kendinizi biliyorsunuz. Çünkü ne yaparsak yapalım, biz insanız, iyi ya da kötü olalım, canlı olmanın gereği hep birlikte aşka sarılıyoruz, diyerek insanî ve yaşamsal bir gereklilikle şiiri bitiriyor.

Şiirin bütününe baktığımızda, 300000 rakamının; nüfus ve parayla ilgili çağrışım yaratmak düşüncesiyle kullanıldığı göze çarpar.  Çünkü bu rakam, (çoklu bir rakamdır) nüfus ve parasal ifadenin dışında başka bir şey için yaygın kullanılamaz. Kısacası şiirin anlamsal alanı; kapitalist sistemin insanlara dayattığı yozlaşmış dünyanın başka biçimde anlatımıdır. Şiirin öznesi, mevcut sistemin oluşturduğu toplumdur. Bulunduğu ortamdan son derece rahatsızdır ve içi yanmaktadır; insanları bu duruma düşüren süreç karşısında oldukça duyarlıdır. Şiirin temi, para ve paranın yozlaştırdığı, başka bir söylemle kapitalist sistemin insan davranışlarında yarattığı duruma tepkidir. Bu rakamın daha önceki incelemelerde dile getirildiği gibi, Ankara nüfusuyla veya o dönemin milli piyango büyük ikramiyesi ile ilgisi var mı, buna ilişkin bir kanıt görünmüyor. Ne var ki üç yüzlü-binler diyerek üç yüzü olan toplum katmanlarından söz ettiği ‘birimler arası anlamsal ilişki’den anlaşılmaktadır. Bu, şiirin birimleri ve birimlerin anlam açılımlarına gizlenmiştir. Şair, 300000 ile kastettiği öznenin ipucunu şiirin son biriminde zaten vermektedir. 

 

“Ü ç y ü z b i n

Cümbür cemaat aşka abanıyoruz” diyerek…

 

Ayrıca, “300000” rakamı, nüfus ve parasal kaygının insanda yarattığı algı biçimini birlikte anlatmak için kullanılmıştır. 300000 yedi kez kullanılmıştır; insan duyu organlarının başımızda yedi tane oluşu (2 kulak, 2 göz, 2 burun deliği ve bir ağız) veya vücuda açılan yedi organ (2 kulak, 2 burun, 1 ağız, 2 genital organ). (8’inci ise doğumdan önce asıl beslenme bağı olan göbek deliğidir) bu savı desteklemektedir. Vücuda açılan yedi delik ve anne karnında beslenme bağından (7+1) (7 kez 300000+Üçyüzbin) koduyla verdiğini gösteriyor. “Sen” adılı, birinci birimde özellikle yinelemelerle yedi kez kullanılmıştır. İnsanın ruh ve fizik dünyasını oluşturan yedi delik ve yedi duyusundan yola çıkıldığını, (Mevlana’nın ortaya koyduğu felsefe) ayrıca “sen” sözcüğüyle doğrudan TOPLUMU gösterdiğini söyleyebiliriz. Türk Şiirinde, bir çoğunluğu, rakamsal çoklukla anlatmanın bir örneğidir şiir. Zaten Turgut Uyar gibi donanımlı, Toplumcu Gerçekçi bir şairden, iki kişiyi hedef alan ve sözcüklerin gerçek anlamlarıyla şiir kurmasını beklememeliyiz; Göğe Bakma Durağı şiirinde olduğu gibi…  

 

b. Rastlantısal Anlam Tabakası

(Okurun algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyorum. Bütün sanat dallarında okur ve yapıt arasında oluşan böyle bir anlamsal süreç vardır. Genellenebilir, tanımlanabilir, benzer sonuca ulaşır ve izlenebilir olması nedeniyle sanatsal bir kuram olarak önerilmiştir.

Rastlantısal anlam; gerek çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı olarak oluşan ve okur imgelem olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına taşındığını gösteren bir alandır. Sanatsal ifadenin görünürlüğüne katkı sağlaması açısından önemlidir.)

Rastlantısal anlam, her okura göre değişiklik gösterebilir. Üçyüzbin şiiri sıra dışı bir şiirdir ve mantıksal sırayı bilinçli bozan ve anlam dizgesini kıran bir biçimde yazılmıştır. Ancak anlam alanı, yaşam ve insanın son zamanlardaki yozlaşmasıyla ilgilidir. Yozlaşmayla ilgili olmasına karşın şairin kime seslendiği konusu bilmece gibidir. Eğer “sen, 300000 ve üçyüzbin” ile neyi söylemeye çalıştığını bulamaz ve onlara değişik anlam verirsek şiirin; sevgiliye veya belirli bir kadın için yazıldığını da düşünebiliriz. Rastlantısal anlam, şairin neyi dediği veya neyi kastettiği ile çoğu zaman örtüşmez. Aşağıya çıkarılan her bir alışılmamış bağdaştırma kendine özgü anlam alanı doğurmaya yeterlidir. Ayrıca, dil kullanımından uzanılacak çok geniş bir anlam alanı vardır. Bu da sanatta arzu edilen çoğul anlama varmaktır ve okurda geniş imgelem alanı oluşturmaktır. Bu denli geniş rastlantısal anlam alanı yaratabilmek her şairin yapabileceği bir iş değildir; burada Türk şiiri, Turgut Uyar gibi büyük ustaları beklemiş demek gerekiyor. Aşağıda örneklerine bakalım:

Kıvırcık ateşten yalanlar//kimi zulüm yakıcı//deli deli zincirler boğuntusu gök//Elimde kolumda senin seslerin//Kadınları çıplak görüyorum//açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor//Seni kentlere seni bankalar seni seni//bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum// Kapattığımız sağnak akşamları//açtığımız sabahları//acar balıklar// acıkmış aç kayalar//amansız pencereme perde ol//

Odalarda ölmemek//yeşil gibi//Benim yırtıcı kuşlara tutkum//aşka acıkmaya alışkın//elim kolum dağınıksa//  

Ağustos çeşmeleri yüzüne//Bir serin renk anlıyorum//zenginsin alırım tükenmezsin// kuruntu sorunlarına// boğuntuya gelme// Yadırgamadan gökyüzüne

Öncelikle yukarıya çıkardığım alışılmadık bağdaştırma, sapma ve imgesel söyleyişler; güçlü çağrışım çekirdek[21]lerini oluşturmaktadır. İkincisi ise çok geniş bir çağrışım yelpazesi[22]ne sahip dil kullanım biçimidir. Ayrıca, çağrışım saçağı[23] yaratma yetkinliği, son derece güçlüdür ve kolay ulaşılamaz bir söz kullanımıdır.

 Alışılmamış bağdaştırmaların her biri, tek başına rastlantısal anlam doğurma gizilgücü taşımaktadır. Bunları tek tek ele aldığımızda ulaşacağımız rastlantısal anlam alanı o kadar geniş ki şaşırmamak elde değil. Örneğin “Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000” Cumhuriyet tarihini ne kadar güzel özetliyor, değil mi? Kurtuluş savaşıyla bir akşamın kapatıldığını ve yeni bir sabahın açıldığını söylüyor. Hatta kurulan yıkılan devletlere gönderide bulunuyor. Bu dize bir sevgiliyle yaşanan bir olaymış gibi sığ olarak da yorumlanabilir. Dizelerin sırası, olaylar tarihine götürmektedir bizi. Örneğin; “Kıvırcık ateşten yalanlar 300000” dizesi, şiirin nasıl bir havada sürdürüleceğini ve nereye yöneleceğini söylüyor zaten. Bu dize, yalan dolan üzerine kurulmuş toplumsal bir sıkıntıyı ortaya koyuyor ve bunlar arasında sayısız kötülüklerin okur imgeleminde yeniden yaşanmasını sağlıyor. Örneğin ticari ilişkiler, çıkara bağlı politik ilişkiler, insanlar arasındaki ikili ilişkiler, hukuk, eğitim vs. gibi.   Rastlantısal anlam tabakası biraz da okur bilgi, bellek ve yorum gücüyle ilgilidir. Tarih, olay ve sanat arasında ilişki kurma yetisi zayıf olan ve duyarlı olmayan bir okur çok geniş anlam alanına ulaşamayabilir. (Rastlantısal anlam kuramı, okurun düzeyine göre ulaşacağı imgelem dünyasını çözmek ve bunun gibi durumları açıklamak için sistemli bir süreçtir.)

Rastlantısal anlam, aynı zamanda okurun bilinç ve belleğinin gücüyle ilgilidir. 300000 rakamının para ve nüfus dışında kullanım alanı olmadığı, yedi rakamının insan duyularıyla ve fiziksel yapısıyla ilgili olduğu bilinmiyorsa burada ulaştığımız “anlam alanını” düşleyemeyiz bile. Ayrıca geçmişte yazılmış bir eserde, “Şiirde Anlamsal Devinim” tamlamasıyla tanımladığım durum, bu şiirde çok açık bir şekilde kendini göstermektedir. Çünkü, anlam alanı sadece rastlantısallığa açık değil; aynı zamanda zamana ve bilgi genişlemesine göre anlam kayması ve genişleme yeteneğine sahip bir şiirdir. Örneğin “Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü” dizesi gelecekte şiirdeki anlamın yönünü bile değiştirebilir. “Yırtıcı Kuş” tamlaması, gelecekte bir siyasi örgütün, terör örgütünün simgesi veya bir ulusun politik söylemi haline dönüştüğünü varsayalım. Bunun, çoğunluğun yoğun ilgi gösterdiği bir durum olduğunu varsayalım. Bu ve buna benzer durumlarda, şiirdeki anlamsal genişleme veya kayma olmak zorundadır. Şiirde bu gizilgüç yüksek düzeyde vardır. (Şiirin (yapıtın) anlam alanı sürekli devingendir; bu çağdaş sanat anlayışının başat konusudur.)

Bu aşamada bir konuya daha değinmeliyim: “açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor” dizesi olumlu ve cinselliği çağrıştıran bir dize gibi geliyor değil mi? Oysa bu dize, şairin yaşama ve çıkarcı bencil insanlara karşı duygu ve düşüncelerinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Yalanla emeği sömüren insanlara karşı kızgınlığını anlatıyor.

“Üç sokak ötede bir ev var ‘yeşil gibi’ sana onu gösteririm” dizesini ele alarak rastlantısal anlam tabakasına bir örnek daha verilim. Yeşil, İslam felsefesinde başka bir anlamdadır. Bu yönde bir çağrıştırma da söz konusudur. Mistik düşünce sahibi insanlar, yeşil ev benzetmesine dayanarak gerçek anlamın ötesinde başka bir anlam yükleyebilirler. Şiirin genel anlam alanından baktığımızda, yeşil ev benzetmesi, şairin kafasında kurguladığı güzel/yeni dünyadır. Özlediği dünyanın yerine kullanılmıştır. Yani çağdaş, insanların birbirini ezmediği, emeklerini çalmadığı bir dünyadan söz etmektedir. Çabayla, savaşımla ulaşılabilecek bir yerdir; ‘üç sokak ötesi’ kadar yakındadır orası. Bolluğun, güzelliğin olduğu yerdir.

Yukarıda çıkardığım, “alışılmadık bağdaştırma, sapma ve imgesel söyleyişler”in her biri kendi başına gerçek anlamın ötesinde yeni anlam alanına açılma olasılığı taşımaktadır. Bu yüzden şiirde rastlantısal anlam alanı çok geniştir; her imgenin okuru farklı imgelem dünyasına yöneltmesi olasıdır. Yapıtı yapıt yapan temel özelliklerden bir tanesidir. Şunu demek istiyorum, bunun dışında başka bir anlama ulaşılmaz ya da ben söylediğim gibi anlaşılmak isterim beklentisi taşımayan bir şiirdir.

(Not: Örtük ve anlam alanı geniş dil kullanan sanatlarda, çokanlamlılık, çağrışımda rastlantısallık dolayısıyla anlamda rastlantısallık mutlaktır. Bir başkası, daha başka anlam alanlarına varabilir; bunun sonu ve sınırı yoktur.)

 

c. Üst Anlam Tabakası

Gerçek Anlam Tabakası ve Rastlantısal Anlam Tabakasından ulaştığımız sonuçları değerlendirdiğimizde, Üst Anlam;

Kapitalist sistemin, yaşam ve insan davranışlarında yarattığı duruma tepkidir şiirin ana teması. Toplumsal ve yaşamsal sorunların çözümü, çağdaş insanların mücadelesiyle olasıdır. Yaşanabilir yeni dünyayı kurmak için yozlaşmamış insanları mücadeleye çağırmaktadır.

 

3.   ANLATIM KATMANI

Şiirin şiir olmasını sağlayan şey, anlamın üzerine giydirilmiş anlatımdır; doğal dili aşan, okur duygularını ezen ve algıyı sarsan anlatımdır. Bu nedenle, anlatımın gücü yazın sanatlarında ayrı bir yetenek ve ustalık konusudur.  

Şiirde, çok sayıda alışılmadık bağdaştırma vardır. İmgeler az rastlanan biçimde kurulmuştur. Dizeler, çoğunlukla benzetme, sapma, alışılmadık bağdaştırma ve imge kuruluşlarından oluşmaktadır. Alışılmadık bağdaştırmalar, o kadar zihin sarsıcı ki şairin imgelem dünyasının (esin kaynakları dahil) ne kadar yoğun, dolu ve donanımlı olduğunu gösteriyor. Bunlar, şairin yalnızca yaratıcılığından değil; aynı zamanda sahip olduğu bilgi ve bilginin yorumu üzerine kurulmuş imgeler olarak karşımıza çıkıyor. Şiirde kurguladığı dünya ile arzuladığı yaşam şekli, aydın, çağdaş ve donanımlı insanın öngörebileceği özlem duyulan bir dünyadır. Şiirde topluma yeni bir dünya önermektedir.

Bu dizelerle; algıyı sarsıntıya uğratmış, okurun duygularını aşan gerçekliği daha görünür kılmıştır. Toplumsal gerçekliği olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşe taşıyarak okuru hayranlığa taşımıştır. Şiir akıcılık ve çekicilik açısından oldukça iyidir; ancak anlaşılırlık durumu, okurun bilgi birikimine bağımlıdır. Okurun birikimi zayıfsa bu şiirden ulaşacağı imgelem oldukça kısıtlı görünüyor. Anlatım, çoğul anlam doğurmaya çok açıktır dahası yöneliktir.

 Anlatımdan anlama yönelmek, şiire özgü ayırıcı bir özelliktir.

 Şair, şiirinde anlatımdan anlama yönelerek algı uyarıcı olanakları sıra dışı bir biçimde kullanmıştır. Şiir; alışılmamış bağdaştırma, benzetme, değişmece, değinmece gibi söz sanatları ile okurda bakış ve düşün açısını değiştiren, mantığına yumruk atan ve şiir diline estetik değer katan anlatıma sahiptir. Anlam ve anlatım bütünselliğini çok iyi tasarlamıştır; yalın bir dil ile toplumsal yaşamı ele alarak okurda duyarlılık yaratacak olay/olguları görünür kılmıştır. Yalın, içtenlikli, özgün, özlü ve ayrıksı anlatımla lirizmi doğurmuştur. Şair, algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanmamış, şiirsel/sanatsal bir yaklaşım sergilemiştir. Günlük dili olabildiğince kırmış, özgün ve sıra dışı bir şiir dili kurmuştur. 

Örneğin “Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme” dizesinde; genel durum, toplumsal sorunlar ve buna karşı insanın tutumunu anlatmak için hem sapma hem alışılmamış bağdaştırma kullanmış, ayrıca dil mantık dizgesini kırmıştır.

Örneğin;

“Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın

  Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam” 

 

Birinci dize doğrusal bir söyleyiş olmadığı gibi sapma, alışılmadık bağdaştırma ve değinmece gibi söz sanatlarını içermektedir. İkinci dize, doğrusal bir söyleyiş biçimindedir ve birinci dize kadar yoğun değildir; buna karşın imgesel gücü ile imgelem yaratma gücü yüksektir. 

Sonuç olarak anlatım, sıra dışıdır ve algı sarsıcıdır; özgündür. Çok iyi düzeydedir. Dahası çağının en iyileri arasındadır.   

 

4.  SES KATMANI

(Not: Tonlama ekseni ve ezgi ekseni, şiirsel ezgi eksenini doğurmaktadır. Bunlar aynı eksen üzerinde hareket ettiğinden dolayı yinelemeye düşmemek için şiir, “şiirsel ezgi ekseni” açısından incelenecektir.)

 

Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000

Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı

Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök

Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma

Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum

Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin

Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000

Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın

Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000

Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000

Elimden tut beni acar balıklara alıştır

Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda

Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım

 

Yukarıdaki dizelerde, -en-, -in- sesi, patlayıcı tonsuz -ş-, -k-, -c- ve -ç- sesi ile titrek -r- sesi baskındır; bu seslerin harmonisiyle şiirsel ezgi doğabilir. Ayrıca -u-, -ı- -i- -a- ve -e- sesi dengeli kullanılarak ses uyumuna özen gösterilmiştir. -in- sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu birimde 300000 fazla kullanılmış ve in sesiyle dış ses uyumunu oluşturuken -üç- ve -yüz- sözcükleri söyleyiş zorluğu ve tonsuz patlayıcı sesler ile akıcı sesler bir arada kullanıldığından şiirsel ezgiyi sıkıntıya sokmaktadır. Şiirdeki ses akıcılığına engel olmaktadır. -k-, -ç-, -c- patlayıcı sesler yoğun kullanılmıştır. Sesin anlamla bağıntısı vardır; olumsuz anlama bağlı olarak patlayıcı ve titrek sesler fazlaca kullanılmıştır. Bunlar da şiirsel ezgiyi zorlamaktadır. Yatay ses uyumu iyi olmasına karşın düşey ses uyumuna dikkat edilmemiştir. Örneğin dizelerin son hecelerinde -in- sesi baskın olmasına karşın -r- ve -a gibi akıcılığı bozan sesler kullanılmıştır.  

 

Kalk ellerini yıka bize gidelim

Soyunur dökünür odalarda konuşuruz

Bir o kaldı 300.000

Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölememek

Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim

Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm

Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000

Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü

Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın

Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam

 

Birimde -z-, -ş- ve -ç- sesi oldukça baskındır. İnce seslilerle kalın seslilerin dağılımı çok iyidir. Bu sesleri, -l-, -m- ve -r- gibi akıcı seslerle beslemektedir. Diğer bir deyişle, tonlu patlayıcı ve tonsuz sızıcı sesleri -l-m- ve -r- gibi akıcı seslerle besleyerek şiirsel ezgiyi doğurmaktadır. Bu birimde, birinci birimde olduğu gibi ses akıcılığını bozan belirgin bir durum yoktur. Yani frekans aralığının dışına taşan ses yoktur.  İç ve dış ses uyumu sağlanmış ve şiirsel ezginin altyapısı kurulmuştur. Düşey ses uyumuyla yatay ses uyumunda patlayıcı ya da zorlayıcı bir kullanım yoktur.

 

Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum

Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden

Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma

Sen zenginsin alırım tükenmezsin

Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir

Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme

 

-s-, -ş-, -z- gibi sızıcı sesleri; -ö-, -ü-, -i- ince ve -l-, -m-, -r- akıcı sesleriyle besliyor. Şiirsel ezginin oluşumunda önemli rol oynayan bu sesler, aynı zamanda anlamla da bütünleşiyor.  İç ses ve yatay ses uyumu oldukça iyi ancak düşey ses uyumu aynı inceliği taşımıyor.

 

Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000

Ü ç y ü z b i n

Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.

 

Üç dize yukarıdaki ses düzenini daha yumuşatıcı bir özelliğe sahiptir; bu dizelerde şiirsel ezgi açısından belirgin bir durum yoktur.

Sonuç: Şiirsel ezgiye esas söz ve ses dizilimi açısından baktığımızda, yatay ses uyumu çok iyi, düşey ses uyumuna yeterince dikkat edilmemiştir. Şiirin anlam bütünlüğü açısından bunun fiziksel bir durum olduğunu değerlendiriyorum. Şöyle ki; ilk birim kötü insanı, ikinci birim biraz daha iyi insanı, üçüncü birim ise sevdiği insanı anlatmaktadır. Dolayısıyla her birimin ses düzeni yüksek ton ve ritim ile düşük ton ve ritme doğru ilerlemek zorundadır; şair de zaten şiirsel ezgi altyapısını öyle kurgulamıştır. Kısacası bu durum, anlamsal ritim gereğidir. Bunu şöyle özetleyebiliriz: Anlamsal ve dize içi ritim ile dizeler arası ritme esas ses kurgusu çok iyidir. Şiirsel ezgiye esas ses altyapısı çok iyi düzeyde kurulmuştur. 

Şiir, üç temel taşı üzerine kurulur; anlam, anlatım ve ses. Bu şiirde, üç katmanın birbiriyle olan ilişkisi, dengesi ve armonisi (ses uyumu) çok iyi kurulmuştur. Ses konusu, diğer katmanlara göre biraz göz ardı edilse de çağının akranları arasında ses açısından en iyisi olduğunu söyleyebiliriz. 

Şiirin ses düzeninden ulaştığım en önemli sonuç şudur: Şair, birinci birimde yozlaşmış ve paraya tapan insan topluluğuna içini acıtır derecede kızmasına karşın şiirde kurduğu ses düzeninde bağırma ve aşağılama duygusu doğuran tonlama ve ritme rastlanmamaktadır. Çağdaş sanatta aranan en önemli özelliklerden bir tanesi de kanımca budur. Yapıt, okurun duygularını ses, anlam ve anlatımla ezebilir ama ona dayatıcı ve öfkeli tavır göstermemelidir. Burada ayrıntıya girmeyeceğim, kısaca şöyle diyebiliriz: Ses, şiirin duyusal dünyasını gösteren fiziksel bir katmandır; anlamla bir arada değerlendirilmelidir.

 

5.  ÇAĞRIŞIM KATMANI

a.  Çağrıştırma Tabakası

Çağrıştırma tabakası, okurda anlamsal, işitsel ve görsel uyaranlar ile yönlendirmeleri sağlayan varlıklar düzlemidir. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı sağlayan gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran somut ve soyut veriler dizinidir. Çağrışım çekirdeği ise okurun kültür ve bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz varlıklarıdır. İncelemenin bu aşamasından itibaren okurun şiirin varlık katmanlarını algı biçimi esas konumuz olacaktır.

Çağrışım çekirdekleri;

Kıvırcık ateşten yalanlar/3000000/kimi zulüm yakıcı/deli deli zincirler boğuntusu gök/ senin seslerin/Kadınları çıplak görüyorum/açıcı gerdanlık/boynun aklıma geliyor/kentlere/ bankalara/ bir irisin bir ufaksın/Kapattığımız sağnak akşamlar/açtığımız sabahlar/acar balıklar/ acıkmış aç kayalar//amansız pencerem/ perde ol/Kimi sularca/yükün ağır/tekin durmak//

Odalarda ölememek/yeşil gibi/üç sokak ötesi/yırtıcı kuşlar/aşka acıkmaya alışkın/elim kolum dağınıksa//  

Ağustos çeşmeleri yüzüne//Bir serin renk/zenginsin/alırım tükenmezsin// boğuntuya gelme/ kuruntu sorunlarına//

Yukarıya çıkarılan çağrışım çekirdeklerinin her biri, hem istenen yönde çağrışım yapma yeteneğine sahiptir hem de rastlantısal anlam alanı kurma yeteneğine sahiptir. Buna bağlı olarak şiir, yüksek düzeyde Çağrışımsal İmgelem yeteneği taşımaktadır. (Ileride açıklanacak)

Örneğin, ağustos çeşmeleri yüzüne alışılmadık bağdaştırmasından yola çıkan okur, ağustosta suyu kesilen çeşme anlayabilir veya gürül gürül akıp sıcakta insanı susuzluktan kurtaran çeşme şeklinde bir çağrışıma gidebilir.

Alında her sözcüğün bir çağrışım gücü vardır; ancak burada imgesel değer taşıyan söz ve söz tamlamalarını esas almak durumundayız. Yukarıda çıkarılan söz ve söz tamlamaları, daha geniş çağrışım gücüne sahip olanlardır. Amacımız, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını belirleyerek şiirin çağrışım ve imgelem yaratma gücünü ortaya çıkarmaktır. Yani şiirin insan üzerindeki etkisini ortaya koymaktır; şiirin etkinliğini.

 

b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası

Çağrışımsal imgelem tabakası, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal durumlar yaratma alanıdır. Okur ve yapıt arasında oluşan imgelem süreci vardır; algı-anlama-düşünme sonucunda mutlak oluşan/yaşanan bir durumdur.

Çağrışımsal imgelem her okura göre değişiklik göstereceğinden bunu birkaç örnek ile açıklamaya çalışalım.

Çağrışım çekirdeklerini ele aldığımızda örneğin;

Kıvırcık ateşten yalanlar: Dönemin toplumsal, yaşamsal, siyasal ve ekonomik koşullarına okur zihnini yönlendiren geniş bir çağrışım yelpazesi vardır. Okur, belleği ve yaşamsal algıları oranında imgeleme ulaşacaktır bu alışılmadık bağdaştırmadan. Bunun çağrışımıyla; ezilmişliğini, kelepçelendiğini veya yalandan dolayı belleğinde yer etmiş kötü olayları zihninde yaşamaya başlayacaktır. Şair, içinde sıkıntı çekilerek yaşanan tutum ve yoz bir ortamdan söz etmektedir ve bu okuru kavrayacak bir konudur. Çok sayıda örnek verilebilir. Her kişinin yaşamsal birikimine göre değişen bir imgelem yaratma gizilgücü vardır.  

Boynun aklıma geliyor: İlk bakışta cinselliğe yönelen bir çağrışım saçağı vardır; ne var ki şiirin anlam bütününden bunun cinsellik olmadığı, idamdan söz edildiği düşünülebilir veya okur algısına göre yön değiştirebilir. Tarihteki idamlara kadar giden bir imgelem dünyası yaratabilir. Örneğin ben “boynun aklıma geliyor” sözünü ilk okuyuşumda düşünmeksizin Adnan Menderes’in idam sehpasındaki fotoğrafı gözümün önüne geldi. Şiir nerede, bu olay nerede? (Rastlantısallık ve Çağrışımsallık)

 Acıkmış aç kayalar; alışılmadık bağdaştırması, okurun başından geçen olaylardan başlayıp belleğinde yer eden önemli olaylara kadar çağrışım yaratabilir. Aç ama yalnız kendisini ve yemeyi amaç edinen, diğerlerine karşı son derece sert olan, onları kullanan insan ve parasal kaygıya dayandırılmış toplumsal düzeni düşünmeye yöneltmektedir. Alışılmadık bağdaştırmalar, okurun yaşamını ve belleğinde yer alan yaşamsal anılarını canlandırır; çağrışımsal imgelem yaratırlar ve okuru değişik düş/düşünce katmanlarına yollarlar. Bu şiirde sınırlanması olası olmayan çağrışım yeteneği vardır ve buna bağlı olarak okurda yaratacağı çağrışımsal imgelem çok geniştir. 

Şiirin söz dizilimine ve imge kurgusuna baktığımızda, okurda yaratacağı çağrışımsal imgelem tabakasının çok geniş bir düzlemde olduğu, böyle bir şiirin ancak donanımlı bir şair imgeleminden doğduğunu söyleyebiliriz.   

Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Şiir; örtüktür ve ilk okuyuşta çağrışımsal imgelem oluşturma yeteneği az görülebilir. Şiirin, tarihten toplumsal olaylara, oradan ikili aşk ilişkisine kadar açılan ve çağın sorunlarının çözümüne yönelen geniş/bütünlüklü bir anlam alanı vardır. Şiir yalın, algı sarsıcıdır; alışılmadık bağdaştırma ve imge açısından çok güçlüdür. Buna bağlı olarak, okurda yoğun olarak çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü taşımaktadır.

 

c. Rastlantısal İmgelem Tabakası 

Rastlantısal İmgelem Tabakası, şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da bağımsız söz varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan, eserde beklenmeyen ve kastedilmeyen imgelem olanaklarıdır. Şiirdeki bir sözcükten ulaşılabileceği gibi tamlama, dize veya şiirin bütününden ulaşılabilen bir imgelem sürecidir. 

Bu tabaka, rastlantısal anlam tabakası gibi, okurun donanım, deneyim ve belleğinin gücüne bağımlıdır. Bu yüzden, birkaç örnek ile açıklayarak gerisini okurun alımlama ve imgelem yetisine bırakalım. Bir anlamda şiirdeki çağrışım çekirdeklerinin okurda yarattığı imgelem şiirin çağrışım yelpazesi içinde olmayabilir.

  Örneğin, “Sen zenginsin alırım tükenmezsin” dizesini ele alalım. Buradaki “sen” okurun alımlamasına göre zengin ve yetki olarak güçlü bir kişiyle özdeştirilebilir veya hoşgörülü bir insanı anımsatabilir. Oysa şair burada, toplumsal olaylara duyarlısın ve toplumu ilgilendiren konularda yeterince donanıma sahipsin demektedir. Buna karşın okur, maddi zenginlikle ilgili bir imgelem dünyasına yönelebilir; çünkü okurun bilinçaltına kadar işlemiş olan para kazanma kaygısı imgelemin bu alanda kurulmasına iter. 

Şair “Kapattığımız sağnak akşamlar açtığımız sabahlar” derken bir kadınla geceyi kapatmış sabah onunla uyanmış olmaktan söz etmiyor; okur böyle bir imgeleme yönelebilir. Kurtuluş mücadelesi gibi tarihteki ölüm kalım savaşlarından yerine kurulan devletlerden söz etmektedir. Bunu tam tersini söyleyecek olursak; şair böyle demek istememiş ancak ben böyle bir sonuçla tarihin derinliklerine ilişkin bir imgelem dünyasına girmişsem, çıkarımım ve sonunda ulaştığım imgelem alanı rastlantısal imgelem alanını doğurmaktadır. Veya okur olarak ben böyle bir imgelem evrenine girmedim de kendi yaşamında iyi ve kötü günlerime ilişkin bir imgelem kurdum. Bu da rastlantısal imgelem alanına giren bir sonuçtur.

Çağdaş sanat anlayışında yapıtın okurda yarattığı imgelem dünyası ne kadar geniş ve rastlantısal ise yapıt o kadar güçlüdür, demektir. Ayrıca anlamsal genişlemeye açık demektir. Estetik kaygıyı o denli tetikleyeceği anlamına gelir.

Şiirdeki bütün çağrışım çekirdeklerini ayrı ayrı incelemeden şunu söyleyebiliriz: Sözcük seçimi, söz sanatları ve imgeler, özellikle alışılmadık bağdaştırmalar, dizeler ve şiirin bütünü; sayısı belirlemeyecek kadar çok rastlantısal imgelem yaratma gücüne sahiptir. Şiirde eksiltili anlatım ve örtük dil fazlaca kullanılmıştır. İşte bu durum, okurda rastlantısal imgelem doğurma gizilgücüne artırmaktadır. Hatta şiir, örtük kullanım sayesinde o kadar geniş anlam alanına sahip ki rastlantısal imgelem yaratma gücü neredeyse sınırsızdır.

Rastlantısal anlam, rastlantısal imgelem ve buna bağlı olarak oluşan çağrışmsal imgelem, şiirle okur arasındaki alımlama ve etkileşimden doğan mutlak bir süreçtir. Türk şiirinde ve sanat dünyasında başka şekillerde anlatılmaya çalışılsa da buradaki oluş ve işleyiş süreci sanat evreninde tam olarak tanımlanmamıştır. Yapıtın algılanması ve alımlanmasından estetik hazzın doğumuna kadar olan süreç, bu üç tanımlamayla karşılanabilir düşüncesindeyim. İşte bir şiirin sanat değeri, buralarda aranmalıdır. 

  

6.                  COŞUM KATMANI

Coşum, şiirde incelediğimiz beş katmanın okurda yarattığı toplam duygulanım sürecidir; estetik haz/estetik beğeni doğmadan önce okur duygularındaki duyarlılık ve taşkınlık durumudur. Başka bir deyişle, estetik beğeniden önce izleyici/okur duygularının belli bir kıvama ulaşmasıdır.

Şiirdeki anlamın duygu değeri, anlatımın sıra dışılığı, sarsıcılığı ile çağrışım zenginliği; okurda duyarlılığı artıracak ve duygulanımı tetikleyecek özelliktedir. 

Bu şiirde anlam ve anlam çevresinde kurulan imgeler, en hassas olduğumuz bir konu ile ilişkilidir. Toplumsal yaşama karşı duyarlılığın resmidir. Ülke ve insan sevgisinin dışavurumudur. Dolayısıyla duygu değeri oldukça yoğundur ve okurda duygulanım ve duyarlılık yaratma gizilgücü yüksektir. “Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım//Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000//Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum” dizeleri şairin duyarlılığını, bu duyarlılıktan doğan sinerjiyi okurla buluşturmaktadır. Dolayısıyla okurda duyarlılık yaratma yeteneği yüksektir. Okurda bu duyarlılık yaratılabiliyorsa estetik hazzın doğum sancısı başlamış demektir.

Yukarıdaki Gerçek anlam tabakasında alışılmamış bağdaştırma, sapma ve imgeleri çıkardık. Neredeyse bunların her biri okurun derinliklerine saplanacak söyleniş biçimlerine sahiptir.

Bilindiği gibi şiirde salt anlam değil; anlamın nasıl iletildiği (anlatıldığı) de önemlidir. Bu şiirde anlamdan ziyade duygu yoğunluğunun anlatım katmanında yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Anlatımın sarsıcı ve etkileyici olması, diğer şiirlerden ayırıcı bir yanının olduğunu gösterir. Şiir; anlam, anlatım ve ses ile okurun duygularını ezebiliyorsa, duygu değerini yeterince okura geçirebiliyorsa her sanatta olduğu gibi başarılı eserdir; coşumu yüksek demektir. 

Anlatım; sıra dışı, algı sarsıcı ve yalındır. Okuru kavrayan ve okurun duygularını ezen bir dil kullanmıştır şair. Bu yüzden coşumu sağlama gücü oldukça yüksektir.

Okurda coşumu sağlayan en etkin fiziksel varlık şiirsel ezgidir. Şiirsel ezgiye esas ses, düşey ses dengesi dışında çok iyi seviyede kurulmuştur. Ses, anlam ve anlatım üçlüsünün sinerjisi; şiiri okur üzerinde daha da etkili duruma getirmiştir.

Şiirin çağrışım gücü, çağdaşlarına göre çok yüksektir; rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem yaratma gücü sınırsız denecek kadar geniştir. Çağdaş sanat eserinde aranan en temel özellik budur. Okurda duygulanım ve duyarlılık sürecini yaşatacak en hassas anlam alanı tem olarak ele alınmıştır; bu da coşum katsayısını artıran bir durumdur.

Tutku, duygu ve özlemlerini; yalın, içtenlikli, özgün, özlü bir biçimde anlatmıştır. İlk bakışta şiirde lirizm yok gibi görünmektedir; oysa şiirin anlam alnına girildiğinde lirizm varlığı ortadadır. Şairin toplumsal olay ve olgulara karşı duyarlılığı, hatta yaşama evrensel bakışı dizeler aracılığıyla doğrudan okura yansıtılmaktadır.    

Sonuç olarak; şiirin coşum değeri çok yüksektir.

 

7.  ESTETİK KATMANI

a.   Şiirdeki Estetik Değer Tabakası

 Şiir ile okur iletişime geçtiğinde, yapıtın üzerinde iyi, yüce, oran, simetri, güzel, uyum gibi kavramların toplam değerini hissederiz ki buna sanat eserindeki “estetik değer” diyebiliriz. Anlatım, ses, anlam, çağrışım ve coşum, hoşlanma ve haz duygusunu harekete geçiriyorsa şiirde estetik değer güçlüdür sonucuna ulaşabiliriz. 

İnceleme sonuçlarına dayanarak şiiri estetik değer açısından ele aldığımızda; ‘tem’in duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü oldukça yüksektir. Anlatım yalın, sarsıcı ve etkileyici dil ile kurulmuş, yüzeysel bakıldığında duyumsanmasa da lirik bir söyleyiş yaratılmıştır. Şiirde insanın en duyarlı olduğu konular ele alınmış, her okurda duyarlılık yaratacak gerece sahip kılınmıştır. Ses uyumunda göz ardı edilebilecek birkaç zayıf nokta hariç şiirsel ezgi iyi seviyede kurgulanmıştır. Şiirin coşum değeri, duyarlılık yaratma yeteneği oldukça yüksektir. Anlam ve anlatım temanın uzağına taşmadan örgütlenmiştir; buna karşın şiirin anlam, rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem alanı oldukça geniştir.  Şair açık açık söylemediği halde okurun anlam kapsamından ulaşacağı imgelem olanakları güçlüdür. Şiir; ses, anlam ve anlatım bakımından okur üzerinde etki kurabilecek zenginliktedir. Sonuç olarak;

Alışılmamış bağdaştırmalar, imge örgüsü, sapmalar, dil kullanımındaki sıra dışılık, şiirsel ezgi, rastlantısal anlam derinliği, çağrışımsal imgelem gücü, insanlığın duyarlılığını tetikleyecek anlam alanı, özgünlük, öz-içerik ve biçim bakımından sadelik, şiirde estetik değer varlığına gösterilecek ögelerdir. Bunlara dayanarak; “Şiirde estetik kaygıyı tetikleyecek donanım vardır ve şiir yüksek estetik değere sahiptir” diyebiliriz.    

 

b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası

Estetik algı ve estetik değer yargısı, insanın yaşamsal algıları ile bir bütündür. Her insan zihni bu algı ve yargı için hazırdır. Şairin okurda hazır olan bu estetik algı ve yargıyı doğru harekete geçirmesi ve uygun yönetmesi gerekir. İnsan güzeli arar, güzele ihtiyaç duyar, mutluluk ve geleceğini güzellikte bulacağına inanır; güzellik kaygısı aynı zamanda dürtü ve güdülerin yönlendirdiği bir gerçektir. Bunun adına da “estetik kaygı” denir. Estetik kaygı; kültür, bilgi, birikim, toplumsal olgular, yaşamsal değerler ile yaşamsal süreçte yeniden yapılandırılır. İşte bunlar estetik algının duyarlılığını güçlendirir ve algıyı daha etkin işler hale dönüştürür.

İnceleme sonuçlarına baktığımızda; şiir, okurdaki estetik algıyı uyaracak ve ortalama bir okurun anlama-düşünme-duygulanım sürecini tetikleyecek nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanıya varmamızı sağlayan gereçler: Şiir, yazıldığı dönemin sorunlarını çok iyi yansıtmıştır. Okurun duyarlı olduğu bir konuyu gerçekçi ve sıra dışı biçimde ele almıştır. Okuru sorunlarıyla bütünleştirmiştir. Ekonomik koşullar ve sosyal yaşamın insanda yarattığı travmaya merhem gibidir. Ayrıca okurun estetik kaygısını sarsacak, onu hayranlığa taşıyacak etkenler oldukça fazladır.

Okur, emeğe saygısızlığa duyarlıdır; çünkü emeği gasp edilendir.  Ekonomik koşulların yarattığı yaşam biçimine tepkilidir; içinde yaşayandır. Kaygılı ve yalnızdır; insana değil maddi kazanca değer verilmektedir, bundan sürekli zarar görendir. İşte bu kaygılarının öz ve özgün dile getirilişi, okurun ilgisini çekecek, algı-anlama-düşünme sürecini tetikleyecek ve estetik yaşantıya girmesini sağlayacaktır. Başka bir söyleyişle, okurun hazır olan estetik kaygısına daha duyarlı gereçlerle dokunulmuştur. Ona çıkış yolu göstermiş ve umut vermiştir.

Bunlara dayanarak şu sonucu çıkarabiliriz: Şiir; okurun estetik algısını harekete geçirebilecek yeterli donanıma sahiptir. Okur, içinde yaşadığı toplumsal sorunlarla yüz yüze getirilmiştir.

 

c. Durumsal Estetik Değer Tabakası

Şiire yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya koyduğu toplam estetik değer ve estetik algıyı “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diye tanımlıyorum. Başka bir deyişle, bu tabaka tarihsel birikimlerden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal değişime kadar olan görüngülerin yaşama yansıdığı ve ayrıca zihinde canlandığı bir sonuçtur.  

Bu tanımlama ve inceleme sonuçlarından yola çıkarak;

Okur, duyularını uyaran etkileşimlere karşı her zaman açıktır; ancak duyuların uyarılması sonucu etkileşim, inanç ve ideolojik ön kabuller gereği görecelidir. Okurun estetik algısı; yaşam, nesne ve evren arasındaki ilişkileri görme/okuma biçimine bağımlıdır. İdeoloji, inanç, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenler, estetik beğeniyi sağlayabilir ya da şiirin tamamen reddine yol açabilir. Her ne kadar basmakalıp düşünce sahipleri bunu başka bir açıdan görse de sanat eserinin asıl hedefi okurdur. Sanat veya şiir; sanatçı, yapıt ve okur (alıcı/izleyici) üçgeninde bir değer taşır. Öyleyse, buna göre ele aldığımızda durumsal estetik değer konusunda nasıl bir sonuç ortaya çıkar?

“Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000 / Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma / Kalk ellerini yıka bize gidelim” dizelerini şaire söyleten, yaşadığı çağın sorunları değil midir?  Şairde yarattığı aşırı yoğunlaşma değil midir?

İnceleme sonuçlarına göre, ortalama okur için estetik yargı olumludur ve şiirin estetik değeri yüksektir. Ancak “Allah gelene kadar” sözü, bir kısım bağnaz okurda itici bir durum oluşturabilir; ancak bu dize yerine tam oturmuştur. Estetik beğeninin göreceliliği gereği, bağnaz yargıya sahip insanlar için estetik değer ve olumlu estetik yargıdan söz edemeyiz.

(Not: Şair elbette okurun dünya görüşünü dikkate almamalıdır; kendi imgeleminin kurduğu eseri ortaya koymalıdır. Ancak eseri incelerken, sağlıklı bir çözüm için okurda doğuracağı etkiyi her yönüyle sorgulamalıyız.)

 İdeolojik veya dinsel yaklaşımı tutucu olan bir şairin imgeleminden doğan şiir de çağdaş okur için aynı sonucu ortaya koyacaktır. Ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenler; şair, şiir ve okura yansır. Bu durumda estetik algı ve yargı, görecelidir. İşte bu düşünceden hareketle, “durumsallık”tan söz ediyoruz. 

Bunları dikkate alarak sağduyulu bir yaklaşımla; şiir, çağıyla özdeştir, insanıyla bütünleşmiş bir görünümdedir. Dolayısıyla “durumsal estetik değeri” yüksektir; çağın sorunları, yaşam biçimi ve insanıyla bütünleşiktir. Toplumsal olgu ve olaylar, şairin şiirini bu yönde kurmasına neden olmuştur.

Sonuç olarak: Şiir, estetik değere sahiptir. Okur, şiirin temasına karşı duyarlıdır. Koşullar, şair, şiir ve okur üzerinde etkilidir.

 

8.  SONUÇ

 Çözümlemeden sonra şiirde göze çarpan en önemli özellik; anlam bakımından tutarlılık, bağlaşıklık ve metinler arası ilişkiye üst seviyede önem verilmiş olmasıdır. Diğer bir söylemle şiir, anlatım, anlam, çağrışım ve biçim bakımından bütünlüklü ve çağdaş insanın toplumsal yaşamını üst düzeyde şiirsel bir dille resmedebilir niteliktedir. Şiirdeki katmanların birbiriyle ilişkisini bu denli dengeli kurabilmek; güçlü donanım, zengin imgelem ve farklı bir görme biçimi gerektirir. Yani şiirin kurgusu, şairin yaşamsal ilişkileri çözmüş bir düşünce adamı ve farkındalıklı bir sanat anlayışına sahip olduğunu gösterir.

Şairin; dünya, nesne, yaşam, toplumsal yaşam, çağ ve insan ile aralarındaki ilişkiyi okuma yeteneği çok yüksektir. Bire bir anlatım tekniğini kullanmamış, “yansımanın gerçekliği[24]”ni ve sözcük ve tamlamaların çağrışım gücünü esas alarak şiirini kurmuştur. Yalın, sıra dışı, algı sarsıcı ve etkileyici bir dil kullanmıştır. Şiir etki ve duyarlılık yaratma açısından oldukça başarılıdır. Anlam alanı oldukça örtük olmasına karşın her okurun kendisine bir şeyler alabileceği çoğul ve rastlantısal anlam/imgelem olanağına sahiptir şiir. Sözcük seçimi ve ekonomisi çok iyidir. Anlatım, anlamı güçlendirirken anlam da anlatıma yönelmiştir. Şiirde algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanılmamış, şiirsel/sanatsal bir anlatım sergilenmiştir. Şiirin çağrışım gücü, her okurda farklı alanlarda imgelem doğurma yeteneğine ve sanat yetkinliğine sahiptir.

Şiirde biçim, anlam ve anlatım çok iyi seviyededir. İmge yoğunluğu ve anlam bütünlüğü dengelidir. Anlamsal ritim uygun kurulmuş; ritme bağlı olarak ses yüksek tondan düşük tona doğru oluşturulmuştur. Daha genel anlatırsak şiirsel ezgi, yüksek frekans aralığından düşük frekans aralığına doğru kurulmuştur; bu ses kurulumu da anlama bağlıdır. Etkin ve yetkin bir şiirdir. Daha doğrusu, kendi alanında Üçyüzbin şiiri çok iyidir, diyebiliriz. Şiirsel ezginin sürekliliğini ve akıcılığını belirli frekans aralığının dışına taşıran birkaç göz ardı edilebilir ses kaybı vardır. Ancak bu durum, anlam ve anlatımın gücüyle duyumsanamayacak düzeye çekilmiştir. Coşum değeri çok yüksektir; ne var ki şiir anlamsal olarak örtük ve kodludur. Bu yüzden, her okurda aynı düzeyde coşum oluşturabilme yeteneğinden ödün vermektedir. Böyle olmasına karşın her okur için şiirden alımlanabilecek çok şey vardır. Şiir; toplumcu bir bakış açısıyla yazılmış, çağına ve çağdaş sanat anlayışına uygundur. Yakın tarihin toplumsal olay ve olguları, örtük bir biçimde şiire giydirilmiştir. Dönemin toplumbilimsel ve ruhbilimsel özelliklerini çok iyi yansıtmıştır. Bir alamda şiir, doğum yerini ve doğduğu çağı çok iyi betimlemiştir.

 

Anlam, dönemin koşullarını ve insan davranışlarını bütünlüklü bir biçimde yansıtan bir tema üzerine kurulmuştur. Çok iyi düzeydedir.

Yatay ses kurgusu çok iyi düzeyde, düşey seste göz ardı edilebilir patlamalar vardır; ses iyi düzeydedir.

Anlatım, sıra dışı, sarsıcıdır; dil kullanımı özgün ve okuru bağlayıcıdır. Üst düzey bir anlatım tekniği vardır.

Rastlantısal anlam alanı çok geniştir.

Çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü çok yüksektir.

Rastlantısal imgelem doğurma gücü çok yüksektir.

Şiirde coşumu artıran ve estetik değer varlığını kanıtlayan çok fazla gereç vardır.

İnceleme sonuçlarına dayanarak: ŞİİR, “YÜKSEK ESTETİK VE SANATSAL DEĞERE SAHİPTİR.”                              

  


 

Şiiri Şairden Korumak

 

Bilimsel ve sosyal kuramlarla uyuşmayan; bilginin, mantığın, zekânın ve aklın çıkarımı olmayan; ithal ve ezbere dönüştürülmüş her tür yaklaşımı, söylenceyi, yargıyı ve çıkarımı; şiir sanatının gelişimi için sorgulamak şair sorumluluğudur.

 

Sanat, şiir ve sanat felsefesi ile estetik konusunda kafa yormuş adı belli kişilerin geçmişte yazdıklarına ve söylediklerine bakılırsa bu kişilerin, doğru bildiğimiz pek çok yanılgının savunucuları olduğunu görürüz. Yaptıklarının yanlış olduğunu söylemiyorum. Kaldı ki yanlış olduğunu söylemem, sanat hakkında öne sürülen düşünceyi zamandan ve bilgi birikiminden bağımsız değerlendirmiş olurum ki bu da sağlıklı bir sonuç doğurmaz. Ayrıca doğrunun, doğruluk değerinin göreceli olduğunu düşünebilecek birikime sahibiz artık. 1882 yılına kadar kimse içten yanmalı motoru bilmiyordu. İki yüz elli tonluk dev bir kütlenin okyanus ötesi uçabileceğini 1900’lü yıllardan önce kimse bilemezdi. Bilinçaltının güçlü bir bilgi deposu olduğunu Sigmund Freud’dan önce ayrıntılı olarak kimse çözümlememişti. Sanatın insan aklı dışına taşma girişimi olduğunu, insanın varlığını ve sürekliliğini sağlamaya yönelik temel yönelimin bir sonucu olduğunu kimse düşünemeyebilirdi. Bugünün bilgi birikimi ile geçmişi yargılamak, geçmişte yapılanları, ileri sürülen düşünceyi önemsiz bulmak, üstünde oturduğumuz kazanımları görmezden gelmek anlamına gelir ki böyle bir tutum, metinler arası ilişkiyi ve bilginin tarihselliğini yok saymak olur.

Sanat, estetik, şiir gibi kavramlar; insan zihninin sahip olduğu bilgi yüküne, yaşam koşullarının şekillendirdiği duygu gücüne göre şekil alırlar. Bunları, bugün sahip olduğumuz teknik ve bilgi birikimi ışığında yeniden değerlendirmek gerektiğinin altını çizmeliyim. Sanat/şiir hakkında söylenmiş hiçbir çıkarıma yanlış gözüyle bakmıyorum; sadece zamanın sundukları ve bilgi birikiminin doğurduğu zihinsel gücün boyutlarına göre şekil aldığını anlatmak istiyorum. Günümüzde ise insan beyni öylesine çeşitli bilgiler ile donatılmıştır ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu tespit edemeyecek kadar kirli bilgi bombardımanı altındadır. Aynı zamanda karmaşık olguları, çözümlemek için ayrıntılı araç ve birikime sahiptir. Zamanın olanakları, bilginin teknolojiye dönüştürülmesinden çıkarılan sonuçlar ve aklın evrimsel gelişimine koşut, sanatı ve sanatın amacını yeniden tanımlamak durumunda kalabileceğimizi göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.

İlk Çağdan bugüne kadar üretilen bilgi, sanatsal çalışmalar, emek ve düşünce; bizler için çok değerlidir.  Sanat tarihine konu olan, özellikle modern sanatın içinde var olan akımlar, diğer bir deyişle ...izm’li sanat yaklaşımları, numaralandırılmış ve ışıklı vitrinlere konmuştur. İnsan bilincine ve sanat anlayışlarına gerekli verileri kazandırmış, sanatta tarihsel bilgiyi oluşturmuş, etkilerini değerleriyle kanıtlamış ve çağdaş sanatın içerisinde verilerini yaşar kılıp köşelerine çekilmiştir. Bunlar; sanatın ve bilginin tarihselliğini; metinler arası ilişkinin anlamsal boyutunu; sanatsal yaratıların sürekliliğini ve engin bir sanat deneyimini; önümüze hazır bilgi olarak sermişlerdir. Kübizmden sürrealizme, fovizmden dadaizme kadar pek çok sanatsal yaklaşım, bugünkü sanat anlayışının bilgi birikimi ve deneyimini oluşturmuş öncü akımlardır; her biri çağdaş sanat anlayışına önemli miras bırakmışlardır.

Kabul edilmelidir ki ...izm’li sanat akımları, deneyimsel bilgi zenginliği, görme ve sezi yetisi ile sanatsal gelişmelere evrimsel bir devinim kazandırmıştır. Sanatçı, bu akımların ürettiği bilgiye dayanarak görme ve sezi yetisini güçlendirmiş, beklenenden daha hızlı gelişen bir sanatsal harekete yönelmiştir. Artık çağımızda parça bölük bilgilerle tanımlanması olası olmayan, çok boyutlu ve açık uçlu, aklın sınırlarını reddeden bir sanat yaklaşımı kucağımızdadır.

Bu yüzden, şiire ilişkin eski söylemleri tarihin arka cebinden çıkarıp sorgulamadan kabul etmek, savunmak, hayran olmak ve işin magazinsel tarafıyla ilgilenmek; bugünün şairinin/yazarının kabul edebileceği bir durum olmamalıdır. Tarihsel ve sanatsal bilgiyi yadsımadan, bilginin kullanılabilirliği, uygulanabilirliği ve sonuçlarını ince eleyip sık dokumalıyız. Bu durumda, neyin ne olduğunu, doğru bildiğimiz pek çok şeyin de yanlış olduğunu, görme şansı elde ederiz. Yeni düşünce ve sanata yeni bakış biçimleri üretebiliriz. Var olan bilginin yinelenmesi, çözümleme için gereklidir; ne var ki o bilgiden yeni bilgiler üretemiyorsak anlamı yoktur. Bugün şair-yazar-çizer dediğimiz büyük bir çoğunluk, hatta yazının hatırlı ağızları, -Türk yazınındaki metinlerden de anlaşılacağı üzere- üretilmiş bilgiyi tespit etmekle uğraşmaktadır. Birbirini yinelemekten, küçümsemekten, birbirini överek tanınırlık devşirme arayışından fazlasını yapamamaktadır. Şiir sanatı kocaman bir dünyadır; söz bağlamlarından ve kısıtlı bilgiden genellemeye gidecek kadar sığ yargılarla hiçbir sonuç üretemeyiz. Örneğin, “Şiir dili yapay bir dildir” deme lüksünü kendimizde görmemeliyiz. En önemlisi de bunu söyleyeni alkışlamamalıyız. Her yazar/şair, dilin farkındalıklı kullanımının yapay bir dil olmadığını, estetik/sanatsal değer üreten anlatımın zaten dilin kendisinde gizli olduğunu bilmelidir.

Bilimsel ve sosyal kuramlarla uyuşmayan, bilginin, mantığın, zekânın ve aklın çıkarımı olmayan, ithal ve ezbere dönüştürülmüş her tür yaklaşımı, söylenceyi, yargıyı ve çıkarımı; şiir sanatının gelişimi için sorgulamalıyız. Her sanatsever bu sorumluluğu duymalıdır. Yalan yanlış şeylerle, propaganda ve tebliği mantığıyla sanat üretme, şiir yazma devri bitmiştir artık. Şiir sanatı bir düşün sanatıdır; bütün dil sanatlarında olduğu gibi.

Şunu biliyorum; toplumda anlamı içselleşmemiş sanatsal yabancı terim ve kavramlardan; duygu değeri oturmamış mitler, öyküler ve kahramanlardan tanınırlık devşirmeye çalışmak; öne çıkmış kişilerin isimlerini kullanarak bir yarar sağlamaya çalışmak; yazarın yetkinliğini değil, acizliğini ve artalan bilgisinin zayıflığını gösterir. Bu yüzden, metnin konusu olan söylence, yargı ve tamlamaların kime ait olduğu ve ne düşündükleri inceleme konum değildir. Bu metinde yapamaya çalıştığım şey; yargı, söylence, tümce ve tamlamaları günümüz verileriyle inceleyip bilimsel ve sanatsal gerçeklikle uyuşup uyuşmadığına dikkat çekebilmektir.

Sanat biliminde yeterliliğe ulaşmadan, çok iyi bir şair de olsanız, şiir sanatı hakkında yargıda bulunmanın ve eleştirmenin altı dolu olmayan söz kalabalığından başka bir anlama gelmeyeceği kanısındayım. Şiir sanatı; kendine özgü bir sanat, sanatsal edimlerin pek çoğunu kullanabilen etkinlik; bilgi disiplinine bağlı bir bilgi bütünlüğü; gerçek katmanı yanında gerçeküstü bir arka planı; bilgi, algı, düşünme ve anlamanın duyguyla örgütlenmesi gibi kendi usul ve tekniği olan; dil ve kültür varlıklarının tamamını en çekici ve akılcı kullanan, yazınsal bir alandır. Diğer sanat alanlarının pek çoğundan daha fazla gerece sahip; ses ve sesin parçalar üstü birimlerini; duygu, akıl, bilinçaltı, bilinç üstü ve sınırsız düş ve düşün sistemini; mevcut ve öngörülebilen tüm yaşam kaynaklarını en iyi örgütleyerek kullanabilen; sınırsız bir dil, kültür ve düşün evrenidir. İşte bu gerekçelerle, “Şiir akıl dışıdır” ya da “Folklor Şiire düşman” dır, diyemeyiz.

Neden diyemeyiz? ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen de dinle’ der gibi bir durum ortaya çıkıyor bunlardan. Yani, “Şiir akılla tanımlanacak bir şey değil, git otur evinde. Araştırma, inceleme ve çalışma yapmana gerek yok, gelişigüzel yaz şiirini” demekle eşdeğerdir. Örneğin küçücük bir örneklemden “Folklor şiire düşman” diye büyük bir şey söylemiş gibi kocaman bir genelleme yaparsanız şu sonuca ulaşırsınız: “Boş ver şairim içinde doğduğun kültürü, git kendine başka bir kültür edin” demek olur. Bu sözleri, nesnel gerekçeleriyle çözümlediğinizde en iyimser haliyle ulaşacağınız sonuç bu ve buna benzer olacaktır. Çok bilinen sözler olduğu için isim kullanıyorum. Anıları güzel olsun. Bu söylemlerin sahibi, Melih Cevdet Anday ve Cemal Süreya’dır ve Türk şiirinin ustalarıdır, değerlerimizdir; şiirine şairliğine diyecek hiçbir sözümüz yoktur. Saygıyla ve hayranlıkla anıyoruz. Öneğin, Cemal Süreya’yı nasıl tanımlarsınız, diye sorsalar: Şiirde dili; asimetrik, güçlü, akılcı ve farkındalıklı kullanan; folklorü şiire ustaca giydiren; döneminin gelmiş geçmiş en başarılı şairidir, diye tanımlardım. Başta söylediğim gibi, maksadım değerlerimizi eleştirmek değil; neyin ne olduğuna körü körüne inanmadan bugünün bilgisiyle sorgulama gereğinin altını çizmektir. Kaldı ki söylenceleri, zamanının birikimi ve ilgili bilimlere egemen oluşlarıyla ilgilidir; bu durum, yaşayan şairler için de geçerlidir. Küçük bir örneklemden şiir ve folklor gibi birbirinden beslenen kocaman iki dünyayı düşman ilan eden bir söylemi hâlâ geçerli görebilen bir akıl, bilimsel süreçleri çalıştıramıyor; sağduyulu çözümlemeler yapamıyor demektir. 

Şiir yazıları, yorum ve çıkarımlarında; şiiri büyük bir sanat olarak göstermek için, atar tutar, söyler geçer, benzetir boyar türünde bir sürü söylem vardır. Bunlarla, şiir severleri ve okuru oyalamamak gerektiğini düşünenlerdenim; özellikle de lise ve lisans eğitimi alan öğrencileri. Bu maksatla; 

19 ve 20. Yüzyıl sanat literatüründe, şiir, şair ve sanat adına söylenmiş; içi boş tanımlamaları, tamlamaları (“estetik soyutlama” gibi, soyutun soyutlanabildiğini daha hiçbir bilim açıklayamadı) ve tümceleri toplayıp dikkatinize sunmaya çalışıyorum. Bunlar; şiiri/sanatı etkilemiş/oyalamış ama bugünkü bilgimizle çağın boş birer söylemi olduğu anlaşılanlardır. Bir kısmının; görüş biçimi, öğreti bütünlükleri gibi bilimsel aklı sınırlayan, büyük abilerinden aldığı emirlere göre söylem geliştiren, dış kaynaklı bilgilerin gelişmişliğinden kuşku duymayan bir mantığın çıkarımlarından/yinelemelerinden ibaret olduğunu açıklıkla anlayabiliyoruz. Aşağıdaki her tümce, tamlama ya da söylemin; şiir/sanat adına yarar sağlamadığını, bir anlam içermediğini hatta bir kısmının zarar bile verdiğini; nesnel gerekçeleriyle birlikte ortaya koyabilirim. Ne var ki ilgili alanın verileriyle ortaya koyduğum sonucun, tamamıyla anlaşılmasını sağlayabilir miyim, işte bundan emin değilim. Çünkü gerekçeleriyle birlikte ortaya koyduğum sonucu okuyabilmek için, yeni bir bakış açısı gereklidir. Bunca yıldır batılılar söylemiş bizimkilerin çoğunluğu yinelemişler ve kimse bunları sorgulamamış., Tam tersi yanlışı yanlışla düzeltmek için adeta yarış yapmışlardır. Şiir felsefesine yönelik deneme kitaplarına ve şiir yazılarına baktığınızda, çoğu kitapta bu söylemlerin izlerini, övgülerini, süslenerek yeni söylenişlerini ya da yakın anlam taşıyan temelsiz yorumlarını görebilirsiniz.  

Şiir sanatı ve kültürü, büyük bir evrendir. Ölçütü, değişkeni, değerler dizgesi; oldukça karmaşık bir alandır. Bu metinde amacım, şiir yazılarına ilişkin gördüğüm ve araştırma sırasında sıkıntısını çektiğim birkaç sorunu dile getirmekti. Şiirsel ezgiyi incelerken kaynak bulamadım dünya literatüründe. Yinelemeler, genellemeler, özlü sanat sözleri sayfalar dolusu; işin aslına değinen bütünlüklü metin neredeyse yok gibi. Elbette şiir sanatı hakkında önemli bilgiler üretilmiştir Türk yazınında. Geçmişten günümüze kadar çok güzel yapıtlar da ortaya konmuştur. Türk şiirine hizmeti geçen şair, yazar ve eleştirmenler; saygıyla önünde eğileceğimiz değerlerimizdir. Yapmaya çalıştığım şey, değerlerimizi eleştirmek ya da yadsımak değildir; onların o günkü bilgisinin bugünkü bilgiyle yeniden sorgulanmasının önünü açabilmektir. Şiir gelip tıkanmıştır genellemelerin kucağında. Sorgulanamaz, sorgulansa da bir sonuç çıkmaz, o zaman doğruysa bugün de doğrudur mantığından sıyrılmak için bir bakış açısı geliştirebilmektir. Tartışılan, sorgulanan her şeyin altından mutlaka dikkate değer bir şeyler çıkar. Zaten gelişim, dönüşüm ve yenilik de böyle gün yüzüne çıkar.

Şiirin felsefesinden yola çıkıp insanla olan ilişkisini bilimsel olarak çözümlemezsek tıkanıklığı aşamayız. Şairler arasında sağlıklı bir tartışma kültürü, iletişim ve eleştiri anlayışı yoktur. Bu şöyle olmalı dediğinde ya da söylediğini/yazdığını onaylamadığında, kendisine hakaret edildiğini düşünüyor. Ben konuya bu açıdan baktım; senin belirttiğin açıdan da sorgulanmalıdır, diyemeyecek kadar koşullanmış sıkıntılı bir anlayış çoğunluktadır. Şiir; düşünceden dile, bilinçaltından bilince, dilden dilbilime, fizikten biyolojiye, soyuttan somuta, gerçeklikten gerçeküstü dünyaya ve sanattan insan ilişkisine kadar koca bir dünyadır. Ben bilirim, ben doğuştan yetenekliyim gibi sözde tutumlarla, gelecek için değer yaratılabilecek bir sanat değildir.

Sonuç olarak, aşağıdaki aforizma/tümce/tamlamaları söyleyenler, bir bakış açısından ve bağlam altında konuya yaklaşmışlar ve kendilerince haklı gerekçeleri vardır ki söylemişler. Ancak ilgili disiplinlerin ilkeleriyle yaklaştığımızda, boş söylemler olduğu hatta şiire zarar verenlerinin olduğu gün gibi ortadadır; “Folklor şiire düşman”, “Şiir akıl dışıdır” gibi… Çoğu, şiir adına hiçbir anlamı olmayan çıkarımlardır. Boş yere zaman harcıyoruz; bunlarla oyalandığımız için asıl ele alınması gereken konular, havada kalıyor. Günümüz bilgisi, bunları kaldırıp atacak kadar güçlüdür ve dolaşım/iletişim olanağına sahiptir. Bunu yazarken abarttığımı düşünmüyorum; ne yazık ki yazınımızda şiir yazısı diye yayımlanmış/yayımlanan çoğu metin bu durumdadır. Neyin doğru neyin anlamsız olduğu ve neyin şiire zarar verdiği konusunda biraz çaba gerekiyor yazınımızda. İşte ben bu çabaya: Şiiri, şairden korumak, diyorum. Şiir ve şiir yazılarıyla, şiir sanatına önemli değerler kazandıran şairlerimizi, yazarlarımızı; bunun dışında tutmalıyız.

İşte bazı örnekler aşağıdadır: Kaç tanesinden şiir adına kazanım elde edebileceksiniz? Bu yargı tümcelerinin çoğu, yabancı şairler/düşünürlerin sözleri olduğunu, bizim şairlerimiz tarafından doğrulanmaya çalışıldığını söylersem sizler için bir şey anlatır mı, bilemiyorum.  

 

Şiir düşünceyle değil, sözcüklerle yazılır.

Şair, dili kullanmayı reddetmeden şiir yazamaz.

Şair, dile başkaldırarak işe başlamalıdır.

Şiirde anlam aranmaz. Şiir bilgi içermez.

İdeolojik brikimi olmayanın estetik birikimi olmaz.

Şiirin kıyısına düştü.

Sanatsal birikimi olmayanın estetik beğenisi olmaz.

Kurallar şiirden çıkar; kaç çeşit gerçek şair varsa o kadar da gerçek kural vardır.

Bir şiirde önemli olan ne söylenendir ne söyleyiştir ne anlamdır ne de musiki. Başka bir şeydir, tarif edilemez.

Şiir tarif edilebilseydi yüz türlü değil bir türlü şiir tarifi olurdu.

Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir. 

Estetik soyutlama, Mücadele estetiği, Estetik farklılaşma

İdeolojiye hizmet etmeyen sanat, sanat değildir.

Şiir dili bir üst dildir. Şiir dili yapay bir dildir.

Şiir dikey doğruların Tanrısıdır.

Şairin en büyük yükü üstünde bir buyruğu taşımasıdır.

Şair, şiirinde kendisi olmalıdır.

Şiir, sözcüğün kavramla buluşması sürecinde oluşur.

Şiir diyalektik bir dildir.

Şiir geldi sözcüğe dayandı veya Şiir geldi dayandı kelimeye…

Folklor şiire düşman…

Sanat, sanat içindir veya sanat, toplum içindir.

Şair, dünyayı sözcüklerle gören insandır.

Şiirin konusu yoktur, hayatı vardır.

Şiir de kendisinin ne olduğunu bilmez.

Şiir yazmak sözcükleri savurma sanatıdır.

Şiirin estetiği bir matematiktir.

Şiirler, şairlere kendilerini yazdırtırlar.

Şiir imgelerin soyutta birleşmesidir.

Şiir aykırılıkların imgelenmiş halidir.

Şiir politik/apolitik olmalıdır. Şiir iktidar karşıtlığıdır.

Şiir asidir! Şiir her şeye muhaliftir! Şiir isyandır, başkaldırıdır!

Şiir ne söylemediğindir.

Şiir sözcüklerin arasındaki boşluklardadır.

Şiir, kendinden başka bir şey olmadan başka hiçbir şey olamaz.

(…)

 

GELECEĞE MEKTUP

 

Nesnenin ya da fizyolojinin evrimi değildir asıl olan; düşüncenin, düş gücünün evrimidir. Çünkü dünyayı yaşanabilir kılan ya da ateş topuna çevirecek olan düşünce ve düşlemin gücüdür.

 

Sana nasıl seslenmeliyim, bilemedim; bağışla beni geleceğin çocuğu. Oturdum, mektup yazmaya çalışıyorum. Beş veya on asır sonra birbirimizi anlayabilecek miyiz, bundan bile emin değilim. Senin için söylediklerimin bir anlamı olacak mı, onu da bilmiyorum. Tarihsel bilgi olarak ne aktarabilirim kestiremiyorum. Bugünkü dünya ve gelecek görüşümle, çağımdan ve gelecekten söz edebilirim ancak; senin düşünce dünyanı ne yazık ki okuma yetisine sahip değilim. Amacım yol göstermek değildir; böyle bir yeteneğim olmadığı gibi yol göstermeye gereksiniminin de olmayacağını düşünüyorum. Mektubumu, en azından beni ve benim çağımı anlaman için yazıyorum. Geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurulmadığı sürece, bilginin tarihselliği ve metinler arası ilişki diye isimlendirdiğimiz devinim, seni ek araştırmaya zorlar. Ulaştığın sonuç, bizi anlamak için yeterli olmayabilir. Geçmişimi, çağımı ve geleceği öngörebildiğim kadarıyla tanımlamaya çalışayım.

Mektubumu; bulut teknolojisi, beynine enjekte, sanal görüntü veya daha gelişkin iletişim aygıtlarıyla okuyor/dinliyor/görüyor olacağından eminim. Bizim kuşak, terörün, savaşın, kavganın içinden kopup geldi; bugün de bunlarla iç içedir. Anlayacağın bizi, çatışma kültüründen beslenen atalarımız yetiştirdi. Buna karşın, atalarımızla duygudaşlık kurduğumuzda onlara kızamıyoruz. Onların yaşam, gelecek, değişim ve gelişim algıları böyle gerektiriyordu; bizimki de çok farklı değildir. Senin çağın ve düşünsel dünyan, aynı çatışmanın içinde olacak mı şimdiden bir şey söylemek zor. Ancak sen daha fazla çatışmalara açık bir çağ yaşayacaksın, görebiliyorum: İnsan nüfusu, diğer canlıların nüfusuna oranla daha hızlı artış göstermektedir. Yaşamda var olma üstünlüğüne ve olanağına sahiptir. Dünya aynı dünya, su ve kara parçalarının gıda üretimi insan nüfusu kadar hızlı artış göstermemektedir. Su ve gıda gibi temel gereksinimler, senin çağında ulaşım, bölüşüm, dağıtım sorununu doğuracaktır. İster istemez yüksek yoğunluklu bir çatışmanın, mutlak bir yarışın içinde olacaksınız. Diğer yandan teknolojinin sağladığı hız ve nükleer gelişmeler, daha büyük sorunları beraberinde getirecektir. Üstelik senin kuşağın, bugünkü insan egosundan daha fazla egoya sahip olarak yaşamda var olmaya çalışacaktır.

Bunları, başka alanlarda çalışanlar ve istatistikî araştırmalar daha ayrıntılı söyleyecektir. Ben mektubumda sanatsal konulara ilişkin bazı ayrıntıları dile getirmek istiyorum. Senin zamanında belki yağlı boya tablo yapılmayacak; bizim zamanımızda yapılmış olanlar da bir anlam taşımayacak olabilir. Bunların çok daha gelişkin olanlarını sayısal teknoloji veya düş dünyanla sanal olarak yapacaksın. Duvarlarında tablo yerine sayısal teknolojiyle oluşturduğun görüntüler yer alacaktır; kim bilir bizim düşleyemediğimiz biçeme sahip yapıtlar olacak. Biçime dayalı heykel ve resim gibi sanatlar, daha gelişkin teknikle üretilebilecek, bugünün yapıtlarıyla benzerlikleri olmayacak belki. Teknoloji ve sanat tekniği ne kadar gelişirse gelişsin, insan denen varlık aynı değişime uğramayacaktır. Varoluş amacına yönelik çabası ile duyguları bugünden çok farklı bir düzleme taşınamayacaktır. Üremesi, yaşama çabası, kendini gerçekleştirme güdüsü ve beslenme amacı bugünün koşullarındakine benzer olacaktır.

İnsanlık, günümüze kadar savaşlarla zaman yitirdi. Barış ve sevgi içinde çağdaş bir dünyada yaşayabilirdik; bunu kurabilme yetisine sahip olduğumuzu düşünüyorum. Geçmişimiz, bize böyle bir dünya bırakmadı; biz de kuramadık.  Barış ve sevgi içinde insanca yaşanabilir yeni dünyanın kurulması, bilincin kendi yaşamsal ve varoluş değerleriyle yapılandırılmasına bağlıdır. Yaşamsal ve varoluş değerlerini en üst düzeyde açığa çıkaran şey, sevgi ve onun türevleridir. Senin kuşağın, sevginin oluş ve sürekliliğine yönelik ayrıntılarını daha net keşfedecektir; ben bugün bilebildiğim kadarıyla bundan söz edeyim. Sevgi, beden salgıları ve bilincin yapılandırılmasına bağlıdır. İnsanın asıl amacı, yaşamın ve neslin sürekliliğini sağlamak için en yüksek seviyede kendisini gerçekleştirmektir. Buna bağlı olarak, sanatın asıl amacı, sevme duygusunu yüksek kılarak yaşam sevincini güçlendirmek ve bununla aklın evrim sürecini hızlandırmaktır. Sevginin gerisinde, haz duymaktan insanın yaşama bağlılığına, en iyi yaşamsal koşulları oluşturmaktan neslin sürekliliğinin sağlanmasına ve aklı evrimleştirerek en güç koşulların üstesinden gelme çabasına kadar sıkı bir kararlılık vardır. Varoluş güdülerimiz ve bilincimizin yönlendirdiği bir olgudur. Beynimizin çalışma biçimi ile şekillenen karmaşık bir evrendir. Bu evrenin oluşumunda, sanatın gücü önemli yere sahiptir. Sevgi, bugün olduğundan daha farklı çözümlenmeyi, keşfedilmeyi ve daha farkındalıklı bir yaklaşım sergilemeyi bekler. Neden söylüyorum? Sevginin olduğu yerde savaş ve çatışma kültürü beslenemez, varlığını sürdüremez. Ayrıca, sevgisiz sanat üretilemez; sanatsız da sevgi güçlü kılınamaz.

Benim çağım sıkıntıların henüz aşılamadığı bir çağdır çocuk. Yazdıklarım sıradan bir sızlanma değildir; birer nesnel gerçekliktir. Sanat, özellikle yazın sanatı ellerimizde can çekişiyor. Onu, estetik değeriyle ele almıyoruz, meta değeriyle yönlendirmeye, yapmaya ve ölçmeye çalışıyoruz. Anlayacağın duyguların yönlendirmesine göre değil; öğretilmişliklerin, çatışmanın, dayatılmış sistemlerin yönlendirmesine göre sanat ortaya koymaya çalışıyoruz. Bir anlamda taklit aşamasının ötesine geçemedik diyebilirim. Sanatın amacı ve işlevi, insanın yaşam sevincini artırarak düşünsel evrimini hızlandırmak olmalıdır. Tam insan olması yönünde itici güç olmalıdır. Biz, asıl amacı bir yana itip görünür olma çabası içinde birbirimizin omzuna basmaya çalışan kalabalıklarız. Sanat, eğlence ve estetik tavır geliştirmek için temel ögedir. Biz, estetik tavır göstermek şöyle dursun, sanatla eğlenmiyoruz bile. Varsa yoksa sanatı kullanarak maddi kazanç sağlama ve üstünlük güdülerini doyuma ulaştırma peşindeyiz. 

Şiir, öykü ve roman gibi yazın sanatları, biçimden çok anlam alanında değişime gebe olacaktır; çünkü bunlar düşünce dünyasının ve imgelem gücünün çıktılarıdır. Bugünün yazın sanatları ile zamanının yazın sanatları arasında karşılaştırma yapabilmen için bazı verileri ortaya koymanın yararlı olacağını düşünüyorum. Biz nasıl Aristo’nun Poetikası’nı okuyor ve Horatius’un Arz Poetikası’nı didik didik ediyorsak, sen de çağının sanatını daha ileriye taşımak için günümüzün sanatsal bilgilerini incelemek zorunda kalacaksın. Çağımıza ilişkin bilgi ve deneyim, senin için çok anlamlı olmayacak, bunu görebiliyorum; sen daha ileri düş ve düşünce dünyasında yaşayacaksın; her ne olursa olsun tarihsel bilgi ve sanatsal kalıtlar en azından yaratıcılık konusunda katkı sağlayacaktır. 

Sanat, geçmişte gücün, inançların ve ideolojilerin emir eri gibi düşünülmüştür. Günümüzde de benzer şekilde ele alınmaktadır. Biçim değiştirmekle birlikte çok farklı bir yaklaşım içerisinde olmadığımızı söyleyebilirim. Senin zamanında, sanatın asıl amacı ve işlevine dönük iyi yönde değişim ve dönüşüm kesinlikle olacaktır. Ancak şunu unutmamalısın; insanın gereksinimleri ve bu gereksinimleri karşılama biçimi çok belirgin yön ve şekil değiştirmeyecektir. Bilgi ve bilginin kullanımı ne kadar gelişirse gelişsin, insanın tutumu, bu gelişime koşut değişime uğramayacaktır.

Bizler; inanç, ideoloji, politika ve sanat gibi görüngüler arasındaki ilişki ile ayrımı, sağlıklı çözümleyemeyen bir kuşağız. Sapla samanı birbirine karıştırıyoruz. Nasıl olsa hepsi midede eriyecek diye her birini karıştırıp yutmaya çalışıyoruz. Daha belirgin bir örnek vermek gerekirse, şiirle öykü arasındaki ayrımı bile sağlıklı göremiyoruz. Konusunda yetkinliğe ulaşmış yazarları/şairleri de yeterince izlemiyoruz; çünkü bizde yapılandırılmış olan hırsların tutuklusu durumundayız. Gündelik yaşayarak büyük işler yapılamayacağını bilmemize karşın kendimize dönmüyor ve değişim konusunda ağır aksak davranıyoruz. İşte bizim yaşam, sanat ve yazına bakışımız bu durumdadır. Ne yazık ki sana daha geliştirilmiş bir sanat evreni devredemeyeceğimizi açık yüreklilikle söylemeliyim.

Sayısal teknolojiyi iyi kullanamıyoruz; üstelik kullanıcı düzeyinde bunları öğrenmekten kaçınan bir yaklaşım içindeyiz. Çağın gerekleri gelip kapımıza dayanmış, hazır olarak önümüze konmuş olmasına karşın bir elimizle onları itiyoruz. “Zamanım yok, ne işime yarar, aman sende, aklım ermez” gibi gerekçeler ileri sürüyoruz; aslında hepsi tembelliğin bir sonucu. Teknoloji çok hızlı gelişiyor. Yakalamak için çok çalışmak gerekir. Diğer tarafını düşündüğümüzde, benim kuşağım az şey yapmış sayılmaz. Nazım Hikmet’imiz, Sait Faik Abasıyanık’ımız, Aziz Nesin’imiz, Yaşar Kemal’imiz… var.  Çağın hızına oranla yavaş hareket etmemiz anlayışla karşılanabilir; sen de bunu anlarsın diye düşünüyorum. En azından keşfedilmedik daha pek çok görüngünün olduğunu, bunlar senin aracılığınla, zamanla gün yüzüne çıkarılacağını biliyoruz. Bunlara ortam yaratmaya çalışıyoruz.

Öğretici davranmak, öğüt vermek, davranışlarınızı yönlendirmek dahası kontrol etmeye çalışmak, en başta gelen hastalığımızdır. Böyle yaparsan şöyle olur demek hoşumuza gider. Deneyimden edindiğimiz bilgiyi senin de aynen kullanmanı bekleriz. Öğretici olamayan iyi birer öğretmeniz. Söylemekle değil; yaptıklarımız ve tutumlarımızla bunları aktarabileceğimizi bildiğimiz halde öğüt vermekte ısrar ederiz. Bu, çatışma kültürünün bizlerde yarattığı bir sonuçtur. Başta söylediğim gibi mektubumu ne sızlanma ne de öğüt vermek amacıyla yazıyorum. Senin düşünce ve düş dünyan; oldukça gelişkin, bilgiyi doğru kullanan, insan-emek odaklı, barışçıl ve özgür bir ortam yaratacaktır. Bundan kuşkum yoktur. Geleceğe bu kadar güvenle bakabilmemin ve sana güvenmemin altında şu düşünce yatar: Nesnenin ya da fizyolojinin evrimi değildir asıl olan; düşüncenin ve düş gücünün evrimidir. Çünkü dünyayı yaşanabilir kılan ya da ateş topuna çevirecek olan düşünce ve düşlemin gücüdür. Bizden sonra gelen yakın kuşaklara baktığımda; duygudaş, çağdaş, akılcı, bilimsel, özgür bilince sahip ve donanımlı bir gençlik buluyorum karşımda. Dayatma ve çatışma anlayışından vaz geçen, özgür ve insan olma onurunu daha üstün tutan bir anlayışı egemen kılmaya çalışıyorlar. Güven veriyor, umut veriyorlar.

Günümüz silah teknolojisi, kısa sürede dünyayı yerle bir etme yeteneğine sahiptir. Bilimsel bulgular, yaşam kaynaklarını kısa sürede kullanılamaz hale dönüştürebilir. Biyolojik bir saldırı veya kendiliğinden gelişen ve dönüşüme uğrayan bir virüs dünyayı birbirine katabilir. Bu gelişmeler, senin zamanında akıl almaz boyutlara varacaktır. Doğru yönetilmez ve insana dönük kullanılmazsa büyük bir tehlike seninle demektir. Üretilen bilgiyi insan odaklı kullanmak zorunda olduğumuzu sen de görüp önemini anlamış olacaksın. Bu yüzden, bugünden sonra çatışma ve dayatma mantığını dışlayarak sevginin güçlü kılınması için çaba harcamalıyız. Sevginin olduğu yerde birbirine saygı ve dinginlik vardır. Bu duygunun güçlendirilmesi, en çok önem vereceğin bir konu olmalıdır. Sevgi; duygudaşlığı, duyarlılığı, saygıyı, cömertliği, çatışmasız toplum yapısını doğurur. Bu nedenle, sanat gibi sevgiyi güçlendiren görüngülere önem vermek gerekir. Düşük yoğunluklu sanat ortamında eğitilen çocuklar, şiddete yönelmezler. İnsanî değerleri üstün tutarak ölüm ve şiddete neden olan uygulamalardan kaçınırlar. Benim çağım, özgürlük getirmek için savaşa karar verebilecek kadar dayatıcı anlayışa sahip hastalarla doludur. “Benim davama hizmet etmeyen sanat, sanat değildir.” diyebilen kalabalığın içinden kopup geldik ve bu kalabalık halen etkin durumdadır. Öğretilmiş, ayrıştırılmış bu anlayış, heüz yürürlükten kaldırılamamıştır.

Sistemleri, ülkeleri veya dünyayı yönetmek, insanı yönetmek demektir. İnsanı yönetmekse duyguları yönetmekle eşdeğerdir. Bildiğiniz gibi olumsuz duygular, dilsel şiddetten başlayıp terör ve savaşa kadar varan olumsuzlukları beraberinde getirir. Tarihe baktığımızda, bizim zamanımız dâhil, terör, şiddet ve savaşlarla geçmiş bir zamanla karşılaşırsınız. Senin de aynı sonucu yaşamaman için duygu yönetimi denen kavrama eğilmelisin. Olumlu duyguları toplumlarda başat kılmak, şiddetten, kavgadan ölümden uzak barışçıl bir toplumun temel taşlarını atmak demektir. Mektubumda sanata yönelik konulara bu yüzden değinmek istedim. Çünkü sanat, ‘duygu yönetimi’nin temel bileşenidir. Olumlu duyguları, yani sevgiyi güçlendirmenin en kolay ve en kalıcı yöntemidir. Adil, duygudaş, duyarlı, sevgi dolu ve özgür insan, sanat gibi amacı ‘güzeli yaratmak’ olan etkinliklerle yapılandırılabilir.

Sen bizi çok fazla dikkate alma; bizler, kavgada üstün olmak için şiiri silah yerine kullanan bir kuşağız. Anlayacağın bizim sanat anlayışımız, kalın dişli törpülerle inceltilmelidir. Başta söyledim ya, savaş ve şiddetin kol gezdiği ortamlar, duygularımızı, ülkümüzü ve amaçlarımızı belirledi. Sorunlu kararları alma ve uygulama zorunda bıraktı. Senin geleceğin akılcı, sevinçli ve daha çağdaş olmalıdır; dahası bunu umut ediyorum. Çünkü senin duyguların, çok iyi yönetilmese de özgürlük bilincine varmış ve insan olma değerlerini özümsemiş durumdasın. Senden; olumsuzluk, haksızlık, şiddet, savaş ve terörden yana karar çıkmaz, diye düşünüyorum. 

Çağımızın en büyük yarası olan ve senin kuşağını daha fazla etkileyecek olan, önemli bir soruna daha değinmek istiyorum. Bildiğin gibi doğada var olan her canlı türünün bir işlevi var ve doğanın kendi kendine kurduğu bir dengede sürekliliğini korumaktadır. Biz buna ekosistem diyoruz. Günümüz teknolojisi, bunların bir kısmını yok etmektedir; ekosistemi alt üst etmektedir. Dahası yükselen bir ivmeyle yıkım sürmektedir. Nasrettin Hoca’nın “Bindiği dalı kesmek” diye bir fıkrası vardır. Senin zamanında Nasrettin Hoca tanınıyor ve fıkraları anlatılıyor olacak mı, bilmiyorum. Örnek vermek gerekirse, bindiği dalı kesen ama bundan haberdar olmayan bir varlık durumundayız bugün. Ekosistemi, buna bağlı olarak ekolojik (çevrebilimsel) dengeyi bozuyoruz. Doğadaki oksijen oranı ve içilebilir su kaynakları yaşamsaldır. Havadaki oksijen oranı %16-%22 arasında olmak zorundadır. Bu oranlar sınır değerleridir ve bu oranların dışında yaşam olası değildir. Şu an bile havadaki oksijen sınır değerlerini ters yüz edebilecek bilgi ve teknolojiye sahibiz. Bu oranların korunması için önlem alma gerekliliği vardır; örneğin oksijen dengesini sağlamak için bugün aldığınız önlem, bir insan ömründen daha fazla zaman sonra etkili olmaktadır. Sana dengeli bir doğa bırakmayacağımızdan eminim; çünkü bindiğimiz dalı bilinçsizce kesen bir kuşağız. Bu yüzden, ekosistem ve çevrebilimsel dengeye özen göstermek, koruyu ve önleyici önlem geliştirmek en temel göreviniz olmalıdır.

Doğanın dengesini koruyacak ya da bozacak olan şey, teknoloji değildir; insandır. Sanattan ve duygu yönetiminden bu nedenle söz ediyorum; sevginin bir anlamda olumlu duygunun daha güçlü olmasını önemsiyorum. Birkaç delinin yarattığı ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan İkinci Dünya Savaşı’nı bir düşünün. Ayrıca nükleer silahlarla bir anakaraya saldırıda bulunulduğunu varsayın. Veya ölümcül bir salgının baş gösterdiğini.  Nasıl bir sonuç ortaya çıkacaktır, senin düş gücüne bırakıyorum. Anlayacağın, havadaki oksijeni sınır değerleri dışına taşımak, var olan teknolojiyle çok kolaydır. Yaşamsal önemi olan şey, insanın kararını etkileyen itici gücün sağlıklı yapılandırılmasıdır. Yani sevgi gibi olumlu duyguların, üst düzeyde tutulması ve yönetimidir. Tek seçeneğimiz, sanat gibi güzeli var eden değerler yardımıyla insanın olumlu duygularını beslemek ve güçlendirmektir. Yinelemek gerekirse, sevginin egemen kılınması, kitlesel ölüm ve yıkımları önlemek anlamına gelir.

Çağımın bilgi birikimi gereği, dünyanın üç boyutlu olduğu görüşü yaygındır. Yaşam biçimimizi ve sistemleri buna göre şekillendiriyoruz. Aslında dördüncü bir boyutun olduğunu, ne var ki bu boyutu doğru yönetemediğimizi söylemeliyim. Dördüncü boyut, metafizik dünya veya ruhsal dünyadır. Yani insan duygularının biçimlendirdiği dünyadır. Biz bunun ayrıntılarını keşfedebilmiş bir kuşak değiliz. Dünyayı yöneten bu boyut olduğunu söylersem, bizim kuşağımız için çok şey anlatır mı, emin değilim. Sen bunu tüm çıplaklığıyla görebilir olacaksın. Dahası beş ve altıncı boyutu keşfedeceğini düşünüyorum. Sevgi, daha geniş anlamda söylersek olumlu duygu, dünyanın üç boyutunu yönetme ve kontrol etme gücüne sahiptir. Bu yüzden mektubumda; sanat ve sevgi, sanat ve insan ile yaşam ve duygu ilişkisi üzerinde ısrarla duruyorum.

Biliyorum, hız yüksek, zaman kısadır senin için. Önüne söz kalabalığı koymamak için mektubumda doğrudan gerekçeleriyle birlikte sonuçları yazdım. Umarım, çağıma ilişkin aydınlatıcı bilgi verebilmişimdir.

Seviyle sürekliliğe yönelmeniz dileğiyle…

                                                                                                     9 Aralık 2019, Narlıdere/İzmir

 

 

 

İkinci Örnek Şiir Çözümlemesi 

 ÖZGE SÖNMEZ’İN “ANNENİN RAHMİNDE ÇOCUK BAHÇESİYDİN” İSİMLİ ŞİİRİNİN ÇÖZÜMLENMESİ

 A.     GİRİŞ  

Şiir Çözümleme Tekniği, sanat eserinin ontik bütünlüğü ve integral yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin duyusal ve nesnel varlık katmanlarını ilgili bilimsel disiplinlerle inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı erekten gelecekteki anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm unsurlara kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin ögelerinin varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini daha nesnel bir yaklaşımla açığa çıkarmaya yöneliktir.

Şiir çözümleme tekniğinin amacı, bir şiirin biçiminden duyusal varlık alanına kadar varlık katmanlarını sanat bilimi açısından tanımlanabilir hâle dönüştürmektir. Diğer bir maksadı ise çözümlemeyle ortaya çıkan nesnel bilgilere yaslanarak okur ve eleştirmene şiirsel dünyayı daha net görünür kılmaktır.

Bu teknik “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” kitabımda öne sürdüğüm ayrıntılı bir sanat çözümleme sürecidir. Aşağıdaki şiir incelemesi, bu teknik baz alınarak yapılmıştır. Sanat eserinin ontik bütünlüğü ve integral yapısı üzerine konumlandırılmış analitik ve bilimsel disiplinlere dayalı bir incelemedir. Öznel yaklaşımları en aza indirerek katman yöntemi ile daha nesnel incelemeye/çözümlemeye yönelen bir sistemdir.

Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin, fiziksel ve duyusal nitelik veya niceliklerin bir arada bulunduğu yapıyı belirten terimdir. Eserin nesnel ve duyusal varlık alanlarıdır; birbiri içinde şiiri var eden temel yapılardır.  Örneğin ses veya anlam katmanı gibi… Tabaka veya eksen ise katman iç yapısını daha özelleştiren birlikteliklerdir.

Şiire sanatsal özellik kazandıran, ruhsal ve nesnel alanları birbirine kenetleyen temel alanlar veya yapıtaşları olarak en az yedi katmanın varlığı incelemede esas alınır. Bunlar şiirde olmaz ise olmaz katmanlardır; birbiri içerisinde var olan ve kendi disiplinlerine göre incelenebilen yapılardır.

Bir şiiri oluşturan ve eseri birbirine kenetleyen katmanlar; ‘Biçim Katmanı, Anlam Katmanı, Ses Katmanı, Anlatım Katmanı, Çağrışım Katmanı, Coşum Katmanı ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez, birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğurmazlar. Bir anlamda şiirin dünyaya açılan yedi duyu organıdır. Bunlar şiirin hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır ve bu yedi katmanın harmonisinden şiirin ön ve arka yapısı oluşmaktadır.

Not: Şiir incelemesi imgelem-imge-imgelem (şair imgelemi-eserdeki imge-okur imgelemi) süreci esas alınarak yapılmıştır.

 Şiir Çözümleme Tekniğinin Adımları:

 1. Biçim Katmanı

2. Anlam Katmanı

a. Gerçek Anlam Tabakası

b. Rastlantısal Anlam Tabakası

c. Üst Anlam Tabakası

3. Anlatım Katmanı

4. Ses Katmanı

a. Tonlama Ekseni

b. Ezgi Ekseni

c. Şiirsel Ezgi Ekseni

5. Çağrışım Katmanı

a. Çağrıştırma Tabakası

b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası

c. Rastlantısal İmgelem Tabakası

6. Coşum Katmanı

7. Estetik Katmanı

a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası

b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası

c. Durumsal Estetik Değer Tabakası

 

 Not: İncelenecek eserin türüne göre (müzik, heykel…) katmanlarda düzenleme yapılabilir.

Okur; kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve bellek deposuna yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından rastlantısal ve çağrışımsal olarak zihninde beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere ulaşabilir. Beyin çalışma sistemine göre mutlak bir süreçtir. Bu süreç iki kuram ile tanımlanmaya çalışılır. Bunlar; “Rastlantısal Anlam Kuramı” ve “Çağrışımsal İmgelem Kuramı”dır. İncelemede bu kuramların işleyiş süreci de görünür ve anlaşılır kılınmaya çalışılacaktır.

Hali hazırdaki uygulamalardan farklı ve açıklamalı olarak, Özge Sönmez’in “Güle Batır Öfkeni” isimli şiir kitabındaki “annenin rahminde çocuk bahçesiydin” isimli şiirini girişte verilen teknikle inceleyeceğim.

Çözümlenecek Şiir:

annenin rahminde çocuk bahçesiydin 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek kadar

çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı

her akşam nefesinde uyurdu tanrı

 

senin içindi işte cıvıltılı yazlar

ışıklı sularda gerinen ay

sanaydı en tazesi sabahların

en uslusu gecelerin

 

tenimle, tinimle, terimle serildim

bir damla karanlık değirmedim gözüne

sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra köşelerden

yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı saçlarına

çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler

 

tutundum tüm hücrelerimle

direnç ağacının dallarına

yaprak yaprak yaktılar

küllerimden doğurdum yılkı atlarımı

koşaradım vurdular

taylarım seyis kırbacında ah oldu

yine de düşürmedim göz yaşını yere

 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

tanrıya yemin ettirdim

öldüğümü sana söylemesin.

                                Güle Batır Öfkeni, Sayfa 16, Özge Sönmez

 

 

B.         ÇÖZÜMLEME

İnceleme sırasında katman, tabaka ve uygulanacak teknik ile kuramlara ilişkin açıklayıcı bilgi gerektiği yerde verilecektir. (İnceleme metni dışındaki açıklayıcı bilgiler italik ve bold yazılmıştır.)

1.         Biçim Katmanı

Biçim bir eserin taşıyıcı kabıdır. Biçim katmanını sadece fiziksel (nesnel) olarak düşünürsek, sanatın çok boyutluluğunu, çoklukta birlik ilkesini, şiirin anlam, ses ve diğer katmanlarının oturduğu düzlemi ve yarattığı duyusal dünyayı görmezden geliriz. Biçim katmanı, yeni bir çıkarım olmamakla birlikte, eserin ön ve derin yapısını oluşturan tüm varlık katmanlarını üzerinde taşıyan taşıyıcı bir düzlemdir. Bu incelemede şiirin sanatsal değerini ortaya koyabilmek için biçim katmanını halihazırda uygulanan şekliyle ele alacağım.

“Annenin rahminde çocuk bahçesiydin” şiirini fiziksel anlamda ele aldığımızda, serbest şiir tarzında yazıldığını, dörtlük ya da bilinen birimlerin kullanılmadığını, anlam bütünlüğüne ve imge kuruluş yapısına bağlı olarak dizelerin şekillendirildiğini söyleyebiliriz. Zaman zaman dış ses uyumuna uyulmuş gibi görünse de aslında sözcüklerin anlam alanına göre dizelerin kurulduğunu görebiliriz. Şiir nesnel yapısı bakımından var olanlara göre önemli bir farklılığa sahip değildir. Belirli bir tema (konu) çevresinde kurulmuştur; şiirde imge kalabalığına düşülmemiş, sözcük ekonomisi önemsenmiş ve anlamsal bütünlük (bağdaşıklık) sağlanmıştır. Dil kullanımı anlaşılır, temiz ve farkındalık yaratacak biçimdedir. Şiirde noktalama imleri ve yazım kurallarına uyulmamıştır.

 

2.         Anlam Katmanı

a.    Gerçek Anlam Tabakası:

Şiirdeki gerçek anlam tabakasını incelerken, anlambilimin açımladığı değinmece, değişmece, aktarma, yan anlam gibi alanları “gerçek anlam tabakası” içerisinde bir bütün olarak ele alıyorum.

 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek kadar

çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı

her akşam nefesinde uyurdu tanrı 

 

İlk dörtlükte; şair (kendisi olduğu düşünülüyor), rahme düşüşü ve doğuma kadar geçen süreç ile bebeklik günlerini annenin duygularının penceresinden anlatmaya çalışmıştır. İlk dizelerde, anneye göre bütün varı olan bir canın ayak izlerinin sevinci ve tükenmek bilmeyen bekleyişi anlatılır. Bebeğin ilk çığlığını, aydınlığa uzanan sevincini, umudu ve inceliğini kırlangıç benzetmesiyle aktarır. Bebeğin nefesinde en büyük gücün uyuması ile annenin sevgisini, korumacılığını, saflığını ve kutsallığını vurgular.

 

senin içindi işte cıvıltılı yazlar

ışıklı sularda gerinen ay

sanaydı en tazesi sabahların

en uslusu gecelerin

 

İkinci dörtlükte; bebeğin doğumu, annenin cıvıltılı yazları, ayın en güzeli, sabahların en sevinçlisi ve gecelerin en huzurlusu olmuştur. (İkinci dörtlükte çoğul anlam vardır; okur algısına göre oluşacak imgelem rastlantısal anlam tabakasında ele alınacaktır.)

 

tenimle, tinimle, terimle serildim

bir damla karanlık değirmedim gözüne

sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra köşelerden

yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı saçlarına

çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler

 

Üçüncü beş dizelik birimde; bebek yaşama öyle bir tutunmuş ki annenin sevgisine bir zarar getirmemek için bütün gücünü kullanmıştır. Karanlık ve kötülükler annenin çevresini sarmış; ancak onlar hiçbir şey yapamadıkları gibi anne sevgisinin yanında bir hiç olarak kalmışlardır.

 

tutundum tüm hücrelerimle

direnç ağacının dallarına

yaprak yaprak yaktılar

küllerimden doğurdum yılkı atlarımı

koşaradım vurdular

taylarım seyis kırbacında ah oldu

yine de düşürmedim göz yaşını yere

 

Dördüncü altı dizelik birimde; şair, yaşama öyle tutundum ki her yanımdan beni yok etmeye çalışmalarına karşın Anka gibi kendi özgürlüğümü ve gücümü yeniden kendim doğurdum diyor. Yeniden var ettiğim yaşama tutunma biçimimi yok etmeye çalışmalarına karşın senin (anne) sevgin sayesinde öyle direndim ki sevgine zarar verecek hiçbir şeye izin vermedim diyerek anne -kız arasındaki sevgi bağının gücünü dile getirmektedir. 

 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

tanrıya yemin ettirdim

öldüğümü sana söylemesin.

 

Son üç dizede şair; “ben senin en hassas yerinde bir çiçeğim; sen beni öyle seviyorsun ki, ben de seni öyle seviyorum ki benim ölümüme dayanamayacağını biliyorum; senin bunu duymaman için tanrıyla sözleştim” diyerek duyduğu anne sevgisinin yüceliğini daha sıra dışı ve lirik bir biçimde dile getiriyor. 

Not: Şiir dili örtük bir dildir ve okurda yaratacağı imgelem uzamı oldukça geniş tutulmalıdır.  Şiir sanatında sözcük ve söz kaynaşmalarının doğurduğu anlamsal alanlar oldukça geniştir ve algılanıp anlamlandırılması okur beyninin tasarım gücüne bağlıdır. Sanatsal ve şiirsel dil, çoğu zaman kuralları kırar ve kendine uygun umulmadık yöntem oluşturur. Kalıcı, etkileyici, tasarımlayıcı bir anlatım dizgesi kurabilir.

Sonuç olarak, anne-kız sevgi bağına ilişkin etkileyici bir anlam alanı kurulmuş ve şiirde anlam bütünlüğü (bağdaşıklık) sağlanmıştır. Şiirde kurulan anlam alanının duygu değeri yüksektir; duyarlılığı ve coşumu besleyici bir içeriğe sahiptir.  Bunlara karşın; şair, şiirde anne-kız sevgi bağının dışına uzanan çoğul anlam alanları yaratabilirdi. Her ne kadar sevgi bağını sarsıcı bir dille vurgulamış olsa da daha geniş bir anlam uzamı yaratarak okur imgelem olanaklarını artırabilirdi. Şiirin anlam alanı belirlenen tema çerçevesinde ve dar bir alanda kurgulanmıştır; bu da çoğul anlam, rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem doğuracak söz ve söz tamlamaları kullanımını sınırlamıştır. Örneğin anlamsal karşıtlıktan hiç yararlanılmamış; bunların yanında anlamsal sapma, eksiltili anlatım ile çoğul anlam taşıyabilecek söz ve söz tamlaması çok az kullanılmıştır.   

 

b.    Rastlantısal Anlam (Rastlantısal Anlam Kuramı)

Okurun algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyebiliriz. Bütün sanat dallarında okur ve eser arasında oluşan böyle bir anlamsal süreç vardır; algı-anlama-düşünme sürecinde mutlak oluşan bir durumdur. Genellenebilir, tanımlanabilir, aynı sonuçlara ulaşır ve izlenebilir olması nedeniyle kuram niteliği olduğu değerlendirilerek önerilmiştir.

Rastlantısal anlam; gerek çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı olarak oluşan ve okur imgelem olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına taşıyan tabakadır. Buna göre;

Rastlantısal anlam, her okura göre değişiklik gösterir. Bunu örneklendirmek için şiiri bir baba gözünden değerlendirmeye çalışalım. 

“Annenin rahminde çocuk bahçesiydin” benzetmesi bir baba için varoluşun temel ereği olan neslin sürekliliğini anımsatacak ve anne gibi sabırsız bir bekleyişten ziyade daha sabırlı ve yaşamsal risklere karşı tedbir aşaması olarak geçecektir. “Çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı” dizesindeki “çığlık” sözcüğü baba için kendi yüreğine saplanan ve bebeğin korunması gereken bir dize olarak belirecektir. Bir kız çocuğunun nefesinde tanrının uyuması babayı anneden daha farklı bir duygu durumuna ve imgelem dünyasına taşıyabilecektir. 

İkinci dörtlükteki dizeler, bir baba için cıvıltılı bir yaz değil, bir evladın güvenliği ve risklerin kontrolü için mücadele zamanı olacaktır. Anne duyguları gereği risklere hazırlıksızdır; ancak baba bunlara önlem geliştirmek durumunda hissederek daha farklı bir anlama ulaşacaktır. Bu dizeler aynı zamanda babanın belleğinde kalıcılık taşıyan duygu yaşanma biçimlerini de ortaya çıkarmaya, anımsatmaya ve yaşatmaya adaydır. Örneğin, “ışıklı sularda gerinen ay” dizesi bir kız çocuğunun mum ışığında minik ve tombul bedenini anımsatacağı gibi bir sevgilinin gerinerek uyanışına düşsel olarak görmesini de sağlayabilir ya da daha değişik bir anlam alanı doğurabilir.

Üçüncü beşli birimde; kızının anne sevgisine karşı duruşu baba için bir gurur kaynağı olurken annenin çektiği zorluklar onun için bir ezikliği, elinden bir şey gelmemesinin acısını doğuracaktır. Örneğin herhangi bir okur için daha farklı anlam uzamı doğuracaktır.

Dördüncü altı dizelik birimde; kızın anne sevgisinin yüceliğine karşı tutumu, küllerinden yeniden doğmak durumunda kalması ve zorluklar yaşaması anneye gurur verirken babayı acıma duygusuna götüren daha nesnel bir anlam alanı doğuracaktır.

Son üç dizede; “annenin rahminde” tamlaması ve ölüm” dışında çoğul ya da rastlantısal anlama yönelen bir çağrıştırma yok gibi görünüyor. Rahim erkek için farklı bir anlam alanı açar; sadece üretkenliği değil, korunması, saklanması gereken bir masumiyet alanıdır. Batıl inançlar gereği söylenmesi bile çoğu yerde ayıp karşılanarak saklanır. Dolayısıyla rahim sözcüğü ve çocuk bahçesi tamlaması babayı daha farklı bir imgelem alanına taşıyacaktır. Özetlersek şairin kullandığı sözcük ve kurduğu imgelerin anlamsal karşılığı okurun bellek ve bilgi birikimine göre şekillenir. Şairin söyledikleriyle okurun ulaştığı anlamsal alan birebir örtüşmek zorunda değildir. Dil sanatlarında daha belirgin ve ele alınması gereken önemli bir durumdur bu. Çağdaş sanat anlayışındaki hareket olgusundan kaynaklanır ve bütün sanat eserlerinde arzu dilen bir gerekliliktir.

Şiir anne-kız sevgi bağı teması üzerine kuruludur. Bu bağ doğal ve her durumda yaşanan bir gerçekliktir. İşte bu nedenle şiirde, zamana ve bilginin gelişimine bağlı olarak anlamsal genişleme veya dönüşüm beklemiyoruz…

Not: Örtük ve anlam alanı geniş dil kullanan sanatlarda, çokanlamlılık, çağrışımda rastlantısallık dolayısıyla anlamda rastlantısallık mutlaktır.

 

c.    Üst anlam

Gerçek Anlam Tabakası ve Rastlantısal Anlam Tabakasında ulaştığımız sonuçları değerlendirdiğimizde; anne sevgisi ve anne-kız arasındaki özgün duygusal bağın yüceliği üst anlam olarak beliriyor.

Şiirde anlam bakımından değişik alanları kapsayan “çağrışım çekirdeği” kullanılmamıştır. Bu şiirin, anne kız arasındaki salt sevgi bağına yönelmesi nedeniyle, “çoğul anlam” üretme veya “rastlantısal anlam” doğurma gizilgücü düşüktür.

 

3.         Anlatım Katmanı

Şiirin şiir olmasını sağlayan şey, anlamın üzerine giydirilmiş anlatımdır; doğal dili aşan, okur duygularını ezen ve algıyı sarsan anlatımdır. Bu nedenle, anlatımın gücü yazın sanatlarında ayrı bir yetenek ve ustalık konusudur.  

 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek kadar

çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı

her akşam nefesinde uyurdu tanrı

 

senin içindi işte cıvıltılı yazlar

ışıklı sularda gerinen ay

sanaydı en tazesi sabahların

en uslusu gecelerin

 

tenimle, tinimle, terimle serildim

bir damla karanlık değirmedim gözüne

sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra köşelerden

yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı saçlarına

çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler

 

tutundum tüm hücrelerimle

direnç ağacının dallarına

yaprak yaprak yaktılar

küllerimden doğurdum yılkı atlarımı

koşaradım vurdular

taylarım seyis kırbacında ah oldu

yine de düşürmedim göz yaşını yere

 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

tanrıya yemin ettirdim

öldüğümü sana söylemesin.

 

Şiirin başlığına ve ilk dizelerine baktığımızda şunu görürüz: Konu dallanıp budaklanmadan bir özneye yöneleceğini ve öznenin bir bağı ile ilgili olacağıdır. “annenin rahminde çocuk bahçesiydin” dizesinde vurucu ve algıyı sarsıcı bir imge ve şairde imgelem derinliği görürüz. Bu dize, aynı zamanda iyi bir anlamsal sapma oluşturmuştur. “Rahim” hem anlamsal hem de okur nezdinde karşılık olarak etkin bir sözcüktür ve çocuk bahçesiyle birlikte kullanılması iyi bir alışılmadık bağdaştırma oluşturur. “güneşe uçan kırlangıçlardı”, “nefesinde uyurdu tanrı” iki açıdan ele alınmalıdır; ilk olarak bunlar alışılmadık bağdaştırma ve çok güçlü bir imge dünyası kurmuştur. İkincisi ise bu alışılmadık bağdaştırmalar, şairin imgelem dünyasının (esin kaynakları dahil) ne kadar yoğun ve donanımlı olduğunun ayrı bir yansımasıdır. Bunlar sadece şairin yaratıcılığı değil; bilgi ve bilginin yorumu üzerine kurulmuş imgeler olarak karşımıza çıkar. Şiirde, anlam ve anlamın duygu değeri üzerine giydirilen anlatım, okuru aşan, yani okurun duygularını ezen bir dil görünümdedir.

“cıvıltılı yazlar, tazesi sabahların, en uslusu gecelerin” bağdaştırmalarıyla annenin gözünden kız çocuğunun dünyası anlatılır; burada “gerinen ay” alışılmadık bağdaştırması en dikkat çekenidir. Gerinen ay; alışılmadık bağdaştırması/imgesi gerçekliğin bir gerçeklikle benzetilmesi ve örtüştürülmesidir. Okurda hem ‘rastlantısal anlam’ hem de ‘çağrışımsal imgelem yaratma gücü açısından önemlidir.

“damla karanlık, bedensiz gölgeler, alçak cüceler” nitelemeleriyle şair annesinin didinmelerini, yaşamsal çabalarını ve yaşadığı sıkıntıları vurgulayarak sevgileri karşısında  bunların ‘aslında hiç’ olduklarını yalın bir anlatımla vermiştir.

“direnç ağacının dallarına//küllerimden doğurdum yılkı atlarımı//taylarım seyis kırbacında ah oldu” dizeleriyle anne sevgisinden güç alarak yaşam mücadelesini kararlılıkla verdiğini, kendisini yeniden var ettiğini buna karşın sevgi bağını zedeleyecek bir şey yapmadığını sarsıcı bir dille anlatır. “küllerimden doğurdum yılkı atlarımı//taylarım seyis kırbacında ah oldu” dizeleri, deyim aktarması, benzetme, anlamsal sapma ve uzak çağrışım açısından güçlü anlatım örneğidir. 

Son olarak, “annenin rahminde çocuk bahçesiydin” ilk dizesiyle anlamsal bütünlüğü (bağdaşıklık) sağlamak ve vurgulamak için yineleme yapar. “tanrıya yemin ettirdim//öldüğümü sana söylemesin.” dizesiyle gerçek üstü bir görünümü gerçekmiş gibi gösterir. Gerçeküstünün gerçekliğe taşınmasında oldukça usta bir söyleyiş biçimidir bu. Bu dizelerle; algıyı sarsıntıya uğratmış, okurun duygularını aşan bir gerçeklik yaratmış ve anne-kız sevgi bağını daha da güçlü vurgulamıştır. Söyleyişini olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşe taşıyarak okuru hayranlığa taşımıştır. Şiir akıcılık, yalınlık, çekicilik ve anlaşılırlık açısından oldukça iyidir; ancak şair, okuru çoğul bir anlama yöneltmek ve çağrışım yelpazesini daha geniş tutmak için şiirde eksiltili anlatım, çoğul anlama yönelen söz ve söz tamlamalarına çok yer vermemiştir.

 Anlatımdan anlama yönelmek, şiire özgü ayırıcı bir özelliktir.

 Şair, şiirinde anlatımdan anlama yönelerek algı uyarıcı olanakları yerinde kullanmıştır. Şiir; alışılmamış bağdaştırma, benzetme, değişmece, değinmece gibi söz sanatları ile okurda bakış ve düşün açısını değiştiren, mantığına yumruk atan ve şiir diline estetik değer katan anlatıma sahiptir. Anlam ve anlatım bütünselliğini çok iyi tasarlamıştır; yalın bir dil ile anne-kız sevgisini daha duyulur kılmış ve duyarlılık yaratacak duygu değerlerini etkin kullanmıştır. Yalın, içtenlikli, özgün, özlü ve coşkulu anlatımla lirizmi doğurmuştur. Şiirinde algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanmaksızın şiirsel/sanatsal bir yaklaşım sergilemiştir.

 

4.         Ses Katmanı

Not: Tonlama ekseni ve ezgi ekseni, şiirsel ezgi eksenini doğurduğundan ve bunlar aynı eksen üzerinde hareket ettiğinden dolayı yinelemeye düşmemek için, şiir “şiirsel ezgi ekseni” açısından incelenecektir.

 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

hiçbir bekleyiş uzun değildi seni beklemek kadar

çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı

her akşam nefesinde uyurdu tanrı

 

Bu dizelerde -in- sesi, patlayıcı tonsuz -ş- ve -ç- sesi ile titrek -r- sesi baskındır; bu seslerin harmonisiyle şiirsel ezgi doğabilir. Ayrıca -u-, -ı- -a- ve -e- sesi dengeli kullanılarak ses uyumuna öncelik verilmiştir. -in-ı-ç-ş-r sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu oluşturulmaya çalışılmıştır.

-r- sesi ve -ı- sesiyle düşey ses uyumu sağlanmıştır. (kadar, kırlangıçlardı, tanrı)

 

senin içindi işte cıvıltılı yazlar

ışıklı sularda gerinen ay

sanaydı en tazesi sabahların

en uslusu gecelerin

 

-in-u- ve akıcı -y- sesiyle iç ve dış ses uyumu sağlanmış ve şiirsel ezginin altyapısı şair tarafından oluşturulmuştur. Düşey ses uyumu sadece -n- sesiyle verilmeye çalışılmıştır.

 

tenimle, tinimle, terimle serildim

bir damla karanlık değirmedim gözüne

sonra bedensiz gölgeler uzandı en ücra köşelerden

yüzsüz yüzler, alçak cüceler uzandı saçlarına

çoktular, belki tektiler, aslında hiçtiler

 

-i-im-r-, akıcı -y-l- sesi ve -u seslerini -ş-ç-c- ile tonsuz patlayıcı ses haline dönüştürerek şiirsel ezginin altyapısını kurmuştur. Yatay ses uyumu iyi ancak düşey ses uyumu çok iyi değildir.

 

tutundum tüm hücrelerimle

direnç ağacının dallarına

yaprak yaprak yaktılar

küllerimden doğurdum yılkı atlarımı

koşaradım vurdular

taylarım seyis kırbacında ah oldu

yine de düşürmedim göz yaşını yere.

 

Tonsuz patlayıcı (-k-p-t-) sesler ile tonlu patlayıcı (-d-c-) sesleri yerinde kullanmış ve şiirsel ezgiye esas ses uyumu oluşturulmuştur. Ancak burada “diren(Ç) ağacının…”  dizesinde -ç- sesi patlamıştır. “Direnç” sözcüğü yerine tonlu veya akıcı sese sahip başka bir sözcük kullanılabilirdi. //çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı// direnç ağacının dallarına// dizelerinde söyleyiş zorluğu göze çarpmaktadır. Ritim ve vurguya esas seslerde (p-k-t-ç) kısmen patlama vardır. Şiirsel ezgiye esas düşey ses uyumuna dikkat edilmemiştir. 

 

annenin rahminde çocuk bahçesiydin

tanrıya yemin ettirdim

öldüğümü sana söylemesin.

 

-in-im hece ve -ö-ü- sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu sağlanmaya çalışılmış ve şiirsel ezgiyi iyi seviyede oluşturmuştur. 

Şiiri şiirsel ezgi açısından değerlendirdiğimizde, dize bütünlüğünde yatay ses uyumuna dikkat edildiği; ancak düşey ses uyumunda kısmen uyumsuzlukların olduğu görülmektedir. Buradan şunu söyleyebiliriz; şair yatay ses uyumunda oldukça başarılı ancak düşey ses uyumunda biraz dikkatsiz davranmıştır. Şiirde anlamsal ritim ve dizeler içi ritim ile tonlamaya esas sesler uygun oluşturulmuştur. Dördüncü yedi dizelik birimde, kısmen zorlama ve vurgu ile tonlamaya esas sesler birkaç yerde baskındır; bu yüzden sadece bu bölümde okur şiirsel ezgiyi kurmakta zorlanabilir.

Sonuç: Şiire şiirsel ezgiye esas söz ve ses dizilimi açısından baktığımızda, yatay ses uyumu çok iyi, düşey ses uyumuna yeterince dikkat edilmemiştir. Anlamsal ritim ile dize içi ritme esas ses kurgusu çok iyidir. Şiirsel ezgiye esas yatay ses altyapısının çok iyi seviyede, düşey ses altyapısının ise orta seviyede kurulduğunu söyleyebiliriz.

  

5.         Çağrışım Katmanı 

a.    Çağrıştırma Tabakası

Çağrıştırma tabakası, okurda anlamsal, işitsel ve görsel uyaranlar ile yönlendirmeleri sağlayan varlıklar düzlemidir. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı sağlayan enstrümanların oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran somut ve soyut veriler dizinidir. Çağrışım çekirdeği ise okurun kültür ve bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz varlıklarıdır. İncelemenin bu aşamasından itibaren okurun şiirin varlık katman/tabakalarını algı biçimi esas konumuz olacaktır.

Çağrışım çekirdekleri;

annenin rahmi, çocuk bahçesi, çığlıkların güneşe uçan kırlangıçlardı, nefesinde uyurdu tanrı, cıvıltılı yazlar, ışıltılı sular, gerinen ay, taze sabahlar, uslu geceler, terimle serildim, damla karanlık, bedensiz gölgeler, yüzsüz yüzler, alçak cüceler, aslında hiçtiler, direnç ağacının dallarına, yaprak yaprak, küllerimden doğurdum, yılkı atları, koşaradım vurdular, seyis kırbacı, tanrıya yemin ettirdim.

Her sözcüğün bir çağrışım gücü vardır; ancak burada imgesel değer taşıyan söz ve söz tamlamalarını esas almak durumundayız. Yukarıda çıkarılan söz ve söz tamlamaları, daha geniş çağrışım gücüne sahip olanlardır. Maksadımız, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını belirleyerek şiirin çağrışım ve imgelem yaratma gücünü ortaya çıkarmaktır.

 

b.    Çağrışımsal İmgelem Tabakası

Çağrışımsal imgelem tabakası, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal durumlar yaratma alanıdır. Okur ve eser arasında oluşan imgelem süreci vardır; algı-anlama-düşünme sonucunda mutlak oluşan/yaşanana bir durumdur. Genellenebilir, tanımlanabilir ve izlenebilir olması nedeniyle kuram niteliği olduğu değerlendirilerek önerilmiştir.

Bu durumu birkaç örnek ile açıklamaya çalışalım.

Çağrışım çekirdeklerini ele aldığımızda;

annenin rahmi: okurda cinsellikten üretkenliğe kadar geniş bir çağrışım yelpazesine sahiptir. Okur belleğine ve yaşamsal algılarına göre değişiklik gösterme gizilgücü vardır. çocuk bahçesi: şiirdeki imgesel değeri yanında çocuk bahçesinden çocuğun oyun dünyasına kadar geniş bir çağrışım yelpazesini önümüze açar. cıvıltılı yazlar, taze sabahlar, uslu geceler: okurda  nitelendirilmiş  zamanlardaki başından geçen olaylardan başlayıp belleğinde yer eden önemli olaylara kadar çağrışım saçağı  yaratma gizilgücü vardır. “cıvıltılı yazlar, taze sabahlar, uslu geceler” gibi bağdaştırmalar, insanın zaman ile olan ilişkisini ve belleğinde yer alan yaşamsal anıları canlandırır; bu yüzden okurda çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü yüksektir.  

Şiirin söz dizilimine ve imge kurgusuna baktığımızda, anlam alanının bir noktaya/duyguya yoğunlaşması nedeniyle okur zihninde sınırlı çağrışımsal bir alanın yarattığını görüyoruz.  

Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Şiir; ilk okuyuşta anlaşılabilir, yalın, algı sarsıcı, alışılmadık bağdaştırma ve imgeler aracılığıyla okurda çağrışımsal imgelem yaratma olanağına sahiptir. Ancak, sözcük ekonomisine fazlaca yer verildiğinden, söz dağarı ve imge kurgusu bakımından okuru çağrışımsal imgeleme yöneltme gizilgücü kısmen sınırlıdır. Başka bir deyişle, şiirde söz ve söz tamlamalarının anlam bağlamları salt sevgi üzerinde yoğunlaştığından, okur belleğinin harekete geçirilmesi sınırlı bir alanda sağlanabilir. Bu da okurun daha geniş imgelem uzamına açılmasını kısıtlar.   

  

c.    Rastlantısal İmgelem Tabakası 

Rastlantısal İmgelem Tabakası, şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da bağımsız söz varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan, eserde beklenmeyen ve kastedilmeyen imgelem olanaklarıdır. Şiirdeki bir sözcükten ulaşılabileceği gibi tamlama, dize veya şiirin bütününden ulaşılabilen bir imgelem sürecidir. 

Örneğin, alçak cüceler: Okur, karakter olarak zayıf insan tipinden masallardaki yedi cücelere ve yaşamında karşılaştığı cüce insanların davranışlarına kadar rastlantısal olarak, hangisi belleğinde daha fazla yer tutmuş ise o görüntüler zihninde canlanır ve onları zihinsel olarak yaşar.

yılkı atları: yılkı atı özgürlüğün ve doğaya karşı verilen savaşın sembolüdür. Çoğunlukla bu özelliği zihnimizde görüntülenirken bu atları işinde kullanmış insanlar, ister istemez atlarıyla olan iş ilişkisi zihinlerinde görüntülenecek ve o anları zihnen yeniden yaşayacaklardır. Aslında şiirde özgürlük, güç ve zorluk kastedilmiştir ama okur kendi belleğindekini yaşamaya başlamıştır; yani rastlantısal imgelem süreci başlamıştır.

Şiirdeki bütün çağrışım çekirdeklerini ayrı ayrı incelemeden şunu söyleyebiliriz: sözcük seçimi, söz sanatları ve imgeler, anne-kızın karşılıklı sevgisi bağlamında yapılmış olsa bile şiirin bütününün rastlantısal imgelem yaratma gücü olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şiirde çoğul anlam olanakları, eksiltili anlatım ve örtük dil yeterince kullanılmamıştır. İşte bu durum, okurda rastlantısal anlam doğurma gizilgücünü kısmen sınırlar. 

 

6.         Coşum Katmanı

 

Coşum, şiirde incelediğimiz toplam altı katmanın okurla ilişkisinden doğan duygulanım sürecidir; estetik haz/estetik beğeni doğmadan önce okur duygularındaki duyarlılık ve taşkınlık durumudur. Başka bir deyişle, estetik beğeniden önce izleyici/okur duygularının belli bir kıvama taşınmasıdır.

Anlamın duygu değeri, anlatımın sarsıcılığı ve sesin uyumu ile çağrışım zenginliği, okurda duygulanım ve duyarlılık süreci başlatacaktır. 

Bu şiirde anlam ve anlam bağlamında kurulan imgeler, en hassas olduğumuz bir konu ile ilişkilidir. Çocuk sevgisi ile sevgi bağının dışavurumudur. Dolayısıyla duygu değeri oldukça yoğundur ve okurda duygulanım ve duyarlılık yaratma gizilgücü yüksektir.

Anlatım; sıra dışı, algı sarsıcı ve yalındır. Anlaşılabilir, okuru kavrayan ve okurun duygularını ezen bir anlatım kurmuştur şair. Bu yüzden anlatımın coşumu sağlama gücü yüksektir.

Okurda coşumu sağlayan en etkin fiziksel varlık şiirsel ezgidir. Şiirsel ezgiye esas ses uyumu birkaç söyleyiş zorluğu ve patlama dışında iyi seviyede kurulmuştur.

Şiirin çağrışım gücü, sınırlı bir anlam alanının esas alınmasına bağlı olarak arzu edilen yoğunlukta değildir. Ancak hedeflenen anlam alanı göz önüne alındığında bu çerçevede rastlantısal ve çağrışımsal imgelem yaratma gücü vardır.

Okurda duygulanım ve duyarlılık sürecini yaşatacak en hassas anlam alanı ele alınmıştır; bu da okurda coşum katsayısını artıran bir durumdur.

Tutku, duygu ve özlemlerini; yalın, içtenlikli, özgün, özlü ve coşkulu bir biçimde anlatması şiirde lirizmi doğurmaktadır.   

Sonuç olarak; şiirin coşum değeri oldukça yüksektir.

 

7.         Estetik katmanı

 

a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası

 Şiir ile okur iletişime geçtiğinde, eserin üzerinde iyi, yüce, oran, simetri, güzel, uyum gibi kavramların toplam değerini hissederiz ki buna sanat eserindeki “estetik değer” diyebiliriz. Anlatım, ses, anlam, çağrışım ve coşum, hoşlanma ve haz duygusunu harekete geçiriyorsa şiirde estetik değer güçlüdür sonucuna ulaşabiliriz. 

Şiiri inceleme sonuçlarına dayanarak estetik değer açısından ele aldığımızda; anlamın duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü oldukça yüksektir. Anlatım yalın, sarsıcı ve etkileyici dil ile kurulmuş, lirik bir söyleyiş yaratılmıştır. Şiirde okurun en duyarlı olduğu konu ele alınmış olmasına karşın şiirin çağrışım olanakları biraz kısıtlıdır. Ses uyumu ve çağrışımda göz ardı edilebilecek birkaç zayıf nokta hariç şiir iyi seviyede kurgulanmıştır. Şiirin coşum değeri oldukça yüksektir. Anlam ve anlatım temanın uzağına taşmadan örgütlenmiştir. Şair açık açık söylemediği halde okurun anlam kapsamından ulaşacağı imgelem olanakları güçlüdür. Şiir; ses, anlam ve anlatım bakımından okur üzerinde etki kurabilecek zenginliktedir. Sonuç olarak, şiirde estetik kaygıyı tetikleyecek donanım vardır ve şiir yüksek estetik değere sahiptir.

   

 b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası

Estetik algı ve estetik değer yargısı, insanın yaşamsal algıları ile bir bütündür ve her insan zihni bu algı ve yargı için hazırdır. Şairin okurda hazır olan bu estetik algı ve yargıyı doğru harekete geçirmesi ve uygun yönetmesi gerekir. İnsan güzeli arar, güzele ihtiyaç duyar, mutluluk ve huzuru güzellikte bulacağına inanır; güzellik kaygısı aynı zamanda dürtü ve güdülerin yönlendirdiği bir gerçektir. Bunun adına da “estetik kaygı” denir. Estetik kaygı; kültür, bilgi, birikim, toplumsal olgular, yaşamsal değerler ile yaşamsal süreçte yeniden inşa edilir. İşte bunlar estetik algının duyarlılığını güçlendirir ve algıyı daha etkin işler hale dönüştürür.

İnceleme sonuçlarına baktığımızda, “annenin rahminde çocuk bahçesiydin” isimli şiir, okurdaki estetik algıyı uyaracak ve ortalama bir okurun anlama-düşünme-duygulanım sürecini tetikleyecek nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Okurun estetik algısı; yaşam, nesne ve evren arasındaki ilişkileri görme/okuma biçimine bağımlıdır. İdeoloji, inanç, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenler, estetik beğeniyi sağlayabilir ya da şiirin tamamen reddine yol açabilir. Okur, duyularını uyaran etkileşimlere karşı her zaman açıktır; ancak duyuların uyarılması inanç ve ideolojik ön kabuller gereği görecelidir. İncelediğimiz şiirde bu risk yüksek düzeyde vardır. (ayrıntısı bir alt tabakada açıklanmıştır) 

 

c.    Durumsal Estetik Değer Tabakası

Şiirin görünüşüne yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya koyduğu toplam estetik değer ve estetik algıyı “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diye tanımlamamız gerekir. Başka bir deyişle, bu tabaka tarihsel birikimlerden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal değişime kadar olan görüngülerin zihinde canlandığı alandır. Bu tanımlama ve inceleme sonuçlarından yola çıkarak;

Şair; donanımlı, esin kaynakları güçlü, imgelem yetisi yüksek, yetkin, kültürlü ve çağdaş düşünce yapısına sahiptir; çağdaş ve sevgi ortamında yetişmiş olduğu şiirinden ilk göze çarpanlardır. Ortaya koyduğu eser de yetkinliğini kanıtlar durumdadır. Ancak sanat eserinin asıl hedefi okurdur/alıcıdır. Sanat; sanatçı, eser ve okur (alıcı/izleyici) üçgeninde bir değer taşır. Öyleyse, okura göre düşündüğümüzde şiirdeki estetik değer ve estetik yargı hakkında nasıl bir sonuç ortaya çıkar?

İnceleme sonuçlarına göre şiiri ele aldığımızda, ortalama her okur için estetik yargı olumludur ve şiirin estetik değeri yüksektir. Ancak “her akşam nefesinde uyurdu tanrı” ve “tanrıya yemin ettirdim” dizeleri (bana göre çok güçlü imgelerdir) radikal inanca sahip insanlarca şiirin tamamının reddine neden olacaktır. Estetik beğeninin göreceliliği gereği, bu durumda estetik değer ve olumlu estetik yargıdan bahsedemeyiz. (Not: Şair elbette bunları dikkate almamalıdır; kendi imgeleminin kurduğu eseri ortaya koymalıdır; ancak biz eseri incelerken bunları sorgulamak durumundayız.) İdeolojik veya dinsel yaklaşımı tutucu olan bir şairin imgeleminden doğan şiir de çağdaş bir insan için aynı sonucu ortaya koyacaktır. Ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenlerin hem şairde hem şiirin oluşturulmasında hem de estetik algı ve yargının oluşumunda etken olduğu düşüncesinden hareketle “durumsallık”tan söz ediyoruz. 

Bunları dikkate alarak sağduyulu bir yaklaşımla, şiirin “durumsal estetik değeri” yüksektir; ancak risk taşımaktadır, diyebiliriz. 

 

C.   SONUÇ

Şairin esin kaynakları zengin ve imgelem yetisi yüksektir; dünya, nesne, yaşam ve insan ile aralarındaki ilişkiyi okuma ve yorumlama olanakları güçlüdür. Şiirinde bire bir anlatım tekniğini kullanmamış, ‘yansımanın gerçekliği’ni esas alarak şiirini kurmuştur. Yalın, sıra dışı ve etkileyici bir dil kullanmıştır. Şiir etki ve duyarlılık yaratma açısından oldukça başarılıdır.  Sözcük seçimi ve ekonomisi çok iyidir. Anlatım anlamı güçlendirirken anlam da anlatıma yönelmiştir. Şiirde algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanılmamış, şiirsel/sanatsal bir anlatım sergilemiştir.

Şiirde biçim, anlam ve anlatım çok iyi seviyededir. İmge ve anlam bütünlüğü dengelidir. Anlamsal ritim uygun kurulmuştur. Etkin ve yetkin bir şiirdir. Ses ve çağrışım katmanlarında birkaç küçük ayrıntı dışında şiirsel ezgi ve çağrışım olanakları iyi seviyededir. Coşum değeri yüksektir. Şiir, çağına ve çağdaş sanat anlayışına uygun niteliktedir.

Şiir yüksek estetik ve sanatsal değere sahiptir.



[1]   Ontik; Nesnel ve duyusal varlıklar katmanlarından oluşan

[2] İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.

[3] Ortam’ın sanat/şiir üzerindeki etkisi ayrıca estetik katmanında incelenecektir.

[4]  Rastlantısal Anlam Kuramı; insanla eser ilişkisinde oluşan özel bir durumu tanımlayan yeni bir tespit ve öneridir.  Daha ayrıntılı olarak, “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitapta açıklanmıştır.

[6] Özmen Y., “Bir Damla Suda Halkalar” Temren Yayn., Şubat 2018

[7] Çağrışım saçağı, şiirin/eserin okurda çağrışım sonucu yarattığı imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir.

[8] Tabaka; Katmanları oluşturan alt varlık alanlarıdır.

[9] Çağrışım çekirdeği; bir eserde var olan, okura etkin, çelişkili veya çekici gelen, okuru kendi yaşamsal ve duyumsal izlerine taşıyan, okuru anımsatma yoluyla arzuladığı düş dünyasına götüren veya okuru imgeleme yönlendiren söz, söz öbeği veya anlamsal tasarımlardır.

[10] Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitabımda öne sürdüğüm bir kuramdır. Bu metin, çağrışımsal imgelem kuramını açıklamaya yönelik hazırlanmıştır.

[11] Yorumlanmış ve görüntüye taşınmış bilgi. 

[12] Y. Özmen, “Bir Damla Suda Halkalar” Temren Yayn., Şubat 2018, “Büyüdükçe Bir Daha Kırılıyor” isimli şiir.

 

[14] Süre, sınır, durak, ritim, vurgu, ton, şiddet ve ezgi gibi sesbilgisel terimlere “parçalarüstü birimler” denilmektedir. (M.V.Coşkun, Türkçe’nin Ses Bilgisi)

[15] Şiirsel ezgi, şiirin anlam ve ortamı ile duygu değerine uygun özel olarak oluşturulan bir ezgi türüdür. Müziksel ezgi ve konuşma ezgisi arasında bir ezgi türü olduğu varsayımı ile ele aldığım bir kavramdır.

[16] Bürün: Sesbirimsel özellikler bütünü.

[17] “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitapta ileri sürülen teknik ve kuramlar çerçevesinde şiir incelemesi yapılacaktır. (Yaşar Özmen, Trend Yayınları, Kasım 2018)

[18] Ontik; Nesnel ve duyusal varlık alanlarından, katmanlarından oluşan

[19] İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.

[20] İmgelem; toplam bilgi birikimimiz, belleğimiz ve bilincimizin zihinsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, ilişkiler, düşler, sezişler, anlamsal görünüş ve görüntülerdir.

[21] Çağrışım çekirdeği, çağrışım doğurma gücüne sahip, ilginç, dikkat çeken söz, tamlama veya bağdaştırmalar.

[22] Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım katmanlarıdır.

[23] Çağrışım saçağı, şiirin/yapıtın okurda çağrışım sonucu yarattığı imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir.

[24] Veysel Çolak, Yansımanın Gerçeği, Mühür Yayınları, 2009.


Şiir Çözümleme Tekniği Yaşar Özmen


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ (Sanatsal Denemeler-4)

Sanata Çözümlemeli Bakış, Sanatsal Denemeler-4, Yaşar Özmen       SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ   (SANATSAL DENEMELER-4)   Yaşar Özmen ...