Sanatsal Denemeler (Denemeler-3)

 


Sanatsal Denemeler-3 Yaşar Özmen


 









Sanat ve bilim, insanlığın ortak dilidir. Barışın ve yaşanabilir dünyanın tek güvencesidir. Birbiri içerisindeki bu iki alan, hiçbir gerekçeyle kirletilmemelidir.








 

SANATSAL DENEMELER

 (DENEMELER-3)

Yaşar Özmen

 

 

 

 

Sayısal Sürüm-1

Mart 2021

ISBN: 978-605-74589-2-6

Kapak ve Kitap Tasarım: Yaşar Özmen

 

 


1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1989’da Kara Harp Okulu Makine Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. TSK’dan 2014 yılında emekli oldu.  Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. Sanat felsefesi, yazın, fotoğrafçılık, resim ve şiir gibi sanata yönelik konularda kurs ve çalışmalarını sürdürmektedir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Yayımlanan Kitapları:

Bir Damla Suda Halkalar, şiir kitabı, 2018, Temren Yayınları.

Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, 2018, Trend Yayınları.

Umut Bekler Bizi, Görsel-Sayısal Şiir Kitabı, Mayıs 2020, (e-kitap)

İmgelem-İmge-İmgelem (Denemeler-1) (e-kitap) Vedat Günyol 4. Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü, Mayıs 2020

Şiir/Sanat Çözümlemesi (Denemeler-2) (e-kitap) Mayıs 2020, Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme dalında “Turgut Uyar’ın ÜÇYÜZBİN Şirinin İncelenmesi” üçüncülük ödülü alan inceleme bu kitaba alınmıştır.

UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat Kaygusuz Abdal 11. Şiir Yarışması Seçici Kurul Özel ödülüne uygun görülmüştür.

ŞİİR SARNICI (E- DERGİ)’nın, kurucusu, editörü ve yöneticisidir.    

Sardunya Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve Nar Öykü/Şiir Seçkisi’nde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır. 06 Mart 2021

  

İÇİNDEKİLER

Giriş………………...…….…………………….………………….6

Neden Sayısal Kitap (e-kitap)…….…….…………………………8

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-1..................................................11

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-2………………………….………18

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-3..................................................22

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-4………….…………….….…....26

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-5………….……………….…...…30

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-6…………………………......……36

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-7...………………..………….…....41

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-8...…………….................................47

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-9………………………….…………53

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-10………………………….…………60

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-11………………………….…………65

Kısa Kısa Deneme Deneyelim-12………………………….…………72

Eleştiri ve Eleştirinin Eleştirisi………………………......................79

Anlatım Katmanı………………........................................................86

Özgür ve Özgün Sanat………………………....................................93

Herkese Yetecek Kadar Söz Var………………………………..........98

Genellemelerle Boğmayın Şiiri……..….………..............................103

Bilgiye Duyarsızlık………………………………………………….106

Yanlışı Yanışla Düzeltmek………………….….……………….....111

Issız Şiir……………………………………………………..……114

Şiir Yazıları………………………………………………………120

Klasik-Modern-Postmodern-Çağdaş-Evrimsel Sanat…..….….….123

Homeros Edebiyat Ödülleri 2020’nin Değerlendirmesi..…............137

Madımak Yangını Büyüyor...………. .…..… .................................143

Türk Şiiri mi, Türkçe Şiir mi?........................................................146

Şiir Ölüyor mu?................................................................................150

Paradigma Değişimi………………………………………………153

Kendimi Yazayım Bari…………………………………………...159

 

GİRİŞ

İnsanlık, dünya tarihindeki en rahat ve en teknolojik zamanını yaşıyor. Bulunduğumuz zaman; savaşların, afetlerin ve salgınların en az yaşandığı, ölümlerin nüfusun oranına göre çok düşük olduğu bir zaman dilimidir. Gerçeği, bilgi ve onun gücünde bulacağını gören insanlar başarmıştır bunu. Şanslı bir kuşağız. Belki bizimle birlikte birkaç kuşak daha iyi zamanlarını yaşayacak ve günümüzde başgösteren korona-virüs salgını gibi daha başka salgın, afet ve ölümcül savaşalara gebe kalacaktır dünya.

İnsan, havadaki oksijen oranının yalnızca %19-%22 arasında olması durumunda yaşamını sürdürebiliyor. Günümüzün teknolojisi, oksijen oranlarını kolaylıkla değiştiribilecek olanak ve yeteneğe sahiptir. Bunun yanında dünyayı birkaç günde yerle bir edebilecek silah teknolojisine…

Zaten doğal yaşamı yavaş yavaş öldürüyoruz. Teknik üstünlüğün kötüye kullanıldığını düşünürsek tehlike, düşleyemeceğimiz kadar büyüktür. Bu yüzden, gerçeği bilgide bulacağına inanan ve bu bilgiyi en yararlı şekilde kullanabilecek duyarlı insana, yatırım yapmalıyız. Seven ve olumlu duygu taşıyan insana varmalıyız. Sevgi dolu insana varmak için en etkili yöntem, sanat ve sanatsal ortamın etkin olmasıdır, diye  düşünüyorum. Denemelerimin, magazinsel söylemler yerine sanata ve sanatın ayrıntısına yönelik olması bundandır. Ara sıra tırmalıyorum güncel olayları ancak bilindiği gibi durum sanıldığından kötü. Bu tümce, tarihe yazılmak üzere not olsun. Düşündüğünü yazmaktan korkar duruma düşürülmüş toplumlar, toplam aklıyla sorun yaşıyor demektir.

Kitabımın adını, Sanatsal Denemeler koydum. Türkçe; konuşma ezgisiyle, dilbilgisi yapısıyla, kavram-terim-sözcüklerin biribirini doğurabilme yeteneğiyle, köküyle, ekiyle, oldukça güzel bir dil. Hareket, olgu, olay, duygu durumu gibi bazı yerlerde boşluklar olabiliyor. Eklemli bir dil, kabul ediyorum ancak beynin en az veriyle anlamlandırma yeteneğine karşı anlatım kolaylıklarının geliştirilmesi gerekir. Neyse bu derin bir konu, iyisi mi çok ayrıntıya girmeyelim. Ayrıca bazı durumlarda eski kavram, terim ve sözcükleri kullanmak zorunda kalıyorum. Yenileri, istediğimiz derin anlamı doğuramıyor. Örneğin biat sözcüğü yerine. Veya sanatsal denemeler dediğimizde,  sanat içerikli denemelerden mi, yoksa sanata yönelik denemelerden mi söz edilmektedir? Sanata dair diyebilirdim; dair, sözcüğünü sevmiyorum. Ne yapmalıyım?  

Her ne kadar önsöz yazıyor olsam da sınır ve kurallar olmasın istiyorum; gönlümce yazabileyim. Denemeyi, koşulsuz olduğu için seviyorum. Öyle gibi de öyle değil işte. Deneme; deneyim ister, felsefî derinlik ister, sanat bilgisi ister, yaşam bilgisi ister, farklı görmeyi ve duymayı ister. Çoğunluğun yaptığı gibi magazinsel şeyler yazacaksam kağıda yazık olur, okurun zamanına yazık olur, diye düşünürüm.

Denemelerim, sanata yöneliktir. Eğri oturalım ve doğru konuşalım. Günümüzdekiler gibi taraftarlık,  sadakat ve biat temelli işler benim alanım değil. Bilim ve sanat, insanlığın ortak dilidir. Bunlar ne diyorsa o. Ortalarda dolaşan bilgilerden derleme değil yaptığım iş. Uzun bir yolculuğun kısa duraklarıdır. Amacım, sorgulayıcı bir yaklaşımla, sanat bilimi ve şiir sanatının ayrıntılarını sanatseverlerin bilgisine sunmaktır. Türk sanatı ve Türk şiirinin, özellikle sanat felsefesinin; söylemlerden kurtarılıp çağdaş  ve evrensel değer üretmesine katkı sağlamaktır.   

Denemenin kısasına merak sardım son günlerde. Neden biliyor musunuz? Uzun metinleri okuyamamak gibi bir sorunumuz var artık. Günümüz teknolojisi ve hızı, böyle bir sorun yarattı. Bu nedenle olabildiğince kısa deneme denedim. Şöyle bir göz atarsınız. Okumasanız bile sayfayı açıp kapar gibi yaparsanız yeterlidir; günümüz istatistiki verileri böyle tutuluyor. Tüm zamanlardaki okurlarıma saygılarımı sunarım.

1 Mart 2020 Narlıdere/İZMİR  

  

NEDEN SAYISAL KİTAP (E-KİTAP)?

 

İki sayısal (e-kitap) deneme kitabı ve bir görsel-sayısal şiir kitabımı, sanal ortamda yayımladım. İmgelem-İmge-İmgelem isimli kitabım, Vedat Günyol IV. Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü’ne uygun görülmüştür. Buna karşın matbaalara veya yayınevlerine basılması için göndermedim. Okuduğunuz kitap, dördüncü sayısal kitabımdır. Yazar-şair-yayıncı ve okur olarak sayısal kitaba ve bunun uygulamasına hazır olmadığımızı biliyorum. Yayıncılığı rahatsız eden bir durum olduğunu da. Bunun yanında eski alışkanlıklarını bırakamamış bazı yazar-şair dostlarımızın, bundan rahatsız olduklarını gözlemlerimden anlıyorum. 

Bu gelişmenin gelecekte alacağı durumu kavrayamayan dostlarımızın bir kısmı, sayısal yayına uzak durmaktadırlar. Gerekçesi kendilerini ilgilendirir. Hepimiz biliyoruz ki basılı kitabın, derginin, gazetenin yerini hiçbir şey tutamaz; bizim anlayışımıza ve alışkanlıklarımıza göre. Ne var ki kazın ayağı öyle değil artık, yüzer gezer.  El kadar bir aygıt, içinde milyonlarca kitap taşıyabiliyor ve bir tıkla o yayınlara erişebiliyorsunuz. Yolda, kafede, kuyrukta her durumda ve her zaman, cep telefonu veya okuma aygıtlarıyla okuyabiliyorsunuz. Bu durumda, geçmiş olsun kitap kokusu alışkanlığınıza. Zamanla yarışan bir kuşak, elbette elinin altındaki sistemi tercih edecektir. Ben bile çok uzun zamandır elime ansiklopedi ya da sözlük almadım. Sözlüklerin yapacağı işi bilgi sunar ortamında bir tıkla anında yapabiliyorsunuz; sayfa çevirmekle neden zaman kaybedeyim?

Kitap dünyasının, yazarına bir getirisi olmadığını hatta götürüsü olduğunu hepimiz biliyoruz. Emek benden yemek başkasınaysa bu sistemin sorgulanması gerekir. Çözüm üretilmesi gerekir. Gelişmiş toplumlarda en değerli şey, emek ve onun korunmasıdır. Yaşadığımız toplum ve ortamda böyle bir değerden ve onun korunmasından söz edebilir miyiz? Ne yazık ki söz edemiyoruz. Öyleyse buna karşı bir çözüm üretme yoluna gitmeliyiz. Yazarlar sendikası, derneği veya diğer meslek kuruluşlarından konuya ilişkin bir sonuç bekleyecek kadar da düş gören bir insan değilim. Devletin yasama ve uygulama biçimi gereği, bu tür bir soruna kısa sürede çözüm üretebileceğini düşünmüyorum; toplumsal olarak sayısal kitaba karşı ortak bir tepki yoktur ki yasal düzenleme olsun. Dilerim bu teknolojinin altyapısı bir an önce hazırlanır ve yasal düzenlemeleri gündeme gelir.

Araştırıyorum, okuyorum, emek verip yazıyorum, buna karşın bir karşılık beklemiyorum. “Bu kitabı okumak istiyorum ama alacak param yok” diyen bir öğrencinin/okurun okuma isteğine biraz olsun katkı sağlamış olmak güzel bir duygu olmalıdır. Ego tatmini dediğimiz deyim, yararlı bir durumda karşılık bulsun istiyorum. Sanatın öz-içerik ve biçimine ilişkin yeni şeyler söyleyebilecek altyapıya ulaşmışsam bu bilgimi gelecek kuşaklara aktarmak için kalıplaşmış yöntemlere başvurmak zorunda değilim. Emeğe saygısız bir pazarın vitrinlerinde bulunmak istemiyorum.

O demiş, bu koymuş, burası sıradanmış, bu dergi vasatmış, burası şair-i azam makamıymış, burası ünlülerin locasıymış gibi sınıf, ün, protokol, ritüel ve düzey saplantısı; bende yoktur. Bu tür duruş kuruntuları, endüstriyel ve ideolojik saplantıların yarattığı uydurma egemenlik törenleridir. Sanatçının egemenlik kaygısı olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Çok yerde yinelediğim gibi bir kez daha aynı tümceyi kuruyorum: Altının ayarı, durduğu rafa göre değil, kendi saflık dercesine göre belirlenir. Bu nedenle, yararlı ve iyi bir sonuç üretecek her işin içinde bulunmak isterim.

 Maksat yararlı bir şeyler ortaya koymak ve insanlığa sunmaksa işte bir yöntem de sayısal kitaptır. Ben bunu deniyorum, böyle düşünüyorum. Kitaplarımın, söylendiği gibi ucu bucağı olmayan sanal dünyada kaybolacağını da düşünmüyorum. İyi bilgi, sümen altına sığmaz; geleceğini kendisi kurgular.  

Kim ne derse desin, kim nasıl bakarsa baksın, gelenekten aldığım mantığın doğruluk değerinin yüksek olmadığını; halihazırdaki yayın sisteminin uygulanabilirlik durumunun sorgulanması gerektiğini; okuma oranının çok düşük olduğu ülkemizde okurun kitap satın alma tutarının azaltılmasını; okumak isteyene her tür kitaba ulaşmakta kolaylık sağlanmasını; düşünenlerdenim. Bu nedenle okuduğunuz kitabımı, sayısal kitap olarak yayımlıyorum.

 

Not: Yaşama, sanata ve insana bakışımı açıklayan bir deneme olduğundan “Kendimi Yazayım Bari” isimli denemeyi kitabın en sonuna aldım. Merak ederseniz denemeyi kitaba başlamadan önce okuyabilirsiniz. Yazılarıma olumlu duyguyla yaklaşmanız için rehber olabileceğini düşünüyorum. 

      Saygılarımla

 Mart 2021, Narlıdere

 

 

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-1

 NİYE DENEMENİN KISASI OLMASIN?

Her şeyin kısası var uzunu var, incesi var kalını var, ağırı var hafifi var; kısacası kendini niteleyen sıfatları var. Örneğin öykünün bile kısası var; hatta afili olsun diye “küçürek” öykü deyivermişler adına. Yabana atmamak gerek aslında bu ad cuk oturmuş. Kavramlara değil, sözcüklere takılan bazı kafataslarımız, bu ismi pek beğenmiyorlarmış. Halbuki ne güzel, yeni bir sıfat üretilmiş. Neyse konuyu dağıtmayalım: Kısa öyküden çağrışımla, denemenin neden kısası olmasın dedim kendimce. Kısa deneme, denemeye giriştim hemen. Hani deneme öykü gibi de değil; daha özgür bir endama sahip. İçerik kaygısı yok, kapsam kaygısı yok, biçim kaygısı yok, anlatım kaygısı yok, doğruluk kaygısı yok; at atabildiğin kadar yazınımızdaki şiir yazıları gibi. Genelle gitsin. Nasıl olsa çok kişi inanıyor, beğeniyor, paylaşıyor, alkıştan bir de elleri acıyor. Şuraya bakın; denemede eleştiri de yapabiliyormuşuz. Neyse örnek olması için yazılabilecek en kısa denemeyi kısa kısa deneyelim…

 EN KISA DENEME-1

Deneme, deneyime gönül eğlendirmektir; ne deneme tahtası ne de bilginin kâhyasıdır.

 EN KISA DENEME-2

Gündelik yaşamın normal ölçü ve ağırlıklarını, tereyağından kıl çeker gibi başkalaştırdık. Ne kadar da ustayız; iş bulamayan çocuğumuzu çok çalışmamakla suçlayıp üzerimizdeki yükten kurtulduk örneğin.

 EN KISA DENEME-3

Şiir kitabını okurken tek bir ses duymalıyız; şairin sesi. Şairle kafa kol olmalı ve telaşlı dünya aradan çekilmelidir. Öyle olmuyorsa okumayın! Serin bir kavak gölgesinde uyuyun, başınız ağrımaz. Ya da kısa kısa deneme okuyun.

 EN KISA DENEME-4

‘Benim yaşadığım zamanda dolu dolu öyküsü olan öyle yazarlar, şairler vardı ki yakından baktığımızda kendileri içlerinde yoklardı…’ Dostlar bu tümceyi okuyabilir misiniz bilmiyorum ama bu, edebiyat tarihinin bir gerçeğidir. Hem de Türk yazınında acının en acısı acınası bir gerçek… Bu tümceyi bir kenara not ediniz; anlamına ulaştığınızda fazla söze gerek olmayacaktır. 

 EN KISA DENEME-5

Yazdığınız şiirin, öykünün, çizdiğiniz resmin, anlattığınız masalın; sağında, solunda, önünde, arkasında yoğunlaşmanıza engel olacak hiçbir dış etkene izin vermeyiniz… İster gerçek ister gerçeküstü ister soyut ister somut ister sanal ne yazarsanız yazın, temel kural kendi iç dünyanızdır; safsatalara izin vermeyin.

 AH ŞAİRLER

Kimsenin, kimse için bir şey yapma çabasının olmadığını deneyimlerimden biliyorum. Sanatçıyım, şairim, ressamım diyenlerin sanat adına bir şey yapıp yapmama konusunu sorgulamaya çalıştım. Özellikle sosyal medyadaki tutum ve ilişkileri gözlemledim. Bunun yanında sanatçılar ve sanatseverler üzerinde gözleme dayalı sosyal deneyler yaptım.  Sonuç gerçekten çok kötü: Pek çok kişi; sanat adına, şiir adına, yazın adına diyerek duyarlılıklarını sayfalara döküyor; etkinliklerde sızlanıyor; çevresindekileri şiire/dile zarar vermekle suçluyor hatta mangalda kül bırakmıyor. Gel gör ki sanat için bir şey yapmalarından geçtim; prestij, popülarite, statü sağlamayan ortamlarda görünmezliğe bürünüyorlar. Kendileri için olanın dışında, hiç mi hiç yoklar oralarda. Üstelik, Z kuşağının alaya alacağı kadar bağnaz tutum sahibi ve düşün yoksulları… 

Bu, sosyal deney ve gözleme dayalı somut bir tespittir; kızmayalım insanoğulları. Sakin kafayla durup aynaya şöyle bir bakalım; sonra kısa kısa deneyelim… 

 İLK DİZE

Şiirde öne çıkarılması gereken konu bana göre şunlar olmalıdır: İlk dizeden sonra gelecek dizeleri okur tahmin edememeli, sıradan söyleyiş dışına çıkılmalı ve anlam yelpazesi oldukça geniş tutulmalıdır. Örneğin sevgiden söz ederken bir anda hüzne götürmeli, kadından söz ederken bir anda ona benzetilen bir canlının sıra dışı doğasına yönlendirmeli okuru. Söyleyiş kıvraklığı ayrı bir güzelliktir; anlatımın inceliğidir. Bunun yanında dizeler arası kıvraklık ve şaşırtıcılık da etkin kullanılmalıdır. Söyleyiş biçimi ve söz tamlamaları, sıradan, eskitilmiş, günlük dildeki kullanımları aşmalıdır. Değinmece, değişmece, benzetme, sapma ve alışılmadık bağdaştırmalarla söyleyiş güçlendirilmelidir. Okurun zihni yerden yere vurulmalıdır. Kolay iş değil; birkaç yıl çalışıp iki-üç yüz şiir yırtıp attıktan sonra belki. Kısa kısa denenmelidir.

 

İŞTE BÖYLE

Evlerinden koparılan insanlar tusunami gibidir; hangi boşluğu dolduracağı rastlantısaldır. Güvenli coğrafyalar topun ağzındadır. Amerika ve Avrupa, Irak’a saldırırken ve Arap baharının temellerini kurgularken düşünmeliydi bunları. Asıl ilginç olansa şudur: Irak krizinde ülkemizin yaşadığı sorunlar ve kaybı, bilinmesine karşın Libya, Mısır ve Suriye gibi sonradan yaşanan krizlerde de aynı yanlışa düşülmesi düşündürücüdür. Bu araştırılması ve incelenmesi gereken çok boyutlu bir konudur. Aynı yanlışı ikinci kez yapmak nasıl ola ki… Kısa kısa denenmelidir. 

 AKLINDAN VUR

Şiir, duyarlılığın aşırı uçlarında gezinmeyi seven dil sanatıdır. Duyarlılığın iliklerine sızabilmeyi ve aklın şakulüyle oynamayı sever. Severken de aklın burçlarına saldırmak zorundadır. Aklı sarsmalıdır. Hani derler, “Kalbinden vurdu.” Aklından vurduğunda kalbinden de vurmuş oluyorsun ya ben o nedenle aklından sözcüğünün tercih ettim… Kalp, salt duyguyu, akıl ise tüm düşün sistemini (duygu dahil) içerir; böylelikle küçük bir bilgi de sıkıştırdım araya, iyi mi? Ayrıntılı düşününce böyle durumlar çıkıyor; kısa denemenin tek sıkıntısı, böyle durumlarda hacmi sınırlıyor olması. Kısa kısa deneyelim. 

 TARTIŞMA KÜLTÜRÜ

Şair, yazar, ressam, akademisyen, sanat düşünürü, kısacası sanatçı dostlarım; gerek dergi gerek gazete gerek kitaplarınızda veya sosyal medyada hiçbir bilimle karşılaştırmadan lömbür lömbür atıp paye kazanma kaygısında olanlarınız çoğunluktadır. Bu çoğunluk; “Bak sevgili dostum burası böyle değil”, dediğimizde, hakaret edildiği varsayımıyla olası tüm silahlarıyla üstümüze saldırıyor. Bu nasıl bir çağdaşlık, bu nasıl bir mantık; bu nasıl tartışma kültürüdür? Sorgulamanın temel ilkesi, her soru ve her eleştirinin mutlaka bir dayanağı var, varsayımıdır.  Bu, sanat insanı olmaktır; bu, bilgiye ve karşıt düşünceye saygıdır; bu, çağdaşlığın temel ilkesidir; anlamakta güçlük çekiyorum. Dostlarım, size dayatılmış bilgilerin esaretinden kurtulun artık, size dayatılan öğretilerin kalıbından kurtulun artık; en azından her insanın farklı düşündüğü varsayımına dayanarak…   Beyniniz var, donanımınız Orta Çağ insanından kat be kat güçlüdür; bilgi her yerde ve bilgiyi kullanmanın yöntemleri var; azıcık çaba, azıcık mantık; başka bir şeye gerek yok. Aristo senden çok şey bilmiyordu; Marks ve Hegel de… Sadece çağının bilgisi oranında düşünüp inceleyip araştırıp sonuç çıkardılar… Yaşadığın çağın bilgisi, onların çağının bilgisinin milyon katıdır. Azıcık kendi bilgine güven, kullan; bu bilgi buraya oturuyor mu diye kısa kısa dene lütfen.  Kısa kısa deneyelim.

 KISA ÖYKÜ İKTİDAR SEVMEZMİŞ

Kısa öykü olur da kısa deneme niye olmasın! Kısa öykü kısa deneme derken aklıma geldi birden. Bir yazar/şairimizin kısa öykü anlatımına rastladım sosyal medya kanalında. Anlatımının son tümceleri: “Kısa öykü iktidar sevmez; iktidar da kısa öykü sevmez, bu nedenle kısa öykü politik bilinci zorunlu kılar” dedi. Önce şaka mı yapıyor diye düşündüm. Şaka değildi, kararlılıkla söylüyordu. Düşünce düşüncedir; düşündürücüdür. “Rabbim Clevland dedi” şakası aklıma geldi. Zıt kulvardan sürümlü benzer bir tümce. Haşhaş ekimi de yasaklandı ülkemizde ama yasaklanmadan öncekiler çok etkiliymiş demek ki hâlâ sürdürüyor etkisini… BKM’deki çocuklar duymasın, öyle bir alaya alırlar ki Clevland şakası gibi yıllarca belleklere yapışıp kalır.  Z kuşağı da duymasın hani. Hatırlı bir mizah gereci tümce; edebiyat tarihi üzülür. Kısa kısa deneyelim.

 BİLGİ İŞLEME YETİSİ

Türk edebiyatında ciddi bir sıkıntının varlığını; tartışma, metin, yorum, gözlem, inceleme ve okumalarımdan anlayabiliyorum. Edebiyatı, ilgi ve etki alanı dışındaki şeylerle oyalamayı öyle güzel başarmışlar ki bu, ayrıntılı incelenmesi gereken bir görüngüdür. Okur oranı yüksek bir edebiyatçı bile ipe sapa gelmez şeyler savunuyor ki sanki edebiyata yeni bir tanım getirmişler de bizim haberimiz yok. Anlamsız şeylerle gerçekmiş gibi oluşturulan düşünce kalıpları, kırılıp atılabilecek türden değil. Algı, anlama ve düşünme süreci, gerçekte olmayan şeylerle ya da mantık dışı kabullerle değiştirilmiş. Neyin neyle ilgili olduğunu, neyle ilgili olmadığını, bilgi çağında bile anlatamıyorsunuz; anlama yeteneği fabrika ayarlarına dönmüş. Bilgi yorumu ve işleme yetisi elinden alınmış. Bu, öğreti ve inançların yazarlar üzerinde kurduğu geleneksel hegemonyadan başka bir şey değildir. Doğru düşünebilme yollarında yürümek için, çok ama çok zamana ihtiyacımız var. Çok ama çok dönüşüme, değişime ihtiyacımız var. Acilen kalıplardan kurtulup bilim, bilim, bilim diye analitik bilgiyle yollara dökülmeliyiz. Basmakalıp duvarları yırtmayı kısa kısa denemek gerek.

 ÖYKÜNME

Şiir her ne kadar bireysel bir çıktı olsa da her şiiri, toplum aklının dışavurumu olarak okumak gerekir. Bir toplumun; bilimi, felsefesi ve teknolojisi bağımsız değilse, başka yerde yapılanlardan aktarma ve kopyalama şeklinde sürdürülüyorsa, şiiri de bundan farklı olamaz, öyküsü de. Kültür varlıkları, ürettiğimiz toplam değerlerimizdir; bunlar da toplam aklımızın gücüyle doğru orantılıdır. Madem ana konumuz şiirse şiir sanatından örnek verelim. Şiir sanatına yönelik onlarca yazar, şair, eğitimci ve sanat düşünürü arasından bir tane gösterir misiniz; şu kuramı tespit etti, şu yeniliği yaptı ve dünyada adı anılıyor, diye. Akademik çevreler de aynı durumdadır; atlamadım prof abilerimizi. Aktarma, genelleme, doğrulama, izleme, öykünme, hayranlık… Ne yazık ki durum budur dostlar. Kızmaca yok. Kısa kısa deneyelim. 

YAŞLI DÜŞÜNCE

“Z” kuşağının en genç kısmı var ya şu kimsenin takmadığı, “Z” kuşağı denen yeni yetmeler. Aha işte onlar, olduğundan farklı gösterilen tüm yalan dolanı anında yakalıyorlar; olaylara objektif ve daha bilimsel yaklaşıyorlar. Daha özgür ve özgün düşünüyorlar; metazorik eğitimle yetiştirilen bir kısım genç hariç. Yaşlı düşünce[1]den aşırı rahatsız oluyorlar… Bu bir kuşak kopması değil kanımca; yaşlı düşüncenin, kabuğunu kırıp özgür ve özgün biçimde düşünemeyişinin altında yatan engeli kırıp atamamalarına anlam veremeyişlerinden. Dünya gerçekliği ile insan gerçekliği arasındaki basit ilişkinin neden sorun haline dönüştürüldüğüne anlam veremediklerinden. İyi, güzel, özgün, özgür ve mutlu yaşama kültürüne sahip olmayan kuşağın dayatmalarına zorunlu bırakıldıklarından. Yaşlı düşünce, sorgulanmayı ve yargılanmayı artık kabul etmelidir; görmelidir ve buna göre tutum geliştirmelidir. Yaşam, doğrularınızı sayısal kalemle karalıyor artık.

SANAT/ŞİİR ÇÖZÜMLEMESİ

“Sanat eseri, ontik bir bütündür ve integral yapıya sahiptir[2].”  Yapıtı, daha özelde şiiri, ontik (varlıksal) bir bütün kabul edersek ki öyle, nesnel ve duyusal varlıklardan oluştuğu sonucuna götürür bizi. Yapıtı oluşturan katman[3]ları, yapısını, özeliklerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini; bir sistem dahiline çözümlemek durumunda kalırız. Bunu yaparken nasıl bir yöntem izlemeliyiz? Öznel mi, daha ele alınabilir başka bir yöntem mi tercih edilmelidir? Öznel inceleme, çözümleyicinin ya da eleştirmenin sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve değer yargılarına bağımlıdır. Örneğin şiiri; kuramsal şiir bilgisi, dilin özellikleri, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal yaklaşım ve estetik biliminin öngördüğü bakış açısıyla ele alıp incelersek kanımca daha nesnel ve bilimsel yönteme ulaşırız. Bu değerlerle şiiri incelediğimizde, çözümleyicinin öznel yargılarını daha azaltırız ve estetik yargımızı, ayakları yere basan bilgiyle destekleme olanağımız olur. Bir şiiri değerlendirirken sanatsal tecrübe ve dünya algısına bağımlı öznel yargı olmak zorundadır; ancak nesnel yargıyı baskın kılmak daha güvenilir sonuca götürür. 

İkinci konu, yapıtın integral yapıya sahip olmasıdır. İntegral yapı, yapıtın yapısal ve duyusal varlıklarının tanımlanabileceğini, hesaplanabileceğini, çözümlenebileceğini ifade eden matematiksel bir kavramdır. Matematiksel ayrıntısına girmeyeceğim ancak yapıtı, belirli bir yöntemle çözümleyebilirsiniz, değer biçebilirsiniz, ölçebilirsiniz anlamında bir terimdir.   

İşte bu iki kavramın uzamına yaslanarak, katman yöntemiyle Şiir Çözümleme Tekniği[4] ortaya koydum. Bu teknik hem yapısal hem de duyusal alanları inceleme yeteneğine sahiptir. Dinamik bir tekniktir. Katman yöntemiyle çalışır. Aynı zamanda her sanat türünü çözümlemek için kullanılabilir.

KISA ÖYKÜ MÜ, KISA DENEME Mİ?

Masum bir soru sormak istiyorum kendime. Yazın bilirkişileri konuya karışabilir (müdahil olabilir). Aşağıda okuduğunuz bölümce (paragraf), kısa öykü mü yoksa kısa deneme mi? Bunun ayrımını nasıl yapmalıyım? 

Günlerden 15 Temmuz’muş. Hizan’a, Menemen'e, Sivas'a oradan da Silivri’ye kısa bir gezinti yaptım. Çankaya!... Oh oh Seyran Bağları ne güzel!  Hele çiftlik, olamaz böyle bir öykü. Değişimin değişmezlik kuralına karşın aynalı çarşı aynıydı. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık; “Öküz ölmeden ortaklık bozulmaz” dediler. Sustum…

İşte böyle bir şey; ayrımı zor konular gelip bulur illaki düşünen insanı; tıpkı bölümcedeki konu gibi…



KISA KISA DENEME DENEYELİM-2

ÇEREZ BİLGİ

Sayısal teknolojinin okuru çerez bilgilerle anlık ödüllendirmesi, bilgiye kolay ve hızlı erişim; beynimizi daha önemli bir sorunla karşı karşıya getirdi: Hazıra alışkanlık. Dikkat ederseniz çoğumuz uzun yazıları okuyamıyor. Derin yazıları okumaktan kaçınıyor. Çerez bilgi ve kısa yazı, günümüzde okur için ödül niteliği taşıyor. Hap gibi gör geç. Uzun yazılarsa zaman harcanmaması gereken angarya. Madem öyle ben de uzun değil, kısa deneme yazacağım. Öykünün kısası var da denemenin kısası neden olmasın? Kısa olsun da çerez bilgi olmasın, önemli olan budur kanımca.

Denemelerde hep şunu aramışımdır: Okuduğum metin; insan, yaşam ve kültürel değerlerden süzülmüş bir parmak bal çalsın ruhuma. Bilmediğim, değmediğim, fark etmediğim bir durum-duygu-anlamı, çıkarıp göstersin. Çok ender karşılaşıyorum öylesine. Deneme kısa olursa daha mı öz ve etkin olur, diye düşünüyorum. Beklentimi kısa denemelerde deneyeceğim. Denemek başarmak değildir; kısa kısa deneme deneyip göreceğim, bir parmak bal tadı duyacak mıyım?

 EN KISA DENEME-6

Şair öykü ve ritüellerinin kıçına teneke bağlayıp kuru alkış tutanları, çok dikkate almamak gerek; onlar, boşa atan avcı gibi akşam hüznüyle evine dönerler.

 EN KISA DENEME-7

Türk şiirinin en önemli sorunu nedir diye sorsalar, düşünmeden: “Türk şiirinin temel sorunu, Türk şairinin kendisidir.” diye yanıtlardım.

 EN KISA DENEME-8

Estetiğin doğuma hazırlandığı rahim, kişisel algı ve yargının özgünlüğü ile ortamın özgürlüğüdür. Şiddetin bulunduğu yerde özgünlük ve özgürlük olmaz.

 EN KISA DENEME-9

Şiir veya herhangi bir yapıt, okurun/izleyicinin duygu durumunu olabildiğince yüksek düzeyde hareketli tutma amacı taşımalıdır. Bunu yapmayan ve duyguyu etkisi altına alamayan yapıt, sadece var olan bir yazı veya nesnedir.

 EN KISA DENEME-10

Dilsel şiddet, maytap geçmeden başlayıp küçük düşürme ve sözlü saldırıya, hakaretten küfre kadar varan konuşma dilidir. Bir başkasını incitmeye, onun duygularını ve saygınlığını ezmeye yönelik sözlü eylemler bütünüdür.

 ANLAMLANDIRMA

 Sanat; gerçek, gerçeküstü ve sanal uzamı kullanabilmesine karşın sanat bilgisi, daha mantıklı ve aklı esas alan bir yaklaşımda olmalıdır. İşin doğasını ve aklın gösterdiği gerçek dünyayı tam anlamıyla içselleştirmeden gerçeküstü ve sanal dünyanın bilincine ulaşmak olası değildir. Gerçeküstü ve sanal dünya, gerçek dünyanın üzerine yaslanarak anlamlandırılabilir, duyumsanabilir, düşüncede somutlaştırılabilir. Şiire ancak ve ancak o zaman giydirilebilir.

 SANATSAL DENEMELER

Deneme, yazın türleri arasında en özgürüdür. Konu, biçim ve yönteminde; ortak kabul görmüş kural, sınır, hacim ve belirlenim yoktur. Bunlara dayanarak, sanata dair ve kısacık denemeler yazıp fırına sürersem daha lezzetli olur diye düşündüm. Birincisi, sizleri düşündüğüm için. Ne o öyle, oku oku bitmesin, üstüne üstlük magazinsel öykü anlatıcılığından öteye geçmesin. İkincisi, uyuyan yerlerinizi gürültüsüzce uyandırmak niyetinde değilim. Üçüncüsü, siz yazın emekçilerinin kulağına kar suyu kaçırmak kaygım değil. Sanat felsefesinden yola çıkarak şiir sanatına ve onun mimarı şairlere özeniyorum doğrusu. Bizim şair ve eleştirmenlerin yaptığı gibi yukarıdan-aşağıdan, doğru-yanlış, genelleyip-yuvarlayıp sallayacağım; ne tutarsa.

Kısa kısa değinmelerle belleklerinizi kurcalayıp zihninizi sallasam ne olur ki? Hadi salladım diyelim; kimin umurunda… Kısa kısa deniyorum; kendim için…

 BİZİM ŞAİRLER

Anlamıyorum şu bizim şairleri. Çoğu şiir yazılarını okurken kendimi mantar tarlasında hissediyorum. Her tümcede kofluğa basıp üzerime boşluk sıçrayacak diye korkuyorum. Şiire neden bu kadar çok anlamsız görevler yüklerler? Neden abartılı sıfatlarla tanımlamaya çalışırlar. Torba kavramlarla şiiri neden genellemeye boğarlar? Şair kendisine neden böyle anlamsız bir görev yüklemiştir? Örnek mi, sürülerce: “Şiir isyandır, başkaldırıdır!” “Şiir ne söylemediğindir.” “Şiir dikey doğruların Tanrısıdır.” “Şiirin konusu yoktur, hayatı vardır.” “Şiir imgelerin soyutta birleşmesidir.” “Şiir, sözcüğün kavramla buluşması sürecinde oluşur.” gibi… Bunlar, şiir adına, sanat adına azıcık bir şey anlatsa gam yemeyeceğim. Şiirin, böyle övgü ve öykünmeci söylemlere gereksinimi yok ki. Bu gerekliliği, siz kendinizde duyuyorsanız, en azından anlamı tüylenmiş genelleme yapın. Niteliğine uyan isimlendirme yapın bari. Çırılçıplak salıvermeyin. Yakışıklı olsun, güzel söz diyelim; şiir gibi olsun…

DİL İŞİ DİŞ İZİNE BENZEMEZ

Dil çalışmaları[5]nda temel değişken “düşüncenin geliştirilmesi” olmalıdır. Bu varsayımdan yola çıkar ve değerler dizgesini bunun üzerine kurgularsak, dilin eylem/duygu/olay/olgu boşluklarını sorgulamak durumunda kalırız. Böyle yaparsak tanımlanmamış bir şeyin üstüne gitmiş oluruz ki bu, değişim ve gelişimin en etkin yoludur. Soyut veya somut, hareket-nesne-eylem-duygu-olay-olgu boşluklarının sorgulanması; düşüncenin genişletilmesi, düşünceye yeni yeni alanlar yaratılması demektir. Sorgulama hızını artırmak, düşüncenin genleşmesini sağlamaktır. Düşüncenin evrilmesi, dilin uzamının genişlemesi ve yeni anlam alanlarına açılması demektir.

Dil işi diş izine benzemez. Dil işi, yazımı tamamlanamayacak uzun bir öyküdür. “Dil çalışmaları[6]” isimli denememde bu konuyu ayrıntılı açıkladım. Ulaşmak isterseniz bağlantısı aşağıdadır. Dil konusunda paradigma değişiminden söz ettiğim, dil gelişimine farklı bir bakış getirdiğim için öneriyorum; benim yazım olduğu için değil. 

ZORUNLULUK

Belki de sahip olduğum veya kendi yarattığım olanaklar gereği; ben, kimsenin ekmeğine yağ sürmedim, kendi ekmeğime de yağ sürülmesi için hiç çaba göstermedim. İnsanla, malzemeyle, eğitimle, üretimle ve tüketimle uğraşmanın ne demek olduğunu az çok bilirim; işim, gözlemlerim, deneyimlerim ve incelemelerimden. Bugünün koşullarında bir başkasının ekmeğine yağ sürmeden başarılı bir yaşamın olası olmadığını da bilirim. Ama ben, kendine hesap vermek zorunda olmayan tarafında bulundum ülkenin…  Koşullar, vicdan muhasebesi yapmamı hiç gerektirmedi; biraz da ben zorlamasına izin vermedim, demek daha doğru olur.  Giydirilmeye çalışılan format, bir türlü benim üzerimde maya tutmuyordu; tutmasına da izin vermek niyetinde olmadım… Edinilen, öğrenilen, duyulan ve görülen her bilgi kendi havuzumda arıtılmadan doğaya salınmamıştır. İçinde yaşadığımız çağda arıtılmadan kullanılan bilgi, çevreye zararlıdır çoğunlukla… Zorunlulukların üzerime abanamaması, bu yüzdendir.  

GÜNCEL

Elimden geldiğince güncel politikaya ilişkin yorum yapmamaya çalışıyorum; ne varsa gelip damarıma basıyor hukuksuz uygulamalar, konuşmalar, yorumlar. Biz meslek yaşamımızdan ve deneyimlerimizden biliyoruz ki amaç belliyse; yani minare çalınmış ise minareye kılıf bulmak zor değildir; hele hukuksal alanda. Bunu çok yakın tarihte yaşadık, izledik, gördük. Asıl acı olanı ise hukukçu diye geçinenlerin, uydurma sayısal verileri somut delil/deliller olarak kabul ettiği bir kara dönemi yaşadık hep birlikte. Son günlerde yaşadıklarımıza bakılırsa, o yüz karası günleri anımsatıyor açıktan açıktan. Öyle olunca ister istemez tarihsel bilgiyi kurcalamak durumunda kalıyorum. Bu benzerlik, bu sarmal en önemlisi de amaca uygun yetki kuşatması, gerçek değil; benim yanılgım olsun isterdim. Biz ülküsüne, ülkesine, değerlerine, Atatürkçü düşünceye ve Çağdaş Cumhuriyete inanan ve onu düstur edinen insanlarız. Her gün ufkumuzda bir ışığın daha karardığını görmek acı veriyor; yazmak yetmiyor artık…

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-3

 DENEMENİN KISASI

Sosyal sistemler, kültür varlıkları ve bilginin teknolojiye dönüşümü; kontrol edilemeyecek kadar kapsamlı bilgi birikimi oluşturmuştur. Günümüz bilgi varlıkları, insan beyninin işleme ve kontrol etme olanağını aşmıştır. Sanat bilgisi de aynı durumdadır. Her sanat dalının kendine özgü tekniği ve kuramsal bütünlüğü vardır. Hepsine ulaşmak ve üst seviyede gereklerini uygulamak şimdilik insan kapasitesinin üstündedir. Öğrenen makinalar ve yapay zekâ gibi ileri teknoloji aygıtları, gelecekte bu işi yapabilir mi, şimdilik öngörülemez. Bu yüzden her tür yazınsal yapıt; kısa, öz, vurucu, zaman kaybettirmeden okurda iz bırakmalıdır.

Günümüz; hız, bilgi ve teknoloji çağıdır. Zaman değerlidir. Magazinsel öykü anlatıcılığını, artık deneme dışındaki türlere bırakmak gerekir. Deneme özgür bir yazın türüdür, magazinsel öykü anlatıcılığı da yapılabilir ama bu türü etkin kullanmak çağın gereğidir. Vur-kaç, dokun-geç, al-geç, at-vur türü kısa ve özet tümcelerle konuyu anlatmanın daha etkili olacağını düşünüyorum. Kısa denemede ısrar etmemin özeti budur; siz de kısa kısa deneyiniz.

 EN KISA DENEME-11

Şiir incelemesi; şair ve şiirin üzerinden edebiyat parçalamak değildir. Şiir incelemesi, şiirin sanatsal, şiirsel ve estetik değerini ortaya koymaktır. Bu da sanat bilimine dayalı bütünlüklü bir sistemle yapılabilir. Bunun dışında yapılan şiir incelemeleri ve yazınımızdaki çoğu şiir incelemesi, şiirden anladığının iç dökümüdür.

 EN KISA DENEME-12

Şiire giydirilen şiddet, dilsel şiddettir; “ben” kavgasının en etkili ve uzun menzilli silahıdır. Dilsel şiddet ortamından beslenen şiir okuru, bu silahı en kısa zamanda edinip diline takar. 

 EN KISA DENEME-13

24. İzmir Kitap Fuarında; bir hafta boyunca yayıncı, yazar ve şairleri özellikle izledim ve gözlemledim. Çok ilginç; hiçbirisinin kendi yazdıklarından başka diğerlerine ayıracak zamanları yoktu; düşündüm ki okumadan yazıyorlar.

 EN KISA DENEME-14

Bazı şiirler var ki şarap gibidir. Ya hemen içime hazır olur ya da bekletirsin; yıllar sonra şuruba dönüşür. Yıllar geçmesine karşın şiire bir türlü asıl olması gereken anlam ve estetik değeri veremezsin. Bazı şiirler var ki kısa bir sürede olgunlaşır, kanatlanır; uçup gitmiş konmuştur ruhların köşesine. Şair kafası, ne zaman nasıl bir şey yapacağı belli olmaz. Açıklaması var mı? Şimdilik yok.

 EN KISA DENEME-15

Coşum, duyguların ayartılmasıdır. Estetik hazdan önceki coşkunluk durumudur. Bir anlamda duyguların uyandırılıp maceralı bir gezintiye çıkarılmasıdır. Temiz ay ışığı ve iyi bir şiir eşliğinde gidemeyeceği yer yoktur.

 DELİ GADİR

“Çocuklar kurnazlaştı çift çift kapar

Analar daha kurnaz

Bir pazıdan çift ekmek yapar.”

                                      Deli Gadir

(Eskişehir, Mihalıççık Kayı köyünde 1900’lü yıllarda yaşamış bir gezgin)

Niye bu tekerlemeyle başladım? İzmir’de büyük bir inşaat projesinin fiyat politikasından kısa bir kesit çıkarmak için. Gerçekçi bir ekonomi yönetimi olsaydı olmazdı ama oldu ve konut kredi faizleri çok düşük bir seviyeye zoraki çekildi. Düşük faiz oranlarının açıklandığı sabah, büyük inşaat şirketleri ve müteahhitler, eski faiz maliyetinin üç katı yük bindirdi konut fiyatlarına… Yedi mi konut alıcıları, bir kısmı yedi.  Faiz yedi mi, yemedi; matematik yanılmaz. Sorun çözüldü mü, çözülmedi. Büyük sorunlar hop deyince çözülmez, daha da batar. Deli Kadir şimdi yaşasaydı daha güzel bir tekerleme yazar mıydı, en sunturlusundan yazardı. Malzeme çok; destan çıkarırdı destan. (Kasım 2020)

 TARİH

Tarihin ayrıcalık ve farkındalık gibi bir derdi yoktur; o, içinde yaşadığı gerçek öykünün kayıtçısıdır. Siz neresinden ve hangi açısından bakarsanız bakın, onun yalın bir fotografik görüşü vardır. Yama yapabilirsiniz ya da çelişkili yerler bulup yeni bakış biçimi üretebilirsiniz. Çünkü bu, tarihin gerçekliğinden değil; sizin bakış açınızdan kaynaklanan algısal bir görüntüdür. Bu görüntüler; algınızın yapılandırılması ve dağarcığınızın düzeyine bağlıdır. Sıkıntı şudur:

Birincisi; dağarcığınız çerçöple donatılmışsa rutin ve gereksiz bir şeyi bir o kadar insanın duyarlılığını kullanıp törene dönüştürebilirsiniz. Şeffaf olamazsınız, çağdaş ve bilimsel düşünemezsiniz, kaynakları doğru ve şeffaf kullanmanız olası olmaz, adalet sağlayamazsınız, işin başına getirdikleriniz işinin ehli değil itaatkârlarınız olmak zorunda kalır, özgür bir bakışa ve dünya görüşüne sahip olamazsınız, en kötüsü geleceği ve geleceğin belirtilerini okuyamazsınız.

 İkincisi; pozitif bilimlerle donatmışsanız, çağdaş bir yaklaşım ve olaylara her yönüyle bakıp haklının hakkını, yaşamın gerçekliğini teslim edebilirsiniz. Tarihi kendi kalemiyle yazar, pozitif bilimlerin gözünden okursanız; takkeli, fesli, cübbeliler değil, asıl tarihçiler gündeminizi belirler.  İşte o zaman yanıldık yenildik olmaz; biz de tarih hakkında kısa kısa deneme yazmak zorunda kalmayız.

 ŞİİR KÜLTÜRÜ

Şiir sanatında iz bırakmış olan şairlerimiz elbette bizim değerlerimizdir; anılmalıdır, tartışılmalıdır, referans gösterilmelidir, söyledikleri dikkate alınmalıdır. Ne var ki bugün aramızda olmayan şairlerimizin bazılarına olması gerekenin üzerinde ve körü körüne anlam yüklediğimizi görüyorum. Örneğin, bu şairlerin dergi veya medya kanallarında yazısı paylaşılıyor ya da referans gösteriliyor. Şiir hakkında dikkate değer bir şey söylemiş olmalarını geçtim, sanat kavram ve terimlerini yerle bir etmiş olduklarını görüyorum. Kültürümüz gereği anısına ve emeğine saygılı olmak durumundayız. Bugün sanat bilgisi daha genişledi ve biçem değiştiriyor. Bu şairler tarafından geçmişte yazılmış ancak bugünün şiir bilgisine ufuk açmayan yazılara ve söylemlere öykünmenin anlamlı olmadığını söylemeliyim. Bu tutumun; anısına saygı duyulacak bir isim üzerinden paye kazanma çabası olduğunu ve etik olmadığını düşünüyorum. Öykünmenin, yanlışı yanlışla doğrulamanın, yanlış bilgilerle okurların zamanını almanın; sağlıklı bir tutum olmadığını söylüyorum. İyi bilgiler miras bırakmışlarsa, başımızın üstündedir, sık sık referans gösterilmelidir, tartışılmalıdır, anılmalıdır. Ancak sanat bilimini yerle bir edenleri de ayırmalıyız dostlar. Kendim için söylüyorum: Eleştirel deneme diye önümüze sürülen mahalle dedikodularını, okumak istemiyorum. Genellemelerden şiir öğrenmek istemiyorum. “Şiiri, şairden korumak” başlıklı denemeyi bu konuya dikkat çekebilmek için kaleme aldım. Bu işin bilimi var; felsefesi, estetiği, sosyolojisi, psikolojisi var.  Genelleme ve öykünmeyle olacak iş değildir.

 DUYGU YÖNETİMİ VE EĞİTİMİ

“Duygu yönetimi ve eğitimi” ile ilgili örgün ve profesyonel bir yaklaşım var mıdır ülkemizde? Yok. Böyle bir şeyin adını duydunuz mu? Belki.

Bana göre düşün devriminin ilk adımı, duygu yönetimi ve duygu eğitiminin bilimsel ve kurumsal bilgi bütünlüğüne kavuşturulması, ödünsüz eğitim kurumlarında uygulanması olmalıdır. Olumlu duygu; bilgiye hevesli, duyarlı, inana saygılı, sevecen, olumlu düşünen, yaşam stilini sanat hâline dönüştüren aydın insana varmak için önemli bir bileşendir. Eğitim sisteminden sosyal yaşama kadar yüz yüze kaldığı tüm alanlarda öğrenci; korku, kin, nefret, güvensizlik gibi duygu durumu yaratacak etkenlerden uzak tutulmalıdır. Duygu kontrolü ve olumlu duygu durumunu güçlendirmeye yönelik; edebiyat, resim, müzik gibi tüm sanat alanları, sportif ve sosyal etkinliklerle desteklenmelidir. Duygularını yönetmesi için profesyonelce yol ve yordam geliştirilmeli ve uygulamaları bireysel olarak öğretilmelidir. Neslimizin geleceği düşünülüyorsa bu konu, siyaset üstü bir görev ve çaba olmalıdır.  Örgün, etkin ve ödünsüz; duygu yönetimi ve eğitimi…

Kaygım büyük, haksız da değilim. Konuşmayı henüz öğrenen çocuğu; öcü, cin, cehennem, polis, askerle korkutarak terbiye eden anne-babadan aydın bir aileye, oradan duygu yönetimi ve eğitiminin gerekliliğini anlayıp uygulayacak bir siyaset anlayışına nasıl varılır? İşte asıl soru ve sorun burasıdır.

 

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-4

 ALTIN ORAN TADINDA

Deneme; eğitici, öğretici ve kanıtlayıcı bir yanı olmamakla birlikte yeni bir şey söylemiyorsa; okurun görme, duyma, sezme, duyumsama yetisine katkı sağlamıyorsa; çok anlamlı bir metin olmaktan uzaktır. Çağımız bilgi çağıdır, her tür bilgiye her tür kaynaktan ulaşabilme olanağına sahibiz. Okurda dönüşüm, değişim veya gelişim kapılarını açmayan bir metin, bana göre okura boşa zaman harcatmaktır.

İstiyorum ki öyle olmasın. Kısa denemelerle söylenmesi gerekenleri söyleyelim; yazar iç yükünden kurtulsun, okur da bir parmak bal tadını alsın. Nasıl olur bu? Dayatmadan, öğretme çabasına girmeden, zorlamadan. Kısa kısa altın oran tadında…

 KISA DENEME-16

Sanat, en güvenilir tarihsel bilgidir. Çağını yadsıma ya da olduğundan farklı gösterme yeteneği yoktur. Tarihçiler, tarihi yazarken sağlama yapmak istiyorlarsa tarih bilgilerini sanat tarihiyle birlikte değerlendirmelilerdir.

 KISA DENEME-17

Hakkınızla tırnaklarınızı taktığınız yer olmalı bulunduğunuz makam. Ne bir basamak aşağı ne bir basamak yukarı. Liyakat da adalet de işte o zaman kendini göstermeye başlar. Sanattan ekonomiye kadar her alan, güler yüz göstermeye başlar.

 KISA DENEME-18

Sanat, rastlantı yeteneklere bırakılacak kadar yüzeysel bir iş değildir. Sanat bilimi yanında bütün bilimlerin eşgüdümünü gerekli kılar. Yetenek, yanında donanım ister.

 KISA DENEME-19

Yolunda dosdoğru giden bir insanın öyküsü oldukça basittir. Ya varmıştır ya da varmak üzeredir.

KISA DENEME-20

Ben şiirde ağız dolusu bir dil duymak isterim. Ağız dolusu dil, ne dil oyunlarıyla ne de dil buyruklarıyla kurulur. Anlamın, insanı kavrama gücü ve duygu değeri ile kurulur.

ŞİİR DONANIM İSTER

Öne çıkmış şairlerimizin tutumundan sanatsal kuramlara yeterince önem verilmediğini anlıyorum.  Dahası kuramsal bilginin gereksiz olduğunu, bu bilgilerle şiir yazılamayacağını savunanların çoğunlukta olduğuna tanık oldum. “Akademik bilgidir; şiir yazmak için çok gerekli değil” diyorlar. Daha kötüsü, şiirle ilgilenenler sanatsal kuramların ne anlama geldiğini de düşünmüyor. Hatta kuram sözcüğü, yalan yanlış kullanılıyor şiir yazılarında.

Şiir; sanat felsefesini bilmeden hakkıyla yapılacak bir yazın türü değildir. Resim veya seramik gibi sanat dallarında, teknikle işi belli bir düzeye götürebilirsiniz. Şiirde de dize yazarsınız, şiir diye metin yazarsınız ama bunun şiir olup olmadığı kuşkuludur; başkalarının ağzına bağımlısınızdır. İmge bütünlüğünden söz dizimine, metnin tutarlılığından bağdaşıklığına, bağdaştırmadan sapmasına kadar sanatsal tekniğin ne anlama geldiğini kuramsal bilgiyle çözebilirsiniz. Bunlar yetmez; şiir yaşamın ve nesnenin her noktasında eli-ayağı olan bir türdür; donanım ister. Kuramsal şiir bilgisine egemen değilseniz, kurduğunuz her dize yanıt bulamayacağınız sorular üretir.  

 ŞİİR SANATI

Türk Şiir Sanatı, Türk dili açısından evrensel sanat normları çerçevesinde, kendi diline özgü, kendi kültürünün doğurduğu algı ve estetik kaygı bağlamında mutlaka ayrıntılı ve işin uzmanı bilim insanları tarafından incelenmelidir. O iyi şiir, bu kötü şiir, şu şiir değil gibi altı dolu olmayan, farklı dillerin referanslarına dayanan, ideolojik ve dinsel artalan bilgisine bağımlı, nesnel açıklama içermeyen, kulaktan dolma ve usta çırak usulü deneyime dayalı öznel eleştiri, yargı ve çözümlemeler; ne şiir sanatına ne okura ne de şaire ufuk açar. Şiir sanatını, öğreti ve inanç önyargısı ile baskısından, magazinsel söylemlerden ancak bu tür inceleme/çözümlemelerle kurtarabiliriz.

 

VAH BENİM İNSANIM

Çağdaş, bilgi ve kültür dolu dünyaya bakıyorum da bir o kadar çağdaş olmayan ve kültürsüz insanların köşe başlarında ahkâm kestiklerini görüyorum. Devrimciyim, dindarım deyip faşizmin en koyusunu içlerinde yaşayan, hastalıklı, inandırılmış, bilinçsiz kocaman kocaman insanlar hışmını buluyorum karşımda. Efendilerinin sözleriyle kendilerine oluşturduğu eğreti dünyayı bana da kakalamaya çalışıyorlar; komik desem değil, acı desem değil, çocukça desem o da değil. Öylesine çelişkili bir dünya ve yaşam algısı inşa edilmiş bilince sahip insanlar ki “vah benim insanım” demekten kendimi alamıyorum. Kısacası paçalarına kadar bulaşmış eğreti bir özgürlük anlayışıyla, esaretin en katmerlisini yaşamak için küheylan kesiliyorlar; beni de yanlarına katmaya çalışarak.

 ÇAĞDAŞ DEĞERLER

Ben hep buydum, bulunduğum yerdeydim; eğilen-bükülen, dönen-dönüşenler benden uzaktılar zaten. Dik durmanın bedeli bazen kimsesiz olmaktır, bazen züğürt bazen de bir köşede unutulmak. Başkalarının dikte ettirdiğine değil, doğru olduğuna inandığın yere yürüdüğünde de zorlu bir yoldasın demektir. Engeller senin için kişiye özel tasarımlanmaya başlar. Doğru ve adil olan, kalabalıkta sırıtır. Vicdanınla bunu ilk bakışta görebilirsin; çünkü doğru ve adil olan size her bakışta gülümser. Doğruluk ve adalet göreceli kavramlar olsa bile sağduyu dediğimiz yaklaşım onların, ne kadar ışıltılı durduklarını gösterirler. Burada tek ölçüt, dağarcığınızdaki değerlerin yaşamsal ve çağdaş değerlerle örtüşüp örtüşmediğidir.

İşte biz bu değerleri olması gerektiği gibi aktaramadık arkadan gelen kuşaklara. Bugün yaşadığımız sıkıntı, çağdaş değerlerin yerle bir edilmesinin altında yatan temel gerekçe de bu olsa gerek. Tarihi gerçekleri saklayan uluslar, kanun ve yönetmeliklerini çalışanından gizleyen kurumlar, uzun süre yaşayamazlar; çünkü sakladıklarına göre orada bir yolsuzluk ya da hastalığın en bulaşıcı olanı vardır. Bunun sonucunda kendi kuruluş felsefesini bilmeyen, çağdaş değerler üzerinde yürümeyi hakaret sayan bir güruh elde edersiniz. Ne yazık ki bugün yaşadığımız kargaşa, bilgiye ve gerçekliğe dayanmayan olguların eseridir. Bu güruhun sesi artık duyulur olmaya başlamıştır ve korkutuyor beni.

 DİL ÇABA İSTER

Şu sosyal medya ne güzel bir laboratuvar. Gerçekten incelediğimizde öyle malzeme buluyorsunuz ki sokağa çıkmanıza neredeyse gerek kalmıyor. “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitabımı yazarken; okuma, araştırma, inceleme, atölye çalışmalarımın dışında, en önemli kaynağım ve laboratuvarım sosyal medya olmuştur. Bu olanağı kullanmayan sanat yolcusu dostlarıma anımsatmak isterim.

 Buna karşın sosyal medyada sanat ve şiire ilişkin yazıları ve yorumları görünce üzülüyorum. Şair dostlar, sanatın terim ve kavramlarına egemen değilseniz yazdığınız yazılar sırıtıyor. Hem de öyle sırıtıyor ki “ben şehire yeni indim” der gibi…

Bilimsel alanlarda kullanılan ve günlük dile de giren yabancı kökenli sözcüklerin çoğunun Türkçe karşılığı vardır. Örneğin, potansiyel, estetik, ontoloji, psikoloji gibi… Türkçe karşılığını tümcede yerine koyduğunuzda bir sıkıntı varsa o sözcüğün kullanımında bir sıkıntı var demektir. Dilin inceliklerini, kavramların anlamsal kapsamı ve hiyerarşisini düşünmeden yazdığınız her yazı duvara toslar. Örneğin, “potansiyel” sözcüğü tanımlanmamış bir güç karşılığıdır fizikte. Günlük dilde de gizilgüç biçiminde ifade edilir. Siz tanımlanmamış bir gücü, nasıl tanımlı bir güçmüş gibi tümcenizde kullanabilirsiniz?  

Dil çaba ister; ancak en çok sevdiği şey, en az çaba yasasıdır.

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-5

İMGELEM

Öncelikle imgelemi, imge ile karıştırmayınız. Çok kişi karıştırıyor. Ayrı şeylerdir. İmgelem; toplam bilgi birikimimiz, belleğimiz ve bilincimizin zihinsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, ilişkiler, düşler, sezişler, anlamsal görünüş ve görüntülerdir. Bilgilerin yoğurularak anlamın derinliklerinde gezinilmesi, düşlemin daha geniş alanıdır. Düş ve düşünme gücünün zihinde ortaya çıkardığı anlamsal örüntüler evrenidir. Şairin imgelem zenginliği, çeşitliliği, yaratıcılığı ve gücü; evren, yaşam ve insan ile aralarındaki ilişkiyi görme, duyma, sezme ve anlamlandırma yetisiyle doğru orantılıdır.

Şairin, duyusal ve düşünsel dünyasında kullanılabilir duruma dönüştürdüğü, tüm kültür varlıkları ve bilgi varlıklarının yorumudur. Kullanılabilir bilgiden kastım, içselleştirilmiş ve anlamsal bütünlüğü zihinde hiyerarşik olarak tasarımlanmış bilgidir.

Öyleyse imge ne mi? İmge, anlam ve çağrışımıyla okurda imgelemi doğuran anlam parçalarıdır. Sanatsal ögeler, imgenin okurda doğurduğu imgelem zenginliğinde aranmalıdır.  

 EN KISA DENEME-21

Türk şiiri, özellikle ödül ve eleştiri sistemi; yalan yanlış bilgilerle, öğreti ve inanç saplantılarıyla, aktarma ve kulaktan dolma söylemlerle düğün atı oynatma alışkanlığını aşmalıdır artık. Şiir gibi ölçütü ve değerler dizgesi (parametre ve paradigma) çok fazla olan sanat alanlarında sığınabileceğiniz tek yer, olabildiğince bilimsel verilere sadık kalmak ve şeffaf davranmaktır. Saygınlık ve güven kazanmanın biricik yoludur. 

 EN KISA DENEME-22

Okurlar, sanatçılar veya sanat eleştirmenleri; egolarına yenilerek, öğreti, inanç, öğrenilmişlik ve önyargı zinciri altındaysa; zihinleri bazı edinilmiş kalıplardan dolayı baskı altındaysa; estetik kaygı diye tanımladığımız durum farklılık gösterir. Bu durum, estetik kaygıdan dayatmacılık ve yararcılık kaygısına evrilir. Bu, sanat dünyasında yaşanagelen ve bugün yaşadığımız en geçerli davranış gibi görünen temel sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösterir. 

 EN KISA DENEME-23

Şiirin anlam katmanı; şairin bilerek ya da bilmeden yaptığı, okurun şiir iletileri ile yaşamsal izlerinden ulaştığı ve şiirsel düzlemde sessel, görüntüsel, anlatımsal, çağrışımsal, coşumsal tüm olguların ürettiği okunabilir anlamsal varlıklardır. Anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetikle bağıntılıdır. 

 EN KISA DENEME-24

Biçim, yapıtın temel taşıyıcısıdır; dilsel veya sanatsal tüm özelliklerin yapıt üzerine giydirilmiş bir formudur. Yapıtın nesnel varlık katmanları ile duyusal varlık katmanlarının toplamından oluşur. Yazınsal yapıtlarda biçimin şekilsel özellikleri önemli bir yer tutmaz. Görsel sanatların aksine şiir, ağırlığını ses, anlam ve anlatım olanaklarına bırakır. Çünkü şiir bir heykel ya da resim değildir, şiirin kullandığı malzeme dilin kendisidir. Dilse biçimle değil, anlam, anlatım ve sesle nesnelleşir.

 EN KISA DENEME-25

Konuşmayı öğrenir öğrenmez her çocuğun düşlerine sıra sıra çitler çekilmeye başlar. Kimine geçilebilir kimine geçilemez çitler örülmüştür dünyayı ve yaşamı anlayıncaya kadar. Ya öğretiler gibi kalıplara bağlanmış ya da dinler gibi kesin kabullere yaslanmış çitlerdir bunlar. Hangisi olursa olsun demirden bir çerçevedir ki çerçeveyi kırabilen çocuklar, dünyayı daha yaşanabilir duruma dönüştürmeye aday olanlardır.  

 ESTETİK BEĞENİ

Estetik kavramı; yapıt ile insan arasındaki beğeni ya da ilişkinin duygulanım süreci, estetik bilimi ise bu sürecin bilgi disiplinidir. Daha geniş anlamıyla ele alırsak estetik, insan ile sanat eseri arasındaki ilişkinin kapsamını inceleyen bilim dalıdır. Soyuttur ve duygu durumunun yaşanma biçimidir. Halk arasında güzel sözcüğünün eş anlamlısı gibi kullanılabilir; ancak sanat alanında bu şekilde kullanılması yadırganacak bir durumdur.

Beğeni; insanda doğuştan gelen ve sonradan inşa edilen olgular sonucunda oluşan bir duygu durumudur. Bilgi, kültür, eğitim, deneyim, çevre, koşullar gibi etkenlerle birlikte yaşam, olay ve nesneler arasında kurduğumuz ilişkiye bağımlıdır. Daha açık söylersek, beğeninin öncesi, genelliği, genel geçerliği, zorunluluğu vardır. Beğeni duygusu insanda her zaman, her yer ve her durumda oluşan bir duygu durumudur. Bilinci az çok oluşmuş her insanda genetik olarak kodlu olan ve adına estetik kaygı dediğimiz durumun tetiklenmesiyle açığa çıkan bir durumdur. Sanatla ilişkili beğeniden söz edeceksek buna, "estetik beğeni" demeliyiz.

 ÇAĞDAŞ SANAT

Çağdaş sanat, var olana öykünmekle sanat üretme anlayışını yıkmıştır artık. Bu anlayış, var olanı yeniden anlamlandırma, ilişkilerden yeni varlıklar keşfetme, yaratıcılığın sınırlarını zorlama, zekâ ve farkındalık yaratan yeni biçim/duyuş/seziş olanaklarını temel almaktadır. Durum böyle olduğu zaman okumadan, bilgiler arası eşgüdüm ve ilişkiyi çözmeden sanat üretmek, bir anlamda öykünmek dışında sanatsal bir değer niteliği taşımayacaktır. İşte bu yüzden bilgi ve bilgiler arası eşgüdüm ve çözümü içselleştirmek durumunda olduğumuzu artık kabul etmeliyiz. Çağdaş sanat, yaşam ve evren arasındaki ilişkiye bilimsel yaklaşmak ve yerleşik kuralların sınırlarını yıkmakla olasıdır.

 ŞİİR DİL KURMA İŞİDİR

Şiir; gördüğünü, işittiğini, bildiğini, inandığını ve hissettiğini anlatmak değildir. Şiir gördüğünü, işittiğini, bildiğini, inandığını ve hissettiğini öğütüp yenilebilir ve hazmı kolay dil kurma işidir. Öğütüp, karıp, hamur yapıp, mayalayıp, uygun ateşte pişirip ekmek olarak sofraya servis ustalığıdır. İşte bu süreç; imgelemin gücüne dayanan anlam, anlatım ve sesin; en derin, en sarsıcı, en uyumlu ve dilin en ekonomik kullanımıyla bir ayrıcalık kazanır. Daha açık söylemek gerekirse yaşamı, insanı, dünyayı ve aralarındaki ilişkiyi yeniden anlamlandırma, uyumu kurma ve algı çekici olarak görünüşe taşıma işidir. İşte bunun için her sanat dalında, özellikle şiir gibi ayrıntısı fazla bir alanda; bilgisiz ve donanımsız çağı kavrayan şiir yazmak olası değildir. 

 AKTARMA BİLGİ

Sanat, aktarılabilir (transfer) bir şey değildir. Aktarım, var olanlara öykünmek anlamına gelir. Yapıtın temel özelliği, biricik ve özgün olma zorunluluğudur. Çağın ve insan düşünün dört köşesinden tutulabilir bilgi üretmek, sanatsal bağlamda en temel uğraşı alanımız olmalıdır. Diğer taraftan sanatı kaba gürültüden, kayırmacı anlayışlardan, tebliğ kültüründen ve propagandadan kurtarmanın en etkin yollarından biri; onun öz, içerik ve biçimindeki varlık katmanlarının anlaşılabilmesidir. Başka bir deyişle sanatı neden yaptığımızdan başlayıp yapıtın temel bileşenlerine kadar her şeyi kendi disiplinleri gözünden görebilmeliyiz. Özgün sanat üretmek istiyorsak, kafamızda bazı koşullar oluşmuş olmalıdır. Sanatçının zihinsel örgütlenmesi, toplumsal ve evrensel değerler ile bütünleşmiş olmalıdır. Yaşamı sıra dışı okuyabilmeli ve aktarma bilgilerin üzerine basabilmeyi becermelidir.

 

ŞİİRSEL EZGİ

Şiiri dil sanatları içinde belirgin noktaya taşıyan özelliklerden biri de şiirsel ezgidir. Şiirde ses, sadece anlatımın güzelleştirilmesi, estetik değer algısının uyarılması demek değildir; aynı zamanda duygunun örgütlenebilir kıvama sokulması, duyarlılığın yükseltilmesi için önemli bir işlev görüyor olmasıdır. İnsanın duygusal yaşantısını, bir bakıma duygu durumunu çok kolay ve sarsıcı bir şekilde biçimlendirme yeteneğine sahip olmasıdır. Başka bir söylemle ezginin duygu şekillendirici gücü, insan sesi ve şiirsel ögelerin dengeli kullanılması, şiirin insanla duygusal bağ kurmasında vazgeçilemez ögedir. Zaten insana özgü estetik algı ve yargının ulaşmak istediği sonuç (ulaşılmak istenen en üst güzellik katmanı) bu değil midir? Buradan şu çıkarımı yapabiliriz sanırım: Şiirde duyarlılığı ve duygu yoğunluğunu yükseltmek; estetik algı ve yargıyı etki altına almak; şiirsel ezgi ve şiirsel ögelerin sarsıcı gücüyle olasıdır. Şiirde güçlü bir anlam, sarsıcı bir anlatım; şiirsel ezgiyle bütünleşmiyorsa öyküden ya da herhangi bir metinden nasıl ayıracağız?   

 ŞİİRDE SES

Ses, estetik algının uyarılması ve duygunun kavranması için şiirin bileşenleri arasında as kozdur. Estetik biliminde sözü edilen haz, hoşlanma ve beğeni gibi kavramların, duyumsanır biçime getirilmesinde şiirsel ezginin çok büyük bir payı vardır. Dil sanatları için şiire özgü bu ayırıcı özellik, göz ardı edilemeyecek kadar değerli bir olanaktır. Ne var ki şiirde estetik değer yaratacak özellikleri ayrıntılı incelemediğimizden, estetik değer açısından ses gibi önemli bir bileşeni, bugün bile göz ardı edebilme cömertliğini göstermekteyiz. Bu yanlışa düşmemek için, şiirde ses ve ses birimlerinin doğurduğu fiziksel eksenleri bilimsel verilerle incelemeliyiz. Şiirde sesin yani şiirsel ezginin, duyarlılığı artırmak için ne kadar güçlü bir etken olduğunu deneysel olarak görmeliyiz.

 ŞİİR ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ

Şiir Çözümleme Tekniği[7], sanat yapıtının ontik[8] bütünlüğü ve integral[9] yapısı gereği öne sürdüğüm yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir. Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.

Çözümleme katman yöntemiyle yapılır. Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Ses, anlam, anlatım gibi… Aynı zamanda birbirinden ayrıştırılabilir, belirli disiplinler altında ele alınabilir ve kendi içinde tanımlanabilir yapılar olarak düşünülmektedir. Örneğin ses katmanı; ses bilimi, estetik katmanı ise estetik biliminin öne sürdüğü ilkelerle incelenebilir alanlar olarak ele alınmalıdır.

Bir şiirde en az yedi katman vardır: Bunlar; Biçim katmanı, Anlam katmanı, Anlatım katmanı, Ses katmanı, Çağrışım katmanı, Coşum katmanı ve Estetik katmanıdır.

 ŞİİR YAZILARI

Şiir, tarihinin en kısır dönemindeymiş gibi geliyor bana. Okunmaması hatta hiç yazılmaması gereken metinler, bir şey söylermiş gibi yapıp teğet geçen dizeler, severmiş gibi görünüp okuruna kötü kızan şairler; yüksek perdeden işlem görüp rafting yapıyorlar… Şaşırma! Reyting diyeceksin, diyorsun ama doğru yazdım; rafting. Akıntıya göre kürek çekme sporu yani…  Eee ne edersin?  Yarandın mı bir komüne; alkış da hazır tahterevalli de hazır yapay kanatlar da… İstersen yaptığın iş, iş değil çiş olsun; Piero Manzoni gibi. Olmadı biz de deneyelim hem de kısa kısa deneyelim. 

 

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-6

 ŞİİR YAZILARI

Konu şiirse şiirin yanındaki de bizim şairse, şiir denemeleri yazmamak olmaz. Şiir yazısı görüp de okumadan da geçilmez; ayıptır. Şiiri iyi tanımlarız, abartırız, büyütürüz; bununla kalmayıp okuru suçlarız, şiirdaşları alıp satarız. Sisteme, anlayışa ve günün moda kavramlarına yaslanıp akıntıya kaptırıveririz yazılarımızı.   “İlk dize tanrı vergisidir”, “Şiir yazmak sözcükleri savurma sanatıdır”, “Şiir ne demediğindir.” “Şiir direniştir” gibi özlü sözlerle süsleriz yazılarımızı.

Ne var ki küçük bir sıkıntımız vardır bu konuda. Abartmıyorum, bu tümceleri dergi veya kitaplardan aldım. Böyle büyük sözler ederiz de hiç düşünmeyiz. Şiir yazılarındaki abartılara bir bakalım aklı selim. Örneğin yukarıda verdiğim dört tümcenin şiir için ne anlama geldiğini birisi açıklayabilir mi? Kime bir yarar sağlar, neyi geliştirir şöyle biraz sağduyulu sorgulayabilir miyiz? Bu tür yazılar yazılmalıdır ama şiirle ilgili yazılması gereken çok daha ciddi konular var dostlar. Şiir, magazinsel söylemlerle ve abartılarla yol alacak kadar sığ bir sanat değildir; anlam ve düşünce sanatıdır.

 EN KISA DENEME-26

Çağımızda kurulu modern sistemler, aydın olduğunu varsayan insanları kendine bağımlı kılmakta, istediği kıvama getirmekte, gereklerini dikte etmekte, bireysel estetik algı ve estetik yargısını yavaş yavaş olumsuz yönde dönüştürmektedir. Bu durum, yaşadığımız çağın en büyük ve alt edilemez sorunlarından biridir.

 EN KISA DENEME-27

İnsanı olumlu tutum ve davranışlara yöneltmek, duygudaşlık, düşünme, düş ve imgelem yetisini güçlendirmek için; dürüstçe ve çıkar kaygısı gütmeden şu dört konunun üzerine toplum olarak gidilmelidir. Bunlar; Duygu Yönetimi, Beğeni Yönetimi, Sanat Eğitimi ve Sevgi Eğitimi’dir.

EN KISA DENEME-28

Estetik algı ve estetik değer yargısı, insanın yaşamsal algıları ile bir bütündür ve her insan zihni bu algı ve yargı için hazırdır. Şairin, okurda hazır olan bu estetik algı ve yargıyı doğru harekete geçirmesi ve uygun yönetmesi gerekir. Şöyle bir çıkarım vardır; şair kendi beğenisini kendisi oluşturur. Sözün özü, şair kendi beğenisini kurar, yayar; ancak bunu yaparken okur dünyasının renklerini kullanmak zorundadır. Vazgeçilemez ve karşılıklı ilişkidir.

 EN KISA DENEME-29

Şiirde alışılmamış bağdaştırmalara başvurmanın temelinde, insan zihninin derinliklerinde hiç dokunulmamış alanlarda yeni görüntü ve tasarımların oluşmasını sağlamak yatar. Bu nedenle alışılmamış bağdaştırmalar, şiir dilinin sanatsal özellikleri arasında en önemli ve çarpıcı şiirselliği sağlayan dilsel, duyusal ve zihinsel olgudur. Aynı zamanda şaire, dilsel ve sanatsal yaratıcılık ortamı sunar.

 EN KISA DENEME-30

İmge; okur birikimi, anlam ve çağrışımın toplam sonucudur. Şiirdeki anlam sisteminin nesnel halidir. Özellikle şiir gibi örtük ve anlam alanı geniş dil kullanan sanatlarda; çokanlamlılık, çağrışımda rastlantısallık dolayısıyla anlamda rastlantısallık mutlaktır. İmge sadece iki uzak söz kaynaşmasıyla değil, sözcük, söz kaynaşması, deyim, dize, mısra, kıta veya şiir bütünlüğünden doğurulabilen sonuçlardır. Sözle görünüşe taşınan değerlerdir ve aynı zamanda okurda yeni imgelem alanları yaratma gücüne sahiptir.

 İYİ HUYLU ELEŞTİRİ

İyi huylu eleştiri, sevgi ve sevginin yoğurduğu bilimsel aklı gerektirir. Bilimsel akıl, kirli bilgi ile temiz bilgiyi birbirinden ayırabilir sağduyulu çözümlemelere sahip çağın önüne geçmiş akıldır. Şair ve şiir eleştirmeni de bu akla sahip şiir işçisidir, öyle de olmalıdır. Bilginin ve bilmenin sınırı yoktur; tıpkı sanat ve şiirin sınırsız bir evren oluşu gibi… Sanat ve şiir dünyasında keşif bekleyen o kadar çok şey var ki bu keşiflerin yapılabilmesi için eleştirmen de işin bir ucundan tutmalıdır. Etik değerlere sahip, sanata ve çağa uygun donanımı kuşanmış olmalıdır.

Eleştiri ciddi bir iştir. Şiirin etkinliğini, yetkinliğini ve estetik değerinin tespitini bir kenara koydum; her şeyden önce eleştiri, şairin okuludur; olmazsa olmazıdır. Öyle de olmazsa ne olur? Bizim gibi olur. Eleştirel deneme diye şair hakkında genelleme, şiir hakkında yinelemeler okuruz.

 ELEŞTİRİ

Taraftarlık, görüş farklılığı ve önyargı bir yere kadardır yapıt karşısında. Sanatsal ve şiirsel bilgi kamusaldır, metinler arasıdır, tarihseldir, evrenseldir, dinamiktir, farkındalıklı algı, özgün anlamlandırma ve yargılamanın sonucudur. Ortaya konan bir sanatsal bilgi veya kuramı önce okur olarak okumakta yarar vardır. Şair önce okur olmalıdır. Her tür bilgiye eşit mesafede durmalı ve onu süzgecinden geçirdikten sonra bir yorumda bulunmalıdır. 

Eleştiri sadece bir metin türü değildir; sanat eserinin tanımlama, çözümleme, değerlendirme, değerini belirleme ve raporlama sürecidir. Altının değeri durduğu rafın niteliği ile ölçülmez; kendi saflığı ile ölçülür. Önemli olan altının ayar değerini ölçebilmektir. Bunu ölçmek için de donanım ve özel teknik gerekir. Eleştiri de tıpkı altının ayar derecesini ölçmek gibi bir şeydir. Üç beş süslü ve çeviri bilgi, ideolojik ya da dinsel olguların güdümünde yaptığınız sanatsal yorumla eleştiri yapmış gibi görünebilirsiniz; ne var ki bunlar, özgün ve yetkin bir eleştiri olmaz. Çünkü bir şiiri değerlendirmek için onun varlık katmanlarını açmak, örtük alanlarını açığa çıkarmak için bilimsel ilkeleri kavramış olmak gerekir. Şiir, şair, okur üçgenindeki doğrusal ve çapraz ilişkiyi, bu ilişkiden doğan sonuçları yakalamak gerekir.

 BEKLENTİ ÖTESİ

Öğreti, konsept, form ve kavramların doğrusal etkilerini gereğinden fazla dikkate alanlar, kendisine öğretilen kalıpları, günlük yaşamda uygulamak isterler, bağlılık duyarlar ve en doğru davranış içinde olmalarıyla böbürlenirler. Oysa tutarlı olmak ya da ilkelere sıkı sıkıya bağlı olmak, sanatsal yaratıların önünde duran kocaman bir engeldir. Bu yüzden sanatçı, özellikle şiir gibi sanat alanlarında, insan beklenti ve kabullerinin ötesinde olmalı, alışık olmadığımız düşünme biçimini önümüze sermeli, arzuladığımız derin duygu durumuna girmemizi sağlamalı ve önerdiği yenidünya görüntüsünü örnekleriyle duyumsatmalıdır.  

 ŞİİRİN İMGELEM GÜCÜ

Her şiir, şiirse eğer, toprağa kökleri salınmış bir kültür hazinesidir. Şiirin açığa çıkardığı her söylem, dilsel kıvraklık, düşünsel ve duygusal evren, insanı bir yanından kavrayarak onu sımsıkı tutar. Algıyı sarsıntıya uğratarak duygu durumunu ve görme biçimini değiştirir, yeni bir gerçeklik olgusunu kavramaya yöneltir. “Ben”i yaşam sevincine götürür.

Biliyoruz ki her şiir, okuruyla yaşamsal bütünlük kazanır. Şiire okur gözünden bakmak bugünün eleştirel yaklaşımlarında çok üzerinde durulan bir konu olmasa da ben bu yanını özellikle önemsiyorum. Çünkü her sanat eserinde olduğu gibi şiir de insan için vardır. Eleştirinin önemli konularından biri de şiirin, okur üzerinde yaratmış olduğu imgelem gücünün tespitidir.

ELEŞTİRİ İŞİ

Şiir kendine özgü bir bilim alanıdır; sanat da. Şiir bilgisiz, şiire ilişkin kavramlar arası bağıntı ve hiyerarşik konumlanışını çözmeden geliştirilemez; yeni ve büyük şiir yazılamaz. Alışılmış ve kalıplaşmış yargılardan uzak bir gözün bakması çoğu zaman yeniliğin, yaratıcılığın ve farklı bir bakış açısının doğumu için önemlidir. Eleştiri, eleştirmen ve eleştirinin eleştirisi bu açıdan çok önemli bir işleve sahiptir. Bu nedenle uzun bir araştırmadan sonra şunu anladım; sanat öyle gelişigüzel ve gösteriş için yapılan bir eylem değildir. Sanat yenidünyayı, çağdaş insanı ve aralarındaki ilişkiyi farklı biçimde anlamlandırma, görme, duyma, işitme, sezme işidir; var olandan ve kavranabilen soyut gerçeklikten yeni görünüşler ve görüntüler üretmektir. Bundan sonrası yazı, söz, çizgi, renk, hareket, ışık ve biçim gibi kendi tekniği ve özelliğinde var etme işidir.

Eleştiri ise bu ayrıntıları temelinde var olan gerekçeleriyle birlikte okunabilmesini, açığa çıkarılabilmesini sağlamaktır. Yapıtın yetkinliğini, etkinliğini ve estetik değerini duyumsanır kılmaktır.

 

KATMAN EDEBİYAT ELEŞTİRİ KURAMI

Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi; Şiir Çözümleme Tekniği[10] diye önerdiğim kapsamlı bir sistemin üzerinde uygulanabilir, izlenebilir, denenebilir ve genellenebilir sonuçlara yönelen bir kuramdır. Kuramın ayrıntılarını ortaya çıkarabilmek için, özellikle “şiir sanatı” ele alınmıştır; çünkü şiir duyusal ve nesnel yapısı bakımından, sanat yapıtlarında olması gereken tüm katmanları görünür biçimde içinde taşır ve bunlar, şiir sanatı ile daha kolay açıklanabilir. Yapıtların tamamında, nesnel ve duyusal olarak var olan içsel ve dışsal varlık katmanlarını şiir çözümleme tekniğine dayanarak sanat bilimi, sosyal ve insani bilim veriler ışığında görünür kılmaya çalışır. Şiir Çözümleme Tekniği, şiiri katman[11]lara ayırır, katmanları da tabaka[12] veya eksen[13]lere ayırarak ilgili tabakaları kendi disiplini içerisinde şair, okur, eser, zaman ve ortam çarpanlarını dikkate alarak çözümlemeye yönelir. İşte Katman Edebiyat Eleştirisi, Şiir Çözümleme Tekniği ile daha nesnel, daha tarafsız, bilimsel ve sanatsal eleştiri biçimidir. Aslında bu teknik şiir için tasarlanmıştır; ancak yazın evreninin her alanına uygulanabilir ve diğer tüm sanat türlerine de uygulanabilme yeteneğine sahiptir. Ayrıntılı bilgi için dipnotta verilen kaynaklara bakabilirsiniz[14].  


KISA KISA DENEME DENEYELİM-7

 DEĞİRMENİN SUYU

Birey, birey olma bilincine ulaşmış, özgürlük bireylerce içselleştirilmiş, sanat özerkliğini ilan etmiş olmasına karşın ne birey ne özgürlük ne de sanat ideal gerçekliğini yaşama geçirebilmiştir. Çünkü bireyin birey olması, özgürlüğün içselleştirilebilmesi, bireyin özgün yaratı ortaya koyabilmesi ve sanatın çağı öncelemesi; ortak aklın algı deformasyonundan uzak kalmayı başarabilmesine bağlıdır. Bilim ve felsefede bağımsız değilseniz, değerleriniz kul mantığında kotarılıp işleniyorsa, aktarma bilgilerle değirmeni döndürüyorsanız bu nasıl olacak? Hangi birey, nasıl özgürlük, nice özerklik?

 EN KISA DENEME-31

Bugün düşünebildiklerimiz, gelecekte tasarımı ve yaşama geçirilmesi çoğunlukla olanaklı olanlardır. Hele özlenenler daha yakındır. Geçmişte ütopya diye adlandırılan düşlerimizin pek çoğu gerçekleştirilmiştir; somut-soyut anlamsal bütünlük veya nesnellik kazanmışlardır.

 EN KISA DENEME-32

Dünyanın olumlu, en güzel ve yüce duygusu sevgidir. Güzellik karşısında büyüyen bir duyumsama eylemidir. Pek çok düşünürün söylediği gibi sanat güzeli görünüşe çıkarmak, insanı güzel ve yetkin ruha taşımaktır. Sonuç olarak insanda sevgiyi ve yaşam sevincini yaratmaktır. Sanat sevmektir; sevmekse şiirdir, şiirselliktir.

 EN KISA DENEME-33

İnsanı, insana egemen kılmak ve insanı öğrenilmiş maddiyata dayalı hırslarla donatmak yerine; insanda sevgiyi egemen kılmak, pek çok sorunun üstesinden kolaylıkla gelecektir.

 EN KISA DENEME-34

Çevremize çekilmiş görünür olmayan demir çember, aynı zamanda aklın evrimi önüne konmuş aşılması zor bir engel sistemidir. Sanat adamı, çemberi kırmak için beyaz dünyaya değil; iç dünyasına dönmeli ve biçimsel aklın yolunu kendisine kapatmalıdır. Popülariteye değil, gerçekliğin kucağına dönmelidir. Bu durum, küçük bir fındık uğruna neleri kaybettiğimizin farkında olamadığımız gerçeğidir.

 EN KISA DENEME-35

“İmgelem-İmge-İmgelem[15]” üçlüsü nedir? Şiirin yazılışından insanla gelecekteki ilişkisine kadar bütün sanatsal sürecini açıklayabilir mi bu üç sözcük?  İmgelem-imge-imgelem süreci; şiir, resim, müzik gibi tüm yapıtların doğuma hazırlık safhasından doğumuna, imge ve iletilerini kurmaktan okurda yeniden bir imgelem dünyası yaratmasına kadar izlenen zorlu bir yoldur.

 ÇATIŞMA KÜLTÜRÜ-1

Ülkemiz kültüründen beslenen bazı bireyler, dahası sanatçı ve aydın olduğunu ileri sürenler, çatışma ve dayatma kültürünü en gözde ve yararlı davranış kalıbı olarak benimsemişlerdir. Benim inandığım değerler senin inandığın değerler gibi karşılaştırmacı, sanatın ve şiirin hiçbir noktasında yer almaması gereken bölünmüşlük, küçümseme, önyargı, beğenisizlik ve ben bilirim yaklaşımı yaygındır. Bunun yanında, zihin okuma, aşırı genelleme, keyfi ve duygusal çıkarsama gibi bilişsel psikolojinin ortaya koyduğu olumsuz düşünce işleyiş biçimlerini çoğunlukla yaşayan bireylerdir. Sanatçının sanatçıya, şairin şaire nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu, eserlerine karşı nasıl bir tutum sergilendiğini az çok gözlemlemiş birisi olarak bu tümceleri kurma gereği duyuyorum. Kızmaca yok; bu bir tespittir.

 OKUMA

Okuma konusunda çok nazlıyız çook! Aşık usandırırcasına. Daha ilk birkaç tümcede “Olmaz böyle şey!” diye peşin hüküm verip okuma zahmetine kendince kılıf hazırlayacak gizilgüce sahibiz. Üretilen bilgiyi ve ortaya konan yeni bir yaklaşımı yerden yere vurma ve yok sayma alışkanlığımız pek yaygındır. Nedendir bilinmez, yakınımızdaki insanların bilgisine güvenemeyiz. Referansımız yabancı ya da ün kazanmış birisi olacak ki mutlaka öyledir diyebilelim.  Kabul edip öykünebilelim.

Genel olarak üretilen bilgiyi nasıl yok sayarız diye türlü yollar deneriz. Bilindik bilgileri öğrenmiş olmanın haklı gururu ile oyalanmaya yatkınız. Peşin hükümlüyüz ve büyük beklenti içindeyizdir. Bilgiye ulaşmak bilgi üretmekten daha zor değildir. Okumaktan geçer yolu; önyargısız ve beklentisiz okumaktan. Biraz da temiz bilgi ile kirli bilgiyi birbirinden ayıracak altyapıya kavuşmaktan.

 ŞİİR DİLİ

Düşüncenin ve düş gücünün sınırı yoktur, bununla birlikte dilin sınırı ve iskeleti yoktur. Şiirsel dil en omurgasız dildir. Bir anlamda şiir dilinin anlamsal genişliği, düşünce ve düş gücünün ulaşabildiği ufka bağlıdır. Dolayısıyla şiir; duygu, dil ve düşüncenin özdeşliğinden beslenir ve sınırları tanımlanamayan bir alanın içinde var olan bir sanattır. Şiir dili; sözcük, kavram ve anlam üzerinde oynayan bir dil olması nedeniyle sanatsal yaratıcılığın ekseninde durur. Bizden keşif bekleyen o kadar geniş bir sanatsal ve şiirsel evren var ki bugün, bunu büyük bir kısmını düşünemiyor ve göremiyoruz. Tersinden söylersek henüz bilincine varamadığımız, kavrayamadığımız sayısız şiirsel ve sanatsal model ve eğilim, bizden keşif beklemektedir. İnsanlık olarak, bağnaz algı ve yargı modellerinden kurtulup şiir ve sanata, çoklu ve sınırsız bir görüş açısıyla bakılabilmeliyiz.

Öykünmeyle değil; her bilginin altındaki derinliği çözerek… 

 KAYNAK GÖSTERME

Değişik kültürlere ilişkin bilgi ve yargıları kaynak gösterme; içselleşmemiş yabancı kavram ve terimleri öne çıkarma; yerleşik kültüre yabancı az bilinen mitolojik öykülere yaslanma; ideoloji veya inancından dolayı hayranlık duyulan kişileri öne çıkarma; gelişmişliğimizi gösterme gereci gibidir. Ne birilerine karşı önyargı ne hayranlık ne de sahip olduğumuz değer ve kültürün altında ya da üstünde bir değer ve kültür varlığı kabul edilebilir.  Elbette kuramlar, söylemler, mitler, destanlar, masallar ve halk öyküleri vardır yaşayan sanatın içinde. Bunları bir kenara itemeyeceğimiz gibi sıradan kuram, öykü ya da halk arasındaki söylemlerden ibaret olduğunu söyleyemeyiz.

Sanatın özünü, estetiğini ve çekiciliğini kendi tespit ettiğimiz kuramlar ve mitlerimizde aramalıyız. Sahip olduğumuz değerler, insanımızın duygu dünyasına daha etkili seslenir. Bunlar, değerlerini içsel olarak duyumsuyorsam beni bende rendeye vurabilirler. Şunu biliyorum; toplumda anlamı içselleşmemiş sanatsal yabancı terim ve kavramlardan; duygu değeri oturmamış mitler, öyküler ve kahramanlardan tanınırlık devşirmeye çalışmak; yazarın yetkinliğini değil, acizliğini ve artalan bilgisinin zayıflığını gösterir.

 KÜLTÜR EMPERYALİZMİ

Kültür emperyalizmi denen olgu, kendine bilindik ve kontrol edilebilir düşmanlar yaratır. Bunlar iyi yürekli, atak kahramanlardır. Mazlum için çalışan kahramanlardır. Sanırsınız ki inandığımız değerler için mücadele ederler, yenilik ve devrim yapmaya çalışırlar, toplum bilincinde kanayan yerlere merhem sürerler, iyileştirirler, dönüşümü sağlarlar, haksızdan alıp haklıya verirler. Görünüm öyle olmasına karşın bunlar, karşı oldukları düşüncenin farkında olmadan sadık birer hizmetçileridir. Bu tür sistemlerin en önemli özelliği ve sürekli kazanmasının temelinde yatan gerçek, kendisine karşı olanları en büyük hizmetkârı olarak kullanabiliyor olmasıdır. Sanatçının uyanması gereken nokta burasıdır. 19 ve 20. yüzyıldaki genel tabloya, değişim ve oluşum sürecine bakalım. Görünen manzara odur ki devrin devrimcileri kendi kendilerini istekli bir biçimde devire gelmişlerdir. Yani karşı oldukları sistemlerin gelişimine en büyük hizmeti yapmışlardır. Bir özeleştiri yapıp deyin ki “Bu doğru değil!”

 

MAGAZİNSEL SÖYLEM

Toplumu istenilen bir düzen içinde yaşatmak için; onu oluşturan bireylerin zekâ etkinliğini, yaratıcı özelliğini, girişimci ruhunu ve her türlü gizilgücünü sınırlandırmak gerekir. İkinci sınıf toplumlardaki yönetici ve liderler, hatta aydın olduğunu varsayan pek çok kanaat önderi kişiler, halk katmanlarının temelinde var olan bu özelliklerin değişmemesi, gelişim göstermemesi ve gizilgücün ortaya çıkmaması için çaba harcarlar. Bu tür kişiler, eğitim ve sanat gibi zihin değiştirici, dönüştürücü olanakların inanç veya öğretilerin mutlak emrinde olduğuna inanırlar. Öyle dikte ederler. İşte aydın olduğunu savunan çoğu kişi ve yöneticiler, öğreti ya da inanç gibi olguların, diğer bir söyleyişle doğruluğuna inandığı inanç ve öğretilerin geleceğin yeni ve yaşanabilir dünyasını kuracağı öngörüsü içindedirler. Bu tür kişilerin zihninde, mutlak doğruluğuna inandığı yöntemler dışında yeni bir çıkış yolu ve yeni bir dünya modeli yoktur. Küresel olarak dünya toplumlarında yaşanan kaos ortamı ve çözüm üretilememesinin nedeni, bu tür düşünce ve yargıya sahip yönetici oranının çok yüksek olmasından kaynaklanır. Sanat dünyası da bu ve buna benzer algı ile oluşturulmuş sabit düşünce sahibi insanlarla doludur. Ne yazık ki yoz destekçileri karşısında magazinsel söylemlere kapılarak önlerini göremeyecek kadar körlerdir ve bundan habersizlerdir.

 DONANIM

“İleri bilimsel ve felsefi düşünme konusunda oldukça kabiliyetsiz olan çocukların sürekli olarak yüksek düzeyde sanatsal yetenekler sergilediğini biliyoruz.” diyor R.G. Collingwood. Bu sonucun doğru olduğunu varsaysak bile, sanatsal etkinliğe yatkın bu kişiler, hangi sanat dalı olursa olsun günümüz koşullarında bilimsel, felsefi ve teknik bilgiden uzaklarsa yaptıkları sanatsal etkinlikler belli bir ufkun ötesine ulaşamazlar. Bizim deyimimizle arabeske bulaşmak durumunda kalırlar. Özellikle şiir gibi dil sanatlarında bilgisiz yola çıkmak, disiplinler arası konumlanışı çözmeden yola çıkmak, demirsiz ve çimentosuz bina inşa etmekle eşdeğerdir.

Dostlar, donanımsız sanat üretme devri bitmiştir artık. Donanımlı bir akıl var karşınızda ve onun estetik yargısını kazanmanız kolay değildir. Birkaç gömlek ileride olmalısınız. 

 BİLGİ AKTI[16]

Bilgi aktı dediğimiz olgu; “algı, düşünme, anlama ve açıklama” aklarından oluşur ve bu zihinsel etkinlik birbirinden ayrılamaz, iç içe döngüsel bir süreçtir. Genel olarak, bilgi aktına insanın düşünsel etkinliğinin toplamı da diyebiliriz. Yani bu kavram, insanın bilme etkinliğidir. Ancak, bilgi aktının işlerliği, insan zihinsel etkinliğinin hareket motoru, özellikle sanatsal alanda "sevgiye” bağlıdır. Sevmeden algı, algı olmadan anlama, anlamadan düşünme istenen düzeyde gerçekleşmez. Bu bağlamda, duyguya doğrusal bir mantıkla yaklaşırsak her konuda öncelikli ele alınması gereken bir konu olduğunu görürüz. İşte bu nedenle– duygu yönetimi[17] son derece önemlidir diyorum.  Her alanda olduğu gibi özellikle sanat ve şiirde duygu, ilk irdelenmesi, eğitilmesi ve yönlendirilmesi gereken başat bir insan etkinliğidir, eylemidir.

 SANAT VE BİLİM

Heykel, şiir, resim gibi bütün sanatsal yaratılar; bilimi kullanır ama bilimden özerktir, bilgiyi kullanır ama bilgiden bağımsızdır, insanın edimlerini kullanır ama insanın içine saldırır, aklı kullanır ama aklın çeperlerini parçalar, bilincin üç alanını kullanır ama bilinçle kavgalıdır. Başka bir deyimle, doğru yanlış kavramı geçersizdir sanat için. Güzel ya da güzel değil söyleminin de kesin bir ölçütü yoktur. Özellikle sanatta; özneler arasılık, belirsizlik, görecelilik ve rastlantısallık kuramları öne çıkar. 

Şiir ve sanat dünyasında bilimsellikten söz edildiğinde yadırganır, farklı bir gözle bakılır. “Şiir diyalektiktir” denir. Oysa diyalektik, bir bilimsel yaklaşım yöntemidir. Örneğin şiirin kendisi bir bilim alanıdır. Tabii bilimi, yirminci yüz yıl tanımıyla ele almıyorsak. Sanatın; felsefe, psikoloji ve sosyoloji ile estetikten oluşan sanat bilimi diye bir bilgi bütünlüğü vardır.

Bilim, aklın ürettiği bilgi ve anlam sistemidir. Sanatsa aklın düş gücü ile tasarladığı, imgelem sonucu ürettiği yapıtlar bütünüdür. Her ikisi, aynı kandan beslenen ve aynı karından doğan kardeş gibidir. Sanatsız bilim, bilimsiz sanat olmayacağını sanatın tarihsel gelişiminden de söyleyebiliriz. Sanat ve bilim kardeş iseler insanoğluna düşen görev, onu eş zamanlı, eş güdümlü, iç içe ve birbirini destekler biçimde kullanmaktır.

Sanat ve bilim, insanlığın ortak dilidir.

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-8

 İÇ DÖKME

İçimizdeki görkemin yansımasıdır şiir. Duyarlılığınız, sanatsal bilgi ve yeteneğiniz ne kadar zengin imgelem kurabiliyorsa şiiriniz de o kadar zengin ve kavrayıcıdır okuru. Evren ve yaşam arasındaki ilişkinin ayrıntılarını duymadan ve çözmeden şiir yazarım diyorsanız, gördüklerinizi anlatmaktan başka bir şey yazamazsınız. Duygularınızın zorladığı ve sağdan-soldan duyduğunuz süslü sözcükleri getirip önümüze dize diye koyarsınız. Bunun adı bence şiir değil, iç dökmedir. İç dökme sanat mıdır, tartışılır ama çoğu düşünür bunun sanat olmadığını söylüyor.

 EN KISA DENEME-36

Bilmemesiyle suçlanamaz ki insan. Ne bilmediğini bilmeyen kişi için var olan, yok hükmündedir. Zaten bizim biçtiğimiz değerle bir anlam kazanmıyor mu, var olan? 

 EN KISA DENEME-37

Ben insanoğlunun bulunduğu yerde, işlerin olması gerektiği gibi yürüdüğüne güvenmem. En zor konu, en kısa zamanda çözümlenirken en basit konu, yıllarca çözümsüz kalabiliyor.

 EN KISA DENEME-38

“Akıl sahibi insan; ne kendisi ne bir başkası hatta ne de Tanrı için bir araç olabilir.” demiş Kant. On sekizinci yüz yılda söylemiş hem de…    

 EN KISA DENEME-39

“Düşüncenin özgür olması” tamlamasından ne anlıyorsunuz? Bu konu gerçekten sıkıntılı bir durumdur. Özgürlük kavramını az çok bilen herkes “Ben özgür düşünüyorum” diyecektir. Şu anda sizin düşünceniz ve düşün sisteminiz gerçekten özgür mü? Bunu, tarafsızca sorgulamanız mümkün mü? Bu konuda kuşkuya düşmüyorsanız ciddi sıkıntınız var demektir. Kendi kendinize basit bir test işte. 

 EN KISA DENEME-40

Şair ve yazarın ilk işi iyi bir okur olmaktır; iyi bir okur olmayan her birey ne söylendiğini anlamadığı gibi neyi bilmediğini gösteren bilgilerin de ayırdına varamaz. Bu durumda çok yazan ama yeni bir şey söylemeyen, kavram-terim-sözcükler arası anlamsal bağıntıyı kuramayan ve sadece öykünen yazarlar/şairler sürüsü türer; bu kaçınılmaz bir sonuçtur.

 SANAT

Sanat; öğretilerin, dinlerin, inançların ve yarar çatışmalarının yedek akçesi gibi görülmüştür tarih boyunca. Çağının, insan bilincinin, kültürünün, imgeleminin ve düşünme biçiminin dışında bir olgu değildir. Ancak, amacı ve işlevi çok açıktır; yaşamsal sürekliliği sağlamak için insanı yetkin ruha taşımak ve olumlu duygulara yönelterek yaşam sevincini yüceltmektir. Değişik bakış açılarından getireceğiniz her açıklama, bu temele dayanır.

 

ÇATIŞMA KÜLTÜRÜ-2

Çatışma kültüründe büyümüş ve hâlâ çatışma kültürü anlayışıyla boğuşan bir kuşağız. Sanatımız da bu kültürden alması gerekenleri alıp aynı mantıkla varlığını sürdürmektedir. Başka türlüsünü düşünmek bizler için zordur elbet. Artık sanata ve onun alt dallarına daha felsefi ve bilimsel yaklaşmanın zamanı gelmiştir. Şiirin, sinemanın, tiyatronun maksadı hiçbir zaman çatışma ve şiddet doğuran bir açılım olmamıştır.

Sanatta karşıtlık, direniş ve çatışmacı tutumlar; bir amaca hizmet eder ki bunun tanımı son derece açıktır. “Ben üstün olmak istiyorum” söyleminin altında yatan gerekçedir. Daha kısa yoldan söylemek gerekirse sanatın, oksijeni sevgidir dostlar. Siz hangi mantıkla yola çıkarsanız çıkın sevginin dışındaki tüm gereçler, bir gün sanatın kucağında kendi kendini imha eder. Sanatın işlevi ve yönelimi tamamen sevgiyi yüceltmek ve yaşam sevincini büyütmeye odaklıdır. Öbür türlüsü, bir amacı gerçekleştirmek veya üstünlük kurmak için bir gereç haline dönüşür. Yıllarca da böyle olmuş.  

 ÖNCE AKLINIZ

Dil, bir anlam dünyasıdır. Düşüncenin nesnelleşmiş halidir. Düşüncenin tasavvur edebildiği dünyayı görünen kılandır. İnsanlar arası bağ kurma varlık alanıdır. Dahası bilgi ve anlamlar arası eşgüdüm mekanizmasıdır. Dil ile düşünce özdeştir; dil düşünceyi güçlendirirken düşünce de dili güçlendirir. Bu birbirinden ayrılamaz geri dönüşümlü bir ilişkidir.

En önemlisi de ürettiğimiz kültür varlıklarıyla doğru orantılıdır. Bir anlamda düşünebildiğiniz, tanımlayabildiğiniz dünyanın gösterenidir. Dünyada üretilen tüm kültür varlıklarıyla, yaşamsal değerlerle ve beklenen gelecek anlayışıyla etkileşim içindedir. Kendi kültür ve kendi ulusunun içerisine hapsedilmeyecek genişlikte bir sistemdir dil. İsterim ki bütün kavram, terim ve sözcükler; benim ürettiklerim, benim değerlerim, benim coğrafyamdan doğsun. İsterim ki Türkçe Türklerin öz malı olsun. Ne var ki beklentilerle olmaz bu.

Kısa deneme dedik ya uzatmayalım. Toplam aklınız ne kadarsa ve ne kadar bilgi üretmişseniz; ürettiğiniz kavram, terim ve sözcüğünüz de o kadar olur. Bilgi üretmiyorsanız taşıma sözcükler işgal eder dilinizi. Bilim ve felsefede bağımsız değilseniz, ‘değirmeni’ aktarma bilgilerle döndürüyorsanız dil gelişmez dostlar. Önce değirmenin suyu…

 ŞİİR DİLİ

Şiir dilinin güzelliği; çarpıcı, yaratıcı, şaşırtıcı ve yeni bakış içermesi, pozitif bilimler ile diğer sosyal bilimlerin kavramsal ve kuramsal tasarımları, bunun yanında insan davranış dizgesine egemen olunması ile doğru orantılıdır. Yani şiirsel anlatım, yaşamsal kurguyu ve olguları iyi okumak, fotoğrafı doğru kadraj ile uygun açıdan çekmekle olasıdır. Herkes şiir yazabilir; ancak bugün okunan ve tüketilen şiiri yazar. Gelecekte gündemden düşmeyecek, zihinlere yapışacak ve elden ele okunacak şiirleri yazmak, yaşam döngüsü ve kurulu elzem sistemleri, kuşaklar arası zihinsel evrim özelliklerini, gelecek kuşakların akıl etkinliği ile onların estetik algı biçimini öngörmekle olasıdır.

Bu denemede uzun tümce kurayım dedim. Kısa denemede uzun tümce gitmiyor değil mi?

 ŞİİRSEL ANLATIM

Dil sanatlarında şiirin ayrı bir özelliği var ve bu özellik şiirin bel kemiğini oluşturur. Şiir dışındaki öykü, roman, masal gibi metinler, konu ve anlam üzerinden anlatıma yönelir. Şiir ise anlamdan anlatıma giderken diğer taraftan da anlatım üzerinden anlama yönelir. Yani anlatım anlama, anlam da anlatıma katkı sağlar. Başka bir şekilde söylersek diğer metinlerde anlamın duygu değeri üzerinden yola çıkılır. Şiirde anlatımın duygu değeri daha belirginleşir ve şiire renkli elbise anlatım sayesinde giydirilir. Şiirin estetik değeri, öncelikle anlatım üzerinden çıkış alır; sonra bütün katmanlara belirli ağırlıkta yaslanır. Güzel söz söyleme sanatı söylemi, güzel anlatım demek değil midir? Sonuç olarak, “Anlatımdan anlama yönelmek, şiire özgü ayırıcı bir özelliktir.” önermesini ileri sürebiliriz.

 EKSİLTİLİ ANLATIM

Şair, okuru çoğul bir anlama yöneltmek, çağrışım yelpazesi[18]ni daha geniş tutmak, şiiri daha etkili kılmak ve şiiri daha yalın tutmak maksadıyla, dizelerde eksiltili anlatıma başvurabilir. Bir dizenin, sesin, sözcüğün ya da tümcenin eksik bırakılması onun bütün bir dize ve tümce olmadığı anlamına gelmez. Bana göre eksiltili anlatımın önde gelen ereği, şiiri yalın tutmaktan ziyade okuru, eksik kalan yerleri tamamlatarak çoğul anlam ve çağrışıma yöneltmek, rastlantısal anlam[19] ve çağrışımsal imgelem[20] zenginliği doğurmaktır. Okuru şiire katılmaya zorlamaktır. Bu, insan beyninin önemli bir özelliğidir; var olanla anlamlandırmak.  Bu durum, “Geştalt Etkisi” kuramıyla tanımlanmalıdır. Geştalt psikoloğu Kurt Koffka’nın bu konudaki kuramı şu şekildedir: “Bütün, kendisini oluşturan parçaların bir araya gelmesinden daha fazlasıdır. (...) Bütün, bağımsız bir varoluşa sahiptir.” Koffka’nın söylemini daha açık söylersek “Beynimizin, özellikle basit ve bağlantısız ögeleri görsel olarak bir araya getirerek tanıdık ve bütün figürler çıkarma kabiliyetidir.”

Geştalt etkisi sayesinde, şiirde eksik bırakılan, kapalı gibi görünen söz duygu değerleri, anlam ve çağrışım alanları beynimizin çalışma özelliği gereği bir bütüne kavuşturulur, yani anlamlandırılır. Ancak burada oluşan bütünlük, anlam ve çağrışım saçağı[21], okurun bilinçaltı, zihni ve belleğinin gücü ile doğru orantılı oluşur.

YÜCE DEĞERİ

Gündelik yaşamın gelgitleri içerisinde insanların duygulanım süreçlerini hızlandıran etkenler vardır. Her birey için yapılandırılmaya veya işlenmeye hazır tertemiz duyguların hüküm sürdüğü yumuşak bir dünyadır orası. Bu saf ve tertemiz kişisel duygu durumunun, sömürülmeye yatkın ve karşının isteklerine göre şekillendirilmeye açık yumuşak yönleri de vardır. Sanat diye yapılan, duyguları karamsar ve içinden çıkılamaz bir hiçliğe sürükleyen edimlere; tanık olduk ve tanık olmaya da devam edeceğiz. Buna örnek vermeye gerek yoktur; müzikten sinemaya kadar uç örnekleri, hatta rencide edici örnekleri gözler önündedir. Ancak şiirin hedefi; duyguları sömürme, yapılandırma veya onu şekillendirme değildir; estetik kaygıyı, estetik duyarlılığı, estetik yaşantıyı, estetik yargının gücünü arttırmak ve yaşam sevincini var kılmaktır. İnsanın kendisine karşı ellerini güçlendirmektir. Bir başka söylemle, insandaki “yüce değerini” duyulur kılmak ve sevme duygusunu güçlendirmektir.

 ANLAM DEVİNİMİ

Şiirin kalıcılığı, anlamının zamanla değer kazanması ve imgelem gücünün daha yetkin/etkin hale dönüşmesi demektir. Bu özellik, şair ve eleştirmen açısından üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Şiirin anlamı, bilginin dönüşümüne bağımlıdır. Metinler arası ilişki burada görünür durumdadır. Bilgi bilgiyi üretirken anlam da anlamın genişlemesini sağlar. Okurun zamana göre değişen algısı, gelişen olayların bazı gerçeklikleri görünür kılması, yeni gerçeklikler üretilerek anlamın değer kazanması, bilgi birikimiyle anlamın genişlemesi ve zihnin daha etkin düşünme gücü; okurun gelecekte şiirden ulaşabileceği anlamın durağan olmadığını gösteren gerekçelerdir. Ayrıca bunlara ek olarak eleştirmenler, zamanla şiire sığınmış esrar perdesini kaldırarak şiirin ileti gücü ve anlam derinliğine yeni boyut kazandırıp anlam genişlemesine katkı sağlayabilirler.

Şair, şiirinin kalıcı olmasını düşünüyorsa şiirini kurarken, anlam devinimini dikkate almalıdır. Eleştirmen ise önceden yazılan şiirin anlamsal genişlemesini ortaya koymak veya bugün yazılan şiirin gelecekte alacağı değeri öngörmek için çaba harcamalıdır.

 İSİM SORUNU

İş yaşamımdan da bilirim; insanlar işyerinde işsiz kaldığında; bir de yaranma veya tanınma kaygısı olduğunda; özellikle öğreti veya inanç saplantısına sahipse; ya isimlerle ya kavramlarla ya yüksek değerlerle ya da kimlikle uğraşırlar. Kurumların, cadde ve sokakların, sık sık isimlerinin değiştirilmesi bu işgüzarlığın sonucudur. Toplum olarak çok şey üretmiyoruz ama bozmakta oldukça yetkiniz. 

Kimlik sorunu gündeme geldi yıllar önce, koca koca insanlar tartıştı. Bakıyorsunuz konuyu gündeme getirip tartışanlara, poposuna yapışmış keneden habersiz yaşayan birkaç hımbıl.

Felsefi olarak şöyle tanımlanır: Bir toplumun değerleri, araç değerler ve yüksek değerlerden oluşur. Araç değerleri yüksek değerlerden baskınsa, o toplum kötüye gidiyor, denir. Kardeşim küçücük aklınızla yüksek değer dediğimiz varlıklarla oynamayınız. Kavramların anlam kapsamı son derece açıktır; muğlaklığa yer yoktur. Senin kafan bulanıksa al bir kilo sabun yıka gitsin, olmuyorsa çöpe at gaz üretmesin.

Türk edebiyatıyla Türkçe edebiyatın aynı şey olmadığını, cahil bir insana sorsanız bile size doğrusunu söyler. Türk şiiri ile Türkçe şiirin, aynı şey olmadığını günümüz ilkokul çocukları size açıklayabilir. Kavramların anlamsal kapsamı ve hiyerarşik yapısını, lise düzeyi bilgi birikiminizle açtığınızda her şey ortaya çıkıyor zaten. Siz nerenizle düşünüyorsunuz? Mantık denen bir şey var.

  

KISA KISA DENEME DENEYELİM-9

ŞİİR

Şiir, çatlak testiden sızan su gibi sessizce insanın içine akar ve bilinçaltı güdülerini sular. Bu arada duygu ve duyular, dansa çağrılırlar; naif ve içten ortamın sandalına bindirilip okyanus derinliği ve genişliğinde salınmaya başlarlar. İnsanı böylesi duyarlı bir ortama sokmak o kadar kolay ki… Sanatın veya şiirin asıl amacı da budur. Ne var ki biz işin bu yönüyle değil; kendi kafamızdaki sıkıntıları okura nasıl aktarırız kaygısında olduğumuzdan ortaya kör topal bir şey çıkarabiliyoruz. Şiir, dayatma sanatı değildir, güzelliğe çağrı sanatıdır. Şiiri yedeğine alıp gelişi güzel sallayan ve silah yerine kullanmaya yeltenen, sayısız şoven gördük biz bu alanda; bilgi çağında bile…

Eğri oturup doğru konuşmayı öğrenmek zorundayız şairdaşlarım. Şiir; öyle sandığınız gibi attığını vuran, kaçanı tutan, kışkırtan, direnen, dik durma sendromuna muhafız olan, bir sanat değildir. Tüm olumsuzluklara, bedeli kendi cebinden olmak üzere çiçek çarşısından çelenk ısmarlayan bir sanattır. Bilmem anlatabildim mi, bu tuhaf benzetmeyle… Ne de olsa kısa kısa deneme denedim; olsun.

 EN KISA DENEME-41

Okur duygusunu ele geçirmek, onun hem ekonomik yönelimini hem beğeni karar yargısını ele geçirmek anlamına gelir. Yani yapıtla okur arasındaki estetik değer ve estetik algı ilişkisi, kurulmuş demektir. Gönül kazanılmışsa gerisi su gibi…

 EN KISA DENEME-42

Her şeyden önce özgür ve özgün düşünebilme yeteneği kazandırılmalıdır gençlere. Bilinçlerini, dayatılmış kalıplardan kurtarıp gerçekliğin ve gerçeküstü dünyanın kucağına koşulsuz bırakıvermek gerekir. Düş ve anlam dünyalarına güvenmeliyiz. Bu kuşak kötü değil, düş dünyası travmatik değil; daha insancıl, daha çağcıl, daha yaratıcı ve daha sevecendir.

 EN KISA DENEME-43

Bilimsel bulgu ve olgulardan yeterince payını almayan; çoğunlukla tarihsel süreçte ne olup bittiğinden habersiz olan; diğer yandan öğrenilmiş kalıpların veya mistik düşüncenin sınırlayıcı ve tutuculuğunu erdem gören; günümüz şairinin yazdığı şiir, elbette bağnaz ya da tutucu olacaktır. İlginç olanı ise bu temel sorunun tanımlanmasında olduğu gibi çözümlenmesinde de çağcıl bilince gerek duyulmasıdır. Çağcıl bilinç yoksa var, zaten yoktur.  Sorun da burasıdır.

 EN KISA DENEME-44

Çağdaş sanatın öncülüğüne soyunmuş gelişmiş toplumlara bakarak ayak uydurmaya çalışan az gelişmiş toplumlar, daha modern sanat anlayışını içselleştirmeden postmodern ve çağdaş sanat anlayışına özgü şiir yazmaya çalışırlarsa ister istemez taklitçiliğe düşmekten kendini kurtaramazlar. Toplumsal bilinç ile sanatçının anlatısı arasında önemli bir uçurum doğmuş ise burada düşünülmesi gereken önemli bir sorun var demektir.

 EN KISA DENEME-45

Yayın ortamlarını sağından solundan çekiştirip burun kıvıran yazar-şair dostlar. Amacınız yazına ve insanlığa katkıysa, yapıtlarınız okunsun da nerede okunursa okunsun; okurların ulaşabileceği yerde olsun da nerede olursa olsun. Bulunduğunuz yayın ortamı neresi olursa olsun; tarafın, tarafı önemli değil; bilginin durduğu taraftır asıl olan. Bundan ötesi, algıda seçicilik diye dayatılan ben büyüğüm sendromudur.     

 ALIŞILMADIK DİL

Dilin farklı ve alışılmadık bir biçimde kullanımı, aynı zamanda zihni yeni ve aşkın düşünme biçimlerine taşır. Sanatsal yaratıcılığı, salt insanın anlama, düşünme ve yeteneğinde aramanın fazla iyimserlik olduğunu düşünüyorum. Çünkü zihin, anlamlar bütününü; dil olanaklarıyla görüntüler, bunları oluşturur, işler ve cenge hazır tutar. Bu klasik bir yaklaşımdır. Bunun tersi; dilin akıcı, çarpıcı, sıra dışı kullanımı algı ve bilinci sarsıntıya uğratır. Örneğin alışılmamış bağdaştırma, öyle bir anlam alanı üretir ki ben bunu daha önce neden düşünemedim diye şaşırırsınız. Bu tür farkındalıklı dil kullanımı, keşfedilmemiş düşünme biçimine ve sanatsal yaratıcılığın devinimine katkıda bulunur. Düşünce dili yaratıp kurarken; dil de düşünceyi yaratıp kuran bir sistemdir. Birbirini besleyen geri dönüşümlü bir evrendir.

 YÜCE

“Yüce” kavramı ve bu kavramın duygu değeri, şiirde anlatımın anlamı güçlendirdiği noktada ortaya çıkar, diye düşünüyorum. Yüce değeri bir estetik değer bileşenidir ve bu, duygularımızı ezen bir değer olarak görünür. “Duygularımızı ezen” derken, olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşün bizi hayranlığa taşıması anlamındadır. Şiirde daha çok anlatımın sarsıcılığından duyumsarız bu değeri. Olağanüstülük veya olabilirlik ölçülerinin dışında bir anlatımın anlama yönelmesi hem yüce hem de estetik değeri ortaya koyması açısından önemlidir. Bir ozanın üzerinde ayrıntılı durması gereken bir durumdur. Örneğin; (...) Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız//Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun (...)// Cemal Süreya’nın sadece şu iki dizesi, anlatımın anlamı nasıl güçlendirdiği, yüce ve estetik değerin açıkça duyulur kılındığı somut bir örnek olsa gerek.  

 ŞİİR DİLİ

Şiir diline “Yapay bir dil” diyenler var. “Üst dil” diyenler de. Ozan, şiir dilini kurmak için “Ortak dili değiştirir.” diye söyleyenler çoğunluktadır. Bu söylemlere biraz ayrıntılı baktığımız zaman aslında bunların, doğru olmadığını söyleyebiliriz. Ben okuduğum hiçbir şiirde, dilin yapaylığına, üst dil, alt dil ya da değiştirilmiş dil olduğuna tanık olmadım.

Şair, ortak dili değişime ya da yapaylığa uğratmaz; zaten bunları yapamaz. Zihinsel etkinliğinin gücü oranında dilin kullanım güzelliğini ve derinliğini açığa çıkarır. Dilde var olan bir olanağı ortaya koyar. Her dilin kendinde bu gizil güç saklıdır zaten. Daha güçlü algı yaratmak, daha derin anlam ve çağrışım yaratmak, coşum gücünü artırmak ve estetik değer yaratmak maksadıyla, ortak dilin sessel, anlamsal ve anlatımsal olanaklarını daha etkin kullanmaktır. Yani dili şiirleştirir. Şiirleştirir ne demek? Dilin düş, duyuş ve tasarım olanaklarını etkin, yetkin, sade, kısa ve çarpıcı kullanarak algı uyarıcı anlatıma dönüştürür. Şiirsel anlatım, güzel anlatım demek değil midir?

Şiir dili dediğimizde, kavram ve sözcüklerin bağlamlarının olağan dışı kullanılmasıyla ortaya konan mantıksal ama estetik değer taşıyan anlatıma sahip bir dilden söz ediyoruz demektir. Ortak dilin güzel kullanımından başka bir şey değildir.

Üst dil söylemine de değinelim yeri gelmişken. Şiir dili ile günlük dilin aralarında; biçim, yöntem ve işleyiş bakımından içerme ilişkisi yoktur. Bu ilişki yoksa alt-üst kategorilerinden söz edilemez. 

 İÇ SIKINTISI

Yaşamsal gerçeklerin altında ezilen insanlık, olası olmasa bile ideal yeni bir dünya beklentisi içerisindedir. Bu beklentinin doğurduğu düş gücü, yaşanabilir bir dünyanın tasarımını edebiyat, müzik, sinema gibi sanat alanları içinde bulmaya yönelir. Bu sanat alanlarında, özellikle şiirde, ideal yenidünya tasarımının insana yansıtılması ve duyumsatılması, bilimsel bütünlüğü ve felsefî derinliği olan sanatçıların yenidünya algısı ile olanaklıdır. İnsanoğlu gerçek olaylardan ve yaşamsal risklerden fiziksel olarak kaçınabilir veya kendini koruma altına alabilir. Ancak içinden ve ruhunun derinliklerinden kaçışı olası değildir. “İç sıkıntısı, mümkünün gerisinde olduğunu görmektir.” derler. Sahip olduğu yetenekleri kullanamamaktan, daha iyiye ulaşamama kaygısından kaynaklanır bu. İç sıkıntısı ve ruhun baskısından kaçışın mümkün olabileceği en korunaklı yer resim, şiir ve müzik gibi sanatsal eylemlerdir. Bunların ruhumuzda yarattığı dinginlik ve bilincimizde yarattığı huzur, sığınabileceğimiz en sıcak yerlerdir. Buna mümkünün ötesine vardığını düşünmenin rahatlığı da diyebiliriz.

 ÇOKLUKTA BİRLİK

Görünüşte şiir, duyguların düşlere giydirilmiş bir elbisesi gibi durur; çoğunlukla gerçek yaşamdan imgelem yoluyla alınmış desenlerle bezenmiştir. Şiirin görünen yüzünün arkasında can alıcı gizli bir gerçek hep vardır; şairinin duyargalarını titreten. Şiir, açıkça söylenenlerin dışında örtük anlamlar bütünü ve çok katmanlı imgelem verilerini bünyesinde barındırır. “Çoklukta birlik” ilkesini görünür kılan bir durumdur bu. Gerçek, sanal, gerçeküstü ve mistik dünyanın; düşünceyle ilişkili olgu ve olayları, bir bütün olarak kurgulanır. Bu, sanatın sanat olmasını, şiirin şiir olmasını sağlayan varlıkların görevdeşliğidir. Buradan şunu diyebiliriz: Şiir, salt bir gerçeğin gözler önüne serilmesi değil, somut-soyut-sanal toplam varlıklar ile insan arasındaki zihinsel ilişkinin notalara dökülmüş özel bir ezgisidir.

AKIL GERİSİ

Çağın uygar kazanımları, teker teker akıl gerisine itildiği bir zamanda yaşıyoruz. Böyle bir ortamda; estetik, sanat felsefesi ve sanat dallarının gelişimi için harcanan çabadan söz ediyorum. Bu çaba, ütopik bir uğraş değil midir, sorusu aklınıza gelecek ister istemez. Acı ki bu sorunun yanıtı, hepimizin umut bütünlüğünü yaralamaktadır ve ruh sağlığını tehdit etmektedir. Sanat algısının sıradanlaştırıldığı, insan varlığı ile emeğinin önemsizleştirildiği, insan algı, duyu ve sezilerinin kültür endüstrisi çarklarında öğütüldüğü bir çağın, iç tepisini yaşıyoruz. Sadece akıl gerisine itilmekle kalsak, kazanımları tüketmek için ileri akılla birlikte hareket ediyoruz. Asıl tehlike buradadır. 

 KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ

Toplum belleğinin arka odalarına atılan toksik maddeler, yavaş yavaş ve farkında olmadan insanları tutarsız, duyarsız ve umarsız duruma dönüştürüyor. İnsanların birbirine karşı güvensizliği, suç oranının yüksek oluşu, zorunluluk, hukuksal altyapının mağduru yeterince savunamaması gibi bir sürü etken; tutarsızlığı, duyarsızlığı ve umarsızlığı körüklüyor. Ayrıca özel bir amaca yönelik kurgulanmış basın ve yayın araçları, bilinçsizce yapılan magazinsel belge ve görüntüler; duyarsızlık, tutarsızlık ve umarsızlığı besliyor. Algı-anlama-düşünme-yargı biçimi dönüştürülmüş çağın aydın kalabalığı; gözü önünde cereyan eden şiddet, terör ve somut acı olayları sıradan bir konu olarak görebiliyor. Bunu da erdemmiş gibi izleyicilerine servis edebiliyor. Sistematik duyarsızlaştırmanın en gelişmiş teknikleri, kullanılıyor ve kullanımı etkin bir şekilde sürdürülüyor. Ne yazık ki şiir de sanattın diğer alanları da bundan payını yüksek derecede alıyor. T.W. Adorno bunun adını yıllar önce koymuş zaten; “Kültür endüstrisi.” 

BİLGİ KORKUSU

Dinsel, politik ve ideolojik kabul ve yönelimler; sanatçı, yönetici, birey ve toplum bilincinde özgür düşünce altında gerçekleşiyor gibi bir algı olmasına karşın, tam tersi kurulmuş sistemlerin güdümünde hareketten başka bir şey değildir. Bu yüzden, bilgiye ve bilime dayalı çözümler ve sonuçları, bugün sözde yönetici, sanatçı ve aydın olduğunu savunanları korkutmaktadır. Korkunun temeli ise yüksek değer yüklenerek öğretilmiş bilgilerinin yıkılması, uzun soluklu çabalarının boşluğa düşmesi ve saygınlık kaybı düşüncesidir. Şiirin bir kısım ileri gelenlerinde de bu tür bir korkunun varlığını yazdıklarından net olarak görüyorum.

 GERÇEKÜSTÜ

Üretilen bilgi, teknoloji, kültür varlıkları, doğa, sosyal ve insan bilimleri; gerçeküstü diye adlandırılan alanı tasarımlama ve derinleştirme yetkinliğindedir. Başka bir söylemle bugünün şairi, düşüncenin sınırlarını kırıp; evren, insan ve yaşam ile aralarındaki ilişkiye daha farkındalıklı bir anlam kazandırma; bunları nesnel dünya ile bütünleştirme yeteneğine sahiptir.

Gerçeküstü dünya insan tasarımıdır; yani düşüncenin varlığını tasarladığı bir evrendir. Sınırlarını göremediği ve doğa bilimlerince açıklanamadığı için, insanoğlu bu alanın içine önlemsiz girmekten çekinmektedir. Aslında gerçeküstü dünya, matematik ve sanal dünya dediğimiz alandan farklı bir şey değildir bana göre. Örneğin matematik, insan tasarımı soyut ve sanal bir kurgudur. Bunu algılayabilmesi ve anlayabilmesi için doğada karşılığı olan nesne, çizgi ve uzamla bütünleştirmiştir.

Gerçeküstü kavramını, zihnimizde tasarımlayabiliyorsak sorunun en önemli kısmını çözmüşüz demektir. Düşüncede tasarlananı, dile uyarlamak kolaydır. Özellikle sanat diline uyarlamak çok daha kolay. Birazcık yaratıcılık ister. 

 METİNLER ARASI İLİŞKİ

Julia Kristeva’nın “metinler arası ilişki” tanımı, sanırım çoğunluk tarafından yanlış anlaşılıyor. Bu iyi bir kavramdır ve doğru tanımlanmalıdır. Bilginin üretilmesi ve onun kullanılabilmesi, önceki bilgi ve teknolojiye bağımlıdır; bugünün bilgisi yarının bilgisini üretici güce sahiptir ve olmaz ise olmaz bir koşuldur. Metinler arası ilişki, bilgi ve anlam bağlamında düşünülmelidir; salt metin olarak ele alınırsa içerik göz ardı edilir. Kaldı ki her metin, içeriği için vardır. Örneğin bir sanat dönemi, genetik olarak geçmiş dönemin kodlarını üzerinde taşır.  R. Barthes, bunu “metinler arasılık” diye tanımlar[22].

Her üretilen metnin içeriği daha önce üretilmiş bilgiye bağımlıdır ve bundan sonra üretilecek metinleri de etkisi altına alacak ve bu döngü sürecektir. Bilgiyi, bilgi çoğaltır ve üretir. “Metinler arası ilişki” kavramını bu şekilde ele almak gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca, her metnin anlamsal oluşumu, kendinden önceki metinlerin anlamsal etkilerine dayanır. Aslında bilginin dinamizmini, birikimini, üretkenliğini evrimini ve anlamsal sürekliliğini içeren bir kavramdır, metinler arası ilişki.

Örneğin bu kitapta okuduğunuz denemeler, bugünlerde yazılmasına karşın Aristoteles’in Poetikasına kadar yaslanır.


KISA KISA DENEME DENEYELİM-10

TUTARLILIK

Şiirde; tutarlılık, bütünlük, anlamlılık gibi şiiri şiir yapan değerleri savunuyorum; ancak çağdaş sanat anlayışında bu değerlerin; kırılabilir, parçalanabilir, zamandan bağımsız ele alınabilir olduğunu da yadsımıyorum. Hatta postmodern ve çağdaş edebiyat anlayışı; tutarlılık, bütünlük, anlamlılık gibi çabaları kırabildiğini, parçaladığını, bunun yerine akıl ve duyguyu sarsıcı, sendeletici, çeldirici çaba içinde olduğunu biliyoruz. Ne var ki bu çaba, şiir ve edebiyat dünyasında birbiri yanına getirilemeyen anlam, söz ve kural kırıcı biçim oyunlarına dönüşmüştür. Buna benzer anlamsızlık, söz sarhoşluğu ve biçim kırıcı çalışmalar; artalan bilgisi yetkin olmayan kalemlerin mürekkebinde okura ulaşamadan boğuluyor. Anlamı, dili, biçimi ve kuralları parçalayarak yenilik üretebilmek; felsefi, sanatsal ve bilimsel derinlik ile dünyayı okumakta yetkinlik gerektirir. Eğer bu yetkinlik ve derinlik yoksa, yani sanatsal ve bilimsel artalan bilgisi yeterli değilse; üretilen yapıt, okurla arasına mesafe koyuyor ve kendi kendini yiyip bitiriyor.

 EN KISA DENEME-46

Sanat yapıtı, buna şiir de dahil, olağan bir görünümdeyse ve sıradan bir düzlemde hareket ediyorsa sanatsal değeri yüksek bir yapıt adayı değildir. İyi ve kalıcı sanat yapıtı, algıda seçiciliği, akılda dengeyi ve duyguda durağanlığı bozandır. 

 EN KISA DENEME-47

Yirminci Yüzyıl aydınları sanat anlayışının tersine, sanat ne öğretilerin ne inançların ne de baskın güçlerin sıradan oyun bahçesidir. Aklın yaramaz tutumunun somut varlığıdır sanat. Aklın bilirkişisidir. Evrimin sözel ve görsel tanığıdır. Söylendiği gibi ne şiir akıl dışıdır ne resim renk tasarımıdır ne de müzik sadece bir ses uyumudur. İnsanın sahip olduğu duygu, zihin ve düş gücünün; fiziksel, kimyasal ve biyolojik nesne, hareket veya sese dönüştürülmüş şeklidir. Aynı zamanda yeni bir zihni gerçekliğin tasarımlanması ve zihinsel gücün evrilebilirliğinin göstergesidir.

 EN KISA DENEME-48

Sanatsal yaklaşımlar, düşünürler ve şairler; konuya nasıl bakarlarsa baksınlar; ben şiirde kalıcılığı, estetik ve şiirsel değer varlığını; yaşamsal ve vazgeçilemez ögelerin anlamsal, ağır ve felsefi olarak görünüşe taşınmasında buluyorum. Anlamsal derinliğin, okurdaki imgelem uzamını ve şiirdeki lirizmi daha seviyeli oluşturacağına inanıyorum. Şiiri kalıcı yapan ve geleceğe taşıyan değerleri de…

 EN KISA DENEME-49

Gençlik ciddi anlamda kaygılıdır; bunu siz yarattınız. Kafanızda yaşayan çağdışı havayı görüyorlar. Hiçbir uygulamanıza güvenmiyorlar; bunu da siz yaptınız… Bugünün zekâsı, kişilere bağımlı uygulamalara değil; sistemin sürekliliğine, işlerliğine, doyuruculuğuna ve adaletine güven duymak istiyor; işte bunu göremiyorsunuz…

 EN KISA DENEME-50

Kim istemez yaşamak yük değil zevk olsun

Umut gökyüzü, özlem keyfe keder olsun

Tuttuğum el sıcak, çaldığım kapı boş çevrilmez olsun.

İsterim ki yaşamak kavgadan uzak

Korkudan bağımsız, şiddete dimdik

Yalnızlığa küs olsun…

(…)

İstedim ki bu deneme de şiirsel olsun.

 BİLGİ VE SANAT

İmgelemi kuran düşünsel ve duyusal altyapı, çevremizde olup biten ve az çok bildiğimiz bilgi dünyasının verileridir. İmgelemse bilinç, bilinçaltı ve belleğimizde kayıtlı tüm bilgiyi yorumlamakla oluşan kesintisiz bir etkinliktir. Öyleyse şunu diyebiliriz: Sanat; psikolojiyi ne kadar iyi kullanıyorsa dili, sesi, duyguyu, fiziği, kimyayı, biyolojiyi, felsefeyi de o kadar ustalıkla kullanabilir. Durum böyle olunca sanat; duygunun, aklın ve bilginin içinde, yani insanın yarattığı bilgi varlıkları ile gizil gücünde bir yerde durmaktadır. Sanat, hangi türü olursa olsun bir yaratı işidir; yaratıcılığın beş duyusu ise sevgi, sezgi, doğa, bilgi ve teknolojidir. Bunun anlamı ise sanat dünyası, insanın sahip olduğu toplam bilgi, teknoloji ve kültür varlıkları ile ilgili olduğudur.

 ÖYKÜNÜYOR MUYUM?

Her sanatçı; okuyabildiği, sezebildiği, sentezleyebildiği ve görebildiği dünyanın görüntüsü ile tasarlayabildiği yenidünya görüntülerini birleştirerek yapıtlarına yansıtır. Kendine özgü ve özgün dünya algısı oluşmamışsa, sanatsal yetkinliğe sahip değil ve düşündüklerini nesnelleştiremiyor demektir. Toplam akıl varlıklarını mantıksal bir sentezden geçiremiyorsa; birilerinin sözlerini, birilerinin dikte ettirdiği öğretileri birebir alıp savunmaya kalkıyorsa; işte o zaman sıkı bir öykünmeci olduğunu açıklıyor demektir. Bu durumda şiirlerine giydirmeye çalıştığı elbise, eğreti duruyor. Titizlikle karşı durduğum ve anlatmaya çalıştığım konu; kısa erimli, adı konmamış küçük taklitçilik ve görünmez bağnazlıktır. Biliyorum, itici bir tanımlama ve kulakları tırmalıyor; ancak bu tanım, her sanat insanı tarafından sağduyulu sorgulanmalıdır. Kişi kendisine özgü düşün dünyasını, acımasızca özeleştiriye tabi tutmalı, sorgulamalı ve düzenlemelidir. Sorgularken şunlara yanıt aramalıdır: “Benim doğrularımın temeli bana mı özgüdür; yoksa başkalarının amaçlı gereciyle mi donanmıştır? Düşün ve düş dünyamın ne kadarı, kendi yorumumdur? Bilgiyi kullanma yeteneğim, işleme yeterliliğim ve estetik değer üretme yetkinliğim ne kadardır?”

 BEYİN GÜCÜ

Sanat; tarafsız, önyargısız, özgün ve özgür düş ülkesinin yani saf imgelemin araçsal sonuçları olmalıdır. Amacımız; insanın saplantısı, takıntısı, ideolojik ve dinsel önyargıları ile bilgiye dayalı olmayan kabullerinden arındırılmış bir sanat anlayışının varlığına ulaşmaktır. Buna ulaşmak, düşük bir olasılık değildir. İmgelem, bilginin sağladığı duyu, düşünme, sezi, görü ve öngörü yetisiyle var olan bir etkinliktir. Bugün sahip olduğumuz teknik bilgi, kültürel değerler ve gençlerin dünya algısı, bu amaca ulaşmanın bir ütopya olmadığını göstermektedir. Oldukça iyimser beklenti içinde olsak bile insanoğlunun sahip olduğu evrimsel akıl, mutlaka kendi geleceğine ilişkin değerleri kendine uygun er geç kuracaktır. Bu yüzden baskıdan şikâyet edip kendi özgün baskı sistemini kuran; kuralcılıktan sızlanıp söz varlıklarını bile kurallar zincirine terk eden; şiirin özgürlüğünden söz edip şiiri esaret çemberine hapseden anlayış; sanatın evrimsel kodlarıyla insanın devasa beyin gücünü doğru okuyamıyor demektir. 

 

SAKIZ SÖZLER

Kimin neyi ne kadar bileceği tek merkezden belirlenen kemikleşmiş bir sistemin, insanın mutluluğuna ve gelecek algısına artı bir değer katmayacağı çoktan bellidir. Güncel sistemin yıkıcılığı ve ölümcül çıktıları, mutlak bir sürecin doğal sonucu gibi algılanır olmuş ve onun istekleri doğrultusunda hareket etme zorunluluğu doğurmuştur.

Yıkıcı bir endüstrinin çarkları arasında olduğumuzu herkes biliyor ve çoğunluk, bunların arasında ezilmemeye karşı direnç göstermiyor. Yozlaşmış sistemin amacına hizmet etmemek için; deneyim, birikim ve yaşam felsefesine dayanarak, sanat ve özellikle şiir konusunda geçmişten günümüze kadar olan sanatsal etkinliklerle kuramsal yaklaşımlara kuşkuyla ve eleştirel bakmak gerekiyor.

Kuşkuyla yaklaştığımızda ilginç sonuçlarla karşılaşıyoruz. Şairlerin ağzında sakız olmuş ve belirleyicilik kazanmış bazı bilgiler, amaçsız, rastgele söylenmiş ve yanlış çıkarımlar olduğunu görülüyor. Üzerine sayfalar dolu yazılar yazılan, etkinliklerde göğe çıkarılıp övgüler düzülen çoğu bilgi, bilimlerin gözünden veya sağduyulu incelediğimizde çağın kocaman birer palavrası olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, “Şiir düşünceyle değil; sözcüklerle yazılır.” “Folklor şiire düşman” gibi…

 TEKNOLOJİ VE SANAT

İnsan ve teknoloji uyumuna dayalı bir sanat, günümüz teknoloji ve bilişim sistemlerini de dikkate aldığımızda, olmazsa olmaz bir gereklilikle karşı karşıyadır. Modern sanattan ayrılan ve yeni bir bakış açısı oluşturan postmodern sanatın olmazsa olmazı, teknolojiyle koşut ve aynı kulvarda yürümektir. Postmodern anlayış, bilimi geri plana iter gibi algılansa da aslında durum öyle görünmüyor. Yine bilimlerin öngördüğü bir gerçekliğe savruluyor. Her ne kadar postmodern tanımlaması yerli yerine oturmuş tanımlama olmasa da bugün postmodern sanata baktığımızda, teknoloji ve bilimle koparılamaz sıkı bir ilişki içinde olduğu görülür. Bu kötü bir durum değildir. Çünkü teknolojiyi üretmek, kullanmak ve sanatla bütünleştirmek, sanatın başka bir türünü ortaya çıkarabilir. 

 

ELEŞTİRİ CİDDİ İŞTİR

Her tümcenin, her dizenin ve her sorunun; kendi içinde ve dışında bir görünümü, çözümü, bir başka deyişle açılımı vardır. Bir tümce, dize veya bir şiirin; açık olarak dile getirdiği görülür, duyulur dokunulur dünya dışında açık olarak söylemediği ancak sezdirdiği, çağrıştırdığı ya da okura göre anlamı genişleyen; dinamik bir varlık alanı daha vardır. Bunlara ek olarak, şiirin yarattığı duyusal varlık alanı ise ayrı bir inceleme konusudur. Bu yüzden bir yapıt; şunu diyor, bunu şöyle dile getiriyor, şununla bu olayı anlatmaya çalışıyor gibi basmakalıp açıklama ve genellemelerle değerlendirilemez, eleştirilemez. Örneğin bir şiir hakkında; inceleme, çözümleme veya eleştiri yapmamız gerekiyorsa o şiiri; içerdiği yedi katman altında çözümlememiz gerekir. Bunlar; biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanlarıdır. Bu katmanları ve birbirleriyle ilişkilerini çözümledikten sonra, şiirin estetik ve sanatsal değeri hakkında altı dolu bir şeyler söyleyebilelim. Yoksa halihazırda yapıldığı gibi: “O, şiirin kıyısından dolaştı, şiirini öldürdü, şiirini kötü bitirir, çok iyi şiir, şiir değil, duruşu şair duruşu değil, şöyle güzel söylemiş, böyle şiire zarar vermiş” türünden beylik tümcelerle anlamsız genellemeler yaparak eleştiri yaptığımızı sanırız. Eleştiri, ciddi iştir. Bilgi, deneyim ve kendine özgü sistem gerektirir; yanı sıra genellemeye izin vermeyecek sıkı bir çözümleme…

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-11

 SANAT VE BİLİM

Şiirde bilimsellikten söz edilmesi, şairlerce yadırganır; ne ilişkisi var şiirle bilimin, diye küçümsenerek bakılır. “Şiir, diyalektiktir” tümcesini böbürlene böbürlene savunur çoğu şair. Nedense kimse diyalektiğin, bilimsel yaklaşım yöntemi olduğunu bilmek istemez; ona başka bir kılıf uydurur. Şiir ve bilim ilişkisi çok tartışılmasına karşın bu konuya, noksan bilgi ve üstünkörü yorumla yaklaşıldığı görülüyor. Örneğin, şiirin kendisi bir bilimdir. Sanatın; felsefe, psikoloji ve sosyoloji ile estetik biliminden oluşan sanat bilimi diye bir disiplini vardır. Bunların hepsi bir yana dilin kendisi başlı başına bir bilim konusudur. Anlam, anlatım, çağrışım, coşum gibi şiirdeki katmanlar, deneyimsel ve bilimsel verilerle açıklanabilir. Örneğin coşum, psikoloji; anlam ise anlambilim gibi. Bilimselliği, büyük hesapların yapıldığı karmaşık işlemler veya laboratuvarlarda deney yapmak olarak algılamamakta yarar vardır. Bilgi bütünlüğü olan, bir disiplin altında ele alınan ve sonuç çıkarmaya yönelen her alan bir bilim dalıdır. Kaldı ki şiir, resim, heykel gibi tüm sanat alanları; bilim ve teknolojiyle iç içedir. Bunlar, bilimlerle açıklanırlar, teknolojiyle gerçeklik kazanırlar.   

 EN KISA DENEME-51

Sanatın, üç aşaması vardır:

Birincisi, sanatçının duyusal ve düşünsel dünyasını oluşturan ve imgelemi doğuran bilinç dünyasıdır. Buna, sanatçının imgelem süreci deniyor; yani düşlenen, görülen, duyumsanan zihni durum.

İkincisi ise düşlenen dünyanın yaşama geçirilmesidir. Sanatçının imgeleminin; teknik ve teknoloji yardımıyla kendine özgü ve özel biçimlerde, nesnelliğe dönüştürülmesidir. İmge ve imgeler bütününün kurulmasıdır.

Üçüncüsü ise bizde pek dikkate alınmaz. Yapıtın okurla olan ilişkisinden doğan aşamalar ve sonuçlar. Üçüncü aşama sağlıklı çözümlenmeden, ayrıntıları dikkate alınmadan, diğer iki aşamadan istenen verim alınamaz; geri dönüşümlü bir sistemdir.

 EN KISA DENEME-52

Dünyada en tehlikeli silah insandır. En korkuncu yine insandır. Cahil olanı daha tehlikeli, hele cahil tarafından cahilce eğitilmişi tamamıyla ölümcüldür. Söylediklerim, yanı başımıza baktığımızda görebileceğimiz örneklerle doludur. İnsanlığın en önemli ve acil gereksinimi, ‘duygu yönetimi’ ve ‘sevgi eğitimidir.’ Gerçekleştirmekse sanatın gücünde saklıdır…  

 

EN KISA DENEME-53

Sanat eğitiminden kastım; her insanın bakış, görüş ve eğiliminde değişiklik yapacak, estetik kaygıyı doğuracak düşük yoğunluklu sanat ortamının genel anlamda oluşturulmasıdır. Bu konu, salt eğitim kurumlarının görevi değildir; tüm insanlığın sorumluluğudur. Çünkü insanın, insanca yaşamasının tek güvencesi sevgi duygusudur.

 EN KISA DENEME-54

Sanat; sevginin, olumlu duygunun ve insan olmanın hamurudur.

 EN KISA DENEME-55

Anlatım, sınırsız bir uzaydır; şiir sanatı için çok büyük bir olanaktır. Şiir şöyle olmaz, şiir böyle yazılmaz benzeri yaklaşımlar; öğrenilmiş olanla yaşamaya alışık olmanın sonucudur. Şiire, sınır ve çerçeve çekilemez. Şiirde anlatım; dili kırar, kural tanımaz, mantığı yıkar, çelişkilere yüklenir, zaman ve yerden bağımsızdır. Düşüncenin niteliği ve itkisine göre biçim alır.

 DUYGU

Yapıtlarında moda tutum ve davranış kalıplarını işleyen yorum ve yaklaşımlar, güncelliği ve beğeni yüzdesini artırıyor görünse de onlar çabuk eskiyecektir. Ayrıca, anlık bilinçaltı yönlendirmeleri ve geçici duygu yoğunlaşması sonucu ortaya konulan dizeler, biraz sığ ve kendisine gelecek kurmakta yetersiz kalır kanısındayım. Oysa bilgi, bilinç, mantık ve duyguyu içeren toplam aklın; bir şiirde ürettiği, yönlendirdiği ve yansıttığı evrensel olguların işlenmesi, şiirin evrimsel gelişimine ayak uydurma yeteneğini daha da artıracaktır. Burada şairin anlamı şekillendirme ve gelecek olgularını sezme yeteneği, devreye girmelidir. Biliyorum, kalıcı ve geleceğe dönük yapıt üretmek çok zor, farklı bir algı yetisi, ileri seviyede sezgi ve imgelem gücü gerektiren bir durumdur. Ancak şair olmanın ve sanatçı olarak anılmanın bedeli, her bireyin yapamadığını, göremediğini, yaratamadığını, sezinleyemediğini yakalamaktır. Geleceğin ellerini bugünden kavrayıp kendine doğru çekmektir; gelecek kendine sizi zaten doğal olarak çekmektedir.

 YENİLİKÇİ ŞİİR

Yenilikçi şiirden söz edilir çoğu yerde. Bu söylem, altı dolu olmayan bir tanım gibi gelir bana. Şöyle soralım; Yunus’un Hayyam’ın, Fikret’in, Uyar’ın ve Süreya’nın şiirleri şimdi eski midir? Yeni şiir çabaları sayılan, bildiri ve söylemler dolaşıyor ortalarda. Sonuç olarak bu söylemlerin içeriğinde, yazınsal bazı teknikler dışında kuramsal tespit ve paradigma değişimine gidilecek bir yaklaşım görünmüyor. Şiir; yerleşik beğeniye, alışılmış, kalıplaşmış söz öbeklerine karşı elbette kendini yenilemelidir. Kendini taklit etmekten kurtarmalıdır. Ancak kendini yenilerken var olanı reddetmek yerine, gelenekle geleceği kaynaştırmak, onu çağdaş bir biçimde dönüştürmek zorundadır. Ne yıkmakla bir sonuca varılabilir ne de geleneğe bağlı kalarak yeni şiir üretilebilir. Deneyimler gösteriyor ki yenilik, bilginin bilgiyi üretmesiyle, bilginin anlamı, anlamın anlamı genişletmesiyle olasıdır. Salt şiirde değil, gerçekte her olay ve olguda bu ilke geçerlidir. 

 

 

BÜYÜK ŞİİR

Büyük şiiri yazmak, salt şiir ve dil bilgisiyle olacak iş değildir. Geniş bilgi ve imgelem dünyasına sahip olmayı gerektirir. Herhangi bir öğretinin, dinin veya düşünsel sistemin bağımlısı olmuş; yüzyıl önce ortaya atılmış söylemleri bugünkü okura kabul ettirmeye çalışan; kendi düşünsel devrimini yapamamış; yeni kuşakların düşünsel dünyasının çok gerisinde kalmış önyargı sahibi kişiler; yenilik getirmek yerine şiire sınırlama getirirler. Biçimi, biçemi ne olursa olsun iyi şiir; şaşırtıcı içerik, geleceği kucaklayan, tasarlanması güç dil kullanımı içeren, okuyan dinleyenin en saplantılı yerine yumruk atan ve zincirleme etki oluşturarak güzellik algısını büyüleyen şiirdir. Bu tanımlamaları yaparken, ipe sapa gelmez, bir mantık dizgesine oturmayan, şiir diye benzetme ve imge kalabalığına soyunan, öğreti ve inançların emrine uyan bir yapıdan söz etmiyorum. Şiir, büyük şiir olmak için önce insanı insan olduğu için öncelemeli, sonra duygusunu, arkasından zihin ve akıl dengesini sarsmalıdır. Gelecek yıllara yaygın bir içerik taşımalı, duygu ve aklı kıskıvrak kavramalıdır.

 ANLAM GENİŞLEMESİ-1

Şair, şiirindeki ileti ve imgelerini geleceği de dikkate alarak kurguladığı zaman, şiirinin imge dünyası geleceği kavrayıcı, sezdirici ve uyarıcı olur. Bu durum, şiirin zaman yolculuğundaki kalıcılığı, anlamının değer kazanması ve imgelem gücünün daha yetkin/etkin duruma dönüşmesi demektir. Bu özellik, şair ve eleştirmen açısından üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Şirin anlamı, bilginin dönüşümüne bağımlıdır. Kendini zenginleştirme ve genişletme gizilgücü vardır. Okurun zamana göre değişen algısı, gelişen olayların değişik gerçeklikleri görünür kılması, yeni gerçeklikler üretilerek anlamın değer kazanması, bilgi birikiminin zihni daha etkin düşündürme gücü; okurun şiirden ulaşacağı anlam, imge ve imgeleme yeni boyut kazandıracaktır.

Deneyimli eleştirmenler, bilginin üretimine bağlı olarak şiire giydirilmiş sır perdesini sıyırıp atar ve ayrıntılar daha da açığa çıkar. Bu durum; şiirin ileti gücüne, anlam derinliğine yeni boyut kazandırır ve anlam genişlemesini sağlar. 

 ANLAM GENİŞLEMESİ-2

İşte şairler şiir yazarken ve eleştirmenler şiir çözümlerken; küçük gibi görünen şu önemli ayrıntıyı dikkate almak zorundadırlar. Tarihte yaşayan, bugün adını bildiğimiz ve şiirlerini hayranlıkla okuduğumuz ozanlar, bu özelliklerinden dolayı ölmezler. Çünkü şiirlerinin öz ve içeriğindeki doğal anlamsal güç, yarattığı imgelerin gelecekle ve gelecekteki insan algısıyla kurduğu ilişkide gizlidir. Açığa çıkan bilimsel olaylar, bilginin evrilmesi, gelişen algı yetisi, düşünme ve görme zenginliği ile tarihsel/sosyal olayların yeni gerçeklikleri ortaya koyması gibi nedenler; yapıtın imge ve imgelem şemsiyesini genişletir. Şair, bu özelliği dikkate alarak şiirini kurmalıdır. Eleştirmen ise geçmiş ve gelecek bilgi değişimi arasındaki değerlendirmeyi doğru yapmalıdır.      

 ÇOK SESLİLİK

Geçmişte olduğu gibi bundan sonra da yaşamsal kazanımları, çağdaş değerleri; dinlerin ve öğretilerin hizmetine sunmaya devam edersek varacağımız istasyon, yeni bir ölüm coğrafyasıdır. Okuma oranının yüzde on dört olduğu bir coğrafyada, aydın ve sanatçıların sorumluluğu olmalıdır. Aksi durumda neye, niçin ve kime hizmet ettiğini bilmeden, sanat yapan, şiir yazan, yayın yapan ve TV kanallarında ileri geri konuşarak hizmet ettiğini varsayan; kandırılmış sözde özgür sanatçı ve aydınlar türer. Çok seslilik, toplumsal aklın ve evrensel değerlerin okunması için elzem bir durumdur; ancak misyonerliğe, şiddete, savaşa, insanın yok oluşuna bilinçsizce hizmet etmek de çok seslilik anlamına gelmez. Büyük resmin satır ötelerini okumak ve var olan gerçekliği açıkça görebilmek için yeterince üretilmiş bilgi, değer ve kazanımlara sahip olduğumuza inanıyorum. Yeter ki saplantı, önyargı ve biçimlendirilmiş aidiyet duygularınızdan kurtulup tarafsızca sorunlara yaklaşabilelim.

 ŞİİR OKURU

Bireyin sanata ve şiire karşı ilgisizliği, özünde estetik kaygının olmayışı değildir kanımca. Bunu, sanat veya şiirle okurun duyusal algı ve yargılarının harekete geçirilememesi olarak görmek gerekir. Bir başka yönüyse duyusal algının tepkisel bir konuma sokulmasıdır. Daha açık söylemek gerekirse şiire karşı ilgisizliğin nedenini, insanın algısını harekete geçirecek şiirsel yaklaşımın öğretici, yönlendirici, dışlayıcı, küçümseyici, ideolojik ve inançsal kaygı taşıyıcılığı tavrında aramak gerekir, diye düşünüyorum. Bu yoruma pek çok şairin, bağnaz bir tutumla yaklaşacağını, karşı duracağını biliyorum; çünkü Türk şiirinin, değerler dizisi olarak kabul edilen uyarıcı, öğretici, dayatıcı, direnişçi ve dönüştürücü bir yaklaşımın üzerinde anlam bulduğu genel kanısı vardır. Bu yoruma önyargı ile yaklaşmak yerine, yorumu ele almadan önce; insanın tutum, davranış ve algı biçimlerinin psikolojik çözümlemesine gidilmelidir. Bugünün okuru, dayatmacı ve dönüştürücü tavırlara karşı alıngandır, kırılgandır. Gerek bilinçli gerek bilinçaltı eğilimleriyle bu tür yaklaşımlara tepki koyar. Kaldı ki bu tür yaklaşımın doğru olduğunu varsaysak bile öncelik, şiirin insana ulaşmasıdır. Sanatın bir ilkesi de şair, şiir ve okur üçgeninin doğru kurulmasıdır. Şiir, insana ulaştıktan sonra ancak bu eylemlere girişebilir. Şiir direnişçidir, dönüştürücüdür, eleştireldir, yadsımıyorum. Kaldı ki bu doğrudur ve sanat eserlerinin temel özelliğidir. Ancak şiir, tavır ve söylemiyle, okurun duygusal dünyasını rencide etme hakkına sahip değildir. İşte bıçak sırtı eşik, doğru kurgulanmalıdır. Sonuç olarak şunu söylemeliyiz; şiirin işi öğretmek, anlatmak ya da dayatmak değildir; okurun imgelem gizilgücünü ve duyarlılığını söz kalabalığına boğmadan harekete geçirmektir. Böyle bir devinim de ancak şiirsel ve naif dokunuşlarla sağlanabilir.  

 YARATICILIK

Her tür sanat edimi ve sanatsal yaratıcılık; sosyal, bilimsel, duyumsal ve teknolojik bilgi altyapısını gerekli kılar. Doğa, sosyal ve insan bilimlerinin kuram ve disiplinlerine egemen olmayan bir sanatçı; kavramlar arası anlamsal, hiyerarşik örgütlenmeyi başaramaz; biçimlendirme ve yaratıcılık yetisi zayıf kalır. Sanat eğitimi programları, asıl yüzünü imgelem kaynaklarına çevirmelidir. Yani imgelem kaynaklarına egemen olmadan, sanatta yaratıcılık yetkin olamaz. Günümüz koşullarında, anlamı çözümleme, biçimlendirme ve yaratıcılık; ilgili sanatın kendi kapsamından, yaşamsal pratiklerden ve doğa hareketlerinden kazanılamayacak kadar büyük ve karmaşıktır. Çağdaş dünyanın işlerliğini sağlayan bilgi bütünlüğüne sahip olmadan ve bu bütünlüğü yorumlama gücünü kazanmadan, sanatsal yaratıcılığın kapısını açmak şansa bağlıdır. Yaratıcılık; teknik birikime, imgelem için yüksek bilimsel donanıma sahip olmayı gerektirir. Sanat objesini üretmek (nesnelleştirmek) nasıl teknik ve teknoloji gerektiriyorsa sanatı yaratan imgelemin de aynı bilimsel donanımı gerektirdiği göz ardı edilmemelidir.

 SANAT EĞİTİMİ

Çocukların erken yaşlardan başlayarak, estetik kaygısını ve estetik duyarlılığını güçlendirecek yaygın sanat eğitim ortamı ülke genelinde oluşturulmalıdır. Başka bir deyişle her yer ve zamanda, aile dâhil bütün eğitim ve öğretim kurumlarında, sanatsal eğilime yönelten, estetik kaygıyı tetikleyen ve estetik duyarlılığı artıran eğitim örgütlenmesini öneriyorum. Düşük yoğunluklu sanat ortamı oluşturulması durumunda, çocukların estetik kaygı ve estetik duyarlılığı, daha etkin ve olumlu yönde gelişecektir. Gerçek anlamda sanat eğitimi alan, estetik kaygısı güçlendirilen yetişkinin; şiddet gibi yöntemlere, suç ya da ahlaksal olmayan tutum ve davranışlara başvurmasının yok denecek kadar az olduğunu istatistiklere gerek kalmadan söyleyebiliriz. Böyle ortamda büyüyen çocuklar, gerçeklikle ilişkilerini daha kolay kuracaklar, yaşamın gerekleriyle daha naif ve kolay baş etme yeteneği kazanacaklardır.

 ANLAM DERİNLİĞİ

Şiirin ileti değeri, gelecekle kurduğu bağ, anlam derinliği, ses zenginliği, yaşamsal değerlerle örtüşürlüğü gibi özellikler; estetik değer varlığını açıklar. Şiirden ne beklendiği okura bağlıdır. Kimi kendini arar, kimi salt duygularına yönelir, kimi kendini bulmak ister, kimi geçmişindeki izlerini yaşamak ister, kimi de ideolojik veya dinsel kaygılarını şiirle yatıştırmaya çalışır. Nasıl bir yöntem ve yaklaşım sergilenirse sergilensin, şiirde estetik değer yaratmak öncelikle anlam derinliğine, bunun da anlatım ve ezgiyle güçlendirilmesi temeline dayanır. Bu ne demektir? İnsanoğlunun yaşamı tutuşunu, varlığını, gerçekliğini, mistik-metafizik dünya ile ilişkisini ve nihai ereğini gösteren/sezdiren değerlerin temeli, anlam derinliğidir. Dolayısıyla okur kendini ve varlığının temel değerlerini, şiirde veya yapıtta görmek ister; onları duyumsar ve daha zengin imgelem dünyasına kanatlarını açar. Şiirsel ezgi ile bunlar desteklendiğinde artık uçuş kaçınılmazdır. Anlam, ses ve anlatımın gücü karşısında duyguları ezen estetik değer, şiirde oluşmuş demektir. 

 

KISA KISA DENEME DENEYELİM-12

 YENİDEN YAPILANDIRMA

Dönemler, çağlar ve sistemler; insanı yeniden yapılandırmamalıdır. Bunları insan yapılandırmalı ve kendisine yaraşır düzeyde yön vermelidir. Bugün üzerinde yaşadığımız coğrafya ve içinde bulunduğumuz çağ, göz göre göre insanı yemeye yeltenmiş iyi huylu bir canavar gibidir. Herkes bu iyi huylu canavarın pençesi altında ve hiç kimse ters giden şeyleri yoluna koyma bilincinde değildir. İnsanlığın gelişimini engelleyen yozlaştırılmış inançlar bir yana, insanlığı kurtaracağına soyunan bir sürü öğreti, yaşanabilir dünyayı yok etmeye yönelmiş durumdadır. Benzetmek gerekirse insanlık olarak yok olmaya doğru giden süslü bir geminin içindeyiz, geminin sallantısı midemizi alt üst etmiş durumdadır. Kimse önlem almaya yanaşmamaktadır.

 EN KISA DENEME-56

Sanat, çok boyutlu ve çok parametreli bir etkinliktir. Yapıt; bilgi, donanım, imgelem yetisi, teknik ve teknoloji olmadan günümüz koşullarında beğeni oluşturan düzeyde var edilemez. Örneğin şiir ve roman gibi yazınsal metinler bile teknik ve teknoloji gerektirir. Çünkü bu metinlerin yazımı; öncelikle imgelemi, imgelemi nesnelleştirmek için donanımı, dil, bilgi ve tekniği gerektirir. Biz biliyoruz ki bilginin kullanılabilir duruma dönüştürülmesine teknoloji denir. Yazınsal metinlerde bilginin kullanımı, kendine özgü bir tekniği, teknolojiyi ve dil kullanımını gerekli kılar.

 EN KISA DENEME-57

Günümüz genci, özgürlük ve birey olma bilincine varmış; değer yargıları ve algıları bütünlük kazanmıştır. Bilgi ve teknolojinin sağladığı olanaklarla insana ve dünyaya bakışında özgüveni geçmişe oranla oldukça yüksektir. Özgüveni yüksek gencin önüne konan şiirde; yönlendirme, öğretme ya da dikte etme duygusu doğurulmamalıdır. Ayrıca sığ ve sıradan söz bukleleriyle şiir diye karşılarına çıkılmamalıdır. Şairin ilk işi, şiirini şiir gibi yazmak; ikincil işi, şiirinin iletileriyle insanı kavramaktır. Şiirin işi ise sevme duygusunu güçlendirmektir. Sanatsal içerik her ne kadar öğretme ve dikte ettirmeyi dışlıyor olsa da biz toplum olarak bu yolda ısrar etmeye kültürel algımız ve iyi niyetimiz gereği eğilimliyiz.

 EN KISA DENEME-58

Anlatım; okura kendini yüksek sesle gösterecek, satır gerilerini sezdirmeye çalışacak, şaşkınlıktan hayranlığa giden bir duygu durumunu yaratacak, okurun imgelem olanaklarını tartaklayacak, duygularını ezecek ve zihinsel etkinliğini sarsacak biçimde kurgulanmalıdır.

 EN KISA DENEME-59

Şiirin temel felsefesini ve estetik değer sürecini; genç kuşakların önüne koymak, bu alanda bilgiye gereksinimi olan genç beyinler için başvuru kaynağı oluşturmak, her şairin kaygısı olmalıdır. Şiirin anlaşılması; sanat tarihi, sanat felsefesi ve estetik değer sürecinin çözümlenmesine bağlıdır. Çözümlemeler sonucunda ortaya çıkan bilginin sağlıklı aktarımı da diğer bir şair kaygısı olmalıdır. Şairler bu kaygıyı duyuyorlar mı? Şiir yazılarını taradığımızda böyle bir kaygının varlığını ender görüyoruz. 

 EN KISA DENEME-60

Özgür, özgün, evrensel ve donanımlı birey; bilimsel temellere dayalı, sosyal kuramları içselleştirmiş, yaklaşım ve düşüncelere hiçbir önyargı ve saplantı taşımaksızın bakabilendir. İçinde bulunduğumuz sistemler ve yaşadığımız sosyal kurallar bile, birer kurgusal kabuldür. İnançlar ve öğretiler de buna koşuttur. Kaldı ki çağımızda hangi bilginin doğru hangi bilginin kirli bilgi olduğu, ayırt edilemez bir biçim almıştır. Bu yüzden şiirdeki estetik değer tabakası, yaşadığımız dünya gerçekleri arasında görecelidir.  

 SANATTA YANILGI

Modern sanat dönemi, aslında iyi irdelenmesi gereken bir zaman dilimidir. Postmodern sanat anlayışı; bilgi ve nesnel bilime köklü bakış getirir; zaman, mekân, yansıtma ve seçkinlik gibi üst kavramlara farklı bakar. Postmodernizmi, okuyabilen ve anlamlandırabilen şair ve düşünürler olmuştur; ancak bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır ve yazdıkları söyledikleri kitaplarda kaldığını günümüz şiiri ve şiir yazılarından görüyoruz. Kapitalist dönüşüm süreci ve onun çıktısı Marksizm ve Liberalizm karşıtlığının yarattığı çelişki, şairi şiirin ve sanatın felsefi boyutuna değil, insanı biçimlendirmek ve düşüncesine taraftar toplamak gibi anlamsız arayışlara yöneltmiştir. Bunun sonucunda Türk şairi, kendinin olmayan estetik değerleri, şiirsel kuramları, duygu ve duyarlılık gereçlerini Batı düşünürlerini izleyerek tanımlayabileceğini, açıklayabileceğini varsaymıştır. Şiir ve sanatın, yaşam, dünya, gerçeklik, üst gerçeklik algısı ile insanın duyumsal niteliklerinin örtüşmesinin bir ürünü olduğu gerçeğini göz ardı etmiştir. Başka bir söylemle, Türk şairi düşünme, araştırma, inceleme ve kuram geliştirme işini, bir başkasının ellerine bırakarak sanatta kültürel duyarlılık farkını önemsememiştir. Bu konuda bir şey daha eklenmelidir: Şair ve düşünürlerimiz; Türk sanatı hakkında kendi bilgi ve yorumuna hiç güvenmemiştir; ithal bilgiyle iyi ve özgün sanat yapabileceği yanılgısına düşmüştür.

 SOYUT KAVRAMI

Soyut sanatın öngördüğü yeni gerçeklik, yeni görüntü yönelimi ve nesneyi dış görünüşten soyundurma girişimi; ayrı bir dünya algısıdır. Bugünün duyulabilir, duyumsanabilir, görülebilir dünyasının dışında, yeni bir gerçeklik kurma girişimidir. Aklın evrimsel gelişimi, başka bir dünya yorumunu beraberinde getirir. Sonuçta, gerçeküstü ve soyut sanat bile kendi bakışı ve kendi öngördüğü evren açısından bir anlam düzlemi üzerinde hareket eder. Örneğin soyut sanatın nesne ve figürden uzaklaşması, yeni bir anlam alanı üretmesi içindir. Gerçekliğin dışında, yeni bir gerçekliğin yorumuna yönelmesidir. Nesneyi dış görünüşünden kurtararak yeni bir anlam katmanına sürüklemesidir. İşte bu yüzden sanatta anlam katmanı; yeni açılım, yorum ve keşiflere gebedir.

 ANLAM

Şiirin gerçekle ve alamla işi yoktur, maksadı bu değildir; doğrudur. Anlamın yönelttiği, ürettiği ve çoğalttığı imgelerle işi vardır; bu demektir ki amaç yine anlamdır. Yani imgenin yaratılması için imgelem, imgelemin doğumu için anlam temel esastır. Şiirde gerçeklik, düş ve tasarım dünyasının bulguladığı somut veya soyut sonuçların yansımasıdır. Bu sonuçlar, nesnel olarak var olmak zorunda değildir; zihinde tasarımlanabilmesi ve bir anlam yüklenebilmesi yeterlidir. Şiir ne yalnızca gerçek üstünde var olabilir ne de yalnızca dış gerçeklikle var olabilir. Somut, soyut, sanal, gerçek ve gerçeküstü tüm kavramların anlamsal açılımı ile birbirini üreten, birbirine bağımlı bir döngüden doğurulabilen bir sanattır. Bu kavramların bir kısmı nesnel, bir kısmı duygu ve aklın gücüyle kurgulanabilen, tasarlanabilen, nesnelleştirilen sonuçlardır. Aynı zamanda aklın evrimsel gelişimi ile ilgili bir süreçtir; sanatta her şey duygu, akıl gücü ve imgelem yeteneğine bağlıdır. Daha doğrusu, her şey üzerine yüklediğimiz anlam üzerinden nesnelliğe, sanat özelliğine veya şiire kavuşur.

 İMGELEM ZENGİNLİĞİ ÖNKOŞULDUR

Şiir yazınında iyi bilgi olduğu varsayılan pek çok çıkarım, verili olanlardan oluşur ve kalıp doğrular olarak ortalarda dolaşır. Ortaya atılmış ve düz bir zekânın bile altını dolduramayacağı modaya dönüştürülmüş kalıplardır. Bunlar; sanat severlerin kendi sanat felsefesini, yenidünya görüşünü ve özgün şiirini kurma çabasını, olumsuz etkilerler. Örneğin “Şiirde anlam aranmaz” gibi. Türk şairi, yenilikçi ve devrimci söylemine karşın çoğunlukla öğrenilmiş kalıplar içinde yürür. Şiirin; profesyonel eğitimi, sağlıklı yön belirleyiciliği ve bilimsel incelemesi yoktur; usta çırak usulü ağır aksak bir bilgi aktarımı söz konusudur. Ayrıca hem sanatsal hem dilsel hem de anlamsal açıdan şiiri incelemek için, dil ve yazın bilimi ile onların alt dallarının yeterli olacağını düşünmüyorum. Böyle olunca şiirsel yaklaşımlarda ister istemez bir başkasından etkilenmeyi, bir başkasının doğru kabul ettiğini kabul etme zorunluluğunu ve yanlışı yanlışla doğrulama eğilimini görüyoruz. Sonuçta, varoluş ve evren ile insan arasındaki duygusal örgütlenmenin önündeki kadim önyargıları kırmak zorlaşıyor. Sanat, reelin arkasındaki irrealitenin, sınırı olmayan bir düş yeteneğinin, ölçütü olmayan bilgi birikiminin özgün ve öznel yansısı olmalıdır. O zaman estetik, sanatsal ve geleceği de tasarımlayan değer olma özelliğini kazanır. Kısaca söylemek gerekirse sanatı ve şiiri, sanatçının imgelem gücü ve zenginliği yaratır; onun imgelem gücü ve zenginliği, duyusal ve düşünsel sürecin bilgi bütünlüğü ile olasıdır. İmgelem, sanatın önkoşuludur.

 ANLATIM

Anlatım, anlam ve sesin üstüne giydirilmiş bir elbise gibidir. Şairler, evren ve insanın varoluş değerleriyle onun beklentilerine yönelik değerleri; çok iyi okumalılardır.  Bu okumadan sonra biçilecek elbise, ne kadar uyumlu ve çekici ise şiir, o kadar şiirdir; o kadar estetik değer taşıyor demektir. Dil sanatlarında anlatımın ayrı bir konumu vardır, çünkü anlatım aynı zamanda anlama ve diğer katmanlara yönelir. Dilin sınırsız kullanım olanakları, anlatım katmanı içinde kendini gösterir. Sanatsal ve şiirsel dil, çoğu zaman kuralları kırar ve kendine uygun umulmadık çıkış yolu bulur. Kalıcı, etkileyici, tasarımlayıcı bir anlatım dizgesi kurar. Bu dizge, olağan dilde var olan dizgeden farklı olmak zorunda değildir; iyi gözlem ve çözümlenmiş bilgiyi, zihni yönlendirici yansıtma becerisine sahip sıra dışı bir kullanım olması yeterlidir.

 SANATTA SOYUTLUK 

Soyut düşünebilme yeteneğimiz, ilginç bir özelliğimizdir ve sanatla bilimin gelişimi için olmazsa olmazdır. Zihnin “soyut”u işleme yetisi, bilim ve sanatta tasarım ve yaratıcılık açısından önemlidir. Sanat, gerçekte var olmayan ve var olup başka bir gerçeklikte görünen, anlamı ancak zihinde tasarımlanmış soyut kavramları kullanmak durumundadır. Aynı şekilde bilim alanında ileri sürülen önermelerin veya varsayımların kanıtlanabilmesi için; soyut tasarım, soyut bilgi ve dış gerçeklik olguları ile gerçeküstü yorum gücü önemli bir yaratıcılık yoludur. Soyutlamanın şiire yüklü bir anlam kazandırdığı, alıcıyı düşlemsel bir görüntünün içine soktuğu, çağrışım ve coşuma renk kattığı ve estetik değer yarattığı kabul edilen sanatsal gerekliliktir. Bu konuya şiir açısından bakmak gerekirse zihnin tasarlayabildiği soyut tasarımlar ve gerçek ötesi kavramlar, nesnel gerçeklikle bağdaştırılabilir şekilde kurgulanmalıdır. Soyut tasarımların, toplumun ortak düzlemde okuyabildiği kodlara dönüşmesi dil açısından önem kazanır. Soyutlamayı matematik bilen herkes yapabilir ve bunun sınırı yoktur. Soyutlamanın da ortak bir iletişim ve karşılıklı etkileşim dilinde gerçeklik kazanması gerekir. Okur zihninde anlamı oluşmamış soyutlamalar, şiire olumsuz anlamda yük getirecektir. Nesnel gerçeklikle bağ kurabilir, anlama, çağrışıma ve coşuma dönüştürülebilir olmalıdır. Söz ve söz öbeklerinden oluşturulan görünüş, soyut bir tasarıma dayanıyorsa bunun sanatsal bir iletiye yönelmesi için belirgin izler içermesi gerekir. Kuru ve yavan soyut tasarımlarla nesne, rastgele fırça darbeleriyle soyut resim ve rastgele dizelerle soyut şiir yazılabildiğini varsayan anlayış; soyut kavramının sanattaki varlık nedenini henüz çözümleyememiş demektir.

 SANAT

İnsan, dünyanın acılarını okuyabilmenin ağırlığı altında iç dünyasına dönük kavgalarıyla bir başınadır. Ancak bu bir başınalığın ve duygusal yüklerin getirdiği baş edilemez ruh durumu, eyleme dönüşür ve ideal dünya arayışına yönelirse bir anlam üretebilir. Nesnel dünyanın diktelerine boyun eğmeyip onu düzenlemek, ağır aksak giden durumlarını onarmak gibi bir yaklaşım içinde olmak; bilinçli, yaşamın gereklerine karşı duyarlılığı ve sanat duyarlılığını gerektirir. İşte bu duygu durumu ve insan olmanın getirileri ile duyarlılık gibi kavramlar; bilinçli insana, şaire, yazara üstü örtük görevler ve açık görevler yüklemektedir. Ne yazık ki bu üstü örtük ve açık görev algısı; yönlendirme, öğreti ve inanç gibi kavramların gölgesi altında kullanılagelmiş bir zayıflıktır günümüzde. Oysa bu duyarlılık, insanı insana egemen kılmak yerine insana dönmek olarak kullanılsaydı bugün şikâyet ettiğimiz dünya bu duruma dönüşür müydü? Kültür endüstrisinden ve emperyalist bir dünyadan söz ediyor olur muyduk? Bu soruların yanıtını sizlerin yorumuna bırakıyorum.

 BEĞENİ

Beğeni, oldukça fazla ölçüte bağımlı bir insan eylemidir. Kişinin yaşamında eriştiği, yaşadığı, özlediği, öğrendiği ve gördüğü tüm bilgilerin rol oynadığı zihinsel bir sonuçtur. Bu yapıt “güzel” veya “çok güzel” derken, sözcüklerin satır gerisinde yılların birikmiş renk skalası ve yaşanmış olay izlerinin birer özet görüntüsü yatmaktadır. Ne yaparsak yapalım beğeni kavramını, insanın yaşamında öğrendikleri ve bizzat izlediklerinin dışında tutamayız, düşünemeyiz. Beğeniyi doğuracak bilgi ve duyusal ortamın tahmin edilmesi, diğer bir söylemle “beğeni yönetimi” bu bilgilerden sonra daha kolaydır. Şair kendi beğenisini oluşturur diye bir yaklaşım vardır şiir söylemlerinde. Doğrudur. İnsan ne kadar yönlendirilmeye hazırsa toplum beğenisi de aynı oranda yönetilmeye hazırdır.

 YUMUŞAK GEÇİŞ OLSUN

Kısa kısa denemelerden sonra biraz da suya sabuna dokunurken zorunluluktan uzun uzun denemeler yazmak gerek, değil mi? Bu deveyi güdeceksek bitine piresine katlanmak zorundayız. Dil sanatlarıyla uğraşacaksak, kıçımızı çakıp okumalı ve okuduğumuzdan bir sonuç çıkarmalıyız. Not tutmalıyız, yazmalıyız. Sonra karalayıp yeniden yazmalıyız. Yırtıp atmalıyız. Yok öyle üç kuruşa beş köfte. Emeksiz yemek yoktur yazın dünyasında. Emeğe de yemek yok ama karıştırmayalım, siz anladınız. 

Neyse uzatmayalım ve sonuca gelelim. Bundan sonra okuyacağınız denemeler biraz sıkıntılı; uzun ve özel alan konusu. İşin içinde olmayı gerektiriyor. Okuyup da gerçekten ne demek istediğimi anlayacak okur sayısı çok değildir. Buna karşın niye yazıyorum? Ortaya çıkarılan her bilgi kayıt altına alınmalı. Zamanla anlaşılırım elbette. Türk yazın sanatı da sanatçısı da evrilecektir.

Haydi azıcık çaba. Yumuşak bir geçiş yapıp anlaklarımızı biraz zorlayalım. Okuyacağınız denemeler, bilirkişi ağızlarında sakız olmuş bilgiler içermiyor. Yeni ve çoğunu hiç duymadınız; sorularınız çok olacak.  

 

 

ELEŞTİRİ VE ELEŞTİRİNİN ELEŞTİRİSİ

 Konumuz şiirse, bir de şiir eleştirisiyse oturup biraz düşünmemiz gerekiyor. Şiir sanatı, açık dokuludur. Oldukça fazla parametreye sahiptir ve kendine özgü değerler dizgesi vardır. İnsan, yaşam, nesne ve evren arasındaki ilişkinin tüm boyutlarını kullanabildiği için, bütün disiplinlerin ilkelerini bilmeyi/okuyabilmeyi, eşgüdümle kullanabilmeyi gerektirir. Şair-şiir-okur arasındaki somut ve soyut ilişkinin tanımlanması, çoğu bilimlerin ilgi ve etki alanına girer. Psikolojiden sosyolojiye, tarihten antropolojiye, fizikten kimyaya, estetik biliminden felsefeye kadar. Böylesi geniş bir alanda, şu şöyledir diyebilmek için elinizde sağlam veriler olmalıdır. Daha doğrusu; en uygun, uygulanabilir ve estetik değer taşıdığını söyleyebilmek için, bilimsel ve sanatsal veri ve yetkinlik gerektirir.  Düşünceden dile, bilinçaltından bilince, dilden dilbilime, gerçeklikten gerçeküstü dünyaya ve sanattan insan ilişkisine kadar koca bir dünyadır üzerinde sallana sallana gezindiğiniz yer. Boş atıp dolu tutmanın olası olmadığı; bilgi, kültür, bilim ve sanat dünyasıdır eleştirinin alanı. Şiir eleştirisinin; ben şucuyum bucuyumla, ben iyi edebiyat tarihi bilirimle, ben iyi şiir bilgisine sahibimle yapılacak bir iş olmadığını önce kabul etmek zorundayız. Bilgi, deneyim, sistem, uzmanlık ve bütün disiplinlerin eşgüdümü şeklinde eleştiriyi formüle edebiliriz. Bundan gerisi lafügüzaftır… 

Eleştiri konusunda önemli bir nokta daha var ki biz de hiç sözü edilmez: Eleştirinin eleştirisi. Eleştirisi olmayan, tartışma kültürü ağır aksak yürüyen bir alanda, eleştirinin eleştirisi söylemi bana fazladan bir konu gibi geliyor. Ne var ki dünyadaki bütün sistemler, kendi içerisinde bir denge ve birbirine bağımlı şekilde biçimlenmiştir. O denge ve zorunlu bağımlılığın işleyişine çomak soktuğunuzda işler kötüye gitmeye başlar. Çevrenizdeki olay ve olgulardan örneklerini görebilirsiniz… Eleştiri evreninde de birbirine bağımlı böyle bir denge kurulmalıdır. Hiçbir sistem birilerinin düşünsel dünyasına, önyargı ve saplantılarına bırakılamaz. Hele tekelleşmiş bir duruma hiçbir şekilde. Kaldı ki ben kaygısı ve kazanç kaygısının en yoğun olduğu böyle bir ortamda, rastlantıya bırakılamaz. Sanat gibi kocaman bir dünyada, eleştirmenin de önünü açacak, ona yol gösterecek, eksiklerini gösterecek, yanlış yaptığında oturup çağdaş bir şekilde tartışabilecek, bir üst sistem olmak zorundadır. Ne var ki burada konumuz eleştiri olduğu için, bunun üzerinde fazla durmayacağım. Eleştirinin kendisi sağlıklı olmadan eleştirinin eleştirisi olmaz, bunu da belirtmeliyim.

Eleştiri dünyasını; tartışmadan, güçlü bir eleştiri kültürü oluşturmadan, eleştiriye yönelik iyi bir eğitim sistemi kurmadan, bilgiyi/deneyimi daha sağlıklı aktarmadan; gelişime, dönüşüme ve yeniliğe açık tutamayız. Ben bilirim, en uzman kişiyim, ben şu tür bilinç sahibiyim, ben bu işe yıllarımı verdim, ben doğuştan yetenekliyim gibi sözde tutumlarla, gelecek için değer yaratacak eleştiri kültürü oluşturamayız. Görüyoruz ki ben deneyimliyim diyen bir yazar bile “İdeolojik birikimi olmadan estetik birikim olmaz” gibi baştan sona yanlış bir söz söyleyebiliyorsa insan bilincine güvenmemek gerekir. Eleştiri; bir yapıtı yermek, sahibini gömmek, bir öğretinin/inancın gözünden bakmak değildir; yazarı, toplum gözünde küçük düşürmek ya da övgüyle onu göklere çıkarıp anlamsız değer yüklemek değildir. Bir metni okuyup, gelenekten aldığı bilgilerle deneme yazmak ya da metin üzerinden edebiyat yapmak da eleştiri değildir.

Eleştiri ve tartışma kültürünün olmadığı yerlerde, ben bilirimden doğan sağlıksız bilgiler ve uygulamalar, anlamsız karışıklıklar yaratır; ülkemizde olduğu gibi. Ben bilirimciliğin en önemli çıktısı, egemenlik kaygısıdır; öğreti/taraf kayırmacılığıdır; yani basmakalıp düşünce ve egonun ilkel halidir. Körü körüne inanmış insanların şiir tarihi bilgisiyle inanç ve saplantılarını birleştirdiği varoşlar, şiir ve eleştirinin başat değerleri olarak karşımıza çıkar. Sanat ve toplum yararı için ortaya koydukları söylemler, çağdaş değerlerle örtüşür gibi görünse de baskıcı bir ortamı doğururlar. Hem kendilerine hem de çevresindekilere sağlıksız bir sanat ve şiir görüşü dayatırlar. Bu tür düşün dünyasında olanlar, bildiri dışında sanat üretemezler. Pohpohlama ya da yerme dışında eleştiri yapamazlar. Sanatın amaç ve hedefini; inanç sistemlerini, herhangi bir düşünceyi veya öğretileri egemen kılmak için kurgulamak anlamsız bir çabadır. Çağdaş sanatla, bilgiyle, bugünün çağdaş bilinciyle çelişen durumları artık tırpanlamalıyız. Bunları aşmalıyız. Şiirin ve eleştirisinin amacı başka bir şeydir.

 Şiir varsa eleştirisi; eleştiri varsa eleştirinin eleştirisi, olmak zorundadır. Bilgi çağındayız. Bilimlerin ortasında duruyoruz. Düşünmek, sorgulamak, oturup ayrıştırmadan bölüştürmeden adam gibi tartışmak zorundayız. Herkesin çok şey bildiği ama şiir eleştirisiyle ilgili elle tutulur bir şeyin olmadığına bakılırsa kimsenin; çok şey bilmediği, çok şey yapmadığı bir gerçektir.

Öyleyse şiir eleştirisinin kapsamında bulunması gerekenler nelerdir, şöyle bir bakalım, ondan sonra değerlendirelim:

a.         Eleştirinin önceliği; yazarın/şairin, sanat bilgisi ve yeteneğini kendi gözüyle görmesini sağlamaktır. Bir anlamda, yazdığı şiir veya metindeki eksiklikleri, fazlalıkları yerinde göstermek ve farkındalığını güçlendirmektir. Eksiğinin farkına varmasını sağlayarak, kendisini eğitmesi için itici güç oluşturmaktır. Geri besleme kültürünü kurumsallaştırmaktır. Şairin kendi kendini sorgulamasının yollarını göstermektir. Ona çağdaş şiir anlayışına ulaşacağı yoldaki aydınlığı göstermektir. Bu durum, paha biçilemez bir şair/yazar eğitimidir. Onun vazgeçilemez okuludur. Yoksa bugün olduğu gibi, bu bizden tut ucundan destek ol; bu bizim köyden değil görmezden gel; ödünçtür birbirimizi kaşıyalım, diyerek yapılan/yapılacak bir iş değildir.  Eleştirinin odak noktası yapıttır. Kişiler değildir. Şair ve okurun durumu, eleştirinin bazı aşamalarında ele alınmak zorundadır. Bu; şairin çıkış kaynaklarını ve okurun algı olanaklarını ortaya koymak içindir. 

b.         Eleştirinin ikinci konusu; yapıttaki örtülü bölgeleri görebilmesi, çağrışım yelpazesini yakalayabilmesi ve ayrıntıların farkına varabilmesi için okura rehberlik etmektir. Şiirin kapalı yüzünü, duyusal dünyasının ayrıntılarını okura göstermektir. Yani yapıtın karnını deşip içindekileri göstermek, zaman ve ortamla ilişkisini çözmektir. Bu, eleştirel denemelerde kısmen yapılmaya çalışılmaktadır. Ne var ki gelenekten alınan bilgilerle yapılmaktadır; en doğru yol benim yolumdur, en sağlıklı düşünce benim düşüncemdir mantığıyla yapılan öznel bir değerlendirmeden öteye geçmemektedir. Bunların hepsini yapabilmek için elimizde sağlıklı bir sistem ya da yöntem yoktur. Deneyime bağımlı, inanç ve öğretilerin gölgesinde gruplaşmış, salt bir dünya görüşüyle yapıtı ele almış; edebiyat tarihçiliğiyle eleştiri yapılabileceğini sanan; sanat biliminden uzak bir eleştiri dünyası karşımızda duruyor.

c.         Üçüncüsü ise Oscar Wild’ın dediği gibi eleştirinin amacı, yapıtın etkinliğini ve yetkinliğini ortaya koymaktır. Eleştirinin bu kısmı, asıl üzerinde durulması gereken konulardan bir diğeridir. Yapıtın etkinlik ve yetkinliğinin somut olarak saptanması, bir sistem ve sağlıklı bir sanat çözümlemesi gerektirir. Elbette yapıtın çözümlenmesinde, kural, bağlayıcı ve sınırlayıcılık kabul edilemez; buna karşın yetkin bir sistemin ışığında bu işe girişmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Toplumuzda hatta dünyada, öğreti ve inanç gibi göreceli konular, eleştirmenleri kontrolü altına alıp onları biçimlendirilmiş algı ve yargılarına göre hareket etme zorunda bırakmaktadırlar. Böyle bir yaklaşım, en yetkin bir yapıta olumsuz diyebilme riskini doğurur ki yakın tarihimizde yaşanan ve üzüntü duyulan örnekleriyle doludur. Estetik değer varlığını ve yapıtın yetkinliğini-etkinliğini ortaya çıkaracak tek yöntem, bana göre bilimsel verilerle yapıtı çözümlemek ve çözümleme verilerine dayanarak eleştiri yapmaktır. Sanat bilimi ve diğer disiplinlerin ışığında ele almayı gerektirir bu tür bir eleştiri sistemi. Bu da ancak ve ancak; polimat ve deneyimli eleştirmen ile sağlıklı bir yöntem işidir.

d.         Eleştiride asıl amaç, yapıttaki estetik değer ve sanatsal değer varlığını olabildiğince somutlaştırmak; ortaya koymaktır. Şiirdeki estetik değerin insan estetik algısıyla olan ilişkisini anlamlandırmaktır. Yazılarında estetik terimini güzellikle eş tutan bir yığın eleştirmen gerçeğinden, bir eserin estetik değerini ortaya koymasını bekleyemeyiz. Estetik bilimi, ruhbilimi ve bunların insandaki yaşanma sürecine vakıf olmadan, eleştirel bir tavır ortaya konamaz; konsa bile söyledikleriniz yalnızca sıradan söylemden oluşur. Bu ve buna benzer gerekçeleri, dikkate aldığımızda şu karşımıza çıkıyor. Sağlıklı bir eleştiri için kapsamlı bir sistem gerekmektedir. Kapsamlı sistemi işletecek, bilimsel ve sanatsal gereçlerle donatılmış sanat duyarlılığına sahip çağdaş insan istemektedir.

e.         Eleştirinin diğer bir görevi; uzun yıllar önce yazılmış bir şiirin bugünkü bilgi düzeyi ile zamanının bilgi düzeyi arasındaki anlamsal devinimini ortaya koymalıdır. Ya da bugün yazılmış bir şiirin gelecekte alacağı kalıcılık ve estetik değeri hakkında yorum olanağına sahip olmalıdır. Geçmişte yazılmış şiiri, zamanının bilgisiyle değerlendirip bu günkü bilgiyle ona yeni anlamlar yükleyebilirsiniz. Bu kolay bir şeydir. Ancak bugün yazılan bir şiirin, gelecekte taşıyacağı anlam, estetik ve kalıcılık değeri hakkında da bir şeyler söyleyebilmelidir eleştirmen. Şiirin ve şairin kaygı duyduğu en önemli ölçüt, gelecektir; gelecekte kalıcı olup olamayacağıdır. Şiirin veya herhangi bir sanat dalının önünü ve ufkunu açıcı değerler; yorumlanmalı, açılmalı, ortaya bir görüş olarak konmalıdır. Eleştiri yaparken dikkate alınmalı ve buna göre şaire ufuk açılmalıdır.

f. Amacı gereği eleştiri kurumu, sanat için bir okul niteliğine dönüşmelidir. Yukarıda söz ettiğim konular dahil olmak üzere, sanatçının yetiştiği, piştiği, yeniliklere uyum sağladığı bilgi-deneyim dünyasını daha kullanılabilir hale dönüştürmelidir. Sanatın her alanı, özelliği gereği kendi malzemesini kullanır. Örneğin şiirin dil, resmin ışığı kullandığı gibi. İlgili sanat malzemesinin, teknik gerekleri konusunda aydınlatıcı ve yol açıcı olunmalıdır. Şiirin dilsel tekniği ve ayrıntıları dile getirilmelidir. Dil konusunda öncülük edilmelidir. Teknolojik uyum, dilsel teknikler ve deneyimin; bütünleştirilmesi, yorumlanması gerekmektedir. Şiir, bütün bilimlerin kucağında büyüyen duyarlı ve yaramaz bir teknolojidir. Bu şekilde geleceğin şiirine hazırlık yapmak ve rehberlik etmek olmalıdır, eleştirinin diğer görevi.  Ve yapılanların, teknolojik gücün; tanınırlık ve eşgüdümünü üstlenmelidir eleştiri kurumu.

Eleştiriden ve eleştirinin amacından anladığım bunlardır. Saptadığım durumlara, yeni durumlar daha özgün gerekçeler ekleyebilirsiniz. Göremediğim, gerekliliğinin ayırdına varamadığım yerler olabilir. Ne var ki gördüğüm eleştiri dünyası iç açıcı durmuyor ve bu saptamanı altında bilimsellik, tarafsızlık gibi önemli gerekçeler yatmaktadır. Bugüne kadar yapılanları elbette yadsımıyorum, bu konuda emek harcamış sanatçı, akademisyen ve eleştirmenler de bilgilerimizin temelini oluşturmaları açısından önemli katkı sağlamışlardır. Eleştiri alanında kafa yormuş emekçilerimiz, yanlış anlamasın ve alınmasınlar. Ben işin daha düşünsel, sanatsal, bilimsel ve teknik yönünü ortaya koymaya çalışıyorum. Eleştiri kurumunun, bugüne kadar neden sistemli bir hale dönüştürülemediğinden söz ediyorum. Şöyle düşünelim: En azından, yukarıda ayrıntılarını açıkladığım altı konuya yanıt veren bir eleştirel deneme okuduysanız, eleştiri sürecine tanık olduysanız, Türk sanatında eleştiri kültürü oluşmuş demektir. Eleştiriye ilişkin ortaya atılan kuram ve yöntemler bu işi kısmen çözmüş demektir. Eğer okumadıysanız, görmediyseniz; daha alınacak çok yol, değiştirilecek çok at var demektir. Bunlara dayanarak: Eleştiri ve eleştirinin eleştirisi, sistemli ve güvenilir bir kurumsal bütünlüğe kavuşturulmalıdır. Dil sanatları alanında, okul niteliği kazandırılmalıdır.  Bu, ütopik bir şey değildir; gerekliliktir. Şair ve yazarlar, içsel duyarlılığı oluşmuş kişilerdir; gereklilikleri algılayıp ego ve ilkel düşüncelerinden kolayca kurtulabilirler.  

Katman Edebiyat Eleştiri Kuramı ve yine benim öne sürdüğüm Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği, eleştiri konusuna kısmen katkı sağlayabileceğini düşünüyorum. Şöyle ki: Eleştirmenin önüne bir teknik koyuyor ve sistemli bir süreç izlemesini sağlıyor. Ondan, sistemi kendi deneyimlerine göre düzenlemesini istiyor. Öznel yargı alanlarını daraltıyor, ilgili bilim, disiplin ve yaklaşımın ışığı altında şiiri/yapıtı çözümlemek zorunda bırakıyor. Delilsiz yargıya neden olacak yorumlara açık kapı bırakmıyor; bazı öznel yargı gerektiren durumlar hariç. Sanatsal ve estetik değerin ortaya çıkarılması için gerekli verileri sağlıyor. Sonra ilgili sanata yönelik deneyim, bilgi, bilimler arası eşgüdüm, sanatsal değer ve estetik değer gerekçelerine göre yapıtı incelemesini istiyor.

Bu sistem; toplumcuydu, gerçekçiydi, yaşamın içindeydi, dışındaydı, onun tarafındaydı, bunun yanındaydı, dindardı, faşistti, devrimciydi gibi yakıştırmaları asıl çıktığı tarih olan 19. Yüzyıl karanlığına geri gönderiyor. Çağdaş sanat anlayışı gereği olması gerekenleri önüne sürüyor.  Eleştirmene şunu diyor: Sanat bilimi diye bir bilim var; diğer bilimlerle eşgüdümlü kullanmak zorundasın; işte önünde algoritmasını senin belirleyebileceğin bir sistem var. Önyargılı, saplantılı, tutucu, taraflı davranırsan; ilgili alanları bilimsel verileriyle incelemez, delilsiz atar, tutarsan; senin saygınlığını elinden almak için benim sistemimde yeteri kadar delil ve gereç oluşacaktır.

Sonuç olarak; eleştiri sanatı ve eleştirinin eleştirisi, sanat dünyasında kurumsallaşmalıdır; yani okul niteliği kazanmalıdır. Şair, kendisini sorgularken okulun değerlendirme ve çözümlerinden yararlanabilmelidir. Eleştiri ve eleştirinin eleştirisi, sanatın laboratuvarıdır. Sanatın yolunu aydınlatan fener gibidir. Görücüye çıktığı sahnedir. Ağırlığı, güvenirliği, saygınlığı olmalıdır. Sevgi ve saygı olmadan vicdanın sağlıklı görüsü olmaz. Bilim dışında başka bir şey de vicdanı adil çalıştıramaz. Kısaca söylemek gerekirse, “Eleştiri bir sanattır”, sanat olması bir yana sanatların üstünde bir değer taşımalıdır. Ütopik ve biraz da ideal düşünüyor olabilirim; ne var ki insanoğlu bunları yapabilecek zekâya sahiptir. Gerekliliğine inanacak bilgiye sahiptir. Eleştiri ve eleştirinin eleştirisini, insan hırslarının önünde tutmak zorundayız. İnanç ve saplantıların gölgesinden uzaklaştırmalıyız. Çünkü; bu işin altında kişisel saygınlık kaygısı vardır, onur kaygısı vardır, parasal kaygı vardır, ben kaygısı vardır, emek kaygısı vardır; en önemlisi insan olma ve üstünlük kaygısı vardır. İnsan vardır. Bu nedenle, eleştiri ve eleştirinin eleştirisi, sanatsal çabanın başvuru noktası olmak zorundadır…

Başat soru şudur? Bunu gerçekleştirmek için yıkmamız gereken kaç duvar vardır? 

 

 

ANLATIM KATMANI

 Şiirin varlık yapısını anlatabilmenin ve tanımlayabilmenin analitik yolu bana göre katman yöntemidir. Bu yöntem; şiir nasıl yazılır, nasıl okunur, nasıl çözümlenir; insan, nesne ve yaşamla ilişkisi nasıldır; dil ve bilimle ilişkisi nedir gibi sorulara yanıt verebilme yeteneğine sahiptir. Varlık katmanları, şiirin bütününü oluşturan ve birbirini var eden birleşik yapılardır. Sanat eserinin varlıksal bütünlüğü ve integral yapısı gereği bu katmanları ayrı ayrı ele alıp inceleyebiliriz ve birbirleriyle ilişkisini çözümleyebiliriz.  Bir yapıtın duyusal ve nesnel alanının; biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanlarından oluştuğunu kitaplarımda öne sürmüştüm. Katmanları şiir açısından ele aldığımızda anlatım katmanı, biraz daha öne çıkmaktadır. Diğer katmanlar da önemlidir; her birinin yapıtta görevdeşlik ve bağlılaşık işlevi vardır.

Herkes, başından geçen bir olayı anlatabilir; şiir, öykü, roman türü metinler yazabilir. Örneğin öykünün etkili bir yapıt olabilmesi için anlatımın, biricik ve sıra dışı bir söyleyişi olmalıdır. Anlatımın, dil sanatlarında daha özen gerektiren bir yanı vardır; aynı olayı ve aynı anlamı saysız biçimde aktarabiliriz. Salt anlamla ilgili değildir; sesle olduğu kadar dünyayı görme işitme, tanımlama ve anlamlandırma biçimiyle de ilgilidir. Anlatımın, algıyı tetikleyen ve daha etkili alımlamayı sağlayan bir gücü vardır. Her sanat alanı için etkili ve geçerli bir katmandır. Örneğin bir tabloda kompozisyon (yerleşim ve perspektif) olarak tanımladığımız şey anlatımın bir parçasıdır.       

Şiir; şöyledir, böyle büyük bir sanattır, şöyle yazılır, böyle anlatılır, şurasından girilir, şiire böyle varılır, burasından çıkılır gibi çıt kırıldım yargı ve soruları bir yana bırakalım. Kendimize daha tanımlanabilir yeni sorular soralım. Bu tür sorular ve bu konulara ilişkin yazılan genelleme yazılar, kanıksanmıştır artık. Çoğu, okura yeterince açıklayıcı veri sağlayamıyor. Bu düşünceden yola çıkarak; anlatım katmanını kendine özgü sorularla inceleyelim. Bunun için kendimize neler sorabiliriz? Örneğin, konuyu okur beklentisinden yana ele alalım. Şiir okuru, şairden nasıl bir dil kullanımı bekler?[23] İkinci soru ise, şiirde nasıl bir anlatım olmalıdır ki okur-şiir ilişkisi doğrudan kurulup en akıcı ve duyarlı şekilde sürdürülebilsin?

Anlatım katmanını, neden okur açısından sorguluyorum? Estetik alımlama gözlenerek varılan yargı, daha uygulanabilir bir yargıdır; doğruluk değeri yüksektir. Okurla duygudaşlık kurulması, estetik alımlamanın gözlenmesi ve sonuçları hakkında bir değerlendirme yapılması, durumu biraz daha somutlaştırır. Daha sağlıklı yorum ve çıkarım yapmamızı sağlar. Okur, şiirde nasıl bir anlatım bulmak ister?

Şiir okuru, öncelikle kendisini aşan bir dilin içinde kaybolmak ister. Kendisini aşan bir dil derken ne demek istiyoruz? Çok açık gibi duruyor olsa da tanımlanmasında sıkıntı olan bir söylemdir. Okurun beklemediği, sözel, anlamsal ve zamansal dizilimi kıran; mantığını sendeleten, duygularını rendeleyen, anlamlandırılabilir açık verilerle zihnine saldıran; çoğul, rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem gücü yüksek olan; bir anlatım demektir bu. Bir anlamda sıradan söyleyişin dışına çıkmaktır. İlgili sanatın disiplinine uymak koşuluyla onun anlatım olanaklarını olabildiğince genişletmektir. Anlatım, anlama derinlik kazandırırken anlamın da anlatıma hareket özgürlüğü kazandırdığı karşılıklı bir ilişkidir. Öyleyse karşımıza çıkan önemli soru şudur: Bunu nasıl yaparız?

İşte bu, anlatı bilimin konusudur. Neyi nasıl anlatmalıyız ki okuru şiirin içinde tutabilelim. Neyi nasıl söylemeliyiz ki okurun algısını çelip duyarlılığını en üst noktaya taşıyabilelim. Şiir dili, diğer edebi türlere göre oldukça özgür bir dildir. Anlamsal, uzamsal ve zamansal akışı kırabilen, somut ve soyutu gerçeküstü dünya ile bütünleştirebilen bir esnekliği vardır. Gerçeküstü dünyayı canlandırabilme yeteneği daha güçlüdür.

Anlam, anlatım ve ses ögeleri, bir bütündür ve birbiri içinde birbirini var eden görevdeş ve bağlılaşık katmanlardır. Anlam ve sese giydirilmiş farkındalıklı bir anlatım, okurun algılarını tetikleyecektir. Günlük konuşma dilinden, sıradan bir metin tümcelerinden veya rastgele kullanılmış söz ve sözcük öbeklerinden uzak bir dil kullanımı, okurun imgelem olanaklarını genişletecektir. Şiirsel ezgiyi oluşturan bir ses düzeni yanında sözcüklerin anlamsal değeri ve duygu değeri, imge bütünlüğünü kuracak ve okurun şiirin içerisine girmesini sağlayacaktır.

Sapma, alışılmadık bağdaştırma, benzetme, eğretileme, değinmece, değişmece ve aktarma gibi söz teknikleri, anlatıma güç katarken aynı zamanda şiirin imge örgüsünü oluştururlar. Sıradan bir söyleyişin dışına taşırlar şiiri. Okur, şiirde bunları yakalar ve imge bütününden kendi imgelem dünyasında gezintiye çıkar. Bir anlamda okur, beklentisinin ötesinde bir dize kuruluşu ve söz kıvraklığı içinde bulur kendisini.

Anlam bütünlüğü en kolay algılanan ve duygu değeri en kısa zamanda duyumsanan sözcük ve söz tamlamalarıyla kurulmalıdır dizeler. Ayrıca okur; zihninin derinliklerinde hiç dokunulmamış yeni görüntü ve tasarımların oluşmasını sağlayan; söz sanatı veya alışılmamış bağdaştırma gibi kendisinin yapmasının olası olmadığına inandığı; tamlama, söyleyiş, dizilim ve imge kurulumu bekler. Açıkçası yeni, hayranlık uyandıran ve duygularını ezici bir söyleyiş bekler.

Şiir okuru, ruhsal ve duyusal olarak şiirle bütünleşmek ister. Biz biliyoruz ki şiir, okuru sarsıntıya uğratacak bir anlatım, ses, aynı zamanda duyularını harekete geçirici bir anlam üzerine kurulabilir. Şiirsel dilde neyi söylediğiniz öncelikli değildir; neyi söylediğiniz göz ardı edilecek bir durum olmamakla birlikte nasıl söylediğiniz ön plandadır. Duygulanım için farkındalığı, etkiyi ve ivmeyi yaratacak olan, anlamın derinliği ve söyleniş biçimidir. Şiirsel dilde neyi söylediğimiz etkin değilse, nasıl söylediğimiz de beklenen etkiyi ve estetik değeri doğuramaz. Bu nedenle neyi nasıl söylediğimiz her zaman birbiri içindedir, bunu eş yüklü ve eş zamanlı bir süreç olarak ele almalıyız. Anlatımın algı uyarma yeteneğini uygun kullandığımız zaman anlamın, arzu edilen yoğunlukta alımlanmasını sağlarız. Böylece okuru şiirle bütünleşmeye yöneltiriz. 

Anlatım, geniş bir alandır ve şöyle olmalıdır gibi bir yargı tümcesi kurmamız olası değildir. O kadar çok seçeneği vardır ki dünyanın herhangi bir noktasından aynı yönde sürekli gittiğimizde aynı noktaya gelmek gibidir. Birçok söyleyiş şekli, kullanılabilecek sözcük ve sayısız seçenek vardır. Sonuçta hepsi bir şeyi anlatır; ne var ki birinin duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü düşüktür diğerininkiyse yüksektir. İşte biz duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü yüksek olan anlatım biçimini tercih etmek durumundayız; çünkü şiirin hedefi, okur duyarlılığını yüceltmek ve onu estetik yaşantıya sokmaktır.

Okur; düş, duygu, beklenti, anı ve yaşamının kesitlerine incelikli bir biçimde dokunulmasını ister. Okur; yaşamsal değerleriyle, belleğiyle, duygu ve düşünceleriyle şiirin içinde var olduğunu duyumsamalıdır. Daha doğrusu şiirin eli ayağı okura dokunmalıdır. Duygu ve yaşamının kesitlerini daha ilgi çekici görünür kılmalıdır. 

Sık sık söylenir ya “Şiir yaşamın içinden olmalıdır” diye. Şiir yaşamın içinde olmak zorundadır. Bunu yaparken sıra dışı bir anlatımla okurun ruhuna dokunulmalıdır. Sıra dışı şeyler söyleyeceğim diye aşırılığa da yer verilmemelidir. Şiirde maksat; öğretmek, bir fikri kabul ettirmek ya da şair gibi düşünmesini sağlamak değildir. Aşırılıktan kastım, dayatıcı, şiddet ve öğreticiliktir; şiirde sarsıcılık, sıra dışılık, beklenmedik patlamalar olacaktır, yapılmalıdır. Zihni sendeletmeli, duyguyu havalandırmalıdır. Okurda duyarlılık yaratmak ve estetik tavır oluşturmak, alışılmış şeylerle yapılamaz. Bu durumda anlamın duygu değeri ve etkinlik değeri öne çıkar. Her söz ve söz tamlamasının duygu değeri şiddetten sevgiye kadar değişen aralıkta oluşur. Birinci ilke, şiir şiddeti kaldıramaz. İkinci ilke şiddete yakın çoğu olumsuz duygu değeri, baskıcı, korkutucu ya da dayatıcı karakter taşır. Kültürel birikim ve buna bağlı oluşan toplumsal algı; sözcük, söz tamlamaları, deyim ve özlü sözlerin duygu değeri ile duyarlılık yaratma yükünü belirler. Biraz daha anlaşılır bir şekilde söylersek; küfür, bağırma, çağırma, suçlama, aşağılama ve hakaretle kurulan metinler şiir değil bildiri türüne girer. Sanatın hiçbir dalı dilsel şiddet[24] içeren söylemi kabul etmezken okur da aşağılandığı, suçlandığı veya bir başkasına hakaret edildiği bir metnin içinde estetik yaşantıya giremez. Böyle metinler daha çok nefret duygusunu yüceltir ki bunlar, sanatın amacını aşan şeylerdir; şiir dışında başka bir türdür. Türk şiirinde çok kullanılan ama gerçek tanımı yapılmamış ve adına hâlâ şiir denilen bir metin biçimidir.

Okur, şiirde ses duymak; belleğine kazınmış olan ezgiyi yaşamak ister. Anlatım, anlamı açığa çıkarırken sesin imgesel gücünü de kullanmalıdır.  Bu da ne demektir, demeyin. Şiirsel ezgi[25] ayrı bir olaydır şiirde. İmgesel bir gücü vardır ve sözel imgeden daha etkilidir; estetik değer açısından daha güçlüdür. Ruhsal dünyayı, metafizik alanı kolay uyandıran bir imge türüdür. Şair tarafından altyapısı kurulur ve okur tarafından oluşturulur. Ses ve söyleyiş, eş güdümlü ve eş zamanlı oluşan şeylerdir.  Bu ayrıntı Türk yazınında sık ele alınan bir konu değildir. Zaten bununla ilgili dünya yazınında bile ayrıntılı kaynak çok bulunmaz. Sadece şunu söyleyelim: Şiirsel ezginin duyarlılık yaratma ve estetik yaşantıya sokma gücü, azımsanacak bir durum değildir. Ses, anlatımla uygun kullanılmalıdır. Ayrıca bu olanak, ciddiyetle ele alınmalıdır.    

Okur öykünen değil; özgün bir şiir okumak ister. Anlaşılmayı gerçekleştirecek, etki yaratabilecek ve duyarlılığı artıracak bir anlatım, kolay iş değildir. Yetenek ve bilimsel yetkinlik yanında dili iyi kullanmayı gerektirir. İyi şair, eleştirel yaklaşan ve sorgulayan okurdur. Okuduğunu anlatı bilim gözünden ve kendi anlatım düzeninden ayrıntılı inceleyip çözümlemelidir. Nazım Hikmet böyle anlatmış, Cemal Süreya böyle söylemiş, ben de böyle bir anlatıma sahip olayım gibi bir yaklaşıma girdiğiniz anda şiir yazmak bırakılmalıdır. Kendiniz olma özelliğini yitirirsiniz; özgün olamazsınız. Sanatta öykünmek ile örnekler üzerinden kendi anlatım düzenini kurmanın arasında çok ince bir çizgi vardır. Ya öykünürsünüz ya da kendi anlatım düzenini kurarsınız. Bunun en verimli yolu, anlatı bilim esaslarında konuya yaklaşmak ve kendi doğal söyleyişinizi yitirmemektir. Yapaylığı artırdıkça ve kendinizi zorladıkça başkasının anlatım biçimine sürtünürsünüz. İşte bu tehlikeli bir iştir.

Okur, şiiri okuduktan birkaç gün sonra tekrar aynı şiiri gördüğünde bu şiiri okudum mu, okumadım mı, diye kuşkuya düşmemelidir. Çok sayıda şiir kitabı okuyorum; okuduğum bir kitabı on gün sonra elime alıp baktığımda içindeki şiirlerle ilgili çok şey anımsamıyorsam sıkıntı var demektir. Özgün şiir, kendini okunanlardan ayırt ettirir. Belleğe tutunur ve okuyup okumadım mı gibi bir kuşkuya düşmenizi engeller. Bu yüzden şiir, sanatın ilkesi gereği biricik ve özgün olmalıdır; belleğe tutunacak ayırıcı bir anlatım taşımalıdır.   

Şiir okuru; güven duymak, zamanının boşa gitmeyeceğine ikna olmak ister ve şairle duygudaşlık kurmak için çaba harcar. Şair ile okur arasındaki güven, önemli bir bileşendir. Neden biliyor musunuz? Estetik algı, olumlu duygu altında devinir. Olumlu duygu ise sevgi, güven ve bunların türevleridir.  Bu duygu durumu, şiire giydirdiğiniz anlamın duygu yükü, tutarlılığı, bağlaşıklığı ve varoluş değerleriyle örtüşürlüğüne bağlıdır. Okur, şiirle özdeşleşmek, anılarını, izlerini, geçmiş duygularını yeniden yaşamak ister. Şiirin duygu değeriyle kendi duygularını örtüştürmek ister. Örneğin daha ilk dizede dilsel şiddet uygularsanız okur olumsuz duydu durumuna girecektir. Ters bir durumdur.  Olumlu duygu ve duygu değeri yüksek anlamın anlatımı, duygu değerinin naifliğine uygun olmak zorundadır. Çatlayan patlayan seslerden uzak durulmalıdır. İkincisi ise daha incelikli ve duygu değeri yüksek sözcükler, bilinen kahramanlar veya objelerle anlatım zenginleştirilmelidir. Türkçe bu konuda oldukça zengin ve birikimli bir dildir; fazla gereci vardır, değişimli veya birbiri yerine kullanılabilecek çok sayıda sözcüğü de… Doyurucu anlatım olanağı her şair için vardır; kınından çıkarılmayı bekler.  

Şiir okuru, şiirde kendisini bulmak ister. Duygularının okşanmasını, belleğinin kaşınmasını, değer verdiği olgu ve olayların farklı bir açıdan şiirde yer almasını ister. İnsanlığın ortak değerleri vardır ve bunlar karşısında duygu değerleri birbirine yakındır. Aşk, özlem, umut gibi… Nesnelere ve yaşama yüklediği anlam, kültürel ve sosyal farklılıklar gereği değişiklik gösterebilir. Bu yüzden tarihsel değerler, insani değerler, geleceğe ilişkin olgu ve olaylar; okurun belleği ve duygularını zinde tutacak şekilde ele alınmalıdır. Güncel olay ve olgular, okur üzerindeki etkisini gözlemleyip bildiri tarzına kaçmadan kılıf giydirmelerle duyumsatılmalıdır. Etkili kılmak için; okurun en kolay ulaşacağı olay, olgu ve bilgiye dayandırılmalıdır anlatım. Hem geçmiş hem güncel hem gelecek, aynı dizede bir arada yer alabilir. Bu anlatımı daha güçlendirir. Dolayısıyla güncel olay ve olgular daha tazedir, anlatımın etkisini kısa zamanda açığa çıkarma gizilgücüne sahiptir. İçinde yaşanılan ortamın görünürlük ve etki derecesi her zaman yüksektir. Duygu, tutum ve davranışları belirleyen, bu ortamdır. Okur, güncelin içerisinde kendisini daha kolay bulur; zaten orada yaşamaktadır. 

Şiir okuru, şiirin anlam ve duygu değerinin kendi duygularını ezmesini ister. Duygularını ezmesi derken, olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşün bizi hayranlığa taşıması anlamında düşünülmelidir. Bir anlamda şiirin anlam ve anlatımından doğan derinlik veya sıra dışılık, okurun etkilenmesini sağlar ve hayranlığını belirginleştirir. Yaratılan bu güzelliğin karşısında, duygu boyun   eğer ve güzelliğe uyum sağlar. Söyleyişin altında ezilir. Bu durum anlatımı güçlendirmek için kullanılabilecek açık kapılardan biridir. Kurduğunuz anlam ve onu anlatmak için söyleyiş biçiminiz, okura bu kadar da olamaz dedirtmelidir. Okura bunu söyleten bir anlatım, sıradan bir dünya görüşüyle yapılamaz; donanımlı ve gelişmiş imgelem gücü, yetisi ve zenginliği gerektirir.    

Şiirde hedef, dili ilginç kullanmak değildir; dilin güzel kullanımından anlamı güçlendirmek, anlamın derinliğini ortaya dökmek, anlam-anlatım-ses uyumunu sağlamak, algıyı duyarlı kılmak, duygulanımı sağlamak, çağrışım ve coşumu güçlendirerek estetik değer yaratmaktır.

Düşünülen, duyumsanan, duyulan, koklanan ve işitilen her şey dile çevrilemez, sözlerle anlatılamaz. Duyarsın, koklarsın, düşünürsün ama dile çeviremezsin. Beynin çalışma biçimi ile dil olanaklarının örtüşmediği bir alandır burası ve ayrı bir araştırma konusudur. İnsanın düşünme yeteneğinin sınırsız olduğu kadar anlatım da sınırsız bir uzaya sahiptir. Limit zorlanmalıdır. Düşünce ve duyguları, mümkün olan en iyi bir anlatımla söze ve yazıya dönüştürmek ayrı bir çaba ve yetenek gerektirir. Biz biliyoruz ki bunları ustaca dile dönüştürenler, düşündüklerini, gördüklerini ve hissettiklerini okura etkili bir anlatımla aktarmayı başaranlar; iyi anlatıcılardır, iyi yazarlardır, iyi şairlerdir.

Şairin bilinci ve imgeleminin, dille buluştuğu alandır anlatım. Kavramlar, olgular, olaylar ile insanlar arasındaki mutlak ilişkiyi tanımlama, duyusal süreçleri duyumsama, kendine özgü yaşamı görme ve açıklama biçimi de diyebiliriz. Bu noktada, şairin insanı okumasından tarih bilgisine kadar pek çok değişkenin niteliği ve niceliği anlatımı etkiler. Donanımsal bütünlük ve zengin artalan bilgisini gerekli kılar. Deneyim ve bilgi birikimi; görmeyi, duymayı, anlamayı, yorumlamayı ve en uygun sonucu bulmayı sağlar. Söze dönüştürme yetisini üst seviyeye çıkardığı gibi anlatımı da doğrudan etkileyen bir gerekliliktir. Bilmeden, bilip görme yeteneği gelişmeden yapıt üretme devri geçmiştir. Donanımlı olmadan anlatımı güçlendirmek, boş bir çabadan başka bir şey değildir. Kişi heybesinde olmayanı çıkarıp ortaya söz olarak koyamaz.

Attığı taşın nereye düştüğünü bilmeyen ve etki yarıçapını ölçemeyen kalfa, ustalık düzeyine hiçbir zaman ulaşamaz. Bu yüzden ne yaparsanız yapın, şair bildiğini yazar deseniz bile yaptığınız şeyin sonucunu ve hedef kitlenin beklentisini karşılaştırmalısınız. Bu, popülist bir tutum olarak görülmemelidir. Etki ve tepkinin, kendi disiplini altında incelenmesidir. “Şair, ne yazarsa yazsın kabulümüzdür”, tek başına geçerli bir yaklaşım değildir artık. Okur ne ister sorusunun yanıtı, estetik biliminin konusudur ve şaire ufuk çizgisini daha öteye çekmesi için seçenek sunar. 

15 Temmuz 2020, Narlıdere/İZMİR  

 

ÖZGÜR VE ÖZGÜN SANAT

 Kimin neyi ne kadar bileceği, kimin nasıl yaşayacağı, kimin neye inanıp inanmayacağı, tek merkezli karteller ve onun yandaşı medya tarafından belirlenen bir sistemde bağımsız düşüncenin bir geçerliliği, gerçekliği var mıdır, sorgulanmalıdır. Toplumsal algı, iletişim teknolojileriyle kolaylıkla yönlendirilebiliyorsa özgür düşünceden dem vurmamız pek gerçekçi görünmüyor. Bilgi aktı diye bildiğimiz algı, anlama ve düşünme süreci; “algı”nın sağlıklı olmasına bağlıdır. Kitlesel dönüşüme uğramış bireylerin, yaygın algı güdümü altındayken, özgün olabileceği, özgür düşünebileceği pek akla uygun gelmiyor. Sanatçı ve şair, özgün yaratı peşinden koşuyorsa, sisteme karşı direniş gösteriyorsa bu durumdan nasıl kurtulabilir, bunun yollarını araştırmalıdır. Biliyoruz ki bugün pek çok bilgi, davranış türü ve algı yapılandırması; çıkar gruplarının amaçlarını kolaylıkla geçekleştirmek için tasarlanmıştır. Ben özgürüm diye kollarının altına karpuz koyup gezen şair-yazar-çizerler, bindirilmiş emanet bir kayıkta kürek çektiklerini kendilerine itiraf edecek kadar cesurlar mıdır?

Kâğıttan kurulmuş sarayları yıkmak, fildişi kulelerde yuva kurmuş kalemşorlara dokunmak istemem. Ancak doğru bildiğim iyi bilgiyi, bilgi aktı kapsamında ulaştığım çözümleri, içinde gözlemci olarak dolaştığım sanatsal alanın görüntüsünü; göz önüne sermeyi vicdani bir sorumluluk bilirim. Sanatçı ve sanata ilişkin çözümlemelerimi; okurun önüne koyarak biraz olsun katkı sağlamak isterim. Tespit yerine çözüm ortaya koymak, gelişim ve yenilik için, dahası gelecek neslin sanatsal bekâsı için önemli bir aşama olduğunu, bunun uygar bir tutum ve gereklilik olduğunu düşünenlerdenim. Sanatsal edimler; emtiadan olabildiğince bağımsız ve aklın önünde hareket etmelidir. Sanatın özgür bilinç üzerine yapılandırılması, bireysel bir çaba olmakla birlikte toplumsal bir sorumluluk da olmalıdır.  Bu alanın, bilinçli ya da bilinçsiz, gerçekmiş gibi görüntüler ve algı operasyonlarıyla tahrip edildiğini, yıpratıldığını, zorunlu bırakıldığını; tarafsız bir gözle ortaya koymaya çalışıyorum. Biliyorum ki sanat, bilimsel bilgi ve gerçekliği mumla aramaz. Bilginin ve deneyimin imgelemde aldığı duyarlılığı arar; duyarlılığın bam tellerine dokunmaya çalışır.

Sanat ve sanatsal etkinliklerin vazgeçilemez ögeleri; tarafsızlık, özgünlük, özgürlük, evrensel bakış ve özgün yaratıcılıktır. Ne yazık ki bu gerçeklik, aydınlanma çağının bile bir karanlık noktasıdır ve bunu hepimiz biliyoruz. Sanat alanında “tarafsız, özgün, özgür, yaratıcılık ve evrensel” kavramlarının anlamsal sınırlarının hâlâ muğlak ve sanatsal kulvarda çok şey anlatmadığını söyleyebiliriz. Bir öğretinin düşünce kalıpları altında, kâğıt kalelerin gölgesinde, bir inancın zorunlulukları altında ya da yapay bir zorunluğun güdümünde; sanat yapmayı, yaratı ortaya koymayı özgürlük ve özgünlük kabul etmek, çağımıza özgü bir iyimserlik olmalıdır. Şöyle ki; farklı olduğunu, özgün olduğunu, tarafsız olduğunu düşünen pek çok (sözde) aydının, çakma aidiyet duygularına kapıldığını, düşünsel altyapısının güdüm altına alındığını ve öğreti kalıplarına sıkışmayı kahramanlık saydığını her ortamda tanık oluyor ve görebiliyoruz.  Bu tür kişiler, güdümlü aydınlardır ve durumları incelenmesi gereken önemli bir görüngüdür. Sözünü ettiğim görüngü, ülkemizde yaşanan son olaylara kabaca göz atmakla bile anlaşılabilir bir akıl tutulması durumudur. Bu kuşak kendi kendini yitirmeden ortam huzura kavuşamaz; bunu söylemek zorundayım. Çünkü özgürlük ve özgünlük, sınırsız ve çerçevesiz düşün sistemi ile kalıpsız tutumlar gereğini vurgular. Diğer yandan, ne söylersek söyleyelim, bu yüzyılda bile bu tür bilince ve mantığa sahip kişilere ulaşabilmek, özgürlük ve özgünlüğün içinde taşıdığı değerlerin sınırsızlığını anlatabilmek, olası değildir. Bunların; düşün sistemi ve karşılaştırma yeteneği sorunları çözümleyemez; onlar için uyulması, uygulanması zorunlu olan tek doğru ve öğretilmiş bir model vardır; yüce bir çözüm yoludur, çoğu şey önceden düşünülüp en mükemmel hale getirilmiştir. Sorgulanamaz mutlak doğrular, taraf olduğu düşünce sisteminin içerisinde zaten vardır.

Çok kabul gören bir sanat yorumuna, çok okunan bir esere ilişkin tutuma, atılan tutulan sanatsal yenilikler vb. gibi magazinsel konulara, uzak durduğumu ve çoğunlukla inanmadığımı söyleyebilirim. Sanat, bilgi aktı ve yaşamı içselleştirmiş, yüksek zekâların eseridir. Örneğin, ülkesinin yaşamsal değerleri ile terör faaliyetini bile birbirinden ayıramayacak kadar iğdiş edilmiş şair adı altındaki reklam ve propaganda uzmanlarının duruşu, sanatla yan yana düşünülebilir mi? Bilinçli bir toplum, bu tip yaklaşımlara çanak tutmaz ama ne yazık ki terör ve şiddete bile bir avuç tuzla koşanların varlığı da ayrı bir konudur. İşte bunun gibi insanoğluna özgü; utandırıcı, acı ve zavallı davranışlar; bilgi dağarcığı dolu, deneyimi yeterli ve olayları sağduyu ile okuyabilen insanların içini acıtmaktadır.

Tanımladığımız şekli ile özgün sanat, özgür bilincin kurduğu düşle ortaya koyduğu sanattır. Bu bana oldukça sığ ve altı dolu olmayan bir önerme gibi geliyor. İnsan bilinci ne kadar özgürdür? Çelişkiler taşıyan bir tümcedir. Şu soru aklımıza geliyor hemen. Bilincin özgür olmasının sınırları neresidir, nereye kadar uzanabilir? Başka bir açıdan baktığımızda bakış açımızı şu üç soruya yanıt arayarak geliştirelim: Her adımının kontrol altında ve başkalarının uydurduğu anlamsız emirlere mutlak uymak zorunda olduğuna inanan bir insan, bilincinin mutlak özgürlüğünden söz edebilir mi? Sıkı savunucusu ve taparcasına bağlı olduğu bir öğretinin, yenidünya ve huzurlu bir gelecek kuracağına inanmış ve onun öngördüğü düşünce biçimine göre zihnini şekillendirmiş bir insanın bilinci ne kadar özgürdür? Çağın en önemli sorunlarından birkaçı, ekonomik kaygı taşımak, var olma ve beğenilme hırsının belirlediği koşullara bağımlı olmaktır. Yazdığı eserin yayımı ile eser içeriğinin kendisi için sorun olup olmayacağını gücü elinde bulunduranların iki dudağı arasına bırakmak zorunda olan bir sanatçı, ne kadar özgür ve özgün olabilir? Özgün şiir yazabilme potansiyeli doğrudan bilincin özgürlük sınırları ile ilgili bir konudur. Ne yazık ki bu çağda bile, bilincimizin özgürlük, bağımsızlık, özerklik sınırlarını tanımlayabilme olanağına sahip değiliz. En azından bir yazar; toplumda yara olan; haksızlığı, soysuzluğu, uygunsuzluğu, hırsızlığı, kotarmacılığı; şiirinde, öyküsünde, resminde, denemesinde açıkça yazıp söyleyebilmeli ve bundan endişe duymamalıdır. Öyle mi peki? Nasıl bir özgünlükten söz edeceğiz; özgür olmayan beyinler özgün düşünemezler.

Toplumun istenilen bir düzen içinde yaşamasını sağlamak, toplumu oluşturan bireylerin zekâ etkinliğini, yaratıcı, girişimci ruhunu ve her türlü aydın niteliğini sınırlandırmakla olasıdır. İkinci sınıf toplumlardaki yönetici ve liderler hatta aydın olduğunu varsayan pek çok kanaat önderi kişiler, halk katmanlarının temelinde var olan bu özelliklerin değişmemesi, gelişim göstermemesi ve gizilgücün ortaya çıkmaması için çaba harcarlar. Bu tür kişiler, eğitim ve sanat gibi zihin değiştirici, dönüştürücü olanakların inanç veya ideolojilerin mutlak emrinde olduğuna inanırlar. Öyle dikte ederler. Çünkü biraz eğitim almış insan, inanmadığı bir konuda, kronolojik sıraya ve hiyerarşik bir düzene göre yalan söylemeyi sürdüremez. İşte aydın olduğunu savunan çoğu kişi ve yöneticiler, ideoloji ya da inanç gibi olguların, diğer bir söyleyişle doğruluğuna inandığı inanç ve öğretilerin geleceğin yeni ve yaşanabilir dünyasını kuracağı öngörüsü içindedirler. Bu tür kişilerin zihninde, mutlak doğruluğuna inandığı yöntemler dışında yeni bir çıkış yolu ve yeni bir dünya modelinin olmadığı görüşü tamamen sabittir. Dünya toplumlarında yaşanan kaos ortamı ve çözüm üretilememesinin nedeni, bu tür düşünce ve yargıya sahip insan oranının çok yüksek olmasıdır. Sanat dünyası da bu ve buna benzer algı ile oluşturulmuş sabit fikir sahibi insanlarla doludur. Ne yazık ki imaj düşkünü takipçileriyle de desteklenen magazinsel ve ağır bir ego yumağıdır bunlar.

Bir adım geriye çıkıp sanata ve şiire biraz daha geniş bir açıdan bakmış olsak, gördüğümüz manzara ve izlediğimiz model, geleceğin sanatını (evrimsel sanatı) kuracak tek model olmadığını bize gösterecektir. Yaratıcılığın sınırı yoktur; ayrıca sistem, yöntem, uygulama, yol, usul ve düzen; yaşadığımız dünyada sınırsızdır. Bunların çok azı denenmiş ve keşfedilmiştir. Olayların ve uygulamaların tamamına bu açıdan bakmalıyız. Şiirin ve sanatın baz alacağı temel düşünce, bilgi temelli yaratıcılık olmalıdır.

Sanat, özgür ve sıra dışı düşünebilmenin sonucunda ortaya çıkarılabilen bir olgudur. İmgelem, yaratıcılık ve sanatsal etkinlikler, yalnız gerçekler üzerinde değil, tasavvurlar ve düşler üzerinde kişilik, hatta sanatsal özellik kazanır. Eylem alanı salt nesnel dünya değil, gerçek ve gerçeküstü dünyada düşüncenin tasarımlayabildiği alanlardır. Bugün tanık olduğumuz önyargı, ideolojik yaklaşım ve özellikle dinsel kaygıların dikte ettirdiği anlayış; kurguladığı düzenle genç bireyi; düşünemez, sorgulayamaz, sadece emirleri uygular durumda görmek ister. Onun düşünme ve sezgi yetisini, belirli kalıp ve kırılması zor demir bir kafes içinde tutmaya çalışır. Her düşünce kalıbının temel ilkesidir bu tür yaklaşım; zorunluluktur. Ortadoğu coğrafyasında yaşanan terör, şiddet, çatışma ve ölümler; bu söylediğim konuyu kanıtlayan somut örneklerdir. Oysa insana yaraşır yaşamsal değerler, toplum ilişkilerini düzenleyen çağdaş normlar ve sanatsal etkinliklerin en önemli bileşeni, sorgulama yeteneğini güçlendirilmek ve kalıpları kırıp atabilmektir. 

Çağdaş sanat; aklın, keskin zekânın ve eğitilmiş duygunun, özgür düşünüşün ve düşün eseridir. Sıra dışı düş kurabilme, imgelemi ufuk ötesine çekebilme yeteneğine dayanır. Sanatın geleceği, bugün algılayamayacağımız kadar bilincin geniş bir özgürlük alanına sahip olmasıyla garanti altına alınabilir. Ya biz bugün, böylesi özgür bir bilince sahip miyiz?

Yazımı Hintli düşünür Jiddu Krishnamurti’nin sözleriyle bitirelim: “Düşünmek gerçekten de acı vericidir. Çünkü farkındalık yaratır ve kuşkuya yol açar. Düşünmek insana bir yük gibi gelir. Bu yüzden; insanların çok büyük bir bölümü düşünmekten kaçmak için, kendilerini bir ideoloji veya inançla hipnotize ederler.”

15 Mayıs 2020, Narlıdere/İzmir


HERKESE YETECEK KADAR SÖZ VAR

 Bazen konu belirlidir; o rotadan yürürsünüz. Bazen konu belirsizdir; bakmışsınız koca bir yarayı açığa çıkaran metin sayfalara dökülüvermiştir. Bu metinde konu belirlidir; şiddet, sataşma ve televole kültürü… Bu yüzden yazıma başlar başlamaz adını koydum: “Herkese yetecek kadar söz var.” Söz, böyle bir tümcede kullanılıyorsa şiir ve şair akla gelir kanımca. Bu metinde, şiir dünyasında beni gerçekten rahatsız eden birkaç durumu dile getireceğim. Konuya daha bilinçli yaklaşılması için iki denememi okumanızı önereceğim. “Dilsel Şiddet” ve “Şiddet ve Yazın” isimli denemelerdir; bunlar, şiddetin tanımlamasını, altında yatan gerekçeyi ve şiddetin hiyerarşik sistemini anlatmaktadır.

Şiir Sarnıcı (e-dergi) Dergisi’nde, “Altının ayarı durduğu rafın niteliğine göre değil, kendi saflık derecesine göre belirlenir; şair de altın gibidir.” diye yazmıştım. Bulunduğu yer, yazdığı dergi, paçasından tutunduğu ünlü veya yanında durduğu kişiler değil, ürettiği yapıt ve kendisidir asıl olan. Açık söylemek gerekirse kimin kiminle yan yana durduğu, kimin kimi kotarmaya çalıştığı ve kimin kiminle aynı fotoğraf karesinde yer aldığının hiçbir önemi yoktur. Bunlar, günlük beklentinin zincirli yanılgılarıdır.

Benim için sosyal medya, şiir etkinlikleri, yazar işlikleri, şiir atölyeleri ve dergiler, önemli şiir laboratuvarlarıdır. Kuramsal kitabımı, sanat literatürü taraması yanında bu laboratuvarlardan edindiğim bilgi, görgü ve deneyimle yazdım. Herkes farklı bir şeyler söyler; kim ne derse desin, sosyal medya, şiir etkinlikleri, yazar işlikleri, şiir atölyeleri ve dergiler; şiirin önemli kaynaklarıdır ve sanatın acemi birliğini atlatma merkezleridir. Bunlar, hangi bilgi işe yarar; hangi bilgi elinin tersiyle bir kenara itilmelidir, az çok ışık tutar. Şiir kültürünün sürekliliğini sağlayan mecralardır.

Sağlıklı bir genel kültür ve evrensel dünya görüşü, her şair için elzemdir.  Ne var ki Türk şiirinin önde gelenlerinin büyük bir çoğunluğu, evrensel dünya görüşüne sahip olduğuna dair ergenliklerini ispatlamış görünmüyorlar. Şiir yazınındaki deneme, şiir ve metinlere bakıldığında, umut verici bir dünya önerisinde bulunmadıklarını, birilerinin düdüğünü çalmak dışında çok geniş bir düşün dünyasına sahip olmadıklarını biraz ayrıntılı okuduğunuzda anlıyorsunuz. Bu tespitimi hemen hemen herkes reddedecektir; kendisini sorgulamak yerine doğrudan beni suçlayacaktır. Elbette bu söylediğim herkes için geçerli değildir, üzülerek söylüyorum ki çoğunluktur. Aşağıda söz edeceğim konuları, heybenize koyup kendi iç dünyanızda bire bir tartınız lütfen. Burada sadece kendinizi sorgulamanızı sağlayacak algoritmayı vereceğim. 

Şiir sanatı, ciddi iştir dostlar. Salt yazmak, kitaplarla boy göstermek, bir dergiye önayak olmak değildir; yaşamın niteliği de içindedir. Sanatçı ve şair denen kavramların üstünde büyük anlam yüklüdür; bunu taşımaya yeterliliğiniz yoksa bu alanı kirletmeyin. Kimse kimsenin fikrini kabul etmek zorunda olmadığı gibi kimse bir diğeri gibi düşünmek zorunda değildir; ayrıca şiirin işi, birine bir şey öğretmek onun şiir anlayışını ölçüp biçmek değildir. Ben bu işte söz sahibiyim gibi uydurma görev yüklenmeleriyle kimseye, Everest’in tepesinden bakmak gibi bir görevi yoktur. Elbette bir duruşu, dünya algısı ve estetik değer üretebilecek imgelem gücü olacaktır şairin. Her şeyden önce elinden tutulup podyumlara çıkarılacak figüran değildir. Karıştırılmamalıdır. Türk şiirini şairiyle birlikte nitelikli bir kültür dünyasına taşıyacaksak biraz estetik tavır geliştirmek ve biraz da elit davranmak zorundayız.

Birincisi, kimse kimsenin şiirini elinden alamaz. İkincisi, herkese yetecek kadar yaşam alanı, sanat için hareket alanı vardır; kimse kimseye aşağılayıcı, hakaret edici saldırıda bulunamaz. Herkese yetecek kadar söz ve kâğıt vardır; herkese yetecek kadar mikrofon ve kürsü vardır. Üçüncüsü ise herkes, donanımı ve düşünebildiği oranda yaşamın ve sanatın içindedir. Asıl önemli olansa şudur; kimse kimsenin yeteneğini yargılama görünümü altında; şiddet uygulamak, toplum gözünde küçük düşürmek, ayrıştırmak gibi bir lüksü yoktur. Bunları eleştiri kapsamında düşünenler olabilir; eleştiri, ayrı bir konudur; sözünü ettiğim konular, eleştiriyle ilişkilendirilemez. Eleştiri de şiir dünyasında derin yaralı bir konudur; burada girmiyorum buna…

 Ne yazık ki şairler ve şiir hakkında ileri geri konuşan, sözleri ceviz kapçığını doldurmayan, pek çok insanımız vardır. Vasat, kifayetsiz muhteris, şaircik, sucu, bucu gibi… “Şiire zarar veriyor” gibi bir düşünceyle bir şeyler yapmaya çalışanları töhmet altında tutmaya, toplum gözünde küçük düşürmeye yeltenen kişiler de çoğunluktadır. Ve bunu, toplum gözü önünde açık açık yapmaktadırlar; şunu bilmiyorlar. Bu tutum, insana karşı bir şiddettir, saygısızlıktır. Şiddeti ve saygısızlığı insanî değerlerden ayırt edemeyen kişiler, şairim diye koltuk altlarında birer karpuz sıkıştırıp ortalarda dolaşmaktadırlar… Dergi, kitap ve gazete sayfalarında da boy boy bu tutumlarını sergilemektedirler. Şiir, kişi veya gruplara zimmetlenemez. Bu tür tutum, Orta çağdan miras kalmış, cehaletin eşiğini kıramamış, bilinçsiz insan manzarasıdır.

Başka bir konuya daha değinmek istiyorum: Sosyal medyada paylaşılan yazı ve altına yapılan yorumlara bakınca, ben de mi bir gariplik var yoksa insanlık mı insanlığını yitirdi, diye düşünmeden edemiyorum. Sağlıklı okur-yazarlığımız yok, bunu biliyoruz. Kafamızdaki cendereden çıkıp söylenen ya da sorulan soruya koşut eyleme giremiyoruz. Ancak, küfürler, hakaretler, düello davetleri, satanlar, burnundan soluyanlar ve eleştiri adı altında zevkten zirveye tırmananlar görüyoruz.; sizler de sık sık tanık oluyorsunuzdur. Ben kişisel olarak, bunlardan rencide oluyorum. Şair sözünü kullanmaktan çekiniyorum. Bakıyorum bunların saldırılarını destekleyen, şiire hizmet ettiğini sanan bir sürü tanınmış isim var; “yok artık” denecek bir kokuşmuşluk durumu…

Bunların hepsi bir yana şiir yazınında bir de televole kültürü dediğimiz anlayış, öylesine yerleşmiş ki yapılan yorumlara bakınca gerçekten vurdulu kırdılı, zenginli fakirli dizilere, yemekteyiz gibi devşirme programlara taş çıkartır nitelikte. Şairin özel yaşamıyla işiniz nedir sevgili hatırı sayılır şairdaşlarım? Bu bir şiir kültürü değildir; televole dediğimiz, sizin de sık sık aşağıladığınız algı biçimidir. Kahvede gündelik iş bekleyen kardeşlerimiz yapsa bunu kabul ederim; zaman doldurmak da ince bir iştir.

İnsandır; genetiği, beklentisi ve düşleri gereği bazı şeylerin içinde bulunması kabul edilebilir. Algı ayarları bozuktur ve çalgısı akort tutmaz şekilde olabilir. Ne var ki bu tür davranışlar, o kadar çok ki bu kadar rencide edici biçimde işlemesi kabul edilemez. İnsana saygı, insanın yapma-etme-isteme hakkına saygı ve etik dediğimiz değerler vardır. Göz göre göre yanlışı bir amaç ya da bir yarar uğruna göklere çıkarmak zorunda değildir kimse. Ya sus hiç bulaşma ya da açık yüreklilikle yanlış olduğunu söyle, doğruya da doğru. Yanlışı, yanlışla doğrulama çabası da hangi kültürün geleneğidir bilemiyorum. Şiir yazını, yanlışı yanlışla doğrulama çabası içinde olan metinlerle dolu.

Has şairim diyen birisi, sosyal medyada birini hedef edinmiş saldırıyor, hakaret ediyor ve aşağılıyor; bir diğer izleyici veya şair de alkışlıyor; çiçekler, gülücükler dağıtıyor. Şiir şiddeti kaldıramaz, şair de şiddet sever olamaz. Şiir/şair dünyası böylesi niteliksiz tutum ve girişime prim vermemelidir. Herkese yetecek kadar söz var, istediğinizi kullanabilirsiniz; tek koşulsa dilsel şiddet[26] içermeden.

Dilsel şiddet, içinizde yatan şiddetin dışavurumudur; daha genel söylersek dil, içimizle aynı şeyi söyler. Toplumsal değerlere saygısızca davranan, insanı aşağılayan, şiddet, terör vb. benzer konulara yaltaklananlar bana göre zaten sanatçı değildir; kendi çöplüğünde kurtlanmak üzere üstünü kapatın gitsin. Böyleleri var, parmakla gösterebiliriz. Her toplumda akort tutmayan güdülenmiş hemcinsler olur; fizik kuralıdır. Ancak niye gereksiz birisi için ulu orta sizi izleyen elit insanları, rencide ediyorsunuz? İncelik buradadır.    

Toplum olarak pek çoğumuzun içinde uyuyan şeytandır şiddet. Ne kadar eğitilirsek eğitilelim, korku ve çatışma kültürüne dayalı bir inanç sistemi, disipline dayalı bir tutum şekillendirmesi altında büyüdük. Yani çatışma kültürünün içinden doğup geldik. Sanatsal konuları bir yana bıraktım, bilimsel bir konuyu bile tartışamayan, fikrini ve önerilerini kabul etmeyenleri dilsel şiddet uygulamayı üstünlük sayan, şair olduğunu gururla söyleyen çok sayıda kişilere tanık oldum. Ne olursa olsun, bir noktaya kadar kabul edilebilir şiddet algınız. Ancak, bu çağda, hala davranış değişikliğine gidemediyseniz, bence ortalarda görünmeyin; bir gün şiir sizi tutuklayabilir. Çağdaşlığın birinci ilkesi insana saygıdır. Düşüncemi savunmadı diye insanları düşman gören, yaratık gören bir anlayıştan yapıt değil; kendisine dayatılan idelerin bildirisi ve şiddetin kraliçesi çıkar… Kadına şiddet konusu günceldir. Süreklilik sağlayan toplumsal bir yaradır. Şair, bir başka arkadaşına şiddet uyguluyorsa kadına şiddetin nedenlerini, uzaklarda aramayınız; bugün şairdaşı hedefse yarın da bir kızcağız topun ağzında olabilir. Şiddet duygusu, namludan çıkmış mermi gibidir, adres sormaz; tanımı nettir.   

Başkasına kızmak, kendi kendine işkence etmektir. Daha fazla bu işkenceye katlanmamak, aşırı yoğunlaşma sendromu yaşamamak ve sağlığınızın daha kötüye gitmesini engellemek için; öncelikle şiir sanatının zimmetinizde olmadığını; kötü şiir yazanların şiire zarar vermesi gibi bir argümanın tamamen bilinçsizlikten kaynaklandığını; sanatın gelişimine yönelik savaşım verenlerin engellenmesi değil yanında bulunup omuz verilmesi gerektiğini; kötü şairlerin şiirinden sizlerin sorumlu olmadığını; sanat ve kültür dünyasında herkese yetecek kadar alan olduğunu; bilmelisiniz ve en kısa zamanda tıbbi yardım almalısınız.

Şiir, içinizdeki şiddeti ortaya dökme sanatı değildir; ürettiğiniz estetik değerle okurda yaşam sevinci yaratmak ve aklın evrimini hızlandırmaktır. Sizde olan güzelliği yarına akıtmaktır. Düşünsel dünyanızı yöneten sistemleri şöyle bir kenara itiniz ve biraz olumlu duygu biraz da sevgiyle kendinizi sorgulayınız. Şiddetten, çatışmadan, kavgadan arınmış duygu durumuna girdiğinizde göreceksiniz ki şiddet ve zorlamayla tarihte hiçbir sorun çözülememiştir; sadece geçici bastırılabilmiştir.  Şairler ve sanatçılar arası şiddete ve kavgaya gerekçe olacak çok şey yoktur; Türkçede herkese yetecek kadar söz vardır ve kimse kimsenin sözünü elinden alamaz. Kavgacı, saldırgan, küçümseyici bir dil kullanımı, bilgi çağının insanına yakışmamaktadır. Ayrıştırılmış, dikte edilmiş bir düşüncenin muhafızı olmakla hiçbir gruba ve topluma iyi bir yaşam sunulamamıştır. Bu yaklaşım altında yazılan şiirlerle de estetik değer yaratılamaz; tam tersi okur rencide edilir.

 22 Temmuz 2020, Narlıdere/İZMİR

 

GENELLEMELERLE BOĞMAYIN ŞİİRİ

 Yanlışı yanlışla savunan şiir yazılarını, eleştirel denemeleri okumak yararlıdır; mizah tadı verirler. Bununla da kalmazlar; asimetrik bir bakış açısı kazandırırlar okurlarına. Önyargıların yanılsamasından başka bir şey olmayan ancak yüzde yüz doğru ve mutlak yararlı sandığımız sanata ilişkin yorum ve eleştiri yazıları, yazarına çoğu zaman düşün harikası gelebilir; öyle olduğunu sanır. Son derece normal bir durumdur. Çünkü insan ne kadar aydın ve eğitimli olursa olsun, neyi bilmediğini bilememesi, olağan bir durumdur.  Bu yüzden, kavramlar arasındaki anlamsal bağıntıyı ve hiyerarşik konumlanışı tam anlamıyla çözmeden; sanat felsefesi ile sanatın tözünü kavramadan; şiir adına yazılan bu tür yazılar; bugün anlıyoruz ki şiir dünyasında sırıtmaktadırlar.

Hiçbir şey anlatmayan, gerçekte anlamsal karşılığı bulunmayan tümce kurabilmek veya tamlama yapabilmek, şiir ve eleştiri dünyasında özel bir yetenek, tutucu bir gelenek olmalıdır. Hele yanlış bir başlıkla başlayıp, o başlıktaki yanlışı yanlışla savunmayı gayet ciddiyetle sürdürmek, mantığıyla dalga geçildiği konusunda kuşkuya düşürüyor okuru. Kavramların, terimlerin ve sözcüklerin anlamlarının kılık değiştirdiği bir dil mi var, diye sorgulamak zorunda bırakıyor. Gerçekten böyle yazılar okuyorsunuz değil mi? Ben çok sık karşılaşıyorum. Örneklerini vermek isterdim ama konu kişilere yöneleceği için yazınsal şiddet kapsamına girsin istemiyorum. Yazınsal şiddete, şiddetle karşıyım. Benim anlayışımda kişiler konu değildir; maksadım sistem ve sürecin değişimine katkı sağlamaktır. 

Zaman oldukça değerlidir ve sayılıdır. Yetmiş yıl yaşayan bir insanın ömründe ortalama altı yüz on üç bin saat vardır. Uyku, yemek, temizlik ve çocukluk yıllarını da çıkarırsanız kullanılabilir zaman, aşağı yukarı dörtte birine düşer. İş yaşamı ve diğer etkinlikleri de çıkarırsak en fazla elli bin saatlik zamanı vardır okumak için; okumayı seviyorsa. Niçin bu hesabı yaptım? Birincisi, okumak için seçici olmak zorundasınızdır. Bir yazarın bir romanını okuduğunuzda ikincisini okumak gibi çok zamanınız yoktur; eğer verimli ve çeşitli yazarların birikimlerinden yararlanmak istiyorsanız. Polimat bir bilgi dağarcığına sahip olmak istiyorsanız. Bunca yıllık bir okur olarak şunu deneyimlerimden söyleyebilirim: Bir yazar, bütün birikimini yazdığı kitapların herhangi birisine tamamıyla yansıtır. Yazarın dünyasına ilişkin alacağınız toplam yararı herhangi bir kitabından alabilirsiniz. Tabii ki bilimsel ve özel alanları konu edinen kitapları, bunun dışında tutmak gerekir. İkincisi, bir yazarın bütün kitaplarını okumanız aşırı lüks bir durumdur. Parantez içinde belirteyim: Ben verimli olanından söz ediyorum. “Renkler ve zevkler tartışılmaz” diye bir söz vardır; her ne kadar pek doğru olmasa da. Siz istediğinizi dönüp dönüp okuyabilirsiniz. Bir yıl içerisinde basılan iyi kitapların yüzde onunu bile, okumak için yaşamınızın yeterli olmadığını anımsatmak istiyorum.  

Asıl ben yazar ve şair dostlarıma seslenmek istiyorum. Zaman bu kadar değerlidir. Bilgi ve kültür varlıkları bu kadar zengindir. Yarardan ve okuma tadından söz ediyorsak yazar ve şairlerin de çok dikkatli olması gerekir. Okura nitelikli yapıt sunulmalıdır. Şaire ne yapacağını söylüyorum algısı doğurmuş olmak istemem. Her ne yazıyorsanız yazın, diyeceğim yoktur. Okuru aptal yerine koyucu, bir anlam taşımayan metinleri okurların önüne sürmemek gerekir. Gerçekte anlamsal karşılığı olmayan tümcelerden kurulu bir metinle; okurun morali, okuma sevgisi ve iç dünyasıyla oynanmamalıdır.  Zamanı heder edilmemelidir. Dedikodularla, magazinsel söylemlerle, bir temele oturmayan genellemelerle; şiir yazınını kirletmemek gerekir. Basılı kitapları geçtim, dönüp kültür, sanat ve yazın dergilerine bir bakınız. Şiirler neyse iyi veya kötü. Ama şiir yazılarına baktığınızda olmasa daha yararlıdır türünden yazılarla dolu. Kimse şiire olağanüstü bir format giydirip, genellemelerle anlamsız süslü edebiyat yapmak zorunda değildir; gülünç oluyor. Sanat bilimi denen bir bilim vardır; neyin ne olduğunu herkesin anlayabileceği şekilde göstermektedir. Şiir bir sanat alanıdır ve kendi gerçekliğini koruyabilir. Övgüye gereksinimi yoktur. Şiir sevgisinin ve sanat kültürünün oluşması için, şiire yönelik gülmece, magazin ve felsefi yazılar yazılması gerekir; ne var ki atar tutar yazılar da şiiri bilen insanları rencide ediyor dostlar…

Ayrıca, okurda değişiklik/haz doğurmayacak metinleri, yayımlamamak veya insanların gözüne gözüne metin sahibini övmek için dayamamak daha akıllıca bir tutum olur. Ne çok eleştirel deneme var, nasıl bir dil kullandıysa anlamak olası değil; zaten bir şey de söylemiyor. Sıksan sıksan bir dirhem şeker çıkaramıyorsunuz. Ne çok şiir yazsı var, genellemelerle dolu, bırak bir şey söylemeyi, yanlışa kurşun sektiriyor. Bilinçli okurlar; sanatın, inancın, öğretinin ve dünyanın neresinde durduğunuzu daha ilk tümcelerinizde anlıyorlar. Uçuk tümce kurulumuyla, anlamsal kapsamı oturmamış terimlerle, anlamsız bağdaştırmalarla; yazınıza çekicilik kazandırmaya çalışmanıza gerek yoktur.  Metnin dilsel, zamansal ve anlamsal dizilimini kırmak; yaratıcılık ister, bilimsellik ister. Zaman ve insana saygı, çağdaşlığın temel göstergesidir. Okura saygı duymak zorundayız. Anlamsız, tutarsız, bağdaşıklık taşımayan ve okura bir kazanım sağlamayacak metinleri üretmeden önce kendimizi sorgulamalıyız. Bilgi artık uzakta değil, bir tuş sesi kadar yakınınızda duruyor. Onu bulmak size düşüyor. Aralarındaki bağıntıyı çözmek ve kurmak, çabanızı bekliyor.  

Genellemelerle boğmayın artık şiiri…

24 Mayıs 2020, Narlıdere


BİLGİYE DUYARSIZLIK

 Çağımızda çok fazla bilgi üretiliyor ve bilginin dolaşım hızı oldukça yüksektir, bunu biliyoruz. Sanat veya şiir alanında da. Çağın gereği, hangi bilginin yetkin bilgi olduğunu, hangi bilginin sanatsal bilgi olduğunu ve hangi bilginin kirli bilgi olduğunu ayırt etmek de bir mühendislik işi. Bu yüzden ticarette, sanatta, siyasette danışmanlar ve yol yordam gösterici kuruluşlar, mantar gibi ortaya çıkmaya başladı. Doğal bir süreçtir; kabul etmek gerekir. İnsan beyni her bilgiyi yetkin ve gereğine uygun anlamlandırmaya, işlemeye yetişemiyor. Her alan kendi bilgi havuzunu oluşturmuş ve uzmanlık gerektiren dallara ayrılmış durumdadır; bilgiler arası eşgüdüm ve yorum sizin zekânızla doğru orantılı duruma gelmiştir. 

Böyle bir girişten sonra bilgi yoğunluğundan söz edeceğim diye düşünebilirsiniz; ne var ki bilgi yoğunluğunun sorunlarından söz etmeyeceğim. Daha özel bir konuya değinmek istiyorum. İşin ilginç yanı kendi deneyimim olan bir konuyu gündeme getirmek üzere bu yazıyı kaleme aldım. Aslında kendi deneyimlediğim bir durumu örnek vermekten sıkılıyorum. Birebir yaşadığım deneyim olması nedeniyle, kendim için bir şey yapmış görünmekten çekiniyorum. Öyle de olsa, sosyolojik ve gerçek bir durumu ortaya koymak, bazı konulara dikkat çekmek için kendime ilişkin bu örneği vermek istiyorum. 

“Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitabım Kasım 2018’de yayımlanmıştır. Kitapta yeni önermeler, kuramlar, katman edebiyat eleştiri sistemi, şiirsel ezgi, şiir/sanat çözümleme tekniği ve yeni terimler/kavramlar ileri sürdüm. Türk ve dünya yazınına farklı bir şeyler ürettiğimi, sanat/şiir anlayışının önünü açıcı, özellikle şiir için yeni ve farklı bir şeyler ortaya koyduğumu düşünüyorum. Kullanılabilir, bilimler arası eşgüdümle araştırılması ve değerlendirilmesi gereken bilgiler öne sürdüğümü söylemeliyim. Bunların yanında bazı etkinliklerde, katıldığım medya programlarında, Kuramlar ve Şiir Çözümleme Tekniği gibi kitaptaki pek çok bilgiyi sözlü olarak açıklamaya çalıştım. Ayrıca Vedat Günyol 2020 deneme yarışması seçici kurul özel ödülü alan ‘İmgelem-İmge-İmgelem’ isimli deneme kitabım ve Homeros edebiyat ödülleri bir şiiri inceleme yarışmasında dereceye giren bir çözümlememin yer aldığı ‘Sanat/Şiir Çözümlemesi’ isimli deneme[27] kitabım, ileri sürdüğüm konulara açıklık getirmek üzere e-kitap olarak yayımlanmıştır. Aradan uzun zaman geçmesine karşın sosyal medyada birkaç tepki dışında ileri sürdüğüm bilgiler konusunda doyurucu açıklama, yorum ya da olumlu/olumsuz eleştiri almadım. Yazınsal platformlarda bunların konu edildiği bir yazı veya eleştiri görmedim. Yeni düşünce, yaklaşım ve daha önce dillendirilmemiş yazılara karşı herhangi bir tepki ve geri dönüş almadığım için, eksik bir şeyler mi ortaya koydum, yanlış veya yinelemeler mi yaptım diye kuşkuya düştüğüm zamanlar da oldu. 

Bunların yanında, ‘Şiir Sarnıcı (e-dergi)’ isimli üç aylık sanat ve yazın dergisi çıkarıyorum. Bu dergi, bloğumda ve internette aradığınızda ilk sıralarda görünen kolay ulaşılabilir bir dergidir ve yazınla ilgili kişilerin e-posta (bende bulunan) adreslerine PDF dosya olarak gönderilmektedir. Emek dışında hiçbir gideri ve geliri yoktur. Şiir Sarnıcı ve şahsım, herhangi bir öğreti, inanç ya da kalıplaşmış/ayrıştırtılmış düşüncenin temsilcisi ya da sezdiren bir uydusu değildir. Aklı, bilgiyi, bilimi, sanatı, sevgiyi ve insanlığı önceleyen; kalıplaşmış, ayrıştırılmış veya güdülenmiş düşünceyi dikkate almayan bir içeriğe sahip olması için çalışıyoruz. Olabildiğince bilimsel, yazınsal ve sanatsal nitelik kazanması için çaba harcıyoruz. Yazın, şiir ve sanat için bir şeyler yapamaya çalışıyoruz; edebiyat adına deyip dikte edilmiş düşüncenin peyki durumuna düşmek istemiyoruz. Grupların, komünlerin, çıkar çevresinin, ben bilirim tarzı ego yumağının barınabileceği bir alan dışına çıkarmaya çalıştığımız bir yazın düzlemidir bu dergi.

Derginin PDF dosyasını e-posta adresine gönderdiğimiz birkaç okur, geri dönüş yaptı; eleştirdi veya teşekkür etti. Bunların dışında ben şiir adına şöyle yapıyorum diye yazan çizen, şiir kulvarında boy gösteren, şiir elden gitti diye çevresindekilere dert yanan, yurt içi/dışı şiir çağrılarında önde dolaşan, şiir adına sağda solda baş kesen; kısacası şiir ustası denen şair dostlarımdan ne bir dönüş oldu ne kutlayan oldu ne yorum yapan oldu ne şöyle olsa daha iyi olur diye yardımcı olmak isteyen oldu ne de yapıtını gönderip dergiye katkı sağlayan. Şiir öldü, dil elden gitti, sanat öldü, edebiyat adına, şiire zarar veriyor gibi yargı tümceleriyle feveran eden büyük yazar, şair dostlarım; bundan sonra sakın ola böyle tümceler kurup bir de güvenimizi sarsmayınız; çok açıktır ki kendiniz için olanın dışında bir şey yapmıyorsunuz. Sanat insanı; yararın, çıkarın, egonun, popülaritenin olduğu yerde değil; insanın ve insan için bir şeyler yapanın yanında olur, içinde olur.

Şimdi temel soruyu soruyorum: Bu ülkede sanatsal etkinlikler yürüten, sanatı işi olduğu için yapan ve sanat eğitimi veren yüzlerce akademisyen var. Binlerce şair ve yazar var; daha doğrusu var olduğunu biliyoruz. Ayrıca bir o kadar da edebiyat fakültesi öğrencisi, mezunu ve bunların öğretim üyeleri ile emeklileri var. Fakülte düzeyi de olmak üzere sanat eğitimi veren yüz ellinin üzerinde ülkemizde kurum ve kuruluş var olduğu biliniyor. Üretilmiş yeni bilgi, kuram, kavram, yazınsal sistem ve ileri sürülmüş yeni bir teknik karşısında bunlar neredeler? İki sanatsal kuram, bir katman edebiyat eleştiri sistemi ve bir sanat çözümleme tekniği ileri sürdüm. Yeni bilgi bu kadar değersiz mi? Edebiyat çevrelerinin ağzında sakız olmuş konular dışında yeni bir şeyler söylemek bu kadar mı ürkütücü, anlam veremiyorum. Bilim, bilgi, kuram, estetik, sanat ve felsefe dediğimizde herkesin kaçıştığı bir edebiyat kalabalığında varlık bulmaya çalıştığımızı biliyoruz ama bu kadar da olmamalı…   

İsterseniz bu sorunu biraz açalım. Sanat bilimine yönelik çalışmalar ve sanata ilişkin bilgi üretimi yinelemelerden öteye geçmiyor, diye bir yargı ileri sürersem ne dersiniz? ‘Türk şiiri magazinsel söylemler üzerinde yönlendirilmektedir.’ diye her ortamda kullandığım bir tümce vardır. Bu yargıyı haklı olarak ortaya koyduğumu düşünüyorum. Neden, diyeceksiniz. Haklı olduğumun kanıtıdır yukarıda sözünü ettiğim deneyim. Popülist bir yaklaşım, popülarite yığılmış bir ortam ve birbirini yineleyen sanatsal bir bilgi dünyasının içinde yaşıyoruz. Türk yazınında ödül uygulamalarından eleştiri sistemine kadar aşılamayan temel sıkıntıların olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca kendini kanıtlamış, toplumda beğeni kazanmış şairlerin söylemleriyle şiiri öğrenebileceğimizi düşünüyoruz. Bunlar iyi bir birikimdir; tarihsel bilgidir. Metinler arası ilişkinin doğal bir sonucudur. Ancak şiirin gelişimi ve geleceği için yeterli değildir. İyi şiir yazmak istiyorsak, yeni bir biçem kurmak istiyorsak, şiir felsefesine ilişkin yeni kuramlar üretmek zorundayız. Çağın bilgisine ve ileri teknolojisine uyum sağlamak öncelikli işimiz olmalı. Yapıt ile insan arasındaki ilişkinin tanımlanmasında hâlâ sıkıntılar var ve net şeyler söyleyemiyoruz. O öyle demiş bu böyle demişle birbirini yineleyen ne var ki bilgiyi uygulamaya dönüştürmekten çok ötede kısır döngü içindeyiz. Çağdaş sanatın önünü açan soruları ve evrimsel sanat yaklaşımına doğru gidişin yollarını, araştırmaktan kaçınıyoruz.

Kuramsal bilgi üretmeden çağı önceleyen biçem kuramayız. Yinelemeyle bir adım daha öteye gidemeyiz. Ayrıca bu tür yaklaşımla sadece öykünen bir sanat biçimi kurabiliriz ki bunun adı sanat değil, taklit olur. Sanatın temel ilkesi, her geçen gün yeni bir şey ortaya koymaktır. Kendini aşan yeni yapıtlarla yaşamın karşısına dikilmektir. Türk şiiri veya yazınının ileri gelenleri, kendilerine öykünmeci türetme peşindedirler. Yazının önünü açıcı, yol gösterici tutum; ne ödül sisteminde ne eleştiri sisteminde ne de diğer etkinliklerde duyumsanmaktadır.

Sanatçının ben kaygısı yüksektir; onu sanat üretmeye iten şeyin, çıkış noktasıdır. Buna diyecek bir şeyimiz yoktur. Ancak üretilen bilgiyi görmezden gelmek, Orta Çağ mantığından kurtulup olaylara mantıksal bir açıdan bakamamak, açıklanmaya muhtaç önemli bir sıkıntıdır kanımca. Sanat çevresinde yaygın ve kanserojen bir hastalık durumudur. Sanatın, şiirin, kültürün, eğitimin, bilginin, insanın, emeğin; değersiz görüldüğünün birebir gösterenidir.  

Sanat dünyası; özellikle anlam sanatları, yeni ve farkındalıklı bilgiyle zenginleşir. Aklın sınırlarını ve normalin çeperini kırmakla kendine yaşam alanı ve etki alanı kurabilir. Her geçen gün yeni ve farklı bir şey üretmeliyiz. Bilgiye duyarsız kaldıkça köreliriz. Bilgiyi öteledikçe saplantılarımız bizleri esir alır. Yenilikleri kıskanıp ondan uzak durdukça kabalaşırız. Sanatsal bağlamda iyi bilgi, kullanılabilir bilgi, yeni bilgi; bazen bir çocuğun sorusundan bazen bir rüzgârın sesinden üretilir. Her üretilen bilgiyi, didik didik etmeliyiz ki bir kazanım, bir sonuç elde edebilelim. Çıkalım artık yirminci yüz yılın tozlu sayfalarından, nesnellik ilkesi kırılalı yıllar oldu. Kurtulalım kalıplaşmış genellemelerden; genellemeler şiir gibi bir düşün sanatını açıklamaya yetmez. Dünyadaki olgu ve olaylara bakıp yeni bir şeyler yapalım. Dinozor hattını aşmak çok zor olsa da değiştirilmesi gereken çok şey var bu kulvarda; en başta anlayış…   

Sonuç olarak, saygınlık, makam, tanınırlık ve toplumsal izlenirlik avantajı sağlamayan yerlerde görünmek, rüştünü ispatlayamamış kişiler için sıkıntılı ve ürkütücü bir tavırdır; biliyoruz. Bu, çağın dönüştüremediği başka bir rahatsızlık. Asıl sorun, çağı ve ürettiği bilgiyi okuyamıyor olmamızdır. Okumak da istemiyoruz. Sanatta yeniliğe karşı duyarlı değiliz ve yeni şeylere güvenimiz yok. Dahası sahip olduğumuz bilgi birikimini, günümüzün teknolojisi ve anlayışıyla kullanmayı beceremiyoruz. Kullananı da öğreti, inanç gibi sözde gerekçelerle görmezden geliyoruz. Sanatta gelişimin önündeki en önemli engel, yeniliğe ve bilgiye karşı duyarsızlaşmaktır. Duyarsızlaşma şairi kabalaştırır; estetik değer üretme yeteneğini elinden alır.

 

YANLIŞI YANIŞLA DÜZELTMEK

 

Yanlışı, yanışla düzeltmeye çalışmak! Son günlerde çok takıldığım bir tümcedir. Şöyle dersek öz söz mertebesine bile erişebilir kanımca. “Yanlış, yanlışla düzeltilemez; ne yaparsanız yapın kuyruğu açıkta kalır.” Belki de böyle bir öz söz vardır, ben bilmiyorum.  Günümüz koşullarında ve her alanda o kadar sık kullanılması gereken bir tümce ki pek çok şeyi özetleyip önünüze koyuveriyor.

Neden bu tümceyle giriş yaptım? Bu sözü vurgulu bir şekilde açıklayan üç olayla karşı karşıya kaldım; daha doğrusu gözlemledim. Birincisi ülke güncelinden bir gözlemdir. Büyükşehir Belediyelerinin yardım kampanyasıyla ilgili sarf edilen söylemler… “Devlet içinde devlet olmak” gibi... Bunu doğrulamak için kimler kimler, koca koca insanlar ne mesailer harcadılar biliyor musunuz? Kimler ne ilginç yasal dayanaklar üretti. Oldu mu? Kuyruğu açıkta kaldı.

Ayrıca belediye ve mülki makamların kuruluş yapısını az çok biliyorsanız, bu söylemle ne kadar elzem bir durumun önü bile bile kapatılmıştır, düşünmek gerekir. Örneğin kriz durumunda merkezi hükümetin emir verebileceği valilikler, dört kilo domates taşıtmak isteseydi kime taşıtacaklardı?  Öğretmene mi, hemşireye mi, yoksa polise mi? Hizmeti satın alabilirdi yalnızca. Valilik gibi yapılar; daha genel anlamda söylersek olağanüstü hâl dışında merkezi hükümetin emir verebileceği resmî kurumlar, bu tür hizmet üretme yeteneğine sahip değillerdir; kuruluş ve teşkilatları gereği.

Belediyeler, bu tür hizmetler için yapılandırılmıştır. Suyundan çöpüne kadar geniş bir hizmet üretim alanıdır görevleri. Kriz ortamında, insanların bir yumurtaya ihtiyacı olduğu bir zamanda, belediyelerin hizmet olanağını siyasi bir kaygı sonucu elinin tersiyle bir kenara itmek; bunu bir de politik ve ayrımcılık kaygısıyla yapmak; işin altında yatan gerçeği gün yüzüne taşır.  Bu konuda söylenecek tek şey, hangi gerekçeyi üretirseniz üretin yanlışı, yanlışla düzeltemezsiniz demektir.

İkincisi, basit bir sosyal deneydi. “Şiiri, şairden korumak” diye bir tümcenin alt sorularını tartışmaya açtım. Daha doğrusu, sosyal medyada paylaşılan yazılar ve bu yazılara yapılan yorumlar bu alanda gelişti. Bugüne kadar şiir yazınında söylenegelmiş ve şiir dünyasında belirleyicilik kazanmış kalıp söylemleri irdelemeye, yorumlamaya çalıştım. Nasıl bir kalıplaşmaysa bunların, tartışılmasının bile yasak olduğuna tanık oldum. Bu söylediğim dar kapsamlı bir örneklemdir; ne var ki şiir yazınına baktığımızda, totaliter/yasakçı anlayışa sahip büyük bir çoğunluğun varlığını anlıyorsunuz. Doğru şiir bilgisi ve şiirin özü, bugün yaşamakta olan şiir kurmayları tarafından çoktan tespit edilmiş de bizim haberimiz yokmuş meğer; bilgiyi kapan kapmış, bize halt yemek düşer anlamında tutumlarla karşılaştım.

Açık söylemek gerekirse şiir yazınımızda yanlışı, yanlışla düzeltebilmek için ne çabalar harcamışlar! Kitaplar, denemeler yazmışlar. Toplumda güven kazanmış bir şair ya da yazarın bir sözü söylemiş olması, doğruluğun ve tartışılmazlığın odağı olmuş… Konunun ilginç yanı ise bu söylemler genellikle batılı düşünür/şairlerden alınmış ve bizim kurmaylarımız da yalnızca doğrulama görevini yerine getirmişlerdir. Şunlara bir de sanat felsefesi ve diğer bilimlerin gözüyle bakalım, altından ne çıkacaktır, diye sormak kimsenin aklına gelmemiştir. Öyle gerekçeler üretmişler ki basit bir mantıkla sorguladığınızda, olamaz bu kadar gelişmemişlik demek zorunda kalıyorsunuz. Birazcık bilgi, birazcık bilimlerin eşgüdümü ve biraz da mantık; bu kadar basit; neyin ne olduğu ve neyin gerçekten işin özünü anlattığı…

Üçüncüsü ise yakın zamanda gerçekleşen bir sosyal deneydir. Şairin kaygısı, gerçekten şiir mi yoksa başka bir amaca mı hizmet ediyor, sorusuna yanıt bulabilmekti. Bir tasarı üzerinde yapılan tartışma ve paylaşımlar, bu sorunun yanıtını vermekte oldukça yardımcı oldu. Ortaya atılan bir şeyin mantıklı ya da mantıksız olmasının bir anlamının olmadığını gördüm öncelikle. Söyleyen dinlenir konumda biriyse en mantıksız bir konu bile söylese, etrafındakiler hemen ona mantıklı gerekçe üretmek, kafakol çıkmak için işbaşı yapıyorlar. Övgünün bini bir para. Mantıklı bir konuymuş gibi inanıyorlar ve söylemlerini sürdürüyorlar. Karga kılavuz hesabı, büyük uğraş başlıyor. İyi gerekçeler de üretiyorlar; toplum olarak zeki ve pratiğiz bu konularda. Ne yaparsak yapalım; kuyruğu illaki açıkta kalıyor. Bir yere geliyor ve tıkanıyor; salt çamurla duvar örülemeyeceği bilinen bir şeydir ama bu durum, sosyal konularda da aynı sonucu doğurduğunu gösteriyor… Başta da söylediğim gibi, yanlışı, yanlışla düzeltme ustalığı biz de zanaat haline dönüşmüştür. Anlamsız pek çok konu; gerçekmiş gibi işlem görmektedir. 

İş yaşamımdan deneyimimdir. Sürekli kontrol etmek ve aksayan konuları çözmek zorundasınızdır. Çünkü insan yaşamı, eğitim ve işleyen bir devasa sistemle; baş başa ve iç içesinizdir. Bir soruya, konuya, eyleme, olaya; yanıt bulmakta güçlük çekmişsem altında mutlaka bir sorun var demektir. Ya soru saçmadır ya konuya ilişkin olay mantık dışıdır ya gerisinde bir düşünce fukarası vardır ya da yerleşik kuralların dışında bir şeyler oluyor demektir. Bunun anlamı, altından bir çapanoğlu çıkacaktır.

Aslında huzurlu yaşamak istiyorsanız bunları sorgulamadan yürüyüp gidebilirsiniz. Mutlu olmanın, iyi yaşamanın en güzel yolu; çok şey bilmemektir. “Albert Einstein’ın dediği gibi, şu cehalet ne güzel; her şeyi biliyorsun” mantığı daha kullanışlı duruyor şöyle çevremize baktığımızda… He de geç, aman noksan yanını gösterme, düşman kazanmayasın. Yanlışı yanlışla düzeltiver gitsin…   Eskiler gibi; “Şiir her şeye muhaliftir!” diye genelle gitsin, etrafına yandaş toplaman daha kolay olur. Tamam, şiir her şeye muhalif, anladık; niçin muhalif kardeşim, diye soran olmayacak nasıl olsa…. Kısa öykü, iktidar karşıtıdır; politik bilince sahip olmadan kısa öykü yazamazsınız, deyiver gitsin. Çünkü sen, Orta Çağda mı yaşıyorsun kardeşim diye soran olmayacaktır.

 

ISSIZ ŞİİR

 

Sesi güçlü olmayan şiirin yankısı ıssızdır. “Issız” sözcüğünün anlamı sadece yalnızlık değildir; yalnızlık tercih edilen bir durum olabilir. Oysa ıssız aynı zamanda kimsesiz olmaktır; zorunlu bir yalnızlıktır. Yaşamın döngüsünün sessizliğidir, edilgenliğidir. Geleceğe dair bir değer üretmeyecek olmasıdır. Dünyaya yaydığı iletiler ıssızlaştıkça, yani sesini yitirdikçe şiir de bu yalnızlığı zorunlu olarak yaşayacaktır.

Şiirin son zamanlarda göz ardı edilen ve hoyrat davranılan ana ögesi sestir. Şiirde ses konusunu ele alıp içerisinde ne var ne yok diye kurcalayalım istiyorum bu yazıda. Türk şiirini, garip şiiri, ikinci yeni veya 2000 ler şiiri diye kategorize edip sorgulamak niyetinde değilim. Şiir tarihi bir bütündür ve sorgulamak istiyorsak, sanat eserini doğuran çağ, olgu ve teknikler bağlamında ele alarak sanat bilimi açısından sorgulamak gerekir.  Kaldı ki şiirde ses konusuna bakış, garip ve ikinci yenide nasılsa üç aşağı beş yukarı bugünün şiirinde de benzerlik gösterir; hatta daha fazla sesten uzaklaşılmıştır diyebiliriz.   

Şiirde ses, şiir yazılarında üzerine gidilmeyen, araştırılmayan, onun bunun olumsuz söylemlerine inanılan bir bileşendir. Uyak; yapaylık gibi görülür, gelenekçilikten kaçış kapısı olarak düşünülür ve çağdaş şiire evrilişin kör bir konusu gibi algılanır. Divan şiirindeki ağdalı ses ağırlığından kaçışın yarattığı bir olumsuzluktur bu. İncelemeden yargılamak, Türkçenin ses bilgisi açısından değerlendirmeden yorumlamak ve çağdaş sanattaki gelişmelerin doğru okunamayışı gibi daha pek çok neden sayabiliriz.

Şiir, sanat dallarının temel katman[1]larını içinde barındıran bir dil sanatıdır; biçim, anlam, anlatım, ses, coşum, çağrışım ve estetik katmanları gibi. Şiirin ayrıntılarına girdiğimizde öykü ve roman gibi dil sanatlarından ayrılan pek çok yönü vardır. En az söz, en uygun ses, en çarpıcı anlatım, aklı sendeletici anlam ve duyguyu ele geçirme çabası... İşte bunların hep birlikte yarattığı görevdeşlik şiir denen sanat eserini ortaya çıkarır.  Şimdi kendimize şu soruyu sorabiliriz. Bu saydığımız özelliklerden bir tanesi zayıf olsa ne olur? Tabii ki şiir olur; ancak arzu edilen bütünlüğü yaratır mı? Daha ileri aşamasını düşünürsek, insana ve insanın zaman içindeki algısına katma değer oluşturur mu? Yani bir sanat eseri olarak estetik etkisini ve kalıcılığını sürdürebilir mi?

Dünya şiir tarihine baktığımızda, zaman içinde canlılığını sürdüren şiirler kendi dillerindeki söyleniş biçimiyle güçlü sesi olan şiirlerdir. Elbette sesi zayıf olan şiirler de vardır zaman doğrusunda yerini almış; ancak bunlar ya anlam ya da anlatım gibi vurucu değerler ile bazı zayıf noktalarını görünmez kılabilmişlerdir.

Çağdaş şiir bağlamında nasıl bir sonuç üretirsek üretelim, şiirin vazgeçilemez üç temel ögesi vardır. Bunlar aynı zamandan sanatın üç temel sütunudur; anlam, anlatım ve ses. Sesi ele alırken anlam ve anlatımı bir kenara koyma gibi bir lüksümüzün olmadığını hemen söyleyebiliriz. Şiirdeki ses, anlam ve anlatımla ayrıştırılamayacak kadar bütünleşik bir konudur. Yani ne ses ne anlam ne anlatım birbirlerine göre öncelikli konulardır. Bir anlamda ses anlatımı yücelttiği gibi anlamı da güçlendiren bir konudur. Bunun tersi ise anlam ve anlatımın da sesi yönetmesi ve yönlendirmesi önemli bir özelliktir. Yapıtın dili gereği bazı katmanlar başat olabilir. Nasıl ki müzikte ses başat katmansa, şiirde de anlam başat katmandır. Örneğin heykelde biçim başat katman olmasına rağmen anlam ve anlatımı varlığa taşıyan bir olgudur. Kısaca söylemek gerekirse bu üç temel öge birbiri içerisinde bir konudur; dil sanatları açısından birbirlerinden ayrı ve hiyerarşik konumda düşünülemezler.  

 Şiirde “ses”ten kastım nedir? Anlam ve anlatımla bütünleşen söyleyiş biçiminin ya da şiirin sessel yönünün anlam ve anlatımda yarattığı görevdeşliğin toplam şiirsel sonucudur sesten kastım.  Şiirde ses dediğimiz zaman iç ses uyumu ve dış ses uyumundan söz etmiyorum sadece. Bunların toplamının oluşturduğu şiirsel ezgi[2]den söz ediyorum. Nasıl ki her insana özgü taklidi mümkün olmayan konuşma ezgisi varsa, nasıl ki kendi tekniği ile oluşturulan müziksel ezgi varsa, şiire özgü oluşturulabilen bir “şiirsel ezgi”nin de olması kaçınılmazdır.  “Şiirsel ezgi nedir, bileşenleri nedir, nasıl oluyor, nasıl kurulmalıdır, duyguyu duyarlı hale getirme yeteneği nedir” gibi soruların ayrıntısına bu yazının hacmi gereği girmeyeceğim. Saf sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi isimli çalışmamda “ses katmanı”nı ayrıntılı olarak inceledim, şiirsel ezgiyi ayrıntılarıyla açmaya çalıştım; bakabilirsiniz.

Her estetik yaşantı ve estetik tavır duygusal bir temele dayanmak zorundadır. Algı, duyu, duygu ve beklenti sarsılmalıdır ki estetik yaşantıya girilebilsin. Duyguları hareketlendiren en önemli duyular, özellikle görme ve işitme duyularıdır. İnsan oğlunun duyuları temelde on dört çeşit olarak bilinir. Ancak görme ve işitme duyusu ki bunlara entelektüel duyular da denmektedir; duyusal dünyanın ve duygu durumunun baş aktörleridir. Örneğin işitme duyusu sadece fiziksel seslerin duyulmasında etken değildir; aynı zamanda gerçek üstü ve metafizik dünya ile ilişkinin kurulmasında önemli bir duyudur. Şiirsel Ezgi, bir şiirin anlam, mimik, jest ve duygusal davranışlarını açığa çıkaran vazgeçilemez fiziksel özelliğidir. Bununla birlikte anlam, anlatım, çağrışım ve coşum gibi katmanların şiirsel ezgi üzerinde önemli bir etken olduğunu günlük yaşantımızda ayırt edebiliyor olmalıyız. Şiirsel ezginin; duyuların algı gücünü artırmak, bir şiirin anlamını, duygu değerini en etkin ortaya dökmek, söz söyleyiş biçimini, ses benzeşimlerini kullanmak gibi birçok teknik ve beceri gerektiren yanı vardır. Öncelikle, okurun şiirsel ezgiyi oluşturabilmesi, şairin şiirsel ezgiyi yönlendirecek ses uyum niteliğini yerinde kurmasına bağlıdır. Yani şiirde sese ilişkin kurulan temel ne kadar sağlamsa okur da o oranda ses uyumunu yetkin kullanabilecektir. Şiirsel ezginin etkinliği, şairin şiirinde dilin ses olanaklarını kullanabilme becerisine bağlıdır.

Şiirsel ezgi, şair tarafından şiire özgü oluşturulmuş ses, anlam ve anlatım düzenine uygun biçimlenmiş ve okur tarafından parçalarüstü[3] birimler yardımıyla oluşturulan ses düzenliliğidir. Ton, vurgu, ritim, süre, durak gibi parçalarüstü birimler, ünlü ünsüz uyumu, sesli harflerin ince kalın, düz yuvarlak gibi pratik ses özellikleri önemlidir. Bunun yanında patlayıcı, sızıcı, akıcı, tonlu, tonsuz, titrek seslerin kaynaşması şiirde ses uyumu açısından dikkat edilmesi gereken ölçütlerdir. Ne var ki Türk şiirinde ses katmanı hem önemsenmemiştir hem de araştırılmamıştır. Buna karşın, garip şiiri de dâhil olmak üzere günümüze kadar yazılmış şiirler arasında ses açısından çok güçlü şiirlerin olduğu gerçektir. Türkçenin ses yapısı, ünlü zenginliği, özellikle ses benzeşim zenginliği ile ardışık sözcüklerin kaynaşmasından doğan ses düşmeleri ile söyleyiş akıcılığı gibi pek çok özellik şiirsel ezgiyi kolaylaştırmaktadır. İncelediğim kadarıyla Türkçe, şiirsel ezginin etkin bir biçimde oluşturulması için diğer dillere oranla oldukça uygun bir dildir.

Sözcük, söz öbeği veya dizelerin anlam değerleri yanında her birinin kendine özgü duygu değerleri vardır. Okurun bunları algılaması, anlamlandırması ve duygusal bir atmosfere girmesi ses ve anlam üzerinden olan bir durumdur. Şiiri sessiz okurken şiirin sesini fiziksel olarak duymasak bile sözcüklerin sesini duygusal olarak yaşamak zorundayızdır; çünkü sözcükler insan belleğinde ses ve anlamla birlikte depolanmışlardır. 

Şiir ile ilgili yazılardan, yorumlardan, konuşulanlardan ve güncel şiirlerin sessel özelliklerinden anladığım kadarıyla, ses katmanının (şiirde sesin) öncelikli olmadığı, olsa da olur olmasa da olur türünde bir yaklaşım sergilendiğini söyleyebilirim. Şiirde ses ile ilgili yazı, yorum ve incelemenin çok az sayıda olmasına, olsa da doyurucu araştırma ve incelemeler olmadığına bakılırsa bu konuya hiç önem verilmediği sonucu doğar. Örneğin uyak, geleneksel, yenilikçi olmayan, devrimci olmayan, kendi kendini tüketen, anlamı ve anlatımı sınırlayan bir kavram olarak düşünülmektedir. Hatta şiir uyaklı ise, bayağı bir şiir algısı yaratılmıştır. Bilimsel gözle bunlara baktığımız zaman, bu söylentilerin hepsinin birer palavra olduğunu hemen görebiliyoruz. Son yüz yılda yazılan yorum ve incelemelere bakınız, şiirde uyak ve ses düzenine ilişkin öne sürülmüş doyurucu bir araştırma var mıdır?

Ritim ve vurgu gibi ses birimlerinden şiir yazılarında çoğunlukla söz edilir. Şiirde “parçalarüstü” birimlerin bütünleşik varlığından ve “şiirsel ezgi” ile ilişkisi açısından bir inceleme yazın dünyasında görmedim. Şairin ton, vurgu, ritim, iç ve dış uyak olmak üzere ses katmanına yaklaşımı mutlak doğru ve başka bir yöntem yok gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır. Sesin şiir üzerinde oynadığı role, çağrışım, coşum ve anlam üzerindeki etkisine, estetik katmanına sağladığı estetik değere ilişkin sorulara yanıt aranmamıştır şiir literatüründe.

İşitme duyusunun bütün duyu biçimlerini etkisi altına aldığını, duyarlılık yaratmakta başat konumda olduğunu bilmek ve buna göre hareket etmek gerekir şiirde.  Çünkü şiirin ezgisel bir olanağı vardır ve bu olanak şiirin sanatsal etkinliğinin önemli bir bileşenidir. Ses, şiirin şiir olma nedenlerinden sadece bir tanesidir. Zihni ve duyguyu estetik tavra yöneltmek amacıyla şiirde ezginin gücünü kullanmak ise sanatsal bir beceridir. Şiirde ezgi hem şair için hem de okur için önemli bir bileşendir ve şiirin varoluş maksadını gerçekleştirmeye yönelik temel bir özelliktir. Biz biliyoruz ki öykü diye bir tür vardır. Şiirin pek çok özelliğini öykü dediğimiz tür içinde barındırır; az söz, ses ve ses uyumu hariç. Sesin duyguyu işleme gücünü ve ezginin duyarlılığı oluşturma gücünü kullanmayacaksak neden şiir yazıyoruz ki? Öykü yazalım; şiire göre daha kolay. 

Son yıllarda okuduğum şiirlerin büyük bir kısmında, ses konusu o kadar dışlanmış ki şiir mi okuyorum, öykü mü okuyorum, çok zaman ayırt etmekte güçlük çekiyorum. Sesi dışlamak şiirde aynı zamanda öykü gibi anlatımcılığı da beraberinde getiriyor. Algıyı sersemletmek dil oyunlarıyla yapılabilir. Anlamın gücüyle de yapılabilir. Bunlarla estetik değer üretilebilir. Ancak duyguyu öyle kolay ele geçirip okuru estetik yaşantıya sokamazsınız. İşitme duyusunun insan üzerinde yarattığı iç dünyayı ve duygu durumunu başka hiçbir enstrüman ile yapabilme olanağına sahip değiliz. Dikkat ederseniz dinler, siyasi, ticari ve kurumsal yapılar, ezginin olanaklarını etkin bir şekilde kullanırlar. Şiirsel Ezgi’nin imgesel bir yönü vardır ve ezgisel imgenin gücü diğer imgelere göre daha can alıcıdır, daha sarsıcı ve sersemleticidir. İnsan yaşamının sesle olan toplam ilişkisinin izlerine götürür şairi, okuru ve dinleyiciyi. Ayrıca şiirsel ezgi; anlamı, anlamın gücünü, anlamın yön değişimini, anlatımı ve anlatımın gücü ile çağrışım ve coşumun düzeyini doğrudan etkileyen bir özelliğe sahiptir. Dilde ses, ses uyumu ve ezgi, anlam ve anlatımda büyüleyici ortamı oluşturan ana kulvardır. Hatta bütünleşik sanatlarda ezgi vazgeçilemez bir ögedir, örneğin sinema gibi… Niçin şiirin elinden sesi alıp öyküleştirmeye çalışıyoruz? Neden şiiri dil oyunu haline dönüştürüyoruz ki? Sesin duygu üzerindeki, anlam üzerindeki ve bunlarla birlikte çağrışım, coşum ve estetik değer üzerindeki etkisini neden görmezden geliyoruz? Şiirde asıl amaç duyguyu arzu edilen kıvama taşıyıp estetik tavır yaratmak değil midir? Ses gibi sanatta en güçlü duyarlılık yaratma aracını şiirin elinden almayı haklı gösterecek bir tane gerekçe öne sürülebilir misiniz?

Şiirde ses dediğimde bildiğimiz, zihinlerinizde klasikleşmiş uyaktan söz etmediğimi bir kez daha belirtmek istiyorum. Ünlü, ünsüz, ince, kalın, yuvarlak, tonlu, tonsuz, çınlamalı, patlayıcı, titreşimli ses uyumundan dizeler arası seslerin geçişine ve anlamsal uyumdan şirin bütünlüğüne kadar toplam bir ezgi altyapısından söz ediyorum. Kısaca söylemek gerekirse, anlam ve anlatımın, ses ile bütünleştiği, şiirin duyguyla en güçlü etkileşime girdiği bir ses düzenidir bu. 

Ses konusunu ele almışken şunu da vurgulamak gerekir: Estetik bilimi, yapıttaki estetik değer varlığı yanında insandaki estetik algı konusuna da önem verir. Çünkü estetik beğeni, insanla şiirin karşılıklı etkileşimi sonucunda doğar. Şair dostlar! Toplumumuzdaki şiir algısı, ses ve anlamın bütünleşik varlığında konumlanır; eğer şiir hâlâ bizim bildiğimiz şiirse. Eğer şiir, üzerine giydirilen torba kavramlarla günümüzde kılık değiştirmediyse… Ve ıssız şiir algısı güncelliğini korumuyorsa…

20 Haziran 2018 Narlıdere

 

 

ŞİİR YAZILARI

 

Genç şiir severlerin dergi veya internet aracılığıyla paylaştıkları yazı ve şiirlerini, yoğunlaşarak okumaya çalışırım. Gençlerin dünya görüşüne, sanat anlayışına ve yaratıcılıklarına güvenirim. Estetik değer taşıyanı ve doğru olanı görmekte yanılmayacaklarına inanırım. Onların sanata ve yaşama bakışları; çağdaş, sevecen, umut aşılayıcı ve daha olumludur. Çatışma kültürünü iliklerine kadar yaşamış ve bundan zarar görmüş bizler, ister istemez dünya görüşü ve algı biçimiyle ayrılıyoruz. Doğaldır; uygarlık yürüyüşünde bizlerden daha ileride olmaları gerekiyor. Görüşü ve inancı için birbirini boğazlayan insan türünü, tarihe gömmek için çaba harcıyorlar.

Genç bir şairimizin yazısıydı okuduğum. Şiiri, genel anlamıyla tanımamaya çalışan bir yazıydı. Özellikle inceledim. Bazı tümceleri tek tek çıkardım; genellemeden ve şiire giydirilen torba tanımlamalardan kaynaklanan kuramsal ve kavramsal yanlışlardı bunlar. Şiirin büyük abilerince sürekli yapılagelen; genelleme, kavramsal ve kuramsal yanlışların bire bir aynısıydı.

Maksadım, kişilerin neyi nasıl yazdıklarını sorgulamak değildir. Şiir ve yazın kültüründe şeytanın gör dediği önemli iki sıkıntıyı dile getirmektir. Birincisi, dedikodu kültürü, ikincisi ise yanlış bilgi aktarımıdır.

Şiirin dedikodu kültürü, en gelişmiş yazın türüdür dersek abartmış olmayız. Örneğin, “O, bunu şöyle demiş”, “Şu şiirin kıyısında kalmış”, “Bu geleneği resetlemiş”, “Bu eleştirinin babasıymış”, “Şu, şair omurgalıymış”, “Onun, şair duruşu yokmuş”, “Şurada şöyle dedim”, “Burada böyle karşı durdum”, “Açıkça söylemesem de bir tek ben bilirim” türünden yazılar…

Diğer yandan dergi ve kitaplardaki şiir yazılarına baktığımızda, şiir bilgisine hiç katkısı olmayacak önemsiz şeylerin yazıldığını; genelleme, yineleme ve özellikle öykünme koktuğunu görebilirsiniz. Sayfalar, bu tür dedikodu türü yazılarla dolu. Örneğin; “Şiir, kendinden başka bir şey olmadan başka hiçbir şey olamaz”, “Şiir sözcüklerin arasındaki boşluklardadır”, “Şair, dili kullanmayı reddetmeden şiir yazamaz” türünde söylemler. Sizce, şiiri bilen ya da bilmeyen için ne anlama gelir bu tür maksadını aşan tümceler? Şiir severe ne kazandırır? Dedikodu bilgilerle sanatseverlerimizin aklıyla dalga geçilmemelidir. Şiir kültürünün olmazsa olmazıdır şiir yazıları.  Açıklanabilir, desteklenebilir bilgiye dayansın ki birşeyler kazandırsın okura. 

Niçin şiire yeni başlamış bir şairimizin yazısından yola çıktım? Sözünü ettiğim hatırı sayılır kalemlerin yaptığı yanlışların aynısını bu genç şairimiz de yapmış. Geçmişte olduğu gibi bugün de bilgi ve kültür aktarımı, ağır aksak işliyor demek ki.

Onlarca kitap yazmış, yazın platformlarında düşünce yazıları olan ve okurlarınca bilgisine güvenilen şair/yazarlarımızın, sanata ilişkin düşünce yazılarında kuramsal yanlış yapma özgürlükleri yoktur. Hele bu bilgi çağında, “Bu kadar cehalet de olmaz” dedirtecek genelleme tümce kurmamalılardır.

Yazıyorsanız; yazdıklarınızda doğruluğu kabul edilebilir şeyler söylemelisiniz. Özellikle, bilimsel ve kuramsal yanlışa düşmemelisiniz. Şiir dünyasında bazı konular görecelidir. Bazı bilgiler, belirsiz ve değişkenliği yüksektir. Bunlar, kişinin dünyayı okuma biçimine göre şekil alabilir. Yaşamın her alanında olduğu gibi şiirde de ikili kültür algısı, önemli bir sorunumuzdur. Ne var ki bilimsel ve kuramsal konuların, doğruluk ve kabul sınırları belirsiz değildir ve bu sınırları taşamazsınız. Hemen ele verirler sizi… Sanat felsefesine, sanat psikolojisine, sanat sosyolojisine egemen değilseniz, özellikle estetik biliminin kavramlarında yeterli değilseniz, sanat ve şiirle ilgili düşünce yazısı yazmamak daha yararlıdır. En azından gelecek kuşaklara yanlış bilgi aktarmamış olursunuz. Bu tutumunuz hem kendinize hem de okura saygı gereğidir. Örneğin, azıcık estetik bilimini incelemişseniz; “Mücadele estetiği”, “Estetik kategori” veya “Estetik soyutlama” gibi tamlamaları kullanamazsınız.

Şiiri övmek için, kavramlar ve terimler anlamsız olarak birbiri üstüne yığılmaktadır. Gereksizdir; şiir temel sanattır. Şiirin övgüye gereksinimi yoktur. Şiir yazılarında sık karşılaştığım için örnek veriyorum: Kuram, estetik, imgelem, tarihsel bilgi, metinler arası ilişki gibi pek çok sözcük ve kavram; sanki yeni bir anlam alanı oluşmuş da biz bilmiyoruz türünde kullanılıyor.

Sonuç olarak, özellikle şiir felsefesi konusunda, öylesine kavramsal ve kuramsal yanlışlar yapılıyor, öylesine bariz ki bu yanlışlar… Bunlar, genellikle öğreti ve inanç penceresinde yoğunlaşıyor. Her ne kadar alışkanlıklarınızı kıramamış olsanız da bilgiye bir tıkla ulaşabiliyorsunuz. Demek ki insan kaç fakülte bitirirse bitirsin, kaç yıl bu işin içinde olursa olsun; bazı şeyleri kavraması ve görmesi için, özgür bir bilince sahip olması gerekiyor. Öykünmeyi yıkmış olması gerekiyor. Bir amaç için benimsetilmiş kalıpları kırabilmiş olması gerekiyor.

Şeytan diyor ki: Şiir, edebiyat tarihi bilgisi ve dil bilgisiyle üstesinden gelinebilecek bir sanat değildir. Dil bilgisi ve edebiyat tarihi bilgisiyle dedikodu dışında şiir yazısı yazmak da olası değil.

          Ekim 2020, Narlıdere/İzmir

 

KLASİK-MODERN-POSTMODERN-ÇAĞDAŞ-EVRİMSEL SANAT DÖNEMLERİ

GENEL

Sanat dönemleri, birbirinden kesin çizgilerle ayrılmayan ve ayrı ayrı düşünülemeyen bir süreçtir. Klasik, modern, postmodern ve çağdaş sanat dönemleri, aynı düzlem üzerindedir ve birbiri içindedir; aynı zamanda sırasıyla birbirinin devamı ve birikimidir. Bunları anlamak ve hak ettiği biçimde değerlendirmek istiyorsak her birinin ayrıntısını ve birbirlerine olan etkilerini; tarihsel bilgi, metinler arası ilişki, sanat bilimi ve bilimler arası eşgüdüm altında incelemeliyiz. Sanatın öyküsü, sanıldığı gibi basit bir öykü değildir; yaşam, nesne, evren, kültür, zaman, düşünce, bilim, akıl ve teknoloji gibi her biri kendi başına ayrı görüngü olan kocaman bir dünyanın bileşkesidir; birbirleriyle korelatif ve çoğunlukla doğrudan ilişkilidir. Belirgin boyutlarının yanında belirgin olmayan boyutu, fazla değişkeni ve karmaşık bileşenleri olan bir etkinlik alanıdır. 

Sanatın hangi dalına neresinden ve hangi zamandan bakarsak bakalım, imgelem-imge-imgelem formülüne göre çalışan bir sistem buluruz karşımızda. Amaç, kapsam, biçim ve biçem olarak zamanla değişiklik gösterse de özde, belirli bir yolu ve hedefi esas alır. İmgelem-imge-imgelem süreci; şiir, resim, müzik… gibi tüm sanat eserlerinin doğuma hazırlık safhasından doğumuna, imge ve iletilerini kurmaktan okurda yeniden bir imgelem dünyası yaratmasına kadar izlenen yol olarak düşünmeliyiz. Daha anlaşılır biçimde söylersek, sanatçının imgelem gücü ve zenginliği, yapıttaki imge ve iletiler bütününü kurar; imge ve iletiler bütünü de okurla karşı karşıya geldiğinde okur imgelem dünyasını oluşturur. Yapıtın yaratımından izleyicide oluşturduğu estetik tavra kadar olan süreci anlatır. Yapıt, izleyicide imgelem yaratma yetisine sahip olduğu sürece, varoluşunu ve estetik değerini korur.

Bir sanat dönemi, bazı metinlerde geçmiş sanat dönemini reddediyor gibi okunsa da genetik olarak geçmiş dönemin kodlarını üzerinde taşır.  Barthes, bunu “metinlerarasılık” diye tanımlıyor[28]. Sanatın hangi alanı olursa olsun, geçmişten üzerine bir takım renk ve parçalar giyinmiş olarak varlık bulur. Bunun anlamı; en ileri sanat ile en ilkel sanat arasında mutlak bir bağıntı var demektir. Bu nedenle hiçbir sanat dönemi, diğerlerinden bağımsız değerlendirilemez. Geçmişteki sanatın; devrine göre imgelem yaratma yeteneği şu anki en ileri sanatın imgelem yeteneğinden daha az olduğunu söyleyemeyiz. Tamamıyla insanın; bilgi, kültür, algı, düşün ve onu yorum yeteneğiyle doğrudan ilişkilidir; yineliyorum, korelatif değil, doğrudan… Başka bir deyişle ne kadar bilimsel, ne kadar düşsel ve ne kadar evrensel düş kurabiliyorsanız sanatınız, o kadar çağın içinde ya da önündedir. Zamanın kültür birikimiyle ve düşünce gücünüzle doğru orantılıdır. İşte biraz da sanat dönemlerine bu açıdan bakmak gerekir. Çünkü kültür varlıkları bilimlerin öncülüğünde üretilir ve bilimler de düşünce gücünün sonucudur; sanat da düşünce ve bilimin tasarımıdır. Döneme ait biçim ve biçem; nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin, insanın birikimi, yaşamı okuma biçimi ve kültür varlıklarıyla olan düşünsel ilişkisine bağlıdır. Kandinsky, “Her sanat yapıtı, devrinin çocuğudur ve her devir, kendine özgü olan ve bir daha tekrarlanamayacak olan sanat yaratır.[29]” der.

Konumuz, sanatın zaman doğrusu üzerinde aldığı değişimi/dönüşüm ve sanatsal bağlamda postmodern kavramını açmaktır. Buna bağlı olarak gelecek dönemlerin açılımını yapabilmektir. Bu yüzden klasik sanat döneminden başlayıp bir bütün olarak sanatın gelişim sürecine göz atmak, anlaşılması bakımından daha sağlıklı olur kanısındayım. Sanatta postmodern kavramı çok farklı biçimlerde tanımlanmış olması nedeniyle metinde, ağırlığı bu döneme vereceğim. Postmodern sanat anlaşıldığında, çağdaş sanat ve evrimsel sanat kavramları daha kolay düşüncemizde nesnelleşebilecektir. Modern, postmodern, çağdaş ve evrimsel sanat yaklaşımı, birbirini bütünler bir süreç izlediği görülecektir. Postmodern sözcüğü, çağın kültürü, insanının tutumu ve düşünce sisteminin karşılığıdır bana göre. Bu da yirminci yüz yılın ikinci yarısına denk gelir. 

Sanat biçim ve biçemini belirleyen en önemli etken; çağın kültürü, bilgi birikimi, skolastik, teokratik veya modern düşüncesidir. İnsanlık tarihi de kültür ve düşünce tarihiyle anlaşılır hale getirilebilir. Gerçeğe inanç yoluyla varacağını sanan insan ile gerçeğe bilgi yoluyla varacağına inanan insan, haliyle biçem olarak farklı sanat üretecektir. Sanat tarihine baktığımızda bu durum, kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık görülmektedir.  Öyleyse Klasik Sanat, Modern Sanat, Postmodern Sanat, Çağdaş Sanat ve Evrimsel Sanat dönemlerinden sırasıyla söz edelim. Aralarındaki süreklilik, ilişki ve korelasyona göz atalım.

 

KLASİK SANAT

Klasik sanat, imgeleriyle dış dünyaya benzemeye ve yaşam koşullarına uyum amacı taşıyan bir sanat biçimidir; mimetiktir; gerçeği birebir yansıtmadır. Nesnenin ve imgenin ötesine açılmak gibi bir ufku yoktur. Din ve öğretilerin direktifine göre yön alan; bunları kanıtlama, güçlendirme çabası taşıyan; konusu genellikle yaşamın üst tabakasından alınan bir sanattır. Bugünkü bilgi ve görgümüzle klasik sanat anlayışı, basit bir durum gibi gelebilir. Ne var ki bu durum, bugünün sanatına temel oluşturan bir dönem ve çabaların tümüdür. Hakkını vermeliyiz. Uzun yıllar almıştır yolculuğu. Yılların birikimidir ve bütün değerlerini en ileri sanat dönemi içinde var kılmıştır. Bu yüzden klasik sanat, temeldir. Temel ilkeler taşır ve mutlaka her sanatçının yolu düşmelidir. Belki de klasik diye isimlendirmesinin altında yatan gerekçe budur. Sanat dediğimiz görüngünün temel taşıdır; diğer dönem ve akımlar buradan ışık alırlar… Yeni klasizm, romantizm gibi içindeki akımlar modern sanata evrilmeyi hızlandıran yaklaşımlardır.  

 

MODERN SANAT

 Modern sanata karşı uygun tavır alamayan, reddeden, anlamsız gören, kendince bir yere koyamayan; aydın ve sanatçılar olmuştur; hâlâ da vardır. Skolastik, teokratik veya ideolojik düşünce kalıplarını kıramayan büyük bir çoğunluktan; perspektif anlayışı ve kuralların biçim değiştirmesini; gerçeküstü ve soyut sanat dünyasını; lojik olmayan nesnelerin sanatta yer bulmasını; metafizik tavrını, estetik değer yargısının bilim, sanat, bilgi ve kültüre koşut değişimini; kısa bir zamanda anlamasını bekleyemeyiz. Klasik sanat dönemi, binlerce yıl sürmüş bir dönemdir. Modern sanat döneminin bir çağa sığması büyük bir gelişme ve hız olarak görülmelidir. Kendisinden tatmin olmayan modern sanat anlayışı, bir asır sonra postmodern kavramını öne sürmüştür; daha doğrusu evrilmiştir. Normal bir gelişmedir. Sanat, düşünce ve düş gücünün ürünüdür. Bunca bilimsel ve teknolojik gelişmeden, insanda yarattığı travma veya yarardan sonra, varlığın ve nesnenin insandaki anlamı ve ona vereceği görünüm, değişime uğrayacaktır. Bu da yetmeyecek, başka biçim ve biçeme yönelecektir. Sanatta keşifler dönemi, henüz yolun başında dersek yanılmış olmayız; insanın bilinciyle daha doğrusu toplam aklıyla koşut bir durumdur. 

Modern sanat döneminin ayrıntısına girmeyeceğim. Ancak, modern sanatın bileşenlerinden en önemlisi; tanrısal dünya görüşünün daha teknik ve bilimsel bir dünya algısına dönüşmesidir. Bununla birlikte gündelik yaşamın, sanatın ilgi alanına girmesidir. Bu bakıştan yola çıkarak; dışavurumculuk, izlenimcilik, kübizm ve sürrealizm… gibi akımlar, sanata çok ama çok geniş uzam kazandırmışlardır. Bu akımlar, bugün bile her tür sanat dalında yer bulmuş ve onlara önemli alan kazandırmayı sürdürmektedir. Bunları, modern sanatı var eden akımlar olarak veya postmodern döneme bir hazırlık olarak ele almak yetmez; aynı zamanda çağdaş ve evrimsel sanat[30] dönemlerinde de etkisini sürdürecek ve değerlerini yaşar kılacaklardır. Her ne kadar biz sanat dönem ve akımlarını, tanımlamak için birbirinden ayrıymış gibi düşünüyor olsak da onlar, bir bütündür ve bütüncül bir etkileşimle bulunduğumuz çağın sanatını ortaya koyarlar.

Modern sanat dönemi; keşiflerin, icatların, sanayinin, aydınlanmanın, bilimin ve bilginin hızlı yükselişe geçtiği teknolojik bir zaman tünelidir. Her şey kısa bir zamanda değişti ve bu değişim; savaşlardan sanata, insandan yaşam biçimine kadar büyük bir devinimi ortaya çıkardı. Bu değişimin ortaya koyduğu sanat da haliyle bu duruma uyum sağlamak zorundaydı ve öyle oldu… En temel kural, değişimin değişmezliğidir. Bilgi, bilgiyi üreterek daha yaşanabilir bir dünyaya yönelir ve sürekliliği sağlamaya çalışır. Modern sanat da bu kervanda yerini almış ve kendini postmodern bir isimlendirmeyle sıra dışı gereç, dijital teknoloji ve yapay zekâya uyum için hazırlığa başlamıştır.  

 

POSTMODERN SANAT

Postmodern kavramı; pek çok şeyi parçaladığı, yıktığı, reddettiği, bazı öğreti ve düşünce kalıplarına karşı durduğu, bilim ve aklı reddettiği gibi konular üzerinden yoğun eleştiriye gebe kalmıştır. İlk bakışta enine boyuna sorgulanması gereken bir olumsuzluk gibi geliyor. Karşı durmak ve onu olumsuzlukla suçlamanın atında yatan gerçek başka bir şey olabilir mi? Geçmişe bağlılığın, öğretilerin statikliğine sığınmanın, inançların kesin doğrularına bürünmenin, bilimin hızına ayak uyduramamanın, sanatsal ve kültürel kabullerin sabitliğine dayanan kolaycılığın; olağan bir görünümü olabilir mi? Bu kavram, var olan cari kültür, düşünce biçimi ve dünya görüşünü tanımlayan bir sanat dünyasının isimlendirmesi değil mi? İçinde yaşadığımız kültüre, düşünce sistemine, toplumsal dünya görüşüne hayır deme şansımız var mıdır? Postmodern sanat diye adlandırıyorsak bunun bir gerçekliği kesinlikle var demektir. Nesini anlamıyoruz, nesini olumsuz görüyoruz ve nesine karşı duruyoruz ki postmodern kavramının?

 

Kim hangi biçimde ele alırsa alsın, sanatın en önemli özelliği; özgürlük ortamında, özgün ve imgelem gücü oranında yaratılmasıdır. Bu ortamı önümüze koymaya çalışan; daha güçlü ve zengin bir imgelem yetisine uzanan; sanatta sınırsızlığa, sonsuzluğa, kuralsızlığa daha yakın duran; adına da postmodernizm denen olgu; kaos çağının hayranlık verici düşünsel bir cüretkarlığıdır. Anlamsız sınır ve kalıplardan, düşünceyi kırılmazlığından kurtarmaya çalışmak; postmodern hareketin yörüngesidir ve olumsuzluk olarak görülmemelidir. Postmodernizm gibi açık uçlu ve değişkenleri çok karmaşık kavramları, görmek istediğiniz biçim ve anlamda yorumlayabilirsiniz. Ancak şunu unutmamak gerekir: Postmodern sanat; bilim ve sanattaki kalıplaşmışlığı kırmaya, gerçekte olmayan ilişkilerden üretilmiş iki kutuplu dünyanın tehdidini bertaraf etmeye, aklın sınırlarını zorlamaya ve insanı daha özgür bir sanat ortamı aramaya yönelten bir çabanın öyküsüdür. Bilim ve bilgiden köklü bir kopuşu değil; günün bireyinin kabul edebileceği ussal işlevi ve yaşam gerçeğini bulmak için farklı seçeneklerin de ele alınması gereğini öne sürme girişimidir. Bunun yanında, pozitivizmim tıkandığı noktadan hareketle; insanlığı, doğayı ve yaşamın niteliğini yok eden çözümsüzlüğe karşı çıkış yolu arayan bir düşün biçimidir. Gencay Şaylan, Postmodernizm[31] kitabında Suzan Sontag’dan bir alıntıda; “Postmodern kavramı, kültür ve sanat alanında yeni bir duyarlılığı anlatmak için kullanılmıştır” der. Rasyonalizm artık rasyonel değildir. Türkçeye çevirelim; gerçekçilik artık gerçek değildir! Aklımızın kurabildiği kurguya göre biçim alan bir gerçekliğe doğru evriliyoruz.

Gerçeği, bilgi ve onun gücünde bulacağını gören kuşaklar, yıllar önce ortaya atılmış inanç sistemlerini, öğreti kalıplarını; sanat anlayış ve kavrayışını; isteseniz de istemeseniz de sorgulayacaktır. Günümüzün zeki bireyleri, epistemolojik olarak üstünlük sağlamış düşünce, inanç ve öğreti kalıplarını, çağın bilgisiyle sorguladığında pek çoğunun anlamsızlığını görecek kadar zihinsel evrim geçirmiş durumdalardır. Bu; gelişim, dönüşüm ve değişimin normal bir sonucudur. Onları, kalıplara sığdırmanız ve kurallar bütününe hapsetmeniz olası değildir. Postmodern anlayış, yirminci yüz yıl ikinci yarısının ürettiği kültür, bilim, sanat ve düşünce dünyasının birebir görünümüdür. Kurallı aklın önündeki engelleri silip süpürüp, sanatsal bağlamda insana özgürlüğünü vermekten başka çabası yoktur aslında…  

Çok yerde yazılıp çizildiği için şu konuya değineceğim: Genç kuşaklar, postmodern sanata uyumu nedeniyle sürekli suçlanmış ve bu suçlama bugün de sürmektedir. İçinde yaşadığımız kültürü ve o kültürü var eden çocukları, anlamsız görmek ya da suçlu bulmak, kuşakların kötülüğünden, yanlışlığından değil; o kuşağı anlayamama sıkıntısından kaynaklanıyor. Tıpkı bugün olduğu gibi her olumsuzluğu yaratan, inanç adına yaşamları yok eden, davam diye sözde savunduğu öğreti için diğerine kurşun sıkan, kötülüğe kucak açan, insanlığı açlığa sürükleyen, savaşlara, teröre ve şiddete başvuranlar; günümüzün karar vericileri yani büyükleri değil midir?  Öyleyse genç kuşakları; aklını kullanıyor, birey olduğunu göstermek için diretiyor, istediğine inanıp istediğini reddetme özgürlüğünü arıyor, savaşlara hayır diyor, ekolojiye sahip çıkıyor, inanca ve düşünceye saygı duyuyor, yaşama hakkına dayatılan sınırları reddediyor ve özgürlüğüne sahip çıkıyor, sanatta yeni biçim ve biçem deniyor diye, olumsuz ve suçlu mu görmeliyiz?  “Gerçek, kurgudan ibarettir” diyen bir hiperrealite duruyor karşımızda. Arkamızdan gelen kuşak, bu hipergerçekliği yakalayabilen bir beyne sahiptir. Haliyle sanatsal etkinlikleri farklı olacaktır. Sanatla, yaşamla ve bilimle olan ilişkilerine dönüp bakmayacak mıyız? Dönüp arkanıza bir bakın sağduyuyla. Çoğu mutlak doğrularımız, yalan olmanın ötesini aşmış ve gülünçlük düzeyine yükselmiştir.

İşte Postmodern kavramı, olumsuzluklara zekice karşı duran, aklın sınırlarını zorlayarak çıkış yolu arayan ve insanın özgürleşmesinin önündeki engelleri kaldırmaya çalışan bir anlayışın ortak söylemidir. Öküzün altında buzağı aramanın bir gereği yoktur; biyolojinin evrimsel olduğu kadar kültür ve sanat da evrimseldir. İnsanlık; belirsizlik, görecelilik, rastlantısallık veya öznelerarasılık gibi kuramların anlaşılabilir duruma evrildiği bir zamanda daha farklı bir açıdan düşünmek zorundadır. Bu yüzden sanat, çağı yakalamaktan öte çağın önünde olmazsa anlamsızlığa itilir, estetik değer üretemez ve asıl amacına hizmet edemez. Aydınlanma tasarısının bir sonucu olmakla birlikte bu tasarıya omuz veren önemli bir bileşendir. Ne bilimin içine sığdırabilirsiniz ne de bilimin dışında düşünebilirsiniz; ne doğrusal mantığa sığdırabilirsiniz ne de mantıksızlıktan arındırabilirsiniz. Artık aklın ve düşün tasarımlayabildiği alan, sanatın döl yatağıdır. 

Modern sanat anlayışına göre biraz daha kuraldan arındırılmış, sert kalıplardan sıyırılmış, sanatın olması gereken sınırsızlığa ve sonsuzluğa yönelmiş olması, gerek sanat bağlamında gerek toplumsal olgu ve olaylar bağlamında toplumsal kültüre nasıl bir zararı olabilir?  İleride ele alacağım ancak yeri gelmişken belirteyim; çağdaş sanat bunların pek çoğunu silip atan bir yaklaşım içindedir. Ona ne diyeceğiz? Bana kalırsa postmodernizm; aklın, daha kapsamlı bir düşün evrenine evrilmesi için ele avuca sığmaz gibi görülen; gerçekte aklın ve bilimin kendi yarattığı gerçeklikten yola çıkan; olağan bir süreçtir. Çağdaş sanat anlayışının satır aralarını ayrıntılı okuduğumuzda, bizi bu yoruma götürmektedir. Akıl evrildikçe yeni yeni gerçeklikleri keşfetmektedir.

Örneğin, postmodernizmi kucağımıza bırakan dizgeye şöyle bir göz atalım: İletişim ve bilgi işleme teknolojilerinin hızla güçlenmesi; sanatın görüntüden ışığa, dilden harekete kadar yeni boyutlar kazanması; küreselleşme ve onun getirdiği ekonomik ve politik sistem; öğreti ve din gibi düşünce kalıplarının tutuculuğu ile bağlayıcılığının kırılması; kültür varlıklarının çeşitliliği, mal hizmet ve diğer objelerin üretimi yüksek ve ulaşımının kolay olması; soyut anlatımın baskın hale gelmesi, metafizik perspektife yönelmesi, tüketim kültürünün yükselişi ve metaaya dayalı sosyal yapının güçlenmesi; aklın ve bilimin daha evrimsel bir tutum takınması; toplumların düş ve düşün dünyasını kısıtlayan ancak gerçekte “olmayan ilişkilerin” artık sorgulanabilir olup yok sayılıyor olması gibi; daha pek çok etken gösterebiliriz. Özet olarak söylersek bunların hepsi, akıl ve bilimin ortaya attığı yeni bir gerçekliktir; ileri gerçekliktir. İleri gerçekliğe karşı alınacak önlem, asıl bizim mücadele edeceğimiz alandır. Aslında postmodern girişim, yaşadığımız çağı daha iyiye götürme ve ona estetik değer giydirme çabasından başka bir şey değildir. Önümüze dikilmiş bir görüngünün suçlanması değil; ona, sanatsal ve düşünsel anlamda çözüm üretilmesidir doğru olan. Peki, var mı çözüme yönelik bir girişim?

Çağdaş insan; öğreti ve inançların kurguladığı sistemi, toplumlara iyi bir yaşam yerine yaşama hakkı bile tanımayan uygulamaları, özgürlüğüne izin vermeyen sistemleri, kalıplaşmış sanat anlayışını; ayrıntılı bir şekilde sorgulamak zorundadır. Gerçekliklerin daha farklı gerçeklikleri doğurması ve bunların farklı ilişkilere evrilmesi için, düşün ve tasarı gücünü kullanıp çıkış yolu arayacaktır. Sanat alanında da bu arayış sürecek; aklın, bilimin ve kültürün gücü kadar farklı ve farkındalıklı sanat üretme yoluna gidecektir. Onu, akla uygun olmayanın içine koyamazsınız, isteklerini bastıramazsınız ve istencini sınırlayamazsınız. Örneğin, Türk şiirinin bugün bile tutucu tavra maruz bırakıldığını, devrimci görünmesine karşın baskı ve şiddet üreten dilini veya tam tersi tebliğ mantığı taşıyan irşat dilini, elbette sorgulayıp zamanla sanatın gereğine uygun olarak düzenleyecektir. Aslı olmayan ilişkilerden payını almış bu bileşenler, zekânın sorgulama alanına girecek, hastalığı ve işe yaramazlığı er geç görülecektir. İşte postmodern anlayışın yelpazesi sanat yoluyla bunları süpürüp atmaya yönelir. Her ne kadar direnirseniz direnin, donanımınız bu süreci engellemeye yetmez. Toplam akıl ve toplam algıyı kullanan bir süreçtir.

Tutuculuk, şiddet ve bağnazlıktan kurtulamayanların; postmodernizmin mantığını okuyabilmeleri olası değildir. Postmodernizmi kavrayamamak ve doğurduğu sanatı anlamamak; zamandan, uzamdan, bilimsel ve sanatsal gelişmelerden uzak kalmış olmak demektir. Nasıl bakarsanız bakın bu, yeni bir gerçekliktir; kavranması zor bir gerçekliktir. Daha açık söyleyelim; gerçek ötesi de denilen yeni bir gerçekliktir. Sınırı, kapsamı ve uzamı; aklı zorlayacak kadar geniştir. İnanç ya da öğreti kalıplarının belirlediği düşünsel alan; artık çok dardır ve insan içine sığamıyor. Lojik sistemlerle lojik olmayan sistemler birleşerek, yeni bir gerçekliğe evriliyor ve kaotik bir yapıyı önümüze koyuyorlar. Asıl soru şudur: Post-truth diye ifade edilen “yeni gerçeklik” karşısında; sanatın, daha özelde söylersek şiirin, resmin, öykünün; nasıl bir biçim ve biçeme ulaşacağıdır. Ülkemizde elliye yakın güzel sanatlar fakültesi olan bir üniversite sisteminden, elle tutulur kuram, düşünce, evrensel anlamda sanatsal bir yenilik ortaya çıkmıyorsa nasıl düşünmeliyiz? Bunun gibi sorgulanması gereken bir yığın sorun vardır. Yadsımanın, suçlamanın, o öyleydi bu böyleydi diye hor görmenin hiçbir anlamı yoktur. Gözümüzün önünde yeni bir gerçeklik, kılıcını çekmiş üstümüze yürüyor. Ya siz ne yapıyorsunuz?

Postmodern sanat, kendini tartışılır kılıp yerini, çağdaş veya güncel sanat dediğimiz yeni bir görüngüye bıraktı. Postmodern sanatı anlamadıysak çağdaş sanata nasıl bir tepki üretmeliyiz? Anladıysak nasıl bir sanata doğru yönelmeliyiz? Kritik soru budur. Biraz eleştirel konuşalım bu aşamada. Okuma oranı düşük bir toplumuz; şiiri ve sanatı genellemelerle tanımlamaya çalışan bir geleneğimiz ve bilgi noksanlığımız var. Bilim, bilgi, kuram, estetik dediğimizde herkesin kaçıştığı bir sanatçı kalabalığında varlık bulmaya çalışıyoruz. Gelenek ve tanınırlık odaklı etkinlikler silsilesi süregidiyor. Ne yazık ki sanatçılar; genellemeler, yinelemeler ve geçmişe öykünmelerle kendine yer bulmaya çalışıyor; en azından şiir sanatı için durumun böyle olduğunu net olarak söyleyebilirim. Usta çırak yöntemi öğrenmeye çalıştığımız bir şiir dünyasında, postmodern sanat ya da çağdaş sanat kavramlarını kullandığımızda kuantum fiziğinden söz ediyoruz gibi bakılmaktadır. Lisans eğitiminden en ileri aşamasına kadar akademik eğitimi olan sanat alanları vardır; resim gibi, edebiyat gibi… Bu alanlardaki akademisyenler, postmodern sanat anlayışında şiirin takınacağı tavra ya da çağdaş sanat dünyasında öykünün takınacağı tavra, ilkeler bazında nasıl bir katkı sağlamışlardır? Bugüne kadar okuduğum inceleme, makale, tez ya da bildiriden; ciddi anlamda yararlandım, sanat algıma çok katkısı oldu, beni çağdaş sanata uyumun konusunda ikna etti dediğim doyurucu bir çalışma görmedim.  Baudrillard, Faucault, Lyotard gibi düşünürler bir şeyler söylemiş, bizim akademik kadrolar ve öykünmeci edebiyatçılar; söylenenleri doğrulama görevi üstlenmişler; yığma ve tercüme bilgiyi genelleyerek koca bir sanat alanını tanımlamış görünüyorlar. Acı ve gerçek; yineleme, doğrulama ve genelleme.

Postmodern anlayış; kanonun kırılmasını, bağlamın koparılabilmesini, kural ve ilkelerin kabulden ibaret olduğunu ve bunların dışında daha özgür sanat yapılabileceğini anımsatan bir girişimdir. Sosyo-politik, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel sistemin mengenesinden insanı kurtarmaya yönelen bir çabadır. Öğretilmişliklere, dayatılmışlıklara kafa tutma girişimidir. Tanımsız, bilime bile karşı, benim davama hizmet etmiyor gibi Orta Çağ söylemleriyle; küçümsenecek ve göz ardı edilecek bir gerçek karşısında olmadığımızı görmeliyiz. Kalıcı, tutarlı ve çağın sanatını üretmek istiyorsak donanımlı olmak ve her açıdan bakmak zorundayız. Yetmez; gelecekte sanatın alacağı biçim ve biçemi okumanın yollarını aramalıyız.

 ÇAĞDAŞ SANAT (GÜNCEL SANAT)

Çağdaş sanatın endüstriyel ve ticari yönünü ölçüt olarak değil; eleştirel bir konu olarak ele alacağım. Bunları, ölçüt olarak ele aldığımızda sağlıklı değerlendirme yapamayız. İkincisi, çağdaş sanat hakkında hangi düşünürün ne dediği veya kimin nasıl baktığını, bilgi bazında dikkate alacağım. Bağımsız ve sağduyuyla yorumlayabilmek için, geçmişte üretilen bilgi, deneyim, metinler arası ilişki ve bilginin tarihselliğine yaslansak da sanat bilimi ve diğer bilimlerin eşgüdümüyle konuyu farklı bir açıdan ve yeni bir gözle yeniden değerlendirmeliyiz. Ego, endüstri ve ticarete dönüşmüş bir sanat olgusu; algı ve kültür yapılandırmalarıyla birlikte bütün kozlarını kullanarak karşımızdadır. Açıkçası çağdaş sanat kavramı, meta değeri aşırı şişirilmiş ancak sanat değeri olmayan objeleri izleyiciye yüksek sanat diye yutturma zanaatı haline dönüşmüş bir kabuller dünyasıdır. Bu yüzden, konuya sanat bilimi gözünden bakmalıyız, olabildiğince nesnel ve bilimsel davranmalıyız. Bilginin, şaşırtıcılığın, sınırsızlığın, yaratıcılığın; üst teknolojiyle sıkı ilişkisidir çağdaş sanat. Bu yüzden, sanatla sanat olmayanı birbirinden ayırmak zorlaşıyor. Sanatın geleceği için, sanatla sanat olmayanı zor olsa bile birbirinden ayırmanın gerektiğini düşünenlerdenim. En azından estetik değere sahip, insan emeği, özgün ve biriciklik ilkelerine sahip sanatı öne çıkarmalıyız. Yapay zekâ ve üst teknoloji aygıtları, bizim sanat dediğimiz her şeyi üretebilme yeteneğine sahiptir ve daha iyisini yapabilecek donanıma ulaşacaklar. Gelecekte ne olacak peki?  Gelecek, bunların seri üretimiyle endüstriyel bir sektöre dönüşeceğini gösteriyor.    


Sanat, içinde bulunduğu çağın; algı, anlama, düşünme, açıklama edimlerine göre biçim ve biçem kazanır. Günümüze kadar gelen süreçte, kendine özgü ölçüt, ilke, disiplin, bilgi ve kuramsal dayanakları olagelmiştir. Bundan sonra da olacaktır; ancak akla ve estetik beğeniye koşut değişim ve dönüşüm göstereceğini söyleyebilir miyiz, tartışmalıdır. Sanat; postmodernist görüşle birlikte, biçim, biçem, yöntem, yordam, teknik ve malzeme açısından oldukça değişti ve bu değişim sürüyor, sürecek. Özellikle teknoloji, yapay görüntü ve yapay zekâ, sanatın tanımını zorlayan aşırılığa yol açtı ve doğrusal mantığı altüst etti. Malzeme, biçim, biçem, teknik ve diğer etkenler bir yana, aynı zamanda izleyicinin sanata bakış biçimi de değişti, diğer taraftan yozlaştırıldı. “Sanat, sanatçının belirlediği şeydir” gibi garip bir söylemle her tür objeye sahte yapıt süsü verildi ve verilmeye devam ediyor. Bu yolla, çağdaş sanat diye adlandırılan yapıtlar, algı yapılandırma teknikleriyle devasa bir pazarın malzemesi haline dönüştürüldü. Avelina Lesper, “Her tür objeyi sanat eseri olarak sunarsanız, sahte değer biçilmiş olan, estetik ve kuramsal dayanağı olmayan her eşyayı ticaretin aracı durumuna sokarsınız” diyor. Sanatsal değere sahip olmamasına karşın bu tür objelerin değer kazanç oranı, astronomik rakamlarla ifade edilir duruma geldi… Sanatın gerçek amacı dışına taşan, estetik beğeni ve estetik yaşantıya hizmet etmeyen, kazanç hırsıyla ticarete yönelen bir sektör konumuna dönüştü.

Burada şunu söylemeliyiz: Sanat bilimine uzak sanatçıları, özellikle izleyici ve yapıt alıcılarını; objenin göz doldurucu yanlarını kullanarak veya sanatsal kavramların ardından dolaşarak ikna etmek için sayısız gerekçe, teknik ve yöntem üretilmiştir. Oyuna gelmemenin bir tek yolu vardır: Sanat bilimine egemen olmak. Özellikle sanat bilimi içindeki estetik bilimi, parametresi ne kadar çok ve karmaşık olursa olsun az çok estetik değer taşıyıp taşımadığını size söyler. Sanat bilimi, sanatla sanat olmayanı ayırt etmenin en tarafsız bilgisidir günümüzde.

Çağdaş sanat, bana göre bir dönemi değil; bir tarzı, yöntemi temsil ediyor. Dalına göre anlık duruma odaklı, bir kanona bağlı olmayan, aklın kullanabildiği her tür malzemeyi yapıta giydiren, sanat dallarını iç içe kullanan, sınır, koşul ve kural tanımayan, bunlarla birlikte çağın estetik algısını karşılayan estetik değere sahip yapıt üretme yöntemidir. Ekonomik kaygıyı ve yararcılık yaklaşımını ayrı tutarsak, çağdaş sanat anlayışı, bir anlamda bilgi, akıl, teknoloji ve yaratıcılığı en üst düzeyde kullanabilen, sınırları sonuna kadar zorlayıp yeni bir şey üretme çabasıdır. Postmodern anlayış; kural, biçim, biçem, yöntem ve tekniğe yeni bir bakış getirmiş ve düşünce bazında çağdaş sanatın altyapısını hazırlamıştı zaten. Fotoğraftan videoya, resimden görüntüye, performanstan enstalasyona kadar değişim ve tekniğin hazırlığıydı bu.

Bugün anladığımız şekliyle söylersek çağdaş sanat; insan, nesne, teknoloji, akıl, dijital dünya, sanal dünya, metafizik dünya, gerçek ve gerçeküstü dünya gibi her tür olanak, boyut, teknik ve varlığı kullanan; kural, kanon ve bağlamın sınırlarını reddeden; sanatçının bilgisi, kültürü, aklı, teknoloji kullanma ve yaratı yeteneğinden doğan sistemin adıdır. Durum böyle olduğuna göre, şimdi ne olacak? Sanatın işi insandır; buradan yola çıktığımızda sanatın diğer işi gelecektir. Çağdaş sanat anlayışı, bugünü kapsamına alan bir tanımdır; ya sonrası?

 EVRİMSEL SANAT

Kabul edilmelidir ki sanat dönemleri ve ...izm’li sanat akımları, deneyimsel bilgi zenginliği, görme ve sezi yetisi ile sanatsal gelişmelere evrimsel bir devinim kazandırmışlardır. Sanatçı bu akımların ürettiği bilgiye dayanarak görme ve sezi yetisini güçlendirmiş, beklenenden daha hızlı gelişen bir sanat evrenine girmiştir. Artık çağımızda parça bölük bilgilerle tanımlanması olası olmayan, çok boyutlu ve açık uçlu, aklın sınırlarını reddeden bir sanat yaklaşımını kucağımıza bırakmıştır. Bugünün sanatı ve sanat anlayışını, ancak ve ancak “evrimsel sanat” gibi küresel ve evrensel değerler dizgesini içeren yaklaşımlarla anlaşılır duruma dönüştürebiliriz.

Artık aklın yolu bir değildir; aklın yolu birden çoktur. Doğrunun doğruluk değeri açık uçludur. Görecelilik, belirsizlik, rastlantısallık ve öznelerarasılık gibi kuramlar, bilime ve kültüre bakış biçimini değiştirmiştir. Yıllardan beri doğru kabul edilen ama bugünün bilgisiyle yanlışlanabilen kuramlar ve fizik yasaları bunun en açık delilidir. Biz biliyoruz ki henüz bizim gerisinde olduğumuz, düşünce gücümüzün dışında kalan bir mantık ve düşün dünyası (nesnel ve gerçeküstü) vardır; biz bunları günümüzde ne işleyebilecek ne de anlayabilecek bilgiye sahibiz. Bilinç ve zekânın bunları tanımlayabilecek seviyeye ulaşmasını, yani evrim sürecini beklemek durumundayız. İşte “evrimsel sanat” dediğim yaklaşım bu soru ve sorunlara şimdilik yanıt oluşturabilecek bir değerler dizisi olarak durmaktadır. 

Günümüz insanının sınırsız yaratıcılığı, bilimsel verilere dayalı beyninin çalışma gizilgücü, çalışma ve iş görme yeteneğinin sınırsızlığı, sanatı çok daha farklı boyuta, gelecekte ön göremeyeceğimiz bir biçim ve düzeye çekeceğinin habercisidir. Dijital ve bilgisayar teknolojisinin olanakları, yapay zekâ, sanal dünya tasarımı, ses ve görüntü teknikleri gibi çağın kazanımları, sanatı artık benzer biçim ve biçemlerden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle, bugün el birliği ile benimsenen “çağdaş sanat” tanımının, sanattaki bu hızlı dönüşümü ve gelişimi, daha doğrusu evirilişi; karşılamakta yetersiz kalacağı kesindir.

Sanattaki baş döndürücü gelişmeler; aklın gelişimi, bilimin evrilişi ve teknolojinin büyümesi ile eşgüdümlüdür. Sanatın üç boyutta genişlemesi; bilgi ve yayımın yüksek devinime sahip olması; sanatsal bilgi, teknoloji ve bilimsel olgularla açık uçlu bir evrenin tasarlanması; sanatsal süreci yeni bir tanıma zorlamaktadır. Sanatta gözlenen bu sonuçlara göre, tüm sanatın edimlerini, dönüşümünü, gelişimini anlatan sanatsal kuram ya da yeni bir tanım getirmekte yarar olduğunu değerlendiriyorum. Böyle bir devinim, değişim, dönüşüm ve gelişimi karşılayabilecek, onu açıklayabilecek, açık uçlu olmakla birlikte her şeye yanıt verebilme olanağına sahip olacak tanım, ancak ve ancak “Evrimsel Sanat Yaklaşımı” olabilir.

Klasik, modern ya da çağdaş gibi kavramlar geçmişe göre bulunduğumuz zamanın devinimini anlatırlar; oysa evrimsel kavramı, bugünden öncesini, bugünü ve bugünden sonrasının sonsuzluğunu, olay ve olguların var olan doğal ve yapay devinimle koşutluğunu anlatır. Evrim sözcüğü, sadece canlılardaki fizyolojik değişim ve koşullara uyumunu anlatmaz; aynı zamanda bilincin; değişim, gelişim, dönüşüm gibi eylemlerini anlatır. Bu düşünceden yola çıkarak: Evrimsel sanat yaklaşımı, her sanatsal edim çoğulluğuna, bilim, teknoloji, yer ve zaman boyutu ile bunları başka bir açıdan görme gibi her tür sanatsal gelişime ve yaklaşıma yanıt verebilme olanağına sahiptir. Bir anlamda evrimsel sanat yaklaşımının; sanatta limitin olmadığını, düşün ve zihinsel etkinlik ile bilincin sonsuzluğunu ve sınırsızlığını anlatan bir bütünlük olduğunu düşünüyorum.

Şimdi asıl soruyu soralım: Sanat, çağdaş sanatın da ilerisine evrildiyse biz bunun neresindeyiz? Yirminci yüzyılın dikte ettiği formlarla durağanlaşmış ve modern sanatı bile anlamamış yazın temsilcileri, doğruyu söylemek gerekiyorsa bugün baş köşelerde oturuyor. Sanatla değil; birbiriyle uğraşıyor, üretilmiş bilgiyi yineliyor; farklı bir şey söyleyenleri de anlamamak için direniyor. Bir kısmı da “böyle sanatın içine…” mantığıyla lanet okuyarak geziniyor. İnsan ne kadar bilinçliyse, sanat da o kadar çağdaştır. İnsan ne kadar aklını kullanıyorsa, sanat da o kadar evrimseldir. İnsan ne kadar insansa, yaşam da o kadar yaşanasıdır… Tersinden diyelim; sanatın çapı, insanın aklı ve sevgisi kadardır. Kısacası sanatçının okuduğu dünya, tartışması, eleştirisi, yapıtı, yorumu ve birbirine karşı tavrı; toplam niteliği kadardır…

2 Eylül 2020 Narlıdere/İzmir

 

KARŞIYAKA BELEDİYESİ HOMEROS EDEBİYAT ÖDÜLLERİ 2020 BİR ŞİİRİ İNCELEME YARIŞMASI DEĞERLENDİRMESİ

 Sarmal Çevrim Dergisi, 15. sayısında Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme Yarışmasında dereceye giren şiir incelemelerini yayımlandı. Bu sayede dereceye giren incelemeleri topluca okuyabildim. Bilindiği gibi Türk yazınında, edebiyat yarışmalarının açıklamalı sonuçlarına ulaşmak olası değildir. Seçici Kurul, ödüle layık gördüğü şiir incelemelerinin neden ödüle layık olduğuna ilişkin gerekçeli kararını açıkladı mı, bilmiyorum. Türk yazınında böyle bir gelenek, uyulama veya yöntem var mıdır? Böyle bir uygulama yoksa, en azından etik olması, emeğe saygı duyulması, şeffaf ve adil bir tutum açısından hemen başlatılmalı. Ödül alan yapıtlara ilişkin seçici kurul gerekçeli kararını, net olarak ortaya koymalı ve basın yoluyla açıklamalı. Sadece bu yarışma için değil; tüm yazın yarışmaları ve diğer etkinlikler için geçerli bir tümce kurmalıyız burada: ‘Bu tür işlerde ne kadar bilinmezlik varsa o kadar sorun var demektir.’ Şiir sanatı sorun kaldırmaz…

Karşıyaka Belediyesinin düzenlediği şiiri inceleme yarışmasına ben de katıldım ve sonuçlarına göre üçüncülüğü Dizdar Karaduman’la paylaştık. Yarışmanın tarafı olmam yüzünden adil bir yorum yapamayabilirim diye düşünenler olabilir. Bu yazımda, kimlerin incelemesi ödüllendirilmişten ziyade; neyin, nasıl ödüllendirildiği üzerinde duracağım. Bu yüzden, yarışmanın içinde olup olmamam çok şey değiştirmeyecektir, umarım.

Bir şiiri inceleme yarışmasında dereceye giren incelemeleri okuyunca bu yazıyı kaleme alma gereği duydum. Yeni ve bilimsel esaslara dayalı, şiirin ontik (varlıksal) bütünlüğü ve integral yapısı gereği şiir çözümleme tekniği ileri sürmüş birisi olarak bu yazıyı yazma hakkını kendimde görüyorum. Ayrıca bu ve buna benzer yazınsal yarışmalarda sonuçlar, enine boyuna tartışılmalıdır; etik yanından adilliğine, tarafsızlığından şeffaflığına, dil yapısından değerlendirme ölçütlerine kadar… Tartışmaya esas olmak üzere her yarışmanın sonucu, seçici kurul gerekçeli kararı olarak açıklanmalıdır. Etik değerler, mantıken bunun böyle olmasını söyler. Ortada bir emek vardır, seçici kurulun bir çabası vardır; bunlar görünür kılınmalıdır. Yapılan işe, harcanan emeğe hakkı verilmelidir.

Şiir incelemesi yarışmalarında seçici kurul tarafından nelerin ele alınması, nasıl olması, neden böyle bir yöntemin uygulanması ve nelerin dikkate alınarak ödüllendirilmeye gidilmesi konusunda, bilinenlerden farklı şeyler söylemek istiyorum. Yarışmaların, kapsam ve yöntem olarak bir çerçevesi, belirli sınır ve kuralları olmalıdır. Bu yarışmada belirli bir kapsam ve yöntem olmadığı gibi nasıl bir inceleme istendiği açık ifade edilmemişti. Buna karşın yarışmaya başvurdum ve yarışma sonucuna ilişkin bazı tahminlerim vardı. Ne var ki bu kadar düş kırıklığı yaratacak bir durumun olabileceğini hiç düşünmemiştim; peşinen söylemeliyim.

Türk şiirindeki ödül ve eleştiri sisteminde; ne nerede aksıyor, ne neden eksik; ortaya koymak, eksisini artısını konuşmak gerekir. Aksi durumda gelenekten edinilen uygulamalarla çağdaş sanat döneminde evde göce dövmeye devam ederiz. Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 için söylemiyorum; genel anlamda yazınımızdaki ödül ve eleştiri sistemi, belirli bir ölçüt, yöntem veya tekniğe sahip değil; hiç saygın değil, yazara, şaire, okura güven vermiyor. Bu yüzden; genelleme, doğrulama ve yinelemelerle şiir bilgisi öğrendiğimiz, şiir incelemesi yaptığımız bir edebiyat dünyasından bazı ayrıntılara dokunup uyandırmalıyız uyuyan yerlerimizi. Özellikle şiir, bütün disiplin ve kültürleri kapsayan bir düşün sanatıdır. Kavramların hiyerarşisi ve anlamsal konumlarını, birbirleriyle ilişkilerini çözmeden yapılacak ve hakkında metin yazılacak bir sanat alanı değildir. Hele hele inceleme metni…

Bugüne kadar yapılan şiir inceleme yarışmaları ve ödül sisteminde sorgulanması gereken çok şey olduğunu bazı metinlerden anlıyorum. Öncekileri ayrıntılı incelemedim; net bir şey söyleyemem, zaten dereceye giren yapıtlara ulaşmak sıkı bir çaba gerektiriyor. Ayrıca gerekçeli karar açıklaması yok… Bugüne kadar bir şiir kitabı için gerekçeli karar açıklaması gördüm: Her tür metin için geçerli olabilecek, sanat bilimini yerle bir eden üç beş genelleme tümceydi…  Yalnız şiir incelemesi değil; şiir alanındaki tüm ödül ve yarışma yöntemleri, sorgulanmalı, en uygun, adil ve uygulanabilir olanı ortaya konmalıdır.

Yarışma, ödül ve eleştiri sistemindeki sorunlara kısa sürede çözüm üretilebilir mi? Tabii ki üretilemez; bu, anlayış ve kavrayış sorunudur. Tespit edilip değerler dizgesinde değişikliğe gidilmesi gereken bir durumdur. Zaman ve bilinç olgunluğu gerektirir. Çağdaş sanat anlayışının kavranması ve bilimlerin eşgüdümüyle ele alınması gereken bir durumdur.

Uzatmadan kısa, açık ve olumsuz bir soru sormak istiyorum:

Şiir incelemesi ne demek değildir?

Çoğunluğunu Karşıyaka Belediyesi Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme Yarışması’nda dereceye giren incelemelerden çıkardığım maddelerle, şiir incelemesinin ne olmadığı konusunu burada açmak istiyorum.

Öncelikle;

-Şiir incelemesi demek, süslü kompozisyon yazma tekniği demek değildir. 

-Şiir incelemesi demek, şiirdeki kahraman ya da konuların ruhsal çözümlemesinden şairin öyküsüne ulaşmak demek değildir.

-Şiir incelemesi demek, şairin öyküsüne dayanarak bunun üzerinden şiir anlayışını kanıtlamak demek değildir.

-Şiir incelemesi demek, şairin dünya ve yaşam algısından yola çıkılarak şiirinde ne dediğini kanıtlamak demek değildir; tam tersidir.

-Şiir incelemesi demek, sanat felsefesi ve estetik kavramlarının kuru sıkı sallanmasıyla oluşturulan, süslü ve bilinenleri yineleyen bir metin yazmak demek değildir.

-Şiir incelemesi demek, şiir ve şairi konu mankeni yapıp öyküsü üzerine edebiyat parçalamak demek değildir.

-Şiir incelemesi demek, şairin şiir anlayışını yüceltmek için referanslara yaslanıp yalan yanlış çıkarımları sıralamak demek değildir.

-Şiir incelemesi demek, şiirin okurla olan ilişkisini, okurdaki etkisini bir kenara koyup övücü genellemelerle şairin şiirini nasıl yazdığını saptamak demek değildir.

-Şiir incelemesi demek, şairin herhangi bir izleği üzerinden genelleyici deneme yazmak demek değildir.

Şiir incelemesi demek, dizelerin anlam açılımını sıralamak demek değildir.

Şiir incelemesi demek, şairin ne dediğini kanıtlamak demek değildir; dediğinden doğan sonucu ortaya çıkarmaktır. Şiirin etkinliğini, yetkinliğini ve etkisini ortaya koymaktır. 

Öyleyse şiir incelemesi ne demektir? İşte asıl yanıtlanması gereken soru budur.

Şiir incelemesini kısa ve net tanımlamak gerekirse: Şiirin; “sanatsal, şiirsel ve estetik” değerini ortaya koymaktır.

Kısa ve basit bir tümcedir. Nasıl yapılır? İşte bunun için bütünlüklü bir sistem gerekir. Şiir incelemesi dediğimizde şiir, ameliyat masasında tanısı konmamış bir hasta gibidir. Bütün organlarını tek tek ele almamız gerekir. Bunu yaparken de şiirin arka planındaki yaşamsal tüm fonksiyonlarını incelemek ve organlarla ilişkisini belirlemek gerekir. Bütün bilimlere, özellikle sanat bilimine başvurmadan içinden çıkamayacağımız bir karmaşa durumudur bu. Kaotik olmakla birlikte çözümlenemez şeyler olmadığını peşinen söylemeliyiz. Maksadımız bağcı dövmek değil de üzüm yemekse, soruları ve hedefi net ortaya koyarak yola çıkmalıyız. Şiir incelemesi demek; şiiri her yönüyle, olabilecek her tür soruya yanıt verebilecek şekilde incelemektir. İnceleme sözcüğünün kavram kapsamı, sözlüklerde bu şekilde açıklanır ve zihnimizde anlamsal karşılığı budur. Çünkü her şiir; varlıksal (ontik) bir bütünlüğe sahiptir, ön ve derin yapıdan (nesnel ve duyusal alan) oluşur. Bu iki alanın ayrıntılarına el atmadan şiir incelemesi yapamazsınız; tanı koyamazsınız. Şiiri anlam yönünden inceleyin veya anlatım yönünden inceleyin derseniz o zaman durum farklılaşır, kapsam daha daralır ve hedef netleşir. Bir şiiri inceleme dediğinizde, şiiri; sanat felsefesi açısından, dil açısından, anlam, anlatım, çağrışım, ses gibi tüm yönleriyle incelemeli ve ödül de böyle bir incelemeye verilmelidir. Burası işin yöntem sorunudur. Bu tür etkinliklerde, yerleşik bir alışkanlık durumuyla yola çıktığımızdan, sonucun da alışkanlıklarla paralel işlediğini her zaman her yerde görebiliriz. 

 Şiir incelemesi, şiir incelemesi ne demek değildir, başlığı altında saydıklarımın hiçbiriyle yapılamaz. Bunlardan bazıları incelemede ele alınmalıdır ama bu metinlerde olduğu gibi değil. Şiir bir sanat yapıtıdır; asıl ele alınması gereken yanı, şiirin düşünce sanatı olması ve şiirin ekinliği ile okurda bulduğu karşılığıdır. Yani sanat değeridir. Bir şiirin; biçimsel, anlamsal, anlatımsal, sessel, çağrışımsal, coşumsal değerlerini incelemeden; şiir değerini, sanat değerini ve estetik değerini, ortaya koyamazsınız. İnceleme yapmak için, incelemeye yönelik sistem bütünlüğü gereklidir. Bunları yapmadan yaptığınız her inceleme; biraz üfürme, biraz şişirme, biraz kıyısından köşesinden dolaşma, biraz da şiir ve şair üzerinden edebiyat parçalama anlamına gelir. Şiir, bir dil sanatıdır ve tutarlılık, bağlaşıklık, metinler arası ilişiklik gibi metin dilbilimi gerekleri yanında bir de sanatsal ifadenin estetik bilimi bağlamında görünürlüğü söz konusudur. Her şeyden öte estetik değerin inceleme metninde duyumsanır kılınması gerekir.

Yarışmada istenen ile beklenen ve isimlendirme uyumlu olmalı; bunun yanında istenen ile sonuç, örtüşmelidir. Bu durumda, yöntem ve ele alınacak konuların seçimi; hem seçici kurul hem de yazarlar için kolaylaşacaktır. Biz atalarımızdan böyle gördük, bizde bu kadarı var diyorsanız, bu ödül sistemini ve seçici kurulları öpüp başınıza koyabilirsiniz. Hayır biz bilgi çağının insanıyız; sanatsal ifadenin gerekleri, şiirsel görünüme esas ayrıntılar ve bilimsel olgular ne diyorsa oradayız diyorsanız, oturup sanatın döngüsüyle ilgili bilgilerimizi sorgulamalıyız. 

Diğer bir konu da şudur: Eldeki metinler ne ise seçici kurul da o metinler arasından en iyisini seçmek durumundadır. Öyle olsa bile sanat felsefesi açısından ciddi hatalar taşıyan metinler, bir kenara konmalıdır; öyle olmuştur ümit ederim!? Alışılmış ve kanıksanmış bilgiyle verilen yargı, sanatın da sanattaki ödül sisteminin de en güçlü düşmanıdır. Bunun adı, yeniliğe duyarsız olmaktır ve şairin; beyin ölümünün başladığını, sanatın kış uykusuna yattığını gösterir. Sanatta sınır ve sonsuzluğun yanında özneler arasılık gibi kuram ve savların etkisini de dikkate almalıyız bunları sorgularken. Kişidir; düşünmesi, anlaması, görmesi göreceli ve özneler arasılık söz konusudur. Öyle olsa bile istenen biçim ile varılan sonuç, uyumlu olmalı, amaçla çelişmemelidir. Yeniliğin, farkındalığın, farklılığın ne olduğunu anlamadan şiir gibi bir sanat alanında metin yazmak, karar vermek, ben yaptım oldu şeklinde bir tutum takınmak sağlıklı bir sonuç doğurmaz. 

Şiir incelemesinde maksat, en azında incelenen şiirin, şiirsel değerini ortaya koymak olmalıdır; genellemelerle şairini övmek ya da şiirin bir özelliğini çözümlemek değil. Bu maksatla, şiir inceleme yarışması düzenlenecekse yarışmanın; kapsamı, hedefi veya şiirin incelenecek alanı belirlenmelidir. Örneğin, anlam açısından inceleyin diyebilirsiniz. Bir şiiri incelemek dediğiniz zaman bütünlüklü bir incelemeden söz ediyorsunuz demektir. Bu durumda sadece ruhsal çözümleme yapan bir metne şiir inceleme ismiyle ödül vermek, yarışmanın ciddiyetini ve bilinçli yapılıp yapılmadığını gündeme taşır. Yarışma; ismi, konusu ve sonucuyla çelişmemelidir. Yarışmada ödül alan yapıtlardan yola çıkarsak bu yarışmanın adı şöyle olmalıydı: “Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiir Üzerine Deneme Yazma Yarışması” denmeliydi. Yarışmanın ismi böyle olsaydı, tüm olumsuz yorumların yolunu kapamış olacaktı. Çünkü denemenin biçimi ve kapsamı belirsizdir; istediğiniz şekilde yazabilirsiniz. İnceleme dediğinizde bunun; sistemi, belirli yöntemi ve tekniği olmalıdır; dayanakları olmalıdır, söylemlerle işleyen bir tür değildir. Bu durumda ele alınan şiir, tüm yönleriyle bütünlüklü bir biçimde incelenmelidir ki adı inceleme olsun.

Sonuç olarak, şiir gibi düşünce sanatları, ayrıntılı düşünmeyi gerektirir. Gerek eleştiri gerek şiir ödülü gerek diğer etkinliklerde, şiir kendine şiir gibi davranılmasını bekler.

 Özet: Yarışmalarda ödül verilen yapıt, seçici kurul gerekçeli kararının alt maddelerini kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ayırıcı nitelikleriyle doldurmalıdır. Doldurmuyorsa ya istenende ya yapılanda ya da sonuçta sorun var demektir.  

19 Eylül 2020, Narlıdere/İzmir

  

MADIMAK YANGINI BÜYÜYOR

 

Madımak Yangını büyüyor; söndüğünü varsayanlar, tarihsel bilgiyi gelişen olaylarla birlikte ayrıntılı okumalılardır. 

Uygarlık yürüyüşünün kırılma noktasıydı Madımak Yangını. Toplumsal, siyasal ve düşünsel anlamda toplumun tepkisini ölçmekti. Destek kaynakları ve direnç noktalarını tespit etmekti. Buradan ortaya çıkan duruma göre strateji belirlemekti amaç. Toplumsal algıyı yönetmek ve ortamı yeniden şekillendirmek için güç kazanmaktı. Bugün yaşadığımız 15 Temmuz olayının alana sürülüşünün ilk denemesiydi. Ne var ki bu olayın destek kaynakları ve direnç noktaları bugün de değişmemiştir. Bu nedenle olayı değerlendirmek için uzunca bir dönemi ele almak gerekir. Geçmişe dönüp baktığımızda Madımak Yangını’na atılan ilk kıvılcım 1950’li yıllara dayanır, ancak yazımın hacmi gereği bu döneme değinmeyeceğim.

Kuleli Askerî Lisesi hazırlık sınıfındayken (1982) çok sayıda sınıf arkadaşımın aniden okuldan atıldığını öğrendim. Olayın arkasından bizleri bilinçlendirmek için toplantılar düzenlendi ve bilgilendirme yapıldı. Din tabanlı yapılanmalarla ilk o zaman tanıştım. Bu süreç harp okulu yıllarında da sürdürüldü. Yasal olmayan örgüt ve odakların içeri sızmaması için o yıllarda gerçekten özen gösteriliyordu ve içtenlikle çaba harcanıyordu. İleriki yıllarda da değişik biçimde olaylar ve sızma girişimleriyle karşı karşıya kaldım veya tanık oldum; bunlarla savaşım içinde geçen bir süreç yaşadım. Maksadım gizlilik değeri olan bilgileri ortaya dökmek değildir; izlediyseniz bunların bir kısmını basından duymuş olmalısınız. Uzatmadan söylemek gerekirse 2007’den sonra, özellikle Balyoz ve Ergenekon gibi davalarla güç odakları el değiştirdi ve siyasi yetkinin de yardımıyla toplumsal şekillendirme girişimleri bir aşama daha ilerledi. Asker ve şehit çocuklarına askeri okul giriş sınavlarında ek puan verilirken bu yıllardan sonra bu çocukların askeri okullardan bir şekilde atıldığını öğrendim. Uzatmayayım, 15 Temmuz akşamı yurt genelinde komutanlık görevlendirmeleri WhatsApp ile telefonuma geldiğinde, anladım ki yaşamım boyunca dinsel tabanlı odaklara karşı yoğun savaşım sonuçsuz kalmıştı. Olayın ele başlarından bazıları devre arkadaşlarımdı. Bunlardan birkaç kişi okuldayken araştırma ve soruşturmaya konu olmuş, yeterli delil bulunamadığı için okullardan atılmamış, bizlerle mezun olmuşlardı. Çağdaş ve bilimsel temele dayalı nitelikli bir eğitim aldık. Bu nedenle, devre arkadaşlarımın çağdışı şeylere inanmayacakları varsayımıyla bu eğilimin üzerinde hiç durmadım. Zaten söz konusu kişiler, üst rütbelere gelinceye kadar da hiç renk vermediler.

Madımak Yangını ile 15 Temmuz olayı arasında neden ilişki kurdum? Destek kaynakları ve direnç noktaları tespitinden söz ettim yazımın başında. İşte direnek noktalarının en önemlilerinden bir tanesi, ülkenin temel gücü olan Türk Silahlı Kuvvetleriydi. İçine sızılması ve ele geçirilmesi için sayısız denemeler yapıldığını biliyoruz. Buna Balyoz ve Ergenekon gibi davalar örnektir. Yıllardan beri bilinir ki bu odakların hedefi, öncelik sırasına göre “Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye” dir. Alınan önlemlerin oldukça güçlü olduğunu düşünerek, Harbiyenin ele geçirilemeyeceği inancını taşıyordum; en önemli kale olarak düşünüyordum. Nitelikli eğitim alan ve Atatürkçü düşünce sisteminin bütün değerlerine sahip aydın kişiler olarak herkesin görev sırasında bu önlemlere yeterince uyduğunu sanıyordum.

Bunun öyle olmadığını Balyoz ve Ergenekon sürecinde anladım. Görev alanım bu konuların incelenmesine yönelik olmasına karşın TSK’nın içinde etkin bir yapılanmanın ayırdına varamamıştım. Bana göre bunun iki nedeni vardı: Birincisi; bilgiye ulaşma yetkimiz arttıktan sonra inceleme, araştırma ve çözümleme olanağı veren görev yerlerinden atama ile uzaklaştırıldım. İkincisi; nitelikleriyle, donanımıyla ve görev becerileriyle kendisini kanıtlamış Kara Harp Okulu çıkışlı bir subayın, böylesi bilinçsiz olabileceğini, niteliksiz birilerinin peşine takılabileceğini kabul edemiyor olmamdı; hâlâ buna inanamıyorum. 

Görevden uzaklaştırılan ve askeri okullardan atılan öğrenciler daha sonra nerelere geldiler? Diğer okullarda ve yurtlarda özel olarak yetiştirilen ne kadar öğrenci vardı? Tıp ve hukuk fakülteleri ile Polis Akademisi gibi okullar ne durumdaydı? Özel olarak eğitilen ancak askeri okullardan atılan ve görev sırasında ordudan uzaklaştırılan bu çocuklar nerelerde işe alınmıştı? Askeri okullardan atmakla sorun çözülmüş müydü?  Bunun gibi birçok soru sorabiliriz. Ne var ki bu soruların yanıtları biliniyor olmasına karşın iki binli yıllardan sonra bilerek hiçbir önlem alınmamıştır. Tam tersi bunlar, bilinçli olarak daha etkin görevlere getirilmişlerdir. Ordudan atılan subaylar, öğretim üyesi ve yönetici olarak hemen işe alındılar; hatta bunları işe almak kamuoyu gözünde bir saygınlık durumuna dönüştürüldü. Bunu yapanlar ve yaptıranlar bellidir; görünen dağ rehber istemez.

Ne yazıktır ki son on beş yıl içinde Atatürkçü Düşünceye karşı yapılan operasyonlar, 1980’li yıllarda yetiştirilen, aynı sıralarda okuduğumuz arkadaşlarımızın başının altından çıkmıştı. Kalkışmaya giden yolun temelleri işte bu yıllarda atılmış ve iki binlerden sonra siyasi yetkililerce bu yürüyüşün yolları bilinçli olarak açık tutulmuştu. 

Geçmiş geçmiştir. Şimdi durum nedir? Madımak Yangını’nı, uygarlığa karşı yürütülen irili ufaklı operasyonları ve 15 Temmuz kalkışmasını yapan anlayış, bugün daha güçlü bir şekilde yürüyüşünü sürdürmektedir. Sözünü ettiğim bunca inanmış insan, ülkeyi terk etmediklerine göre, bunlar geçmişte bu sisteme açık açık destek verdiklerine ve içinde hizmet ettiklerine göre; bir şekilde bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmeye devam etmektedirler. Aktör değişmiş, taktik değişmiş, güç merkezleri el değiştirmiş olabilir. Anlayış aynı, yürüyüş yönü aynıdır. İsimler ve gruplar değişmiştir. Toplumsal algı; Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar doğa, sosyal ve insan bilimlerinden uzaktır. Güç yapılandırmasından tutun da kaynakların kullanımına kadar tüm olanakların bu zihniyet sahiplerine akıtıldığını bilmeyen var mıdır?

Madımak Yangını devam ediyor; bu yangını çıkaran anlayış siper gerisine çekilmiş gibi görünüyor. Din ve inanç temelli bilinç yapılandırmalarını; bilimsel verilerle, yaşamsal olgularla, nesnel gerçekliklerle kıramazsınız. Eğitim ve inanç odaklı beyni yıkanmışlar, karnımızın en yumuşak noktasını hedef almaktadır ve bu sürdürülmektedir. Ortam şekillendirmesi ve algı güdüleme tekniklerini bilenler, nasıl bir çıkmazın içinde olduğumuzu görmektedir. Ne var ki bunlar; azınlıktadır, etkisizdir ve yetkisizdir.

Madımak Yangını büyüyor; bu yangında hedef Aziz Nesin, Hidayet Karakuş veya beraberindeki arkadaşları değildir, hedef koca bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın merkezi Türkiye’dir ve için için yanmaktadır… Nisan 2019, Narlıdere

 

 

 

 

TÜRK ŞİİRİ Mİ, TÜRKÇE ŞİİR Mİ TARTIŞMASI

 

“Türk Şiiri” mi, “Türkçe Şiir” mi, diye bir tartışmaya girişmişler her nedense. Tartışma, sorunun kökenini incelemek yerine onun bunun söylemleri üzerinden sürdürülmektedir; öyle olunca da anlamsız bir gürültü kopmuş gidiyor. Çağdaş Türk Dili Dergisi’nde yayımlanmak üzere, konuya açıklık getiren ayrıntılı bir yazı yazmıştım. Israrla gündemde tutulan bir konu olması nedeniyle, Şiir Sarnıcı’nın 7. Sayısı için de konuyla ilgili bir yazı kaleme alma gereği duydum. Kim ne demişi bir yana ve kimin aidiyet sorunu olduğu gerçeğini diğer yana koyalım; bilimsel ve kavramsal bir çözümlemeye gidelim istedim.

Dilimizdeki kavram, terim, sözcüklerin; anlamsal alanlarını, aralarındaki hiyerarşik yapıyı ve kavramlar arası ilişkiyi; mantık ve ilgili bilimlerin ilkeleriyle çözümleme yeteneği olmayanlar; yazdıklarımı anlamakta güçlük çekebilirler. Edebiyatın önemli ilkelerinden biri; söz diziliminden doğan anlam alanını doğru kullanmaktır. Biliyoruz ki dilin uygun ve doğru kullanımı, bilimlerin ilkelerine egemen olmakla olasıdır.

Bilgi çağında olmamıza karşın yazılanlara bakınca, bilgiyi sağlıklı kullanmadığımızı ve bilgiye güvenmediğimizi anlıyorum. Bu yüzden, Türk Şiiri mi, Türkçe Şiir mi; sorusunu ayrıntılarıyla çözümlemek için bilgiler arası eşgüdümü kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Herhangi bir sorunu ele aldığımızda, tanımlamakta ve net yanıt bulmakta sıkıntı yaşıyorsak, bu soruna değişik açılardan da bakma gereği doğar. Bazı sorular, bir konuyu örtmek için ortaya atılır; bazıları ise deşmek için. Öyle sorular vardır ki hassas olduğu kadar yanıtları da sıkıntılıdır.  Sorun, sorunun içindeyse çözüm kolaydır; dışındaysa çözüm anlayınız ki muğlaktır. Süregelen tartışmalardan anlaşılıyor ki bu isimlendirme konusu, paravandır; amaç başkadır ve çıkış kaynağı dışsaldır. Başka bir sıkıntının dışavurumudur. Türk Edebiyatı mı/Şiiri mi, Türkçe Edebiyat mı/Şiir mi, sorusu da dışsal bir sorunun dışavurumudur. Her ne olursa olsun öncelikle sorunun kapsamına bakalım ve dışsal soruna ayrıca değinelim.

Dilinize takıştırdığınız öğreti ve inanç terminolojisini unutun, önceden edindiğiniz düşünce kalıplarını da atın gitsin. Çok olası olmamakla birlikte önyargı ve saplantılarınızı da… Onun bunun söylemlerini de bilgi bazında ele alın ve geçerli olmadığını varsayın. Çünkü bu konuda ele avuca alınır şeyler söyleyen kişi, neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az. Biz, gelin bilimlerle ve felsefeyle konuşalım. Kendi bilgimize güvenelim ve sağduyuyla hareket edelim. 

İnsanların tutumunu belirleyen değerleri; araç değerler ve yüksek değerler (moral değerler) diye etik felsefesinde ikiye ayırarak tanımlarız. Toplumların inandığı, yaşadığı, duyumsadığı, kültür varlıklarına karşı gösterdiği saygı ve sevgi; yüksek değerler kapsamında düşünülür. Araç değerlerse beslenme ve barınma gibi konulara karşılık gelen birincil ve ikincil gereksinimlerdir. Bir anlamda maddi konulardır.

Yüksek değerler; toplumun adı, bayrağı, kurucusu, kuruluş felsefesi, inancı, tarihsel ve folklorik değerleri gibi tutkal niteliği taşıyan olgulardır. Bunlar; çoğunlukla işlenmeye, kullanılmaya ve saptırılmaya açıklardır. Çünkü kesin hükme bağlanmış kararlar değildir ve toplumlarca benimsenmiş yüce değerlerdir. Üzerine tarihsel, ruhsal, sosyal ve kültürel anlam yüklenmiş kabullerdir.

Türk Sözcüğü; köklü tarihe ve yaşam birlikteliğine sahip bir halkın kimlik tanımlamasıdır. Folklorik, sosyal, felsefi, tarihsel, ruhsal, siyasal ve toplumsal değerleri içinde taşıyan bir söz varlığımızdır. Herhangi bir ismin önüne sıfat olarak getirildiğinde o isme, içinde taşıdığı tüm değerleri yükler; folklorundan felsefesine kadar. İsmin; duygu değerini, anlam değerini ve sosyal derinliğini güçlendirir. Belirli bir saygınlık yükler. Örneğin, Türk insanı dediğimizde, insan öznesinin üzerine; tarihsel, folklorik, felsefi, fizyolojik, metinler arası bilgi ve diğer tüm yüksek değerleri yüklemiş olur. Bu sözcüğün kavram alanı; tarihsel, siyasal, metinler arası, ruhsal, sosyolojik, genetik ve toplumsaldır.   

Türkçe sözcüğü ise Türk sözcüğünün bir aracıdır. Kendini tanımlamak üzere kullandığı bir gerecidir; dilidir. Aynı yüksek değerleri üzerinde taşıması olası değildir; zaten böyle bir anlam yüklenemez. Siyasal, sosyal, tarihsel ve ruhsal bir olgu değildir. Yüksek ve araç değerlerin anlatımı için bir gereçtir. Sıfat olarak bir ismin önüne getirildiğinde, Türk sözcüğündeki gibi toplam yüksek değerleri değil, kendi kapsamındaki değerleri bir gereç olarak o isme yükleyebilir. Sonuç olarak aynı anlam uzayını ve derinliğini oluşturamaz. Sanıyorum ki bu, söylediklerim herkesin önceden görebileceği kadar basit bir çözümlemedir. 

Basit bir çözümlemeden sonra, Türk yerine Türkçe sözcüğü (kavramı), şiir veya edebiyat sözcüğünün önünde eş anlamlı olarak kullanılamaz. Bu kullanım; gerçek durumu, aynı duygu ve anlam değerini veremez. Öyleyse anlamsız tartışmanın altında yatan gerçek nedir? Bu tartışmanın çıkış gerekçesi; tamlamanın anlam uzayı, dilbilim kurallarına uygunluk kaygısı ya da yeni bir yorum değildir. Açıkça anlaşılıyor ki; yetkin olmayan, güdülenen, bilinçsiz insanlar ile konunun duyarlılığından nemalanma amacı taşıyan insanlar; Türk şiiri tamlamasından sıkıntı duyduklarını anlatmaya çalışıyorlar. Bu tür tanımlardan rahatsız olmak, basit ve dayanaksız bir düşüncenin mengenesinde sıkıştırılmış olmak, sağduyulu düşünememek anlamına gelir. Peki bunun altında ne yatar?

Bilindiği gibi bu ve buna benzer tartışmaları, Ergenekon davaları ve FETÖ kalkışması sürecinde yaşadık, daha öncesi de var; deneyimliyiz. Sonra açığa çıkardık ki; yandan çarklı, güdülenmiş bilir kişiler; birilerinin emirlerini uygulamak üzere birtakım senaryolar yazıp topluma şırınga etmeye çalışıyorlarmış. Tepemize bomba yağdırıldığında anladık bunları. Zor da olsa anlamış olduk. Türk Şiiri mi, Türkçe Şiir mi olsun tartışması da buna benzer bir amaca yöneliktir; birileri tarafından yazdırılan senaryoların replikleridir. Öylesine ortaya atılmış replikler değil; üzerinde çalışılmış, denenmiş, bir amaca yönelik replikler. Öyle olsa bile altında yatan gerçeklere bakmak ve çözümlemek akıl gereğidir.  

Yazımın başında dedim ki; “Öğreti ve inanç terminolojisini, önceden edindiğiniz düşünce kalıplarını atın gitsin.” İşte bunu yapabildiyseniz ortada tartışılacak bir konu kalmamıştır. Her şey açıktır. Türk şiiri isimlendirmesi, doğal bir süreçte oluşmuştur ve dilin oluşum sürecine müdahale edilemez; etsek de bir anlam taşımaz. Tartıştığımız konu için de geçerlidir; doğal oluşan bir tanıma karşı yapay bir girdi yapamazsınız dil oluşum ilkelerine göre. Yaparsanız ne olur? Yanlışı yanlışla doğrulamak için takla atanlara tanık olursunuz; kuklaları tanımış olursunuz. Bilinci oluşmamış, yorum yeteneği gelişmemiş, bilgiden bilimden bir haber; şairim yazarım diye dolaşan piyonlar görürsünüz. Konuyu şovenizm, Irkçılık ve faşizme kadar taşıyan faşist anlayışa sahip sepetler görürsünüz. Hatta bu konuyu kullanarak, nemalanmak isteyen bir yığın piyasa çakalları tanırsınız. 

Aidiyet duygusu, sömürülmeye açık bir duygudur. Her tür kötülüğü olağan gösterebildiği gibi her tür güzelliği de nefret edilen bir olgu olarak duyumsatabilir. Bu duygu durumundan dolayı, kendinizi Türk tanımının çatısı altında görmüyor olabilirsiniz. Herkesin aidiyetine saygı duymak çağdaş insan olma gereğidir. İnsan, evrensel değerlere ve evrensel haklara tabidir. Ne var ki toplumsal bütünlüğün göstereni olan yüksek değer taşıyan bir ismi yadırgamak; bundan kaçınmak için anlamsız çıkarımlarla boy göstermek; oturmuş kavramları değersizleştirmeye çalışmak; yapmacık ve bilinçsizce bir tutumdur; bu konuda olduğu gibi. Günümüz insanı, bunlara değer vermez. Anlamsız bir isimlendirmeyi önümüze sürenleri de “Bilinci bu kadar demek ki ne yapsa yeridir” diyerek gülümser geçer.  Aklıyla dalga geçmeye kalkılırsa, işte bu yazıda olduğu gibi payınıza düşeni veriverir. Bilgi yükünüz, bilgiyi kullanma gücünüz, yorum ve analitik çözümleme yeteneğiniz yetkin değilse, onun bunun söylemleriyle toplumun önüne çıkmamak gerekir. Çünkü yüksek değer kabul edilen bir sözcük üzerinde konuşuyorsunuz.

 Ayrıca, kendisine dayatılmış düşünce kalıplarından kurtulamayan yorum fukaraları için şunu da eklemeliyim: Türk şiiri demenin, ırkçılık olacağını söyleyecek kadar bilinçsiz ve cahil sözde şairlerimiz varmış. İngiliz, Ermeni, Türk, Kürt gibi tanımlamalar, ırkçılığın söylemi değildir; toplumsal ve tarihsel bir kimliğin yıllar içinde oluşmuş bir adıdır. O toplumun folklorik değerlerini taşır. Bu adların kullanılması, ırkçılığı ve şovenizmi değil; bir toplumun folklorunu, anlayışını ve değerlerinin anlatımını içerir. Irkçılık ve şovenizm başka bir şeydir. Felsefesi gereği sanatın; içinde, önünde ve arkasında zaten kullanılamaz.

Bilim ve sanat, insanlığın ortak dilidir; yalan söyleme yetenekleri yoktur. Bir konuyu tartışacaksak bu iki alanın diline önem vermek zorundayız. Sanatı ve onun alt dallarını, küçük hesapların bir gereci yapmak gelişmemiş insan işidir.  Toplumsal kimlik ve sanat gibi moral değer kabul edilen kavramlar, incelik, duyarlılık ve ruh gerektirir. Toplumların tutkalıdır; tarihsel bilgisidir; folklorudur. Ruhu ve özünün aynasıdır. Önemsizleştirilecek kavramlar değillerdir; zaten yapamazsınız.

İsimlendirmeler, hiçbir sorunu çözmezler. İsme, biçime, tutuma; evrimsel gelişime ayak uyduramamış kafalar takılırlar. Şiir sanatını, yazını ve toplumun duyarlı olduğu değerleri, yormamak gerek isim-cisim görünümü altında. Örneğin, Türk şiiri, magazinsel söylem ve dedikodular üzerinden kendine yol bulmaya çalışan bir sanat dalıdır. Şiirle ilgili Türk yazınında elle tutulur kaynak, nerdeyse yok gibidir; varsa da bir elin parmaklarını geçmez. Anlamsız işlerle uğraşmak yerine şiirin eksik yanlarıyla uğraşmak daha akıllıca ve uygar bir tutum olur. Şiir konuşacaksak, daha nitelikli tartışma konuları bulup gündeme taşımalıyız. 16 Aralık 2020 Narlıdere

 

ŞİİR ÖLÜYOR MU?

 Ne çok yakınıyorlar şiirin bugünü ve yarını hakkında. Şiir; öldü, bitti, yalıtıldı, sağır oldu, toplumdan koptu, bireyselleşti, imge salatasına dönüştü vs. diye… Aslında yazınımıza ayrıntılı bakınca; “Şiir öldü, bitti, yalıtıldı, toplumdan koptu, bireyselleşti” gibi söylemler dayanaksız görünüyor. İyi şiir yazanlar var, şiire değer verenler ve okuyanlar da var. Görmek istemediğimiz bir şey varsa o da şudur: Çoğu şair, şiirden yana tutum takınmak gibi bir kaygıya düşmüyor. Ne demek istiyorum? Gelin biraz açalım konuyu.

Şiir adına göstermelik kaygı taşıyan pek çok şair tanıdım. Göstermelik diyorum; çünkü kaygılarını gidermeye yönelik küçük bir çaba ve tutuma rastlamadım. Pek çok şiir yazısı, eleştirel deneme, anı, şiir incelemesi ve çözümleme okudum. Biliyorsunuz bizim şiir yazılarımızda şairin işine yarayacak içerik ender bulunur. Şiir, bir sanat alanı değil; ben kaygısını törpüleyen bir gereç olarak görülür. Şiir yazılarının çoğu; öğreti, inanç ve ben kaygısına yaslanarak bir okura düşüncesini dayatmak, diğerini şikâyet veya ortalığa sızlanmak biçimindedir. Ne var ki başkalarını eğitmek kaygısına düşüp kendini eğitmeye zaman bulamayan sıkı şiir sever insanlarız. Kültür endüstrisinin çarkından kurtulabilmiş ve şiiri bir sanat olarak görmüş şairlerimiz var elbette; hakkını verelim. 

Bir yazın türünün ödül ve eleştiri sistemi, saygın ve yetkin değilse o sanat dalının önde gelenlerinin şiirle ilgili söz söyleme hakkı yoktur. Ödül ve eleştirinin sağlıksız olması, o toplumdaki şairlerin sanat gibi yüksek değerlere karşı duyarsız olduğu anlamına gelir. Etik değerler, ahlâk ve adaletin yozlaştığı bir ortamda sanat var olamaz; var olsa bile kendi amacına hizmet etmeyen bir etkinlik biçimine dönüşür. Örnek verelim mi? Siz, şiir yarışmalarında ödüle layık görülen bir yapıtın seçici kurul gerekçeli kararının açıklandığını gördünüz mü? Açıklanmışsa bile (birkaç yarışmada açıklandığını duydum) ödül verilen yapıtın sanatsal ve estetik değeri hakkında; doyurucu, delile dayalı, sanat felsefesine uygun ve bilimsel bir açıklama okudunuz mu? Başka bir soru soralım? Bugüne kadar okuduğunuz eleştiri yazılarında, eleştirinin amacına hizmet eden, doyurucu ve bütünlüklü bir eleştirel deneme okudunuz mu? Okuyamazsınız; çünkü bunların işleyiş süreci, alaylı geleneğe dayalıdır; bendendir mantığına dayalıdır.

Kitap basım ve yayım konusuna hiç girmiyorum. Yalnızca dergiler üzerinden konuşalım. Birçok yazar ve şair; dergilere şiir, öykü ve deneme gönderiyor. Bu yazıların çoğu yayımlanıyor. Yazısı yayımlanan yazar, dergi sürdürümcüsü değilse, emeğine saygı gereği yazısının olduğu dergi kendisine gönderiliyor mu? Yazının yayımlanıp yayımlanmadığından haberi bile olmuyor; iyi ki sosyal medya var da bir yerlerden görebiliyor. Şairin ve yazarın emeğine ve yapıtına saygı duymayan bir yazın kültüründe daha başka ne sorgulanabilir? Yazımın hacmi gereği bu tür örnekleri uzatmayacağım.

Gerçeği bilgi ve onun gücünde bulacağını gören gençler; yıllar önce ortaya atılmış inanç sistemlerini, öğreti kalıplarını; bağnaz sanat anlayışını, kırabilecek donanıma sahiplerdir. Onları, kalıplara sığdırıp kurallar bütününe hapsedemeyiz. Genç kuşaklar, çağdaş şiir yazdıkları için suçlanmış ve bu suçlama bugün de sürdürülmektedir. Aklını kullanıyor, birey olduğunu göstermek için direniyor, savaşlara hayır diyor, çevreye sahip çıkıyor, inanca ve düşünceye saygı duyuyor, yaşama hakkına dayatılan sınırları reddediyor ve özgürlüğüne sahip çıkıyor, sanatta yeni biçim ve biçem deniyor diye, şiiri öldürdüklerini mi düşünmeliyiz? Bence tam tersi şiiri ileriye taşıyorlar. Çünkü kalıplarını kıramamış yaşlı düşünce, şiirin dayatıcı bataklığında debelenip duruyor ve şiir elden gidiyor diye mızmızlanmaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Üstelik çağdaş sanattaki hareket ve yaratıcılık olgusunu engellemek için her geçitin önüne pusu kuruyor. Nasıl mı? Görmezden gelerek, yapıtının yayımını ve okunmasını engelleyerek, farkındalıklı çıkışların üstünü örterek, anlamamak için direnerek, yeniliğin önünü keserek, şiirin önünü açacak kuramsal bilgileri anlamsız bularak, ödül ve eleştiride kayırmacı/bağnaz bir yaklaşım sergileyerek…

Magazinsel kültürle ortamın dayattığı dünya görüşünü birleştirip koşullandırabileceğimiz dar bir alan değildir şiir dünyası. Çağdaş düşünceye, sonsuzluğa ve sınırsızlığa en yakın olan bir sanat türüdür. Toplam bilgi ve kültür varlıkları ile insan aklının, en üst düzeyde kullanılmasını gerektiren sınırsız bir evrendir. Şiir, insan aklı ve duyarlılığının salt sonucudur. Evrime bağlıdır. Şiir ölmez; şair ölür. Başka söyleyişle; şiiri, şair kurar ve şair ne kadarsa şiir de o kadardır; ne uzun ne kısa…

Sonuç olarak Türk şiiri, ölüyor diyemeyiz. Şiir ölüyor demek, çağdaş sanatın hareketine ayak uyduramamak anlamına gelir. Şiir, ölmüyor ama gelişmesi gecikiyor. Şiir anlayışındaki bağnaz ve tutucu tavırlar, henüz tamamıyla kırılabilmiş değildir. Bunun yanında şiirin evrimsel gelişimini engelleyen önemli sorunlar vardır: Propaganda dili, tebliğ dili ve dilsel şiddet gibi. Bunlar, Türk şiirinden yeterince uzaklaştırılamamıştır. Geleceğin zekâsı, geç de olsa bu tür sorunların üstesinden gelecektir, inanıyorum. İlginç olanı şudur: Bu sorunlar, yaşlı düşünce tarafından sorun olarak görülmek yerine şiirin olmazsa olmazı olarak düşünülmektedir. Bunlar, çağdaş sanatın sınırsız evrenine, sanat bilimine ve kuramsal bilgiye uzak durmanın olumsuz getirileridir. Umut edelim ki geleceğin şairi, tutuculuk ve bağnazlıktan kurtulup bilgiye kucak açsın; şiirin işlevine yönelsin. Payına düşeni alsın; engellere karşın…

 

PARADİGMA DEĞİŞİMİ

Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nin blog başlığı açıklamasında: “Türk yazınındaki kalıplaşmış edebiyat anlayışını ve yayın kültürünü kırıp sanat bilimi ışığında; çağdaş, tarafsız, çıkarsız ve nitelikli bir yazın ortamı kurmak istiyoruz. Dünyadaki tüm yazar, şair ve okurları bu ortamda buluşturmaktır amacımız. İyi sözü, iyi dizesi ve sağlam öyküsü olan her sanatçı; yer alabilmeli dergimizde. Bilgi çağını yaşıyoruz. Ayrılmışlık, bölünmüşlük, öğreti, inanç gibi sınıflandırmaları bir yana atıp şaire-şiire, yazara-kitaba, bilime-sanata değer yüklemeliyiz. Sanatsal ve estetik değer üretecek imgelem dünyasının kapılarını aralamalıyız. Tarihten miras aldığımız sanatsal bilgiyi aşmanın zamanı geldi ve geçiyor.” diye yazdım.

Günümüz şair ve yazarlarını, özellikle yazın konusunda ciddi çalışmaları olan yazın emekçilerimizi, bu tümceler ilk bakışta rahatsız edebilir. Bilgiye, sanata, yeniliğe, deneyime ve emeğe sonsuz saygım olduğunu öncelikle söylemeliyim. Maksadım, geçmişi ve bugünün yazarını-şairini irdelemek değildir. Sanatta geleceği kurgulayıcı tutumların önünü açabilmektir. Geleneksiz gelecek, geçmişsiz bugün, deneyimsiz yenilik olmaz. Bunları düşünebilecek bilgi birikimine ve bilince sahip insanlarız.  ‘Saf Sanattan İnsana’ isimli kuramsal kitabımda da kerelerce yinelediğim gibi Türk yazınında paradigma (değerler dizgesi) değişimine gereksinim vardır. Salt yazında değil; şair ve yazarın, insana yaklaşımında da paradigma değişimine ivedilikle gereksinim vardır.

“Paradigma, bir bakış açısıyla oluşan değer, düşünce, inanç ve tekniklerin bir dizisidir. Sadece bilim alanına özgü bir kavram değil, bireyin günlük hayatında etkin olan düşüncelerin, değerlerin ve algıların bir bütünüdür. Bir olaya farklı bakış açıları ve geliştirilen kavramsal algılar, paradigmanın kısa tanımları olarak görülebilir.[32]” diye tanımlanabilir. Paradigma değişimi, haydi deyince olacak bir şey değildir. Zaman, anlayış, birikim, deneyim ve özellikle bilimlere egemenlik gerektirir. Sanat, insan ve dünyaya; daha ayrıksı bir açıdan bakmayı gerektirir. Ahmet Haşim’in bülbülünü, İlhan Berk’in ritüellerini bir yana bırakıp şiirin felsefesi ve felsefenin felsefesine sarılmakla olasıdır. İnsanın algı-anlama-düşünme edimi ile bilgi, çok hızlı evriliyor; bunları yakalamadan çağın şiirini yazamayız; hele geleceği kucaklayan şiiri asla. Şiir, kuramların ve felsefenin arkasında gizlidir; bütün sanatlar gibi. Bu gerçekliğin ayırdına varmak, yine bilginin bilgiyi açığa çıkarması ve bilincin bilgiyi işleyebilme yeteneğine bağlıdır.

Türk yazını ve yazın emekçileri arasında şöyle bir gezinti yapalım ve hangi konularda paradigma değişimi önceliklidir görelim:

Bugünün yazarı ve şairi, şiir tanımlanamaz diyen bir mantıktan artık kopmalıdır. Şiirin de tanımlanabilir bir sanat alanı olduğunun ayırdına varan bir bilinç dünyasına evrilmek zorundadır. Bilimsel sonuçlar, şu yorumu yapmamıza olanak tanıyor: Dünyada tanımlanmayacak hiçbir şey yoktur; yeter ki o alandaki veri ve bilginiz yeterli olsun. Ölçülemeyecek hiçbir şey yoktur; yeter ki ölçü aygıtı ve biriminiz uygun olsun. Şiir gibi açık dokulu kavramların tanımlanabileceğini ve tanımının da açık dokulu ve dinamik olacağını görecek birikime sahibiz. Şiir, sınırsız somut ve soyut bir evrenin dilsel var olanıdır; tanımı yine o evrenin içindedir. Sanatta, daha özelinde şiirde paradigma değişimi, eski bilgi ve yorumların sağlıklı bilgi ışığında yeniden irdelenmesiyle başlayabilir. Sanatın kuramsal ve felsefi yönünü, çağın bilgisiyle açığa çıkarmadığımız sürece, geçmişi yinelemekle yetinmek zorunda kalırız. Değişimin gerisinde kalmak, yok olmak demektir. 

Yenilikçi şiirden söz edilir çoğu söylem ve metinde. Yeni şiir söylemleri arkasında, bildiriler (manifestolar) dolaşır ortalarda. Yazınsal bazı teknikler dışında bunların içeriğinde kuramsal tespit ve paradigma değişimine ön ayak olacak bir yaklaşım görmedim henüz. Şiir; yerleşik beğeniye, alışılmış, kalıplaşmış söz öbeklerine karşı elbette kendini yenilemelidir; ancak kendini yenilerken var olanı reddetmek yerine; geçmiş bilgiyle geleceği kaynaştırmak, onu çağdaş bir biçimde dönüştürmek zorundadır. Ne yıkmakla bir sonuca varılabilir ne de geçmişe bağlı kalarak yeni şiir üretilebilir. Deneyimler gösteriyor ki yenilik; bilginin bilgiyi üretmesiyle, bilginin anlamı, anlamın anlamı genişletmesiyle olasıdır. Salt şiirde değil, gerçekte her olay ve olguda bu ilke geçerlidir.  Önümüzde metinler arası ilişki, tarihsel bilgi, bilginin sürekliliği, anlamın anlamı büyütmesi gibi gerçeklik; tanımlı dururken, şiir sanatı gelenekten beslenmeli mi beslenmemeli mi gibi anlamsız sorular, tartışma konusu olarak dergileri işgal etmemeli artık. En azından şiir adına manisfesto diye ortalara kişisel algı ve sapkınlıkların izdüşümü çizilmemeli. Sanatta yenilik ve yaratıcılık; görme, duyma ve bilginin değişimiyle doğru orantılıdır. Şiirde yenilik, toplam akılla ve sağlam bilgiyle yapılır; kısıtlı bilgiyle değil. Kuramsal bilgiden kaçınan ve sanatı bilimle iç içe düşünemeyen bir anlayış, sanat bildirisi oluşturmayacağı gibi ne yeni şiir yazabilir ne de başka alanlarda küçük bir yenilik ortaya koyabilir. Yazar-şair, sanatta yeniliğin önünü açmak istiyorsa başını kaldırıp dünyaya bakmalı, bilimin kılıcını kuşanmalı ve sanata yönelik yeni bilgi üretmelidir.

Sanatı, öğreti ve inançların küheylanı olarak gören jokey şair ve yazarlarımız çoğunluktadır. Bu yaklaşım aynı zamanda bölünmüşlüğün, ayrılmışlığın, kalıplaşmışlığın ve taraftarlığın en görünür alanı olarak karşımıza çıkıyor. Yazın platformlarının büyük çoğunluğu bu eksen üzerine oturtulmuş ve her biri kendince bir duruş yüceliği safsatası uydurmuştur. İnsana ve yaşama karşı her birey, duyarlı bir duruş sergilemek zorundadır. Her yazın ortamı, sanatsal ve estetik değer için çabalamalıdır. Herkes, topluma, toplumsal olgu ve olaylara duyarlı olmalıdır. En iyiye en güzele yönelten tutumları sanatta öncelemelidir. Öncelik; insandır, candır, yaşamdır. Sanatçıysa eğer kişi, zaten yaşama ve insana karşı yüksek değerler ile yaşamsal gereklilikler açısından içsel bir zorunluluk taşıyor demektir. Herkesin bir din algısı ve siyasi görüşü vardır elbet. Edebiyat, din algısı ve siyasi görüşünüzü kanıtlama ve yaşam alanına sürme yeri değildir. Dilimiz; bilim ve sanat dili olmalıdır. Bilim ve sanat, insanlığın ortak dilidir. Bir tarafın algısı ve çalgısıyla söz ya da nesne üretemez. İster sanat ister başka bir alan olsun, her alanda bilim ve onun yolu dışında kurgulanan her sözde dik duruş, bir gün bükülmeye mahkumdur. Sanat ve sanatın çıktıları, tarihin en başından beri sürekliliğini korumuştur ama hiçbir öğreti ya da inanç, sürekliliğini koruyamamıştır. Bu açıdan bakıp şiirde değerler dizgesinin özellikle sorgulanması gerekiyor. “Cami ne kadar büyük olursa olsun imam bildiğini okur” diye bir ata sözümüz vardır. Ben ne dersem diyeyim; “Politik bilinç olmadan şiir yazılamaz” diyen bir akıl, sorgulama yapamaz. Ondan; çağdaş, aydınlık, sınırsız bir evrenin varlığını görmesini bekleyemeyiz. Saçmalığın, sanat felsefesi olarak ortalarda dolaştığı bir anlayıştan söz ediyorum. İşte bu noktadan hareketle, bu alanda paradigma değişimine yönelecek yeni bir bakış açısı üretilebilir mi? Yazın kültüründe dönüşüm gerektiren en önemli nokta burasıdır.

Şiiri salt dil konusu olarak gören edebiyat severlerin varlığı çoğunluktadır. Şiir, dil demek değildir; dil, şiirin yalnızca gerecidir.  Sanat alanıdır; dil sanatıdır ama dilin kendi sınırları içerisinde değerlendirilemez; sanat bilimiyle ele alınması gerekir. Şiir yazılarına baktığımızda, büyük bir çoğunluğu, dil ve dilin sınırlarını sorgulayan yazılardır. Oysa şiire sanat alanı gözüyle baktığımızda önümüze çok ayrıksı sorular çıkacaktır. Örneğin, her şeyden önce karşımıza bütün sanat alanlarının temel bileşeni estetik bilimi dikilecektir. Sonra insan bilimlerinden olan sosyoloji, psikoloji ve felsefe, temel uğraşı alanımız olacaktır. Dil-düşünce-akıl-sanat ve bilimin birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu net olarak söylemektedir. O zaman, “Şiir sözcükle yazılır, şiir duyguyla yazılır, şiirde anlam aranmaz, şiir yaşanır yazılır, şiir akıl dışıdır, şiirin ölçütü olmaz, şiirde duygular anlatılır…” gibi altı dolduramayacak tartışmaların yüzeysel söylemler olduğu ortaya çıkar. Şiirde propaganda dili, irşat dili kullanmak yerine sanat diline yöneliriz. Ayrıca, şiire ve şaire ödül, övgü ve yergi; biraz olsun anlam kazanır. “Körler sağırlar birbirini ağırlar” mantığından kurtulmak için bir basamak olur. Bunun yanında, okur odaklı, eser odaklı, şair odaklı veya izlenimci eleştiri mantığını bir kenara atıp öz ve içeriği, sanat değeri oluşturan ögelerde aramaya yöneltir. Kısacası, sanat ve insan ilişkisinde var olmayan yakıştırmaları bir kenara buruşturup atmamızı sağlar. Hiçbir şey söylemeyen, sanat değeri olmayan, duygu değeri taşımayan, öykünen ve alışılagelmişi bağıran şiir yazmaya paydos diyebiliriz. Artık çağdaş sanat anlayışı, doğayı veya nesneyi birebir tuvale yansıtmayı, öykünerek rastgele sözlerle dize kurmayı sanat kabul etmemektedir.

Şair ve yazarın, okur nezdinde saygınlığı nedir? Asıl sorgulamamız gerekense şairin, şair gözünde saygınlığı nedir? Açık sözlü olmalıyız. Dergi, kitap, gazete ve diğer yayın ortamlarında, yayımlanan bir yapıtın maddi ve manevi karşılığını alan kaç yazar vardır? Neden soruyorum bunları? Şairin, şaire saygısı yoksa, her fırsatta birbirlerine dilsel şiddet uyguluyorlarsa okurun şaire saygı duymasını bekleyemezsiniz. Yapıtını gönderdiği derginin editörü, yapıtını aldığına yönelik bildirimde bulunma inceliğini göstermiyorsa bu ortamın havasını koklamayan okurdan saygınlık beklememelisiniz. Şair ve yazar, yeni bir şeyler üretme çabası taşır. Üretirler de. Peki yapıtları, ne kadar saygınlık görür şair-yazarlar arasında, komüne kayıtlı değilse?

İyi yapıt, iyi bilgi ve yeni bilgiyi görmezden gelmek, salt bilgi ve yazar-şaire haksızlık değil, bütün insanlığa yapılmış bir haksızlıktır. İyi bilginin örtülü kalma gibi bir korkusu yoktur ancak geç kalınma sorunu vardır. Bilgiyi geç ayrımsamak ise sanatsal gelişimi geciktirir; bu da şairin bilinciyle ilgili bir durumdur. Şiir sanatında olduğu gibi eski çağ söylemlerine sığınıp yeni bilgiyi görmezden gelmek, şairin kendisine ve şiire yapabileceği en büyük kötülüktür. Yaşadığım bir örneği burada sizlerle paylaşayım: Kitabımda üç sanatsal kuram, bir teknik ve birkaç ayrıntılı inceleme ile birçok yeni sanatsal kavram/terim ileri sürdüm. Bunlar, Türk yazınında yer almamış yeni bilgilerdir. Özellikle lisansüstü düzeyde irdelenmesi gereken konulardır. Kitap yayımlanalı iki yılı geçmesine karşın ve kitabın sosyal medya sayfasında ülkemizdeki şair ve yazarların çoğunluğu ekliyken, ben şairim-yazarım-düşünürüm diyen bir kişi bile yorumda bulunamadı. Pek çok neden sayabiliriz ancak ilk neden, taraftarlığın şairde yarattığı kronik yaradır. Komüne kayıtlı değilseniz ağzınızla kuş tutsanız kimse görmez. İkinci nedense, bilgiye ve bilime karşı bilinçsizliktir. Türk sanatında daha özelinde Türk şiirinde, paradigma değişiminin gerekliliği buralarda kendini gösteriyor. Bilgiyi ve bilimi önümüze koymak; geleceğe yol almak için hantallıktan kurtulmak ve dinamik olmak gerek. Bu da ancak Türk şiirindeki bazı tabuların sorgulanıp yıkılmasıyla olasıdır. Ayrıca şunu da belirtmeliyim: Türk şiirinin önündeki en büyük engel Türk şairinin kendisidir. Türk şiirinde paradigma değişimi şairin değişimiyle başlayabilir; bu da birkaç kuşak gerektirir kanısındayım.

Sanatın tüm alanlarında olduğu gibi şiirin amacı, okura bir şeyler öğretmek, algısını güdülemek, düşüncesini değiştirmek, yapılandırmak veya dönüşüm yaratmak değildir. İnsanda duyarlılık yaratmak ve sevme duygusunu güçlendirerek yaşam sevinci doğurmaktır. Bilincini olgunlaştırmak ve sevgi kavramını bilincine yüklemektir. Oysa Türk şairi, okurun düşüncelerini yapılandırma kaygısı altında şiir yazmıştır ve halen büyük bir çoğunluk bu kaygıyla şiir/öykü/roman yazmaktadır. Sanatın işi, okurun inanç ve öğreti dünyasını düzenlemek değildir; ruh dünyasını düzenlemektir. Duyarlılık yaratarak okurda yaşam sevincini doğurmaktır. Öyleyse sanat adına taşıdığımız kaygı ve bakış açısı değişmelidir. Değerler dizgesi, değişmelidir. Sanatı daha özelinde şiiri, küheylan olarak gördükçe elinde kırbaçla dolaşan jokey çok olur. 

Özet olarak, Türk sanatı daha özelinde Türk yazını, bilimsel veri ve kuramlarla sorgulanmalı ve paradigma değişimini gerektiren değerleri olgunlaştırmalıdır. Yazın; toplum düşüncesinin, imgeleminin ve tasarım yeteneğinin önünde olmalıdır. Toplum düşünce ve düşünün önünde değilse kendi kendini öldürüyor demektir. Günümüzde olduğu gibi aktarma bilgiyle kendini var kılmaya çalışmak, yazının gelişmesine değil; öykünmenin kronikleşmesine yol açar. 10.02.2021

 

KENDİMİ YAZAYIM BARİ

 Sosyal medya, dergi ve diğer yayın organlarında, zaman zaman yazmak, yorum yapmak ve tartışmak durumunda kalıyorum. Dilimin döndüğünce sanat ve kavramlarını doğrusal mantık süzgecinden geçirerek anlatmaya çalışıyorum. Olması gerekene ve bakılması gereken açıya dikkat çekiyorum. Bu arada algı ayarı bozuk ve yargısı akort tutmayan tutumlarla sık sık karşılaştığım oluyor. Yaşama ve yazına bakışım gereği bir şairi ya da yazarı hedef alarak yermek ya da övmek benim işim değildir. Benim için kişiler konu değildir; imgeleme esas dünyası ve ürettiği sanatı esastır. Çabam, içinde yaşadığımız yazınsal sistemi ve kısır taraflarını sorgulayarak çözüm üretebilmektir.

Anladığım ve yazından takip ettiğim kadarıyla, yazdığım pek çok şeyin, doğruluk ve uygunluk değerinin hakkıyla ele alınmadığını düşünüyorum. Bir anlamda söylemek istediğimi anlatmakta zorlanıyorum. Bu yüzden, nasıl bir düşünce sahibiyim; olay ve olguları nasıl ele alıyorum; sanata ve yaşama neresinden bakıyorum; tarafım ya da tarafsızlığım hangi boyuttadır gibi konuları, biraz olsun açmalıyım ki basmakalıp düşüncelerle yargılanmak zorunda kalmayayım.

Biliyorsunuz ki algı, ilginç bir insan tepkisidir; önemli bir eşiktir. Algının uyarılması, sempati ve sevgi gibi olumlu duyguya gereksinim duyar. Bir tarafın yanında olmayan, olaylara nesnel ve tarafsız bakabilen bir göz; toplumumuzda ne yapıp ederse etsin yaptıkları, pek geçerli ve tatmin edici şeyler görülmez. Çünkü beklediğini söylememişsinizdir, doğruluğuna inandığı şeyi kökünden yıkmışsınızdır. Asıl sıkıntı, toplum nezdinde iyi yazar algısını doğurmak, bizim anlağımıza göre okurun ve sanatçının öğretisi/inancı tarafında olmaya bağlıdır. Düşüncesini desteklediğiniz sürece varsınız. Hemen kendinizle bunu test edebilirsiniz. Tarafın tarafındaysanız, sen en büyüksün; yorumun, bilgin ve söylemin her yer ve her zamanda geçerlidir; doğruluk değeri yüksek olsun olmasın, hatta çıplak yanlış olsun. Aklımız böyle çalışır. Ne yazık ki gerçek bilgiyle değil, söylemlerle kendine yön bulmaya çalışan insanların tipik özelliğidir bu. Bilginin yararını ve kullanılırlığını, sözde güvenilir kişilere onaylatıp ondan sonra kabul eden kolaycı bir tutumumuz ve güvensizliğimiz vardır. Sosyolojik bir tespittir; kabul eder ya da etmezsiniz.     

İşte ben bu tür durumların tamamıyla karşısındayım ve farklı düşünüyorum. Bu yüzden yanlış yargı ve yorumların, basmakalıp genellemelerin hedefi olmamak için, kendimi yazayım bari diye bu metni kaleme alıyorum; ne kadar dilim dönerse…

Dostlar benim dilim; bilim ve sanat dilidir. Bilim ve sanat, insanlığın ortak dilidir. Bir tarafın algısı ve çalgısıyla söz üretemez. Yargıya varmaz. İnsanın kişilik yapısından, yapıtın varlıksal yapısına ve kendi dünyasından okurun dünyasına kadar her şeyi ölçüp biçip bilgiye dökmek zorundadır. Bu, bizim köydendir; şu, bizdendir ödüncüne kaşıyalım; şu, bizden değil geç gibi bir yaklaşım içinde olamaz. Nesnel ve bilimsel verilerle yargıya yönelir. Eleştirecekse, eğrisiyle doğrusuyla inceler ve tarafsız verilere dayanarak eleştirir. 

Benim tarafım yoktur; öğreti ya da din gibi kişileri ilgilendiren durumları, yazın dünyama karıştırmam. Herkesin bir din algısı ve siyasi görüşü vardır elbet ama benim anlayışıma göre bunlar bilim ve sanatın içinde yer almamalı. Hayranı olduğum kişi yoktur. Sanatını beğendiğim kişi vardır ama izlediğim kişi değildir. Yeni şeyler söylemişse bilgisine saygım vardır; ilgiyle incelerim. Sanat dünyasından birini savunmak gibi bir görevim olmadığı gibi birilerini yermek/övmek gibi bir düşüncem, sempatim veya hayranlığım olmamıştır. Kişileri savunmak, adının gölgesinde eşelenmek ya da yermek, bana göre değildir ve bunları eleştiri sınıfına koymam. Yazın dünyasında kişiler hakkında eleştiri adı altında dedikodu yapmak, dilsel şiddete girer, diye düşünürüm. Kendi alanında iyi bir sanatçının tanınırlığını kullanmak; yetersizliğin bir sonucudur. Eleştiri yapıt için yapılır; kişi için değil; yazar, yapıtı açıklamak için incelenir.

Taraf olmanın sağladığı avantajla bugün edebiyat sektörünün köşe başlarında oturanlara, tarafsızlık ya da herhangi bir düşünce kalıbının içinde olmamanın nasıl bir şey olduğunu anlatmak olası değildir. Bunu biliyorum. Kendisini güncelleyemeyen yaşlı, tutucu ve bağnaz bir kuşakla iç içeyiz. Genellemelerle şiir sanatına yol çizmeye çalışan bir statükonun içinde filizlenmeye çalışıyoruz. Aslında bu sorunları görebilmek çok basit. Algılarınız güdülenmemiş ve koruyabilmişseniz bu ortamda, sağlıklı çözümleme yaptığınızda her şey ortaya çıkıyor. Tabi algılarınızın güdülenmemesi için bilgi ve bilimin analitik çözümü gereklidir. Mürit ya da taraftarlar, bu çözümü sağlıklı yapamadığı için bir başkasının fikirleri ile belirlediği kalıbın sınırlarını çiğneyemezler. Yani uygulayıcısı ve kölesidir. İster kabul edin ister etmeyin, mürit veya militan gibi din veya öğreti kalıplarına bağlı bilinçleri, köle bilinç olarak tanımlarım. Çünkü onlar, özgün ve özgür gibi görünmesine karşın çevresi sıkı bir çeperle kaplıdır ve istenenin dışına çıkamazlar. Beynimizin çalışma ilkeleri gereği bunun böyle olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum.  

Omurgalıydı, dik dururdu, şair duruşuydu, dindardı, direnişçiydi gibi söylemlere inanmam; bunu söyleyenleri ve bunlarla övünenleri çok basit bulurum. Bunu söyleyenler, kendilerinde olmayan bir şeyi var göstermeye çalışan kişilerdir. Verili kalıpları kendi yararına gereç olarak kullanan kişilerdir. Uzun zamandır kitap fuarları ve etkinliklerde, yazar ve şairleri yakından izliyorum. Onlarca yıl ülkenin her şehrinden binlerce genç ve aile yapılarıyla iletişim içinde oldum. Kahramanlık gibi algılanan bu tür söylemlere koşut şair ve yazar görmedim bugüne kadar. Sanatçının dik duruşunu, sanatında görebiliriz ancak; söylemlerinde değil. Bu yüzden en iyi şair, en iyi şiir yazandır; en devrimci şair, en yeni şiiri yazandır; birilerin kılıcını kullanan değil. Birilerin ürettiği düşünce üstünde fedailik yapan değil. En iyi şiir yazan da şiiriyle, yaşama bakışıyla ve duruşuyla övünmez; bunları okuruna ve geleceğe bırakır.

Sanatta, özellikle şiir sanatında magazinsel söylemlerden kurtulmak ve eleştiride dedikodu kültürünü yok etmek için, uzun bir çalışma ve araştırmanın sonunda Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemini ortaya koydum. Çok yeni bir teknik ve ayrıntılı bir sistem, daha da geliştirilmesi gerekir. Bunlar, bilimsel verilere dayalı çalışmaların sonunda ortaya çıkmış farklı ve yeni bir bakış açısı gösterir. Tabii ki bunların anlaşılması ve kullanılabilir bilgi olarak ele alınması, uzunca bir zaman gerektirir. Bu çalışmalardan sonra şairim veya eleştirmenim diyen çoğu kimseye inanmıyorum. Yaptığı iş önemlidir benim için. Metinlerine ve yaptığı sanata yazdığı şiire bakarım; dedikodunun dışına çıkabilmiş mi, tarihsel bilgiye yeni bir şeyler katabilmiş mi, büyük abilerinin söylemlerinden kurtulabilmiş mi, özellikle yaptığı iş öykünme mi, özgün mü, diye. Biliyorum ki çoğu şair ve eleştirmen, geçmişin bilgilerini ıslayıp ıslayıp önümüze sürerek bunları doğrulama ve paye kapma yarışındadır. Sanatın içinde bu tür çabalarla var olma peşindedir dağarcığı dar olanlar. Abarttığımı düşünmeyin lütfen, yazın dünyasına baktığımızda her bir sayfasında bu sıkı çabayı görürsünüz.  

Şiir bildirilerinin hepsini (manifesto) ve şiir yazılarının çoğunu, dikkate almıyorum. Şiirin biçimi, biçemi ve geleceği bildirilerle belirlenemez. Şiirin biçim ve biçemini çağın güncel kültürü ve bilgisi belirler. Yazınımızdaki şiir yazıları da şiire ve şaire çok şey katan türden yazılar değildir. Şiir yazılarının çoğunluğu, sanat bilgisiyle değil, şiir tarih bilgisiyle yazıldığından, öykünme ve yinelemenin ötesine geçmiyor. Hatta şiirin içinde olmaması gereken konularla şiir sanatı, çok fazla meşgul ediliyor ve anlamsızca yoruluyor. Yok mu iyi şiir yazıları; elbette var ama parmakla gösterilecek kadar azdır.

Siyasi görüşüm yok mu, elbette var. Çağdaş dünyanın çağdaş değerlerle yoğurdu insanın dünyasıdır benim siyasi görüşüm. Umarsız, çıkarsız, yararsız, salt insan için olan. Sağcıyım, solcuyum, devrimciyim, faşistim, kapitalistim gibi kavramlar benim dağarcığıma girmemiştir; bunlar, bana göre insanları yönetmek için dayatılmış düşünce kalıplarıdır. Aidiyet duygusunu doğurmak için sahte anlam yüklenmiş terimlerdir. İnsanı sınıflandırıp belirli kulvarda yürümesini sağlamaya çalışmaktır. Kısacası üst akıl, kendi amacını gerçekleştirmesi için insanda aidiyet duygusu oluşturup paye vererek onu bir köle olarak kullanmasıdır; bunun adı; militandır, mürittir, yol arkadaşıdır, dava arkadaşlığıdır vs. Gereksiz mi, hayır gerekli bir kurumdur, toplumsal döngüyü sağlamak için ama içinde çıkara yer vermeden. Bu olası mı? Günümüzde ve güncel insan algısıyla böyle bir siyaset olası değil, diye düşünüyorum. 

Yorum ve savlarım bir tarafa benzerlik gösterdi diye, herhangi bir aidiyet çemberine hapsedilecek kadar sığ olmadığımı belirtmek isterim. Doğruluk değeri yüksek olan neyse, odur. Aslında özgürlük dediğimiz kavramın ne olduğunu biliyorsak eğer, çağdaş bilince sahip bir insanın kendisini tanımlamak zorunda kalması, utanç verici bir durum olmalıdır; ne var ki gerçektir. Doğruya doğru, olması gerekeni söyler yazarım. Kimin hangi tarafta olduğu beni ilgilendirmez. Şiir sanatının duayenlerinin anlayacağı şekilde söyleyeyim bunu: Tu kaka ilan edilmişin yanında yardakçı ya da duayen kabul edilenin yanında yararcı bir çabam ve tutumumum olmadı, olamaz. Dilim, bilim ve sanatın dilidir. Toplam bilginin çözümlenmesidir. Dikkat ederseniz emeğe saygı gereği olmadıkça yazılarımın hiçbir yerinde tanınmış isim kullanılmamıştır. Türk şiiri veya sanatında şu anlayıştan hemen kurtulunmalıdır: Hiç kimse sizi elinizden tutup kürsüye çıkarıp adınızı ünlendiremez; yaranmaya çalışmayınız. Hiç kimse, sanatınız iyiyse sanatınızı sümen altına saklayamaz; kendinizi olduğundan farklı göstermeye çalışmayınız. Bu tür beklentiler, aşılmalıdır. Dergilerde, gazetelerde, şuralarda, buralarda kişiye yaranmak için ilginç tutumlar gördüm ki bunu dile getiriyorum. Şair ve sanatçı bireydir ve en temel özelliği, kendisine, bilgisine ve sanatına güveni olmasıdır. Değilse de böyle olmalıdır; aksi durumda sadece öykünür, sanat üretemez.

Bilim ve sanatın dışında, gerek öğreti kalıplarıyla gerek inanç gerekleriyle yola çıktığınızda elinizden gelen ve yapmak zorunda olacağınız şey, birilerinin aklına ve emirlerine hizmettir. Gerçek bilgi ve yaşam gerçeğine ulaşmak için bilim ve sanatın dili dışında size tarafsız bilgi veren hiçbir alan olmayacaktır. Kul olmanın düpedüz kişilik teslimiyeti olduğunun ayırdında olmayan ve militan olmayı yaşamın yüksek değeri sayan bir anlayışa, bunlar nasıl anlatılabilir ki? Söylediğim şeyleri, sözünü ettiğimiz bilinçlere ulaştırabilmenin bir yöntemi var mıdır, inanın ben de bilmiyorum. Zamanla insanımızda yüksek bilinç oluşacak ve illaki bunların ayırdına varacaktır, diye ümit edip kısa keseyim.

Her bireyin yaşama bakışı, beklentisi ve düşünce biçimi farklıdır. Yaşadığı, gördüğü, deneyimlediği ve aldığı bilgi ile bunlardan çıkardığı sonuç, farklı olacaktır. Aynı bilgiyi farklı biçimde yorumlayabilir veya çözümleyebilirsiniz. Bunu yaparken her düşünceye kulak vermek ve önyargıya saplanmadan tartışabilmek gerekir. Çözümleyici davranmak gerekir. Çağdaşlığın temeli, bana göre düşünceye saygıdan başlar, insana saygıyla taçlanır. İnsana saygı olduğunda pek çok sorun, kendiliğinden sorun olmaktan çıkacaktır. Benim için insan her şeyin üstündedir; düşüncesi geçersiz olsa bile.   

Sanat, ne dayatılan bir amacı gerçekleştirmek ne toplumu düzeltmek ne de toplum düzenini düzenlemek için yapılır. İnsanın yüksek değerlerini yüceltmek için yapılır. Amacı; neslin sürekliliği için yaşam sevinci yaratarak insanı en güzele yöneltmektir. Ne yazık ki şiir yazınımızda, şiirin özüne dokunan, şiir için önemli şeyleri ortaya koyuyor diyebileceğimiz metin bulmak çok zordur. İçeriği; dedikodu, genelleme, sataşma, hor bakma, yineleme ve övgü gibi magazinsel söylemlerdir. Bu yüzden çalakalem yazılmış şiir yazılarını, şiire yüklenen görev ve abartı yorumları dikkate almam. En çok yazı yazdığım konulardan biri de budur. 

Sanatçı, şair, yazar dostlarıma diyorum: Gelin bir de benim gözümden bakmaya çalışın dünyaya, insana ve sanata. Nasıl bir sanata ve nasıl bir insana varabiliriz, azıcık birlikte kafa yoralım. Barışın, gerçek insan olmanın ve insanca yaşamanın, kısacası “tam insanın” sırrı sanki burada duruyor. Ayrılmıştı, bölünmüştü, taraftı, devrimciydi, faşistti gibi söylemlerle suçlanan insanların; suçlamayı bırakıp kişisel aidiyet yanlışlarını onaralım. İnsanlığın; insanlığa hizmet eden bir bireyi olarak yola çıkalım. Savaşla, şiddetle, sidik yarışıyla, dedikoduyla tarihten bugüne kadar hiçbir sorun çözülememiştir. İnsanlığın geleceğini, bilim ve sanatın yarattığı yüksek değerde aramak zorundayız; bundan ötesi söylenegelen birer öyküdür. 5 Kasım 2020 Narlıdere/İzmir 

 


[1] Yaşlı düşünce; algı, anlama dolayısıyla yorum ve bilgi işlem yeteneğini kaybetmiş düşünce

[2] İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Remzi Kitabevi. 2. Basım 2011

[3] Katman; yapıtın nesnel ve duyusal varlık alanları tanımlamak üzere yapılardır. Anlam Katmanı, ses katmanı gibi…

[4] Ayrıntılı bilgi için, “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitap ve “Şiir/Sanat Çözümlemesi” isimli e-kitaba bakabilirsiniz. 

[5] “Dil çalışmaları” isimli deneme, İmgelem İmge-İmgelem isimli e-kitabıma alınmıştır.

[6] “Dil çalışmaları” isimli deneme, Ç. Türk Dili Dergisi Mart 2020 Sayı:385’te yayımlanmıştır.

[7] Y. Özmen, Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Trend Yayınları, 2018

[8] Ontik; Nesnel ve duyusal varlık katmanlarından oluşan, varlıksal

[9] İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp bütünleştirilebilir, hesaplanabilir.

[10] Şiir Çözümleme Tekniği, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı erekten gelecekteki anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm unsurlara kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunun ortaya konmasına yöneliktir.

[11] Katman, şiirin nesnel ve duyusal varlıklarını kendi özellikleri içerisinde bir grupta toplayan yapıdır.

[12] Tabaka, katmanları oluşturan nesnel veya duyusal daha alt varlık alanlarıdır.

[13] Eksen, sesin fiziksel özelliği gereği ses katmanının altındaki sınıflandırmadır. Tabaka teriminin işlevi ile aynıdır.

[14] Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap ve Şiir/Sanat Çözümlemesi (Denemeler-2) (e-kitap)’ne bakabilirsiniz. 

[15] Ayrıntılı bilgi için “İmgelem-İmge-İmgelem” isimli kitaba aşağıdaki bağlantıdan bakabilirsiniz.

https://siirsarniciyasarozmen.blogspot.com/2020/04/imgelem-imge-imgelem.html

[16] Takyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, 11. Baskı. Ayrıntısı bu kitaptadır. Bilginin aslı bu kitaptan alınıp yorumlanmıştır.

[17] Duygu yönetimi, sevgi gibi olumlu duyguları geliştirmek, yöneltmek ve bireyin yönetmesine katkıda bulunmak için özellikle aile ve okul eğitiminde ele alınması gereken bütünlüklü bilgi disiplininden söz ediyorum.

[18] çağrışım yelpazesi: şairin okuru yönlendirdiği çağrışım olanakları ve açısı…

[19] rastlantısal anlam: gerek çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı olarak oluşan ve okur imgelem olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına taşıyan anlam alanıdır.

[20] çağrışımsal imgelem: Okurun, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak, zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlar yaratma sürecidir. Şiirin iletileriyle okurda tetiklenen/yaratılan imgelemdir.

[21] çağrışım saçağı: Çağrışım saçağı, şiirin/yapıtın okurda çağrışım sonucu yarattığı imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir.

[22] İleten, Gencay Saylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, 5. Baskı 2016

[23] Şair şiirini yazarken okuru dikkate almaz” gibi delilsiz yargıyı bir kenara itmeliyiz öncelikle. Şiir; şair, okur ve yapıt üçgeninde bir değer olma ilkesine sahiptir; hiçbirini göz ardı edemeyiz.

[24] Daha açıklayıcı bilgiye ulaşmak için, İmgelem-İmge-İmgelem isimli e-kitaptaki “Dilsel Şiddet” ve Şiir Sanat Çözümlemesi isimli e-kitaptaki “Yazın ve Şiddet” başlıklı denemeleri okumanızı öneririm.

[25] Daha açıklayıcı bilgiye ulaşmak için, İmgelem-İmge-İmgelem isimli e-kitaptaki “Şiirsel Ezgi” denemesini okumanızı öneririm.

[26] Hakaretten sözlü saldırıya, küçümsemeden alaysamaya kadar varan davranış ve yazın dilidir.

[27] Deneme kitaplarım e- kitap olarak yayımlanmıştır. Yazın dünyasıyla ilgili olan çoğu adrese gönderilmiş ve bloğumda ve sosyal medya hesaplarında kayıtlıdır, ulaşılabilir.

[28] İleten, Gencay Saylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, 5. Baskı 2016

[29] İleten, İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Remzi Kitabevi, Kasım 2011

[30] Bütün sanat akım ve dönemlerini içine alan ancak çağdaş sanatın da ilerisinde; çağının bilgi, kültür, bilim, teknik ve metafizik bağlamında insanın düşünebildiği ve imgeleminde tasarlayabildiği bütünlüklü bir sanat anlayışıdır. 

[31] Gencay Saylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, 5. Baskı 2016

[32] https://www.iienstitu.com/blog/paradigma-nedir



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ (Sanatsal Denemeler-4)

Sanata Çözümlemeli Bakış, Sanatsal Denemeler-4, Yaşar Özmen       SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ   (SANATSAL DENEMELER-4)   Yaşar Özmen ...