Şiir-Sanat Çözümlemesi (Sanatsal Denemeler-2)

 
Yaşar Özmen, Şiir/Sanat Çözümlemesi







































































                 ŞİİR-SANAT ÇÖZÜMLEMESİ

 

                    (Sanatsal Denemeler-2)

 

                Yaşar Özmen

 

 

Kitap, Kapak tasarımı Y.Özmen

Sayısal Kitap Yayım Tarihi: 5 Mayıs 2020

ISBN No:978-605-74589-1-9

2. Sayısal Sürüm: Mart 2021

3. Sayısal Sürüm Ekim 2025

 

 

Yaşam Öyküm

 

1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1985’te Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1989’da Kara Harp Okulu Makina Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü, deneme ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır. Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisidir.

 

Yayımlanan Kitapları:

Bir Damla Suda Halkalar, şiir kitabı, Temren Yayınları 2018

Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, Trend Yayınları 2018

Şiir-Sanat Çözümlemesi (Sanatsal Denemeler-2), E-KİTAP, Ekim 2025

Dilhan, Belgesel Nehir Şiir, E-Kitap, Ekim 2025

Umut Bekler Bizi, Şiir, E-Kitap, Ekim 2025

UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne; MASAL DAĞI İsimli şiiri  17. Yunus Emre Şiir Yarışması Üçüncülük Ödülüne uygun görülmüştür.

ŞİİR SARNICI (e- dergi)’nın, kurucu, yayıncı ve yöneticisidir.

Sardunya Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve Nar Öykü/Şiir Seçkisinde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır.

AÜ AÖF Türk Dili ve Edebiyatı Öğrencileri “Edebiyat Çalışmaları Şiir Kitabı-1 de (Bir İdik Bin Olduk 2024 ) yer almıştır.

 

İÇİNDEKİLER                                                                   :

 

Giriş…………………….…………………………………………………………………..7

Kuram ve Yöntem…………………………………………………………………….8

Çözümsel Yaklaşım……………………………………………………………….…14

Sanata Çözümlemeli Bakış……………………………………….………………17

Yapıtın Sanat Değeri Ölçülebilir mi?...………………….………………….30

Şiir Çözümleme Tekniği…….………………...…………………………...…....36

Rastlantısal Anlam Kuramı………………………………………….…………..45

Çağrışım Katmanı……………………….…………….……………………….......55

Çağrışımsal İmgelem Kuramı…………….………………………….….........66

Rastlantısal İmgelem Tabakası…………………………………….…….....…73

Anlatım Katmanı………………………………………………………………….....79

Coşum Katmanı………………………………………………………………….…..88

Ses Katmanı…………………...........................................................102

Durumsal Estetik Değer Tabakası...………..……………………………...124

Şiir Eleştirisi ve Ödül İlişkisi………………………………………….……..…134

Eleştiriye Katlanamamazlık…………………………………………………...139

Şiir Eleştirisi ve Eleştirinin Eleştirisi…………………………….………….148

İyi Huylu Eleştiri………………….....................................................157

Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi…………………………………...….....163

Biçim Çözümlemesi ve Eleştirisi…………………..………………………..173

Eskiye Özlem…………………………………………………………………………183

Kendimle Söyleşi………………………………………………….….……………188

Örnek Şiir Çözümlemesi…………………………………………………..……214

  

Giriş

Deneme, nasıl bir türdür böyle? Herhangi bir yazın türüne sığdıramadığınızda adına deneme deyip geçiveriyoruz. Yetim bir tür gibi geliyor. Öyle olsa bile ben daha ciddi bakıyorum denemeye. İnsanın yaşam ve nesne ile ilişkisini en kolay ve özgür betimleyen bir tür bence. Özgür, dış kaygılardan uzak ve kuralların dikkate alınmadığı sınırsız bir ortam sunuyor yazara. Bu, düşündüğünü ve düşlemini özgürce ortaya koyabilmek demektir. Donanımlı ve yetkinseniz; sorunlara, sorulmamış derin sorulara yanıt arayan metinlere dönüşür yazınız. Değilseniz, magazinsel söylemler ve çerez bilgilerle doldurursunuz sayfaları. Her ne kadar kanıt kaygısı olmasa da en azından bir sorunu çözmeli ya da bir düşüncenin özünü görünür duruma dönüştürmelidir.

Her sanat yapıtı, yeni ve farkındalık yaratacak birçok şey söylemelidir okura. Dikkate değer birkaç şey söylemiyorsa susmalıdır. Bilgi o kadar yoğundur ki hangisini almalıyız konusu, gerçekten çağımızda önemli bir seçim sorunudur.

İmgelem-İmge-İmgelem (Sanatsal Denemeler-1) kitabı ve bu kitapta (Sanatsal Denemeler-2) yer alan denemeler, sanatla ilgili değişik konuları ele alıyor olsa da denemelerin çoğu, Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sisteminin anlaşılırlığını kolaylaştırmaya yönelik  açıklayıcı bilgi aktarımını amaçlar. Ayrıca, ileri sürdüğüm yeni bilginin anlaşılması için bazı konular birkaç kez yinelenmiştir.

Sanat; yeniye, yeniliğe, inanılmaza, olanaksıza, farklıya ve farkındalığa açılan edimler dünyasıdır. İnsanın özgün ve özgür yaşayabilmesi, kazanılmış insani değerler sisteminin güçlendirilmesiyle olasıdır.  Bu da, sevginin geliştirilmesi ve başat kılınmasıyla sağlanabilir. Olumlu ve sevme duygusu gelişmiş dünya insanlığına ulaşmanın sırrı, sanatın gizilgücünde saklıdır.               

Yaşar Özmen, Eylül 2025 Narlıdere

 

KURAM VE YÖNTEM

İmgelem-İmge-İmgelem isimli kitabımda kuramla ilgili birkaç denemem olsa da bu kitapta okuyacağınız kuramların daha net anlaşılabilmesi için açıklayıcı bir yazı daha yazma gereği duydum. Yaptığım araştırmalara göre kuram terimi, özellikle edebiyat biliminde rastgele kullanılan bir terim haline dönüşmüştür. Ne yazık ki bilimsel olabilme adına; yöntem, yöntemler topluluğu, bir konuyu açıklamak üzere tasarlanan kurgu, eleştiri teknikleri, teknik, yaklaşım biçimi gibi durumlar kuram terimiyle karşılanır duruma evrilmiştir. Salt günümüzde değil, 1800’lü yılların sonarlarına doğru batılılaşma çabalarının olduğu dönemde de sıradan yöntemler kuram diye isimlendirilmiş ya da bize sonradan öyle aktarılmıştır. Edebiyat biliminin üçüncü alanı olan edebiyat eleştirisi konusunda, öğrencisi olduğum fakültenin ders kitaplarını ve sunularını ayrıntılı inceledim. Ayrıca konuyla ilgili dokümanları kendi çabamla taradım. Kuramın kavramsal anlamını, oluş, işleyiş ve ürettiği sonucu dikkate alarak; sözlüklerin tanımlaması, internette ulaştığım bilgiler, öğrencisi olduğum edebiyat fakültesi ders kitapları, sosyal bilim alanında bilim unvanına sahip akademisyenlerin tanımlamaları; beni ikna etmiyor ve mevcut uygulamanın yanlış olduğunu düşündürüyor. Kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık bir kavram kargaşasının süregeldiğini görüyorum. Kuramın oluş, işleyiş ve sonuç sürecine baktığımda hem düşünce hem de de uygulamada üstünkörü bir yaklaşım olduğunu akademisyenlerin yazdığı metinlerden anlayabiliyorum. Denememde kaynak göstermiyorum. Çünkü referansım, aşağıda adı geçen fen bilimleri ve sosyal bilimlerinin çok iyi bilinen kuramlarıdır. Ayrıca eleştiri kuramları diye önümüze sürülen yapay yöntemleri somut örnek olarak da verebilirdim. Bunların kuram olup olmadığını; akademisyenlerin oturup tartışmadığını, hayran hayran baktığını dikkate alırsak, ayırdına varılamamış bir ayrıntının göz önünde durduğunu söyleyebiliriz. Örneğin ünlü bir eleştirmenimizin: “Her zaman tekrarladığım gibi, yapıtlar kavramlardan, kurallardan değil, kuramlar, kavramlar yapıtlardan doğar.” gibi saçma bir çıkarıma bile itiraz edilmediğine göre durum edebiyat literatürü açısından daha da sıkıntılı görünüyor.

Fen bilimleri hariç sosyal bilim alanlarında çalışanların; kendi bilim alanının yüceltilmesi uğruna kuram terimini olmadık yerde ve olmadık anlamda kullandıklarını, yöntemi kuram haline dönüştürdüklerini örnekleriyle gösterebilirim. Diyeceksiniz ki bu terim neden bu kadar önemli? Kuramı gerçek anlamında kullanmadığınız takdirde, yöntemlere kuram dediğiniz durumda gerçek kuramları saptayamazsanız, siz o ilgili bilim alanının köşe taşlarını yok saymış ve o ilgili bilim alanının gelişmesini engellemiş olursunuz. Sonra “Edebiyat bilimi gelişmez; çeşitlenir” gibi akıl tutulması bir ezberi kabul edip gezersiniz ortalıkta… Çünkü bilimler, kuramların ışığı huzmesinde kendine yön bulur, gelişir ve yeni bilgi üretme yeteneğine sahip olur. Örneğin yerçekimi kuramını bilmezseniz, belirlediği sınırları dikkate almazsanız, mutlakiyetine uyum sağlamazsanız; basit bir yatay atışta bile uygulanacak kuvveti hesaplayıp hedefi vuramazsınız. Sosyal bilimlerdeki kuramlar biraz daha esnek olmakla birlikte, konunun işleyiş ve sonucunu kanalize eden mutlakiyetlerdir. Kuramın temel ilkesi, sizin belirlediğiniz değil kuramın kanalize ettiği somut ya da soyut sonuçlardır. Sosyal bilimlerde siz sadece kuramın girdi parametrelerine müdahale edebilirsiniz.. 

Bir kez daha yineliyorum. Yöntemlere kuram dersek, kurguladığımız çözümsel yaklaşıma kuram dersek, sistem veya tekniğe kuram dersek; gerçek kuramlar ortaya çıkarılamamış olur. Kuramlar bir bilim alanının köşe taşlarıdır, ışıklarıdır, fenerleridir, yol göstericileridir, kılavuz çizgileridir. Kuramlara dayanmadan bilim alanının yeni bilgi üretme yeteneği kaybolur. Kuramlar saptanmadan, kuramların izinde hareket edilmeden o alanda yeni bilgi üretmek samanlıkta iğne aramak gibi bir duruma dönüşür.

Kuramın;  varsayım, bir konuyu açıklamak için yapılan kurgu, yöntem, yol, yordam, sistem ve teknik gibi yakın anlamsal terimlerden nasıl ayrılacağını dilim döndüğünce aşağıda açıklamaya çalışacağım. Saptadığım, adına kuram dediğim görüngülerin anlaşılabilmesi buna bağlıdır. Kuram terimi, fen bilimlerinde ayrı anlamda, sosyal bilimlerde ayrı anlamda kullanılıyor ve bu, bilim adına ciddi bir sorundur.

Öncelikle Kuramlar;

Yapılmaz, yapılamaz, yöntemler üst üste konulup oluşturulamaz. İlişkiler, parametreler  ve etkiler arasında zaten var olan bir olgudur, görüngüdür, süreçtir. Sadece varlığını saptayabilirsiniz. Doğa yasalarından kaynaklanan; bilgiler arası, sosyal ve insani ilişkilerin doğal süreçlerinden oluşan; gözlenebilir, genellenebilir, denenebilir durumlardır, ilkelerdir.  

Kuramların ürettiği sonuçlar bir yelpaze içinde kalır ve mutlaklık taşır. Fen bilimlerinde bunların yelpazesi daha dardır. Hesaplanabilir.

Kuramlar, kendi içinde var olan ilkeler bütününe göre çalışır. Her bilim alanında saptayamadığımız pek çok kuram olduğunu söyleyebiliriz.   

Kuramı; yöntem, yol, yordam, kurgu, sistem, teknik gibi sosyal bilim literatüründe yakın anlamda kullanılan terimlerden ayırmanın en belirgin özelliği şudur: Kuramlar yapılamaz, sadece saptanabilirler. İşleyişine ve sonuçlarına müdahale edilemez; sadece girdi parametreleri değiştirilebilir. Varsayım ortaya koyarsınız; kanıtlarsınız. Kanıtlayamazsanız çöpe atarsınız. Kuramların eskimesi diye bir durum söz konusu değildir. Örneğin yansıtma kuramı milattan öncesine dayanır. Eskimiş bir hali var mıdır?

Denenebilir olmalıdır. Farklı parametrelerle durum, tekrar tekrar işleme tabi tutulup sonuçlar kendi aralarında özdeş olmalıdır. 

Sonuçları genellenebilir olmalıdır. Sosyal bilimlerde sonuçlar, belli bir yelpazenin taradığı alanın dışına taşmamalıdır. Aynı ve farklı etkiler sonucunda, özdeş oluş, işleyiş ve sonuç vermelidir. Fen bilimlerinde ise sonuçlar, daha somut veriler sunabilir. Bir makinaya attığınız tahıl sapının işlem sonucunda saman ve türevlerinin elde edilmesi gibi genellenebilir bir sonuç olmalıdır. 

Kuramların işleyişinden doğan sonuçlar, doğrulanabilir olmalıdır. Farklı etkilerin karşısında oluşan tepki veya sonuç, kuram çerçevesinde ve etkisiyle oluştuğunun kanıtlanabilir olmasıdır.

Kuramların oluş işleyiş ve sonuçları gözlenebilir olmalıdır. Sosyal bilimlerde kuramlar genellikle soyut konulardır. Algı ,düşünme ve anlama gibi bilme etkinliğimizle bunları duyumsayabilir ya da gözleyebiliriz. Fen bilimlerinde ise sonuçlar daha belirgin ya da somut olabilir.

Bir konuyu çözümlemek ya da aydınlatmak için kurguladığınız yaklaşım biçimi, yöntem veya yöntemler topluluğuyla kuram oluşturulamaz. Eleştiri kuramı diye anlatılan yöntemlerin çoğu bu şekildedir. Kuramlar; durumlar, olgular, ilişkiler içerisinde zaten var olan görüngülerdir; saptanır ve bir durumu aydınlatmak üzere kuramın sonuçlarından yararlanılabilir; yansıtma kuramı gibi… Bir akademisyenin edebiyat kuramlarına ilişkin anlatımında gördüğüm için özellikle belirtiyorum. Yansıtma kuramı, eleştiri kuramı değildir; o kendi görüngüsü içerisinde bir sanat kuramıdır; eleştiride ya da sanat çözümlemesinde yardımcı olarak yararlanabilirsiniz. 

Kuramlar kanıtlandığında yasa niteliği taşırlar. Yöntem, insanın kurguladığı bir yoldur; kuram ise olay, olgu ve ilişkilerin etkileşiminden doğan doğal ve mutlakiyet taşıyan bir görüngüdür.  

Fen bilimlerinden, “Yerçekimi Kuramını ve Görelilik Kuramını” sağ elinize; sosyal bilimlerden, “Yansıtma Kuramını ve Nesnel Bağlılaşık Kuramını” sol elinize alıp tartıp biçip tanımaya çalışalım. Örneğin eleştiri konusunda yazılıp çizilen, yıllarca ders olarak okutulmuş kuramlar veya işletmede örgüt kuramları diye anlatılan kuramlar arasında; yukarıdaki verdiğim dört kuramla küçük bir özdeşlik, benzerlik, yakın nitelik bulabilecek misiniz? Kendi kendinize bunu test edebilirsiniz. Oluş işleyiş ve sonuçları bakımından bir özdeşlik, benzerlik bulabiliyorsanız o kuramdır. 

Ezber edindiği konulardan; gerek sığ bilgi kütlesine gerek kişisel hırslarına gerek yaygın görüşün verdiği cesarete sığınarak vazgeçmek; tersine bir sonucu desteklemek bilim adına olsa bile zor bir durumdur. Edebiyatın duayenleri, Cumhuriyet öncesinden beri bu şekilde ele almışlar durumu. Eleştiri konusunda yıllarca çalışmış, yapılamayacak bir durumu yapmış gibi göstermiş bir anlayışa bunları anlatmak elbette zordur. Her durumda her konuya her tür kılıf bulunabilir; sonuçta anlamı sündürülebilir ve açık dokulu bir kavramdır kuram. Bu yüzden, kemikleşmiş, kalıplaşmış, inanılmış, sorgusuzca kabullenilmiş bir durumun karşısında bilimsel olanını söylemenin çok bir şey ifade etmeyeceğinin de farkındayım. 

Kavramları ve bilimsel terimleri yerli yerinde kullanmazsak, kavramların anlamsal kapsamını ve hiyerarşisini doğru kurgulamazsak; üzerinde çalıştığımız bilgi disiplinini sağırlaştırırız. Madem edebiyat biliminin ikinci dalı edebiyat kuramları, fakültelerde edebiyat kuramlarıyla ilgili bir ders neden yok? Çünkü ülkemizde edebiyat kuramı saptayan bilim adamı yok; varsa da ben duymadım. Belli başlı kuramların çevresine yığdığınız yöntemlerle kuram oluşturduğunuzu sandığınız için yok. Eleştiri kuramları gibi, yöntem ve yöntemler topluluğuna kuram dediğiniz için gerçek kuramları saptayamazsınız. Yapılan en gözde akademik araştırmalar; yapılmışı, günün moda ithal terimleriyle irdeleyip geçmişe hayranlık katsayımızı artırma biçimindedir. Ya da başka bir soru sorayım: Madem edebiyat, aynı zamanda bir sanat dalıysa estetik bilimine başvurmadan eleştiri olur mu? Eleştirinin amaçlarından biri de yapıtın sanat değerini yani estetik değerini ortaya koymak değil mi? Sanat dediğiniz alanda estetik bilimini ders olarak okutmuyorsanız edebiyatçı, havanda su döven var yok arası bir durumda demektir.

İlgili bilim alanının kavramlarını, kavramların anlamsal kapsamını ve kavramlar arası hiyerarşiyi bilimler arası eşgüdümle sorgulayıp en uygun biçimde uygulamaya sokmak, akademik eğitimin temel görevi olmalı. Ne yazık ki mevcut durumu dikkate alırsak eğer, dilemek, seyretmek ve hayıflanmaktan başka yapacak bir şeyimiz yok görünüyor… 17.06.2025 Narlıdere

 

ÇÖZÜMSEL YAKLAŞIM

Evrende yapılamayacak hiçbir şey yoktur; yeter ki o konuda ve konuyu ilgilendiren alanlarda bilginiz yetkin olsun. Ölçülemeyecek hiçbir şey yoktur; yeter ki ölçü biriminiz ve aygıtınız uygun olsun.

Şiiri araştırma ve incelemeye başladığımdan beri yazınımızdaki şiir yazıları, şiir hakkındaki sorularımı yanıtlamaktan uzaktılar. Etkinliklerde, derslerde, dergilerde yapılan yorumların çoğu, şiir için etkili bir anlam içermediği, şiir sanatına yeterince katkısı olmadığı kuşkusunu uyandırdı. Özellikle Türk şiir yazınındaki deneme ve makaleler; ilgili bilimlerinin ilkelerinden uzak, olması gerekenin dışında yapay algı ve yargıya bağımlı, sıradan genellemelerden öte geçmediğini düşündürdü. Bu düşünceye dayanarak uluslararası yayınlar da dâhil olmak üzere şiir sanatıyla ilgili kaynak taramasına yöneldim. Ne yazık ki bunlar da kafamdaki soruları yanıtlayamadı. Bu ve buna benzer nedenlerle sanat bilimine (sanat felsefesi, sosyolojisi, psikolojisi, estetik bilimi) başvurdum. Araştırmalarım sırasında çıkış yolumu, Prof. Dr. İsmail Tunalı’nın “Estetik Beğeni” kitabındaki “Sanat eserini ontik bir bütün ve integral bir varlık olarak kavramak.” tümcesi gösterdi. Bu tümcenin açılımını burada yapmayacağım. Yapıtın Sanat Değeri Ölçülebilir mi? isimli denememde açıkladım. İlerideki sayfalarda okuyabilirsiniz.

Sevgili Sanatsever Dostlar.

Bir şeyi; öğrenmek, ölçmek, çözümlemek, eleştirmek, değerlendirmek, incelemek istiyorsanız o nesne ya da sistemi parçalara ayırmak zorundasınız. Sistemin her bir parçasını, ilgili bilimleriyle araştırıp, tartıp, ölçüp, deneyip sonuca gitmek zorundasınız. Sonra kendiliğinden, her parçanın sonuçlarını ve parçaların birbirleriyle olan ilişkilerini çözmeye yöneleceksiniz. Böyle bir yönteme başvurduğunuzda göreceksiniz ki şiir sanatında, şiiri öyküleştirmekten öte yol alınmamıştır. Bu yüzden şiire ilişkin yazılarımda, çok seyrek olarak kaynak ya da referans vermişimdir.

Başta yazdığım iki tümce benim ışığımdır. Her ne olursa olsun ölçülemeyecek hiçbir şey yoktur evrende; bu şiir olsa bile…  Sanatın/şiirin; değişkeni çoktur, organlar arası bağımlılığı yoğundur, algoritması karmaşıktır. Olsun. Tasarım, yaratıcılık ve analiz konularındaki deneyimsel bilgime, bilgi yönetimi ve bilginin teknolojiye dönüşmesi konusunda mühendislik becerime dayanarak bunları sizlere aktarıyorum. Duyumsadığım, düşlediğim, gördüğüm ya da uzun zamandır tasarladığım tümceler kuruyorum. Sanat, bununla birlikte şiir, öyle bir konudur ki insanın ulaşabildiği derinlik kadar derindir. Keşfi henüz yapılmamış pek çok yanı vardır; dipsiz kuyudur, sonsuza kadar da bu alandaki keşifler tamamlanamayacaktır. 

Bir yapıtı çözümlemek, eleştirmek ya da sanat değeri konusunda bir kanıya varmak istiyorsanız, yapıtı katman ve tabakalara ayırıp ilgili bilimleriyle ele almalısınız. İlgili bilimler sizi sağlıklı bir sonuca götürecek kadar gelişkindir. Sanattaki boşlukları da, iyi yanlarını da, anlamsız olanlarını da önünüze koyacaktır. Yeter ki kalıplaşmış bilgilerden kurtulup araştırmaya zaman ayırınız. Genelleme sözlerle, kulaktan dolma bilgilerle; ne şiir öğrenilir ne çözümlenir ne eleştirilir ne de yazılır. Bugüne kadar olduğu gibi önüne gelen “Ben de varım” diyebilmek için şiiri kişileştirip bir şeylerin uydusu durumuna düşürür. Şiirin yazılması ve öğrenilmesi, ne dil sorunudur ne de deneyimsizlik sorunudur. Şiir, sanat felsefesinin sorunudur. Bu da, ilgili bilimlerin eşgüdümünü gerektirir ve çok karmaşık bir yapı demektir. Bu karmaşa da, yapıtı ayrıştırıp bütün organlarını tek tek çözümlemeyi zorunlu kılar. 

Yapılamayacak hiçbir şey, ölçülemeyecek hiçbir etkinlik yoktur. Yeter ki konuya çözümlemeli (analitik) bir mantıkla yaklaşalım. Ayrıca sanatta sistem, yöntem ya da teknik; sınırlama anlamına gelmez, onun ayrıntılarını görmek için dinamik bir yol kazandırır. Akademisyenlere, şair ve yazarlara buradan çağrı yapıyorum. Sanata çözümlemeli yaklaşım için, ortaya koyduğum sanatsal kavram, kuram, sistem ve tekniklere el veriniz; bunların boşluklarını bulup geliştirelim. Kitabım ve denemelerimde dile getirdiğim; Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği, Rastlantısal Anlam Kuramı, Çağrışımsal İmgelem Kuramı ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi; rastgele ortaya atılmış bilgiler değildir. Bunlar, henüz başvuru kaynağı olmayan doktora tez konularıdır. Yapılmış, yazılmış şiirleri ve şairlerini incelemek; kalıplaşmış bilgileri her dönem yinelemek; bunları tez konusu olarak ele almak; sanatta gelişime katkı sunmaz; deneyimsel ve açık bilgidir. Türk sanatına evrensel boyut kazandırmak istiyorsak çözümlemeli bir yaklaşımla şiiri/sanatı ele almalıyız.  Çünkü şiir; hem akademik alanda hem olağan ortamda kimsenin sahiplenmediği bir çağı yaşıyor. 22 Ağustos 2022 

 

SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ

Öncelikle sanat nedir sorusuyla başlayacağım. “Bu soruya yanıt olarak dünya edebiyatında o kadar çok metin ve kitap yazılmış ki hepsini okumak için yaşamımız yetmez. Pek çoğu da sanatı bir kahraman olarak kullanıp üzerinde debelenmiş. Her bilgi saygındır; ne var ki bir sonuca götürmesi, yeniliğin önünü açması ve geçerli olması için birtakım verilere dayanmalıdır. Sanat açık dokulu bir kavramdır. Tanımlanması zordur. Değişkeni ve çarpanı o kadar çoktur ki bunların aralarındaki ilişkiyi çözmek kolay değil. Bu yüzden çoğu sanatsal metinde, sanatın bir yönü ya da bir alanı alınıp değerlendirilmiştir.

Sanat yazılarını genel anlamda taradığımızda çoğu, genellemeler üzerinden yanıt bulmaya çalışır bu soruya. Ne yazık ki bu tür genellemeler, ne sanata ne sanatçıya ne de yapıt üretimine kullanılabilir/işe yarar bilgi sunar. Örneğin “Şiir tanımlanamaz, ne kadar şiir varsa o kadar da tanımı vardır” gibi altı boş genellemelerle yazılanlar… Ben de varım diyebilmek için havaya salınmış metinler çoğunluktadır. Veri ve deneyime dayanılarak yazılanlar da var; bunların hakkını teslim etmeliyim. Yılların içinden süzülen bir birikim ve kazanım vardır; yadsınamaz. Bunlar, kendi değerlerini yaşamalı, yaşarken de daha iyisini ve yenisini üretmelidir.

Resim ya da şiir gibi bir sanat dalını ele alarak sanat nedir sorusuna yanıt aramayacağım. Sanat gibi karmaşık bir kavramı, bir dal üzerinden anlatmak biraz sığ kalır. Sanatı genel bir kavram olarak ele alıp sanat felsefesinin öngördüğü ölçütler kapsamında kendimce çözümlemeli bir yol izleyeceğim. Bu şekilde sanatın ne olduğunu daha kolay açıklayabilirim. Örneğin şiir; nedir, nasıl yazılır ve okurla ilişkisi nasıldır, sorularına bu çözümlemeden sonra daha kolay yanıt arayabilirim. Ayrıca sanata çözümlemeli yaklaşım; okura, yazara, şaire ne kazandırır; neyin önünü açar, sorularının yanıtını yazımın sonunda vermeye çalışacağım.

Sanat; sanatçı-yapıt-okur-ortam[1] dörtgeninde oluşan; ses, dil, ışık, hareket… gibi gereçler kullanılarak estetik değer yaratma çabası taşıyan, insan etkinliğidir. Burada sanatçı, okur ve ortam üzerinde durmayacağım. Sanatı anlatabilmek için özellikle temel öğesi olan yapıt üzerinde yoğunlaşmalıyım. Öyleyse yapıtın karnını deşip içinde neler var birlikte bakmalıyız ki sanatla ilişkisi olmayan bir okur bile ne söylediğimi anlayabilsin.

Sanatı genel anlamda sınıflandırırsak:

Dil Sanatları; şiir, öykü, roman, oyun, mektup deneme… Gereci dil olan sanatlar.

Görsel Sanatlar; resim, sinema, tiyatro, heykel, seramik…  Görüntü ve biçime göre oluşan sanatlar.

Ses Sanatları; şarkı, türkü, opera… Sesi, ezgiye dönüştürerek yapılan sanatlar.

Hareket Sanatları; dans, pandomim, halk oyunları… Harekete ve hareket biçimlerine dayalı sanatlar.

Karma Sanatlar; her ne kadar sanatı sınıflandırsak da bunlar çoğu zaman birbirleriyle iç içedir. Şiir, aynı zamanda sesi, sinema ise hem dil hem hareket hem de sesi birlikte kullanabilir. Ayrıca her sanatın kendine özgü bir dili ya da dilleri vardır. Resmin ışık, dansın hareket, müziğin ses, sinemanın; görüntü, ses, dil olduğu gibi… Kullandığı dil açısından ‘karma sanatlar’ diye de bir sınıflandırma daha yaparsak yanlış olmaz.

Sayısal Sanatlar: Altıncı bir sınıf daha var ki henüz tanımlanmamış ya da tanımlanması güç olan bir alan: Yapay zekâ veya sayısal teknolojilerin ürettiği sanat. Bunlar, insan üretimi olmadığı için sanat kapsamında düşünülmeyebilir. Ne var ki bu tür üretimlerin gerisinde yine insan zekâsı vardır; fotoğrafta olduğu gibi... Bu yüzden sanat kapsamına alınması daha mantıklı bir yaklaşım olur.  Bana kalırsa bunun adına da ‘Sayısal Sanatlar’ demeliyiz. Hologram, üst teknoloji aygıtlarının ürettiği görsel objeler, yapay zekâ çizimleri gibi…

Her sanat dalı, aynı ilkeler üzerinde yürüyen sürece ve aynı amacı taşıyan bir yapıya sahiptir. Aralarındaki ayrım, kullandıkları dil ve yöntemdir. Burada en ayrıcalıklı olansa dil sanatlarıdır; çünkü düşüncemizin göstereni olan dilimiz, onun temel gerecidir. Örneğin resmin gereci ışık olduğundan, ressam ikinci bir dili kullanmak zorundadır. Yani düşündüğünü ek olarak ışığa dönüştürmesi gerekir.

Hangi sanat alanı olursa olsun ortaya çıkan sonuç, gerekli sanatsal öğeleri taşıyorsa biz buna yapıt diyoruz. Öyleyse bir yapıtta en az neler bulunmalıdır?

Bilindiği gibi yapıtın, sanat felsefesine göre ön ve arka yapısı vardır. Bunlar, nesnel ve duyusal yapı diye de adlandırılır. Bir anlamda görünen kısmı nesnel, görünmeyip duyumsanan kısmı ise duyusal yapı olarak ele alınır. Yapıtın ne olup olmadığını anlamak için, nesnel ve duyusal yapı kavramlarını, zihnimizde çözmemiz ve yapıt üzerinde işlevleriyle birlikte görebiliyor olmamız gerekir. Örneğin insan bedenini bir sanat yapıtı varsayalım: Hücreler dâhil tüm organların oluşturduğu bütün bedenimiz, sanatın nesnel kısmını; bilinç, duygu veya ruh dünyamız ise duyusal kısmını içeren yapıdır. Yapıtta görünen ve görünmeyen her parça (öğe), bir bütünü oluşturur. Diğer deyişle yapıttaki katmanlar, bir sanat yapıtını oluşturur.

Yapıttaki öğeleri, katman; katmanın altındakileri de tabaka terimiyle tanımlayacağım. Öyleyse bir yapıtta bulunan katman ve tabakalar ne anlama geliyor? Katman; yapıtta birbirine benzer belirli özelliklerin, içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerinin bir arada bulunduğu, birbirleriyle etkileşim içinde olan ve birbirlerini var eden yapılardır. Örneğin biçim, anlam… katmanı gibi. Katmanların altındaki yapılarsa tabakalardır. Tersinden söylersem tabakalar katmanı, katmanlar bir bütün sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi… Bu durumda yapıtı; ağzı, dili, duygusu ve diğer organları olan bir beden olarak düşünebiliriz.

Sanat yapıtında bana göre olmazsa olmaz en az yedi katman vardır. Bunlar; Biçim, Anlam, Ses, Anlatım, Çağrışım, Coşum ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez; birbiri içine geçmiş ve birlikte yapıtı oluşturan yapıtaşlarıdır. Bir anlamda yapıtın dünyaya açılan yedi duyusu ya da yedi organıdır. Bunların öncelikleri ya da baskınlıkları, sanatın sınıfına göre değişebilir. Heykelde biçim öncelikliyken, şiirde anlam katmanı daha baskındır. Ayrıca sanatın türüne göre ek katman da tanımlayabiliriz. Örneğin roman ve öykü gibi sanatlar için ‘karakter yaratma ve karakterin betimlenmesi’ önemli bir konudur. En az yedi katmandan kastım, her yapıtta bunların mutlak varlığıdır. Heykelde ses katmanı olmamalı diyebilirsiniz. Heykelde ses katmanı olmalıdır. Heykelin size bakışında bir görünümü bir de sesi vardır; çığlık atıyordur ya da iç sesiyle size “Dokun bana” diyordur. Yani fiziksel olmasa bile duyusal olarak bir sesi vardır her yapıtın. 

Yapıtta bulunduğunu düşündüğüm katmanlar:

Biçim Katmanı: Her yapıtın bir biçimi vardır. Biçim, bazı sanat sınıflarında iskelet, bazılarında kılıf bazılarında ise devinim şeklindedir. Bir anlamda biçim, yapıtın taşıyıcı kabıdır. Yukarıda tanımladığımız altı katman biçim içinde/üzerinde konumludur. Biçimi bir torba gibi düşünürsek, içine doldurduklarımızla, torbanın aldığı fiziksel ve duyusal şekle, biçim diyebiliriz. Obje sanatlarında ya da hareket sanatlarında biçimin öne çıkan bir formu varken sinema ya da şiir gibi sanatlarda daha geri plandadır. Başka bir deyişle biçim, yapıtın tüm öğelerini bünyesinde konumlandıran bir yapı olmasına karşın bazı sanat alanlarında ön planda olmayabilir.

Anlam Katmanı: Sanatın hangi dilini kullanırsak kullanalım, ister hareketi ister ışığı ister çizgiyi ister sözü; yapıtta kullandığımız dil, bizim anlamlandırdığımız somut, sanal ya da soyut varlıklara dayanmak zorundadır. Bu da; her çizginin, her ışığın, her sesin, her dizenin, her hareketin bir anlam içerdiğini gösterir. Dilsel ve simgesel olarak yapıtta kullandığımız her şey, bir veya birkaç anlama yönelir. Dizede kullandığımız her sözcüğün kendi bağlamında veya kullanıldığı yere göre üzerine giyindiği bir anlamı vardır. Kaldı ki anlamı olmayan dize kurmak, olası değildir. Sadece algımızın alışkanlığı olan bütünlüğü oluşturmayabilir. Özetlersek, anlamın derinliği kadar da yapıtın ağırlığı olacaktır. Anlam, aynı zamanda diğer katmanlarla da ilişkilidir. Örneğin çağrışım katmanı; anlama, sesin anlamına, ışığın anlamına hareketin anlamına bağlıdır. Her katman açıklamasında yinelememek için bir kez söyleyelim: Bütün katmanlar birbirine bağımlıdır; birbirini kurar ve bir bütünlük oluşturur. Anlam, anlatım ve sesin bir bütün olduğu gibi…

Anlatım katmanı: Her yapıtın kullandığı dile bağlı olarak kendine özgü sınırsız bir anlatım tekniği vardır. Işıkla, hareketle, sesle ya da dille…  Anlatım, anlam ve sesle eşgüdümlüdür, aynı zamanda da eş zamanlı işler. Heykel, görsel bir anlatımı öne çıkarırken şiir, dilsel bir anlatıma yönelir. Sonuçta her yapıtın bir veya birkaç anlatım gereci ve düzeni vardır. Şiir, ses ve dili kullanırken sinema filmi, görüntü, ses, hareket ve ışığı anlatım gereci olarak kullanır. Anlatım, anlamı ne kadar güçlendirebilirse estetik değer de o oranda artar. Bütün sanatlar, anlatımın anlamı güçlendirmesi üzerine kurgulanmıyor mu? Bu yüzden anlatım; incelik, farklılık gerektiren, yapıta rengini ve tınısını veren bir katmandır.

Ses katmanı: Ses, anlam ve anlatımla bir bütündür. Özellikle dil ve ses sanatlarında… Bu bütünlük, duyarlılığı artırıcı bir güçtür. Sesin insan üzerinde yarattığı duygu değeri çok yüksektir. Yani duyusal ve anlamsal etkisi güçlüdür. Biçim gibi ses de fiziksel bir katmandır. Yapıtta sesten söz etiğimiz zaman, ezgiye dönüşmüş sesi anlatıyoruz demektir. Konuşmanın bile ezgisi olduğuna göre gürültü dışındaki her ses, kendi başına ezgi demektir. Müzikte başka, şiirde başka, resimde başka bir biçimde görünüşe çıkar. Sonuçta pandomim bile olsa kendine özgü bir sesi vardır. Anlam ve anlatımla uygun ve yetkin kullanıldığında, estetik değer yaratma gücü yüksektir. Müziğin ya da şiirin duyarlılığı artırması ve duygusallığı kolay tetiklemesi bundandır.

Yukarıda açıkladığımız dört katman, yapıtın fiziksel ya da nesnel katmanlarıdır. Bu aşamadan sonra anlaşılması ve anlatımı daha zor olan duyusal katmanları ele alalım:

Çağrışım katmanı: Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın verilerine dayanarak; kişinin bilgi birikimine, yaşamsal ve duyusal belleğine, izlerden yaşamsal birikime, oradan imge ve görüntüye, görüntüden imgelem[2]e ulaşan; insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin sınırsız eylemidir.

Sanatın temel taşıdır çağrışım. Amaç, çağrışımın güçlü ve çoğul olmasıdır. Başka deyişle kurduğumuz çağrışım çekirdeği[3], yarattığımız çağrışım yelpazesi[4] ve çağrışım saçağı[5]; ne kadar geniş bir alanı tarıyorsa/yayılıyorsa anlam o kadar derin ve çağrışım aynı oranda güçlü demektir. Gerçek anlamda, gösterenle gösterilen örtüşür. Bunun duygu değeri zayıftır. Oysa sanatta aranan ölçüt; değişmece, değinmece, benzetme, alışılmadık bağdaştırma gibi tekniklerle yapılan güçlendirilmiş anlamdır. Derin anlam, güçlü anlatım ve nitelikli ezgi; çağrışımın doğum yeridir. Bu yüzden sanatı sanat yapan şey, çağrışım yelpazesinin genişliği, uzunluğu ve çoğulluğudur. Çağrışım ne kadar çoğul ve güçlüyse imgelem yaratma yeteneği o oranda güçlüdür. Sanatı çözümlemede ya da ölçümlemede, temel ölçütlerimizden bir tanesidir. Yazınımızda üzerine gidilmeyen bir konu olmasına karşın eleştiri, inceleme ve sanat çözümlemesinde; önemli bir ölçüttür ve akademik olarak ayrıca ele alınması gereken vazgeçilemez sanat-insan ilişkisidir.

Coşum Katmanı: Coşum; yapıtın duyusal varlığından doğan, izleyicideki duygulanmanın, duyarlılık yaratmanın eylemsel sürecini içeren bir katmandır. Olumlu ve olumsuz her tür duygu durumunun taşkınlığa yönelme süreciyle ilgilidir. Bir başka deyişle, olumlu duygunun doğurulmasından taşkınlaşmasına kadar olan ruh durumudur. Yapıtın amacı, duygunun harekete geçirilerek taşkın diye belirttiğimiz kıvama dönüştürülmesidir. Görme, anlama, sezme ve kendini duyumsama gibi duyusal, bilinçsel ve ruhsal eylemler; duygu durumunun taşkınlaştığı, yani duyarlılığa dönüştürüldüğü zaman farkındalık kazanmaya başlar. İşte estetik beğeni dediğimiz olgu da bu aşamadan sonra işlerlik kazanır. Kısaca coşum, estetik beğeninin bir alt aşamasıdır. Coşumu; çekici görünüş, derin anlam, güzel anlatım, nitelikli ezgi ve güçlü çağrışım ortaya çıkarır. Yani yapıtın duygu değerinin okur duygularıyla bütünleşmesi sonucu doğan duygu durumudur. Yapıta giydirilmek istenen elbise ve yapılan makyaj, diğer söyleyişle sanatsal teknikler; coşumu en üst düzeye çıkarmak içindir.

Coşum, öznel bir durumdur. Çözümlemede, eleştiride ya da incelemede; öznel tutuma gebe oldukça fazla açık yan barındıran bir katmandır. Kişinin yaşamı algılama ve tutuş durumuna göre şekil alabilir. Kimilerin Nazım Hikmet Ran’ı şair olarak dikkate almazken Necip Fazıl’ı öncelemesi bundan kaynaklanır. Daha başka nedenleri de var ama konumuza bulaştırmayalım.

Estetik Katmanı: Yapıtta amaç, estetik değer yaratmaktır. Her sanat dalının temel yönelimi olabildiğince estetik değere sahip olmaktır. Estetik algı, estetik kaygı ya da estetik tavır diye adlandırdığımız insan-yapıt arasındaki ilişkiden doğan duyusal durum, estetik beğenidir. Beğeni, çok değişkenli bir insan eylemidir; kişinin yaşamında eriştiği, yaşadığı, özlediği, öğrendiği ve gördüğü tüm bilgilerin rol oynadığı duyusal bir sonuçtur. Ayrıca izleyicideki beğeni, kişi ve toplum bilincine göre de görecelidir. Sanatçı ve yapıtın amacı estetik beğeniyi sağlamak, izleyicinin amacıysa estetik yaşantıya girmektir. İşte bu karşılıklı ilişki, estetik bilimiyle açıklanabilir bir süreçtir.

Yapıt, estetik algı ve estetik değer yargısını gıdıklayabildiği, duyguları ve zihni estetik katmana taşıyabildiği kadar güzeldir. Sonuçta estetik değer; yapıttaki biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım ve coşumun görevdeşliğinden doğar. Beğeniyi, yapıtta mutlak var olan katmanların her birinin kendi içindeki güzelliği ile hepsinin bir bütün olarak görevdeşliği sağlar. Zihni ne kadar sarsıyor, aklı ne kadar sendeletiyor, duyarlılık ile duygusallığı ne kadar tetikliyor ya da ulaşılmazlığı ne kadar güçlü duyumsatıyorsa işte o gerçek bir yapıttır. Bu durumda yapıt, sanat değeri taşıyor ya da estetik değere sahip, diyebiliriz. Bir yapıt karşısında izleyicinin; aklının sarsılması, hayranlık duyması, ulaşılamazlık duygusuna girmesi; duygularının ele geçirilmiş olduğunu gösterir. Yapıtın amacı, izleyicinin duygularını ele geçirmek değil midir?

Sonuç olarak yukarıda açıkladığım yedi katman, bir bütünü oluşturur ve bu bütüne yapıt adı verilir. Bir şiir, öykü, tablo ya da opera gibi… Bu etkinliğin adı da sanattır. Her bir katman, ilgili olduğu bilimlerin ilkeleriyle incelenebilir, daha nesnel bilgilere ulaşılabilir. Anlam katmanı; anlambilim, göstergebilim ve dilbilim; anlatım katmanı, anlatıbilim; ses katmanı, sesbilimle…

Kısaca tanımlarsak sanat, sınıfına özgü diliyle estetik değer taşıyan ve estetik algıyı tetikleyen insan yaratımı bir etkinliktir. Dinamik ve açık dokulu bir tanımlamaya gidersek sanat; bilgi, yetenek, ortam ve sezgiye koşut, insan algı ve değer yargısı bağlamında belirli katmanların görevdeşliği ile biçem alan etkinlikler bütünüdür. Yapıt; hangi sanat döneminin, akımın ya da ekolün içinde doğarsa doğsun, sonuçta aynı katman ve tabakalar ile çağının ve değişimin öngördüğü ek katmanları içerir. Buna karşın sanat, dinamik bir yapıdadır; keşfedilmemiş sınırsız ve sonsuz bir hareket alanına sahiptir. Üretilen bilgi, kültür varlıkları ve zamanın aldığı değerler oranında gelişir/yenilenir.

Çözümlemeli Bakışın Getirisi

 “Sanata çözümlemeli bakış nelerin önünü açar” sorusunun yanıtını örnekleriyle görebilmek için şiir sanatını temel alacağım. Bütünlüklü ve insanlığa mal olmuş bir şiiri ele aldığımızda, şiiri oluşturan tüm katmanlar ve bu katmanların birbirleriyle ilişkisi çözümlenebilir. Her katman, kendini ilgilendiren bilim alanlarıyla değerlendirildiğinde şiir sanatı hakkında açığa çıkmamış boşluklar saptanabilir. Örneğin çok yerde yazılıp çizilmiş olan “Biçimi, öz-içerik oluşturur” söyleminin, eksik bir saptama olduğu ya da kullanılabilir bilgi içermediği görülebilir.

Öncelikle sanatı tüm varlık yapılarıyla görmemizi sağlar. Yapıttaki her katmanı, ayrı ayrı inceleyip aralarındaki ilişkiyi çözmemizi kolaylaştırır. Her şiirin yaşayan bir varlık olduğunu, belirli öğelerin görevdeşliğinden doğduğunu, yaşamla insan ilişkisinin bir göstereni olduğunu duyumsamamızı sağlar.

Şiir nasıl yazılır, yaratılır, hangi katman hangi katmanı güçlendirir, bunların görevdeşliğinden nasıl bir sanatsal değer elde edilir, sorularını aşama aşama inceleyerek “Sanat nedir” sorusuna daha kolay yanıt bulmamıza yol açar.

Sanattan söz ediyorsak amacımız, şiirin anlamsal değerini ortaya koymak değil; anlamın şiire kattığı sanat değerine karar verebilmektir. Anlam katmanını; anlambilim, göstergebilim, nörobilim, toplumbilim, ruhbilim gibi… ilgili bilimlerle ele alıp incelediğimizde, yapıtın sanat değerine katkısını daha kolay saptayabiliriz. Öyleyse şiirden ulaşılan ve duyumsanan anlamın, sanat değerine olan etkisini gösteren tanımlama ne olmalıdır, sorusuna götürür bizi. Şiirin sanat değerini tanımlamak için anlambilimin öne sürdüğü gerçek anlam, yan anlam, değinmece anlam gibi anlam öbekleri, amacımıza uygun veri sunmaz. Sanat değerini ya da niteliğini ortaya koyabilmek için bu anlam öbeklerinin dışında tanımlanması gereken başka bir yöntem ya da işleyiş var mıdır, diye araştırmaya iter. Örneğin bu soru, okurun algısı ve anlaması ile yapıtın ortaya koyduğu anlamın, beklenmeyen/kastedilmeyen bir sonuca yönelebileceği kuşkusunu doğurur. Şiirin imge gücüyle okurun ulaşacağı imgelem, her zaman imgenin sınırları içinde olmadığını biliyoruz. Yazılanla anlaşılanın, imgeyle imgelemin birebir örtüşmek zorunda olmadığını anlatıbilim de söyler. O zaman burada tanımlanmamış bir işleyişin varlığı önümüze çıkar. Bu işleyiş, nasıl tanımlanabilir? Yanıtlamamız gereken yeni bir sorudur.

Örnek olarak bu işleyişi özetleyeyim: Okur; kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve belleğine yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından beklenilmeyen imge, imgelem, olay ve görüntülere ulaşabilir.[6] Bu durum ratlantısaldır ve kuramsal bir süreçtir. Şiirle her okur arasında oluşan bir durumdur. İzlenebilir, denenebilir, genellenebilir ve aynı sonuçlara yönelen bir işleyiştir. Bu işleyişten, anlam katmanının altında yeni bir anlam tabakasının varlığı saptanabilir. Bunu, rastlantısal anlam tabakası ve aynı zamanda rastlantısal anlam kuramı[7] biçiminde ele aldım. Şiirin anlamı, okurun çağrışım yelpazesini ve imgelem yetisini ne kadar güçlü tetikliyorsa şiirden ulaşılan rastlantısal anlam o kadar iyi demektir. Bu durum, şiirin sanat değerine o oranda katkı yapıyor anlamına gelir.  

Şiirde ses katmanı; ritim, ton, vurgu gibi parçalarüstü sesbirimlerle geçiştirilir. Hatta yazınımızda, şiirdeki sesin ayrıntılı ve ilgili bilim alanıyla incelenmiş bir kaynağı yoktur. Aslında sesin, şiirin anlam değerinden daha fazla duyguyu tetikleme gücü vardır. Buna bağlı olarak sanat değerini daha da güçlendirme olanağına sahiptir. Sesin şiire kattığı sanat değerinin göz ardı edilmesi, ezberci ve usta çırak yöntemiyle şiire yaklaşmamızdan kaynaklanır. Çözümlemeli bir bakışla ele almış olsaydık bu ayrıntılar bugüne kadar geliştirilir ve yazınımızda yerini alırdı.

Şiirin sanat değerini ortaya çıkarmamıza yarayan bir diğer konu ise çağrışım katmanıdır. Çağrışım, her sanat yapıtı karşısında izleyicide oluşan bir eylemdir. Bu eylem başlı başına bir araştırma konusudur. Yapıt karşısında oluşan çağrışım sürecini incelediğimizde yanıt bekleyen pek çok soru ortaya çıkabilir. Her imge, her okuru imgelem sürecine sokar. Her yapıt her okurda farklı çağrışımlara yol açar. Öyleyse “Burada kuramsal bir işleyiş olmalıdır” kuşkusu doğar. Amacımız sanatsal bir sonucu ortaya çıkarmaksa kuramsal işleyişin nedenlerini ve etkilerini ortaya koymamız gerekir.

Çağrışım, gerek şiir dili tekniği gerek doğrudan gönderme gerek imge gibi yöntemlerle yapılsın; bellekte, bilinçte ve bilinçaltında var olan bilgileri uyararak okura yeni imgelem olanakları sağlar. Okurun yaşamsal izlerini ve değerlerini kurcalayarak, okurda öne çıkan bilgilerle yeni anlam alanları yaratır. Bu alanlar, çağrışımsal imgelem alanlarıdır ve sanat değeri konusunda önemli veriler sunar. Tanımlanması ve ayrıntılı incelenmesi gereken bir işleyiştir. Çünkü, çağrışımsal imgelem kuramı; insan ve yapıt arasındaki etkileşimin doğal ve mutlak bir sürecidir. Benzer etki-tepkiden benzer sonuçlara yönelir.

“Sanata çözümlemeli bakış nelerin önünü açar” sorusunun yanıtını, daha fazla uzatmadan ulaşabildiğim bilgi ve sonuç kapsamında özetleyeyim:

* Açık kapı bırakmayan, öznelliği en az düzeye indiren, dinamik bir şiir/sanat çözümleme tekniği,

* Katmanların incelenmesi sonucu, yeni kavram ve sanat terimlerine ulaşılması; çağrışım çekirdeği, çağrışımsal imgelem, durumsal estetik değer gibi,

* Rastlantısal anlam kuramı ve çağrışımsal imgelem kuramı gibi sanat değerini saptamaya yönelik iki kuram,

* Katman yöntemiyle işleyen, dinamik, ilgili bilimlerine dayalı, her sanat türü için geçerli, öznelliği en az düzeyde tutan bir eleştiri sistemi,

* Ayrıca sanatın hangi dalı olursa olsun öz-içerik-biçimi konusunda genel bir görüş verdiği gibi uygulaması ve yaratımı hakkında daha somut veriler,

* Şiirin sağından girilir, solundan girilir, şöyle yazılır, böyle yazılır gibi genel söylemleri bir kıyıya itip şiir nasıl yaratılır sorusuna altı dolu yanıtlar sunar.

Bunlardan sonra ayraç içinde şunu da belirtmeliyim: “Kuramsal bilgiyle iyi şiir yazılamaz” anlayışıyla yetişmiş ve ısrarla bunu savunan bir şair ve akademisyen, bu bilgileri önemsemeyecektir. “Yeni bilgi, sanatsal kavram ve terimler; bu tür bilgi ve yaklaşımla üretilebilir, sanat dünyasına kazandırılabilir” önermesi kanıtlanmış olsa bile bugün için önemli bir sonuç doğurmayacağını ilk bakışta görebiliyorum. Bilgi, kullanılabilirse geçerli ve değerlidir. Bunun yanında yeni bilgiyi kullanabilecek donanım gerekir. Amacımız, “Üzüm yemek mi yoksa bağcı dövmek mi?” tam anlamıyla bunu şiir dünyamızda saptamış değiliz. Öyle bir sanat kültürüne sahibiz ki neyi neden ve nasıl yapacağımıza değil; yapılmışa öykünmek dışında yeni bir tutum geliştirecek gücümüzün olmadığını düşünüyoruz. Oysa bugünün beyni öylesine çok, öylesine güçlü bilgiye sahip ki bunları örgütleyip kullanabilse…

20 Nisan 2022, Narlıdere

 

YAPITIN SANAT DEĞERİ ÖLÇÜLEBİLİR Mİ?

Prof. Dr. İsmail Tunalı, Estetik Beğeni[8] kitabında şöyle bir tümce kurar: “Sanat eserini ontik bir bütün ve integral bir varlık olarak kavramak.” Ontik (varlıksal) bütünlüğü, ontolojik estetik araştırmaları da söyler. Bir yapıtı, “İntegral bir varlık olarak kavramak” sözüyle ne anlatılır? Bu konuyu açıklığa kavuşturamadığım için beni uzun süre düşündürdü ve araştırmaya itti. Araştırmama karşın “İntegral bir varlık olarak kavramak” sözüyle neyi kastettiğini hiçbir kaynakta bulamadım. (Bir yerlerde mutlaka vardır.) 

İntegral, Türkçeye aynı kitapta ‘bütünsel’ anlamında çevrilmiştir. İntegrali, bütünsel anlamında ele aldığımızda tümcede bir yineleme oluyor. Bu yineleme olamayacağına göre altında başka bir şey olmalı” kuşkusunu doğurdu. Çeviri yanlışı olabilir mi, diye düşündüm.

İntegral, matematiksel bir terimdir. Karmaşık işlemlerin, diferansiyel denklemlerin çözümünde kullanılan bir yöntemdir. Başka bir söylemle, “Bir ya da birden fazla fonksiyonu ve bunların türevlerini ilişkilendiren işlemlerde kullanılan karmaşık bir çözüm yoludur.[9]” Herkesin anlayabileceği şekilde açarsak integrali, mevcut ölçü birimleriyle ölçemeyeceğimiz bir alanın ölçülmesinde kullanılan bir yoldur, diyebiliriz. Estetik değer veya sanat değeri, oldukça karmaşık ve çok değişkenli bir fonksiyondur. Bu, ancak integral gibi bir yöntemle çözümlenebilir.

Ontolojik ve psikolojik estetik araştırmaları, sanat yapıtının varlık tabakalarından oluştuğunu; bunların, nesnel ve duyusal alanları olduğunu söyler. Duyusal alanı, reel ve irreal alan olarak ikiye ayırır. Bunda bir sıkıntı yok, tanımlanabilir şeyler. Kolaylıkla anlaşılabilir kavramlar. Ancak integral sözcüğü, neyi veya neleri kapsamaktadır? Sanatla ve estetikle ilişkisi nedir?

İntegralin en önemli özelliği, yukarıda da açıkladığım gibi, mevcut ölçü birim ve aygıtlarıyla ölçülemeyen hesaplamalarda kullanılan bir yöntem olmasıdır. İşte ayrıntı buradadır. Sanatla ve estetikle ilişkisini buradan yola çıkarak kurmalıyız. Yapıtı integral varlık olarak kavramak derken, matematik bilgime dayanarak, yapıtın estetik değeri buna bağlı olarak da sanat değeri ölçülebilir, demek istediği sonucuna götürür. Ya da ben öyle bir sonuç çıkardım. Aşağıda açıklayacağım sonuca göre haklı olduğumu gördüm. Bu tümce, en azından dünyada denenmemiş bulgulara ulaşmamı sağladı.

Şimdi, çoğumuzun uzak olduğu bilimsel terimleri bir yana bırakalım. Bu tümce, neyin önünü açar, neler getirdi, sorusuna bakalım. 

Araştırma ve okumalarım; sanat yapıtındaki varlık katmanlarının tanımlanabileceğini; bunların sanat bilimiyle çözümlenebileceğini; aralarındaki ilişki ve görevdeşliğin saptanabileceğini; daha nesnel bir estetik yargıya varılabileceğini; sanat değerinin daha nesnel hesaplanabileceğini; bunlar için farklı yöntem ve tekniğin geliştirilebileceğini; gösterdi. Buradan, “Biz bir sanat yapıtını, öznelliği en aza indirerek daha nesnel bir biçimde nasıl çözümleyebiliriz, eleştirebiliriz” sorusu, karşımıza çıkmış oldu.  

‘Dünyada ölçülemeyecek hiçbir şey yoktur; yeter ki ölçü aleti ve ölçü biriminiz uygun olsun. Yapılamayacak hiçbir şey yoktur; yeter ki bilginiz yetkin olsun.’ Olay ve olgulara bu mantıkla bakmak gerektiğine inanırım.

İşte, ‘Şiir Çözümleme Tekniği[10]’, diğer adıyla “Sanat Çözümleme Tekniği” bu düşüncenin sonucunda ortaya çıkan bir çözümleme sürecidir. Süreci kısaca tanımlamak dışında ayrıntıya girmiyorum. Bu teknik, bütün sanat dallarının eğitiminde, çözümünde ve eleştirisinde kullanılabilecek bir sisteme sahiptir. Bu yüzden, Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği olarak da isimlendirilebilir.

Şiir, çoğu sanat dalının varlık yapısını üstünde taşır. Biçim, anlam, anlatım, ses gibi... İkincisi, gereci dildir ve dili birinci elden kullanan bir sanat dalıdır. Örneğin resmin gereci, ışık ve buna bağlı olarak renktir. Dolayısıyla resmin sanat dili, ikinci bir dildir. Bu yüzden, bu çalışmayı şiir sanatı üzerinde yapmanın, daha ayrıntılı ve kapsayıcı olacağını düşündüm.

Sanat Çözümleme Tekniği, katman yöntemiyle şiirin nesnel ve duyusal varlık alanlarının incelenmesi esasına dayanır. Şiirde olmazsa olmaz en az yedi katmanın varlığı üzerinden hareket eder. Bunlar; biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanlarıdır. Örneğin anlam katmanını incelerken bunu alt birimlere ayırmak gerekir. Anlam bilimde, gerçek anlam ve yan anlam açılımı gibi…  Ben de bu incelemede tabaka veya eksenlere ayırdım. Örneğin, anlam katmanında ‘üst anlam tabakası’, gerçek anlam tabakası veya ses katmanında ‘tonlama ekseni’, ‘ezgi ekseni’ gibi. 

Yedi katmanın incelenmesi ve açılımlarını yaparken sanat literatüründe tanımlanmamış iki kurama ulaştım. Bu kuramlar; insan beyninin çalışma sistemi, sosyal bilimler ve estetik biliminin ilişkisinden ortaya konmuş sonuçlardır. İnsanla yapıt arasındaki ilişki esnasında mutlak yaşanan, ancak sanat literatüründe tanımlanmamış oluş/işleyiş/olgulardır. 

Birinci kuram; ‘Rastlantısal Anlam Kuramı’dır. Anlam katmanında, rastlantısal anlam tabakasını incelerken rastlantısal anlamın bir kuram olduğu; denenebilir, izlenebilir, genellenebilir bir süreç olduğu sonucuna vardım. Bu tabakada iki durum vardır:

İlki, yapıtın okurda nasıl bir anlam oluşturduğunun tanımlanmasıdır. Yapıta verilmek istenen anlam ile okurun anladığı şey, her zaman birebir değildir. Okurun ulaştığı anlam alanı; daha geniş olabilir, daha çoğul bir olay olguya yönelebilir, daha dar olabilir veya yakınlık taşımasına karşın ilgisiz olabilir.  İşte burada okurun ulaştığı anlam alanı, rastlantısal bir özellik taşır. 

İkincisi; yapıtın bugünkü anlamsal değerinin gelecekte gelişen bilgiye göre farklı değer alabilecek olmasıdır. Anlam genişlemesine uğrayacak olmasıdır. Rastlantısal anlam kuramı, bu iki olguyu yanıtlayan bir süreçtir.

Diğer kuram ise Çağrışımsal İmgelem Kuramı’dır. Çağrışım katmanını alt tabakalara ayırdığımda, sanat yapıtıyla insan ilişkisinden doğan daha geniş boyutlu bir sürecin olduğu sonucuna ulaştım. Çağrışımın okurda yaratmış olduğu imgelem yelpazesi, yapıtın varlık katmanlarının gücü ve duygu değerinin yüksekliğine bağlı olduğunu gördüm.

Kuramlar ne işimize yarar? Aslında bu kuramlar, bütünlüklü bir sistemin alt parçalarıdır.  Bunları anlamanın yolu, sanatta var olan katman ve tabakaların incelenmesinden geçer. Bana göre bu kuramlar, sanatın öğrenilmesi, üretilmesi, eleştirilmesi ve sanat değerinin ölçülmesinde kullanılacak temel yollardan bir kaçıdır.

Özetlersek; Rastlantısal anlam kuramı, yapıtın okurda yarattığı etkiyi belirlemeye yöneliktir. Çağrışımsal İmgelem Kuramı, sanatçının yapıtta yarattığı sanat değerini belirlemeye yöneliktir. Denemenin kapsamı bakımında bunları burada açıklamayacağım. İlerideki sayfalarda daha ayrıntılı açıklanmıştır.

Yukarıda özet olarak açıkladığım çözümleme tekniği, kuramlar ve inceleme sonuçları; dil sanatlarında yeni bir sistemin daha önünü açmıştır. Bu da Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi’dir. İzlenebilir, denenebilir, genellenebilir bir yapıya sahip olduğu için, ben buna, Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi diyorum. Eleştiri sitemi, eleştirmenin öznel alanda hareket etmesini sınırlıyor ve olabildiğince delilli estetik yargıya varmasını sağlıyor. Şöyle de diyebiliriz: Eleştirmeni, sanat bilimi ve diğer bilimlere başvurmak zorunda bırakıyor. Sonuç olarak, sanatı; salt sanatın içinde değil, diğer bilim alanlarıyla eşgüdümlü ve eşzamanlı incelenmesini gerekli kılıyor. Bu durumda hem sanatı öğrenirken hem üretirken hem eleştirirken hem de estetik değerini belirlerken, ayağı yere basar verilere yöneltiyor. Örneğin şiirin estetik değeri hakkındaki yargı, incelemede ortaya çıkan kanıtlara bağlıdır. Öznel yargı gereken durumlarda ise, yine şiirin varlık katmanlarındaki bulgular ile kuramların sağladığı veriler, eleştirmenin şiir hakkındaki toplam kanısını oluşturuyor. 

Bunlar, şiirle/sanatla ilgili yeni bir sistem, yeni bir yaklaşım ve yeni bir bilgi kütlesidir. Sanatta denenmemiş bir teknik, bilinmeyen kuramsal süreçlerdir. Yanlışı da olsa, noksanı da olsa, bugüne kadar ortaya konmuş en yeni bilgilerdir. İncelenmesi, araştırılması, denenmesi ve diğer bilimlerle ele alınması gerekiyor. Benim gözümden olan kısmı, tamam olabilir ama göremediğim veya bilgi noksanım olan değişkenler gözünden de incelenmelidir. Bir kişinin üstesinden gelemeyeceği kadar çok değişkene sahip bir konudur. İrdelenmesi, geliştirilmesi, farklı disiplinlerin gözünden yaklaşılması; hem kuramsal hem de uygulamada Türk Sanatına önemli katkı sağlayacağını düşünüyorum.  Bunlar; öğrenme, inceleme ve yeni bilgilerin altında yatan gerekçeyi anlama çabası taşıyan; araştırmacı, eğitimci, şair ve yazarları beklemektedir.   22 Temmuz 2021

 

ŞİİR ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ  

Şiir çözümleme tekniği, aynı zamanda ‘Sanat Çözümleme Tekniği’dir. Her sanat dalına uygulanabilen dinamik bir yapıya sahiptir.    

Şiir Çözümleme Tekniği, sanat yapıtının ontik[11] bütünlüğü ve integral[12] yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir. Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.

Bağlayıcı ve sınırlayıcı bir tutumu yoktur; çözümleyiciyi olabildiğince nesnel dayanaklarla şiiri incelemeye yöneltir. Şiirin varlık katmanlarını sanat bilimi açısından çözümler ve aralarındaki ilişkiden yapıtın sanatsal değerini ortaya çıkarmaya çalışır. Ayrıca, tüm sanat yapıtlarının çözümlenmesi ve incelenmesi için bir yöntem ortaya koyar. Bu yönteme dayanarak ‘Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi’ni önerir. Öznel eleştiriyi öteleyerek daha ayakları yere basar nesnel eleştiriye sistemli bir gidiş yolu belirler. 

Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Ses, anlam, anlatım gibi…

Tabaka, katmanın alt birimidir. Katman iç yapısını daha özelleştirebilir birlikteliklerdir. Anlam katmanı altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam tabakası gibi…  Tabakalar birleşerek yapıttaki bir katmanı oluştururlar.

Eksen ise sesin fiziksel yapısı gereği, şiirin ses katmanı altındaki ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses katmanında kullanılan bir terimdir. Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi… Tabaka ve eksenler katmanı, katmanlar bir bütün sanat eserini var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi…

Katmanlar, aynı zamanda birbirinden ayrıştırılabilir, belirli disiplinler altında ele alınabilir ve kendi içinde tanımlanabilir özellikler olarak düşünülmektedir. Örneğin ses katmanı; ses bilimi, estetik katmanı ise estetik biliminin öne sürdüğü ilkelerle incelenebilir alanlar olarak ele alınmalıdır. Bunlar, sadece nitelik ve nicelik bakımından ayrıştırılmış alt yapılardır; birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğuramazlar.

Bir şiiri oluşturan ve birbirine kenetleyen katmanlar;

· Biçim Katmanı,

· Anlam Katmanı,

· Ses Katmanı,

· Anlatım Katmanı,

· Çağrışım Katmanı,

· Coşum Katmanı

· Estetik Katmanı

Bunlar, şiirin dünyaya açılan yedi duyusudur ya da yedi iletim organıdır. Hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır. Bunların birleşiminden şiirin ön ve arka yapısı oluşmaktadır.

Katman yöntemi, her sanat dalını çözümlemek için kullanılabilir bir genellik taşır. Sanat türünün özelliğine göre ek katmanlar tespit edilebilir. Örneğin resim alanında bir tabloyu çözümlemek istiyorsak, ‘perspektifi’ ek bir katman olarak ele alabiliriz. Veya roman sanatında karakter yaratmayı bir katman olarak belirleyebiliriz. Diğerlerinde olduğu gibi bu katmanları kendi disiplinleri altında inceleyerek yapıtı çözümleyebiliriz, eleştirebiliriz. 

Günümüzde şiir çözümlemelerinde belli kuram ve ölçütler temel alınsa da çözümleyicinin deneyimi ve şiir anlayışı ön plandadır. Öznel yargının ağırlıklı olduğu inceleme veya çözümlemeler; şiirdeki dilsel, sanatsal, anlam, anlatım, ses ve çağrışım gibi değerleri ortaya koymakta yetersiz kalırlar. Daha doğrusu verimli bir sonuç üretmesi olası değildir. Şiire hangi tür eleştiri kuramı, hangi sanat anlayışının verileriyle yaklaşırsak yaklaşalım, şiirin dilsel ve sanatsal değerini ortaya çıkarmak oldukça zorlu, çok parametreli bir yoldur. Şiir, öyle kolaylıkla ölçülebilir ve tartılabilir değildir. Toplumsal değerler, zaman, coğrafya ve kişisel algı ile yargılara göre değişik anlam gösteren açık dokulu metinler olarak karşımıza çıkarlar.

Yukarıda belirtiğim katman ve tabakalar, bir şiirde mutlak var olan ve açıklama gereği duyulan varlık alanlarıdır. Eleştirmen ve çözümleyici şiir çözümleme tekniğini kullanabilmesi için; dilsel, bilimsel ve şiirsel donanıma sahip olmak zorundadır. Örneğin çözümleyici, estetik katmanını inceleyebilmesi için estetik bilimini, coşum katmanını inceleyebilmesi için bilişsel psikoloji ve sosyolojinin temel kuramlarını bilmesi gerekir.

Akademik eleştiri kuramından okur merkezli eleştiri kuramına kadar ortaya konmuş bütün kuramları ele aldığımızda, bu kuramların belli bir anlayış ve açıdan sanat eserini ele aldığını görürüz. Oysa bir sanat yapıtı, insan ürünüdür; şu dörtgen içerisinde var olur.

·                    Sanatçı,

·                    Eser,

·                    Ortam[13]

·                    Okur

Sanat yaratısı; insanın bilişsel ve duyusal süreci ile dil, düşünce, nesne, evren ve yaşam ilişkisinden doğar. Bu işlem süreci çok boyutludur ve kolay açıklanabilir bir ilişki değildir. Bu nedenle şiirin derinliğini, yüzeyini ve arka yapısını görebilen bir yaklaşım geliştirmek zorunluluğu doğar. 

Şiir çözümleme tekniğinin amacı; bir şiirin biçiminden duyusal varlık alanına kadar varlık katmanlarını sanat bilimi açısından incelemek; şair, şiir, ortam ve okur dörtgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır. Şiirin iç organları ile şiirin canlılığını ilgilendiren tüm ögelerini işlevleriyle görüntülemektir. Ancak bu teknik, şiir çözümlemesinde sadece genel yol ve yordamı belirler. Çözümlemede “nasıl” sorusunun yanıtını çözümleyiciye ve eleştirmene bırakır. Çünkü şiir, her sanat yapıtında olduğu gibi, ilk yaratılış sürecinden başlayarak topluma mal olup belleklerde yer almasıyla birlikte varlığı ve yaydığı ileti, okur algısına bağımlı olarak dinamik bir sürece tabidir. Sanat anlayışının değiştiği gibi şiirin temel alınan değerlerinin de değişebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Şiir çözümleme tekniği, okur ve sanat anlayışında meydana gelecek değişime ayak uydurmak için dinamik bir yapıya sahip olmak zorundadır.

Ayrıca, çözümlemeyle ortaya çıkan nesnel bilgilere yaslanarak, okur ve eleştirmene şiirsel dünyayı daha görünür kılar.

Şiiri şiir yapan ölçütleri ortaya çıkarabilmek maksadıyla, şiirdeki varlık katmanlarını ayrıntılı ele almak gerekir. Bu katmanları olabildiğince bilimsel ve teknik açıdan ele almak, öznel yargıyı biraz daha öteler. Şiirin sanatsal değerini sağlıklı çözümlemek için; şiire okur, şair, ortam ve eleştirmen gözünden bakılmalıdır. Şiir bir sanat eseridir ve baştan sona tüm varlık alanları, gerçek ve gerçek üstü dünyası, insanın bilgi, algı ve yargılarına bağımlıdır. Şiir çözümleme tekniğini, sadece şiirin etkisi ve şiirsel değerini çözümlemek için kullandığımız bir teknik olarak düşünmemek gerekir. Bu tekniğin dört farklı konuya açılım getireceğini ve bakış zenginliği oluşturacağını öngörüyorum. Şöyle ki:        

·                    Şiiri değerlendirmek, dilsel ayrıntılarını çözmek, nesnel ve duyusal alanlarını açmak, sanatsal ve şiirselliğini saptamak, şiirin dış ve iç tasarımını başka bir göz ve formatta ayrıntılı okumaktır.

·                    Betik olarak şiirin ne olup olmadığını anlamak ve şiir nasıl yazılır sorusuna yanıt oluşturmaktır. 

·                    Yaratım sürecinde; şiir dilini kullanım, dil tekniği ile yaratıcılık kavramına ilişkin açılım, bakış ve anlam üretmektir. Alışılmamış bağdaştırma, sapma ve değinmece gibi şiir dili tekniğinde var olan ve sanatsal yaratıcılığın önünü açan dilsel konu ve düşünsel yönünü görünür kılmaktır.

·                    Şiir eleştirisinde; daha sanatsal, nesnel sonuçlara ulaşabilmeyi, öznel yargıyı en alt sınırlara çekebilmeyi ve biçimlendirilmiş (sanat algısı güdüm altına alınmış) eleştirmen tutumunu bertaraf edebilmeyi amaçlamaktır.

Sanat, çok boyutlu ve çok parametreli bir etkinliktir. Bir sanat eseri; bilgi, imgelem, donanım, teknik ve teknoloji olmadan günümüz koşullarında beğeni oluşturan düzeyde var edilemez. Örneğin şiir ve roman gibi yazınsal eserler bile teknik ve teknoloji gerektirir. Çünkü bu eserlerin yazımı, öncelikle imgelemi, imgelemi nesnelleştirmek için donanımı, dil, bilgi ve tekniği gerektirir. Biz biliyoruz ki bilginin kullanılabilir duruma dönüştürülmesine teknoloji denir. Yazınsal eserlerde bilginin kullanımı, kendine özgü bir tekniği, teknolojiyi ve dil bilimini gerekli kılar.

İşte bu nedenle sanatçıdan sanata, şairden şiire, şiirden eleştirmene, bunlarla en yakın bağı olan okura kadar tüm süreci ele almak gerekir. Bunların varoluş ve eylemlerini anlamadan, sanatın doğuşundan okurdaki karşılığına kadar olan süreci çözümlemeden, sanatsal anlamda hızlı yol alabileceğimizi düşünmüyorum. Bu düşünceden hareketle, şiir çözümleme tekniğine bu dörtgenin açılarından ve eleştirmen gözünden bakmayı öneriyorum.

Öznel yargı şiir çözümlemesinde olmak zorundadır, ancak nesnel yargı ne kadar yoğun ise şiirin çözümlenmesi o kadar sağlıklıdır. Şiir çözümlemesinin bir diğer yanı, şiirin yarattığı duyusal etkinin dayandığı temelleri ortaya koymaktır. Şiiri duyusal etki açısından incelemek için öznel ve popülist yaklaşımlardan uzak olunmalıdır, ancak bu durum kişisel algı ve yargıya bağımlı olması nedeniyle uygulamada zordur. Şiir çözümü de şiir eleştirisi kadar özgür ve özgün bakış gerektirir. Diğer bir söylemle biçimlendirilmemiş algı, bilimsel yaklaşım gerektirir. 

Nesnel ve gerçek ötesi dünyanın görünüşe taşınması, imgelemin sıra dışı dille anlatımı ve bunlarla birlikte şiirde en etkin duyusal devinimin sağlaması şiirdeki organik birlik ve düzenliliğe bağımlıdır. Organik birlik ve düzenliliğin istenen düzeyde oluşturulması için; fiziksel, anlamsal, duyusal ve dilsel katmanları görünür kılmak gerekir. Bir şiiri ayrıntılı çözümlemek, eleştirmek, etkisini açığa çıkarmak ve onun önerdiği dünyayı okuyabilmek; sözünü ettiğim katmanların tek tek ve eş zamanlı ele alınması ile olasıdır. Şiir/sanat çözümlemesi ve eleştirisine bu yöntemle yaklaşmadığımız sürece, edebiyat için edebiyat yapmaktan öte geçemeyiz. Şiir çözümlemelerine veya eleştiri adı altında yazılan denemelere baktığımızda, bunların çoğunluğu, deneyim ve sezgi içeriyor olmasına karşın edebiyat için edebiyat yapan metinler durumundadır. 

Öznel inceleme; eleştirmenin sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve değer yargılarına bağlıdır. Oysa nesnel şiir inceleme; bilgi disiplini durumuna dönüşmüş kuramsal şiir bilgisini, dilin özelliklerini, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal yaklaşımı, estetik biliminin öngördüğü bakış açısını gerektirir. Yapıtla okur arasında mutlak bir etkileşim vardır; bu etkileşimin içeriği öyle kolay açıklanabilir bir süreç değildir.  İleri sürdüğüm teknik bu zorlu süreci açıklamaya çalışır. Sanat bilimi açısından tarafsız bakış gerektirir. İster istemez şiiri bu değerlerle incelediğimizde, eleştirmenin öznel yargılarını daha tutarlı olarak kontrol altında tutabiliriz demektir. Bir şiiri çözümlerken/eleştirirken, deneyim ve dünya algısına bağlı öznel yargı olmak zorundadır; ancak şiiri nesnel yargıyla somutlaştırmak daha analitik bir yaklaşım olur. Bana göre şiir çözümlemesi için önerdiğim tekniğin en somut getirilerinden biri; şiir eleştirisi konusunda bir adım daha ilerlemek ve eleştiriyi daha bilgi bazlı duruma dönüştürmektir. İleride okuyacağınız “Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi” bu tekniğe yaslanarak genellenebilir, denenebilir, gözlenebilir sonuçlar üretmektedir.

Bu teknik, bütün sanat alanları için kullanılabilir; ancak ilgili disiplin ve normları esas almak zorunluluğu vardır. Bu nedenle, sanatsal ve estetik değer dışındaki yaklaşım ve ön kabulleri ötelemeye çalışır. Bu durumda öznel eleştiri, inceleme, çözümleme yerine; daha nesnel bir eleştiri, inceleme, çözümleme yöntemine başvurmak zorunda bırakır.

Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği akış süreci:

1. Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
    a. Gerçek Anlam Tabakası (Temel, Yan, Mecaz anlam…),
    b. Rastlantısal Anlam Tabakası
    c. Üst Anlam Tabakası
3. Anlatım Katmanı
4. Ses Katmanı
    a. Tonlama Ekseni
    b. Ezgi Ekseni
    c. Sanatsal Ezgi Ekseni
5. Çağrışım Katmanı
    a. Çağrıştırma Tabakası
    b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası
    c. Rastlantısal İmgelem Tabakası
6. Coşum Katmanı
7. Estetik Katmanı
    a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası
    b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası
    c. Durumsal Estetik Değer Tabakası
8.  Katmanlarda yer almayan ayrıksı sanatsal konular
9. Sonuç:

 

Çözümlemenin bel kemiğini oluşturan ve sanatsal görünüşün açığa çıkarılması için temel verileri sağlayan; kuram, olgu ya da durumlar/süreçler vardır.

a.                  Anlam Katmanında; Rastlantısal Anlam Tabakası

b.                  Ses Katmanında, Şiirsel Ezgi Ekseni

c.                  Çağrışım Katmanında; Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakası

d.                  Estetik Katmanında; Durumsal Estetik Değer Tabakası.

Bunlar; okur ile yapıt arasındaki ilişkiyi ve zorunlu süreci açığa çıkarmaya yöneliktir. Sanatsal ifadenin söze dökülebilmesi için kilit olgu, kuram veya süreçlerdir. Ayrıca, anlatı bilim, estetik bilimi, ruhbilimi, ses bilgisi gibi ilgili disiplinlerin ışığında hareket etmeyi zorunlu kılarlar. Bu yüzden, çözümlemede öznel olmayı öteleyerek daha nesnel ölçütlere yönelmek zorunda bırakırlar.

Eleştirmen veya çözümleyici olarak bir şiiri incelemek, çözümlemek istiyorsak, yukarıda sözünü ettiğim kilit kuram ve süreçleri ilgili disiplinleri ışığı altında bilmeliyiz. Bunları; oluş, işlev, işleyiş ve etkileri bakımından tam anlamıyla kavramalıyız ki sanatsal değerin ortaya konmasında daha tutarlı olabilelim.

Şiir çözümleme tekniği; aynı zamanda bütün sanat dallarının yapıtlarını çözümlemek, incelemek ve değerlendirmek için yeni bir yaklaşım yöntemi ortaya koyar; temel ilkeleri belirler; sistemin sınırlarını gösterir; her yapıt için uygulanabilir bir sistemi kurar. Dinamik bir yapıdır. Her sanat yapıtı, organik bir bütünlüğe sahiptir. İnsan vücudunu incelerken her organı ve her bileşeni ayrı ayrı inceliyorsak, yapıtta da aynı incelemeyi yapmadan sağlıklı bir sonuca ulaşamayız. İnsan vücudunda nasıl ki her şey birbirine bağımlıysa, yapıttaki her katman da birbirine bağımlıdır; organlar gibi. Ruhsal bir durum, kan basıncından tüm salgılara kadar pek çok şeyi etkilemektedir. Yapıtta da aynı durum söz konusudur. Duyusal katmanlar, fiziksel katmanları etkiler. Fiziksel katmanlar da duyusal katmanları etkiler. Tamamıyla birbirlerine bağımlılardır.

Örneğin bir resmi çözümlemek istersek, şiirde kullandığımız tüm katmanları kullanabiliriz; ses katmanı dahil. Yapıtın özelliği gereği, katmanın gereksiz olduğunu düşünüyorsak çıkarabiliriz. Mevcut katmanların incelenmesinin yeterli gelmeyeceğini düşünüyorsak yeni katmanlar belirleyebiliriz. Örneğin resim sanatı için “perspektif katmanı” gibi.

Şiir çözümleme tekniği, aynı zamanda “Sanat Çözümleme Tekniği”dir. 

 

RASTLANTISAL ANLAM KURAMI[14]

Şairin ne dediği değil, şiirde kullandığı sözlerin ve anlamsal bütünlüğün okurda nasıl biçimlendiği ve zaman içinde nasıl bir değere ulaşacağı önemlidir.

 Klasik sanat döneminden barok sanat dönemine kadar, sanat yapıtları kapalı bir bütün olarak ele alınmaktaydı. Rönesans döneminden itibaren, doğa bilimlerinin mekanik bir evren algısına doğru evrilmesi, duygu, bilinçaltı-bilinç sürecinin tanımlanması ve görecelilik kuramının ortaya koyduğu büyük değişim etkisiyle sanat eserine ilişkin biçim ve biçem özellikleri insan anlağında kavrayış değiştirdi. Bu değişim sürecinin hâlen devam ettiğini gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Klasik sanat anlayışı eseri kapalı ve organik bir bütün olarak algılarken, modern ve çağdaş sanat anlayışı eseri açık, organik ve hareketli[15] bir bütün olarak algılamaya başladı. Bu kavrayış sonucu, sanatçı, eser ve bunların içinde en önemlisi sanat alıcısının (izleyici) etkin bir konuma yükseldiğini görürüz. Daha açık söylersek bir sanat eseri izleyicinin zihinsel gücü oranında kavranır. Şairin imgelem kaynaklarının genişliği ve şiirin imge uzamı, okurun bilgi birikimi ve anlamlandırma yetisiyle doğru orantılı olarak değer kazanır.       

Sanat eserinin duyusal ve gerçek varlık alanları, izleyicinin evren algısı ve bilgi birikimine göre yeni anlam evrenine açılır. Bununla birlikte şiirin anlam ve çağrışım katmanı ister istemez insan zihninde yeni imgelem ve görüntülere evrilir. Çağdaş sanat anlayışını sınırı olmayan bir imgelem dünyasına götüren işte bu hareket olgusudur; diğer bir söylemle şiirin anlamsal devinimidir diyebiliriz. Yapıtın içinde barındırdığı bu hareket olgusu (zaman, coğrafya ve bilgi yoğunluğuna göre devinim) yeni kavramları beraberinde üretmek zorundadır. Çünkü tanımlanmayan ve hareketi karşılamayan alanların varlığı ister istemez doldurulması gereken bir boşluğu ortaya koyar. İşte bu alanlardan bir tanesi de özellikle yazınsal eserlerde çok belirgin olarak var olan anlam katmanında kendini gösterir. Anlamı, şiirsel açıdan ele aldığımızda ise daha belirgin bir boşluğun varlığı karşımıza çıkar. Şiir, dil varlıklarını gerçek, soyut ve gerçeküstü bağlamda sıra dışı ve çokanlamlılığa yönelen biçimde kullanabilen bir sanat dalıdır. Okur da bu anlam çeşitliliğinden çok farklı anlam ve görüntü üretebilir. Yani okurun geçmişten gelen temel verilerine, bilgi düzeyine, görme, işitme ve duyma gelişmişliğine bağlı olarak çok çeşitli imge ve  imgeleme (anlam gurubuna) ulaşabilir. Bu durum, Umberto Eco’nun Açık Sanat Yapıtı yaklaşımını, Roman İngarten’in ontolojik incelemelerini ve Alımlama Estetiğinin temel düşüncelerini ele aldığımızda, bir sanat eserini, özellikle dil sanatlarını daha geniş bir perspektiften düşünmeye iter bizi.

Şiirde anlamsal kapalılık, kavramlarda açık dokululuk, çokanlamlılık ereği, çağrıştırma ve derin anlam özellikleri gereği, şiirdeki söz varlıklarının okurda ne zaman hangi duyguyu harekete geçireceği, ne zaman anlamın nereye yöneleceği veya okur tarafından nasıl yorumlanacağı çoğunlukla belirsizdir. Okurun algı, anlama ve düşünme biçimine göre, yani görme ve duyma biçimine göre, eserin anlam katmanını nasıl somutlaştıracağı çoğunlukla rastlantısaldır. Ayrıca şiirde her bir söz, dize veya şiirin bütünü, çokanlamlılığa yönelme, çağrıştırma, anıştırma, sezdirme gibi tekniklerle okurun belleğine paralel sıra dışı, farklı veya beklenmeyen imge ve görüntüleri oluşturabilir. Umberto Eco bu konuda şunu söylüyor; “Her alımlama böyle bir yorumlamadır ve bir gerçekleştirmedir; çünkü her alımlamada yapıt, özgün bir perspektif içinde yeniden canlanır.” Aynı konuda İsmail Tunalı ise, “İnsanlar, nitelikçe birbirlerinden farklı ve farklı perspektiflere sahip olduklarına göre, her bir insanın aynı sanat yapıtı ile yaşantısı farklı olacak, yani aynı sanat yapıtı, farklı insana göre farklı biçimler alacaktır.” der.    

Şair ve şiirin ereği, anlam, anlatım ve sesin gücünü duygu değeriyle örgütleyerek okuru daha fazla imgelem, görüntü, anlam ve duygu dünyasına taşımaktır. Sadece şiir değil, bütün sanat eserleri, estetik kaygıyı doğurmak için bir taşla pek çok kuş vurmak isterler. Okurun ruh dünyasını ele geçirip onun algı ve anlama etkinliğini tetiklemek isterler. Yani sanatçılar eserlerinde biçim, ses, anlam anlatım ve söz sanatları gibi yöntemlerle mümkün olabilen tüm çağrışım kapılarını açmak isterler. Buna, şiirde bağdaştırma, benzetme, değişmece, sapma veya bir sözcüğü birkaç farklı anlamda kullanma gibi teknikler örnek gösterilebilir. Okurun beklentisi ve amacı ise şairin iletilerini kendi bilgi ve çağrışım dünyasına göre yorumlamaktır, somutlaştırmaktır. Okurun yorumu onun bilgi birikimine bağlı olarak daha az, daha çok ya da beklenmedik bir şekil alabilir. Okur belleğinde iz bırakmış anılar, görüntüler ve bilinci gereği, şiirdeki herhangi bir söz ve söz öbeğinin çağrışımı ile şairin hiç değinmediği bir anlama ya da imgeleme ulaşabilir. Okurun böyle bir anlam veya imgeleme ulaşması demek, farklı bir imgelem dünyasının daha kapılarının aralanacağı anlamına gelir.

Sanatsal metinlerde, özellikle şiirde anlam açılımını şair yönlendirir. Ancak şiir okura ulaştığında okurun şiiri anlamlandırması sınır tanımaz. Okura, zamana ve yere bağlı olarak daha öteye yönelebilir, kapsamı daha geniş olabilir veya anlam dönüşüme uğrayabilir. Bu devinim, çağdaş sanat anlayışında eserin harekete dayanıyor olmasından kaynaklanır. Diğer dil sanatlarında sözcük veya tamlamalar çoğunlukla belirli bir şeyi göstermek ve anlatmak için kullanılır; şiir ise, sözcük ve tamlamalar çoğunlukla gerçek anlamın dışında duygulandırma, sezdirme, farklı görüntüleri çağrıştırma veya daha derin anlamlandırmaya yöneltir. Şair, okuru istediği anlam tabakasına taşırken aynı zamanda okurun imgelem dünyasını uyandırmak ister. Yani şiirdeki sözler gerçekte söyledikleri şeyin ötesine uzanır, okurun belleği ve bilinci anlamın daha öteye uzanmasına ya da dönüşüme uğramasına katkı sağlar. Bu durum, şiirin anlam konusunda rastlantısal bir tabakaya yönelmesi anlamına gelir.    

Yıllar önce yazılmış bir şiirin iletilerini sürdürdüğünü, gelişen teknoloji, bilgi ve değişen algı nedeniyle anlam genişlemesine uğradığını varsayarsak burada tanımlanması gereken bir alan daha karşımıza çıkar. Bir şiirin veya bir sanat eserinin sanatsal gücünü oluşturan bu durum, sanatçının çabasını, okurun algısını ve zamanın yarattığı anlamsal dönüşümün varlığını gösterir. İşte bu üçlünün, yani “şiir, okur ve zaman”ın yarattığı anlamsal sonucu karşılayan kavramsal bir tanımlamanın olmadığıdır.

Çoğu sanat alanında olduğu gibi şiirin de anlam örgüsü çoğunlukla örtüktür, anlamsal genişlemeye açıktır ve çokanlamlılığa yönelir. Sözler, imge ve anlam grupları gerçek anlamının dışına taşar ve sonsuz bir menzile erişme eğilimindedir. Sanat eserlerinin tamamında bu uzam vardır ve sanatsal niteliği artırıcı geniş bir olanaktır.

Şiir gibi dilin bütün olanaklarını kullanabilen bir sanat, belirtik anlamdan ziyade, örtük anlama, çokanlamlılığa, duygulandırmaya, sezdirmeye ve çağrıştırmaya yönelir. Şiirin iletilerine bağlı olarak ulaşılan anlam yanında, okurun duygu durumu, deneyimi ve bilinç düzeyi beklenmedik olay, olgu, imge, görüntü gibi anlamsal sonuçlara yönelir. Daha açık anlatımla, bir dizeden ulaşılan anlamsal sonuçlar çoğunlukla “Rastlantısal” olabilir. Dize bir olgu veya duyguyu anlatmak ister ama anlatılmak istenen olgu veya duygudan bağımsız pek çok olay ve görüntü okur birikimine göre oluşur. Örneğin aşağıdaki beş dizenin ortaya koyduğu gerçek anlam yanında, okurun bellek ve bilincine bağlı olarak bu dizelerden çağrışım gücü ve sezgi yetisiyle ulaşabileceği pek çok imge, görüntü, olay ve olgu vardır. Aşağıdaki dizelerde belirttiğim durumu deneyebilirsiniz, hatta birkaç kişinin nasıl bir imge ve anlam açılımına ulaştığını test edebilirsiniz.  

(…)
Sınırsızlığı çek üzerime
İşte çuvaldız, del gökyüzünü
Getir anakaraları karinamın altına
Ellerimize rastlayan her şehri sevelim
Gerisi senin güzelliğin[16].
 (…)

Okura bağlı oluşan anlam örgüsü, sanat eserlerinin vazgeçilemez ve sanatsal niteliğini güçlendiren başlı başına bir olaydır. Bunun yanında zamanla dönüşüm geçiren anlamsal açılımları da dikkate almak zorundayız, özellikle bu konu şiirde kalıcılık açısından çok önemlidir. İşte bu bilgilere dayanarak şiirin okura ulaşmasından itibaren okurun birikimine bağlı anlamlandırma alanı ile iletilerin zamana göre uğrayacağı anlamsal dönüşümü Rastlantısal Anlam Kuramı ile karşılanabiliriz, diye düşünüyorum. 

Okurun algı, bilgi, bellek ve kültürel altyapısına bağlı şiirden ulaştığı anlam ile şiirin zamana bağlı uğrayacağı anlamsal açılımı karşılayan durumu rastlantısal anlam kuramı açıklar. Öyle sanıyorum ki rastlantısal anlam kuramı, sanat veya şiir dünyasında yeni bir tanımlamadır. Sanatsal bir anlatımın sonucunda oluşan bir alandır. Şiirin, bununla birlikte sanatın doğal ve devinimine özgü bir anlam açılımıdır. Şiirin veya sanatın özellikle doğurmak istediği özel bir alan olması nedeniyle bu anlamsal sürecin tanımlanması gereğini düşünüyorum. Çağrışım katmanında da görüleceği gibi sanatta olay, olgu, bilgi ve imgelem gücüne dayalı anlam üretmek eserde olası bir kıvılcım gerektirir. Sanat değeri yüksek eserlerde bu kıvılcım çoğunlukla bilinçli çakılır, ancak okura bağlı olması nedeniyle kıvılcıma verilecek tepki ve anlamın yönü kontrol altında tutulamaz. 

Şairler, şiirinde benzetme, sapma, bağdaştırma gibi yazın ve şiir dili teknikleriyle dize veya dizeler arası anlamsal gücü artırıcı yönteme başvururlar. Yaşamsal ve duyumsal olgulara dayalı anlam öbekleri veya imgeler ile okurda çağrışım yaratmak isterler. Aynı zamanda okur, bilinçaltı ve bilincinde yer almış trajik ve travmatik izler ile kültürel donanımı gereği, şiirdeki çağrıştırmalara dayanarak gerçek anlamın dışında başka bir anlamsal bütünlüğe, yoruma veya görüntüye yönelebilirler. Diğer taraftan şair, yüce ve trajik değer taşıyan olgularla okuru tetikleyebilir.

Rastlantısal anlam kuramı bağlamında bir düzlemden daha bahsettim. Bu düzlem de zaman ve ortamın etkisidir.  Bilginin ve algının zaman ile ortamda ufkunun genişlemesidir. Zamanla değişen algı, teknik, üretilen bilgi ve kültür varlıkları, daha önce yazılmış bir şiirde anlamsal gelişim ve dönüşüm sağlar. Zamanın yarattığı bu olgu, oldukça yüksek öngörü ve sezgiye gebedir. Şairin var olan ve üretilen bilginin gelecekte alacağı değeri öngörüp/sezip okuruna çağrıştırdığı ve anıştırdığı ayrı bir tekniktir. Sanat eserleri, çoğu zaman sanatçısının anlatmaya, görüntülemeye çalıştığı kadrajın dışında bazı değerler taşır. Yeni anlamlar ve anlamlandırmalar, bilginin keşfine bağlı ya da işaret edilen yeni olayların gerçekleşmesine bağlı olarak belirebilir. Sanatçı onu düşünde tasarımlamıştır ve eserlerine, şiirlerine giydirmiştir çoğu zaman. Bazen buna benzer durumlar tesadüfen gelişmiş de olabilir. Ancak biz okurlar, zamanla bir olayın gerçekleşmesi veya bir bilginin açığa çıkması durumunda anlam genişlemesini veya anlam kaymasını fark ederiz. Güncelin üzerine yaslanarak yeni anlam açılımlarına çoğu sanat eserinde rastlanır ve bu olağan ve çok sık rastlanan bir durumdur. Eserin, klasik bir esere evrilişinin bileşenidir bu durum.

Bu konuyu biraz daha açalım. Olması olanak dışı gibi görünen veya hiç düşünülememiş olayların vuku bulmasıyla yeni bir bakış açısı, bilinmedik bir yoruma varılmasıyla yapıttaki çağrışımın, sezdirmenin, duygu gücünün anında güncellik kazanıp yeni çıkarımlara yönelebileceğini unutmamalıyız. Bu konu, özellikle dil sanatları için çok önem arz eden bir özelliktir. Örneğin aya gitmenin akıllarda bile olmadığı zamanlarda aya yolculuktan bahseden roman ya da metinlerde olduğu gibi. Bu, sanat eserlerinde kalıcılık ve süreklilik sağlayacak olan önemli bir özelliktir. Şairin kahinliğini değil; şairin anlamlandırma, geleceği okuyabilme, görebilme, sentezleyebilme yeteneği ile eserin derinliğini gösterir. Bu durumu, ‘anlamın rastlantısallığı’ diye isimlendirmek durumundayız.

Şair şiirinde, eğretileme, değinmece, değişmece ve aktarma gibi dilsel teknikler ile iletilerini sezdirme, görüntüleme veya duyumsatmaya çalışarak anlamsal bütünlük ve tutarlılık sağlar. Ancak şiir, dönemin estetik algısı, bilimsel, sosyolojik, psikolojik gelişmelere bağlı olarak anlam kayması yaşayabilir hatta yatay ve dikey evrilmeye açıktır. Şiirin zaman içerisinde nasıl bir çağrışımı doğuracağı, zamanın algı ve bilgi birikimine bağlı olarak nasıl bir anlam alanına yöneleceği bugün için belirsizdir. Sanatçının kurguladığı, biçimlendirdiği ve nesnelleştirdiği eser, gelecekte okurun yaşam pratiklerine, bilgi gelişimine ve algı biçimine bağımlıdır. Okurun algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyorum. Şiirde hatta bütün sanat dallarında okur ve eser arasında gelişen böyle bir anlamsal süreç vardır; bu süreç mutlaktır ve tanımlanması gerekir. İşte ben bu süreci ve süreçte gelişen anlamsal durumu Rastlantısal Anlam Kuramı olarak ele alıyorum. Bu kuram, ayrıntılarıyla birlikte incelenmeye, geliştirilmeye ve deneysel olarak araştırılmaya muhtaçtır. Rastlantısal anlam tabaksının, her sanat eserinde uygulanabilir, denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğunu ve bunun bir kuram niteliği taşıdığını söyleyebilirim. Çağdaş sanat algısı ve beynimizin çalışma prensibi gereği, okur eser arasındaki rastlantısal anlamın doğum süreci kuramsal bir olgunun sonucudur. Bu konu kapsamlı bir tez konusudur. Sanat eseri, okur, sanatçı ve zaman dörtlüsü bağlamında bu kuramın devinimi, süreci ve işlevsel temeli umarım ele alınıp incelenmeye değer bulunur.

Özetlemek gerekirse şair, şiir dili teknikleri ve özgün anlatımı ile göstermek ya da çağrıştırmak istediği anlam, görüntü ve imge demetini yeteneği oranında okurda oluşturabilir. Bu durum her şairin temel hedefidir. Bilinen ve öyle olduğu kabul edilen bir durumdur. Ancak;

**Okur kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve belleğine yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere ulaşabilir. Bu durum rastlantısaldır.

**Yayımlanmış ve üzerinden zaman geçmiş bir şiirin anlam bütünlüğü, gelişen teknik, değişen algı, teknoloji, olay ve açığa çıkan bilgi nedeniyle beklenilmeyen, yeni, daha etkin imge ve görüntülere yönelebilir. Bu durum anlam genişlemesidir ve rastlantısaldır.

Bu iki alan, şiire özgü anlam katmanlarında tanımlanmış değildir. İşte bu iki alan, şiir ve sanat bilgisi içinde, özellikle dil sanatlarında tanımlanmalıdır, yer almalıdır. Hatta sanatın tüm dallarında “Rastlantısal Anlam Kuramı” olarak ele alınıp incelenmelidir. Bu sürece mantıksal yaklaştığımız zaman, böyle bir gereksinimin olduğu ortaya çıkmaktadır. 

Mustafa Zeki Çıraklı, Jakobson ve David Herman’ın bulgularını referans göstererek bilişsel anlatıbilimin dikkate alacağı üç zihinsel süreç olduğuna dikkat çeker. Yazarın zihnindeki inşa, anlatı (metin veya vasıta) ve okurun zihnindeki inşa olarak gösterir. İşte bu üç zihinsel süreci incelediğimizde okurun anlamlandırma, görme ve imgesel olarak ulaştığı sonuçların, sanatçının anlatmak istediği düşünce ile aralarında mutlak uyumun olamayacağını ifade eder. Bu uyumsuzluğun ortaya çıkardığı zihinsel sonuçları, ancak ve ancak rastlantısal anlam kuramıyla tanımlayabiliriz, diye düşünüyorum.

Özellikle şiirde rastlantısal anlam, hem sanatsal açıdan hem estetik açıdan hem de dilsel ve anlam zenginliği açısından önemli bir olanaktır. Her sanat alanında imgenin uzayı ne kadar geniş olursa ve ne kadar çok çağrışım saçağı[17] yaratıyorsa o eser daha fazla sanatsal özellik içeriyor demektir.  

Rastlantısal anlam alanı, eleştirmene geniş bir bakış açısı sunar, anlam katmanına değişik bir açıdan bakmaya ve geleceğe yönelik öngörüleri dikkate almaya yönlendirir. Çünkü hem sanatçı gözünden hem okur gözünden hem de zamansal ve mekânsal platformda şiirsel veya sanatsal bir olguyu açıklama olanağını sağlar. Örneğin iki asır önce yazılmış bir şiirin bugünkü iletilerinin ne kadar geçerli ya da geçerli olmadığı, rastlantısal anlam kuramının öne sürdüğü önerme ile çözümlenebilecektir.

Lyotard’ın dediği gibi “Metnin ne dediği değil, okurun ne anladığı esastır.” Şairin ne dediği değil, kullandığı sözlerin ve anlamsal bütünlüğün nereye açıldığı ve zaman içinde nasıl bir değer alacağı önemlidir. Şiirin ne dediğinden ziyade, okurun yaşamsal deneyimlerinden nasıl bir sonuç çıkaracağı önemlidir. Aslında bütün yazınsal metinler, metin dilbilim açısından incelendiğinde bu sonuca doğru yönelmez mi?

Sonuç olarak bu Rastlantısal Anlam Kuramı; eserle insan arasındaki ilişkiden doğan mutlak bir süreçtir ve çağdaş sanat anlayışındaki hareket olgusuna dayanır. Uygulanabilir, denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğundan kuram niteliği taşır. Elbette kuram demek yeterli değildir. Araştırmaya incelenmeye ve denenmeye gereksinimi vardır. Dilerim sanat düşünürleri, akademisyen ve araştırmacılar, ele alıp incelerler ve sanatın insanla olan ilişkisine yeni bir boyut kazandırırlar.   

 

ÇAĞRIŞIM KATMANI

Çağrışım, sanat eserinde olmaz ise olmaz yedi katmandan biridir. Eserdeki biçim, anlam, anlatım ve ses katmanları; birbirine yaslanarak ve tetikleyerek zihin ile duyular arasındaki bağıntıyı hareketlendirir.  Kişiyi; duygulandırma, anımsatma, sezdirme gibi zihinsel bir sürece sokar.

Okuyacağınız metin, şiirdeki çağrışım katmanını oluş, işlev ve etkileri açısından ele alır. Bu katmanı üç tabaka[18]ya ayırarak sorgular:

İlk tabaka, eser/şiirdeki “Çağrıştırma Tabakası”dır; çağrışıma neden olan ögeleri tanımlamaya çalışır.

İkincisi, “Rastlantısal İmgelem Tabakası”dır; okurun bellek/bilgi/algı/anlama biçimi ile zamansal parametrelere göre değer alır. Sanatsal anlatım için bu tabaka önemli bir işleve sahiptir. Çağrıştırma tabakasının tetiklemesi yanında okur imgelem dünyasına göre şekil alan bir süreçtir. Rastlantısaldır.

Üçüncüsü ise “Çağrışımsal İmgelem Tabakası”dır. Çağrışıma neden olan temel verilere dayanarak okurun/izleyicinin ulaştığı imgelemi esas alır. Burası özel bir alandır ve tanımlanmaya gereksinimi olan bir süreçtir. Kuramsal niteliğe sahip bir eylemdir. Sanatsal ifadeyi yaratan ve güçlendiren bir durum olarak ayrıca ele almayı gerektiren düşsel/düşünsel bir süreçtir. Sanatçı/eleştirmen, eseri yaratırken, çözümlerken ve eleştiri için incelerken başvurması gereken önemli bir ayrıntıdır. Ayrıştırılarak anlamsal alanının daha ayrıntılı tanımlanmasına gereksinim vardır. 

Bu düşünce ve tekniğe dayanarak, iki kurama ve yeni tanımlamalara ulaşılmıştır. Kuramlardan bir tanesi de çağrışım sonucu oluşan bir süreçtir.

Çağrışım Katmanı

Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın verilerine dayanarak dağardaki izlere, yaşamsal ve duyusal belleğe, izlerden yaşamsal birikimlere, oradan imge ve görüntüye, görüntüden keşfi bekleyen yeni imgeleme ulaşan insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin sınırsız eylemidir. Sanatsal ve bilimsel yaratıcılığın temelinde önemli bir zihinsel etkinliktir. Bilinç dünyasında bir şey yalnız bir şeye bağlı değil, çok şeye bağlıdır. Bir olay, olaylar zincirini, bir olasılık, çok olay ve olasılıklar zincirini doğurur.  Bilgi bütünlüğüne ulaşmış zihinde bir şey, o kadar çok şeyle bağıntılıdır ki bunun sınırı ve sonu yoktur.

Şiir açısından baktığımızda çağrışım, anlam, ezgi, söz, olgu veya olaya dayanarak okur belleğini dürten, okurun zihnindeki bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve devindiren, okuru imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine neden olan bir katmanın adıdır. Çağrışım sözcüğünün buradaki kullanımı sözlük anlamının dışında değildir. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele aldığımızda, çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı incelenmesinin gereği doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen bir varlık alanıdır. Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve anımsatma gibi zincirleme tepkiler yanında yapıtın anlamsal derinliği ile coşum katmanına yeni boyut ekleyerek sanatta sınırsızlığı ve duygusallığı sağlar. Anlamın kaşağısı, zihnin karanlık bölgeleri için el feneridir. Anlamı kaşıdıkça daha yoğun imgeye, imgeden daha özgün imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki yerleşik izlerin uyaranı ve düş dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.

Çağrışımın; anlam, anlatım ve ses katmanı ile de doğrusal bağıntısı vardır. Bunun yanında çağrışımla ilgili ele alınması gereken bir konu daha vardır; serbest çağrışım. Düşünsel bir süreçtir. Freud “Serbest çağrışım sırasında kişide görülen hiçbir şeyin gelişigüzel ya da rastlantısal olmadığını ve kişinin bir seçimde bulunmadığını” vurgular. Bu yöntem genellikle psikanalisttik terapide kullanılır. Bunun yanında gerçeküstü (sürrealizm) sanat anlayışındaki anlık yazma işlemi de serbest çağrışıma farklı bir örnektir. Serbest çağrışımda doğrusal bir düşünme örüntüsü ve bilinçli seçim aranmaz, kişinin doğal davranışları daha etkendir.

Okur, şiiri okurken veya bir sanat eserini izlerken çocukluğundan bugüne kadar edindiği bilgi, deneyim, her tür yaşanmış duygu ve anılarıyla bir başınadır. Okur bire bir şiirle iletişime girdiği için çekince, baskı ve basınç altında değildir. İçinden geldiğince özgür düşünebilme, imgelem kurabilme, doğal davranabilme olanağına sahiptir. Serbest çağrışıma sonuna kadar açık bir konumdadır. Asla dışa vuramayacağı, kendince kutsal olan, değerli olan, utanç veren, sorun olan, kendisine bile itiraf etmeye çekindiği her tür duygu ve bilinçaltı bilgilerini, şiirle karşı karşıya geldiğinde kendine itiraf etmeye, üzerini açmaya, onlarla ilişkiye girmeye hazırdır. Okurun bu durumuna yaslanarak, okuru tetikleyecek, anıştıracak, duyumsatacak, anımsatacak, bilincine başka alanları çekecektir. Benzerlik, yakınlık ve çelişkiler arası bağıntı kurduracaktır. Bu durum, sanatın ayrı bir gerçeğidir. Oldukça kapsamlıdır.

Çağrışım; anlam, ses, anlatım ve coşum katmanlarının hep birlikte okur üzerinde yarattığı bir sonuçtur. Şiirde çağrışım, kısa değinmelerle geçiştirilemeyecek kadar sanatsallığa katkı yapar, imgeye yönelir, imgelem doğurur, coşumsallığı tetikler, çokanlamlılık ve rastlantısallığı doğurur. Çağrışımın; doğuş oluş, işleyiş ve sonuçlarını somutlaştırmak için ek tanımlamalara gereksinim vardır. Bunlar; “Çağrışım Çekirdeği, Çağrışım Yelpazesi ve Çağrışım Saçağı”dır.

Çağrışım çekirdeği, okurun kültür ve bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz varlıklarıdır.

Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım alanıdır, olanaklarıdır.

Çağrışım saçağı ise okurun ulaştığı çağrıştırmadan doğan çoklu imge demetidir.

Anlam, ne kadar derinliğe sahipse çağrışım da o kadar güç ve çeşitlilik kazanır. Sanatçının önümüze serdiği yol ve anlam derinliği, duygularımıza dokunur. Yoğunlaşma, farkındalıklı algı, görme, anlama ve düşünme biçimine neden olur. Kanımca, okurda çağrışımla oluşan/oluşturulan imge ve buna bağlı imgelem, şiiri şiir yapan önemli bir süreçtir.

Anlam derinliği; dünya, yaşam ve insan ile bunların aralarındaki ilişkiyi derinliğine anlatabilme ve okuyabilme sonucu oluşur. Aynı zamanda dilin çarpıcı kullanılmasıyla da yaratılabilir. Sapma, benzetme, imge ve bağdaştırma gibi dil teknikleri; çarpıcı, beklenmedik ama zengin çağrışıma neden olan söz dizimi, söz kaynaşmasıdır; bunlar hem yeni düşünme yöntemi hem yeni düşün alanları açması bakımından önemli kullanımlardır.

Çağrışım yaratabilmek, okurun ilgi alanı ve kültürel yapısı ile de ilgilidir. Çok bilinen bir olay ya da kahramana, mitlere, simge ve sembollere, halka mal olmuş şahsiyetlere ilişkin atıf yapma, sezdirme veya açıkça işaret ederek başka bir olguyu anımsatmayı, çağrışım için değişik yöntemler olarak düşünebiliriz. Bu yöntemler, okuru kahramanla ilgili bir olaya götürecek, o olay ile ilgili unutulmaz bir zamanın unutulmaz anlık olaylarını belleğinde anımsatacak, yeni çıkarımlara doğru gezintiye çıkaracak, okurun duygu durumunda olumlu ortam yaratacak ve haz doğuracaktır.

Çağrışımın, anlam katmanına yeni anlam ve görüntüler üretmek gibi bir geri dönüşümü söz konusudur. Okur, kendi yaşamsal varlık ve değerleri ile bilinç ve bilinçaltında yer etmiş olan bilgilere yaslanarak yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlara ulaşır. Bu özellik, zincirleme etki yapan özel ve önemli bir hareket alanıdır. Çağrışımın şiirde yeni duyusal alanlar açması okurun bilgi birikimi, yaşamsal deneyimleri, olayları okuma, varlıkları tanıma ve karşılaştırma yeteneği ile ilgilidir. Bu nedenle şiirin kendi içinde var olan çağrışım gücü, okurun mantıksal yetenekleriyle de paralel olarak artacaktır. Anlam katmanının, çağrışımı ve buna bağlı görüntüyü eş zamanlı oluşturduğunu, çağrışımın da yeni olgu ve imgeler üretebildiğini bu çıkarımlardan sonra söyleyebiliriz.

Çağrışımı doğuran durumlar sadece söz, ezgi, olay veya olgular değildir. Yaşamın içinde var olan, bunun yanında zihinde tasarlanabilmiş soyut kavramlar da çağrışımı doğurabilir. Bu konuya daha somut bir örnek verelim. Örneğin mevsimlerin, insanın yaşamsal örüntüleriyle bütünleşmiş algı ve duyularını biçimlendiren etkisi vardır. Bahar aylarının güneş rengi diğer aylara ve coğrafi konuma göre ışık açısından kendine özgü bir tona sahiptir. Bahar güneşinin renk tonu, çoğu insanda aşk olgusunu çağrıştırır ve duygular bu uyarıma göre biçimlenir. Demek ki renkten kokuya, işitsellikten tada, hareketten kas duyumlarına kadar duyularla algılanan her şey çağrışım için bir kaynak oluşturabilme gizilgücü taşır. Bu gizilgüce sahip ögeleri bulup şiire yedirmek de şairin işidir. Burada parantez içi bir bilgi daha aktarayım: Şairin çağrışıma kaynaklık eden ögeleri bulup şiirinde kullanması için zihninde duygu, duyu, olgu, olay, bilgi ve bilinç arasındaki ilişkisel işlerliği biraz açıklığa kavuşturması gerekir.   

Şiir, dizelerinde anlattıklarıyla yetinmez. Okurdan, çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş alanların, olay ve duyguların yaşanmasını ister. Satır aralarını okumak deyimi bir bakıma bunu karşılar diye düşünüyorum. Çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş görüntülerin oluşturulması, okurun birikimine bağlıdır ve okuru yeni anlam dünyasının kapılarını aralamaya yöneltir. Algı törpüleme, anlama, düşünme biçiminin bulgulanması ve duygusallığın üst alana taşınması açısından sanatın işlevine katkı yapar. Bir anlamda çağrışım, anlamı güçlendirir, iletiyi keşfedilmemiş bölgeye taşır, coşumun doğumuna katkı sağlar, okuru estetik yaşantıya hazırlar. Başka bir deyişle, şiirde imge olarak adlandırdığımız oluşumun temel çıkış noktasıdır ve okur imgelemi ile koşut hareket eder. Zihinde kapsamlı düşünsel bir evreni yaratır.

Çağrışım; anlam, anlatım, sesten doğar, büyür ve geri bildirimde bulunarak yeni çağrışım saçakları oluşturur. Örneğin, anlamla birlikte şiirsel ezgi, bellekte yer etmiş ve duyusal dünyada anlam kazanmış olay ve olguları tetikler. Anlam ve ses, birbirini etkileyerek okurun düşünsel dünyasına saplamalar yapar ve okuru çok katmanlı bir imgelem dünyasına götürür. Ezginin duyularda yarattığı etki, dinleyenin yaşamsal izlerini tetikler ve anlamla bağıntılı imgeler doğurarak şiirin diğer katmanları ile daha yoğun bir etkileşime girer. 

Çağrışım sürecini doğuran ana etkenlerden biri anlamdır. Anlam, kendi içyapısına özgü tasarıma dönüştürülmelidir. Okurda anlaşılırlığı etkin yollarla sağlanarak istenen düzeyde çağrışım yaratmak esas olmalıdır. Ezgi veya anlatımla bir yere kadar çağrışım sağlanabilir ama bunlar bile anlamla bağıntılıdır ve hepsi birbirini bütünler. Şiirde veya sanat eserinde anlam deyince, bilgi ve bilginin düşüncemizde duyusal, soyut ve nesnel tasarıma dönüştürülmüş durumunu anlamalıyız. Çağrışım, bilgi ve türevleri ile nesnelleşmiş görünüm üzerinden hareket alır. Örneğin dizedeki söz, bilgi ve anlam, zihnimizde bir tasarım/görüntü oluşturur. Bu tasarım/görüntü, belleğimiz ve zihinsel etkinliğimizin gücü oranında başka görüntüleri beraberinde getirir. Beynimiz, nesne veya anlamsal alanı oluşmuş sözcüklerle anlamlandırma ve ilinti kurma yoluna gider.

‘Çağrışım katmanının kapsamı nedir, çağrışıma neden olan esaslar nedir, nasıl oluşur ve sonuçları nedir’ gibi sorulara yanıt aramalıyız. Bu sorulara yanıt bulmak için çağrışımı varlık düzleminde tanımlamamız ve isimlendirmemiz gerekir. Şiirde veya herhangi bir sanat eserinde çağrışıma neden olan ve çağrışım biçimini belirleyen düzleme çağrıştırma tabakası ismini verebiliriz. Çağrıştırma tabakası; nesnel, öznel veya soyut bir olgu ve olaya işaret eden, bunlardan yola çıkılarak anlamlandırılan, bu anlamın başka bir anlam ya da görüntüye yönelmesini sağlayan ezgi, biçim, söz ve söz tamlamalarıdır.  Bir bakıma ezgi, biçim, sözcük, dize veya anlam öbekleri, okurun duygu durumunu etkilemiş ve belleğine tutunmuş olan izleri anımsatan ilk çıkış noktasıdır.

Buraya kadar şairin istediği ve şiirindeki söz varlıklarıyla ortaya koyduğu, okurda çağrışımı yaratacak gereçlerden söz ettik. Çağrışımın okur üzerinde ortaya koyduğu eylemsel durumu, ayrıca tanımlamalıyız. Bu aşamadan sonra, ele almamız gereken konu, çağrışımın okurda oluşturduğu sonuçtur; imgelem boyutudur. İşte okurda oluşan bu eylemsel tabakaya çağrışımsal imgelem tabakası diye isimlendirmenin uygun olacağını düşünüyorum.

Çağrışımsal imgelemin oluşum sürecini, iki farklı varlık düzleminde değerlendirmeliyiz. Birincisi şiirin söz varlıklarının çağrıştırması ile okuru yönlendirdiği çağrışımsal imgelem tabakasıdır. Bu, yukarıda bahsettiğim tabakadır. İkincisi ise okurun yaşamsal algısı ve bellekte yerleşik bilgileri, görme, sezme yetisi gibi kişisel etmenler ile şiirde çokanlamlılık gereği okurun kendince ulaştığı “Rastlantısal İmgelem Tabakası”dır. Çünkü sanatsal metinlerin doğasında var olan ve sezdirme gücünün de etkisi ile okurun bilincinde üretilen anlam dünyasını ancak bu sınıflandırmayla tanımlayabiliriz. Her ne kadar sınıflandırma yapmış olsak da bunlar, eşzamanlı, eşgüdümlü ve birbirini bütünler biçimde oluşurlar.

Rastlantısal imgelem, rastlantısal anlam gibi ayrıca incelenmesi gereken sanatsal bir gerçektir. Metni sanatsal boyuta taşımanın altında yatan temel değerlerden biridir. Bugüne kadar farklı biçimlerde dillendirilmiş olmasına karşın sınıflandırılıp tanımlanmamıştır. Şu kadarını söylersek sanırım bu tabakaların önemi anlaşılabilir. Şiirin zamana karşı dinamizmini ve kalıcılığını sağlayan, şairin kurgusu ve okurun belleğine göre şekillenen, dönemlerin algı ve yargılarına göre yeni değerler üreten tabakalar olarak düşünebiliriz.

Çağrışımın yönlendirdiği bir alan daha vardır. Çağrışımın ortaya çıkardığı yeni anlam, görüntü, tasarımlar vardır. Bunlar; okurda yeni imgeler yaratır ve yeniden okuru farklı imgelem dünyasına sokar. Geri dönüşümlü bir süreçtir.

Aşağıdaki dizeleri çağrışım açısından değerlendirerek okuyalım. 

 (…)
Vardır her egemenin bir egemeni, bu ayrı konu (1)
Alsa aslan bir ceylanı evlatlık, evrim darılır (2)
Horon kıvraktır örneğin, durdur horonu dik oynamayı (3)
Dikey keskin hüküm varsılı, düzde güzelduyu (4)
Az varılır bir kasabada, paslanır ya keman yayı (5)
Telgraf direkleri odun oldu olalı.          (6)
(…)

Şimdi ikinci dizenin çağrışım gücünü kendi şiir anlayışınız ve dünya görüşünüzle düşünün. Ayrıca, bir ve ikinci dizeyi okuduğunuzda zihninizde nasıl bir çağrışım oluştu? Okur okumaz ne düşündünüz? Sizde nasıl bir görüntü ve tasarım oluştu? Evrimle, aslanın ceylanı evlatlık alması konusunda nasıl bir bağlantı kurdunuz? Düşünsel olarak sizi nereye taşıdı? 

Örneğin, beş ve altıncı dizeler size nasıl bir görüntüye götürdü.? “...paslanır ya keman yayı/Telgraf direkleri odun oldu olalı” (İki telgraf direği ortasında aşağıya doğru salınmış telgraf tellerinin keman tellerine benzetildiğini varsaymış olursak sizde nasıl bir iz, anı ve duyguyu uyandırırdı?) Çocukluğunuzun görüntüsü olan telgraf direkleri ve telleri, nasıl bir çağrışım yapmaktadır?

Çağrışım, şiir veya herhangi bir sanat eserinin yarattığı imge ve imgelem dünyasıdır. Bunu sonucunda okurda oluşan imge ve imgelem dünyasını; doğuş nedeni, oluş, işleyiş ve sonuçlarını daha görünür kılmak için “Çağrıştırma Tabakası, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakası” olarak sınıflandırarak incelersek daha iyi anlaşılır olur kanısındayım. 

Şimdi Çağrıştırma Tabakası, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını; gereci, nedeni, nasılı, okurda yarattığı etki ve sonuçları açısından ayrı ayrı ele alalım.

Çağrıştırma Tabakası

Çağrıştırma tabakasını, şiirin okurda anlamsal, işitsel ve görsel olarak doğuracağı uyaranlar, yönlendirenler ve bu uyaranların temel esaslarını teşkil eden varlıklar düzlemi olarak ele alabiliriz. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı sağlayan gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran somut ve soyut veriler dizinidir.

Şiirde imgenin algılanmasında önemli bir paya sahiptir ve aynı zamanda okurda çoğul ve rastlantısal imgelem yolunu açar. Ancak bu tabakayı açıklarken şairin şiirinde bilerek kullandığı gönderme, sezdirme ve anımsatma türü söz varlıkları üzerinden hareket etmek durumundayız.

Olayın/duygunun/eylemin anımsatılması için kullanılan sözler ve söz gruplarının her birini çağrışım çekirdeği[19] olarak adlandırabiliriz. Çağrıştırma görevi yüklenen olgu, olay, sapma, deyim aktarması, benzetme, bağdaştırma, sözcük ve söz grupları gibi şiir teknikleri, anlatım ve anlam özelliğine bağlı olarak, özgün bir çağrışım oluşturacak ağırlığı taşıması arzu edilir. Bu özellikleri taşıyan çağrıştırma tabakası; okuyana olay ve görüntüleri anımsatır, açığa çıkartır, imgeye yöneltir, imgelemi başlatır, okurun bilgi dağarcığına ve algıladığı yaşamsal izlere bağlı olarak olaylar zinciri ve görüntülerin oluşmasını sağlar. Şiirde geçen söz ve söz tamlamalarından doğan anlam, imge, yansıtma ve sezdirme grupları; çağrıştırma tabakasının bir ögesi olarak görülmelidir.

Çağrıştırma tabakasını kurgulamak, şairin işidir, becerisidir.

Şiir anlatmaz, anlatılmak isteneni yansıtır, duyumsatır; bununla da yetinmez, istenen görüntüyü de kendine özel teknikle çağrıştırır. Bu esnada da düş dünyanıza yeni yeni ateşler yakar. İmgelem olanaklarınızı bilemeye başlar. Bir bakıma, hem işaret edilen daha somut bir alanın varlığından hem de görünmez ama gönderilerle yolu açılan bir görünmez alandan söz edebiliriz. Gerçek ve gerçek olmayan alanın ortaklaşa yarattığı toplam nesnel, duyusal ve sanal görüntü, bir yapıtın ortak değerlerini içinde toplar. Çağrıştırma tabakasının oluşturduğu bu düzlem, okur anlağında estetik algının önünü açan bir olanaktır.

Çağrıştırma tabakası, belleğimizi ve duygularımızı harekete geçirerek bilinç ve bilinçaltımızdaki uyuyan gizli odaların açılmasını sağlar. Başka bir deyişle, duyguları tepkisel konuma sokar, algı uyarıcıları yönlendirir. Okurun zihinsel ve duyusal dünyasına dikkat çekici işaretler koyar, onu ulaştırmayı arzu ettiği imgeye doğru yönlendirir.

Çağrıştırma tabakasının oluşturulması ve çağrışım gücünün artırılması maksadıyla, okurun sosyolojik ve psikolojik dünyasını ele almamız gerekir. Çağrışımı güçlendirmemiz için önemli bilgiler içerir. Şöyle ki insanın tutum ve davranışlarını belirleyen, onun hangi uyaran karşısında ne gibi bir tepki vereceğini az çok bulgulayan, bu sözünü ettiğim bilim alanlarıdır. Bu yüzden şair ya da sanatçı, sosyoloji ve psikoloji kavram ve terimlerine egemen olmalıdır, diye düşünüyorum. Sadece çağrışım olanaklarının doğurulması için değil, bütün sanat alanlarında özne ile nesne arasındaki ilişki ile insanın tutum ve tepkilerinin çözümlenebilmesi için de gereklidir bunlar.

Şair, bir şiirin çağrıştırma özelliklerini güçlendirebilmek için ne yapmalıdır? Bir eleştirmen bu tabakaların açığa çıkarılması için ne yapmalıdır? Bu tür sorulara yanıt aradığımızda biraz daha nesnel ölçütlerin karşımıza çıkacağını düşünüyorum.

Öyleyse çağrıştırma tabakası irdelenerek şairin dil kullanım becerisi ve çağrışım tekniği nesnel bir ölçüt olarak ele alınabilir. Şiirdeki çağrışım çekirdekleri ortaya çıkarılabilir. Bununla birlikte şiir çözümlemelerinde şiirdeki örtük alanların didik didik edilmesiyle yeni şiirsel değerlere ulaşılabilir. Şiir çözümlemesindeki bu tarz araştırmalar, şiir yazma tekniği açısından genç şiir severlere de somut bazı veriler sunabilir. Şiirde bilinçli yapılan her çağrışım çekirdeği, er ya da geç okur imgeleminde bir yöneltme, olay ve olgu görüntüsünü açığa çıkarma görevini yüklenecektir. Hatta şiirde kullanılan bir sözcük bile günün güncel ve iz bırakmış olayları ile bütünleşerek beklenmedik bir çağrışımı, görüntüyü, okurun zihninde canlandırabilir ve daha değişik alanda imgeleme yöneltebilir.

 

ÇAĞRIŞIMSAL İMGELEM KURAMI[20]

Çağrışımsal imgelem, şairin şiirde kurduğu uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kayıtlı görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler ve duyusal alanlar yaratma sürecidir.

Çağrışım katmanı; şiirdeki herhangi bir anlam, ezgi, söz, olgu veya imgeye dayanarak okur belleğini dürten, okurun zihnindeki bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve harekete geçiren, okuru imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine neden olan bir katmanın adıdır. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele aldığımızda, çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı incelenmesinin gereği doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen bir varlık alanıdır. Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve anımsatma gibi zincirleme tepki yanında, yapıtın anlamsal derinliği ile coşum tetikleyerek sanatta duygusallığı sağlar. Çağrışım, anlamın kaşağısı, zihnin karanlık bölgeleri için el feneridir. Anlamı kaşıdıkça kişiyi daha yoğun imgeye, imgeden daha özgün imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki yerleşik izlerin uyaranı ve düş dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.

İmgelem, bilgi birikimimiz ve bilincimizin zihinsel, düşsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, görüntüler, işlemler, yaratılardır. Bir anlamda düş ve düşünme gücünün ortaya çıkardığı eyleme dönüşmemiş düşünce bazında örüntüler evreni de diyebiliriz. Zihnin işleyiş ve imge çekirdeğini[21] ortaya koyuş sürecidir. Sanatın doğumuna kaynaklık eden ilk düşsel aşamadır. Sanatsal edimlerin akarsuyudur.

Konumuz, çağrışımın okurda doğurduğu imgelem sürecidir. Diğer bir söyleyişle okurun; şiirin duyusal ve nesnel varlık katmanlarına yaslanarak zihinsel etkinliğe girişidir.

Çağrışımsal imgelem tabakası dediğimizde, okurda oluşmuş ve oluşturulmuş olan bir imgelem sürecinden söz ediyoruz demektir. Daha önce sözünü ettiğim çağrıştırma tabakasındaki çağrışım çekirdeği, okur üzerinde uyarı, sezdirme, anımsatma, dokunma ve değinmeler yapar. Diğer taraftan da imgelem ve düşlerini harekete geçirir.

Olgunluğa ulaşmış zihinde bir şey, o kadar çok şeyler ile bağıntılıdır ki hangi şeyin hangi bağıntıyı uyaracağı alıcının bilgi varlıkları ve belleğindeki izler ile doğru orantılıdır. Neyin neyi harekete geçireceği, neyin nasıl bir imgeleme yönlendireceğini kestirmek zordur. Yani şair olarak sizin söylediğiniz esas değildir; okurun nasıl anlamlandıracağı, nasıl bir imgelem dünyasına yöneleceği esastır. Şair, kendi anlayışına göre bir veya birkaç imgeyi hedeflemiş olabilir, ancak şairin açığa çıkmasını arzu ettiği imgeler okur tarafından hiç görüntülenmeyebilir. Bu biçim bir yönelme, rastlantısal imgelem tabakasında ayrıca incelenmek zorundadır. Okur, belleğine dayanarak daha farklı imgeleme ulaşmış olabilir. Burada sözünü ettiğimiz şey, şairin yönettiği imgelem tabakasıdır ve her şair sözlerinin okuru nasıl bir imgeye ve imgeleme yönelteceğini az çok belirleyebilmelidir.

Şairin yönlendirmeleri dışında kalan çağrışım olanakları bir olasılıklar yumağıdır. Şair; anlam, anlatım ve ses olanaklarına dayanarak çağrışımın amacı, yönü ve gücü konusunda sorumluluk taşır. Şöyle ki: Şair çağrıştırmak istediği konuyu, olguyu, olayı, özü bir bağdaştırma, aktarma, benzetme vb. ile çarpıcı bir şekilde verir/yansıtır, hissettirir ya da sezdirir; ancak okur konu hakkında bilgisiz ise çağrışım, hissettirme, sezdirme okur açısından bir anlam ortaya koymaz. Bu, şair tarafından dikkat edilmesi gereken önemli bir ayrıntıdır. Fin mitolojisinden bir simge veya sembol kullanılması benim için bir anlam taşımayabilir. Örneğin bir Finli için tarihsel bir olgunun duygusallığını içeriyor olabilir. Şair, şiirinde hem çağrıştırma sorumluluğunu taşımak durumunda hem de okurun varabileceği imgelem sürecine katılmak durumundadır. Basit bir ayrıntı gibi geliyor; ancak bu konu şiir yazarken, çözümlerken ve altı dolu eleştiri yaparken son derece önemlidir. Bir şiirin okurda yaratacağı etki ve şiirin okuru kavrayışı bu ayrıntıyla güçlendirilebilir veya tam tersi zayıflatılabilir.

Şairin çağrışım yoluyla yönlendirdiği imgelem tabakası, şiirin gelecekte takınacağı tavrı, yaymayı sürdüreceği ileti niteliğini de belirleyebilme olanağına sahiptir. Bu belirlenim, şairin niteliği, sezgisi, bilgi altyapısı, dünya ve yaşam ilişkisini okuma yetisi bunun yanında gelecek öngörüsü ile doğru orantılıdır. Sanatçının bilimsel yetkinliği ve öncü tutumu etkendir. Sözünü ettiğim konu, bütün sanat alanlarında özel olarak incelenmesi gereken çok boyutlu bir durumdur.

Yinelemek gerekirse çağrışımsal imgelem, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlar yaratma sürecidir. “Şair, okurun dünyasına göre söz söylemek zorunda değildir; içinden geleni olduğu gibi söyler” diye söylenir. Ancak şiirin okura ulaşması ve onda estetik kaygı uyandırması için onun dünyasına seslenmesi, onunla ilk ilişkiyi başlatabilmesi ön koşuldur. Bu konu biraz da şairin toplumsal ve bireysel olguları okuyabilme yetisiyle ilgilidir.

Çağrışımsal imgelem tabakası, çağrışım neticesinde insan zihinsel varlıkları içinden birtakım görüntüleri çeker. Çağrışımın yönlendirdiği anlamla özdeş görüntüye dönüştürür. Bunlar, birbiriyle bağıntılı olgulardır, izlerdir, yaşamsal çıkarımlardır. Çağrışımın doğurduğu ve çağrışımın zihne taşıdığı görüntü ile ilişkili, okurun zihinsel doygunluğuna bağlı olarak daha içsel yeni anlam ve imgelem oluşur.

Şimdi birkaç dizenin çağrışım olanaklarını ve imgelem gücünü anlamaya çalışalım.

(…)
Irgalamıyor beni masum gagalı güvercinleriniz
Barışı getirmekten uzaktılar ne zamandır
Tırtıl taşıdılar badem gagalarında
Tırtıklasın diye üstüme yağan güneşi
Hiç güvenmiyorum güvercinlerinizin sevdasına
Kaç kez sponsor olurlar yeraltı şehirlerine
Kaç kez takla atarlar minare gölgelerinde
Kaç bıçak vururlar sırtından çağa insafsız
Kaç kez dikerler zeytin dalını haydut inine
Hesapsız bir hasat yapar gibi hırçın
Başıbozuk bir bostan bozumu mevsimindeyiz…[22]
                           Temmuz 2014, Narlıdere (Bir Damla Suda Halklar)

 

Örneğin ilk iki dizeyi, çağrışımsal imgelem açısından inceleyelim. “Tırtıl taşıdılar badem gagalarında/Tırtıklasın diye üstüme yağan güneşi” derken bir güzelliğin tırtıklanması için düşünce yapısı belirli insanların sanrılarından söz edilmektedir. Aslında güncel ve somut olaylara dayanan bağdaştırma söz konusudur burada. ‘Badem gagalarında’ alışılmamış bağdaştırması, aynı zamanda belirgin ve kalıplaşmış düşünce yapısını anlatan bir çağrıştırma çekirdeğidir. İki sözcük, zamanımızın bir olgusunu okurun önüne getirip koymuş ve okurda kocaman bir imgelem dünyası kurmuştur.

İmge; hareket, biçim, renk veya sözle görünüşe taşınan değerlerdir ve aynı zamanda yeni imgelem alanları yaratma gücüne sahiptir. Örneğin, //Usun tekbirle kelepçeye vurulduğu yerde[23]// dizesinde tekbirle kelepçe, İslam kültürünün yoğun olduğu ülkelerin geri kalmışlığını, vahşetini, pozitif bilimleri göz ardı etmesini düşünebiliriz. Bu dizede dikkatli bir imgelem çözümlemesine gidersek, tek başına ‘kelepçe’ sözcüğü bile imge ve arkasından bir imgelem süreci doğurma gizilgücüne sahip olduğunu görürüz.

Çağrışımsal imgelem tabakası böyle bir durumu ortaya koyan alandır. Gerek şiir dili tekniği ile gerek doğrudan göndermelerle gerek imge gibi yöntemlerle yapılsın; bellekte, bilinçte ve bilinçaltında var olan bilgileri uyararak okura yeni imgelem olanakları sağlar. Okurun yaşamsal izlerini ve değerlerini kurcalayarak, okurda öne çıkan bilgilerle yeni anlam alanları yaratır. Bu alanlar çağrışımsal imgelem alanlarıdır ve sanat açısından önemli bir bileşendir. Çağdaş sanatta yapılmaya/yaratılmaya çalışılan önemli bir ayrıntıdır.

Dil sanatlarında, özellikle şiirde çağrışıma bağlı imgelem tabakası kendine özgü bir biçimde ayrıca ele alınmalıdır. Çağrışımsal imgelem tabakası, yukarıda söz edildiği durumuyla bir kuram özelliği taşır mı? Çağrışımsal imgelemin oluş sürecinin; genelliği, deneyselliği, izlenebilirliği ve sürekliliği sağladığını ve bu nedenle kuram olarak ele alınabileceğini düşünüyorum. Örneğin heykel ya da plastik sanatlarda çağrışıma bağlı imgelem sınırlı kalabilir; ancak dilde her bir sözcük, bilgi ve dize, çoğul çağrıştırma gizilgücü taşır ve okura göre değişen imgelem yolunu açar. Sonuç olarak bu alan, kuramsal bir özellik taşır ve özellikle dil sanatlarında, daha etkin olarak şiirde, okurdaki anlamlandırma çabasını, düşünme ve düşlem sınırını genişletir, diye düşünüyorum.

Bu yorumlara dayanarak çağrışımsal imgelem tabakasının, özellikle dil sanatlarında kuramsal yetkinlik taşıdığını söyleyebiliriz. Yani bu süreç, Çağrışımsal İmgelem Kuramı olarak ele alınabilir. Her ne kadar bu konunun kuram olabilme yeteneğine sahip olduğunu söylesek de kuramın deneyselliğine, izlenebilirliğine, genelliğine bakılması, eylemsel sürecinin araştırılması ve daha işlenebilir bilgiye dönüştürülmesi gerektiğinin altını çizmeliyim. Bu tabaka; bir olgunun, olayın, yansımanın anlamlandırılmasında önemli bir işleve sahiptir ve şiire sanatsal öz kazandırır. Ayrıca bu tabaka, bir eserin anlamından çağrışımına kadar okurda yaratılması istenen algı, anlama, düşünme ve görme etkinliğinin eylemsel düzlemidir. Okurun çağrışımla imgelem dünyasına gönderilmesi, kendine özgü teknik, yöntem ve ayrıntı gerektirir. Bu nedenle çağrışımsal imgelem tabakası gerek kuram olarak gerek süreç olarak düşünülsün, dil ve insan bilimleri uzmanları tarafından ayrıntılı bir biçimde bilimsel bir gözle ele alınmalıdır. 

Çağrışımsal imgelem tabakası, aslında eleştirmenin önemle üzerinde düşüneceği bir anlamlandırma sürecidir. Oscar Wild’ın deyişiyle, “Eleştirinin asıl amacı eserin etkisini ortaya koymaktır.” Dilde her bir sözcük, ses, bilgi ve dize bir uyarandır, çağrışım çekirdeğidir ve çağrıştırma gizilgücü taşır, okurda imgelem yolunu açar. Şair, çağrıştırma gizilgücü taşıyan uyaranları nasıl kullanmıştır? Nesne, olay, olgu, simge, mit gibi uyarıcı etkenleri okurun artalan bilgisi ile nasıl özdeşleştirmek istemiştir? Eleştirmen, bu sorulara yanıt bulduğunda bir şiirin okurda yaratabileceği etkiyi de çözmeye başlamış demektir.

Sonuç olarak, çağrışımsal imgelem kuramı; sanatın okurla ilişkisinden doğan bir olayı görünür kılmak üzere ileri sürülmüş yeni bir sanat kuramıdır; çağdaş sanat anlayışının “Hareket Olgusu”na dayanır. Okurla yapıt arasındaki ilişkinin zihinsel sürecini açıklamaya çalışır. Eserin anlamının okurun bilgi ve yaşam izleri ile belleğine göre şekil alması, anlamlandırılması üzerine kurulu, uygulamalarla kanıtlanabilir bir görüngüdür. Bilimler arası eşgüdümle denenebilirliği, izlenebilirliği ve genellenebilirliği araştırılmalıdır. Bir sanat yapıtının yaratılmasında, çözümlenmesinde ve eleştirisinde önemli işlevinin olduğunu değerlendirmekteyim. Özet olarak bu kuram, yüksek lisans ve doktora tezlerine konu olabilecek kadar ayrıntı, uygulama, araştırma ve inceleme gerektirir.

Bunlara ek olarak, yanıtlanması gereken sorular şunlardır: Bir sanat eserini yaratırken, çözümlerken ve eleştirirken, bu kuram ne işimize yarar? Alımlayıcı için ne anlam taşır? Sanat anlayışımıza nasıl bir değişim getirir? Sanatçıya nasıl bir ufuk açar? Sanatsal ifadenin tanımlanmasında ne işimize yarar?

 

RASTLANTISAL İMGELEM TABAKASI

Rastlantısal imgelem tabakası, çoğunlukla şefin bagetine aldırmayan sazlar topluluğu gibidir. Hangi sesi vereceği kendi tınısıyla, yani kendi iç sesiyle ilgilidir.

Şiirin söz varlıklarına bağlı çağrışım sonucu okurda oluşan imgelem, okurun artalan bilgisi, duygu durumu ve bilgi işleme yeteneğine bağlıdır. Şair; sözün, anlamın, anlam öbeğinin, benzetmenin ya da çağrışım çekirdeğinin nereye değineceğini, nasıl zincirleme bir imgeye yöneleceğini kurgulayan kişidir. Okurda çağrışımla oluşturulmaya çalışılan imgelem süreci, şairin bilgisi, onu açıklama yeteneği ve yönlendirmesine bağlı bir sonuçtur.

Ancak şiir dili, örtük ve geniş anlam sahası doğurmaya açıktır. Gerçekte dizede yer alan sözcüklerin, çoğunlukla anlamsal olarak elle tutulur kemiği ve omurgası yoktur. Kısaca söylersek şiir dilinin kemiği yoktur. Bununla birlikte şiir dili, doğal dilin mantık, anlam ve söyleyiş kurallarını sevimlice kırar. Şiir bu yöntemlere başvururken okur ile iletişimi daha etkin ve duyusal olarak kurmayı hedefler. Bu nedenle, kullanılan sözcük ve tamlamaların anlam alanları geniştir. Bunlar, çokanlamlılığa, çağrışıma, sezdirmeye, anımsatmaya daha yatkındır.

‘İnsan beyni ise mevcut ve algıladığı verilerle beklemeksizin anlamlandırmaya yönelir,’ der uzmanlar. Şiirde yeterli açıklayıcı bilgi yoksa sözcükler çokanlamlılığa yönelecek biçimde kullanılmışsa beynin şiiri nasıl anlamlandıracağı çoğu zaman rastlantısal olmak durumundadır. Anlamlandırma süreci, nerede, ne zaman, nereye yöneleceği ya da ne sonuç doğuracağı açık uçlu bir yolculuktur. Yani şiir dili, çok boyutludur ve sonuç akla gelmedik derinliğe, çokanlamlılığa uzanarak okurda rastlantısal bir imgelem süreci başlatır. Bu, şiirde şairin istediği imgeye ulaşmak yerine, hiç akla ve bir temele dayanmayan imge ve imgelem sürecine girmek demektir. Bu sonuç, yadırganacak bir durum değildir; hatta bilinçli yapılmak istenen sanatsal gerekliliktir. Çünkü çoğul anlam doğurmak ve çok yönlü çağrışım sağlayarak okurda güçlü bir imgeler dünyası yaratmak, oradan okuru daha zengin imgeleme yöneltmek şiirin hedefidir. Ayrıca çağdaş sanat anlayışının eseri açık, organik ve hareketli bir bütün olarak algılıyor olması, bu konuyu destekler.

Çağrışım ve çağrıştırma tabakası, şairin yönlendirmesine bağlı olsa bile okurun yetkinliğine bağlı olarak kastedilen çağrışımın doğması yerine, okur beklenmedik çağrışıma ulaşır ve buna bağlı imge ve imgelem sürecine girer. Daha açık ifade edersek şairin bilinçli ya da farkında olmadan yaptığı söz ve anlam ilişkileri, şiir dilinin çok yönlü anlama açık olması nedeniyle okurda hiç beklenmedik bir çağrışım ve imgelem dünyasını oluşturur. Bunun yanında şair şiirinde başka bir şey anlatmak istemiş olabilir. Okur; duygusu, yaşamsal algısı ve donanımı nedeniyle daha yenilikçi, daha ilginç bir imgelem sürecine girme olasılığına sahiptir.

Şiirde kullanılan sözcükler, sapma, bağdaştırma gibi teknikler ile anlam bağıntıları, kişisel, toplumsal, güncel veya tarihsel olay ve olguları uyararak, okuru hiç beklenmedik bir imgeleme yöneltebilir. Sonuç olarak, şairin bilerek yaptığı veya tesadüfen kurguladığı şiirdeki söz ve anlam bağıntıları, okurun ruhsal ve bilgisel donanımına bağlı olarak beklenmeyen çeşitli imgelem sürecini doğurmaktadır. İşte ben şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da bağımsız, şiirdeki söz varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan, beklenmeyen imgelem sürecine Rastlantısal İmgelem Tabakası diyorum.

Şiirde geçen bir sözcük bile okurda beklenmedik bir imgenin kapısını açabilir. Kaldı ki şiirdeki söz sanatlarının doğurduğu anlamsal ilişkiler, yeni yeni imgeler doğurma zenginliği taşır. Şiirde geçen bütün anlamsal bağıntılar, okurun duygu, algı ve bilgi varlıklarına değindiğinde oluşturacağı imgelem çoğunlukla belirsizdir. İşte bu belirsizlik, rastlantısal bir imgelemin doğacağını kanıtlar. Yani hangi sözün ve dizenin nasıl bir çağrışıma geçeceği, anlam ve anlatımın ne tür çağrışıma gireceği ve bu çağrışımla okurun nasıl bir imgeleme yöneleceği konusunda kesin bir sonuç öngörülemez. Tamamıyla okurun zihinsel etkinliğine, onun dünyasına ve düş gücüne bağlı rastlantısal bir sonuçtur.

Örneğin, /Anlar yüzüyorum gözlerinden/Arabistan düşüyor her an/ dizelerini çağrıştırma tabakası açısından ele alalım. Arabistan’ı tutucu bir anlayış ile özdeş düşünürsek okurda kişisel yıkıcılığa yönelen bir imgelem söz konusudur. Buna karşın Arabistan’a arzu edilen, turistik, haç farzı nedeniyle kutsal bir değer yüklersek okurda imgelem çok daha farklı bir sonuca yönelir. Diyebiliriz ki okur, bu iki dizede bile rastlantısal imgelem sürecine girebilir.

Okur; kişisel, sosyal, güncel ve tarihsel olaylara ilişkin bilinçaltı ve belleğindeki artalan bilgisine yaslanarak şiirin söz varlıklarından beklenmedik uyarıma ulaşabilir. Bu durum, okurun dünyayı okuma biçimi ve bir şiiri anlamlandırma yetisiyle ilgilidir. Şair, okurun ruh ve imgelem dünyasını bilemez ve okuyucuya göre şiir yazmak zorunda değildir. Bu bilinen bir sanat gerçeğidir; ancak şiirde kullanılan her teknik, duygu yükü, söz sanatı ve anlam bağıntısının nasıl bir sonuca yöneleceğini de şair az çok kestirebilir. Ne var ki şair ve sanatçının el aleti, kendi dünyasından sonra insanın psikolojik ve kültürel dünyasıdır.

Gelişim ve değişim gösteren bilginin, algının ve onun yorumunun gelecekte daha farklı olabileceği, daha değişik anlamsal boyutlara ulaşabileceği gerçeği, bugünkü deneyimlerimizle sabittir. Özellikle dil sanatları gibi dünya ve yaşamsal bağıntılar üzerine kurulan sanatlar; dönüşüm, değişim ve gelişime ayak uydurabilmesi için, çağrışımsal ve anlamsal olarak dinamik bir yapıya sahip olmalıdır. Rastlantısal imgelem tabakası, işte bu önemli özelliği de karşılayan bir süreci içerir. Rastlantısal anlam katmanında yapıldığı gibi rastlantısal imgelem sürecinin tanımlanması, şiir ve onun anlamlandırılması açısından önemli bir başvuru alanıdır. 

Aşağıdaki şiirde rastlantısal imgelem tabakasının nasıl doğduğunu örnekle anlatmaya çalışalım.

 

SOMA KARASI

 

Rast gelinmiş bir mesel, kuşluk zamanı
Mızrak boyu tünel içimde ağdalı
Yıkımlara ölümü örterdi üst üste alt alta
Beklenen gün müydü neydi o?
Ya da içselliğe övgü başka bir şey
Evrile çevrile varılmıştı nirengi noktasına.
Tozansız kalan sarı gülün rüzgâra yakarışı mıydı?
Örülü, örtülü ölçütler miydi us dışı?
Ya da bir Osman'ın Soma karasında ufalanışı!
 
Varılmazlığın adresi işte bir çift bekleyen göz
Biri sensizliğe diğeri bensizliğe yolcu şimdi
Tutulmazlık kulpu tutuşturulur avuçlarına
Galeriler, görünür rezerv ya da kritik cevher
Bakışımlı iki tünel arası atelli kırılma noktası
Oksit üstüne kurşun, vargel içinde bir çift el
Günsüz gündönümü kutsanır kendi karasına
Süpürülür gibi sürülüşü var tecim karalarına.
             Mayıs 2015,  (Bir Damla Suda Halkalar kitabından)

 

Bu şiir acı ve belirli bir olayın duygu durumunu ve olayın yansımasını ele alıyor olsa bile, rastlantısal imgeleme yönelecek o kadar söz ve söz bağıntısı var ki şiirin genel anlam yükünden bunu söyleyebiliyoruz. Örneğin “vargel içinde bir çift el” kömür ocağının 200 metre altında hareket eden bir vargel de olabilir, Karadeniz bölgesinin engebeli arazilerinde konutlara eşya taşınan vargel de olabilir. Bu durum, kendi kendine ritmik iş yapmak zorunda olan bir ustanın elleri de olabilir. Ne var ki şiirin adı ile çağrışımın sınırları biraz daha daraltılmıştır. 

“Osman'ın Soma karasında ufalanışı!” dizesine kadar şiirde Soma faciasını duyumsatan bir belirti yoktur. Okur buraya kadar olan dizelerde, dizelerin yönlendirmesi dışında, bu dizelerden kendi belleğine dayalı imgelere ulaşabilir. Örneğin “Tozansız kalan sarı gülün rüzgâra yakarışı mıydı?” dizesi kendi çekirdeğini oluşturmak için tozlaşmayı bekleyen bir gülün rüzgâra yalvarışı insanın iç dünyasını nerelere götürür? Çocuğu olmayan bir anne adayının bu dizeyi okuduğunu varsayın, nasıl bir duygu durumuna ulaşır ve neler yaşar içinde?  Bu dizeden daha ne kadar çok yaşamsal imge ve imgelem üretebilir? İşte buradaki rastlantısal imgelem, okurun yaşamsal olguları, belleği, bilinç düzeyi ve zihinsel gücü ile doğru orantılıdır. Rastlantısaldır, okurun bilinci ve ruh durumu ile bağıntılıdır.  

Rastlantısal imgelem tabakasını oluş biçimi ile ele aldığımızda rastlantısal anlam tabakasında olduğu gibi düşünmeliyiz. Rastlantısal anlam tabakası, nasıl ki beynin anlamlandırma özelliği gereği mevcut veri ve gösterenler üzerinden değişik ve türlü türlü kategorilerde anlamlandırma yoluna gidiyorsa, Rastlantısal imgelem tabakası da mevcut veriler kanalıyla oluşan çağrışım bağlamında değişik tür ve içerik taşıyan düş dünyasına gidildiği bir durumdur. Zaman, coğrafya, kültür ve kişisel algı biçimine göre imgelem düzlemi ve derinliği değişebilir. Beklenmeyen, bilinmeyen, zamana görece bir durum, rastlantısal olarak okur zihninde oluşabilir.

Bilginin üremesi, dönüşümü, yeni algı biçimleri ve yeni bir dünya görüşüne bağlı olarak, şiirin iletileri dinamizm kazanır ve rastlantısal anlam kuramında olduğu gibi okurda rastlantısal imgelemi doğurur. Şiirin söz varlıkları değişmese bile iletileri zamana, algıya ve görüşe göre hareketlidir, ufku genişleyebilir. Bu hareketlilik ve anlam genişlemesi rastlantısal imgelem tabakasının sürekli var olduğunu gösterir. Prof. Dr. İ.Tunalı “Estetik” adlı kitabında “Dün belirli bir ufuk için verilmiş olan değer yargısı, bugün yeni bir ufuk içinde yeni bir değer yargısına dönüşecektir.” der.

Çağrışım katmanı, herhangi bir sanat eserine veya şiire sanatsal özellik kazandıran önemli değerler dizgesine sahiptir. Bu katmanın ayrıntıları ile oluş ve sanatla etkileşim süreci, deneysel yöntemlerle gün ışığına çıkarılmalıdır. Ayrıntılı ve deneyselden kastım şudur: Çağrışım katmanı, felsefenin, estetiğin, psikolojinin, sosyolojinin, bilgi yönetimi, dil bilimi gibi toplum ve sosyal bilim alanlarının veri ve deneyimleri ile açıklanabilir. Çağrışım ve çağrışımın doğurduğu imgelem dünyası, sınırları oldukça geniş bir zihinsel alandır. Geliştirilmesi, deneysel olarak açığa çıkarılması bilimler arası bir eşgüdümü gerektirir. Değerlendirmeme göre anlam ve çağrışım katmanındaki rastlantısallık ve bu rastlantısallığın uzamı, çağdaş sanat ve evrimsel sanat yaklaşımının üzerinde en çok düşüneceği ve yeni bilgilere ulaşacağı araştırma alanlarından biri olmalıdır.

 

ANLATIM KATMANI

Şiirin varlık yapısını anlatabilmenin ve tanımlayabilmenin analitik yolu bana göre katman yöntemidir. Bu yöntem; şiir nasıl yazılır, nasıl okunur, nasıl çözümlenir; insan, nesne ve yaşamla ilişkisi nasıldır; dil ve bilimle ilişkisi nedir gibi sorulara yanıt verebilme yeteneğine sahiptir. Varlık katmanları, şiirin bütününü oluşturan ve birbirini var eden birleşik yapılardır. Sanat eserinin varlıksal bütünlüğü ve integral yapısı gereği bu katmanları ayrı ayrı ele alıp inceleyebiliriz ve birbirleriyle ilişkisini çözümleyebiliriz.  Bir yapıtın duyusal ve nesnel alanının; Biçim, Anlam, Anlatım, Ses, Çağrışım, Coşum ve Estetik katmanlarından oluştuğunu kitaplarımda öne sürmüştüm. Katmanları şiir açısından ele aldığımızda anlatım katmanı, biraz daha öne çıkmaktadır. Diğer katmanlar da önemlidir; her birinin yapıtta görevdeşlik ve bağlılaşık işlevi vardır.

Herkes, başından geçen bir olayı anlatabilir; şiir, öykü, roman türü metinler yazabilir. Örneğin öykünün etkili bir yapıt olabilmesi için anlatımın, biricik ve sıra dışı bir söyleyişi olmalıdır. Anlatımın, dil sanatlarında daha özen gerektiren bir yanı vardır; aynı olayı ve aynı anlamı saysız biçimde aktarabiliriz. Salt anlamla ilgili değildir; sesle olduğu kadar dünyayı görme işitme, tanımlama ve anlamlandırma biçimiyle de ilgilidir. Anlatımın, algıyı tetikleyen ve daha etkili alımlamayı sağlayan bir gücü vardır. Her sanat alanı için etkili ve geçerli bir katmandır. Örneğin bir tabloda kompozisyon (yerleşim ve perspektif) olarak tanımladığımız şey anlatımın bir parçasıdır.       

Şiir; şöyledir, böyle büyük bir sanattır, şöyle yazılır, böyle anlatılır, şurasından girilir, şiire böyle varılır, burasından çıkılır gibi çıt kırıldım yargı ve soruları bir yana bırakalım. Kendimize daha tanımlanabilir yeni sorular soralım. Bu tür sorular ve bu konulara ilişkin yazılan genelleme yazılar, kanıksanmıştır artık. Çoğu, okura yeterince açıklayıcı veri sağlamıyor. Bu düşünceden yola çıkarak; anlatım katmanını kendine özgü sorularla inceleyelim. Bunun için kendimize neler sorabiliriz? Örneğin, konuyu okur beklentisinden yana ele alalım. Şiir okuru, şairden nasıl bir dil kullanımı bekler?  İkinci soru ise, şiirde nasıl bir anlatım olmalıdır ki okur-şiir ilişkisi doğrudan kurulup en akıcı ve duyarlı şekilde sürdürülebilsin?

Anlatım katmanını, neden sorguluyorum? Estetik alımlama gözlenerek varılan yargı, daha uygulanabilir bir yargıdır; doğruluk değeri yüksektir. Okurla duygudaşlık kurulması, estetik alımlamanın gözlenmesi ve sonuçları hakkında bir değerlendirme yapılması, durumu biraz daha somutlaştırır. Daha sağlıklı yorum ve çıkarım yapmamızı sağlar. Okur, şiirde nasıl bir anlatım bulmak ister?

Şiir okuru, öncelikle kendisini aşan bir dilin içinde kaybolmak ister. Kendisini aşan bir dil derken ne demek istiyoruz? Çok açık gibi duruyor olsa da tanımlanmasında sıkıntı olan bir söylemdir. Okurun beklemediği, sözel, anlamsal ve zamansal dizilimi kıran; mantığını sendeleten, duygularını rendeleyen, zihnine saldıran; çoğul, rastlantısal anlam, imgesel  ve çağrışımsal imgelem gücü yüksek olan; bir anlatım demektir bu. Bir anlamda sıradan söyleyişin dışına çıkmaktır. İlgili sanatın disiplinine uymak koşuluyla onun anlatım olanaklarını olabildiğince genişletmektir. Anlatım, anlama derinlik kazandırırken anlamın da anlatıma hareket özgürlüğü kazandırdığı karşılıklı bir ilişkidir. Öyleyse karşımıza çıkan önemli soru şudur: Bunu nasıl yaparız?

İşte bu, anlatı bilimin konusudur. Neyi nasıl anlatmalıyız ki okuru şiirin içinde tutabilelim. Neyi nasıl söylemeliyiz ki okurun algısını çelip duyarlılığını en üst noktaya taşıyabilelim. Şiir dili, diğer yazın türlerine göre oldukça özgür bir dildir. Anlamsal, uzamsal ve zamansal akışı kırabilen, somut ve soyutu gerçeküstü dünya ile bütünleştirebilen bir esnekliği vardır. Gerçeküstü dünyayı canlandırabilme yeteneği daha güçlüdür.

Anlam, anlatım ve ses ögeleri, bir bütündür ve birbiri içinde birbirini var eden görevdeş ve bağlılaşık katmanlardır. Anlam ve sese giydirilmiş farkındalıklı bir anlatım, okurun algılarını tetikleyecektir. Günlük konuşma dilinden, sıradan bir metin tümcelerinden veya rastgele kullanılmış söz ve sözcük öbeklerinden uzak bir dil kullanımı, okurun imgelem olanaklarını genişletecektir. Şiirsel ezgiyi oluşturan bir ses düzeni yanında sözcüklerin anlamsal değeri ve duygu değeri, imge bütünlüğünü kuracak ve okurun şiirin içerisine girmesini sağlayacaktır.

Sapma, alışılmadık bağdaştırma, benzetme, eğretileme, değinmece, değişmece ve aktarma gibi söz teknikleri, anlatıma güç katarken aynı zamanda şiirin imge örgüsünü oluştururlar. Sıradan bir söyleyişin dışına taşırlar şiiri. Okur, şiirde bunları yakalar ve imge bütününden kendi imgelem dünyasında gezintiye çıkar. Bir anlamda okur, beklentisinin ötesinde bir dize kuruluşu ve söz kıvraklığı içinde bulur kendisini.

Anlam bütünlüğü en kolay algılanan ve duygu değeri en kısa zamanda duyumsanan sözcük ve söz tamlamalarıyla kurulmalıdır dizeler. Ayrıca okur; zihninin derinliklerinde hiç dokunulmamış yeni görüntü ve tasarımların oluşmasını sağlayan; söz sanatı veya alışılmamış bağdaştırma gibi kendisinin yapmasının olası olmadığına inandığı; tamlama, söyleyiş, dizilim ve imge kurulumu bekler. Açıkçası yeni, hayranlık uyandıran ve duygularını ezici bir söyleyiş bekler.

Şiir okuru, ruhsal ve duyusal olarak şiirle bütünleşmek ister. Biz biliyoruz ki şiir, okuru sarsıntıya uğratacak bir anlatım, ses, aynı zamanda duyularını harekete geçirici bir anlam üzerine kurulabilir. Şiirsel dilde neyi söylediğiniz öncelikli değildir; neyi söylediğiniz göz ardı edilecek bir durum olmamakla birlikte nasıl söylediğiniz ön plandadır. Duygulanım için farkındalığı, etkiyi ve ivmeyi yaratacak olan, anlamın derinliği ve söyleniş biçimidir. Şiirsel dilde neyi söylediğimiz etkin değilse, nasıl söylediğimiz de beklenen etkiyi ve estetik değeri doğuramaz. Bu nedenle neyi nasıl söylediğimiz her zaman birbiri içindedir, bunu eş yüklü ve eş zamanlı bir süreç olarak ele almalıyız. Anlatımın algı uyarma yeteneğini uygun kullandığımız zaman anlamın, arzu edilen yoğunlukta alımlanmasını sağlarız. Böylece okuru şiirle bütünleşmeye yöneltiriz. 

Anlatım, geniş bir alandır ve şöyle olmalıdır gibi bir yargı tümcesi kurmamız olası değildir. O kadar çok seçeneği vardır ki dünyanın herhangi bir noktasından aynı yönde sürekli gittiğimizde aynı noktaya gelmek gibidir. Birçok söyleyiş şekli, kullanılabilecek sözcük ve sayısız seçenek vardır. Sonuçta hepsi bir şeyi anlatır; ne var ki birinin duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü düşüktür diğerininkiyse yüksektir. İşte biz duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü yüksek olan anlatım biçimini tercih etmek durumundayız; çünkü şiirin hedefi, okur duyarlılığını yüceltmek ve onu estetik yaşantıya sokmaktır.

Okur; düş, duygu, beklenti, anı ve yaşamının kesitlerine incelikli bir biçimde dokunulmasını ister. Okur; yaşamsal değerleriyle, belleğiyle, duygu ve düşünceleriyle şiirin içinde var olduğunu duyumsamalıdır. Daha doğrusu şiirin eli ayağı okura dokunmalıdır. Duygu ve yaşamının kesitlerini daha ilgi çekici görünür kılmalıdır. 

Sık sık söylenir ya “Şiir yaşamın içinden olmalıdır” diye. Şiir yaşamın içinde olmak zorundadır. Bunu yaparken sıra dışı bir anlatımla okurun ruhuna dokunulmalıdır. Sıra dışı şeyler söyleyeceğim diye aşırılığa da yer verilmemelidir. Şiirde maksat; öğretmek, bir fikri kabul ettirmek ya da şair gibi düşünmesini sağlamak değildir. Aşırılıktan kastım, dayatıcı, şiddet ve öğreticiliktir; şiirde sarsıcılık, sıra dışılık, beklenmedik patlamalar olacaktır, yapılmalıdır. Zihni sendeletmeli, duyguyu havalandırmalıdır. Okurda duyarlılık yaratmak ve estetik tavır oluşturmak, alışılmış şeylerle yapılamaz. Bu durumda anlamın duygu değeri ve etkinlik değeri öne çıkar. Her söz ve söz tamlamasının duygu değeri şiddetten sevgiye kadar değişen aralıkta oluşur. Birinci ilke, şiir şiddeti kaldıramaz. İkinci ilke şiddete yakın çoğu olumsuz duygu değeri, baskıcı, korkutucu ya da dayatıcı karakter taşır. Kültürel birikim ve buna bağlı oluşan toplumsal algı; sözcük, söz tamlamaları, deyim ve özlü sözlerin duygu değeri ile duyarlılık yaratma yükünü belirler. Biraz daha anlaşılır bir şekilde söylersek; küfür, bağırma, çağırma, suçlama, aşağılama ve hakaretle kurulan metinler şiir değil bildiri türüne girer. Sanatın hiçbir dalı dilsel şiddet  içeren söylemi kabul etmezken okur da aşağılandığı, suçlandığı veya bir başkasına hakaret edildiği bir metnin içinde estetik yaşantıya giremez.

Okur, şiirde ses duymak; belleğine kazınmış olan ezgiyi yaşamak ister. Anlatım, anlamı açığa çıkarırken sesin imgesel gücünü de kullanmalıdır.  Bu da ne demektir, demeyin. Şiirsel ezgi  ayrı bir olaydır şiirde. İmgesel bir gücü vardır ve sözel imgeden daha etkilidir; estetik değer açısından daha güçlüdür. Ruhsal dünyayı, metafizik alanı kolay uyandıran bir imge türüdür. Şair tarafından altyapısı kurulur ve okur tarafından oluşturulur. Ses ve söyleyiş, eş güdümlü ve eş zamanlı oluşan şeylerdir.  Bu ayrıntı Türk yazınında sık ele alınan bir konu değildir. Zaten bununla ilgili dünya yazınında bile ayrıntılı kaynak çok bulunmaz. Sadece şunu söyleyelim: Şiirsel ezginin duyarlılık yaratma ve estetik yaşantıya sokma gücü, azımsanacak bir durum değildir. Ses, anlatımla uygun kullanılmalıdır. Ayrıca bu olanak, ciddiyetle ele alınmalıdır.    

Okur öykünen değil; özgün bir şiir okumak ister. Anlaşılmayı gerçekleştirecek, etki yaratabilecek ve duyarlılığı artıracak bir anlatım, kolay iş değildir. Yetenek ve bilimsel yetkinlik yanında dili iyi kullanmayı gerektirir. İyi şair, eleştirel yaklaşan ve sorgulayan okurdur. Okuduğunu anlatı bilim gözünden ve kendi anlatım düzeninden ayrıntılı inceleyip çözümlemelidir. Nazım Hikmet böyle anlatmış, Cemal Süreya böyle söylemiş, ben de böyle bir anlatıma sahip olayım gibi bir yaklaşıma girdiğiniz anda şiir yazmak bırakılmalıdır. Kendiniz olma özelliğini yitirirsiniz; özgün olamazsınız. Sanatta öykünmek ile örnekler üzerinden kendi anlatım düzenini kurmanın arasında çok ince bir çizgi vardır. Ya öykünürsünüz ya da kendi anlatım düzenini kurarsınız.

Okur, şiiri okuduktan birkaç gün sonra tekrar aynı şiiri gördüğünde bu şiiri okudum mu, okumadım mı, diye kuşkuya düşmemelidir. Çok sayıda şiir kitabı okuyorum; okuduğum bir kitabı on gün sonra elime alıp baktığımda içindeki şiirlerle ilgili çok şey anımsamıyorsam sıkıntı var demektir. Özgün şiir, kendini okunanlardan ayırt ettirir. Belleğe tutunur ve okuyup okumadım mı gibi bir kuşkuya düşmenizi engeller. Bu yüzden şiir, sanatın ilkesi gereği biricik ve özgün olmalıdır; belleğe tutunacak ayırıcı bir anlatım taşımalıdır.   

Şiir okuru; güven duymak, zamanının boşa gitmeyeceğine ikna olmak ister ve şairle duygudaşlık kurmak için çaba harcar. Şair ile okur arasındaki güven, önemli bir bileşendir. Neden biliyor musunuz? Estetik algı, olumlu duygu altında devinir. Olumlu duygu ise sevgi, güven ve bunların türevleridir.  Bu duygu durumu, şiire giydirdiğiniz anlamın duygu yükü, tutarlılığı, bağlaşıklığı ve varoluş değerleriyle örtüşürlüğüne bağlıdır. Okur, şiirle özdeşleşmek, anılarını, izlerini, geçmiş duygularını yeniden yaşamak ister. Şiirin duygu değeriyle kendi duygularını örtüştürmek ister. Örneğin daha ilk dizede dilsel şiddet uygularsanız okur olumsuz duydu durumuna girecektir. Ters bir durumdur.  Olumlu duygu ve duygu değeri yüksek anlamın anlatımı, duygu değerinin naifliğine uygun olmak zorundadır. Çatlayan patlayan seslerden uzak durulmalıdır. İkincisi ise daha incelikli ve duygu değeri yüksek sözcükler, bilinen kahramanlar veya objelerle anlatım zenginleştirilmelidir. Türkçe bu konuda oldukça zengin ve birikimli bir dildir; fazla gereci vardır, değişimli veya birbiri yerine kullanılabilecek çok sayıda sözcüğü de… Doyurucu anlatım olanağı her şair için vardır; kınından çıkarılmayı bekler.  

Şiir okuru, şiirde kendisini bulmak ister. Duygularının okşanmasını, belleğinin kaşınmasını, değer verdiği olgu ve olayların farklı bir açıdan şiirde yer almasını ister. İnsanlığın ortak değerleri vardır ve bunlar karşısında duygu değerleri birbirine yakındır. Aşk, özlem, umut gibi… Nesnelere ve yaşama yüklediği anlam, kültürel ve sosyal farklılıklar gereği değişiklik gösterebilir. Bu yüzden tarihsel değerler, insani değerler, geleceğe ilişkin olgu ve olaylar; okurun belleği ve duygularını zinde tutacak şekilde ele alınmalıdır. Güncel olay ve olgular, okur üzerindeki etkisini gözlemleyip bildiri tarzına kaçmadan kılıf giydirmelerle duyumsatılmalıdır. Etkili kılmak için; okurun en kolay ulaşacağı olay, olgu ve bilgiye dayandırılmalıdır anlatım. Hem geçmiş hem güncel hem gelecek, aynı dizede bir arada yer alabilir. Bu anlatımı daha güçlendirir. Dolayısıyla güncel olay ve olgular daha tazedir, anlatımın etkisini kısa zamanda açığa çıkarma gizilgücüne sahiptir. İçinde yaşanılan ortamın görünürlük ve etki derecesi her zaman yüksektir. Duygu, tutum ve davranışları belirleyen, bu ortamdır. Okur, güncelin içerisinde kendisini daha kolay bulur; zaten orada yaşamaktadır. 

Şiir okuru, şiirin anlam ve duygu değerinin kendi duygularını ezmesini ister. Duygularını ezmesi derken, olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşün bizi hayranlığa taşıması anlamında düşünülmelidir. Bir anlamda şiirin anlam ve anlatımından doğan derinlik veya sıra dışılık, okurun etkilenmesini sağlar ve hayranlığını belirginleştirir. Yaratılan bu güzelliğin karşısında, duygu boyun   eğer ve güzelliğe uyum sağlar. Söyleyişin altında ezilir. Bu durum anlatımı güçlendirmek için kullanılabilecek açık kapılardan biridir. Kurduğunuz anlam ve onu anlatmak için söyleyiş biçiminiz, okura bu kadar da olamaz dedirtmelidir. Okura bunu söyleten bir anlatım, sıradan bir dünya görüşüyle yapılamaz; donanımlı ve gelişmiş imgelem gücü, yetisi ve zenginliği gerektirir.    

Şiirde hedef, dili ilginç kullanmak değildir; dilin güzel kullanımından anlamı güçlendirmek, anlamın derinliğini ortaya dökmek, anlam-anlatım-ses uyumunu sağlamak, algıyı duyarlı kılmak, duygulanımı sağlamak, çağrışım ve coşumu güçlendirerek estetik değer yaratmaktır.

Düşünülen, duyumsanan, duyulan, koklanan ve işitilen her şey dile çevrilemez, sözlerle anlatılamaz. Duyarsın, koklarsın, düşünürsün ama dile çeviremezsin. Beynin çalışma biçimi ile dil olanaklarının örtüşmediği bir alandır burası ve ayrı bir araştırma konusudur. İnsanın düşünme yeteneğinin sınırsız olduğu kadar anlatım da sınırsız bir uzaya sahiptir. Limit zorlanmalıdır. Düşünce ve duyguları, mümkün olan en iyi bir anlatımla söze ve yazıya dönüştürmek ayrı bir çaba ve yetenek gerektirir. Biz biliyoruz ki bunları ustaca dile dönüştürenler, düşündüklerini, gördüklerini ve hissettiklerini okura etkili bir anlatımla aktarmayı başaranlar; iyi anlatıcılardır, iyi yazarlardır, iyi şairlerdir.

Şairin bilinci ve imgeleminin, dille buluştuğu alandır anlatım. Kavramlar, olgular, olaylar ile insanlar arasındaki mutlak ilişkiyi tanımlama, duyusal süreçleri duyumsama, kendine özgü yaşamı görme ve açıklama biçimi de diyebiliriz. Bu noktada, şairin insanı okumasından tarih bilgisine kadar pek çok değişkenin niteliği ve niceliği anlatımı etkiler. Donanımsal bütünlük ve zengin artalan bilgisini gerekli kılar. Deneyim ve bilgi birikimi; görmeyi, duymayı, anlamayı, yorumlamayı ve en uygun sonucu bulmayı sağlar. Söze dönüştürme yetisini üst seviyeye çıkardığı gibi anlatımı da doğrudan etkileyen bir gerekliliktir. Bilmeden, bilip görme yeteneği gelişmeden yapıt üretme devri geçmiştir. Donanımlı olmadan anlatımı güçlendirmek, boş bir çabadan başka bir şey değildir. Kişi heybesinde olmayanı çıkarıp ortaya söz olarak koyamaz.

Attığı taşın nereye düştüğünü bilmeyen ve etki yarıçapını ölçemeyen kalfa, ustalık düzeyine hiçbir zaman ulaşamaz. Bu yüzden ne yaparsanız yapın, şair bildiğini yazar deseniz bile yaptığınız şeyin sonucunu ve hedef kitlenin beklentisini karşılaştırmalısınız. Bu, popülist bir tutum olarak görülmemelidir. Etki ve tepkinin, kendi disiplini altında incelenmesidir. “Şair, ne yazarsa yazsın kabulümüzdür”, tek başına geçerli bir yaklaşım değildir artık. Okur ne ister sorusunun yanıtı, estetik biliminin konusudur ve şaire ufuk çizgisini daha öteye çekmesi için seçenek sunar. 

15 Temmuz 2020, Narlıdere/İZMİR  

 

COŞUM KATMANI

Coşum, duyguların ayartılmasıdır. Bir anlamda duyguların maceralı bir seyahate çıkarılması ve eline pembe bir mendil verilmesidir.

Coşum katmanı, olumlu ve olumsuz her tür duygu durumunun taşkınlığa yönelme süreciyle ilgilidir. Şiirsel anlamda düşünecek olursak, olumlu duygunun doğurulmasından duygunun taşkınlaşmasına kadar olan ruh durumunu ele alıyoruz bu katmanda. Böyle bir tanımlama yapmaya niçin gereksinim duydum? Sanat yapıtlarının amacı, duygunun harekete geçirilerek taşkın diye belirttiğimiz kıvama dönüştürülmesidir. Görme, anlama, sezme ve kendini duyumsama gibi duyusal, bilinçsel ve ruhsal eylemler; duygu durumunun taşkınlaştığı, yani duyarlılığa dönüştürüldüğü zaman farkındalık kazanmaya başlar. İşte estetik beğeni, estetik yaşantı, estetik kaygı veya estetik yargı dediğimiz olgular da bu aşamadan sonra işlerlik kazanır. Şiirin insana ilişkin yönü; anlam, anlatım, ses ve çağrışımın olanaklarını kullanarak coşumu üst düseyde gerçekleştirmek ve buna yaslanarak beğeniyi oluşturmaktır. Daha açık söylemek gerekirse bir sanat yapıtının üzerine yaslanacağı en önemli varlık, coşum ve  beğeni duygusudur.

Coşumdan estetik yaşantının oluşturulmasına kadar olan süreç, özellikle psikoloji ve sosyoloji gibi bilim alanlarının bilgi ve kuramları ile açıklanabilir. Ancak ben burada, bu bilimlere de dayanarak uygulama açısından bazı inceliklerin altını çizmek istiyorum.

Çoşum, duygulanım ve duygu taşkınlığının süreci olması nedeniyle, oynama ve eğlenme eylemleriyle de ilgisi olan bir durumdur. Yapıtların eğlendirici ve düşündürücü yanları olduğu gibi görüntü ve düşleri tetikleyici yanları da vardır. İşte coşum katmanıyla coşumun yalnızca eğlendirici, düşündürücü, düşsel ve güldürücü yanını değil; aynı zamanda coşumun şiir gibi sanatlardaki toplam eylemsel sürecini açıklamaya çalışmaktır. Bir anlamda coşum katmanı yedi katman arasında en fazla duyusal özellik taşıyan bir alandır. Başka bir söyleyişle çağrışım ve estetik katmanlarından sonra en çok duyu, ruh dünyası ve duygulara dayanan katmandır.

Şiir ile insan arasında duygusal bağ kurulurken, insanın duyusal dünyasında devinim ve duygu durumunda olumlu değişim başlar. Şiirin etkisiyle algı hareketlenir ve duyarlılık en yüksek düzeye ulaşır. Duygunun ulaşabileceği en yüksek noktadan sonra estetik boyuta evrilen bir yanının olduğunu da söyleyebiliriz. İşte bir sanat yapıtı karşısında izleyici veya okurun yaşadığı duygulanım sürecini “coşum” diye adlandırıyorum.

Coşum katmanını daha nesnel olarak ortaya koyabilmek için coşumsal süreci biraz açmamız gerekir. Coşumun, yalnızca eylemselliğini ele almamız yetmez; aynı zamanda varlık ve  oluş değeri olarak da ele almamız gerekecektir. Şiirin rasyonel olmayan katmanlarını, ontik bütünlük gereği görünmez ama duyusal varlık alanı olarak kabul ediyoruz. Ontoloji ve estetik bilimi de bir sanat yapıtını bu görünüm üzerinden ele almaktadır. Şiirle okur arasında kurulan ilişkiden sonra şiirdeki coşum varlık değeri ile okurda gelişen olumlu duygu durumunu bu yazıda ‘coşum değeri’ olarak adlandıracağım.

Çoşumun doğmasından sonra varılacak bir üst katman ise estetik katmanıdır. Bir anlamda coşum, duygu durumunun harekete geçirilmiş duyusal varlık durumudur. Duygulanmadır. Anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanı zihinde eş zamanlı gerçekleşen olgular/olaylardır; birbiri içinde birbirine hareket vererek gelişen toplam düşünsel ve duygusal süreçtir.

Şiirde ve bir sanat yapıtında coşum katmanından söz ederken objektivist estetikte olduğu gibi hem şiirde hem de kişideki coşumdan söz etmemiz gerekir. Ne yalnızca şiir tek başına coşumu sağlayabilir ne de insan durduk yerde coşuma ulaşabilir. Şiir ve okurun karşılıklı etkileşimi sonucunda var olan bir katman olması nedeniyle her ikisini de bir arada ele alıp açıklanmasını önemli buluyorum. Sanatla ilgili herkes bilir ki coşum her sanat yapıtının olmazsa olmazlarındandır, ancak tanımlanması veya isimlendirilmesi farklı olabilir. Coşum, genel yargı olarak insan anlağında duygulu, içli, lirik kavramları ile bilinir ve o şekilde kabul edilmektedir. Örneğin bu şiir içli şiir, lirik kokuyor, çok duygulu şiir gibi tanımlar yapılır. Coşum, her ne kadar sanatın duygu yönüyle ilgili olsa da coşumun var edilmesi teknik ve yönlendirme sonucunda doğan olgudur, diye görüyorum. Okurun yapıtla etkileşime girdiğinde, duygularda değişiklik oluyor ve günlük etkinliklere oranla ayırıcı algı, görme, düşünme, anlama ve yargı sürecine giriyorsa; coşum doğmuş demektir. Bir başka deyişle duyarlılık oluşuyor demektir.

Coşumun estetik ile nasıl ilişkillendirileceği ayrıtılı araştırma gerektiren bir konudur. Şunu söyleyebilirim ki estetik; uyum, oran, simetri, doğruluk, yetkinlik, güzellik, yüce vb. kavramlardan besleniyorsa coşumun da bu kavramlarla sıkı ilişki içinde olması gerekir. Çünkü coşum; yalnızca duygusal gerilim ya da gevşeme değildir; bilinç, bilinçaltı ve bellekte var olan değerlerle etkileşim içinde olan ve onlara doğrudan bağımlı olan bir duygu durumudur.

Coşum, şiir ve sanat yazılarında çok dillendirilmeyen, hak ettiği önemin tersine parça bölük bilgilerle geçiştirilen bir durumdur. Frankfurt Okulu dilbilimcileri tarafından bu konu, şiir dilinin coşumsal işlevi olarak ele alınmış ve incelenmiştir. Bu metinde, coşum katmanına yaklaşımım ve ele alma biçimim biraz daha farklıdır. Yapıtın duyarlılığı artıracak nitelikleri ile okur duygusunu tetikleyici dış etkenler; algı, düşünme ve anlama farkındalığı yaratacaktır. Salt yapıt değil okur duyarlılığını da dikkate alan bir yaklaşımdır. Duyusal bir süreçtir, duygusal bir sonuçtur; dolayısıyla düşünsel süreci de içine alan bir birliktelik söz konusudur.

Bu şiir duygu dolu derken aslında coşum katmanının yoğunluğunu, duygulanımı gerçekleştirecek donanıma sahip olduğunu söylemek isteriz. Şiiri okurken bile hakkını veriyor derken, coşum değerini artıracak şiirsel ezgiyi oluşturuyor ve duyarlılık yaratıyor demek isteriz. Coşum katmanının şiirde ve insandaki değeri ile eylemsel özellikleri; söze dönüştürülmesi ve anlaşılır duruma getirilmesi durumunda şiir çözümlerken, yazarken ve eleştirirken yararlı olacağı kanısındayım.

Coşumun oluşturulması ve beğeninin gerçekleşmesi arasındaki yaratılan duygu durumu coşum katmanının konusudur. Bu anlamda estetik katmanı ile coşum katmanı karıştırılmamalıdır. Coşum, duygu yoğunluğunu artırıyorsa yoğun duygu da beğeni güdüsüne olumlu iletiler gönderiyor demektir. Zincirleme reaksiyondur. Örneğin bir tabloya baktığımızda, konu ve yardımcı konuların konumlandırılması algıda simetri ve düzenlilik duygusu yaratıyorsa, renk tasarımı insan duygularını çağrışıma ve coşuma taşıyorsa estetik yargı olumlu yönde takdir yetkisini kullanmaya karar almış demektir. Başka bir deyişle coşum, estetik kaygıya varan yolun hazırlığını yapmaya başlamıştır. Bu eylemlere, duyguya anafor etkisi vermek için alınan tedbirler bütünü de diyebiliriz. 

“Bilgi aktı”nın temel çalışma ilkesi, olumlu duygunun gücüne dayandırılmaktadır. Duygu, bir bakıma bilgi aktının temel hareket motorudur. Bu nedenle şiir veya bir yapıtla, okurun duygu durumu olabilen en yüksek seviyede hareketli tutulmalıdır. Zaten bunu başaramayan ve duyguyu kontrol altına alamayan şiir ya da başka bir yapıt, yalnızca var olan bir yazı veya obje olma yolundadır.

Coşuma hem eleştirmen hem de şiir yazan/sanat üreten gözünden bakılmalıdır. Yapıtın olmazsa olmazı ve izleyiciyi duygudan duyguya sürükleyen coşum, çoğu incelemelerde dikkate alınmamasına karşın üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir varlık alanıdır. Bu katman, insan psikolojisi ve algısı gereği kişiye göre değişkenlik gösterir. Bu nedenle tanımlanması, varlığının ve etkileşim alanlarının belirlenebilmesi oldukça zordur. Coşum, duyguyu olması gereken yoğunluğun üzerine taşır ve okuru bedensel ve ruhsal olarak hazırlar. Yarattığı ortam, duyguyu hareketlendirir, insanı kabına sığmaz kılar ve bununla beraber sevme ve beğenme duygusunu var eder. Bu aşamada, insan şiirden yana taraf olmuş, zihinde canlandırma ve tasarım başlamıştır. Sevme duygusu anlamayı, anlayıp sevmeyi, sevip yeniden anlamı canlandırmayı sağlar. Diğer bir söylemle okur, imgelem dünyasında gezinmeye başlar. Estetik beğeni, bir sanat eserinin toplam yansıması karşısında insanın haz duygusunun doğup içinde yaşamasıdır. Bu nedenle şair ve sanatçılar, her tür sanat alanında coşum katmanını en etkileyici şekilde oluşturma çabası içinde olmalıdır. Şair, sanatsal değer üretmek istiyorsa duygu tetikleyici tüm girdileri eşgüdüm içinde kullanma becerisini gösterebilmelidir.

Coşum; kişisel, toplumsal, kültürel hatta bölgesel olarak değişkenlik gösterir. Okurun kültürel algısı, kişisel ve toplumsal değer yargılarıyla mutlak ilişkilidir. Toplum tarafından kötü ilan edilmiş sözcükler, deyimler ve davranış türleri vardır. Bunun tersi, insan duyduğunda çocukluğundan aşka kadar farklı ortamı anımsatan, duygusal hava yaratan; renk, tat, koku, sözcük ve deyimler vardır. Ayrıca her dilde sözcüklerin kendine özgü duygu değerleri vardır. Örneğin, Anadolu ve Trakya sözcüklerinin duygu değerlerini düşünün. İki sözcük de bir yer adıdır; ikisi de başka çağrışım ve farklı duygulanım sağlar. Anadolu’da doğup büyüyen bir kişi için farklı, Trakya’da doğup büyüyen için ayrı duygu değeri taşır. Dinsel algı nedeniyle bazı olgular, coşturmak söyle dursun cinayet nedeni durumuna dönüşür. Buraya kadar olanları dikkate alırsak, coşum katmanının tek yönlü bir olgu olmadığını, yalnızca yapıtta ya da yalnızca insan algısında yaratılmadığını, şiirle insanın karşılıklı etkileşimi biçiminde oluştuğunu söyleyebiliriz.

Nerede ve hangi kültüre sahip olursa olsun, her insanın; yaşadığı, yaşamak zorunda olduğu insani durumlar vardır ki  bu durumların karşısında duygu durumu benzerlik gösterir. Bunlar, insani duygulardır ve evrensel değer taşırlar. Örneğin, aşk, ölüm, ayrılık, özlem gibi konular; her zaman her yerde birbirine benzer duygu durumunu doğurur. Ancak, toplumsal bakış ve bireysel ruh açısından doğru tanımlanırsa okur duygu durumu, daha da keskinleştirilebilir. Duygu durumu olumlu bir insana bir sorunu anlatmakla, duygu durumu karışık bir insana bir sorunu anlatmak, çok farklıdır. Şiiri, duygu durumu hazır birisi okuduğunda tepki çok olumludur, yapıcıdır, estetik yaşantıya girişi daha kısa zaman alır. Yapıt kötü bile olsa böyle bir ortamda beğeni düzeyi yüksektir. İzleyici, gösterime sunulacak yapıta karşı kendini hazırlamıştır. Şairin kullandığı sözcük ile hedef alınan okurun değer yargıları olumlu yönde örtüşmelidir.

Duygulanma,  kültürden kültüre ve insandan insana değişiklik gösteren çok ölçütlü bir durumdur. Coşum için; anlam, ses ve anlatım gibi fiziksel özelliklerin özgün kullanımı yanında okurun duygulanım özellikleri de etkindir. Örneğin tarihsel veya güncel olayların çağrışımı ile okurun manevi alanı tetiklenebilir. Okur, istenen duygu durumu içine çekilerek coşum artırılabilir. Kısaca şöyle diyebiliriz: Coşum; insanın kültürel, psikolojik ve sosyolojik yapısıyla doğrudan ilgili bir durumdur. Kültür varlıkları, dil varlıkları ve toplumun ortak değerleri ile duyarlılığını, doğru ve etkin kullanmak gerekir.

Coşum; anlam, anlatım, ses ve çağrışım üzerinde varlık bulur; insanın duygu ve zihin etkinliği ile bütünleşerek eyleme geçer. Bir bakıma, anlam ve anlamın duygu değeri ile zihin karşı karşıya kalarak diğer katmanları da doğurur. Burada şunu belirtmeliyiz; anlam katmanı coşum için daha etkin bir işleve sahiptir. Zihin; bilinçaltı, bilinç veya bilinç üstünde depolanan bilgiyi ve görüntüyü somut tasarımların üzerine yaslayarak algılar, anlar. Anlam üzerinden doğan görüntüleri, bellekten de besleyerek çoğaltır. Anlamın olay ve duygu değeri, bellekte var olan izlerle bütünleşerek duygulanımı sağlar. Bu sırada yeni çağrışımlar üretirken, aynı zamanda da duygu yoğunluğunu artırır. Duygu yoğunluğu arttıkça, anlam ile bağ daha sıkı kurulur ve bilinç ile bellekteki izler hareketlenir. Kişi, şiiri kavrarken diğer taraftan şiir tarafından kuşatılır. Şiirde  öncelikli hedef, okurun duygularına pranga vurmaktır; duyarlılığı olumlu anlamda kontrol altına almaktır. Sonra okur algısını olabildiğince sarsarak coşumu tetiklemektir.

Sonuç olarak hoşlanma, hayranlık, haz alma dediğimiz etkinlik zihnimizde bu noktadan sonra başlar. Daha somut olarak belirtirsek insan; dünyanın kendisine güldüğünü algılamaya ve görmeye başlar. Bu algı biçiminden sonra çok şey güzeldir.

Ne çok yoğun duygu durumu ne de duygudan yoksun öykü gibi şiir. Yoğun duygu şiiri yıpratır, az duygu da şiiri öyküleştirir. Yalvaran, ağlayan, sızlayan şiirlerin, sanatsal açıdan çok uygun olmadığı, olumsuz eleştiri aldığı ve şiir kulvarından uzaklaştığı görüşü yaygındır. Anlatmak istediğim konu, şiirin duygusal geriliminin ortam ve algı durumuna göre uyarlanmasıdır. Sıradanlığa yönelen duygu gerilimi, entelektüel birikime bağlı olarak rencide edici bir durumu da ortaya çıkarabilir.

Söylendiği gibi, “Şiiri okuduğunuzda tat alıyorsanız güzeldir, almıyorsanız güzel değildir.” gibi bir kolaycılığa gidemeyiz. Yapılan her işte emek varsa tat da vardır. Şiir; diliyle, sesiyle, duygusuyla, anlatımıyla ve anlamıyla bir bütün olarak gerektirdiği özellikleri içeriyorsa şiirdir. Rastgele söz dizimiyle çağımızda şiir yazmak ve sanat değeri oluşturmak, olası değildir. Dil, düşünce, duygu, yaşam varlıkları ile insan arasındaki sıkı ilişki; doğru okunmalı ve dizelerde duyumsatılmalıdır.   

Bu konuya en iyi örnek olabilecek şair bana göre Cemal Süreya’dır. Şiirlerine ve şiir yazılarına baktığımızda kullandığı konular eskitilemeyen konulardır; aşk, sevgi, özlem vb. gibi. Sözünü ettiğimiz konular üzerinden her yaşın okuyup dinleyebildiği anlatım ve şiir kurgusuna sahiptir. İyi şair, iyi bir gözlemcidir, sıra dışı anlatımı olan ve üstün yorum gücüne sahip kimsedir. Sözcüklerin söz değerinden önce duygu değerini doğru tartıp uygun kefeye koyması gerektiğini bilendir. Cemal Süreya, şiirin bütün katmanlarını güçlü yorum ve ironik bir tarzda oldukça dengeli kullandığını söylememiz gerekir. Şiir güzelse farkında olmadan o şiiri belleğinize yazıyorsunuz ve zihninizde taşıyorsunuz. Şiirin kaygısı bu olmalıdır.

Şiirin iç ahengi (bağdaşıklık ve tutarlılık); anlam, anlatım, anlamsal ritim ve şiirsel ezgi; okuyucuyu olumlu duygu durumuna sokar. Özellikle şiirsel ezgi, duyguyu kelepçelemek için en kolay yoldur. Bu uyum, anlam ve anlatım gibi katmanlarla birleşerek okuyanı/dinleyeni şiirle bütünleşmeye götürür. Ses ve anlamın duygu değeri ile anlatımın duygulandırma gücü, şiiri okuyanı yaşamın bellekteki görüntüleri ile özdeşleştirir. O zaman insan, varlığının değer yargıları ile şiirde verilen yaşamsal değerleri kıyas yolu ile anlamaya başlar. İşte bu kıyaslama sonucunda, şiirde verilen yaşamsal değerlerde kendisine ilişkin benzerlik ve üst bir söyleyiş biçimi buldukça belleğinde sakladığı veriler bir bir önüne gelmeye başlar. Her görüntü veya olayın duygu değeri yinelenerek büyür. Coşum; bu özdeş durumun okurda yarattığı imgelem dünyasındaki anaforudur. Başka bir deyişle duyguya anafor etkisi vermek için tüm bilgilerin saklandığı bilinçaltı ve bilinç duvarları tekmelenmiştir. Bilinçaltı ve bilinç duvarları tekmelendiğinde, şiir ile okur imgelem dünyasında yapayalnızdır. Yani okurun şiirden kaçışı önlenir. Çünkü bilinçteki ve bellekte saklı olan izler; uyandırılmıştır, yaşam alanına çekilmiştir ve duyarlılığı tetiklenmiştir. Her zihin, bu uyarımlar sonucunda arzu edilen duygu durumuna girer, bunun yanında imgelem dünyasında güncelin ve geçmişin canlandırılması haz duygusunu tetikler. Duyguyu çaresiz bir duruma sokar, duygu artık şiirin dokunuşlarına karşı duyarlıdır. Okur duygusaldır ve sözün rendesine karşı çırıl çıplaktır. Her anlam öbeğinden, her duygu yükselmesinden ve şiirsel ezgiden, arzu edilen yarayı almaya başlar.

Şiirde; aşk, oyun ve çocukluk duyguları gibi geçerliliğini ve duyarlılığını hiç yitirmeyen, çağrışımı da güçlendiren konular öne çıkarılabilir. Aşk ve çocukluk duyguları, her insanın kozasında uyuyan birer kelebektir; çıkarılmayı beklerler. Azıcık elinden tutulduğunda, hiç beklenmedik yerlerde uçuşmaya başlarlar. Her şair için, okurun aşk ve çocukluk duygularını açığa çıkarmak, onların kompartımanında yolculuk etmek güzel bir birlikteliktir. Duyguları açıkça ifade etmek yerine, insanın belleğine tutunmuş örtülü izleri küçük küçük dokunuşlarla uyandırmak, anlamı ve çağrışımı beraberinde de coşumu olabildiğinin ötesine çıkaracaktır. Her insanın yaşadığı ve belleğine kazınmış anılara karşı verdiği duygusal tepki bunlarla sınırlı değildir. Coşumu güçlendirecek daha pek çok olay ve izler vardır her insanın belleğinde. Şairin duygusal içerikli olguları bulup çıkarması, anlatım ve anlam örgüsünü altın tasta sunabilmesine bağlıdır; diğer bir söylemle şairin olmuşluğu ile ilgilidir.

Aşkın bıraktığı izler ile çocukluktan kalma anılar, belleğin önemli bir parçasını oluşturur. Aynı zamanda kişinin içinde var olmuş, kişiyle kucaklaşmış değerlerin örgüsüdür. Şiir; ne kadar yaşamla, ne kadar insanla, ne kadar bilgiyle iç içeyse o şiir, duygu yoğunluğunu, içsel ve dışsal gerçekliğini daha sağlam yakalamaya adaydır. Unutulmuş geçmişi ve iz bırakmış duyguları yeniden duyumsatmak, bütün yapıtlar için etkili bir coşum doğurma yöntemidir. Ne yaparsak yapalım insanoğlu geçmişi ile bütündür. Gelecek de geçmişin deneyimleri üzerinden kendisine yeni bir yol belirler, tıpkı yeni şiir gibi.

Konu coşum olduğunda ister istemez lirizmin kulaklarını çınlatmamız gerekir. Lirik şiirde insanı ilgilendiren sevinç, acı, aşk, doğa, özlem gibi bireysel veya ortak duygular coşkulu bir tarzda işlenir. İnsanın duyusal dünyası ile uyumlu ve iç dünyasını kavrayacak biçimde kurgulanır lirik şiir. Okurun duygularına aracısız olarak ulaşmaya çalışır. Burada şunu belirtmeliyim: Coşum katmanı yalnızca lirik şiirde var olan duygusal alan değildir; her şiirde hatta sanat dallarının tümünde var kılınması, güçlendirilmesi gereken bir eylemdir, alandır, katmandır.

Coşum değerini yükselten bir başka konu ise şiirdeki uyak konusudur. Şiirde uyak, yalnızca sessel olarak bir uyum değildir, aynı zamanda anlam, anlatım, ezgi, duygu ve ritim birlikteliğidir. Duygu değeri yakın sözcükler ile tınısı birbirine yakın sesler, dize ve dizelerarası anlam, çağrışım ve coşum değerine olumlu yönde devinimin kazandırırlar. Anlamın istenen açıklıkta ve istenilen duygu değeri ile ortaya çıkarılması, iç-yatay-düşey ses uyumu ile ezginin doğru kullanımına bağlıdır. Dilimizde kemikleşmiş deyimlerin, atasözlerinin ve veciz sözlerin ses, anlam ve duygu değerleri yakın sözcükler ile kurulduğunu ilk bakışta görebiliyoruz. Örneğin atasözlerini oluşturan sözcüklerin ses, anlam ve duygu birlikteliğini şiir dilinin dışında bir yerde düşünemeyiz. Deyim, atasözü ve veciz sözler şiirsel bir doku taşır. “Şiir gibi” deyiminin altında yatan bu geleneksel anlam, boş bir temele değil; anlamın şiirsel ezgi ile uyumuna bağlıdır. Ayrıca sessel ve anlamsal uyum, duygulanım sürecini kısaltan ve coşum değerini güçlendiren bir çarpandır.

Yineleme olacak ancak bir kez daha vurgulamalıyım: Şiirsel ezgi, anlamın duygu değerinden daha fazla duyarlılık yaratma yeteneğine sahiptir; Ezgisel imge; coşum için güçlü bir çarpandır insan üzerinde… 

Burada “Anne” isimli şiirin bir bölümünü örnek olarak vermeliyim. Ses, anlam, anlatım ve çağrışımın doğurduğu coşum, burada açık olarak görülebilir.

 (….)
Ellerine yakışırdı bir bakıma yıldızların teri
Değdiğinde içime gökyüzünü kanatsız indirirdi
Paylaşırdı deniz ülkesini eksiksiz sözlerin
İnceliğin sanki kırlangıç teleği
Gözlerin içime doğan güven yıldızı
Yine ellerindi kavilsiz içime teyellenen
Tebessümün ellerini, yüreğime değdirirdin.
Sen değildin, sen göğün kanatlarında yalnız!
İncindiğimde kanayan tenimdin.
                                    Kasım 2014 Narlıdere/İZMİR, “Bir Damla Suda Halkalar” kitabından 

 

Toplumsal olarak yaşanan olayların insanlarda açtığı yara  ya da anılar, coşumun önemli bir gereci olabilir. Zihinlere yerleşmiş bu tür izleri kullanmak, duygulanımı sağlayabilir; ancak bunlar, algı değiştirme biçiminde değil, gerçek duygu değeri ile kullanılmalıdır.

Şiir veya sanat yapıtı şiddet içermez; terör, ırkçılık, öğreti ve dinsel anlamda algı yaratma girişimlerini bir sanat olarak görmez. Bazıları bunun sanat olduğu varsayımını öne sürebilir; hatta olmaz ise olmaz yargısında bulunabilir. Bu tür görüşler, çatışma kültürünün yarattığı bir algı türü ve yaşatılmaya çalışılan çürümüş bir kabuldür. Neden? Sanatın amacı, algı güdüleme değildir; duyarlılık yaratarak ve sevme duygusunu güçlendirerek yaşam sevinci doğurmaktır.

İnsanı, insana egemen kılma çabası, her zaman bir tarafın ya da bir öğretinin güdüleni olmayı gerektirir. Aklı, egemen kılma çabası ise evrensel bir tavırdır. Şiirin gerçekliği, insanı insana egemen kılma işi değil, duygunun gücünü kullanarak sevgiyi egemen kılma çabasıdır. Yani, insanlığın nihai amacına ulaşan yolun kolay gidilebilirliğini tasarımlamaktır. Bu yol; olumlu duygu, zihin, mantık ve akıldır.  Zihin, mantık ve aklın, coşumu oluşturma özelliği var mıdır? Bu soruya yanıtımız evet olmak durumundadır. Duygulanma, hayranlık ve hoşlanma duygusunu, bu üçlü gün ışığına taşır, yani coşumu doğurur. Duygu anaforu, yine bu üçlüye yaslanarak oluşturulur. Bunu belirlemek için mizahı örnek alalım. Mizah; zihin, mantık ve akıl çatışmasıdır. Üçlünün çatışması, gülmek ve gülerken düşünmek eylemini doğurur. Komedyenin işi doğrusal düşünme prosedürünü bozmak; zihin, mantık ve aklın işi ise bozulmaya uyum sağlamayarak tepki vermektir. Bu tepki ile duygu anaforunu yaratmak, sonuç olarak duygu değişimini sağlamaktır. 

Şiirsel ezgi, coşumu en kolay açığa çıkaran şiire özgü bir olanaktır. Eğer şiir gibi şiir yazmak istiyorsak şiirsel ezgiyi, bugün algılandığı gibi düşünerek göz ardı edemeyiz. Anlam ve anlatımın ortaya çıkardığı coşum değeri, şiirsel ezgi ile çok daha kısa yoldan ve etkin biçimde oluşturulabilir. Kaldı ki şiirsel ezgi, aynı zamanda anlam ve anlatımı güçlendiren başka bir fiziksel özelliktir. Ezgideki ritim ve tonlar arası iniş çıkışlar hem okuyanın duygularını hem de şiirin duygusal verilerini açığa çıkararak dinleyeni metafizik ve ruhsal dünyanın gizemli havasıyla bütünleştirir. Sonuç olarak coşum ister istemez en güçlü biçimde bu ortamda varlık bulmaya başlar.  

Şair veya eleştirmen, şiiri çözümlerken coşum katmanında neleri sorgulamalı ve aramalıdır? Varlığını, gücünü ve dayandığı temeli nasıl tanımlamalıyız? Bu sorulara yanıt olabilecek şiire özgü bilimsel çalışma ve yeterli başvuru kaynağı yoktur.

Öncelikle şiirin coşum katmanını çözümlemek için anlam ve çağrışım katmanının sonuçlarını önümüze almalıyız. Şair, şiirinde coşumu sağlamak için hangi konulara yaslanmış veya hangi anlamı çağrıştırma, sezdirme, duyumsatma yoluna gitmiştir? İleri sürdüğü yenidünya ve yeni insan önerisi nedir? Bunun hemen arkasından, anlam katmanı neyi ne kadar çağrıştırıyor, okuru hangi düzleme götürmeyi hedefliyor, okurda nasıl bir imgelem dünyası yaratmak istiyor, çözümlemeliyiz. Ses, anlam ve anlatımla nasıl bir imge dünyası örgütlemiş, buna bakmalıyız.

Şiirin ne dediğini tam olarak anladığımızda, coşum değeri, tem dediğimiz kavram ve üst anlam dediğimiz derin yapının kodları arasından sızmaya başlar. Sırasıyla şiirin gerçek anlamı, çağrışım gücü, söz duygu değeri, ses uyumu, ritim, anlatım özellikleri insanda var olan coşum değeri ile örtüşerek algıyı sağlar ve zihnin etkinliği ile duygulanımı güçlendirir. Nasıl anlama ve öğrenmede hiyerarşik bir yapı varsa duygulanım sürecinde de bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşinin ilk aşamalarından biri, duygu değerinin hangi katman üzerine yoğunlaştığının çözümlenmesidir. Bazen ses, bazen anlam, bazen de anlatım üzerine yoğunlaşabilir.

İkinci olarak; ses uyumu ve kullandığı şiir dili teknikleri, yani ses ve anlatım ile duygulanımı hangi seviyeye taşımıştır? Bir şiiri ele aldığımızda bunlara benzer pek çok soru ortaya koyabiliriz. Duygulanımın, sınırı ve kuralı yoktur; okurun ve kültür yapısının doğurduğu algı biçimlerini okuyabilmek daha doğrusu sezebilmek bu işin çıkış noktasıdır. Ses ve anlatımın duygu durumunda yapacağı değişiklik, anlam ve çağrışımın yarattığı havayla birleştiğinde, insan ruhu incelmiştir; artık incelik, zarafet ve taşkın durum her bilgiyi sorgusuz almaya başlamıştır. İnsan ruhunda yaratılan bu geçirgenlik, bir başka adıyla coşumun eylemselliği, okurun imgelem/düş gücüne güç katar.

Sonuç olarak bir eleştirmen, şiirde söz varlıklarının okur duygularını kaşıyıp kaşımadığına ve onların duygulanımına katkı yapacak olguların şiir tekniğine uygun kullanılıp kullanılmadığına bakmalıdır. Bunun yanında şair coşumu yükseltmek maksadıyla kullandığı söz ve söz öbeklerinin duygu değerlerine bakmalıdır. Eleştirmen gözüyle bakarken aynı zamanda okur gözünden de bakarak şiirin okuru sürüklediği duygu dünyasını açmaya çalışmalıdır.

Bir olay karşınıda bugünkü duygu değeri ile gelecekteki duygu ve duygulanım değeri, aynı doğru üzerinde olmayacak ve duygulanım sürecinde değişiklikler olacaktır. Yani şiirin, insanın ve bilginin dinamik yapısını düşünmeliyiz ve duygulanım sürecine etki eden etmenlerin değişebileceğini dikkate almak durumundayız. 

Çoşumun en önemli işlevi, duyularda duyarlılığı artırarak bilinç ve bilinçaltındaki tüm veriler ile şiirdeki söz ve söz bağlamlarına zihnin yoğunlaşmasını sağlamaktır. Yoğunlaşma demek, şiirin anlamsal değeri ve okurun kendi yaşam varlıkları ile bir kümede bütünleşmesi demektir. Bu bütünleşme zihinde algı, anlama ve düşünmeyi  sağlayarak güzeli daha güzel görmeye yöneltir. İşte o zaman okur, şiirin söz ve duygu değerleri ile kendi yaşamsal birikimlerine yaslanarak  hayranlıkla daha yoğun  imge ve imgeleme yönelir. Duygular ezilmiş, algı, duyma, duyumsama ve görme güzelden yana tavır almıştır. Okurun estetik yaşantıya girişi, bu aşamadan sonra başlar.

 

SES KATMANI

Ses katmanı, sanat eserinde var olan, olmaz ise olmaz yedi katmandan birisidir ve duyguyu tetikleme açısından başat katmandır. Kendi disiplinleri altında ayrıca incelenmelidir. İşte bu metin şiirdeki ses katmanını; oluş, işlev ve etkileri açısından inceler, ses ile şiir/sanat arasındaki ilişkiyi görünür kılmaya çalışır.

Şiir neden şiirdir? Hiç düşündünüz mü? “Şiir gibi kadın” derken insan algılarını uyaran zihinsel birikim dikkatinizi çekti mi? Şiir deyince, toplumu oluşturan büyük bir kesimin zihninde neden denge, uyum, yetkinlik, güzellik ve aşk ile bir bağıntı kurulur? Öyle sanıyorum anlam ve ses bağıntısının en güzel örneğidir şiir sözcüğü. Bu sözcük, anlam açısından duygunun ve aşkın yuvası, ses açısından zarafet ve inceliğin sarayıdır. Anlam ve sesin birbiriyle uyumu ise anne ve kız örneği gibi üretken güzelliği görünüme taşıyan saflıktır. Tonsuz sızıcı bir “ş” sesi, iki tane inceliği temsil eden “i” sesi ve algıyı titreşime sokan “r sesi.  İnceliğin sızıcı bir ses ile başlayıp aynı inceliğin akıcı titrek bir ses ile titreşime girmesi ve bunun sonucunda sözcüğün şiirsel ezgisini doğurması kültürel duyarlılığın rastlantısal olmayan bir sonucu olmalıdır. Sözcüklerde bile sesin önemli bir yeri varken, şiir metinlerindeki sesin de önemli bir bağlamı olmalıdır. İşte bu yüzden şiirdeki ses katmanı, kendini ilgilendiren disiplinler altında ayrıca incelenmeyi gerektirir.

Masumiyettir
Duyarlılıktır her acının telvesi
Vardır ya hani ağırlığın en ağrılı olanı
Ne yükte ne kütlede yer tutar
İnsanın insana ağırlığı gibi
Sol yanına yüklenen gümbürtünün işvesi…  Y.Ö.

 

Şair, sesi anlam ve anlatıma giydirerek, daha doğrusu eş zamanlı ve iç içe kullanarak diğer katmanları da beraberinde ortaya çıkarır. Bu oluşum, eşzamanlı ve birbirini harekete geçiren zincirleme bir süreçtir. Bu süreç, şiirin oluşumunu şekillendiren, doğuşunu gerçekleştiren ve okurla buluşturan ögelerin mutlak birlikteliğidir. Katmanların aralarındaki denge, uyum ve oranın doğru kullanılmaması şiirsel niteliğinden ödün vermek anlamına gelir. Şiirin şiir olma özelliklerini doğuran ögeleri, tek başına veya birkaçını orantısız kullanmak estetik değer ve duygulanım sürecine olumsuz yansıyabilir.

Öncelikle günümüz şairleri, şiirdeki ses ögesine ne kadar ve hangi düzeyde bir anlam yüklemektedir? Şiir yazılarından, incelemelerden, konuşulanlardan ve güncel şiirlerin sessel özelliklerinden anladığım kadarıyla, ses katmanının (ses ögesinin) öncelikli olmadığı, olsa da olur olmasa da olur türünden bir yaklaşım sergilendiğini söyleyebilirim. Şiirde sesle ilgili, yazı, yorum ve incelemenin çok az sayıda olmasına, olsa da doyurucu araştırma ve incelemeler olmadığına bakılırsa bu konuya hiç önem verilmediği sonucu doğar. Örneğin uyaklı şiir, geleneksel, yenilikçi olmayan, devrimci olmayan ve kendi kendini tüketen şiir olarak düşünülmektedir. Hatta şiir uyaklı ise bayağı bir şiir algısı yaratılmıştır. Oysa son yetmiş yılda yazılan yorum ve incelemelere baktığımızda, şiirde uyak ve ses düzeninin nasıl olacağı konusunda öne sürülmüş doyurucu bir araştırma bulmak zordur.

Ritim ve vurgu gibi ses birimlerinden şiir yazılarında sık sık söz edilir. Ne var ki şiirde “parçalarüstü[24]birimlerin bütünleşik varlığından ve “şiirsel ezgi[25] ile ilişkisi açısından bir inceleme yazın dünyasında görmedim. Şair şiirinde sesi nasıl kullanmışsa doğrudur kuralı üzerine kurulmuş bir yaklaşım söz konusudur. Yani şairin ton, vurgu, ritim, iç ve dış uyak olmak üzere ses katmanına yaklaşımı mutlak doğru ve başka bir yöntem yok gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bir konu incelenecekse o konu, her yönüyle, akla gelen tüm sorular yanıt bulacak şekilde deneyimsel olarak ele alınmalıdır. Sesin şiir üzerinde oynadığı etki nedir, coşum ve anlam üzerindeki etkisi nasıldır, estetik katmanına nasıl bir değer katar gibi sorulara yanıt aranmamıştır. Sesin incelenmesinde, müzik bilimi ve Türkçe’nin ses yapısı ve özellikleri esas alınmalıdır. Ses, şiir ve okur üzerindeki etkileri açısından ele alınmalıdır ki şiir sanatı gibi çok boyutlu bir olguyu doğru bir bakış açısıyla değerlendirebilelim.

Her estetik yaşantı ve estetik tavır, duygusal bir temele dayanmak zorundadır. Algı, duygu ve beklentiyi sarsmalıdır. Duyguları hareketlendiren en önemli duyular, özellikle görme ve işitme duyularıdır. Bilindiği gibi insan oğlunun duyuları temelde on dört çeşit olarak tanımlanmıştır. Beş duyu dışında, ısı, kas, denge, ağrı ve canlılık gibi duyular çok dillendirilmeyen ve bilinmeyen duyulardır. Ancak görme ve işitme duyusu ki bunlara entelektüel duyular da denmektedir; duyusal dünyanın ve duygu durumunun baş aktörleridir. Örneğin işitme duyusu gerçek üstü ve metafizik dünyanın algılanması, duyulması ve anlamlandırmayı yönetmesi konusunda en etkin olanıdır.

Şiirin tarihsel gelişimine baktığımızda, ses uyumu ve dengenin özel bir yeri vardır. Şiirin duygusal açılımı, anlam ve anlatımdan önce sesin üzerinde olagelmiştir. Yazılı kaynaklarda, şiirin görsel, sesli ve müziksel bir ortamda yapıldığını da görürüz. Ne yaparsak yapalım, nereden kaçarsak kaçalım, ses şiir için önemli bir çarpandır. Bir diğer konu, sesten kastımız ezgi ise her dilin kendine özgü ezgisi vardır.  Şiir dili tekniğini ne kadar ön planda tutarsak tutalım, şiirde bir ayak ses üzerine kurulmak zorundadır. Ayrıca şiir gibi bir sanat alanında, tonlama, ritim, vurgu gibi ses özellikleriyle doğurulabilecek anlam, duygu durumu ve duyguları yönetme yeteneğini göz ardı edemeyiz. Göz ardı edersek, coşumun doğurulmasından estetik kaygının var edilebilmesine kadar birçok olanağı yok sayarız. Şiirin tarihsel olarak insan zihnindeki görünümü, anlam, anlatım ve ses etkileşimi arasından doğan bütünlük, düzenlilik, uyum, güzellik ve estetik duruştur. “Şiir gibi” deyiminin altında yatan temel nedenlerden bir tanesi de budur kanımca.

Şiiri dil sanatlarında üst konuma taşıyan en önemli özellik, ses katmanının öteki katmanları sarıyor olmasıdır. Şiirsel Ezgi’nin imgesel bir yönü vardır ve ezgisel imgenin gücü diğer imgelere göre daha can alıcıdır, daha sarsıcı ve sersemleticidir. Anlatımda ve anlamda, bunun yanında coşumun oluşturulmasında sesin önemli bir etken olma özelliğini hâlâ koruyor olması, sesin vazgeçilmezliğini göstermektedir. Anlam ve anlatımda büyüleyici bir ortamın oluşması için, ses uyumu önemlidir. Dil, ses ile nesnelleşmektedir.

 Öyleyse sesin anlam üzerine, anlatım üzerine, çağrışım üzerine, coşum üzerine, estetik değer üzerine bunca katkısı varken, ulaşılması arzu edilen duygu durumunu ve duygusal ortamı yaratma gücüne sahipken şiirde ses ve uyum konusunu göz ardı edici tutum ve çıkarımlar nedendir? Değişik bir bakış açısıyla soralım: Hangi sanat anlayışı, hangi estetik incelemeleri, hangi ideolojik veya inançsal yaklaşım; şiirden sesi uzaklaştırmaya yönelebilir, soruyorum. Günümüzde durum nedir? Anlam, anlatım ve duyusal olarak ezginin insan üzerindeki etkisini bilmiyor olabilir miyiz?

Şiirde ses, salt ezgisel bir sonucu doğurmaz; şiirde duygu değeri ve duygulanımın en kısa yoldan açığa çıkarılması da değildir. Anlamı, anlamın gücünü, anlamın yön değişimini, anlatımı ve anlatımın gücü ile çağrışım ve coşumun düzeyini doğrudan etkileyen bir özelliğe sahiptir. Örneğin konuşurken soruyu, ironiyi, kızmayı, neşeyi ve ağlamayı konuşma ezgisinden algılar ve anlarız. Çünkü dize ve tümceyi dillendirirken, anlam ve anlamı doğuran fizyolojik ve psikolojik durum ses özelliğinden, yani tını ve ezgiden ayırt edilebilir. İster müzik yaparken, ister konuşurken, ister şiir okurken çıkardığınız ses, sizin bütün duygu dünyanız ile fizyolojik durumunuzun yansımasıdır. Bunların ötesinde, sesin duygu değerini ve algı uyarıcılığını da hesaba kattığımızda ne kadar önemli bir etkeni bilinçsizce bir kenara ittiğimizi söyleyebilirim.

Ses titreşimlerinin okurda yarattığı anlamsal ve duygusal etkiyi başka hiçbir şeyle böylesine kolay bir şekilde yaratmak olası değildir. Gerçekten iyi bir şiirin seslendirilmesi esnasında, dinleyicilerin şiirle bütünleşmesinin ve tüylerinin diken diken olmasının en önemli nedeni ses titreşimlerinin doğrudan duyuları harekete geçirebilme yeteneğidir. Böylesine önemli bir olanak, şiir sanatında bugüne kadar neden daha ayrıntılı ele alınmamıştır?  Şiirde ses konusu, tarafsız bir gözle, önyargısız, bir bilim konusu gibi estetik kaygı, dil ve ezgi olanakları açısından araştırılmalıdır. Ölçüt olduğu varsayılan ülkelerden çıkmış adı belli düşünür ve sanatçılar uyaktan kaçtı, uyak ve ses uyumunu gereksizliğini öne sürdü, diye şiirde ezginin sağladığı bunca olanak göz ardı edilebilir mi?

Ezginin sadece bir ses uyumu ya da şiirsel bir uyum olmadığını, aynı zamanda şiirde bir anlatım aracı olduğunu kavramamız gerekir. Şu basit örnekten hemen anlayabiliriz? “Sen (vurgulu)” bunu mu yaptın? Sen “bunu(vurgulu)” mu yaptın? (Birincisinde normal bir soru soruyor, ikincisinde inanamamazlık ve şaşırma durumu var.) Kaldı ki müziğin (ezginin) sadece ses olmadığını, anlatım aracı olduğunu 18. yüzyılda Johann Kuhnau kanıtlamıştır. Türk dilinde, anlam ve anlatım ile sesin etkileşim gücü ne kadar ustaca ise duyguyu tetikleme gücü de o kadar yüksektir. Kısaca söylemek gerekirse şiir veya başka bir metnin vurgu, ritim, ton ve ezgili okunması durumunda ne kadar etkileyici olduğunu hepimiz biliriz. Burada can alıcı bir soru daha sormalıyız: Dizede ses ve ses ögelerini, başka bir söylemle dizenin mimik ve devinimini belirten noktalama imlerini elinden almışsak, vurgu, ton ve ritim gibi parçalarüstü birimleri nasıl yerli yerinde kuracağız.  Şiirsel ezgiyi, salt anlamdan oluşturmak olası mıdır?

Her şeyden önce, şiddet, ölçü, sus, ton, ritim, vurgu ve ezgi kavramlarını tanımı ve işlevleri açısından bilmeliyiz. Örneğin ezgi dediğimizde müzik sanatında bahsedilen ezgi ile aynı olduğunu, ancak şiirde müzik sanatında olduğu gibi notalarla yaratılan profesyonel bir ezgiden söz etmediğimizi vurgulamalıyız. 

Ses katmanının, anlam ve anlatımı doğrudan etkilemesi yanında duyguyu örgütleme ve onu ele geçirme gibi önemli işlevi vardır. Şiir, dil görünümünde sesin elbisesi içinde görücüye çıkar. Başka bir deyişle, ses şiirin abiyesidir, ambalajıdır. Uygun giydirmez ve ambalajını doğru yapmazsak, sayfalarda öyküden ibaret dizecikler olmasını sağlarız. Son zamanlarda yazılan pek çok şiir bu sorunu yaşamıyor mu? Ne sadece dil kullanım ustalığı ne de sadece anlam derinliği şiiri şiir yapmaya yetmez, düşüncesindeyim. Ses dâhil tüm katmanların ortak ağırlığı sonucu şiir, şiir olma olanağı bulur.

Şiiri dil sanatlarında belirgin noktaya taşıyan özelliklerden biri de şiirsel ezgidir. Şiirde ses uyumu, sadece anlatımın güzelleştirilmesi, estetik değer algısının uyarılması demek değildir; aynı zamanda duygunun örgütlenebilir kıvama sokulması, duyarlılığın yükseltilmesi için olanaktır. İnsanın duygusal yaşantısını, bir bakıma duygu durumunu çok kolay ve sarsıcı bir şekilde biçimlendirme yeteneğine sahip olmasıdır. Biliyoruz ki müziğin, ilk ve en önemli malzemesi insanın kendi sesidir. Ayrıca şiirin anlam, anlatım, çağrışım gücünün yarattığı coşum ile sesin uygun tonlama, ritim ve düzen içinde kullanılması önemli bir olanaktır. Başka bir söylemle, ezginin duygu şekillendirici gücü, insan sesi ve şiirsel ögelerin dengeli kullanılması, şiirin insanla duygusal bağ kurmasında vazgeçilemez değerdir. Zaten insana özgü estetik algı ve yargının ulaşmak istediği sonuç (ulaşılmak istenen en üst güzellik olgusu) bu değil midir?  Buradan şu çıkarımı yapabiliriz: Günümüz insanında duyarlılığı ve duygu yoğunluğunu artırmak, onun estetik algı ve yargısını etki altına almak, ancak şiirsel ezgi ve şiirsel ögelerin sarsıcı gücüyle olasıdır. 

Son zamanlarda, şiirde ses uyumu, uyak ve ritim olgusunu göz ardı edecek yaklaşım ve görüşlerin olduğunu biliyoruz. Dayanağı olmayan yorumlar ve yenilik için söylenen sözlerle, şiirde duyguyu örgütleme gücü yüksek periyodik ses özelliğinden vaz geçmek mantıklı gelmiyor. Uyak, iç ve dış ses uyumu diye tanımlanan konu, dilin periyodik ses titreşimleri ile kendine özgü ton, vurgu ve ritim gibi parçalarüstü birimlerin toplamından oluşan bir eksendir. Yani konuşmanın doğal ezgisidir. Şiir yazarken ve seslendirirken bu esaslara doğal olarak uymak zorundayız. Ancak bu uyum, bilinçli ve ses yasalarına göre yapılması hâlinde şiirsel ezgi değeri kazanır ve bütün katmanlar ile bütünleşen biçime evrilir. 

Örneğin Türkçenin ses kullanımı, ses dağılımı, tonlama ve harmonisinin diğer dillerden farklı ve zengin oluşu önemlidir. Ayrıca dizedeki söz dizilimine bağlı olarak vurgu, dize sonunda yoğunlaşır. Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” isimli kitabında, “Dilimizde sözcüklerdeki vurgunun son hecede daha yoğunluklu…” olduğunu söyler. Bunun anlamı, dizedeki son sözcüklerde ve son hecede tonlamanın duygu durumu ve anlamı belirlemekte ve sessel uyumu sağlamakta etken olduğudur.

Şiirin tarihsel süreci göz önüne alındığında, şiiri şiir yapan değerlerden bir tanesinin de ses olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Bu konuda ayrıntılı inceleme ve deneyimsel sonuç olmamasına karşın, şu an sahip olduğumuz bilgiler ışığında, şiirde sessel işlevin sadece iç ses uyumu ile yerine getirilmesi çok olası görünmüyor. Yoğun uyak ne kadar şiiri zorlamaksa, uyaksız şiir de metni öyküleştirmekten öte geçemez, düşüncesindeyim. Burada uyak kavramını ele alırken divan şiirinde olduğu gibi kurallı ve yoğun bir uyaktan söz etmiyorum. Şiirde iç-dış ve yatay-düşey ses uyumundan, dengesinden, yani ses düzeninde temel ton ve harmonisinin sağlanmasından söz ediyorum. Sonuç olarak ne yoğun uyak ne de uyaksız şiir. İç, dış ses uyumu ile armonik denge ve düzenlilikten yanayım. Ses bilimi açısından uyak konusu bunun yanında “bürün[26]” bilgisi, geçmiş çıkarımlara itibar edilmeksizin tarafsız olarak sorgulanmalıdır. Sanat eseri veya bir şiirde, duygunun açığa çıkarılması ve bütün duyuların ele geçirilmesinin en kolay yöntemi periyodik ses titreşimleridir; ezgidir. Ezginin temeli de ses dengesi ve anlam bütünlüğüne dayanır. 

“Türkçede dokuzu uzun olmak üzere yirmi bir birincil ve ikincil ünlü bulunmaktadır. Ünlülerimizin sayısı ortalama olarak Batı dillerinin ünlü sayısından sekiz tane daha fazladır. Türkçede ünlüler hece taşıyıcıdır ve bu özellikleriyle de dilin bel kemiğidirler. Ünlüler yeri geldiğinde vurgu, yeri geldiğinde de ton taşıyıcı olduklarından, onların çokluğu sayesinde, bir yandan duygu ve düşüncelerimizi daha etkili bir şekilde ortaya koyabilmekte, diğer yandan da her türlü şiir, şarkı ve türküyü sanatlarına uygun olarak icra edebilmekteyiz. Bu Türkçenin zenginliğidir.” Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” kitabında konuyu bu şekilde açıklar.  Kaldı ki Türkçede büyük, küçük ünlü uyumu, seste en az çaba yasası, sızıcı, patlayıcı, akıcı tonlu-tonsuz ünsüzler ses benzeşimine ve akıcılığına katkı sağlayan önemli özelliklerdir. Bu nedenle, uyaklı şiirde anlatımın sınırlanması gibi bir yargıyı kabul etmek zor görünüyor.

Ezgi ile şiirsel ezgi farklı şeylerdir. Aralarındaki ayrımı doğru şekilde yapmalıyız. Konuşma ezgisi, doğal bir ses eksenini belirtirken şiirsel ezgi kendi amacına uygun ve belli sınırlara yönelen bir ezgi türüdür. Notalarla belirtilmese bile şiirin anlam ve ortamı ile duygu değerine uygun özel olarak oluşturulan bir ezgi olması bakımından konuşma ve müziksel ezgiden ayrılmaktadır. Ritim, durak, ton, vurgu gibi konuşma dilinin özellikleri, şiir ve benzeri betiklerde göz ardı edilemeyecek kadar önemli eksenlerdir. Şiirin şiir olma koşulu, şiirsel dil ve anlamsal dayanak dışında, ilk çağlardan bu yana ses katmanı üzerine yaslandırılmıştır. Bana kalırsa şiirsel ezgi, doğal konuşma ezgisinden yola çıkan kendine özgü bir “ezgi eksenini” oluşturmaktadır. Müziğin dili ile oluşturulmuş ezgi kadar, yani şarkı ve türküler kadar “şiirsel ezginin de etkin duygulanım ve anlatım gücü” olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşünceden hareketle, “şiirsel ezgi” diye bir ezgi türünü benimsemeliyiz.

Sonuç olarak şu söylenebilir: Şiirde ses uyumu, okur duygusunun ele geçirilmesi ve estetik yaşantıya sokulması için önemli bir çarpandır. Estetik biliminde sözü edilen haz, hoşlanma ve beğeni gibi kavramların duyumsanır biçime getirilmesinde şiirsel ezginin çok büyük bir payı vardır; dil sanatları için şiire özgü bu özellik, göz ardı edilemeyecek kadar değerli bir olanaktır. Estetik değer üretme açısından ses gibi önemli bir çarpanı ve bileşeni, bugün bile göz ardı edebilme cömertliğini gösteriyorsak, şu yargım doğruluk değeri kazanır: ‘Şiirde estetik değer yaratacak özellikleri ayrıntılı ve bilimsel yöntemlerle incelemiyoruz!’

Şiirsel ezgi kavramının kapsamını belirlemek için bunu üç eksen altında incelemeliyiz. Bunlar; tonlama ekseni, ezgi ekseni ve şiirsel ezgi eksenidir. (Eksen terimi, ses hareketinin sanal bir doğru üzerinde olduğu varsayımından yola çıkılarak kullanılmıştır.) 

Tonlama Ekseni

Tonlamayı sağlayan ses eylemlerini; vurgu, durak, ritim, süre, şiddet, sus, ton gibi özellikleri tonlama ekseni altında topluca ele alacağım. Konuşma ezgisi bir bütündür, kişinin doğrudan iç dünyası ve eğitim seviyesi ile ilgili bir konudur. Bir anlamda konuşma ezgisini oluşturan bu özellikler, inceleme alanımız gereği işlevleri açısından birbirini tamamlar parçalarüstü ses birimleridir. Bir tümcenin konuşma tarzında söyleniş biçimini bir ses doğrusu olarak düşündüğümüzde, sesin bir doğru üzerindeki hareketini tonlama ekseni olarak varsayabiliriz. Bu nedenle bir arada ve aynı ses doğrusu üzerinde tonlama ekseninin ele alınmasının daha anlaşılır olabileceğini düşünüyorum. Parçalarüstü birimler, yani vurgu, durak, ritim, şiddet, süre ve ton gibi sessel özellikler, birbiri içerisinde, eş zamanlı ve aynı eksende varlardır. Eylemleri, birbirini bütünler bir karakter taşır.

“Dilde tonlama yeteneği, o dilin kuralları çerçevesinde doğuştan itibaren kazanılır. Doğru tonlama yapabilmek için, o toplumun duygu dünyası içine girmiş olmak ve duyguları derinliğine yaşamak gerekir. Duygu dünyasını ifade eden tonlamalar, taklit edilecek bir şekilde oluşturulamaz. Tonları doğru oluşturabilmek için yaşamak ve hissetmek gerekir.”  Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun “Türkçenin Ses Bilgisi” isimli kitabında böyle der. Ancak, belirtilen konulara şunu da eklemeliyiz şiir açısından. Şiirin bütünü ve dize olarak anlamsal derinliği kavranmadan tonlamayı oluşturmak da okurdan beklenmemelidir. Dikkat edilirse her şey zincirleme birbirini etkilemektedir. Dolayısıyla yerinde tonlama için bir metinde anlamdan önce ilk başvuru kaynağı noktalama ve yazım kuralları olmalıdır. Şiir, çoğunlukla okuru ile bire bir buluşur. Mimik, jest ve duygu durumunu ses, anlam ve noktalama-yazım kurallarının içinde gizler, okuru yönlendirir ve okurundan onu bulmasını bekler.

Şiirde neşe, acı, sevinç, üzüntü, korku, şaşkınlık ve keder gibi duygu durumu anlamın yanında ses tonu ile belirtilir veya oluşturulur. Tonlama aynı zamanda tümcede anlam değişimi ve yönelmesine de neden olur. Konuşurken sesin içselliğini ifade ettiğinden uzunluk ve şiddet gibi özellikleriyle duyguları hemen açığa çıkarır. Kızgın birisinin sesiyle üzgün birinin sesinden duygu durumunu anlayabiliriz. Şunu söyleyebiliriz; süre, şiddet, vurgu, ritim gibi ses dağılım özelliklerini, konuşmacının duyguları, bir anlamda kişisel ve ruhsal özellikleri belirler. Deneyimlerimizden de bildiğimiz en önemli ölçüt şudur: Konuşma ezgisi, ruh durumunun en doğal ve yanılmaz gösterenidir.

Şiir bir başkasının yazdığı metindir, onun duygu ve anlam dünyasına girebilmek için bazı belirteçlerin olması gerekir. Bunlar, anlamı yönlendiren, sözcük ve dizelerin duygu durumunu üzerinde taşıyan belirteçlerdir. Şiirdeki parçalarüstü birimlerin anlam ve anlatımdaki duygu değerine göre kullanımı, noktalama ve yazım kurallarına bağlıdır. Ozanlar arasında söylendiği gibi şiiri okurken parçalarüstü birimlerin (özellikle ton ve ritmin) doğru kullanımı, sadece anlam değeri ile üstesinden gelinecek bir durum değildir. Şiiri okurken tonlama ekseninin doğru kullanımı, başka bir söyleyişle şiirdeki duygu ve anlam değerinin olması gerektiği gibi ortaya çıkarılması, anlamdan önce noktalama-yazım kurallarına bağlıdır. 

Bunun tam tersi, sözcük ve dizelerin duygu değerinin; anlam, anlatım ve sese giydirilmesi şairin ayrı bir ustalığıdır. Hem şairin şiirindeki ses kullanım ustalığı hem de okurun şiiri kendi algısına göre anlamlandırması, o şiirin anlam ve duygu değerini yüceltecektir. Neresinden bakarsak bakalım tonlama ekseni, şiirsel ezgiyi doğurur ve anlamın duygu değeri ile ses yasalarına uyumu gerektirir.

Şiirde ses deyince; sesin periyodik, düzenli tekrarlanan ve gürültü üretmeyen titreşimlerinden doğan ezgisel bir birliktelik anlamalıyız. “Kompleks Periyodik Ses Dalgaları”, düzenli titreşimler yayan bir organ veya enstrümanın çıkardığı temel ton ve üst katları tonlardan oluşur. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum ama açıklamakta yarar olduğunu düşünüyorum. “Üst tonlar, temel tonun harmonik katlarıdır.” der (Magnus Petursan; aktaran M.C. Volkan). Hece ve sözcüklerdeki vurgular toplamı, art arda birleşerek tonu meydana getirmektedir. Ton, hem anlam ayırıcı hem de duygu durumunu açığa çıkarıcı önemli bir ses özelliğidir.

Her insanın ve her enstrümanın sesini birbirinden farklı kılan, sese rengini veren temel ve üst tonlardır. Ayrıca sesin rengi, konuşanın gırtlak, ses teli özelliklerinden ağız ve dudak yapısına kadar pek çok özelliğe bağlıdır. Ses renginin oluşumu, yani tını, ses telleri, geniz ve rezonans odacıklarına bağlı bir durumdur. Sesin renginden kastım, sesin ayırt edilebilir özelliğidir.

Vurgu, bir hece ya da sözcüğün duygu değerini açığa çıkarmak, dinleyicinin dikkatini çekerek anlamın kavranmasını sağlamak, sesi, söyleyişi ve sözdeki ezgiyi canlandırmak gibi amaçlarla öteki hece ve sözcüklerden daha belirgin ve baskılı söylenmesi olarak tanımlanabilir. En çok titreşimle oluşan ses, vurgulu sestir diyebiliriz. Sözcük söylenirken art arda yapılan vurguların toplamı, tonu; tümcedeki tonların toplamı da ezgiyi oluşturur. Sesin fiziksel yönünü zamansal yönünden ayrı düşünemeyeceğimiz için şiddet, süre, sınır ve durağın hem anlam yönünden hem de ezgi yönünden önemli bir göreve sahip olduğunu göz ardı etmemeliyiz.   

Müzik terimi olarak ritim TDK Sözlüğünde, “Ezgi ve uyumla birlikte müziği oluşturan bir öge olarak vurgu, uzunluk ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan düzen.”, yazın terimi olarak ise “Şiirde ya da düzyazıda vurgu, uzunluk ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan uyum.” diye tanımlanır. Bu tanımlamanın dışında, biz biliyoruz ki ritim, doğal yaşamın her boyutunda vardır; canlılığın, sürekliliğin ve uyumun oluş biçimidir; nefes almak gibi…

Bazı kaynaklarda ritim, sözlük anlamında olduğu gibi düzenli yinelemeler ile özdeş olarak düşünülür. Kavuştak (nakarat), art yineleme ve ön yinelemenin aynı söz ve ses bütünlüğü ile yapıldığı gibi bir yargı vardır. Doğrudur. Şiirsel açıdan baktığımızda durum biraz daha ayrıntı gerektiriyor. Ritim, ses uyumunu sağlayan, insana huzur ve güven veren, onun biyolojik ve düşünsel sürecine eşlik eden bir devinimin varlığıdır. Bu varlık, simetri, oran, eşlik, denge, uyum ve haz duyma kavramlarını beraberinde getirir. Öyleyse şiirsel ezginin oluşturulması için ritim önemli bir bileşendir, diyebiliriz. Şiirde ritmin sadece düzenli yinelemeler ile oluştuğu düşünülmemeli, aynı zamanda anlam, anlatım, ses ve coşumun bütünleşik varlığında aranmalıdır. Sese ek olarak, şiirin anlam ve duygu değeri de ritmik bir düzende olmalıdır. Aslında yazında, özellikle şiirde anlamsal ritim önemli bir çarpandır; göz ardı edilmemelidir. Sanat eserinin, özellikle şiirin hedefi okur duygusunun çarmıha çekilmesidir. Anlam, ses ve anlatımdan doğan coşumun periyodik salınımından ritmik bir ortamın oluşturulması, duyguyu arzu edilen kıvama çekmek için gerekli olduğunu düşünmek durumundayız. Ses benzerlikleri, anlam ve duyguların artı-eksi kutuplara salınımı ile (korkudan sevince, neşeden kedere kadar) şiirde ritmik bir ortamı oluşturmak gerektiğine inanıyorum. Çok ayrıntıya girmeden şöyle diyebiliriz; şiirde ses benzerliği, uyum, anlamsal yakınlık ve karşıtlığından yararlanarak ritmik bir süreci oluşturabiliriz. Her ne olursa olsun ritmi, şiirsel ezgiden ayrı bir eksende ele alamayız; ezgiyi doğuran temel ses birimidir.

Süre, şiddet, ritim, sınır ve durak gibi ses birimleri her ne kadar ezgiyi oluşturuyorsa da eş zamanlı olarak anlamın kavranması ve anlamın iletilebilmesinde, diğer yandan şiirin duygu durumunun ortaya çıkarılmasında önemli etkenlerdir. Örneğin, öznenin eylemini açıklamak istiyorsak özneden sonra virgül süresi kadar bir es vermeliyiz ki söyleyeceğimiz sözlerin özneye yöneldiğinin ayırdına varabilelim. Vurgu, ritim, süre, es, ton gibi parçalarüstü birimlerin olanaklarını, doğal olarak ve çoğu zaman farkında olmadan konuşurken kullanıyoruz zaten. Bu demek değil ki sesin ve parçalarüstü birimlerin daha etkin kullanılabilir olmaları için çaba harcamayalım. Elbette bunun eğitimle çok sıkı ilişkisi vardır. Şair ve eleştirmen olarak parçalarüstü birimlerin arasındaki bağıntıyı ve ayrıntıyı bilmek zorundayız.

Sesler arasındaki ritim bozukluğu, dinleyicileri rahatsız eder. Dildeki her sözcüğün bir duygu ve anlam değeri vardır; ozan bunların söyleniş ve ses sürelerini doğru oluşturarak uyum ile ritmi sağlamalıdır. İletişim zincirindeki her halka kendi üzerine düşen görevi doğru, zamanında ve yerinde üstlenmelidir. Dil ve konuşma, konuşmanın içeriği ve sözlerin duygu değeri ile bunun uygulaması, insanın dağarındaki varlıkların bire bir yansımasıdır. Bunları şiirsel açıdan ele aldığımızda ilk olarak şu öneride bulunabiliriz: Parçalarüstü birimleri ve bunları metinde gösteren işaretleri doğru kodlamalıyız ve kullanmalıyız. Şiiri okurken ise sözlerin anlam ve duygu değerini ses ile açığa çıkarabilmek için doğru ezgi üretmeliyiz.

Sözcüklerin büyük bir kısmında anlam ile ses özellikleri (ünlü, ünsüz, ince, kalın, titreşimli, tonlu, tonsuz) birbirine uyumludur. Maurice Grammond şöyle diyor: "Dudaksıllar (p) ya da (b) ve bunlarla birlikte dudaksıl-dişsel ünsüzler (t) ya da (d) telaffuz edilirken dudakları şişirmek gerekir, bu nedenle hor görme ve tiksinti ifade etmeye yöneliktirler.” Grammond’un bahsettiği durum, anlaşılacağı üzere Türkçede de geçerlidir diye düşünüyorum. Örneğin pis, kaba, ince, kırık gibi sözcükler aldığı anlama göre yumuşar, incelir ya da “r” gibi titreşime girer. Şair Andre Spire, “Bedensel ritimlerle şiirin dilsel ritimleri arasındaki yakınlığını” vurgular. Burada ritim dediğimiz konu, sesin ve anlamın içindeki bir ögedir, sesin parçalarüstü birimidir. Dolayısıyla bu yakınlığın etkin kurulumu için ses ve anlamın bu esaslarda oluşturulması sessel ve ritimsel bir derinliği doğuracağını gösterir. (İleten J.L. Joubert, Şiir Nedir?)

Ezgi ve anlam birbirini bütünler bir yapıdır, bunun farkında olmak işitme ve anlama yetkinliği gerektiren bir durumdur. Bunu şiir sanatı açısından ele aldığımızda, bu durumun önemli bir bileşen olduğunu, şiirselliğin ve duyarlılığın bir çarpanı olabileceğini dikkate almalıyız.  

Sonuç olarak tonlama ekseninde bahsettiğimiz parçalarüstü birimler ezgiyi, ezgiler toplamı ise şiirsel ezgiyi doğurur. Bizim üzerinde çalışmamız gereken asıl konu şiirsel ezgi olmalıdır.

Ezgi Ekseni

Ezgi, tonlama ekseninde söz ettiğimiz vurgu, ton ve durak gibi ses birimlerinin uygulanması sonucu oluşan bir ses terimidir. Başka bir söylemle gürültü dışındaki seslerin oluşturduğu bir ses düzenliliğidir.

TDK Sözlüğü ezgiyi, “Belli kurallara göre düzenlenmiş, kulağa hoş gelen ses dizisi, haz, nağme, melodi. Bir müzik parçasında baştan sona kadar belirli yerlerde tekrarlanan ses dizisi. Kulağa hoş gelen ses ve söz dizisi.” şeklinde birkaç şekilde tanımlar. Bu kısımda özellikle açmaya çalıştığım konu, söz diziliminin ezgi ile ilişkisi ve şiirsel ezgiye giden eksenin tanımlanabilmesidir. Periyodik olan her ses ve ses grubunun, bir tınısı, tonlaması, ritmi, şiddeti, süre ve durakları kısacası bir ezgisi vardır. Ne yazık ki şiirde ses katmanı, ayrıntılı ve deneysel olarak incelenmemiş ve kaynağı olmayan bir alandır. Bu nedenle, sanat bilimi ve ses bilimi uzmanlarınca, konunun incelenmesini ümit ediyorum.  

“Bizleri temsil eden, karakterlerimizi ön plana çıkaran, üretmiş olduğumuz ezgili ses birliktelikleridir. Doğru ezgi üretimi, doğru alınan aile ve okul eğitimine bağlıdır. Doğru eğitim almamış insanların, ezgi üretimleri sağlıklı olmayacaktır. İnsan-ses ve ses birliktelikleri ilişkisi doğru oluşturulduğu sürece, insanlar arasındaki iletişim, üretici ve faydacı iletişim olacaktır.” der M.V. Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” kitabının girişinde. Kaldı ki bu alıntıda, sıradan her gün yaptığımız konuşmanın ezgisinden bahsediliyor. Bu söyleme bakılırsa sanatsal ve dilsel özellik taşıyan şiirde, ezgi olanakları ile estetik değer yaratacak tarzda ezgisel bir atmosfer oluşturulması önemli görünüyor.

Şiirde dize sıradan bir söz dizimi değildir; bir dizenin anlamsal bütünlüğü yanında, söz dizimsel bir ayrıcalığı, ses ve anlamın örtüştüğü ezgisel bir ekseni vardır. Şiirde dizenin dize olmasını sağlayan, duygu ve düşünce dünyasını, diğer bir anlamda imgelem olanaklarını harekete geçirebilen ses ve anlam örgüsüdür. Vurgu, ritim ve tonlama gibi sessel eylemlerin sonucu olan ezgi, aynı zamanda şiirdeki anlam ve duygu dünyasını açığa çıkaran taklit edilemez bir konudur. Bu nedenle aynı sıra ve sözcükler ile kurulan bir dize veya bir tümcenin, bir söyleyiş şekli ile sevinci, diğer söyleyiş şekli ile hüznü anlatabileceğini veya söyleyiş biçimine göre zıt anlamlar doğurabileceğini bilmek durumundayız.

Konuşma ezgisinin konuşanın duygu dünyası ile çok yakın ilişki içinde olması, şiir açısından önemli bir veridir. Ezgi, konuşmada anlam yöneltme ve duygu taşıma görevi üstlenmiş ses uyumlarıdır diyebiliriz. Ne var ki konuşma ezgisi, bilerek ve tasarlanarak yapılmaktan çok doğal bir seyir izler. Konuşmadaki ezgi, konuşanın tamamıyla ruh durumu ile ilgili bir süreçtir. Ancak bu konuda eğitim almış kişiler veya taklit yeteneği yüksek olan kişiler, bir başkasının konuşma ezgisini yakın bir tınıda taklit edebilirler.

Konuşma ezgisi ve sözcük kullanımı, kişinin çocukluğundan yaşamsal değerlerine, bilinçaltı kodlarından fizyolojik dürtüleri ile psikolojik durumuna kadar pek çok olgunun sonucudur. Ses ve insan ilişkisinin bu bölümü, ayrı bir inceleme konusudur. Müzik hariç şiir gibi dil ve dil özelliklerini kullanan sanatlar açısından ezgi ne anlam ifade ediyor? Bizim için önemli soru budur.

Şiir sanatının ilk hedefi okurun duygularını ele geçirmektir. Okurdaki on dört duyunun algı ve kavrama yetisini artırmak için duygu durumunun belirli bir kıvama çekilmesi gerekir. Okurun duygusu etkilenmeden algı ve anlamanın gerçekleşmeyeceğini hesaba katmalıyız. Sözün duygu değeri, anlamın duygu değeri ve sesin duygu değeri okur duyguları ile örtüşüp okur algısını hareketlendirmelidir. İster konuşma esnasında olsun ister bir türkü dinlerken ister şiir okurken olsun, okur ve dinleyicinin duygularını en kolay ele geçiren edim, ezginin çağrışım ve imgesel gücüdür. Bir kenara konacak ya da hafifsenecek bir özellik değildir ezginin olanakları. Şair, sesin ona sunduğu tüm olanakları estetik değer yaratmak için en yüksek düzeyde kullanmalıdır. O böyle söylemiş bu iyi şair şöyle demiş söylemlerini bir kenara bırakıp şair bilinci içinde sesinden sözüne, anlatımından çağrışımına, anlamından coşumuna kadar neyin ne olduğunu şiirde bir bütün olarak görmelidir.

Şiir; karakterini, tutumunu, dış dünyaya yansıtma ereği olan özü, ezgili ses birlikteliği ile yayma olanağına sahiptir. Ses önce anlama, anlamdan yapıtın amacına yönelir ve harflerle değil sesle dış dünyaya açılır; sessiz okumada bile beyin onun sesini tanımlayarak ve kendinde yaşayarak oluşturur.  

Ezgi ekseninin etkin ve duyarlı bir duygu durumu yaratabilmesi için, ses duygu değerine dikkat edilmelidir ve ses uyumu kurgusu bu bağlamda yapılmalıdır. Örneğin şair, şiirinde öyle sözcük ve söz dizimi kullanmalıdır ki okura hem söyleme kolaylığı sağlamalı hem de şiirin duygu değerini vurgulamalıdır. Bunun yanında tonlama, ritim ve süre gibi sesbirimlerini doğru yönlendirerek dizelerdeki anlamı okura zorlamadan vermelidir. Aynı zamanda dizelerini, akıcı-patlayıcı-sızıcı, tonlu-tonsuz ve titrek seslerin dengesini okur duygularını gasp edici bir tarzda kurgulamalıdır. Aslında sıradan, olmasa da olur gibi algılanan ezgi ekseni, önemli ayrıntı gerektiren sanatsal bir gerekliliktir. Çünkü şiirsel ezgi, bu eksen üzerinden hareket ederek duygu ve anlam dünyasını açığa çıkarır. Sesin diğer katmanlarla estetik değer yaratma süreci bunlara bağlıdır.

“Ses-söz dizimi ilişkisinin doğru kurulabilmesi, sese duygu ve anlam kazandıran vurgu ve ton gibi parçalarüstü birimlerin, söz dizimini oluşturan kelimelerin duygu ve düşünce dünyasına uygun şekilde üretilmesiyle mümkündür.” der M.V.Coşkun. Buradan şunu söyleyebiliriz; şair, dizelerinde kullandığı her sözcüğün ve söz tamlamalarının duygu ve anlam dünyası ile ses birlikteliğini uygun kurmalıdır. İşte okur o zaman, şiirdeki duygu ve anlam dünyasını uygun yer ve zamanda vurgu ve tonlama gibi birimlerle açığa çıkarabilir. Şiirin bütününde ezgi ekseni şair tarafından sağlam temellendirilmediği sürece, ses katmanı yetersiz kalacaktır ve şiirin bir ayağı daima eksikliğini hissettirecektir.

Özet olarak, ezgi ekseninin anlamsal ve estetik değer üretmesi için sadece şairin çabası yeterli değildir; aynı zamanda şiirin biçimsel özellikleri (söz varlıklarının uyumu, imleme ve yazım kurallarının doğru kullanımı) ile okurun anlamlandırma yetisi önem kazanmaktadır. Yine de şairin dili doğru kullanması, ses ile anlamın uyum ve duygu değerini yerli yerinde kurgulaması ilk koşuldur.

Şiirsel Ezgi Ekseni

Şiirsel ezgi, şiirin duygu ve anlamını en etkin şekilde ortaya çıkaran sesli okuma biçiminden doğar. Şiiri tamamen sessiz okuduğumuzda bile içimizde duyduğumuz ses bütünlüğü şiirsel ezgiyi iç dünyamızda doğurduğunu duyar gibi oluruz. Şiirsel ezginin müzik değeri taşıdığı kabul edilmiyor olsa da kendi ses bütünlüğü içinde duygu ve anlamı yansıtma yeteneğine sahip olması nedeniyle müzik ile yakın ilişki içinde olduğunu söyleyebiliriz. Hemen şu sıralamayı yapayım ve ayrıntılarına sonra girelim. Hâlihazırda kullandığımız sesleri, müziksel ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma ezgisi olarak nitelik ve nicelik sırasına koyabiliriz. Tanımlayabilmek ve ayrıntılarını açabilmek için böyle yapmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu sınıflandırma benim yorumumdur ve teknik olarak doğruluk değerine ilişkin kararı sesbilim uzmanlarına bırakmak isterim.

Şiirsel ezgi ekseni, duyuların algı gücünü artırmak, bir şiirin anlamını, duygu değerini en etkin ortaya dökmek, söz söyleyiş biçimini, ses benzeşimlerini kullanmak gibi birçok teknik ve beceri gerektiren özelliklere sahiptir. Öncelikle, okurun şiirsel ezgiyi oluşturabilmesi, şairin şiirsel ezgiye yönlendirecek ses uyum düzenini yerinde kurmasına bağlıdır. Yani sese ilişkin kurulan temel, ne kadar sağlamsa okur da o oranda ses uyumunu yetkin kullanabilecektir. Şairin şiirinde ortaya koyduğu ses uyum niteliği, doğrudan şiirsel ezginin duygu ve anlamını daha saydam ortaya çıkarmasını sağlayacaktır.

Ben şiirde ses katmanına şöyle bakıyorum: Müzik ezgisi ile doğal konuşma ezgisi arasında, müziksel olmayan ancak doğal da olmayan bir ezgi ekseninin olduğunu düşünüyorum. Konuşma ezgisi, insanın davranışları ve sahip olduğu nitelikleri gereği istemli ve istemsiz seslerle ürettiği doğal bir ezgi sürecidir. Müziksel ezgi ise her ses biriminin belirli kural, süre ve isimlendirmeler ile tanımlanmış ve düzenlenmiş özel ses akış düzenidir. Yani müziksel ezgi, bir duygu ve düşünceyi yansıtmak üzere oluşturulmuş, her bir ses birimi düzenli ve tanımlı sesler bütünüdür. Konuşma ezgisi ile müziksel ezginin arasında belirgin bir ayrım vardır; çünkü müzik bir bilim alanı ve bilgi disiplini olan bir sanattır. Her iki ezgi pratiğini incelediğimiz zaman, konuşma ve müziksel ezginin birbirlerinden ayrılması tamamen teknik boyutu ile ilgilidir. Konuşma ezgisi doğal, müziksel ezgi ise teknik boyutu olan bir uygulamadır. Bu iki uygulamayı şiir açısından düşündüğümüzde nasıl bir sonuca ulaşırız? Her ikisinin de tanımına uymayan “şiirsel ezgi”den söz edebiliriz. Şiirsel ezgi, şair tarafından şiire özgü oluşturulmuş, ses, anlam ve anlatım düzenine uygun biçimlenmiş ve okur tarafından parçalarüstü birimler yardımıyla oluşturulan ses düzenliliğidir. Konuşma ezgisi ve müziksel ezgiden farklı olmakla birlikte hem konuşma ezgisi ile örtüşür hem de müziksel ezgiye yakın durur, diye düşünüyorum.

Resitatif müzik diye adlandırılan ezgi biçimi vardır. TDK Büyük Türkçe Sözlüğü “Resitatif” sözcüğünü “Belli bir melodi olmadan konuşma biçimiyle söylenen, müzikli, anlatı” şeklinde açıklar. Opera ve tiyatroda şarkı söyler gibi ezgisel konuşmayı, tonlu ve vurgulu sözlerin birbirine geçiş sağladığı bir seslendirmeyi örnek verebiliriz. Konuşma ve şiirsel ezgiyi, bir müziksel ezgi gibi müzik dilinde göstermek gerekliliği yoktur. Resitatif ezgi teriminden hareketle, şiirsel ezginin yeni bir tanımlama olmadığını söyleyebiliriz. Sözünü ettiğim ezgi türü, zaten müzik terimleri arasında tanımlıdır. Ancak şiirsel ezgi, konuşma ezgisine daha yakın durur; resitatif ezgiden de çok uzak olmadığını değerlendiriyorum.

İnsanın kişisel dünyasının ortaya koyduğu konuşma ezgisi ile tek veya çoğul ses düzenlerinin sanatsal anlamda oluşturduğu ezgi, ses oluşum açısından aynı şeyi ifade ediyor olsa da aralarında önemli bir fark vardır. Her şeyden önce müziksel ezgi, insanın çabası ile özel bir üretimdir. Sanatsal içerik taşır. Şiirsel ezginin sanatsal özellik taşıması için, insan sesi olanakları ölçütünde teknik ve özel ses yöntemleri (ton, ritim, süre vd. gibi) uygulamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü şiirsel ezgi, sesin olanaklarını kullanarak algıyı uyarmak, sözün duygu değerini daha vurucu ortaya çıkarmak, anlamı yönlendirmek ve daha güçlü kılmak için özel bir çaba gerektirir. Başka bir deyişle, şiirsel ezgiyi oluşturmak için ses uyumuna yönelik bütün olanakları yüksek düzeyde kullanmak gerekir.

Ton, vurgu, ritim, süre, durak gibi parçalarüstü birimler, ünlü ünsüz uyumu, sesli harflerin ince kalın, düz yuvarlak gibi pratik ses özellikleri önemlidir. Bunun yanında patlayıcı, sızıcı, akıcı, tonlu, tonsuz, titrek seslerin kaynaşması şiirde ses uyumu açısından dikkat edilmesi gereken ölçütlerdir. Garip şiiri de dâhil olmak üzere günümüze kadar yazılmış şiirler arasında ses açısından çok güçlü şiirlerin olduğu gerçektir. Türkçenin ses özellikleri, ünlü zenginliği, özellikle ses benzeşim zenginliği ile ardışık sözcüklerin kaynaşmasından doğan ses düşmeleri şiirsel ezgiyi kolaylaştırmaktadır. Gördüğüm kadarıyla Türkçe, şiirsel ezgi için oldukça yatkın ve uygun bir dildir.

Bunalımlı duyguyu, sıkıştığı ortamdan kurtaran ezginin yüceliğini kabul etmek durumundayız. İşitme duyusunun bütün duyu biçimlerini kontrol altına aldığını, etkilemede ve yönlendirmede başat konumda olduğunu bilmek ve buna göre hareket etmek gerekir. Şiirin ezgisel bir olanağı vardır ve bu olanak şiirin sanatsal etkinliğini sağlar. Ezginin gücünü, zihni ve duyguları hazza götürücü bir ortam yaratacak biçimde şiirde kullanmak ise sanatsal bir beceridir.

Şiirsel ezgi, bir şiirin bütün varlıklarıyla dış dünyaya açılan penceresidir. Başka bir söylemle, şiirde anlam ve duyguyu dış dünyaya açan fiziksel bir eksendir. Ne var ki bu pencerenin varlığı ve yokluğu ile niteliği hakkında fikir yürütebilmek, ses olanaklarına egemen olmayı gerektirir. Örneğin dize iç ses uyumunda, patlayıcı tonsuz ses ile sızıcı tonlu sesi bir arada kullanmanın kulağı tırmalayabileceğini, iç ses uyumunu bozabileceğini öngörmek gerekir. Bunlar bilindiği takdirde, patlayıcı tonsuz ses içeren sözcük yerine, kulağı tırmalamayan eş anlamlı başka bir sözcük kullanılması tercih edilebilir. Bunun gibi ses ve sözcük kullanımının sınırsız oluşu şiir açısından ve ses uyumu açısından önemli bir olanaktır. Türkçenin eş anlamlı sözcükler konusunda diğer dillere oranla çok daha zengin olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanın on dört farklı duyusunun olduğunu biliyoruz. Bu duyular içerisinde işitme duyusu farklı bir özelliğe sahiptir. Dış dünyanın doğal ve yapay sesleri yanında, duyusal, metafizik ve manevi dünyanın ruhsal kodlarının algılanmasında başat duyudur. Duygusallık, metafizik ve maneviyat; kişide en fazla merak uyandıran, insanı etkisi altında tutan, anıları tekrar yaşama arzusu doğuran, estetik değeri daha kolay algılatan durumlardır. Duygusal, metafizik ve manevi ortamın kişide görme ve anlam bulduğu yer, doğadaki yapay ve doğal seslerin ezgisidir ve bu ezgiye kişi tarafından verilen anlamdır.

Özet olarak; müziksel ezgi, resitatif ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma ezgisi şeklinde kuramsal, nitelik ve nicelik bakımından bir sıralama yapabiliriz. Bu durumda şiirsel ezgi, kendi bağlamında ele alınıp ilgili disiplinlerle ayrıca incelenmesi gerekir.   

 

DURUMSAL ESTETİK DEĞER TABAKASI

İçinde bulunduğumuz doyumsuz sistem, doyumsuz ve bilgili insanlarını kendine bağımlı kıldığını, istediği kıvama getirdiğini, dikte ettirdiğini ve bireysel estetik algı ve estetik yargısını yavaş yavaş olumsuz yönde dönüştürdüğünü net olarak görebiliyoruz. Bu çağımızın en büyük sorunlarından birisidir.

Şiirdeki estetik değer ve okurdaki estetik kaygının karşılıklı ilişkisi, zihinsel ve duygusal bir süreçtir. Bir sanat eseri veya bir şiirde ulaşılması gereken hedef, okurda duygulanımı, duyarlılığı güçlendirmek ve haz duymasını sağlamaktır. Şiirdeki estetik değer ve okur estetik algısından doğan ilişki, estetik araştırmalarında ayrı ayrı ele alınıp incelenmiştir; ancak eserle insan arasındaki duygusal ilişki bununla bitmiyor. İşte burada estetik değer ve estetik algıya doğrudan etki eden, mutlak ve vazgeçilemez bir durum daha vardır; ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür gibi… Aslında bu durum, okur, sanatçı, eser ve eleştirmenin ortak paydasıdır ve estetiğin çarpanlarından olan temel bir inceleme konusudur.   

Şiir Çözümleme Tekniğini oluştururken, Estetik Katmanını, estetik biliminin öngördüğü esaslar çerçevesinde incelemeyi benimsedim; ancak ‘Durumsal estetik değer tabakası’ diye bir tabakadan daha söz etmek gerektiği ortaya çıktı. Bu tabaka, günümüze kadar farklı biçimlerde dillendirilen konulara ilişkin tanımlamadır ve içerisinde oldukça fazla parametreye barındırmaktadır. Bu nedenle; şiirdeki estetik katmanını, Şiirdeki Estetik Değer Tabakası, Okurdaki Estetik Algı Tabakası ve Durumsal Estetik Değer Tabakası’ olarak incelemenin daha açıklayıcı olacağını düşündüm.

Durumsal Estetik Değer Tabakası, şiir, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumuna katkı veren durumların duyusal bir varlık tabakası olarak ele alınmasıdır. Başka bir söyleyişle, şiirdeki estetik değer ve estetik algıyı etkileyen durum ve koşulların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) incelenmesi ile etkilerinin görünür kılınması için sınıflandırılmış bir tabakadır.    

Durumsal Estetik Değer

Tahsin Yücel, Eleştiri Kuramları kitabında Olgucu Eleştiriyi incelerken Mme De Stael’den bir alıntı yapar. “Mme De Stael’e göre, bir halkın düşünce ve duygularını ortak yaşamı belirler her zaman, bu ortak yaşam da söz konusu halkın yaşadığı yerin iklimine, bağlı olduğu siyasal kurumlara, dine ve yasalara bağlıdır. Bu belirleyici koşullar değişecek olursa halkın yazınının da değişmesi gerekir.” demektedir. Şiirin estetik değer tabakası ve okurun estetik algı tabakası ayrı ayrı incelenmektedir. Mme De Stael‘in dediklerini dikkate alırsak, bu iki tabakaya mutlak etkisi olan ortam, coğrafya, teknik, zaman, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenleri ayrıca estetik incelemelere dahil etmemiz gerekir. Şair, şiir ve okur; doğduğu ortamın karakterini, kültür değerlerini, duygu ve yargılarını taşımak zorundadır. Beğeni kültürü, çağın ve ortamın kültür değerleri ve bilgi birikimiyle doğru orantılı gelişir ve dönüşür. Beğeni kültürü, sanat eseri gibi uzam ve zaman içinde bir evrime tabidir. Bu yüzden şair, şiir ve okurun doğduğu ortam, kültür ve zaman, beğeniyi mutlaka etkileyecektir; olumlu veya olumsuz dönüşüme sokacaktır. Çünkü estetik kaygı doğal olarak insanda var olan bir duygudur; iklim, kültür, uzam, bilgi ve zaman gibi etkenlere bağlı olarak yeniden yapılanır, öğrenilir ve biçimlenir. Kültür, dil, doğal koşullar, yapay koşullar, inançsal ve ahlaki kabuller, ister istemez yaşam biçiminden eserin biçemine, sanatsal yönelimden beğeni kültürüne kadar pek çok şeyi etkileyecektir.

Şiirin; öz, içerik, biçim ve biçeminde zaman, uzam ve ortam ile kültürel birikimler önemli etkenlerdir. Aynı şekilde insanın estetik algı ve estetik yargısındaki dönüşüm bu etkenlere bağımlıdır. Dolayısıyla estetik değer dediğimiz duygusal görünme biçimi, dinamik bir sürece dahildir ve zaman, uzam, kültür ve insanın evrimsel sezgisine koşut değer alır. 

Şiirin duyusal görünme biçimi, -ki buna estetik değer diyoruz- sosyolojik, psikolojik, fizyolojik olgular ile yaşamsal ve toplumsal olguların yapılandırdığı bir duyusal alandır. Diğer bir söyleyişle, sosyolojik, psikolojik, fizyolojik ve toplumsal olgular ile çevresel etkenler sanatçı ve sanat üzerinde değişim yaratabilme gizilgücüne sahiptir. Bu nedenle, şiirin doğumunda temel olan etkenler ile şairi etkileyen uzam, kültür ve zamanın ayrıca estetik incelemelerinde ele alınması gerekir. Sanatsal yaratıların temelinde yatan düşünsel ve duyusal olgular, zaman, ortam ve kültürel değerlerden beslenirler. Estetik yaşantıyı, başka bir söylemle estetik algı ve değer yargısını, bu açıdan ayrıca ele almalıyız, diye düşünüyorum.

Bu incelemede, şiirin görünüşüne yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya koyduğu estetik değer ve estetik algıya “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diyeceğim.

İnsandaki haz duygusu ne kadar ortama bağlı bir ruh durumu olgusu ise, şiiri veya sanatı yaratan imgelem de yine ortamdaki değerlerin, algı biçiminin ve artalan bilgisinin bir ürünüdür. Durumsal Estetik Değer Tabakası olarak ele aldığım alan, hali hazırda içinde yaşadığımız sosyal ve sanatsal ortamın insan ve eser üzerindeki duyusal etkileşimin isimlendirilmesidir.

İnsan estetik algısı, üretilmiş kültür varlıkları, dil, düşünce, toplumsal ve çevresel etkenlerle teknoloji gibi ögeler, eserin üzerinde ayrı bir estetik değer yaratma gizilgücüne sahiptir. Tahta baskı resim yerine, bilgisayar görseli daha ayrı bir değer yaratabilir. Bu teknolojik bir ortamdır. Bunun yanında karasal iklimde, tropikal iklimde veya deniz kıyısında yaşayan insanın beğeni kültürü ve var edilen kültür varlıkları arasında farklılıklar olacaktır. Ortam, zaman ve kültür gibi etkenler ister istemez hem eserdeki estetik değeri hem de insan beğenisini, yani estetik algısını etkiler. Dolayısıyla insanın algı ve yargıları ile yazdığı şiir, ürettiği sanat bu bağlamda şekillenmek zorundadır.

Okur ve şairin estetik değer ve yargısı, değişik etmenlerle değiştirilebilir. Uzam ve zamanın şiirde yarattığı estetik değer de gelişime ve dönüşüme bağlı olarak değişebilir. Güzellik ve güzeli görme ilişkisi algı ve kullanılabilir malzeme ile ilgili olduğudur. Aynı zamanda güzeli yaratanın da uzam ve ortamla ilişkili olduğudur. Fransız Düşünürü Hyppolite Taine (1828-1921)’in Ortam Kuramı (Milieu Kuramı), bu konuyu açıklamak için yardımcı olabilir.

Toplumların ürettiği kültür varlıkları, söz varlıkları ile paraleldir. Kültür varlıkları derken, soyut ve somut üretilmiş, tasarımlanmış ve insan anlağında tanımlanmış tüm varlıklardan söz ediyorum. Üretilmiş soyut ve somut her varlığın göstereni dünyanın neresinde üretilirse üretilsin, gelişmiş dillerde söz varlığı olarak mevcuttur ya da henüz dillerine girmemiştir. Soyut olsun, somut olsun, fiziksel olsun, sanal olsun, her tür tasarım ve kültür varlığı insan anlağında bir gösterilen olarak öğrenildiğinde imgelemde beden bulma olasılığı taşır. İnsanın yaşadığı çevresel koşullar, önüne değişik seçenekler sunar ve bunlardan size en yakın geleni seçmek durumunda kalırsınız. Biz biliyoruz ki önümüze konan seçenekler arasından iyi ve güzel olanı kendi özgür irademiz ile seçip, beğenip haz duyuyoruz. Keşke öyle olsaydı! Dünya ne kadar güzel ve özgür olurdu!

İnsan sosyal varlıktır, doğru. İnsan kendi özgür iradesinin kullanabilir, doğru. Ancak her insan değil. Bilgi, algı, düşünme, anlama ve açıklama özellikleri ile duygu hareketleri oturmuş insan özgür iradesini kullanabilir. Üzüm üzüme bakarak kararan insan değil. Midesinden bağımlı hale dönüştürülmüş, sekiz saat mesaiye bağımlı, reklam, dizi, öğretiler gibi algı dönüştürme ortamında sıkıştırılmış okumayan bir insan, gerçekten özgür iradesini kullanmakta mıdır? İstanbul’un hava kirliliği, gürültüsü ve trafiğinin içinde bir insan gerçekten özgür müdür? Zorunlu mudur? Yoksa yaşamak için, sistemin ürettiği tehlikelerden mi kurtulmaya çalışmaktadır?

Ortam, çevre ve insanlar arası sosyal etkileşim gereği, estetik algı ve estetik değer yargısı farklılık gösterir. Kısa zamanda olmasa bile uzun yıllar sonra bu değişebilir, dönüşebilir. Eğitim seviyesi, kültürel birikimi gibi etkenler ile estetik algı ve estetik değer yargısı az ya da çok yüksek olabilir. Buna Prof. Dr. İsmail Tunalı Estetik Beğeni kitabında, “Beğenide görecelilik” diyor. Şiirde veya herhangi bir sanat eserinde estetik katmanı somut ve mutlak sonuçlar doğurmaz. Çünkü estetik katmanı içinde var olan verilerin büyük bir çoğunluğu sübjektif ve insan algısına bağımlı bir durumdur. Nesnel ya da duyusal güzelliğin değeri biraz da kültürel birikimle doğru orantılıdır. 

Her sanat eserinde olduğu gibi her şiirin doğduğu bir kültür ortamı vardır. Kendine özgü havası, dili, iklimi, zaman ve yer gibi doğum ve gelişimine etki eden içsel ve dışsal koşulları olacaktır. Şiirin anlatımından anlamına kadar uyum içinde olma zorunluluğu olan kültürel ve sosyal değerler dengesi vardır. Sanat tarihi derken bir anlamda insanlık tarihi, insanlığın imgelem tarihi ve beğeni kültürü belirtilmektedir.

Beğeni kültürü, endüstri ve toplum mühendisliği ile istenilen doğrultuda dönüşüme sokulabilir. Bunun örneklerini pek çok alanda göstermek olasıdır. Durumsal Estetik Değer Tabakası, bu bağlamda düşünüldüğünde üzerinde dikkatle durulması gereken bir fenomendir. Çünkü beğeni kültürü dediğimiz olgu, bu düzlem üzerinde kendini var eden bir olaydır. Eserdeki estetik değeri, izleyicideki estetik algıyı anladık; ancak her iki tabakayı da etkileyen ortak ölçütleri yok sayma lüksümüz var mıdır? İşte bu durumu, “Durumsal Estetik Değer Tabakası” tanımlaması ile ele almamız gerektiğine inandığım için bu sınıflandırmayı yaptım. Durumsallıktan kastım, zaman, mekân, kültürel coğrafya, insan algı ve kültür birikimi ile beğeni süreci, aynı zamanda kültürel değişimin değişmezliğidir; yani bunların toplamını karşılayan duyusal, sayısal, sanal, nesnel ve dinamik “ortamdır”.

Durumsallık sözü, bildiklerimizle çelişen bir durum gibi gelebilir. Sanat eseri duruma uymaz, bulunduğu duruma ve ortama şekil verme amacına yöneliktir. Şiir doğduğu ortama karşıdır diye söylenir; ama açıklanmaz nedeni. Açıklansa bile politik öğreti ve bölünmüşlük sendromlarına dayandırılır. Son iki tümce, sanat yaratımı ve yaklaşımı açısından doğru kabul edilebilir. Burada, ortamın uyumluluğunu değil; ortamdaki değerlerin sanatçı ve okur üzerindeki etkisini ele alıyoruz. Durumsallık söyleminden kastım; şiirin doğduğu ortamdaki nesnel, sanatsal ve kültürel değerler ile bilimsel, sanatsal ve kültürel yansının insandaki algısal karşılığıdır. Aynı zamanda insan algısını besleyen, bilimsel, sanatsal ve kültürel değerlerin şekillendirdiği insandır ve şiirdir. Zaman, mekân ve kültürel birikimin eser üzerindeki etkisi ile insanın kültürel birikimi, beğeni kültürü ve algı biçiminin toplam görünümü olarak düşünmeliyiz. Benim değerlendirmeme göre, şiir veya herhangi bir sanatsal yaratıda bu tanımlama önemli bir yere sahiptir. Nesneler, soyut tasarımlar ve insan ile bunların duygusal etkileşimleri; zaman, yer ve insan algı biçimine göre değişiklik göstermektedir. Bu değişiklik, estetik algı ve estetik değer yargısı için önemli bir ölçüttür. Örneğin gönül sözcüğü, anlamsal değer ve duygu geçirgenliği açısından günümüz gencinin anlağında yıpranmış bir söz varlığıdır. Ancak gönül veya gönül bağı dediğimiz zaman, bu söz ve deyimin anlamsal ve çağrışımsal karşılığını anlatmak için fazladan birkaç cümle kurmak zorunda kalırız.

İnsanın kültürel algı süreci; tehlikeli ve kara bir dönüşümün kurbanı olabileceği gibi, çağdaş normların üstüne taşınması için algı ötesi değerler de üretebilir. Sanata tarihsel açıdan baktığımızda, sanat hem tehlikeli kara bir dönüşümün kurbanı olmuş hem de çok önemli gelişmeleri sayfalarına not ettirmiştir. Bir öngörüdür; gerçekleşmesini hiçbir akıl destekleyemez, ancak coğrafyamızdaki sanat, beğeni kültürü ve estetik algı, tehlikeli kara bir dönüşümün kurbanı olmaya aday görünmektedir. Bu çıkarımı görmek için uzağa gitmeye gerek yoktur. İçinde bulunduğumuz toplumun katmanlarını izlemek, bu öngörünün hakkını teslim etmek için yeterlidir; ancak yine de iyimser bakmakta fayda olduğunu düşünenlerdenim. Geleceğin insanı, çağdaş kazanımları ile gelecek tasarıları üzerine daha güzel şeyler koyabileceğini ve bu sorunları aşabileceğini gösteren belirtilerin olduğunu söyleyebiliriz. Belki bizler harcanan kuşak olarak tarihte yerimizi alacağız; ancak gelecek kuşaklar, kesinlikle kendine yaraşır temiz dünyayı kuracaktır.

Durumsal Estetik Değer Tabakasını, şimdilik bulunduğumuz coğrafya açısından karamsar bir tablo içinde ele almamız gerekecektir. Anlamı cılızlaştırılmış sanat eserleri ve güdülenmiş günümüz insanının estetik algı ve estetik değer yargısı sorgulanmaya açıktır.  Kültür endüstrisi, yozlaştırılmış değer yargısı, algı operasyonları, ırk, ideoloji ve inanç gibi etkenler, ayrıştırılmış akışkan bir kitle yaratmıştır. Ayrıştırılmışlık sendromu içinde yüzen akışkan insan topluluklarının sanata ilişkin estetik algı ve estetik değer yargısını nasıl olumlu görebiliriz? Sözünü ettiğim bu hastalığın tedavisi yine “sanatsal yaklaşımlar” olduğunu söylersem bir kısır döngüden söz ediyorum gibi anlaşılacaktır. Gerçek şudur ki algı süreci bozulmuş, ayrıştırılmış akışkan kitleler, önyargı ve saplantılar ile çıkar gruplarının güdümünden kurtarılabilirse bu söylediğim tez, hiç yabana atılır gibi gelmiyor. Bu olumlu eylemi gerçekleştirebilecek dört şey vardır bana göre; dürüstçe ve çıkar kaygısı gütmeden yapılacak “Sanat Eğitimi, Beğeni Yönetimi, Duygu Yönetimi ve Sevgi Eğitimi”dir.

Durumsal Estetik Değeri, deneysel bir sonuç veya kaynaklara dayanmadan, bu günkü deneyim ile mevcut uygulama ve algı biçimlerinden somut olarak anlayabiliriz. Şiir açısından, estetik değer taşıyan söylem, dil yetisi, simge, yaslanılan mit, kahraman gibi unsurlar önemli olanaklardır. Bu olanakların bizleri nasıl bir katmana taşıdığını somut olarak duyabiliyoruz. Şiir veya sanat yapıtı ortadadır, alanda kazandığı sonuç ve yitirdiği değer kolaylıkla kendini göstermektedir. İnceleme ve okumasını bilenler, değer yitimi ya da kazanımın nedenlerini açıkça anlayabilmektedir. Şair, kullandığı söz varlıklarını, söz varlıklarının taşıdığı duygu ve anlam değerlerini sanat normları gerisine düşmeden öyle işlemelidir ki okurda; imgelem, çağrışım, üst anlam, heyecan, hayranlık ve coşumu yaratabilsin. Bu durumda, estetik değer yargısı kendiliğinden kuşatılmış olur.

Estetik değer yargısı, insanın salt psikolojik durumu ile doğrudan ilişkilidir diyemeyiz. Estetik yargının bireyüstü bir zorunluğu ve genelliği olduğunu söylüyor Kant. Bu doğrudur; gözlemlerimizden bunu çıkarabiliriz. Ancak zorunluluk ve genellik taşıyan estetik yargı, sanatın evrensellik katmanında kendini gösterdiğini düşünüyorum. Selimiye Camisi’nin estetik olmadığı çoğunlukla söylenemez; çünkü yapıldığı zamanın koşulları, tarihsel, mimarı, azamet, oran, simetri, konuş ve incelik gibi evrensel değerler taşıyan bir yapıdır. Her bireyin beğenisini kazanan bir şiir de aynıdır. Bireyüstü zorunluğu ve genelliği taşıyacak bir şiir, şiir gibidir. İncelememde yer yer değindiğim gibi, şiir, duygu, zihin, mantık ve aklı evrensel normlara taşıyacak değerleri taşımalıdır. Okuyanı/dinleyeni, kendi içine çekip sımsıkı kavramalı, ruhunu bir üst katmana taşıyarak varoluşunu duyumsatmalıdır. Şiir önce naif bir biçimde kendini sevmeli, sonra okuyanı sevmelidir.

Ortam sanatçıyı etkiler, sanat eserini etkiler, insanın duyusal dünyasını değiştirir, düzenler veya kötüleştirir. Örneğin bulutlu ve sisli bir günle, güneşli bir bahar sabahı, farklı bir estetik değer ve estetik kaygı yaratır. Kısaca söylemek gerekirse, bu tabakanın özü, şairin ve şiirin bulunduğu ortamın havasından aldığı ışıktır, değerdir, güzelliktir. İnsanın algı biçimi, söz varlıklarının insandaki duygu ve anlam değeri, eserin doğduğu ortamda inşa edilegelmiş olgulardır.

Ortamın şiire yansıyan karakteri ile insan estetik algısına seslenen şiirsel değerler, durumsal estetik değeri oluşturur. Bu konu, ontolojik estetiğin ayrıştırılmış bir alanı olmasa da böyle bir gerçeğin varlığını ele almak zorundayız. Çünkü şiir veya herhangi bir sanat eserinin estetiği hakkında inceleme yaparken ya da sanat üretirken önemli bir bileşen olarak dikkate alınmalıdır. Bilinçli üretilen hiçbir sanat eseri, yarın tüketilmek üzere üretilmez; geleceğe ulaşması için üretilir. Kalıcı ve zamana karşı dinamik bir eser üretmek istiyorsak, eserin nesnel ve duyusal dünyasına etki eden tüm bileşenleri ele almak zorundayız.

Sonuç olarak Durumsal Estetik Değer Tabakası; şair ve okuru, bunun yanında sanat eserini etkileyen başat bir tabakadır. Sanat dünyası aynı zamanda yaşamın sürdürülmesi için kazanç kapısı şekline dönüşmüştür. Resim, dans, müzik, tiyatro ve plastik sanat kurslarından örgün sanat eğitimlerine kadar bir yığın insan iş olanakları elde etmektedir. Kazanç kapısı haline dönüşmesi de yaşamın bir geçeğidir. Bunu göz ardı edemeyiz. Böyle olması demek, ister istemez sanatta popülist bir yaklaşım gerçeğini ortaya çıkarmak demektir. Bunun anlamı ise şiirin ve bütün sanat alanlarının genel ortamın tutumuna göre yön belirlemesi demektir.

Yapıtın amacı; haz doğurmak, insanı ve geleceğini kavramak, var olduğunu, yetkin ve güzel olduğunu haykırmaktır. Okurun beklentisi ve yönelimi güzellik karşısında estetik yaşantıya girme amacı taşır. Her iki ayrı öznenin (şiir ve insan) bir katmanda buluşması, yani insan ve şiirin estetik yaşantıyı doğurması şair ve şiirin, sanatçı ve sanatın temel amacıdır. Nasıl ve hangi amaçla şiir yazarsanız yazın, insanın gen haritası değişmedikçe, insan aklı yeni gerçekliklere ulaştıkça, estetik değer, estetik yargı, beğeni kültürü veya estetik yaşantı dediğimiz olgu, şiirle gelişim ve dönüşüm içinde olmak zorundadır. Bu, bilginin evrimsel yasasıdır; sanat ve şiirin de evrimsel sürecidir. Değişmeyecek bir şey varsa, o da sanatın insanın nihai ereği ile doğrudan ilgili bir sonuç olduğudur.

Şair ve eleştirmen, kalıcı şiir yazmak, nesnel değerlendirme yapmak ve geleceğin sanatsal yönelimlerinde etkin olmak istiyorsa, özellikle söz ettiğimiz “Durumsal estetik değer etkenlerini” iyi okumalıdır ve bu etkenleri şiire giydirme konusunda yetkin olmalıdır. 

 

ŞİİR ELEŞTİRİSİ VE ÖDÜL İLİŞKİSİ  

Şiir eleştirisiyle şiir yarışmaları arasında bir bağıntı var mıdır? Eleştirmen ve seçici kurulda görev alan şair-yazarlar, bu bağıntı hakkında düşünüp yazmışlar mıdır? Herhangi bir yerde karşılaşmadım. İşte bu denemede, şiirin olmazsa olmaz iki etkinliğinin yöntem bakımından birbiriyle bağıntılı olabileceğini dile getireceğim. Bazı konular dillendirildiğinde ilginç düşünceler ortaya çıkabilir. En azından bir arayış olsun isterim. Şiir yarışmaları ve eleştiri sistemi, üzerinde özellikle durduğum, katkı sağlamaya çalıştığım bileşke bir konudur. ‘Yeni ve farkındalıklı şeyler çemberin dışına çıkılarak yaratılabilir’ düşüncesinden hareketle, bu konunun tartışılmasında yarar olacağını düşünüyorum.

Yazınımızda şiir yarışmaları ve eleştiri sistemi, muğlak bir durumdadır. Kimin neyi nasıl eleştirdiği, kimin bir şiire hangi gerekçeye dayanarak ödül verdiği, üstünkörü bir uygulama gibi geliyor bana.  Sürekli şikâyet ve tartışma konusu olmasına karşın uygulanabilir bir yöntemin geliştirilemediğini, çözüm üretilemediğini, atadan kalma alışkanlıklarla sürdürüldüğünü düşünüyorum.

İyi şiir yazmak ve iyi bir şiir kültürü oluşturmak için saygın bir ödül ve eleştiri sisteminin oluşturulması gerektiğine inanıyorum. Bu iki alanın saygınlığı, güvenirliliği, eğiticiliği, özendiriciliği; dinamik bir sistem, bilimsel ve kuramsal bir yaklaşımla sağlanabilir. Bu demektir ki ödül ve eleştirinin hareket noktası, gelip sanat biliminin kucağında birleşir. Diğer söyleyişle, kuramsal bilgi, araştırma, inceleme, yöntem ya da sistem gerektirir. Ne var ki şairlerimizin kırılamaz kabulleri, mutlak doğruluğuna inandığı alışılmışlıkları vardır. Bunlar engelin en büyüğüdür. Görmek için bakmamak ve yerleşik bilgilerinin sarsılacağından korkup yeni bilgiyi reddetmek. Zamanaşımına uğramış bilgilerden kurtulup kurumsal ve bilimsel yaklaşımın gerekliliğine inanmış olsak şiire açık bir gökyüzü bağışlamış olacağız. Eleştiri ve ödül sistemine de…

Şiirde doğru yoktur; yapıt doğruluğuyla değil, estetik değeriyle ölçülür. Sınır yoktur; aklın ulaşmakta zorlandığı yerlerdedir. Bilgi üretmez, bilginin yarattığı değerleri daha farkındalıklı göstermeye yönelir. Her ne olursa olsun her sanat dalının; kendine özgü yapısı, sesi, dili, varlıkları ve bütünlüğünü oluşturan parçaları vardır. En önemlisi de insan üzerindeki yükü ve etkisi… Kısacası sınırsız bir uzaydır. İşte bu yüzden bütün bilimlerin eşgüdümü altında sanat bilimini (sanat felsefesi, sanat sosyolojisi, sanat psikolojisi ve estetik bilimi) gerekli kılar. Eleştiri ve ödül sistemi de buna koşut hareket etmelidir.

Şiir eleştirisi, kendine özgü bir sanattır. Yazar, şair ve okurun önemli bir eğitim kaynağıdır. Şimdilik etken olmasa bile amacı gereği böyledir. Önde gelen işlevi, bir yapıtın etkinlik ve yetkinliğini ortaya çıkarmaktır. Şaire eksikliklerini, okura görünmezleri göstermektir. Bunun yanında geliştirici, yaratıcılığa yöneltici ve özendirici bir işlevi vardır. Tıpkı ödül gibi…

Sanatta ödül ve alkış, sanatçının enerji kaynağıdır. Ödüllendirmenin saygın ve güvenilir olması da marş motorudur. Hak edenin hakkının verildiği yerde; doğruluk vardır, yerindelik vardır, güven vardır, sanata sanatçıya saygı vardır, yarışma vardır. Öyleyse şiir ödül sistemini, sanatçı duyarlılığına yakışır bir şekilde düzenlemek gerekmez mi?

Ödül; etkin, yetkin ve estetik değer taşıyan şiire verilmelidir. Bunun belirlenebilmesi için bir sistem ya da yöntem gerekir. Şiir yarışmalarındaki seçici kurul üyeleri her ne kadar güvenilir ve saygın şairler olsa bile, sistemsiz yapılan her işte boşluklar vardır. Bunu; doğru, saygın ve güvenilir bir yola koyacaksak herkesin bildiği ve kabullendiği; dinamik, çağın sanat anlayışa yanıt verebilecek bir yöntem ya da sistem olmalıdır. Bu tümce karşısında genel tavrı bildiğim için hemen şunu eklemeliyim: Eleştiri ve şiir yarışmalarında bir yöntem ya da bir sistem uygulanabilir mi, ölçüm yapılabilir mi, diye sormayın sakın. Kalıpları kırdığınızda, eski bilgileri yeni bilgilerle donatıp dönüştürdüğünüzde her şey yapılabilir. Şiir gibi açık dokulu alanlara, açık dokulu sistemler geliştirilebilir. Yeter ki bilgi işlemeyi, kullanmayı ve dönüştürmeyi kafamızda sınırlamayalım. 

Burada küçük bir not düşmeliyim: Yazınımızda olduğu gibi övgü ya da yergi türü bir eleştiriden, ben yaptım oldu türü bir şiir ödül sisteminden söz etmiyorum. Bilimlerin eşgüdümüyle oluşturulmuş kuramsal bir eleştiri ve ödül sisteminden söz ediyorum. Böyle dinamik bir sistem var mı? Uygulanırsa var. Sanat bilimi bunların hepsine yanıt verecek bütünlüktedir. Yoksa da her anlayışa yanıt verebilecek bir sistemin geliştirilmesi zor değil… Ancak, bilimlerin eşgüdümüyle oluşturulmuş kuramsal bir eleştiri ve ödül sistemini işletmek zorlu bir iştir. Deneyim, donanım, altyapı gerektirir. Eleştirmen sanatçının ilerisinde, seçici kurul üyeleri de şairlerden daha donanımlı, şiiri ilgilendiren bilim alanlarının ilkelerine egemen olmalıdır.

Çoğu kişi şiir yazabilir; konuşmayı bilen herkes dize kurabilir, sıkıntı yok… Pek çok eleştirmen eleştirel deneme diye övgü ya da yerginin altına imza atabilir; bunda da sıkıntı yok. Pek çok kişi seçici kurulda yer alabilir; sıralamada üstte kalanı seçip ödül verebilir, bunda da sıkıntı yok. Bunları nasıl yaptın ve dayandığın gerekçe nedir, diye sorduğumuzda buna doyurucu yanıt verebilecek kişi, parmakla sayılıdır. Deneyim ve geçmişte yapılanlar, bir yapıtı eleştirmek ve bir şiire ödül vermek için yeterli bir gerekçe olamaz. İşte sıkıntı buradadır.

Eleştirinin amacı, şiirin etkinliğini ve yetkinliğini araştırmaktır. Estetik değer taşıyıp taşımadığını tespit etmektir. İyi, güzel ve eksik yanlarını ortaya koymaktır. Diğer bir söyleyişle, sanat değeri hakkında yorum yapmaktır. Şairin ve okurun yararlanabileceği bilgileri açıp dökmektir. Bunu yapabilmek için izleyeceğiniz bir algoritma olmalıdır. Ben iyi şairim, iyi eleştirmenim, eleştirinin en iyisini yaparım demek; ben heybemdeki kadarını yaparım demektir. Heybeniz dolu olsa bile bunları sırasıyla ve gereğine göre ortaya koymak için bir yöntem olmalıdır.

Şiir yarışmalarında, şiirin estetik değeri yüksek, sanat değeri taşıyor diyebilmemiz için, varlık yapılarını belirli bir yöntemle incelememiz gerekiyor. Sadece okumak yetmez, ayrıntılı incelemeyle belirlenebilir. Yarışmaya başvuran yapıtlar arasında kıyas yapmak da çözüm değildir. Kötünün biraz daha iyisine ödül vermek zorunda kalınır. Sağlıklı bir yargıya varabilmek için, eleştiri kuramlarından herhangi biri şiire uygulanıp etkinliği ve yetkinliği belirlenebilir. Her iki alanın amacı, aynı sonucu gerektiriyor: Şiirin etkinliğine, yetkinliğine ve estetik değerine karar vermek. Kanımca şiir eleştirisiyle şiir yarışmaları arasındaki bağıntı buradadır.  

Eleştiri ve şiir ödüllerinde; genel uygulamaya, alışılmışlığa, gelenekselleşmişliğe uyum sağlamak değil işimiz; yapıtta estetik değer varlığını, etkinliğini ve yetkinliğini araştırmaktır. Bunu yapmak için de oldukça yüklü kuramsal bilgiye sahip olma gereği doğuyor. Alanında yetkin kişiler bile, kuramsal bilgi deyince geride duruyor ve şiirle bağıntısı yokmuş gibi düşünüyorlar. Kuramsal bilgiye egemen olmadan sistem geliştiremeyiz. Sistem geliştiremediğimiz için şiir ve uygulamalarında dönüşüm ve nesnellik sağlayamayız. Şiirde tanımlanmamış kuramları açığa çıkaramıyorsak yeni kavramlar üretemeyiz. Kısaca anlatmaya çalışayım: Geçmişte yapılan ve yazılanları yineler, yarın bir kez daha öbür gün bir kez daha yineleriz. Şu şöyle yaptı bu böyle yaptı, diye alaylı bir mantığın çemberinde döner dururuz. Bu durumda, çağdaş sanatı geçtim, modern sanatın temel kuralı olan seçkinlik, biriciklik ve özgünlüğü asla yakalayamayız.

Sonuç olarak eleştiri; deneyim, birikim ve kuramsal bilgi ile sistem gerektirir. Şiirin ödüle layık olduğunu kanıtlamak için; yine deneyim, birikim, kuramsal bilgi ve yöntem gerekir. Eleştiri ya da şiir ödüllendirmede böyle bir sistem ya da yöntem var mıdır? Ben iyi şairim, iyi şiir bilgisine sahibim, ben iyi eleştirmenim, iyi edebiyat bilgisine sahibim gibi bir söylemle yapacağımız eleştiri ve verdiğimiz ödüle, çağın çocuğu inanmaz, inanmıyorlar. Bugün olduğu gibi yapıta değil isme ödül vermeyi sürdürürüz. Eleştirel deneme yerine sayfalar dolusu övgü yazarız. Örneğin, çoğu yarışmada ödül gerekçesi açıklanmıyor ama açıklananları gördüğümüz kadarıyla, sanat bilimini yerle bir eden yuvarlak tümceler sarf eder geçeriz. Bu, çağın şairine yakışan bir durum değildir. Bilgi, her yerde ve bir parmak dokunuşu kadar yakınımızdadır… Sistemsiz, eleştiri ya da yarışma olmaz. Sistemsiz ve yöntemsiz bir şey yapıyorsak, kayırmacılık, kotarmacılık, hayhuyculuk birinde olmazsa diğerinde olacak demektir. Aklın yolu çoktur ama en kısa olanı fiziksel ve matematiksel olarak yalnızca bir tanedir. Sanatın her dalı, oldukça geniş bir alandır; bu alanda kaybolmamak için bugüne kadar üretilmiş bir bilgi bütünlüğü vardır. Her tür sistemi kurmak, her tür yöntemi geliştirmek için yeterlidir. 1 Ekim 2021

Ç.Türk Dili Dergisi, Kasım 2021 Sayı:405’de yayımlanmıştır. 

 

ELEŞTİRİYE KATLANAMAMAZLIK

(Bu deneme, Vedat Günyol 2020  lV. Deneme Yarışma Dosyası’nda yer almamıştır.)

Eleştiriye katlanamamazlık… (tahammülsüzlük…) Sanat ortamını, insan ilişkilerini, sosyal yaşamı ve sanatı etkileyecek tutum bozukluğu. Eleştirinin amacı bakımından ilginç ve can sıkıcı bir durum. Bu tutum, basit bir nedene dayanmıyor. Sorunu çok yönlü sorguladığımızda altından neler çıkacak, birlikte görelim.

Şiiriniz eleştirildiğinde nasıl tepki verirsiniz, diye sorsak hemen hemen herkes; “Eleştirilmek, göremediklerimi gösterir onun için eleştirene saygı duyarım” der… Gerçekte böyle midir? Sağduyumuzu yanımıza alıp kendimize soralım. Yapıtı veya sanat anlayışı eleştirildiğinde olumlu tepki gösteren sanatçıyla çok seyrek karşılaştım. Asıl neden nedir, kısaca değinelim mi?

Yazınla ilişkisi ve ilgisi olanlar, az çok bu ortamın işleyişini bilirler. Hemen hemen herkesin sık sık tanık olduğu bir eleştiri tahammülsüzlüğü ile karşı karşıyayız. Sosyal medya, şiir, metin ve görsel paylaşım ortamına dönüştü. Paylaşılan şiire, beğeni dışında olumsuz bir yorumda bulunursanız başınıza akla gelmedik işler açılabilir. Bunun yanında eleştireni; çok bilmekle, bilgiçlik taslamakla, hadsizlikle ya da taraftarlıkla suçlayıp sıyrılıveririz eleştirinin güzelliğinden… Paha biçilemez bilgileri, fırlatıp atarız önyargılarımızın kol gücüyle; övgü kıvamında değilse…

Eleştiri, özellikle dil sanatlarında vaz geçilemez ve paha biçilemez bir konudur. Neden? Dil sanatları, o kadar çok değişkenle karşı karşıyadır ki en usta yazar bile çoğu yerde çoğu değişkenin ayırdına varamaz. Kerelerce üzerinden geçmesine karşın gözünün önündeki pek çok yanlışı göremez. Diğer taraftan yapıtta estetik değer yaratacak örtük olgu ve olayı çoğunlukla yakalayamaz. Yazında böyle bir durum vardır; normaldir ve insan beyninin çalışma süreciyle ilgilidir. Bu yüzden her ne olursa olsun, metnin ikinci hatta üçüncü bir gözle eleştirilmesi sorunlu yerlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Yazarın/şairin eğitimi ve gelişimi için de çok değerlidir. Keşke bilinçli ve yetkin eleştirmenler, ortaya koyduğumuz her yapıtı eleştirebilseler. Yazara ve sanata rehber olabilseler. Burada ayraç açıp küçük bir soru yöneltmeliyim: Bilinçli, yetkin ve sistemli bir eleştiri Türk yazınında var mıdır? Ayrıca tartışılması ve yanıtlanması gereken kapsamlı bir sorudur bu.

Bu yazımda, sistemli ve bilinçli bir yazın eleştirisinden yola çıkmayacağım. Bir şiir eleştirisi, ayaküstü bir yargı, sanat görüşüne yönelik bir söylem karşısında; gösterdiğimiz yaklaşım ile takındığımız tavrın nedenleri üzerinde duracağım. Tahammülsüzlüğün sınırları öylesine daralmış ki patlama noktasına gelinmiş gibi bir ortam havası alıyorum. Ayrıca şunu da belirtmeliyim. Ben eleştirmen değilim; birikimim ve deneyimim, eleştirmen sıfatını kullanmak için yeterli değildir. Bu yazıyı kaleme almamın amacı, gözlemlerimden ortaya çıkardığım önemli bir eksikliğin ve tavır bozukluğunun ayırdına varılmasıdır.

Sosyal medyada ya da değişik ortamlarda şair ve yazarlarımızın sanat düşüncelerine karşı yorumlarım olmuştur. Olumsuz görüş ileri sürdüğümde, olumsuzluğun altında yatan gerekçeyi değil benim anlayışımın sorun olduğu bir ortam yaratılmıştır çoğunlukla. Adı bilinen ve bu ortamın bilirkişisi görünümünde şair/yazarlarımızın ileri sürdüğü veya savunduğu sanat düşüncesine, başka bir açıdan ve başka bir gerekçeyle olumsuz bir yorum yaptığımda çok ağır sözlerle saf dışı bırakılmaya çalışılmışımdır. Bazıları iletişimi kesmişlerdir. Düşüncelerine, sanat bilimi verileriyle açıklık getirmeme karşın bu verileri anlamamakta, bildiklerinden şaşmamakta ve işin doğrusunu öğrenmemekte ısrarcı davranan bilirkişi tavırlı pek çok kişiyle karşılaştım. Doğru ya da yanlış; haklı ya da haksız… Sonuçta eleştiri, söz ya da yapıtın var olan verilerle uyumlu olup olmadığı, sahip olduğumuz bilgiyle çelişip çelişmediğiyle ilgili bir gereksinimdir. İleri sürülen düşüncenin gelişimi ve geliştirilmesi için değişik açılardan, değişik verilerle yorumlanmasında yarar vardır… Örneğin şiirin en duyarlı yanı, şiire yansımış anlam ve söz duygu değerinin görünmezliğidir. Saçma bile olsa onun hakkında yapılan sıradan yorumlar, görünmezi görünür kılabilir; yaratıcılığın önünü açabilir.  

Sanat adına kaygı taşıyan insanlarız. Ezbere işler gördüğümüzde düzeltme gereği duyan kişileriz. Okur, yanlışları ve sıradanlığı göre göre her zaman övmek zorunda değildir yazarı… Bunları göre göre yazarı övüyorsa zaten içten değildir; ileride umduğu bir yarar için bu tavrı gösteriyordur. Bu tür tavır, bizim kültürümüzün bir parçasıdır; yadırgamıyorum. Ekranların karşısında ya da sokağa çıktığımızda sürekli karşılaştığımız bir alışılmışlık durumudur. Biz, bu denemede doğru olanı, olması gerekeni ele alalım. Olumsuz eleştiriye katlanamamanın nedenlerini düşünebildiğimiz kadarıyla sıralayalım:

Birincisi; olumsuz eleştiriye gösterilen tepkinin gerisinde olgunlaşmamış bir bilinç vardır. Olumsuz eleştiri, onun kişiliğine yöneltilmiş önemsizleştirme girişimi olarak algılanır. Böyle bireyler, varsaydığı bu tutum karşısında kendisini savunmak zorunda kalırlar. Eleştiri, gelişkin bir yöntem ve sanat ilkeleri temel alınarak yapılsa bile. Aslında bu tür durumlarda önemsizleştirmeden söz edemeyiz; eksik ya da yanlış bir bilginin açıklanmasından, daha farklı bir biçimde ele alınmasından oluşur eleştirinin içeriği…

İkinci neden, bilgi ve bilginin işlenmesi konusunda genellikle sıkıntımız vardır. Özellikle sanata yönelik üretilmiş yeni bilgi, bizim anlağımızda önemli bir yer tutmaz. Antik çağdan bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm sanatçı ve düşünürleri referans veririz, güveniriz bilgisine. Hayranlıkla anlatır da anlatırız. Ne var ki onlara göre daha fazla bilgi ve sezgiye sahip günümüz insanının ürettiği bilgiye güvenimiz yoktur. Eleştiri sonucu, ortaya koyduğumuz gerekçelerin altı ne kadar dolu olursa olsun, ne kadar bilimsel dayanağı olursa olsun, eleştiri olumsuz olduğu sürece günümüz yazar ve şairi, bir kılıf bulup bu bilgiyi yok sayabilme yeteneğine sahiptir. Çünkü kabul edilmiş doğruları, izlediği modelleri vardır; yeni bilgi bunlarla çelişmektedir. Bu, alışılmış/kalıplaşmış düşüncelerini geçersiz kılmaktadır. İnsanoğlu, alışılmış ve kalıplaşmış düşüncesinin sarsılmasına karşı tepkilidir. Altı dolu olumsuz eleştiri, bu durumda saldırı niteliğindedir onun için. Saldırı olarak algılanan bir durum karşısında eleştiriye katlanması beklenemez. 

Üçüncüsü; çoğu sanat alanı, usta çırak yöntemiyle öğrenilmek zorundadır. Akademik eğitimi ya da bir sistemi yoktur. Örneğin şiirin; resim, tiyatro ya da sinema gibi akademik eğitimi yoktur. Edebiyat fakültelerinde verilen şiir eğitimine içerik açısından baktığımızda, şiir tarihiyle ilgili olduğunu görürüz. Diğer bir söyleyişle yazılmışın incelenmesi ve yapılmışa benzeme yeteneğinin artırılması yönündedir. Şiirin yapısıyla ilgili değildir. Sağda solda şiir atölyesi şeklinde verilen şiir eğitimlerinde de, şiiri dil açısından inceleme biçiminde ve şiire dair ön kabullerden oluşan bir içerikle sürdürüldüğünü düşünüyorum. Şiir yazıları bunu gösteriyor. Şiir sanatında isim yapmış şairlerin sözü yasa gibi önlerine konup bunun üzerinden hareket edilmektedir. Yanlış mı, değil elbet ama yeterli olamaz. Dil bilgisi, şiir örnekleri ve tarihsel bilgiyle şiir gibi bir sanatın felsefesini öğrenciye kavratmak bir yere kadar verimli olabilir. Çünkü şiirin duyusal ve nesnel yapısını açan ve onun öz-içerik-biçimine yönelen bir eğitim sistemi yoktur. Estetik bilimi, sanat sosyolojisi ve psikolojisi verilerine göre, daha kısa anlatımla sanat felsefesi bağlamında şiir bilgi bütünlüğü yazınımızda sağlam temeller üzerine oturmamıştır. Bu nedenle şiir konusunda kendini yetkin gören şairlerin sözü üzerine söz söylediğinizde bunun bir hadsizlik gibi algılanması olağan bir durumdur. Çünkü şiir sanatının doğruları çalakalem bulunmuş ve bu doğruların üzerine doğru yoktur gibi bir ortam oluşmuştur. Salt sanat alanında değil tüm alanlarda bu yaklaşım yanlıştır.  Bu durum ve yöntemle, yeniliğe açılan kapılar tıkanmaktadır. Yeni biçem deneyen gençleri de görmezden ve duymazdan gelince şiir sanatı hepten kısırlaşır. Doğruları bulduğunu ve bunları şiirin en büyük ustasından edindiğini düşünen insanların kalıplarını kıramazsınız; bugün olduğu gibi… Bu durumda olumsuz eleştiriye katlanmasını bekleyemeyiz; çünkü doğrular en yetkin kişilerden teslim alınmış ve üstüne söz söylenemez kesin bilgiye dönüşmüştür.

Dördüncüsü; duygudaşlık eksikliği, her alanda olduğu gibi sanat dünyasında da üst düzeydedir. Birey olma bilinci, sanatçı/şair olma bilincinden daha temeldedir. Birey olma bilinci, kendi özgürlüğü ve yapabilirlikleri ile diğer bireylerin özürlüğü ve yapabilirlikleri arasında kurulabilen dengede kendini gösterir. Bireyin bireye saygısı; özgürlük anlayışı, insana sevgi ve saygının sonucunda oluşan bir tavırdır. Bilgiye dayanan, hakarete varmayan ya da dilsel şiddet içermeyen her eleştiri, tutarlı ve geçerli olmasa bile saygındır. Çağdaş insanın tavrı bunu gerektirir. Birey bilinci oluşmamış, özgürlük ve duygudaşlık bilinci oturmamış her kişi, bir başkasının kendisi hakkında ya da yapıtı hakkında söylediği her olumsuz sözden alınır. Düzey olarak kendisinden daha aşağıda birisinin eleştirisinden kendisinin sorgulandığını, sorgulamanınsa hadsizlik olduğunu düşünür. Olumsuz eleştiriyi dilsel şiddetmiş gibi algılar. Kısacası sanatçının diğer sanatçıya karşı olumsuz algısından kaynaklanır. Bu durumda eleştiriye katlanmasından söz edemeyiz. Çünkü sanatının eleştirilmesi değil, kendisinin sorgulanması biçiminde bir tavır olduğu kanısındadır.

Şairin sözde haklı olduğu, beşinci sırada bir konu daha vardır: Eleştirinin amacı, kapsamı ve yararı hakkında yeterince bilgi sahibi olunmaması. Örneğin, eleştirinin yararı ve amacı konusunda özet birkaç tümce kuramayan pek çok kitaplı şair olduğunu söyleyebiliriz. Sanata yönelik, sanat bilgisiyle ilgisi olmayan yorum ve söylemlerle her an her yerde karşılaşabiliriz. İster istemez bu durum karşısında şair, eleştireni/yorum yapanı bilgisizlikle suçlar. İlişkiler, suçlama ya da aşağılama biçiminde gelişir. Bugün yazınımızda olduğu gibi bir şiiri eleştirmek ya da şiir hakkında görüşünü söylemek, sıradan bir beğeni durumuna dönüşür. Kimse gerçek düşüncesini ortaya koymaz. Hatta okur veya şair, yapıtı eleştirmekten ya da yapıt hakkında görüş bildirmekten kaçınır. Şair, şiirini eleştiren okuru hiç eleştiri bilgisi olmasa bile özenle ele almalı, sıradan bir yorum bile olsa o görüşü bir kenara atmamalıdır. Hele az çok şiir bilgisi olan okur, bir şey söylüyorsa mutlaka altında görünmeyen bir gerçek var demektir. Yaratıcılık, sıradan düşüncelerden yola çıkarak ulaşılan bir durumdur.  

Eleştiriye katlanamamazlığın diğer bir biçimi daha var ki bu, türümüzün ayıbıdır: Şairin, şaire karşı gösterdiği hazımsızlık. Çağdaş insanın kabul edemeyeceği tavırdır bu… Dergi ve kitap sayfalarından sosyal medya kanallarına kadar taşmış durumdadır. Eleştiri adı altında hazımsızlıktan kaynaklanan söylemler… Ortam bunu gerektiriyor gibi düşünülebilir ama ortamın işi değil; insan mühendisliğinin bir oyunudur bu tür duygular. Beğenisizlikten hasat beklentisidir. Kutuplaşmış iki dünya, sınırları keskin çizilmiş inançlar ve yaşam gerçeği karşısında sıkışmış şair; birbirinin hem de yakınındaki birinin omzuna basıp yükselmeyi ya da yamanarak görüntü vermeyi başarı olarak algılar olmuştur. Herkesin şiiri kendisinedir. Kimse kimsenin şairliğini elinden alamaz. Kimse iyi şiir yazmakla dünyayı değiştireceği yalanına kapılmamalıdır. Gelecekte sözümüzün ağırlığını ve kalıcılığını istiyorsak, tutumumuz ve şiirimiz insanın değerlerine yönelik olmalıdır. Ne öğreti ne inanç; evrensel değerler…

Yedinci sırada ise eleştiriye katlanamadığı için siper gerisinde saklanan kahramanları ele almalıyız. Sosyal medyanın olanaklarını kullanmak çağımızın bir gereğidir. Alışılmışlıklarımızın gölgesine sığınıp bunu göz ardı edemeyiz. Bu olanağı kullanmayan ve kullananı azarlayan pek çok yazar/şair olduğunu da biliyorum. Eleştiriden kaçınmak için siper gerisinde saklanan ya da medya ortamında olmasına karşın küçük bir yorum ve iletişimde bulunmayan… Bu, saygı duyacağımız kişisel bir tutum olmakla birlikte altında başka bir neden yatmaktadır. Kendisi hakkında yapılacak bir yorum ve eleştiriye katlanamayacağını baştan kabul etmesidir. Anlamsız diye nitelendirdiği boş söylemlerden kaçınmanın yolu olarak görmüştür. Daha doğrusu kendi gerçeğinden kaçmanın en güzel gösterenidir. Eleştiriye saygı; sanata güvenmek, bilime inanmak, gerçeği aramak için çıkış kapısı gibidir. En önemlisi yüceye ulaşmak için can atmaktır. Yüceye ulaşmak için can atan sanatçı, ne eleştiriden korkar ne yanılmaktan ne de sosyal medyanın yozlaşmışlığından. Diğer bir yönden baktığımızda, övgü-yergi dışında bilimsel temelli bir eleştiri kültürünün olmadığı, şairin okura ve eleştirmene güvenmediği bir ortamda, siper gerisinde saklanmak haklı bir gerekçe de sayılabilir.

Eleştiriye katlanamamazlığın ruh bilimsel bir nedenini daha açmalıyız. Herkesin inancı ve siyasi bir görüşü vardır. Yadsınamaz. Ne var ki biz bunları hem derin hem katı hem de duygusal yaşarız. Tutucu ve bağnaz yanımız bu konularda oldukça güçlüdür. Sıkı sıkıya bağlıyız ve onun dışına çıkabilme yeteneğimizi yitirmişizdir. Ayrışmış, bölünmüş, karşıt düşüncenin kendisine zarar verdiğini düşünen, aynı şeyi düşünse bile ayrı şey söyleyen insanlarız çoğunlukla. Biliyoruz ki toplumumuz, belleğinde derin izler bırakmış travmalar yaşamıştır. Yaşamı algılayış biçimi; şiddete yatkındır. Üstünlük kurmak, el âlem gözünde küçük düşmemek gibi fazlaca sıkıntılı kişisel çabalarımız vardır. Bu tür sıkıntılarımız yüzünden şair; şiiri ya da şairliği olumsuz eleştirildiğinde, bunu bir kişilik sorunu olarak algılamaktadır. Savunduğu davanın çökeceği korkusuna kapılmaktadır. Bu algı sonucu, yapıtının niteliğine ya da kendisine bakmaksızın, eleştirenin kimliğiyle uğraşmaya başlayacaktır. Acıtabileceği en yumuşak noktayı hedef alacaktır. Eleştirel deneme diye ortaya konan metinlere bakınız, büyük bir çoğunluğu bu ve buna benzer sataşmalarla süslenmiştir.  

Eleştiriye katlanamamazlığın başka bir nedeni daha vardır: Sanatın oluş, işleyiş, etki, tepki ve döngüsünü iyi bilmemek. Yani sanat felsefesine egemen olmamaktan kaynaklanır. Eleştiri, yapıtla okur arasında kurulan ilişkinin görünümüdür. Bu, aynı zamanda estetik biliminin konusudur. Sanat felsefesini kavramış bir sanatçı, yapıtının okurda bulduğu karşılığı; ölçme gereği duyan, bunları verilerle görmek isteyen kişidir. Salt kendi yaşadığı duyarlılığı yansıtan değil; yaşanan duyarlılığı da görme amacı taşıyandır. Bilir ki estetik değer, sanatın hangi dalı olursa olsun, sanatçı-yapıt-alıcı üçgeninde kurulan bir sonuçtur. Şiirinde önerdiği dünyanın, okur değer yargılarıyla örtüşüp örtüşmediğini, onu dönüştürecek ögeleri şiirine giydirip giydiremediğini araştırandır. Özellikle bu konuda amaç saptırıcı yerleşik genellemeler olduğundan şu tümceyi eklemeliyim: Bunlar, yazarın/şairin özgünlüğünden, özgürlüğünden ödün vermek anlamına gelmez; gelişimi ve daha yetkin yapıt üretmesi için önemli bir eğitim kaynağıdır. Şair, ben bilirim mantığıyla hareket ediyorsa, işte o zaman şiiri hakkında yapılan eleştiriye katlanamaz. Hele toplumdan biraz ilgi ve övgü gördüyse, yapıtı hakkındaki eleştiriyi hakaret olarak algılar. Sanatın işleyişindeki en değerli süreci, buruşturup bilinçsizce bir kenara atmış olur.  

Gerçek sanatçı, ne eleştiriye katlanamamazlık gösterir ne göz ardı eder ne de eleştiriden korkar… Yapıtının eleştirilmesi, yorumlanması, okunması, olumsuz yerlerin açıklıkla dile getirilmesi için çaba gösterir. Çok kişinin süzgecinden geçen yapıt ve ondan sonra üretilenler, kısa sürede olgunlaşır. Bu arada şair, göremediği, duyamadığı konulara karşı zihinsel beceri kazanır. Sezgisi güçlenir. Eleştiri veya yorumu kimin ya da nasıl bir anlayışın yaptığına değil; ileri sürülen düşüncenin niteliğine bakar… Göremediği, bilincinde ulaşamadığı yanlarını eleştiri/yorum sonuçlarından alıp değerlendirir.

Her olumsuz eleştiri ya da yorum, dikkate alınırsa yapıta işlenmiş oya niteliğindedir. Bunları saygın bir görüş olarak ele almak; bencilliği aşmanın, insana saygının, sanata saygının, düşünceye saygının bir sonucudur. Kısacası eleştiriye katlanmak, çağdaş ve aydın sanatçının tavrıdır. 30 Aralık 2021 Narlıdere/İzmir

 

ŞİİR ELEŞTİRİSİ VE ELEŞTİRİNİN ELEŞTİRİSİ

Konumuz şiirse, bir de şiir eleştirisiyse oturup biraz düşünmemiz gerekiyor. Şiir sanatı, açık dokuludur. Oldukça fazla parametreye sahiptir ve kendine özgü değerler dizgesi vardır. İnsan, yaşam, nesne ve evren arasındaki ilişkinin tüm boyutlarını kullanabildiği için, bütün disiplinlerin ilkelerini bilmeyi/okuyabilmeyi, eşgüdümle kullanabilmeyi gerektirir.

Şair-şiir-okur arasındaki somut ve soyut ilişkinin tanımlanması, çoğu bilimlerin ilgi ve etki alanına girer. Psikolojiden sosyolojiye, tarihten antropolojiye, fizikten kimyaya, estetik biliminden felsefeye kadar. Böylesi geniş bir alanda, şu şöyledir diyebilmek için elinizde sağlam veriler olmalıdır. Daha doğrusu; en uygun, uygulanabilir ve estetik değer taşıdığını söyleyebilmek için, bilimsel ve sanatsal veri ve yetkinlik gerektirir. Düşünceden dile, bilinçaltından bilince, dilden dil bilime, gerçeklikten gerçeküstü dünyaya ve sanattan insan ilişkisine kadar koca bir dünyadır üzerinde sallana sallana gezindiğiniz yer. Boş atıp dolu tutmanın olası olmadığı; bilgi, kültür, bilim ve sanat dünyasıdır eleştirinin alanı.

Şiir eleştirisinin; ben şucuyum bucuyumla, ben iyi edebiyat tarihi bilirimle, ben iyi şiir bilgisine sahibimle yapılacak bir iş olmadığını önce kabul etmek zorundayız. Bilgi, deneyim, sistem, uzmanlık ve bütün disiplinlerin eşgüdümü şeklinde eleştiriyi formüle edebiliriz. Bundan gerisi boş laftır… 

Eleştiri konusunda önemli bir nokta daha var ki biz de hiç sözü edilmez: Eleştirinin eleştirisi. Eleştirisi olmayan, tartışma kültürü ağır aksak yürüyen bir alanda, eleştirinin eleştirisi söylemi bana fazladan bir konu gibi geliyor. Ne var ki dünyadaki bütün sistemler, kendi içerisinde bir denge ve birbirine bağımlı şekilde biçimlenmiştir. O denge ve zorunlu bağımlılığın işleyişine çomak soktuğunuzda işler kötüye gitmeye başlar. Çevrenizdeki olay ve olgulardan örneklerini görebilirsiniz… Eleştiri evreninde de birbirine bağımlı böyle bir denge kurulmalıdır.

Hiçbir sistem birilerinin düşünsel dünyasına, önyargı ve saplantılarına bırakılamaz. Hele tekelleşmiş bir duruma hiçbir şekilde. Kaldı ki ben kaygısı ve kazanç kaygısının en yoğun olduğu böyle bir ortamda, rastlantıya bırakılamaz. Sanat gibi kocaman bir dünyada, eleştirmenin de önünü açacak, ona yol gösterecek, eksiklerini gösterecek, yanlış yaptığında oturup çağdaş bir şekilde tartışabilecek, bir üst sistem olmak zorundadır. Ne var ki burada konumuz eleştiri olduğu için, bunun üzerinde fazla durmayacağım. Eleştirinin kendisi sağlıklı olmadan eleştirinin eleştirisi olmaz, bunu da belirtmeliyim.

Eleştiri dünyasını; tartışmadan, güçlü bir eleştiri kültürü oluşturmadan, eleştiriye yönelik iyi bir eğitim sistemi kurmadan, bilgiyi/deneyimi daha sağlıklı aktarmadan; gelişime, dönüşüme ve yeniliğe açık tutamayız. Ben bilirim, en uzman kişiyim, ben şu tür bilinç sahibiyim, ben bu işe yıllarımı verdim, ben doğuştan yetenekliyim gibi sözde tutumlarla, gelecek için değer yaratacak eleştiri kültürü oluşturamayız. Görüyoruz ki ben deneyimliyim diyen bir yazar bile “İdeolojik birikimi olmadan estetik birikim olmaz” gibi baştan sona yanlış bir söz söyleyebiliyorsa insan bilincine güvenmemek gerekir.

Eleştiri; bir yapıtı yermek, sahibini gömmek, bir öğretinin/inancın gözünden bakmak değildir; yazarı, toplum gözünde küçük düşürmek ya da övgüyle onu göklere çıkarıp anlamsız değer yüklemek değildir. Bir metni okuyup, gelenekten aldığı bilgilerle deneme yazmak ya da metin üzerinden edebiyat yapmak da eleştiri değildir.

Eleştiri ve tartışma kültürünün olmadığı yerlerde, ben bilirimden doğan sağlıksız bilgiler ve uygulamalar, anlamsız karışıklıklar yaratır; ülkemizde olduğu gibi. Ben bilirimciliğin en önemli çıktısı, egemenlik kaygısıdır; öğreti/taraf kayırmacılığıdır; yani basmakalıp düşünce ve egonun ilkel halidir.

Körü körüne inanmış insanların şiir tarihi bilgisiyle inanç ve saplantılarını birleştirdiği varoşlar, şiir ve eleştirinin başat değerleri olarak karşımıza çıkar. Sanat ve toplum yararı için ortaya koydukları söylemler, çağdaş değerlerle örtüşür gibi görünse de baskıcı bir ortamı doğururlar. Hem kendilerine hem de çevresindekilere sağlıksız bir sanat ve şiir görüşü dayatırlar. Bu tür düşün dünyasında olanlar, bildiri dışında sanat üretemezler. Pohpohlama ya da yerme dışında eleştiri yapamazlar. Sanatın amaç ve hedefini; inanç sistemlerini, herhangi bir düşünceyi veya öğretileri egemen kılmak için kurgulamak anlamsız bir çabadır. Çağdaş sanatla, bilgiyle, bugünün çağdaş bilinciyle çelişen durumları artık tırpanlamalıyız. Bunları aşmalıyız. Şiirin ve eleştirisinin amacı başka bir şeydir.

Şiir varsa eleştirisi; eleştiri varsa eleştirinin eleştirisi, olmak zorundadır. Bilgi çağındayız. Bilimlerin ortasında duruyoruz. Düşünmek, sorgulamak, oturup ayrıştırmadan bölüştürmeden adam gibi tartışmak zorundayız. Herkesin çok şey bildiği ama şiir eleştirisiyle ilgili elle tutulur bir şeyin olmadığına bakılırsa kimsenin; çok şey bilmediği, çok şey yapmadığı bir gerçektir.

Öyleyse şiir eleştirisinin kapsamında bulunması gerekenler nelerdir, şöyle bir bakalım, ondan sonra değerlendirelim:

1. Eleştirinin önceliği; yazarın/şairin, sanat bilgisi ve yeteneğini kendi gözüyle görmesini sağlamaktır. Bir anlamda, yazdığı şiir veya metindeki eksiklikleri, fazlalıkları yerinde göstermek ve farkındalığını güçlendirmektir. Eksiğinin farkına varmasını sağlayarak, kendisini eğitmesi için itici güç oluşturmaktır. Geri besleme kültürünü kurumsallaştırmaktır. Şairin kendi kendini sorgulamasının yollarını göstermektir. Ona çağdaş şiir anlayışına ulaşacağı yoldaki aydınlığı göstermektir. Bu durum, paha biçilemez bir şair/yazar eğitimidir. Onun vazgeçilemez okuludur. Yoksa bugün olduğu gibi, bu bizden tut ucundan destek ol; bu bizim köyden değil görmezden gel; ödünçtür birbirimizi kaşıyalım, diyerek yapılan/yapılacak bir iş değildir. 

Eleştirinin odak noktası yapıttır. Kişiler değildir. Şair ve okurun durumu, eleştirinin bazı aşamalarında ele alınmak zorundadır. Bu; şairin çıkış kaynaklarını ve okurun algı olanaklarını ortaya koymak içindir. 

2. Eleştirinin ikinci konusu; yapıttaki örtülü bölgeleri görebilmesi, çağrışım yelpazesini yakalayabilmesi ve ayrıntıların farkına varabilmesi için okura rehberlik etmektir. Şiirin kapalı yüzünü, duyusal dünyasının ayrıntılarını okura göstermektir. Yani yapıtın karnını deşip içindekileri göstermek, zaman ve ortamla ilişkisini çözmektir. Bu, eleştirel denemelerde kısmen yapılmaya çalışılmaktadır. Ne var ki gelenekten alınan bilgilerle yapılmaktadır; en doğru yol benim yolumdur, en sağlıklı düşünce benim düşüncemdir mantığıyla yapılan öznel bir değerlendirmeden öteye geçmemektedir. Bunların hepsini yapabilmek için elimizde sağlıklı bir sistem ya da yöntem yoktur.

Deneyime bağımlı, inanç ve öğretilerin gölgesinde gruplaşmış, salt bir dünya görüşüyle yapıtı ele almış; edebiyat tarihçiliğiyle eleştiri yapılabileceğini sanan; sanat biliminden uzak bir eleştiri dünyası karşımızda duruyor.

3. Üçüncüsü ise; Oscar Wild’ın dediği gibi eleştirinin amacı, yapıtın etkinliğini ve yetkinliğini ortaya koymaktır. Eleştirinin bu kısmı, asıl üzerinde durulması gereken konulardan bir diğeridir. Yapıtın etkinlik ve yetkinliğinin somut olarak saptanması, bir sistem ve sağlıklı bir sanat çözümlemesi gerektirir. Elbette yapıtın çözümlenmesinde, kural, bağlayıcı ve sınırlayıcılık kabul edilemez; buna karşın yetkin bir sistemin ışığında bu işe girişmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Toplumumuzda hatta dünyada, öğreti ve inanç gibi göreceli konular, eleştirmenleri kontrolü altına alıp onları biçimlendirilmiş algı ve yargılarına göre hareket etme zorunda bırakmaktadırlar. Böyle bir yaklaşım, en yetkin bir yapıta olumsuz diyebilme riskini doğurur ki yakın tarihimizde yaşanan ve üzüntü duyulan örnekleriyle doludur.

Estetik değer varlığını ve yapıtın yetkinliğini-etkinliğini ortaya çıkaracak tek yöntem, bana göre bilimsel verilerle yapıtı çözümlemek ve çözümleme verilerine dayanarak eleştiri yapmaktır. Sanat bilimi ve diğer disiplinlerin ışığında ele almayı gerektirir bu tür bir eleştiri sistemi. Bu da ancak ve ancak; polimat ve deneyimli eleştirmen ile sağlıklı bir yöntem işidir.

4. Eleştiride asıl amaç; yapıttaki estetik değer ve sanatsal değer varlığını olabildiğince somutlaştırmak, ortaya koymaktır. Şiirdeki estetik değerin insan estetik algısıyla olan ilişkisini anlamlandırmaktır. Yazılarında estetik terimini güzellikle eş tutan bir yığın eleştirmen gerçeğinden, bir eserin estetik değerini ortaya koymasını bekleyemeyiz. Estetik bilimi, ruh bilimi ve bunların insandaki yaşanma sürecine vakıf olmadan, eleştirel bir tavır ortaya konamaz; konsa bile söyledikleriniz yalnızca sıradan söylemden oluşur. Bu ve buna benzer gerekçeleri, dikkate aldığımızda şu karşımıza çıkıyor.

Sağlıklı bir eleştiri için kapsamlı bir sistem gerekmektedir. Kapsamlı sistemi işletecek, bilimsel ve sanatsal gereçlerle donatılmış sanat duyarlılığına sahip çağdaş insan istemektedir.

5. Eleştirinin diğer bir görevi; uzun yıllar önce yazılmış bir şiirin bugünkü bilgi düzeyi ile zamanının bilgi düzeyi arasındaki anlamsal devinimini ortaya koymalıdır. Ya da bugün yazılmış bir şiirin gelecekte alacağı kalıcılık ve estetik değeri hakkında yorum olanağına sahip olmalıdır. Geçmişte yazılmış şiiri, zamanının bilgisiyle değerlendirip bu günkü bilgiyle ona yeni anlamlar yükleyebilirsiniz. Bu kolay bir şeydir. Ancak bugün yazılan bir şiirin, gelecekte taşıyacağı anlam, estetik ve kalıcılık değeri hakkında da bir şeyler söyleyebilmelidir eleştirmen.

Şiirin ve şairin kaygı duyduğu en önemli ölçüt, gelecektir; gelecekte kalıcı olup olamayacağıdır. Şiirin veya herhangi bir sanat dalının önünü ve ufkunu açıcı değerler; yorumlanmalı, açılmalı, ortaya bir görüş olarak konmalıdır. Eleştiri yaparken dikkate alınmalı ve buna göre şaire ufuk açılmalıdır.

6. Amacı gereği eleştiri kurumu, sanat için bir okul niteliğine dönüşmelidir. Yukarıda söz ettiğim konular dahil olmak üzere, sanatçının yetiştiği, piştiği, yeniliklere uyum sağladığı bilgi-deneyim dünyasını daha kullanılabilir hale dönüştürmelidir. Sanatın her alanı, özelliği gereği kendi malzemesini kullanır. Örneğin şiirin dil, resmin ışığı kullandığı gibi. İlgili sanat malzemesinin, teknik gerekleri konusunda aydınlatıcı ve yol açıcı olunmalıdır. Şiirin dilsel tekniği ve ayrıntıları dile getirilmelidir. Dil konusunda öncülük edilmelidir. Teknolojik uyum, dilsel teknikler ve deneyimin; bütünleştirilmesi, yorumlanması gerekmektedir.

Şiir, bütün bilimlerin kucağında büyüyen duyarlı ve yaramaz bir teknolojidir. Bu şekilde geleceğin şiirine hazırlık yapmak ve rehberlik etmek olmalıdır, eleştirinin diğer görevi. Ve yapılanların, teknolojik gücün; tanınırlık ve eşgüdümünü üstlenmelidir eleştiri kurumu.

Eleştiriden ve eleştirinin amacından anladığım bunlardır. Saptadığım durumlara, yeni durumlar daha özgün gerekçeler ekleyebilirsiniz. Göremediğim, gerekliliğinin ayırdına varamadığım yerler olabilir. Ne var ki gördüğüm eleştiri dünyası iç açıcı durmuyor ve bu saptamanın altında bilimsellik, tarafsızlık gibi önemli gerekçeler yatmaktadır.

Bugüne kadar yapılanları elbette yadsımıyorum, bu konuda emek harcamış sanatçı, akademisyen ve eleştirmenler de bilgilerimizin temelini oluşturmaları açısından önemli katkı sağlamışlardır. Eleştiri alanında kafa yormuş emekçilerimiz, yanlış anlamasın ve alınmasınlar. Ben işin daha düşünsel, sanatsal, bilimsel ve teknik yönünü ortaya koymaya çalışıyorum. Eleştiri kurumunun, bugüne kadar neden sistemli bir hale dönüştürülemediğinden söz ediyorum.

Şöyle düşünelim: En azından, yukarıda ayrıntılarını açıkladığım altı konuya yanıt veren bir eleştirel deneme okuduysanız, eleştiri sürecine tanık olduysanız, Türk sanatında eleştiri kültürü oluşmuş demektir. Eleştiriye ilişkin ortaya atılan kuram ve yöntemler bu işi kısmen çözmüş demektir. Eğer okumadıysanız, görmediyseniz; daha alınacak çok yol, değiştirilecek çok at var demektir.

Bunlara dayanarak: Eleştiri ve eleştirinin eleştirisi, sistemli ve güvenilir bir kurumsal bütünlüğe kavuşturulmalıdır. Dil sanatları alanında, okul niteliği kazandırılmalıdır. Bu, ütopik bir şey değildir; gerekliliktir. Şair ve yazarlar, içsel duyarlılığı oluşmuş kişilerdir; gereklilikleri algılayıp ego ve ilkel düşüncelerinden kolayca kurtulabilirler.  

Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi ve yine benim öne sürdüğüm Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği, eleştiri konusuna kısmen katkı sağlayabileceğini düşünüyorum. Şöyle ki: Eleştirmenin önüne bir teknik koyuyor ve sistemli bir süreç izlemesini sağlıyor. Ondan, sistemi kendi deneyimlerine göre düzenlemesini istiyor. Öznel yargı alanlarını daraltıyor, ilgili bilim, disiplin ve yaklaşımın ışığı altında şiiri/yapıtı çözümlemek zorunda bırakıyor. Delilsiz yargıya neden olacak yorumlara açık kapı bırakmıyor; bazı öznel yargı gerektiren durumlar hariç. Sanatsal ve estetik değerin ortaya çıkarılması için gerekli verileri sağlıyor. Sonra ilgili sanata yönelik deneyim, bilgi, bilimler arası eşgüdüm, sanatsal değer ve estetik değer gerekçelerine göre yapıtı incelemesini istiyor.

Bu sistem; toplumcuydu, gerçekçiydi, yaşamın içindeydi, dışındaydı, onun tarafındaydı, bunun yanındaydı, dindardı, faşistti, devrimciydi gibi yakıştırmaları asıl çıktığı tarih olan 19. Yüzyıl karanlığına geri gönderiyor. Çağdaş sanat anlayışı gereği, olması gerekenleri önüne sürüyor. 

Eleştirmene şunu diyor: Sanat bilimi diye bir bilim var; diğer bilimlerle eşgüdümlü kullanmak zorundasın; işte önünde algoritmasını senin belirleyebileceğin bir sistem var.

Önyargılı, saplantılı, tutucu, taraflı davranırsan; ilgili alanları bilimsel verileriyle incelemez, delilsiz atar, tutarsan; senin saygınlığını elinden almak için benim sistemimde yeteri kadar delil ve gereç oluşacaktır.

Sonuç olarak; eleştiri sanatı ve eleştirinin eleştirisi, sanat dünyasında kurumsallaşmalıdır; yani okul niteliği kazanmalıdır. Şair, kendisini sorgularken okulun değerlendirme ve çözümlerinden yararlanabilmelidir. Eleştiri ve eleştirinin eleştirisi, sanatın laboratuvarıdır. Sanatın yolunu aydınlatan fener gibidir. Görücüye çıktığı sahnedir. Ağırlığı, güvenirliği, saygınlığı olmalıdır. Sevgi ve saygı olmadan vicdanın sağlıklı görüsü olmaz. Bilim dışında başka bir şey de vicdanı adil çalıştıramaz.

Kısaca söylemek gerekirse, “Eleştiri bir sanattır”, sanat olması bir yana sanatların üstünde bir değer taşımalıdır. Ütopik ve biraz da ideal düşünüyor olabilirim; ne var ki insanoğlu bunları yapabilecek zekâya sahiptir. Gerekliliğine inanacak bilgiye sahiptir. Eleştiri ve eleştirinin eleştirisini, insan hırslarının önünde tutmak zorundayız. İnanç ve saplantıların gölgesinden uzaklaştırmalıyız. Çünkü; bu işin altında kişisel saygınlık kaygısı vardır, onur kaygısı vardır, parasal kaygı vardır, ben kaygısı vardır, emek kaygısı vardır; en önemlisi insan olma ve üstünlük kaygısı vardır. İnsan vardır. Bu nedenle, eleştiri ve eleştirinin eleştirisi, sanatsal çabanın başvuru noktası olmak zorundadır…

Başat soru şudur? Bunu gerçekleştirmek için yıkmamız gereken kaç duvar vardır? 

 

İYİ HUYLU ELEŞTİRİ

(Deneme, Vedat Günyol 2020  lV. Deneme Yarışma Jüri Özel Ödülü Dosyası’nda yer almıştır.)

Saf Sanattan İnsana isimli kitabımın Eleştirmen ve Şiir Eleştirisi bölümünde, “iyi huylu eleştiri” tamlamasını kullanmıştım. Birkaç yıldan beri eleştirel yazılara, özellikle sosyal medyada yazınsal eleştiri alanında tutum ve tavırlara baktığımda iyi huylu eleştiri tamlamasını bir kez daha gündeme getirme gereği duydum. Gözlemlediğim kadarıyla bizler, konu şiir olduğunda eleştiri yapmıyoruz. Şairi küçümsüyor, eziyor, yarım yamalak bilgiyle dövmeye çalışıyor, deyim yerindeyse toplum üzerinden şairle kavga ediyoruz. Öteki olarak ona bir rütbe ve makam verip kendimizi rafın en ön sıralarına koyuyoruz. Bana göre bunun eylem karşılığı şudur: Yazınsal eleştiri adı altında şaire doğrudan dilsel şiddet uygulamak ve en iyisini ben bilirim tadında böbürlenmenin örtük tavrını yaşamaktır. 

Durun ülkemin güzel insanları! Şair; doğaya, çevreye, bilime, sanata ve insana duyarlı; onlarla sevgi bağıyla duygudaşlık kuran birey demektir. Var olmak, o kadar kolay iş değildir; var olanı da yok saymak o kadar ucuz değildir. Eleştiri bilgiyle olur, eleştiri deneyimle olur. Eleştiri yılların insanda oluştura geldiği sezgiyle olur. Eleştiri eli ayağı tutulabilir bir sistemle olur. İyi huylu eleştiri tamlamasını biraz daha açabilmek için kitabımdan konuyla ilgili birkaç bölümceyi aşağıya çıkarıyorum. 

İyi huylu eleştiri, sevgi ve sevginin yoğurduğu bilimsel aklı gerektirir. Bilimsel akıl, kirli bilgi ile temiz bilgiyi birbirinden ayırabilir sağduyulu çözümlemelere sahip çağın önüne geçmiş akıldır. Şair ve şiir eleştirmeni de bu akla sahip şiir işçisidir, öyle de olmalıdır. Bilginin ve bilmenin sınırı yoktur; tıpkı sanat ve şiirin sınırsız bir evren oluşu gibi… Sanat ve şiir dünyasında keşif bekleyen o kadar çok şey var ki bu keşiflerin yapılabilmesi için eleştirmenin de teçhizatını kuşanıp yollara düşmesi gerekir. En önemlisi ise eleştirmenin, etik kavramını içselleştirmiş olup olmadığı, sanata ve çağa uygun donanıma sahip olup olmadığıdır.

(…)

Taraftarlık, görüş farklılığı ve önyargı bir yere kadardır üretilmiş bilgi karşısında. Kendini yetkin gören sanatçılar, gençler ve adı magazinsel olmayan kişilerce ortaya konan bilgi ve sanatsal olguları kabul etmemekte, üretilmiş yeni bilgiyi almamak için aşırı bir direnç göstermektedirler. Açıkçası ben bilirim tutuculuğu yüksek düzeydedir. Daha doğrusu küçümseme, hor görme, sorgulamadan yok sayma gibi ben büyüğüm tavırlarıdır bunlar. Tedavi edilmesi gereken çok yaygın bir hastalıktır bu. Her bilgi ilgili alanda tanınmış kişilerden doğmaz, iyi bilgi magazinsel değildir dostlar. Sanatsal ve şiirsel bilgi kamusaldır, metinler arasıdır, evrenseldir, dinamiktir, farkındalıklı algı, özgün anlamlandırma ve yargılamanın sonucudur. Gençlerin dünyayı okuma ve görme biçimleri bizlerden daha yetkin ve daha olumludur. Yetkin ve olgun zekâlar, magazinsel olmaktan uzak dururlar. Ortaya konan bir sanatsal bilgi veya kuramı önce okur olarak okumakta yarar vardır. Şair önce okur olmalıdır. Her tür bilgiye eşit mesafede durmalı ve onu süzgecinden geçirdikten sonra bir yorumda bulunmalıdır. 

Eleştiri sadece bir metin türü değildir; sanat eserinin tanımlama, çözümleme, değerlendirme ve raporlama sürecidir. (…) Pek çok sanatçı, şair ve eleştirmen, burada yazılanları gereksiz görüp kitabım[27]ı raflara mahkûm edecektir, bunu ortam ve profil incelemelerinden anlayabiliyorum. Çünkü öne sürülen teknik ve kuramları anlayıp uygulayabilmek, burada belirttiğim anlamda eleştiri yapabilmek, çağın kirinden arınmış düşünce, bilimsel-sanatsal donanım ve güdülenmemiş algıya sahip yolculara gereksinim duyar. Öne sürdüğüm teknik, yöntem ve kuramlar, rastgele fırça darbeleriyle yapılan resme, dil cambazlığına soyunan şiire, olay öykünmeciliği yapan romana eser muamelesi yapılmamasını gösterecektir. Ayrıca okurun bilinç seviyesi yükseldikçe okur ve piyasa gerekleri, yeterli bilimsel-sanatsal donanıma sahip olmayan sanatçı ve eleştirmenlere yapay flamalarının gönderde asılı kalamayacağını gösterecek; onları tekniğe, bilimselliğe, farkındalığa ve sanat bilimine yönelmeye zorlayacaktır. Bu kitapta ele aldığım konular bugün her nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, sonuçta geleceğin sanat anlayışı ve entelektüel zekâsı, sanatsal süreçte bunları uygulamak zorunda olduğunu görecek ve gereken ilgiyi zaten gösterecektir.”

(…)

Eleştirinin hedefi okur değildir; okuru bilgilendirmek, ilgisini çekmek ve eserin örtük alanlarını onlara görünür kılmak anlamında etkin olabilir. Ne var ki eleştirinin hedefi, şiirin evrimi ve şairin gelişimidir. Eleştiri, şairin eğitimi demektir. Şiirin, iyi şiir yolculuğunda rehberidir. Anlatımdan anlama, sesten çağrışıma, coşumdan estetik değerine kadar, şiirin bütün varlık değerlerini açmak demektir. Sanatsal değeri ve etkinliğini görünür kılmaya çalışmaktır. Bir bakıma örneklerle okur ve şairin önüne çıkmak, şiirin iç organlarını göstererek tanıtmaktır. Şairin; görme, duyma, işitme ve sezgi yeteneğini keskinleştirmektir. Kısacası eleştiri bir okuldur. Oscar Wilde ve Mehmet Fuat’ın dediği gibi “Eleştiri bir sanattır.” Kişiyle hesaplaşma alanı değildir. Ayrıca eleştirmen de yalnızca “takdir yetkisini kullanan bir yargıç” değildir; öznel yaklaşım olmakla birlikte eleştiri nesnel bir sisteme dayanmak zorundadır.   

Öncelikle şu konuda ortak bir noktada buluşmalıyız. Sanat; insanı yıkmak, kırmak, dökmek, değiştirmek, beynini yıkamak ve ona doğru yolu göstermek işi değildir. İnsanda yaşam sevinci ve yaşama kararlılığı yaratmaktır; bir anlamda estetik duyarlılığını tetikleyerek sevme duygusunu etkin duruma dönüştürmektir. Yaşamdan zevk almasını ve yaşama bağlanmasına katkıda bulunmaktır. Bu noktadan yola çıktığımızda, eleştiri doğrusal olarak insan odaklı olmak zorundadır. Eserin insanda yarattığı etki değerinin ölçümüne yönelmek demektir. İyi huylu eleştiri tamlamasını kullanırken bir diğer maksadım, insanla sanat eseri arasındaki ilişkinin esas alınması ve insanın en son ereğine koşut bir yöntemle çözümleme yapılmasıdır. Birçok eleştiri kuramı var ve her kuram, bir veya birkaç açıdan eseri ele almaya çalışır. Hangi eleştiri yöntemini uygularsak uygulayalım, ilkin eleştirinin bir sanat olduğunu kabul etmeliyiz. Bundan sonra, eser ile okur arasındaki ilişkinin etkinliği üzerine yönelmek durumundayız. Buna bir şeyi daha eklemek gerekir: Eleştirinin olabildiğince nesnel olmasına dikkat etmek zorundayız. İyi huylu eleştiri olabilmesinin altında yatan en önemli etken, tutuculuk, bağnazlık, yobazlık ve önyargı gibi toplumsal hastalıklardan uzak bir yaklaşımın oluşturulmasıdır. Bu da ancak ve ancak nesnel bir sistem eşgüdümünde olacak iştir. Yani öznel eleştiri bir yere kadardır; başat olanı nesnel eleştiri olmalıdır. Kitabımda sözünü ettiğim ve değişik yerlerde yayınlanan “Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi”ni bu maksatla ileri sürdüm. Amacım; inanç, ideoloji ve ben gibi etkenleri öteleyerek, olabildiğince sanat bilimi esaslarına göre nesnel bir yaklaşımla eleştiri yapılabilmesini sağlamaktır.

Siyasal, ekonomik ve toplumsal olaylar ile cehaletin etkisi, toplumumuzda yüksek gerilim yaratmaktadır. Farkında olmasak da en doğrusunu yaptığımıza inandığımız işimizde bile bu gerilimin etkileri çok açık görülmektedir. Biriken gerilimin akması için de sağa sola saldırmak doğal bir tavır durumuna dönüşmektedir. Yazın dünyasındaki dergi yazılarına, eleştiri ve denemelere baktığımızda küçümsenmeyecek kadar saldırı ve şiddet içeren yazılar görmek olasıdır. Sadece eleştiri ve sanat dünyasının kirliliği değildir bunlar; sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamın yavaş yavaş kirlendiğinin, sanat dünyasının değer yitirdiğinin bir göstergesidir. İnsanın insana, meslektaşın meslektaşa saygısını, yalnızca etik anlayış değil; çevre ve yaşam koşulları da belirler. Bilimsel olmayan, yetkinliği konusunda kuşkulu olan ve olumlu tavır geliştiremeyen kişiler, ister istemez yıkarak, dökerek, kırarak ve yok sayarak kendini gerçekleştirmeye çalışırlar. Daha açık söylemek gerekirse bilimsel bir gerçeği bile kendi anlayışına sığmadığı için görmezden gelip alışkanlıktan devşirilen sözde egemenliğini sürdürmek isterler. Çok fazla söyleyecek şey yoktur; çünkü bu, insan doğasının zorladığı eğitimsiz veya yetkin olmayan kişi tavrıdır. 

Altının değeri durduğu rafın niteliği ile ölçülmez; kendi saflığı ile ölçülür. Önemli olan altının ayar değerini ölçebilmektir. Bunu ölçmek için de donanım ve özel teknik gerekir. Eleştiri de tıpkı altının ayar derecesini ölçmek gibi bir şeydir. Üç beş süslü ve çeviri bilgi, ideolojik ya da dinsel olguların güdümünde yaptığınız sanatsal yorumla eleştiri yapmış gibi görünebilirsiniz; ne var ki bunlar özgün ve yetkin bir eleştiri olamaz. Çünkü bir şiiri değerlendirmek için onun varlık katmanlarını açmak, örtük alanlarını açığa çıkarmak için bilimsel ilkeleri kavramış olmak gerekir. Şiir, şair, okur üçgenindeki doğrusal ve çapraz ilişkiyi, bu ilişkiden doğan sonuçları yakalamak gerekir. Estetik değeri ortaya koymaktır bunun uygun olanı. Bu şair benim düşüncemden değil şu şöyledir gibi sudan nedenlerle ortaya çıkarılmış estetik değer taşıyan bir yapıt yok sayılamaz. Benim savaşıma omuz vermiyor, benim inancıma ters gibi bahaneler ileri süren bağnaz ya da yobaz türler geçmişte olduğu gibi şimdi de vardır ve hep var olacaktır. Bana göre yobaz ve bağnaz diye tanımlanan her iki duruma uyan kişiler, çağdaş ölçütlere boyu yetişmeyen, kandırılmışlığın ve cehaletin öncü kurbanlarıdır.

İyi huylu eleştiri, yetkin ve bilimsel donanıma sahip kişilerin yapacağı bir iştir. Şiiri ve şiirin okurda yarattığı etkiyi; kayırma, kotarma ve yandaşlık gibi kavramlara saplanmadan ortaya koyma sanatıdır. Eleştirmen ise başkalarından devşirdiği bilgilerle şairi ezen değil; onu yok sayan değil, kendi yorumu ve sanat anlayışıyla sistemli bir şekilde eserin yetkinliğini, etkinliğini ve estetik değerini ortaya çıkaran kişidir. Sezgi, görme ve duyma yeteneği yüksek, şiirin örtük alanlarını ve anlamsal değerini okurun önüne koyan kişidir. Eleştirmenler, toplumsal gerilimin ve geleneğin yarattığı etkiyi öncelikle üzerinden sıyırmayı becermeliler ve bilimler nasıl bir yol öneriyorsa o yolu izlemeye çalışmalılardır. İyi huylu eleştirinin temelinde; sanatçı vardır, sanatın ereği vardır, bilgi vardır, tarafsızlık vardır ve deneyim vardır; insanın içinde güzellik vardır; şiirin yaşam sevinci yaratmak için var olduğunu kabul etmek ön koşuldur. Özgürlük vardır, bireyin birey olma temel değerleri vardır. Kısacası iyi huylu eleştiri, şairle değil; şiirle ve şiirin okurdaki etkisiyle uğraşmaktır. Yani şiirle, şiir gibi sevişmektir.

Eleştiride şunlar yoktur: Kavga, şiddet, nefret, aşağılama, hor görme, kendini öne çıkarma ve şikâyet… 21 Eylül 2019, Narlıdere

 

KATMAN EDEBİYAT ELEŞTİRİ SİSTEMİ

(Deneme, Vedat Günyol 2020 4. Deneme Yarışma Jüri Özel Ödülü alan dosyası’nda yer almıştır.)

Yazın ve sanat tarihinin derinliklerine eleştirel gözle baktığımızda yıllanmış sorunlar içinde buluruz kendimizi. Modern sanat öncesini saymazsak 19. yüzyıl ortalarından beri evrensel ve evrimsel bir sanata doğru yol aldığımızı delil göstermeksizin söyleyebiliriz. Bugün ise bilgi ve teknolojik altyapıya sahip toplam aklın, düş olanakları ve imgelem zenginliği oranında sanat eseri ürettiğini görüyoruz. Bu arada pek çok sanat dalının da örgün eğitimi olduğunu ülkemiz ve dünyadaki eğitim kurumlarından biliyoruz. Eğitim kurumlarını, bireysel ve topluluk çalışmalarını, belediye, vakıf ve dernek gibi tüzel kuruluşlar bünyesinde yapılan sanatsal etkinlikleri de dikkate aldığımızda, aslında sanatsal ve kültürel olarak büyük bir sistemin içinde olduğumuzu söyleyebiliriz.

Sanatsal ve kültürel etkinlikler dünya genelinde pastada yüksek payı olan teknolojik sektörler yaratmıştır. Bunlar aynı zamanda ekonomi ve toplum davranışları ile karar süreçlerini yöneten sistemlerin ilk sıralarında gelmektedir. Yani sanat, yeniden yapılandırmaya hatırı sayılır oranda katkı sağlayan bir sistemler bütünüdür.

Böylesi etkin bir sistemin kendi özel alanları ve özel alanlarının da kendi içinde eğitim, gelişim, dönüşüm ve geri bildirim (eleştiri) gibi çabaları olmalıdır. Kültürel ve sanatsal etkinliklerin gelişmesi, dönüşmesi ve çağ ile insanı şekillendirici özellik kazanması, uygulama ve geri bildirimle kendi kendini yenileyebilme yeteneğine bağlıdır. Daha fazla konuyu dağıtmadan, dünya ve ülkemizdeki genel sanat etkinliklerini bir kenara koyup, bu sürecin bir parçası olan şiir ve şiir eleştirisine gelelim. Şiir eleştirisi, diğer dil sanatlarında olduğu gibi edebiyat eleştirisi bağlamında ele alınabilir; çünkü şiir dil ve yazının temel kuramlarına göre hareket eden bir etkinliktir. Ancak şiir, roman, öykü, oyun, masal gibi diğer dallara göre daha ayrıcalıklıdır; sanatsal yaratıcılık, dil kullanım kıvraklığı, daha kolay soyutlama özelliği, imgelem sınırsızlığı, az söz çabası ve kural kırıcılığı açısından daha esnektir. Bir anlamda düşüncenin ve imgelemin sınırsızlığına koşut olarak, şiir her biçimde yoğurulmaya ve biçimlendirmeye karşı olumlu yanıt verir. Çağdaş sanatın en temel özelliklerinden olan ve estetik biliminin de ön sıralara koyduğu, ‘sanatın algıyı sarsıntıya uğratma işlevi’ diğer sanatlara göre şiirde daha kolaydır, daha vurucudur.  

Şiir sanatının kendi disiplini altında örgün bir eğitiminin ve ayağı yere basan bir eleştiri sisteminin olmadığını biliyoruz. Lise ve yazın fakülteleri gibi örgün eğitim kurumlarındaki şiir sanatına ilişkin eğitim kapsamı ve düzeyini açmaya hiç gerek yoktur. O yüzden şiir sanatı ve eleştirisi konusunda bugün uygulama ne aşamadadır ve biz bu işin neresindeyiz, diye sormalıyız. Şöyle genel görünüme baktığımızda hiç iyi bir yerde durmadığımızı kötümser olmamakla birlikte söyleyebiliriz. Bu neden böyle?  Çünkü şiir sanatı, bununla birlikte eleştiri sistemi, çok parametreli ve çok boyutlu bir etkinliktir. Donanım gerektirir, yaratıcılık gerektirir, olgu ve olayları daha farkındalıklı okumak gerektirir; polimat olmayı zorunlu kılar. Sadece yazın kuramları, eleştiri kuramları ve dil kuramları veya usta çırak yöntemi uygulamalarla şiir eleştirisinde iyi sonuçlara ulaşmak zordur.

Tespit yapmak, sorunlar hakkında şikâyet etmek veya uygulamaların kötülüğünden, yanlışlığından dem vurmak bizi bir sonuca götürmemiştir ve hiçbir zaman götürmeyecektir. Eğer çözüm üretmek istiyorsak, gemileri yakıp sanat bilimine, bilgiye sarılmalıyız ve sanatsal bilgi üretmeliyiz. İnsan düşünü aşan şiir yazmalıyız; aklı evrimleştiren sanat üretmeliyiz. Çağı aşan yeni ve altı dolu sanatsal kuramlar ortaya koymalıyız. Her şeyden önce, sağı, solu, dini, ideolojiyi kendi doğal yaşam alanına bırakarak, şiiri özgür bırakmalıyız ve estetik değer taşıyan şiir yazmaya yönelmeliyiz. Neyse daha fazla uzatmadan, sanattaki bunca sorunlara karşın ben burada şiir eleştirisi konusunda bazı savlar ileri süreceğim ve bu savlara karşı çözüm üretmeye çalışacağım.  

Çoğu eleştirmenin söylediği gibi, “Şiiri okuduğunda bir şeyler uyandırıyorsa ve biraz imge, biraz bağdaştırma, biraz da benzetme cinsleri içeriyorsa şiir güzeldir diyebiliriz” demek bir değer taşımaz. Şiir bir sanat eseridir; karmaşık bir yapıya sahiptir. Her şeyden önce şiir, insanın okuyabildiği, duyabildiği ve sezebildiği dünyanın, yani insan imgelem gücünün nesnel halidir. Şöyle söyleyelim; şiir bir sanat eseri ise önce şair, sonra şiirin kendisi, daha sonra sırasıyla okur imgelem uzamı, ortam, zaman, okur estetik algısı, dil ve düşünce gibi kendi disiplinlerini taşıyan olmaz ise olmazlar vardır. Ancak şunu söyleyebiliriz; ortam ne kadar şiir üzerinde etkiliyse zaman da benzer oranda etkilidir. Öyleyse bugün bildiğimiz okur, eser veya sanatçı odaklı eleştiri kuramları ile diğer parça bölük eleştiri kuramları veya deneyime dayanan pratik eleştiri yöntemleriyle, şiir gibi devasa bir sanat eserini eleştirmek verimli sonuç üretebilir mi, bunu kendimize sormalıyız. Mevcut yaklaşımlar ile, şiirin örtük alanlarının açığa çıkarılması, şairi ve okuru geliştirici değer yaratması, eserin etkisinin belirlenmesi, şiirin estetik değeri, coşum değeri, ses değeri ve anlam ve anlatım gücünün ortaya konması teknik olarak olası mıdır? Bu konunun ayrıntılarıyla tartışılması şiir açısından önemli bir başlangıç olmalıdır.

Eleştirinin eğitim anlamında bir işe yaramasını, sanatta düzeltici/geliştirici geri bildirimler sağlamasını, şairin sezemediği, göremediği dilsel ve sanatsal alanları ortaya koymasını istiyorsak, deneyime dayalı öznel eleştiriyle,  kişinin algı ve yargısına bağımlı parça bölük değerlendirmelerle olacak bir iş değildir bu dostlar. Ne yaparsak yapalım ama konuya biraz bilimsel bakalım ve eleştirinin daha nesnel yapılabilmesi için sistem geliştirelim. Çünkü modern üretim ve tüketim sistemlerinin tamamında geri bildirim ve düzeltici önlemler olmaz ise olmazlar arasındadır; önceliklidir, gelişime ve beğeniye yöneliktir. Kaldı ki söz ettiğimiz konu estetik değer taşıması ve estetik kaygı uyandırması gereken şiirdir; hedef insandır, maksat duyarlılık ve sevgi yaratmaktır. Niteliğe, beğeniye, kalıcılığa, sanata, şiirselliğe ve çağdaş şiire varmanın ölçütlerinden birisi de güçlü ve bilimsel eleştiri ile eleştirinin eleştirisidir. Eğer biz eleştiriye daha sanatsal ve bilimsel gözle bakmazsak bugün olduğu gibi ‘ahbap çavuş’ ilişkisini aratmayan kitap kutlama ayinlerini, şiir ödülü görünümünde taraftarlara gülücük dağıtma törenleri alır başını gider. Dilsel, sessel, şiirsel ve sanatsal nitelik taşımayan dizecikler, şiir diye eleştirmenlerimizin terkisinde serseri mayın gibi dolaşır.

Şiire güzel demenin bir ölçütü yoktur; güzel değil demenin de bir ölçütü yoktur; şiire güzel demek, deneyimden doğan sezgiye dayalı bir iştir derseniz, bağışlayın ben buna inanmam. Yeterli imge, bağdaştırma, sapma, benzetme vs. gibi şiir sanatının olanaklarını içinde barındıran bir şiire de güzel ya da şu şiirden daha iyi diyebilmek öznel bir sonuçtur. Sağlıklı bir eleştiriden söz edeceksek, şiirdeki etkinliği, yetkinliği ve estetik değeri sanatın öngördüğü ölçütlerle tartmak zorundayız. Ahbap çavuş ilişkisinin önüne geçeceksek, katı aidiyet çemberini kıracaksak, tekel olmaktan vaz geçeceksek ve bu işi şiir, sanat adına yapacaksak, şairin ve şiirin gelişimini sağlama çabası taşıyorsak içtenlikli olmalıyız. Bir sanat eserini veya bir şiiri ‘sadece anlam’ açısından ele aldığımızda bile, işin içine anlam bilim, gösterge bilim, dil bilim, fen, sosyal ve insani bilimlerin tamamı bir çarpan olarak karşımıza çıkmaktadır. Şairin imgeleminin anlamlı bir olguya, oradan dille imgeye dönüşmesi, daha sonra imgelerin okurda algılanıp tekrar imgelemle estetik kaygıyı uyandırması önemli bir süreçtir. Bu süreç kendi disiplinleri altında incelenebilir ve ondan sonra yararlı bilgi olarak geri bildirim sağlayabilir. Tabii ki şiir eleştirisine bu açıdan bakmak, şiirin sanat ve insan yaşamında ne anlama geldiğini duymak ve görmekle ilgilidir. Duyguların anlatıldığı bir söz yumağı olarak bakarsak şiire, eleştiriye gerek yoktur. Eleştiriyi, sanatların temeli olan şiir sanatı açısından ele alırsak, durum bugün yaptığımızdan daha fazla ciddiye alınmak zorundadır.

Yıllarını şiir ve eleştiriye adamış ustaların da şiire ve eleştiriye katkılarını görmezden gelme lüksüne sahip değiliz. İyi şairlerimiz, eleştirmen ve sanat biliminin çeşitli alt dalları üzerinde çalışan düşünürlerimiz vardır. Tarihte yerini alanlar da… Şiir, daha doğrusu sanat öyle bir şeydir ki kimse kimsenin yerini alamaz ve kimse kimsenin yerini dolduramaz. Akademisyeni, şairi, yazarı, eleştirmeni ve düşünürü aynı hamurdan müteşekkildir; bireysel yönü ağırdır, yaratıcılık seviyesi daha iyi olabilir ancak birbirinden çok farkı yoktur. O nedenle tekelciliği, düzeltme hastalığını ve şiiri ben bilirimciliği öteye itip şiir ve şiir eleştirisini daha yetkin verilerle ele almalıyız. Eleştiriyi ciddi bir iş olarak görüyorsak, şiir sanatının olmaz ise olmazları arasında görüyorsak daha yetkin, altı dolu ve bilimsel çözümler ileri sürmeliyiz. Şiir eğlence için yazılan bir sanat etkinliği değildir. Şiir, bütün sanatların temel değerlerini taşıyan kocaman bir sanat evrenidir; insan dünyasını ve estetik kaygısını müzikten sonra en kolay ele geçiren düşünce-dil sanatıdır.

Neyse konuyu çok uzatmayalım. Ben bu konu üzerinde uzun zamandan beri çalışıyorum. İleri sürdüğüm çözüm önerisini kısa ve anlaşılır biçimde sizlerin bilgisine sunmak istiyorum. Bu yazıda ileri süreceğim öneri zor ve uygulaması oldukça ayrıntı gerektiren bir bütündür.

“Katman Edebiyat Eleştirisi”den söz edeceğim. Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi, Şiir Çözümleme Tekniği[28] diye yine benim önerdiğim kapsamlı bir sistemin üzerinde uygulanabilir, izlenebilir ve genellenebilir sonuçlara yönelmektedir. Katman Edebiyat Eleştiri Sisteminin ayrıntılarını ortaya çıkarabilmek için, özellikle şiir sanatı ele alınmıştır; çünkü şiir duyusal ve nesnel yapısı bakımından, sanat eserlerinde olması gereken tüm katmanları görünür biçimde içinde taşır ve bunlar şiir sanatı ile daha kolay açıklanabilir. Sanat eserlerinin tamamında, nesnel ve duyusal olarak var olan içsel ve dışsal varlık katmanlarını şiir çözümleme tekniğine dayanarak sanat bilimi, sosyal ve insani bilim veriler ışığında görünür kılmaya çalışır.

 Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği, şiiri katman[29]lara ayırır, katmanları da tabaka[30] veya eksen[31]lere ayırarak ilgili tabakaları kendi disiplini içerisinde şair, okur, eser, zaman ve ortam çarpanlarını dikkate alarak çözümlemeye yönelir. Bu teknik, aynı zamanda tüm sanat dallarının çözümlenmesi için kullanılabilir. İşte Katman Edebiyat Eleştirisi, Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği ile daha nesnel, daha tarafsız, bilimsel ve sanatsal eleştiri biçimidir. Aslında bu teknik şiir için tasarlanmıştır; ancak yazın evreninin her alanına uygulanabilir ve diğer tüm sanat türlerine de uygulanabilme yeteneğine sahiptir.

Bu sistem, özellikle eleştiri konusunda geçmişten günümüze kadar ortaya atılan eleştiri yaklaşımlarının tamamına bütüncül bir yanıt olması açısından önemlidir. Daha açık söylersek bu sistem; yapıtı, yazarı, okuru, ortam ve zaman etkenlerini, estetik beğeni ve  çağın tüm sanat yaklaşımlarını ilgili bilim alanlarının verilerine göre ele almaktadır. Eleştiri tarihinde gördüğümüz, özellikle akademik çevrenin önümüze kuram diye öne sürdükleri eleştiri yöntem veya tekniklerinin tamamını içine alan bir sistemdir bu. Edebiyat tarihinde yer almış eleştiri yöntemlerinde olduğu gibi yapıta olası bir açıdan bakmak yerine yapıtın her katmanını, her açıdan incelemeyi ve ilgili bilim verilerine göre daha nesnel bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Diğer bir söyleyişle, yapıt üzerinde etkisi olan her durumu bütüncül bir biçimde ele alır.  Eleştirmenin öznel tutum takınacağı durumlar olsa bile, çözümleme sonuçlarına bağlı kalmak, delilsiz yargıyı en aza indirmek; sistemin önceliğidir. Sanat çözümlemesi ve eleştiride kullanabileceğimiz iş akış durumu aşağıdadır. Bu akış içerisinde sanatın türü ve yapıtın özelliğine göre yeni katmanlar ilave edilebilir. Örneğin roman çözümlemesi/eleştirisinde karakter yaratma katmanı veya resim sanatında perspektif katmanı gibi…     

Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi İş Akışı

1. Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
    a. Gerçek Anlam Tabakası (Temel, Yan, Mecaz anlam…)
    b. Rastlantısal Anlam Tabakası (Rastlantısal Anlam Kuramı)
    c. Üst Anlam Tabakası
3. Anlatım Katmanı
4. Ses Katmanı
    a. Tonlama Ekseni
    b. Ezgi Ekseni
    c. Sanatsal/Şiirsel Ezgi Ekseni
5. Çağrışım Katmanı
    a. Çağrıştırma Tabakası
    b.Çağrışımsal İmgelem Tabakası (Çağrışımsal İmgelem Kuramı)
    c. Rastlantısal İmgelem Tabakası
6. Coşum Katmanı
7. Estetik Katmanı
    a. Yapıttaki Estetik Değer Tabakası
    b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası
    c. Durumsal Estetik Değer Tabakası
8.  Katmanlarda yer almayan ayrıksı sanatsal konular
9. Sonuç: (Yapıtın Estetik Değeri, Sanat Değeri, Etkinlik ve Yetkinlik Değerlendirmesi)

 

Katman, herhangi bir sanat eseri veya şiirin varlık alanlarını kendi kapsamında ve ilgili disiplinlerle incelemek için sınıflandırmadır. Şiiri oluşturan duyusal, nesnel, içsel ve dışşal tüm varlık alanları ile özelliklerinin belirlenebilmesi için kullanılan bir terimdir. Tabaka ve eksen ise, katman iç yapısını daha özelleştirebilir birliktelikler olarak düşünmek gerekir. Tabaka ve eksenler katmanı, katmanlar bir bütün sanat eserini var ederler. Tıpkı insan yaşamının belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluştuğu gibi. Katmanlar, aynı zamanda birbirinden ayrıştırılabilir, belli disiplinler altında ele alınabilir ve kendi içinde tanımlanabilir özellikler barındırmaktadır. Örneğin ses katmanının ses bilimi ile incelenebileceği gibi. Ancak katmanların birbirinden bağımsız tek başlarına işlevleri şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğurmazlar.

Yapıtı varlıksal bir bütün kabul edersek, nesnel ve duyusal varlıklarını oluşturan katmanları tek tek özelikleriyle birlikte çözümlemek durumundayız. Öznel inceleme, eleştirmenin sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve değer yargılarına bağlıdır. Oysa nesnel yapıt incelemesi, bilgi disiplini durumuna dönüşmüş kuramsal sanat bilgisini, dil özelliklerini, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal verileri, estetik biliminin öngördüğü bakış açısını gerektirir. Yani sanat bilimi açısından tarafsız bakış gerektirir. İster istemez yapıtı bu değerlerle incelediğimizde, eleştirmenin öznel yargılarını bir anlamda daha kanıtlanabilir noktaya taşıyacağız demektir. Bir yapıtı değerlendirirken deneyim ve dünya algısına bağlı öznel yargı olmak zorundadır; ancak nesnel yargı ile ayırt edilebilir konuma taşımak daha analitik bir yaklaşım olur. Aslında şiir/sanat çözümlemesinde yöntem ve uygulama alanı olarak en somut getirilerinden birisi, şiir/sanat eleştirisinde bir adım daha ilerlemek ve eleştiriyi daha bilgi bazlı duruma dönüştürebilmektir.

Özet olarak, bir şiir ya da sanat eserini oluşturan ve olması gereken bütün özellikler katmanların bünyesinde saklıdır. Bu teknik şiirin/yapıtın; sanatsal, duyusal, nesnel tüm varlıklarını ortaya çıkarmaya, tanımlamaya, incelemeye ve kullanılabilir hale dönüştürmeye yöneliktir.

Bilindiği gibi şiir veya bir yapıt, üç ana sütun (katman) üzerine kurulur, bunlar; ‘anlam, anlatım ve ses’tir. Bu sütunlar, nesnel ve fiziksel katmanlardır. Bir yapıtta aynı zamanda duyusal katmanlar vardır ve bunlar birbiri içinde ve birbirini ivmeleyerek toplam sinerjiden sanatsal anlatımı doğururlar. İşte yapıttaki hem duyusal hem nesnel hem de biçimsel katmanları bir bütün ve birbirine etkileri açısından incelemek ayrı bir sanat çözümleme tekniği gerektirir. Yani yukarıda söz ettiğim ‘şiir/sanat çözümleme tekniğini gerektirir. Şiir çözümleme tekniği ise bir şiiri/yapıtı her açıdan inceleme esasına dayanır. Bu esaslar çerçevesinde yapıtın etkisini, yetkinliğini, anlam, anlatım, çağrışım, ses, coşum değerlerini insan bilimleri ve estetik bilimi açısından bir bütün olarak ele alır. Sonuç olarak bir yapıtın estetik değerini, sanat değerini ve kalıcılık değerini ortaya koymaya çalışır. Dinamiktir (devimsel); her akım, her ekol ve her yaklaşım biçimine karşı sınırlamaksızın yanıt verebilme yeteneğine sahiptir.

Sonuç olarak, ‘Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi’; bir yapıtın biçim katmanından estetik katmanına kadar her bir niteliğini ayrı ayrı bilimsel verilerle ele almak üzere kurgulanmıştır. Bu yaklaşım ve inceleme biçimi; en az hata, en geniş uzagörüm ve ‘en az delilsiz yargı’ esasına dayanır. Eleştirmenin hem sanatsal hem şiirsel hem de diğer sosyal ve insan bilimlerinin disiplinlerine başvurusunu gerektirir. Bu sistemde öne çıkan konu şudur: Örneğin estetik bilimini bilmeyen eleştirmen bu tabakaları istenen ve inandırıcı bir biçimde çözümleyemez. Sonuç olarak, bu eleştiri yaklaşımı, ahbap çavuş ilişkisini, ben bilirim yargısını, bizim köydendir ayrıcalığını, öznel eleştiri hatalarını çoğunlukla bertaraf edebilme yeteneğine sahiptir; güçlü deneyim gerektirir.

Oscar Wilde ve Mehmet Fuat “Eleştiri bir sanattır.” der. Doğrudur katılıyorum; ancak eleştirinin sanat niteliği kazanabilmesi için eleştirel süreçte sanatsal bilgi, bilim ve deneyime gereksinim vardır. Eleştiriyi taraftarlıktan, alaylı gelenekten, aidiyet kayırmacılığından ve dedikodu mantığından kurtarmak gerekir. Rüzgârın yönüne göre şekillenmeyen bilinçli ve deneyim sahibi eleştirmen yetiştirmek gerekir. Eleştirmenin görme, duyma, yaratıcılık ve sezgi yetileri ile sonuçlarını sanatçıya aktarması için geri bildirim kanallarını daha işlevsel kılmak gerekir. Eleştirmene karşı olumlu algı yaratmak, güvenirliğini (bilgi, deneyim, eleştiri sistemi, tarafsızlık, yeterlilik kapsamında) pekiştirmek üzerinde durulması gereken öncelikli konulardır. Daha açık söyleyişle, eleştiriyi bir okul veya sanat eğitim kültürü olarak düşünmek ve konuya bu açıdan yaklaşmak demek, sanata yeniden dönmek ve aydınlanmanın yoluna koyulmak demektir. Mayıs 2018

 

BİÇİM ÇÖZÜMLEMESİ VE ELEŞTİRİSİ

Sanatı hem üretirken hem öğretirken hem izlerken hem de eleştirirken bir bütün olarak ele almalıyız ve her yapıta analitik (çözümsel) yaklaşmalıyız. Sanat etkinliği ve yapıt; sanatçısıyla, izleyicisiyle, biçimiyle, sınıfıyla, niteliğiyle, ortam  ve çağıyla bir bütündür. Daha kestirme deyişle yapıt, bütün katmanları ve etkenleriyle ontik bir varlıktır. Sanatla ilgili yayınlara baktığımızda, ne yazık ki sanat yazıları konusunda derinlikli ve ayrıntılı değerlendirmelere çok az rastlıyoruz. Sanat üreten ya da sanat öğrenmek isteyen okurlar olarak, çoğu zaman okuduğumuz metinlerin bize yeterli düzeyde bilgi sunmadığını, önemli noktaların yüzeysel biçimde geçiştirildiğini fark ediyoruz. Bu yazıların pek çoğu, sanatın yapısını, bağlamını ve kuramsal arka planını anlamamıza yardımcı olmaktan uzak; bunun yerine, genel-geçer ifadelerle yetiniliyor ya da öznel beğenilerin sınırları içinde kalınıyor. Bu savıma akademik yazıları da dahil ediyorum. Akademik yazılarda çözümleyici bir yaklaşım yerine, geçmişte yapılanın sanat türü ve içeriğini saptamak, yorumlamak ve tarihsel dizgeye yerleştirmek biçiminde bir yaklaşım söz konusudur.

Çağdaş sanat anlayışının egemen olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu çağ, yalnızca sanatın üretim biçimlerinin değil, sanat üzerine düşünme, yazma ve eleştirme biçimlerinin de yeniden tanımlanmasını gerekli kılmaktadır. Artık sanata daha çözümleyici, daha yapılandırılmış yaklaşımlar geliştirmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bu düşünceden hareketle, 2018’de yayımlanan bir kitabımla ‘Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemini önermiştim. Bunlar, bugüne kadar geliştirilmiş sanat çözümleme ve eleştiri yöntemlerinin hepsine birden yanıt verebilecek bir esnekliğe ve dinamikliğe sahiptir.

Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi İş Akışı, bir önceki denemededir.

Bu çerçevede, öncelikle “katman” kavramını, bu kavramın sanat çözümleme tekniği ve katman edebiyat eleştiri sistemindeki önemini açıklamalıyım. Katman; bir yapıtta içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliğin bir arada bulunduğu, birbirleriyle etkileşim içinde olduğu, birbirlerinin eşgüdümü ve eşzamanlı görevdeşliğiyle sanat yapıtını var ettiği, ana sütundur. Örneğin biçim, anlam, anlatım… katmanı gibi. Katmanların altındaki yapılarsa tabakalardır. Tersinden söylersem tabakalar katmanı, katmanlar bir bütün sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi. Bu durumda yapıtı; ağzı, dili, duygusu ve diğer organları olan bir beden olarak düşünebiliriz. Katman yöntemi, yapıtın ön ve arka yüzünü tanımlayabilmek, varlık alanlarını ilgili bilimlerin de yardımıyla açıklayabilmek ve sanata çözümsel yaklaşabilmek için benim tasarladığım bir algoritmik sınıflamadır.   

Bir sanat yapıtında bana göre olmazsa olmaz en az yedi katman vardır. Fiziksel katmanlar; Biçim, Anlam, Ses, Anlatım; duyusal katmanlar ise Çağrışım, Coşum ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez; birbiri içine geçmiş ve birlikte yapıtı oluşturan yapıtaşlarıdır. Bir anlamda yapıtın dünyaya açılan duyuları ya da organlarıdır. Bunların öncelikleri ya da baskınlıkları, sanatın sınıfına göre değişebilir. Heykelde biçim öncelikliyken, şiirde anlatım katmanı daha baskındır. Ayrıca sanatın türüne göre ek katman da tanımlayabiliriz. Örneğin roman ve öykü gibi sanatlar için ‘karakter yaratma ve karakterin betimlenmesi’, resim sanatında ‘perspektif’ katmanı gibi…  En az yedi katmandan kastım, her yapıtta bunların mutlak varlığıdır.

Ayakları yere basan nesnel bir çözümleme ve eleştiri yapmak istiyorsak, sanat çözümleme tekniği ve edebiyat eleştiri sisteminde kullanacağımız katmanları çözümleyici bir yaklaşımla ele almamız gerekir. Bu yazımda sadece biçim katmanını, çözümleme ve eleştiride ele alış  biçimini ve etkisini açmaya çalışacağım. Diğer katmanların nasıl ele alınacağını ileriki zamanlara bırakalım. Ayrıca ‘Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Eleştiri’ isimli kitabıma bakabilirsiniz.

Biçim, çoğu zaman yalnızca yüzeyde görünen, yapıtın dış yapısını oluşturan katman gibi görülse de aslında içeriğin taşıyıcısı, özün omurgasıdır. Daha doğrusu biçim, yalnızca bir “kabuk” değil, içerik ve özle bir bütündür. Bu nedenle, sanat çözümlemesi ve katman edebiyat eleştiri sisteminde, biçim katmanı yalnızca şekil olarak geçiştirilemez; tersine, biçim çözümlemesi, diğer katmanların da çözüm kapısını aralayan bir ön analiz aşamasını oluşturur. Neden?

Biçim dediğimizde ilk kavrayış ve zihnimizde görüntülenen nesnel durum, yapıtın fiziksel özellikleri ve dış görünümüdür. Örneğin şiir çözüm ve yorumlarında olduğu gibi biçime; nazım, ölçü, uyak, ses, dize, dörtlük, oran vs. gibi yüzeysel baktığımızda fiziksel bir form gibi görünür. Oysa biçim, sanatta tasarım ve anlatım gereçlerinin belli bir sanatsal düzlemde şekillenmiş formudur. Başka bir söylemle sanat ögeleri ile görünüşe taşınan bütün varlık katmanları, biçim düzleminde yerini almış durumdadır. Biçim katmanını yalnız fiziksel olarak düşünürsek; sanatın çok boyutluluğunu, çoklukta birlik ilkesini, yapıtın anlam, ses ve diğer katmanlarının oturduğu düzlemi ve yarattığı duyusal dünyayı görmezden gelmiş oluruz.   

Yapıtın nesnel dünyası yanında; rasyonel olmayan, görünmez ama sezilir, duyulur, duyumsanır bir dünyası daha vardır. İçerik ve diğer katmanlarla şekillenen duyusal dünyadır bu. Düşüncemizde tasarımlanmış ve somutlaştırılmış ise; bir varlık olarak algılanabilir olmuş ise sanatsal açıdan biçim üzerinde de bu evreni sorgulamamız gerekecektir. Yapıt, nesnel varlık alanı ve duyusal varlık alanından oluşur. Amacı gereği yapıtın duyusal varlık alanı; üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken en önemli yanıdır. Çünkü duyusal alan ya da arka yapı, her sanat yapıtının varoluş gerekçesidir. Tersinden söylersek sanat değerinin gösterenidir. Bu durumda yapıtın nesnel varlık alanıyla duyusal varlık alanını, biçim düzleminde konumlandırmak zorundayız. Şöyle ki biçim, bir yapıtın kabıdır, taşıyıcısıdır; yapıtın bütün özelliklerini içine sığdırmış bir formudur. Yani biçim, yapıtın nesnel var olanları ile duyusal var olanlarının toplamından oluşur.

Herhangi bir yağlı boya tablosunu örnek alalım. Resim iki boyutludur; şekil, doku, desen, ışık ve çizgilerle yatay ve düşey boyuttan oluşmuştur. Ancak tablonun bir üçüncü boyutu daha vardır. Gözümüzün, şekli bir bütün olarak algılayabildiği derinliği oluşturan perspektif dediğimiz üçüncü boyuttur bu. Göz, resimde bu boyutu algılıyorsa ve daha önceki deneyimlerinden doğan sonucu hesaba katarak üçüncü boyutu fiziken var kabul ediyorsa, sanatsal anlatım gereği resimde üçüncü boyutun olmadığını söyleyemeyiz. Anlaşılması kolay olduğu için biraz daha açıyorum. Gerçekte olmayan ama gözün algıladığı üçüncü boyut, resmin arka yüzüdür, duyusal alanlardan bir tanesidir. 

Sanatın işlevi; algıyı tetikleme, değiştirme, dönüştürme ve görmeyi daha öteye taşımadır. Resmin görüntüsünün aynı zamanda sanatsal bir iletiyi doğuruyor olması, coşumsal ve estetik algıyı hareketlendirmesi demektir. Bu durum, resimde var olan duyusal bileşenleri biçim düzleminde konumlandırma gereğini doğurur. Sanat, gerçeği yansıtma veya duyularla gerçek olmayan dünyayı görünür kılma yöntemi ise yapıtın doğurduğu tüm katmanların biçim üzerinde var olan olarak kabul edilmesi gerekir. Biçim katmanını şiir açısından düşündüğümüzde, biçimin taşıyıcı kap olduğunu, şiirde var olan her ögenin biçim düzleminde yer almak zorunda olduğunu düşünmeliyiz. Bu bilgiden hareketle şiirin duyusal dünyasını, sanatsal anlamda biçim üzerinde ele almamız zorunlu görünmektedir. Şiirin ön ve arka yapısını; diğer bir söylemle görünen yüzünü ve görünmeyen, duyularla algılanan yüzünü; biçim katmanında var kabul etmemiz gerekir. (Sanatta ön yapı ve arka yapı tanımlamasını Prof. Dr. İsmail Tunalı “Estetik Beğeni” ile “Estetik” isimli kitaplarında yapmıştır.)

Deneyimsel bilgiye dayanarak, mantığım bana şunu söylüyor. Biçim, bir yapıtın dış görünüşü ve taşıyıcı kabı ise; uzaydaki görünümü, kütle, simetri, uyum, oran ve hacim unsurlarına sahipse; bu, yapıtın  görünen ve nesnel yanıdır. Biz biliyoruz ki yapıtta rasyonel olmayan, duyusal olan bir alan daha var ve yapıtın oturduğu katmanlarla şekillenmiştir. Duyusal varlık alanı, aynı zamanda bu katmanlarla ayrılamaz bir bağ içindedir. Bu alan, insan tarafından algılanabilir, sezilebilir, duyulabilir, hissedilebilir bir yapıdır. Sağduyulu bir biçimde baktığımızda rasyonel olmayan alan, nerededir diye kendimize sormamız gerektiğini düşünüyorum. Zaten bu soruya Cohen ve Özdemir İnce yanıt veriyorlar. Biçim katmanında bir yapıtın derin yapısını, resimde olduğu gibi duyularla algılanan resmin üçüncü boyutunu veya anlamın ürettiği çağrışımsal ve coşumsal değeri, göz ardı edemeyiz.

Örneğin şiirde, heykel veya resim sanatında olduğu gibi biçimi anıtlaştırmak olası değildir. Biçim; ses, anlam ve anlatımın sağladığı tasarımlar sayesinde anıtlaştırılabilir. Şiir gibi dil sanatlarını diğer sanatlardan ayıran en önemli özellik; anlam, anlatım ve ses birlikteliğinden şiirin her iki dünyasının oluşturulabilmesidir. Yani duyusal varlık katmanlarıyla gerçek varlık katmanları, sözün taşıdığı değerler ile oluşturulmaktadır; görünüşe taşınmaktadır. Ses, anlam ve anlatım katmanları bir anlamda daha somut ve görünür katmanlardır; fiziksel, anlamsal ve duyusal özellik taşırlar ve biçim katmanında konumludurlar. Aslında bu üç katman, üstü kapalı da olsa sanat çözümlerinde yerini almıştır ve uygulanmaktadır. Bu üç katmanın oluşturduğu duyusal özellikler, aynı zamanda çağrışım ve coşum katmanını da doğururlar. Katmanların toplamı ise birlikte estetik değeri oluşturur. Ayrıca, şiirin şiir olmasını sağlayan ve sanatsal içeriği duyulara aktaran; çağrışım, coşum ve estetik katmanlarının da biçim düzlemi üzerinde yerini aldığını gösterebiliriz. Yani şöyle diyebiliriz: Şiirde biçim; anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanların toplamıdır.

Özet olarak biçim, yapıtın temel taşıyıcısıdır; dilsel ve sanatsal bütün özelliklerin yapıt üzerine giydirilmiş bir formudur. Diğer bir deyişle biçim, yapıtın nesnel varlık katmanları ile duyusal katmanlarının toplamından oluşur. Yazınsal eserlerde biçimin şekilsel özellikleri çok önemli bir yer tutmaz, görsel sanatların aksine şiir, ağırlığını ses, anlam ve anlatım olanaklarına bırakır. Çünkü şiir, bir heykel ya da resim değildir; kullandığı malzeme dilin kendisidir. Sanat çözümleme tekniğinde biçimi ele almak ya da katman edebiyat eleştiri sisteminde biçimle ilgili çözümleme yapmak, sanat sınıfının özelliklerine göre farklılık göstermek zorundadır.

Buraya kadar ki açıklamalarım, herhangi bir yapıt için genel anlamda ortak değer taşıyan biçim özellikleridir. Sanat çözümlemesinde yapıtın biçim katmanını, nasıl ele almalıyız? Plastik sanat yapıtını ele aldığımızda, elle tutulur gözle görülür hacmi ve kütlesi ile biçimsel özelliklerini ve doğurduğu diğer özellikleri inceleyebiliriz. Yapıtta var olan katmanları biçim üzerinden değerlendirebiliriz. Biçim, çözümlemede nasıl bir değer alacaktır, bakalım.

Şiirde biçimi; düzyazı şiir, nazım, dörtlük, birim, uyum, ölçü, uyak, oran, dize vd. gibi şiiri dış görünüşü açısından ele alabiliriz. Ses, anlam ve anlatımdan doğan rasyonel olmayan varlık alanını başlangıçta bir kenara koyabiliriz. Neden? Dil sanatları, diğer sanatlara göre biçimin oluşturulması açısından farklılık gösterir. Çünkü şiirin fiziksel görünümü dışında, iç görünümü ve duyularla algılanabilir alanı; ses, anlam, anlatım gibi katmanlar ile doğurulduğundan şiirde asıl incelenmesi gereken yerler bu katmanlardır. Şiiri şiir yapan fiziksel katmanlar, sanat değerinin ortaya çıkarılabilmesi için ayrı ayrı incelenmelidir.

Bu açıklamalardan hareketle şiirdeki biçim katmanını çözümlerken, şiirin dış görünüşü, düzyazı şiir, nazım, dörtlük vd. gibi özelliklerini bugüne kadar yapıldığı şekilde ele alabiliriz. Bunun yanında şiirdeki dilin özellik arz eden yanlarını açıklayabiliriz. Biçim katmanında; ayrıksı dil kullanımı, soyut, dış gerçeklik, çağın şiirlerinden farklılığı, sıra dışılık gibi özelliklere; değinmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Kısaca söylersek, yapıtta var olan ve diğer katmanlarda yer verilmemiş aşkın özellikleri; biçim katmanı altında çözümleyebiliriz. Örneğin diğer altı katmanda değinilmemiş konulardan, sıra dışılık, zamanla şiir değerler dizgesinde değişen özel durumlar, dil ve kullanılan özel teknikleri gibi konular biçim katmanında ele alınabilir. Ayrıca çözümlemede sanat kuramları veya çağın sanatsal algısı dikkate alınarak her katmanda olabileceği gibi biçim katmanında da delile dayalı olmak koşuluyla yorum geliştirilebilir. Tabii ki kuram derken, bizim edebiyatçılarımızın kuram dediği ‘Feminist Eleştiri Kuramı veya “şey” yerine kullanılan kuram terimi gibi gerçekte yöntem veya yöntemler topluluğundan söz etmiyorum; yansıtma, etki, nesnel bağlılaşık gibi gerçek kuramlardan söz ediyorum.  

Eleştirinin temel amacı, bir yapıtın estetik ve sanatsal değeri hakkında olabildiğince nesnel bir yargı ortaya koymak, yapıtın sanatsal etkinliğini ve yetkinliğini saptamaktır. Ayrıca sanatçı ve izleyiciye yapıt hakkında daha açıklayıcı  bilgi sağlamaktır. Bu yüzden eleştiri, deneyim ve çok yönlü kullanılabilir bilgi isteyen sanatsal bir etkinliktir. Yapıtı hangi eleştiri yöntemiyle ele alırsanız alın, bütünlükçü bir bakış açınız ve ona yaklaşacak kapsayıcı bir sisteminiz yoksa, orada eleştiriden ziyade övme ya da yerme içerikli bir takım söz kalabalığı var demektir. Parçalı eleştiri yöntemleriyle bir yapıtın yalnızca sınırlı alanlarına ulaşabilirsiniz. Okur odaklı, yapıt odaklı gibi yöntemlerle… Yapıtın sanat değeri hakkında,  bu tür eleştiri yaklaşımlarıyla sağlıklı bir değerlendirme yapmak  pek olası görünmüyor. Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi, bugüne kadar geliştirilmiş tüm eleştiri teknik ve yöntemlerini bünyesinde kullanabilen kapsamlı bir sistemdir. İzlenimci, okur odaklı ya da metin merkezli eleştiri kuramları (yöntemleri demek gerekiyor) gibi yaklaşımlar, metnin yalnızca belirli yönlerini ele alarak bir şeyler ortaya koymaya çalışır. Oysa Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi, bir yapıtın tüm katmanlarını, okur-yazar-ortam-zaman-anlayış etkileşimini ve etkenleriyle birlikte ele alır ve ilgili bilim alanlarının verilerine dayanarak değerlendirir.

Katman Edebiyat Eleştiri Sisteminde biçimi nasıl ele almalıyız? Her sanat sınıfına göre farklı nitelik taşıyor olsa bile biçimi, fiziksel açıdan ele almak daha mantıklı geliyor. Öncelikle yapıtın iskeleti, gözlenebilir şekilde ortaya konması gerekir. Biçim, iki aşamada ele alınmalıdır. İlk başta ve en sonda. Bu yaklaşım sanat çözümlemesi için de geçerlidir. Biçimin iskeleti ortaya konduktan sonra diğer katmanların incelenmesine geçilmelidir. Diğer katmanlar çözümlendikten sonra ele alınmayan konular biçimde yeniden değerlendirmeye alınabilmelidir. Örneğin burada dil kullanım özelliği ayrı bir alan olarak ele alınabilir. Çağın sanat anlayışıyla yapıtın tutarlılığı hakkında bir değerlendirme yapılabilir. Bunlar, önemli ve değinilmesi gereken konulardır. Biçim katmanı, sanatın ayrıksı yönlerini ele almak için geniş bir alanı önümüze koyar.

Sanat eserinin veya şiirin ana hedefi estetik değer üretmektir. Öyleyse yapıtın fiziksel ve duyusal tüm katmanlarının görünüş değeri, sanat gereçlerinin bağıntısından doğan düşsel, duyusal, imgesel görüntülerdir. Yani biçim; anlam, ses, anlatım, coşum, çağrışım ve estetik katmanlarının oluşturduğu ve zihnimizde ürettiği toplam sonuçtur. Öyleyse biçimde konumlu tüm katmanlar ayrı ayrı çözümlenmeli ve eleştiri konusu yapılmalıdır. Çözümleme verilerine dayanarak, sonuç kısmında biçim yeniden gözden geçirilerek eksik kalan unsurlar değerlendirilmelidir.  

Sanat Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi; alıcı-sanatçı-yapıt-ortam-zaman ve sanat gereci gibi ölçütleri dikkate alarak ilgili bilim alanlarının da yardımıyla eleştirmen ve sanat çözümleyiciye dinamik-algoritmik bir iş akış düzlemi sunar. Sonuçta bunlar, önceliğine göre uygulanması gereken bir kontrol formu gibidir. Asıl sorun, bu teknik ve sistemi çalıştıracak olan çözümleyici ve eleştirmenin yeterliliğidir. Her ne kadar öznel yargıyı, delilsiz yargıyı en aza indirme çabası olan bir akış süreci olsa da deneyimli, öngörülü, sezgisi güçlü ve bilgili eleştirmen olmazsa olmazıdır. Sanat felsefesi, sanat psikolojisi, sanat sosyolojisi, anlatı bilim, anlambilim, ses bilim, gösterge bilim, estetik bilimi gibi… yapıtın sınıfına göre ilgili bilim alanlarının ilkelerine egemenlik  gerektirir. Kısacası eleştirmen, sanat bilimi ve ilgili bilimlerin ilkelerine egemen olmalıdır. Yani asıl yük, eleştirmen ve çözümleyicinin omuzlarındadır. Bu koşullar sağlandığında, yazınımızda bugüne kadar görülmemiş; yapıtın estetik değerini, yetkinliğini, etkinliğini ve yazar-okur bilgi notunu içeren bir eleştiri raporu (eleştirel deneme) veya bir tablo çözümlemesi ortaya çıkabilir. O zaman ben küratörüm, eleştirmenim gibi anlamı büyük sözcüklerin kullanımı, hak eden sanatçıların üzerine oturur. Zorlu bir yolculuk olsa da kitap tanıtım yazısının ötesine geçemeyen eleştiri notlarından, kapsamlı ve sanatsal eleştiri yazılarına doğru yol alabiliriz. 30 Haziran 2025 Narlıdere

 

ESKİYE ÖZLEM

Türk şiir sanatının geleceğinden kaygılıyım. Kaygılanacak ne var ki, diye ilk soruyu içinizden sorabilirsiniz. Yalnızca benim değil; toplam aklın ve kültürün bir kaygısı olmalıdır. Bir yerden başlanmalı ve kırılma yerleri tespit edilmelidir. Temel sorunları ortaya koymak gerekiyor. Bu denemede amacım, temel bir sorunun ve sorumluluk yozlaşmasının resmini çizmektir. Bu sorun karşısında sanat ve şiir adına kaygınız varsa, en azından ne yapmalıyım sorusunu kendinize sorma gereği duymalısınız.

Bana göre şiir sanatının gelişimini geciktiren iki temel sorun vardır: Birincisi: Daha önce bir etkinlikteki konuşmamda dile getirmiş ve Şiir Sarnıcı Dergisi 2. Sayısında aynı konuşmayı yayımlamıştım.  Şiir sanatı, salt dil sorunuymuş gibi ele alınmaktadır. Şiir, bir sanattır ve sanat felsefesi gözünden ele alınmalıdır. Yani şiire bir sanat alanı mantığıyla yaklaşılmalıdır. İkinci sorundan ise bu denemede söz edeceğim. ‘Eskiye özlem bağımlılığı.’  

Eskiye özlem, etkin bir duygu durumudur sanat dünyasında. Sanatta ya da edebiyatın herhangi bir dalında gelişimin önünde duran önemli bir engeldir. Bu da nereden çıktı, diyeceksiniz.

Şiir dünyasını izliyorsunuzdur. Sanat ve şiir yazılarını, yorumları, incelemeleri, eleştirel deneme, şiir, öykü gibi metinleri sizler gibi ben de okuyorum. Şiirle ilgili etkinlik, çalışma ve tartışmaları izlemeye çalışıyorum. Bunların toplamının ruhuna girdiğinizde önemli bir durum gözünüze çarpıyor: Eskiye özlem. Birkaç örnek vereyim. Şiir yazılarına, etkinliklere, tartışmalara, yorumlara baktığımızda, “Şu büyük şair şöyle yapmış, bu böyle yapmış”tan öte şiirin felsefesi ve tekniğine yönelik çok şey yok. Eski şairleri kaynak göstererek şiir evreninde kendini kanıtlama kaygısı almış başını gidiyor. Burada asıl soru şu olmalıdır: “Ben şiir için ne yaptım, şiire ne kattım, ne kadar yeni bilgi ürettim?” Ne yazık ki fakültelerimiz de aynı durumdadır. Bakınız tez konularına. Yapılmışı incelemek ve öykünme içerikli çalışmalara temel hazırlamakla zaman yitiriyoruz. Yeni bilgi arayan, yeni bilgi ortaya çıkarmaya yönelik kaç tez konusu görebilirsiniz? Ya da ders konusu… Ben de varım diyebilmek için söylenmiş özlü sözler çöplüğü, şiir yazılarının başat konusu olmuştur.

Şiir etkinliklerine bakalım. “Şiire biz ne kazandırdık” konulu bir etkinlik duydunuz mu? Ünlü bir şairin adını kullanmak ya da kitap imza kampanyası dışında kaç tane şiir etkinliği düzenlenmiştir?  Düzenlense bile 19. Yüzyıl bilgilerinin aktarıldığı bir içerikten öte yol alınmış mıdır?

Tarihsel bilgi iyi irdelenmediği için eski şairlerimizden kalma yalan yanlış bilgiler, bugün Türk şirinin temel tartışma konularıdır. Örneğin “Şiirde anlam aranmaz gibi…” Bunlar sanat bilimiyle incelenmeli, yanlış ve noksan olanlar gündemden çıkarılmalıdır. İyileri, yeni bilgiyle donatılıp dönüştürülmelidir. Üstüne bir şeyler konmalıdır.

Tarihsel bilgiyi iyi kullanmazsak o bilgi, bizi çöplüğe iter. Tıpkı, şu anda ülkemizin içinde bulunduğu sosyolojik gerçek gibi. Sanatın tarihsel bilgisi, iyi bilgidir; deneyimdir, ışık tutar ama yeni bilgi değildir. Geleceğe ışık tutar ama geleceğin şiirini kurmaz. Bu bilgiyi yeni bilgiyle donatıp dönüşümünü sağlamazsak içinden çıkılamaz bir durum oluşur. Eskiye özlem, öykünmeyi doğurur, öykünmek ise şiire can çekiştirir. Ne yazık ki bugün Türk şiiri, eskiye özlem ve öykünme türü yaklaşımlar nedeniyle tıkanmış durumdadır. Söz gevelemenin şiir olduğunu sanan önde gelen şairler orkestrası oluşmuştur. Çağdaş sanatı geçtim, modern sanat anlayışının bile yıktığı kavramlarla zaman geçiriyoruz. Şairin işi geçmişiyle övünüp, öykünmek ve hayranlığının kurbanı olarak kedini eski ve kalıplaşmış bilgiye teslim etmek değildir. Bağışlayın beni ama ben Türk şirini böyle bir tehlikenin içinde görüyorum. Çeperini kıramayan şiir emekçileri, geçmişin ortasında dikeliyor. Varsa yoksa geçmişte yazılmışlara sıkı sıkı sarılmak ve onlara benzemek peşindedir. Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi şairlerimize benzemeye çalışmak ve onların ününden kendilerine ün devşirme yarışındadır. Endişem bundandır.

Adını andığımız şairlerimiz, edebiyatımızın büyük değerleridir. Adını şiir tarihine yazdırmış diğer şairlerimiz ve bugünün önde gelen şairleri; elbette anılacak, yazılacak, yapıtları incelenecek, söylediklerine değer verilecek, adlarına etkinlik düzenlenecek; düzenlenmesi de gerekiyor. Ancak bunların içine yeni bir şeyler koymak gerekmez mi? Yenilerin önünü açacak, yenilerin yapıtlarını okura taşıyacak, tanıtacak çabamız olmayacak mı? Geçmişe değil; geleceğe yönelmemiz gerekmiyor mu?

Eskiye özlem şemsiyesi altında atladığımız önemli bir konu vardır: Geçmiş değerlerimizi bugünün bilgisi ve sanat anlayışıyla aşamıyorsak, orada çürümüşlük var demektir. Nazım’ın yaşadığı zamanın bilgisi, bilimi, kültürü ve bilinciyle bugünün şairinin bilgisi, bilimi, kültürü ve bilinci arasında binlerce kat gelişim vardır. Bu gelişimi çağımızın büyük şiirlerine dönüştüremiyorsak oturup kendimiz sorgulamalıyız.

Sorunların kaynağını görmeyi kolaylaştıracağı için konuyu, yaşadığım ve tanık olduğum örnekle açıklamak istiyorum. Bu örnek kitabımda birkaç yerde daha geçmiştir. Lütfen bencil bir yaklaşımla konuyu ele aldığımı, yaptığım şeyleri ortaya koymayı amaçladığımı düşünmeyiniz. Ortada var olan bir gerçeği, tanık olduğum örneklerle ve örneklerin ayrıntılarıyla anlatırsam daha anlaşılır olabilir.

 Kitabımda; Şiir Çözümleme Tekniği adı altında katman yöntemiyle çalışan bir sistem ortaya koydum. Bu tekniğin sürecini ve ayrıntılarını araştırırken, iki kurama ulaştım. Bunların toplamından bir edebiyat eleştiri sistemi ortaya koydum. Bunlar, sadece şiir sanatının değil; tüm sanat dallarının öğrenilmesinde, çözümünde, eleştirisinde bel kemiği olan kuramlar olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda nesnel kanıtlara dayalı estetik yargıya varmayı sağlayan kuramlar. Bunlar, şiirle/sanatla ilgili yeni bir sistem ve yeni bir bilgi kütlesidir. Yanlış da olsa bugün açığa çıkarılmış yeni bilgilerdir. Bir tek kişi çıkıp “Sen ne diyorsun, böyle saçma şey olur mu”, demedi. Ya da olumlamadı. Yazar ve şairleri geçtim; bu ülkede onlarca sanat fakültesi, yüzlerce akademisyen ve araştırma görevlisi var. Öğrenme, inceleme ve yeni bilgilerin altında yatan gerekçeyi anlama çabası taşıyan bir araştırmacı da görmedim. Sorum şudur: Adının önüne şurada burada eleştirmen, şair, akademisyen yazan; değişik ortamlarda sanatıyla övünen; tez konularını yöneten ve eğitim veren; birçok kişi olmasına karşın bunlar yeni bilgi karşısında neredeler? Neden “Şu şair şöyle şiir yazdı, bu şair böyle dedi” gibi genelleme yazılarla kendilerini avutuyorlar?

Türk şiir sanatının geleceği ile ilgili kaygım bu ve buna benzer durumlardan doğmaktadır. Tarihsel bilginin üzerine yeni bilgi koymadıkça; metinler arası ilişkiyi anlamın anlamı üretmesi biçiminde ele almadıkça; Türk şirinin önünü açamayız. Bilindiği gibi sanatta durumu korumak gerilemek anlamına gelir; hız çağındayız.

Sonuç olarak, şiir sanatıyla ilgileniyorsak önce sanatın ruhunu anlamış olmalıyız. Bunun yolu, tarihsel bilgiyi yineleyerek öykünmeci bir tavır sergilemek değildir. Tarihsel bilgiyi sanat bilimiyle ele alıp irdelemek, bilimlerin eşgüdümüyle yeni bilgi üretmektir. Eskiye özlem, insanoğlunun normal ve vazgeçilemez bir duygu durumudur. Şair, eskiye özlem duygusunu gelecek kaygısıyla bir arada tutmalı ve yeni bilgi, iyi yapıt üretmek için sürekli arayış içinde olmalıdır. Şiir sanatı, salt şiir yazmakla gelişecek bir alan değildir; aynı zamanda onu var eden felsefenin güncellenmesi, geliştirilmesi gerekir. Neden biliyor musunuz? Dünün bilgisiyle bugünün bilgisi arasında, dünün estetik algısıyla bugünün estetik algısı arasında büyük bir değişim/gelişim vardır. Eskinin üzerinde tepinerek ün devşirmek değil; yeniyi bulmak için yola çıkmak gerekiyor. Bu, bilginin doğru kullanılmasına ve kültürün yerinde yorumlanmasına bağlıdır.

 

KENDİMLE SÖYLEŞİ

“Kendimle söyleşi” mi? Doğrudan yazmak yerine kendimle neden söyleşiyorum ki?

Türk yazınındaki çoğu söyleşi, standart soruların farklı iletişim kanallarıyla sorulması ve söyleşenin de uygun bir zamanda yanıtlanıp iletişim olanaklarıyla geri gönderilmesi biçimindedir. Buna, sayısal teknolojinin kolaylığı diyelim. Günümüz söyleşileri, bazı yayın kuruluşları dışında genellikle böyle yapılıyor. Bu söyleşide farklı bir yöntem deneyeceğim. Bu yöntem, bir kişinin oku için gerekli bilgilerini ilk ağızdan ortaya koymak için yapıyorum. Neden? Bana göre söyleşi, ilk giriş sorusundan sonra verilen yanıtların ve özellikle sorulmak istenen soruların şekillendirdiği, yönlendirdiği bir süreç olmalıdır. Yani zamana ve sanatçının yarattığı değere tanıklık etmek üzere kullanılan bir yöntem olmalıdır. Söyleşi yapan da söyleşen de açığa çıkması gereken bilgiyi bulmaya yönelmelidir. Çünkü söyleşi, bir test ya da sorgulama yöntemi değil; konuyu en iyi bilen kişiden en doğru, en tutarlı ve ders değerine sahip bilgiyi açığa çıkarmak üzere yapılmalıdır. Özellikle edebiyat alanında elime geçen söyleşileri zaman zaman okuyorum; ne var ki çoğu, ağızda kalması gereken tadı duyumsatmıyor. Aslında sanatçının yaşam öyküsü okur için o kadar da gerekli bir bilgi değildir, onun bilincinin ve düş dünyasının kurguladığı öyküdür okurda değer yaratacak olan. Bunu açığa çıkarmanın yolu, önemli bir eğitim sürecinin peşinden gelebilir ancak. Bu yüzden söyleşi yapan, söyleşenden daha ayrıntılı bilgiye sahip olmalıdır…  Şimdi bu söyleşide durum, bire birdir; soran da yanıtlayan da aynı altyapıya sahiptir. Kırma, çekinme ve üzme gibi endişeden dolayı sözün ölçülüp tartılmasına gerek yoktur. Bu yüzden sorular, kısa, yalın, içten bazen de alaysama biçimindedir. Yanıtlarsa sorulardan daha fazlasıdır…

‘Soran sen, yanıtlayan sen, bu söyleşi mantığına aykırı bir durum değil mi,’ diye yadırgayabilirsiniz. Yazında aykırılıklara da yer vermek gerekir. İşte bu yüzden aykırı bir durumu, sayfalara taşımak istedim. 

Bana göre, “Doğal ve bilgi açığa çıkarıcı söyleşi biçimi, kendi kendinizle yaptığınız söyleşidir.” Çünkü içtenliklidir. Soruya göre değil, gerekli olana göre şekil aldığı için daha bilgilendirme temelli olacaktır. Örneği var mı, görmedim ama deneyelim ne olur ki? Ben böyle bir yöntem deniyor ve kendimle söyleşiyorum; her ne kadar kalıplaşmış söyleşi yöntemine uyum sağlamadıysam da “İlk elin günahı olmaz” derler. Öyle diyorum da benim görmediğim bilmediğim birileri denemiş olabilir bu yöntemi. Bilinir ki edebiyat alanı çok geniştir ve her bir metni takip olanağımız yoktur.

Edebiyat tarihinde Şiir Sarnıcı adında bir dergi yer alacaktır mutlaka. Araştırma konusu olursa ya da kaynak gerekliliği duyulursa, birinci ağızdan bu derginin tarih doğrusunu çizmek gerekir, değil mi? Amacım, magazinsel olana değil, gerçek ve yaşanabilir olanla yüz yüze gelip gelecek kuşaklara doğru bilgi aktarabilmektir. “Bırakın bunu edebiyat tarihçiler araştırıp bulsun” diyorsanız bu yanlış bir tutumdur. Millet olarak arşive ve kayda yeterince değer vermediğimiz için tarihimizin ilk zamanları hatta yakın tarih belleklerimizde eksiktir. Bunun için, hem kurumsal yapılar hem de bireysel çalışmalar, geleceğe ışık tutacak şekilde bugünden düşünülüp ona göre kurgulanmalıdır.

İkincisi, özellikle şiir konusunda yazılıp çizilenlerin dışında farklı bir şeyler saptadım ve bunu kitaplarımda açıkladım. Sıradan şeyler değil; sanatın/şiirin tanımı, çözümü ve ölçümü için önemli konular. Eskiye hayranlığımız yeni bilgiye yatkınlığımızdan kat kat üstün olduğu için, bu bilgileri inceleyip, anlayıp kabullenebilen yeterince olmadı kanısındayım.  Bunları, gelecek kuşakların belleğinde doğru konumlanması için söyleşi aracılığıyla belirtmem gerektiğini düşündüm. 

Uzatmadan kendimle söyleşi amacının en duru anlatımı şudur: Geleceğin belleğinde doğru konumlanmak.

Ben kimim ki kendi kendimle söyleşi yapıyorum?

Adımın ve kim olduğumun bir önemi var mı? Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın kurucusu, yöneticisi ve yayımcısıyım. Birkaç şiir kitabım birkaç da deneme kitabım var. Ben adıma, yaptıklarıma ya da bulunduğum ortama hiç takılmadım. Kendime ilişkin sorun yaşamadım. Çünkü evren ve toplam yaşamı düşündüğümüzde bir nokta kadar bile değiliz; bunun bilincindeyim. Nasıl ve ne yapabilirim ki insanlığa bir yararım dokunur, gelecekte de anımsanacak bir değer yaratabilirim, sorusuyla yaşadım bunca yıl. Bilinmesini ve yazılı kaynak olarak kalmasını istediğim birkaç konu var ki o da, Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın edebiyat tarihine doğru geçirilmesidir. İkincisi ise sanatla ilgili bazı önerilerim ve kuram saptamalarım oldu. Bunların, araştırma konusu olarak geleceğe aktarılmasıdır. Ayrıca bugüne kadar aldığım eğitim ve kişisel çabalarım, yeterince birikim sağlayıp ürüne dönüşmüşse neden gelecek kuşaklara aktarmayayım? Tüm bunlar bireysel bir çabadır ve sorumluluk duygusundan kaynaklanıyor olmalıdır. 

Günlük cerideler ve resmi kayıtlar olmasına karşın bu ülkenin kurtuluş mücadelesi bile çarpıtılabiliyorsa, birtakım kitlelerin belleğinde başka biçimde yer alabiliyorsa, oturup yazdığımız her metnin gelecekte alacağı değeri hesaplamak zorundayız. Çağdaş insanın ortak tutumunun böyle olması gerektiğini düşünüyorum. İşte bu yüzden ortaya konan bilginin ilk ağızdan aktarılması için kendimle söyleşi yapma gereği duyuyorum.

Şiir Sarnıcı’nın doğuşuyla ilgili düşüncelerimi biraz olsun açalım mı?

Sancısız, basit, tek kişilik bir düşüncenin doğumdur Şiir Sarnıcı (e-dergi). WEB tasarımı üzerinde çalışırken tasarladığım sayfalara bir şeyler yazma gereği duydum. Önce sanat sitesi olarak tasarlamaya çalıştım, daha sonra blok sayfasına yöneldim.  Ah bir bilseniz, bilgisunar (internet) bu konuda ne çok olanaklara sahip; özellikle yayımcılar için. “Bilgisunar ortamında önemli olan WEB sayfası hazırlamak değil, sayfanın içeriğidir” derdi tasarım hocam. Bunun yanında aklımda okunabilirliği, güvenirliği ve tarafsızlığı yüksek bir yazın dergisinin düşü hep vardı. Küçük bir araştırmadan sonra, tek başıma yürütebileceğim bir iş gibi geldi. Sayısal teknoloji olanaklarının sonuna kadar kullanılabileceği, emek dışında maliyeti olmayan, maliyeti olmayınca da popülist tutumun bertaraf edilebileceği bir yayın ortamı oluşturmak istedim. Şiir Sarnıcı’nı ilk olarak, 30 Kasım 2019 tarihinde aylık olarak blokta, arkasından PDF dosya olarak yayımladım. 01 Ocak 2020 tarihinden itibaren de, üç aylık süreli yayına dönüştürdüm. Ocak, Nisan, Temmuz, Ekim aylarında yılda dört sayı olarak yayımlanmaktadır. Nisan 2021’de, Milli Kütüphane Elektronik Yayın Derleme Sistemine kayıt yaptırarak derginin ISSN (2757-8682) numarasını aldım. Yani derginin künyesi resmiyet kazanmış oldu. Her sayı Milli Kütüphane arşivine kaydedilip onaylanmaktadır. Ayrıca burada şunu belirtmeliyim: Yıllarca yöneticilik yaptım; yani insanla birebir uğraştım. İnsanı çalıştırmanın, işleri düşündüğün/tasarladığın biçimde yürütmenin zorluğunu bilirim. Bu yüzden, teknik ve deneyimsel bilgi dışında, insanın/insanların söz hakkı ve karışmasına olanak tanımayan bir yayın sistemi oluşturdum. Dergi güvenirliğinin ve niteliğinin yüksek olması için, temsilcilikler ve yetkin kalemlerden yayın kurulu oluşturdum. Derginin genel durumu için yön gösteren ve yorumlarını bizden kıskanmayan, yayın kurulumuzun en kıdemli üyesi Hidayet Karakuş’a teşekkür ederim. Bu arada temsilcilerimize ve yayın kurulu üyelerimiz; Dizdar Karaduman, Seval Arslan, Nilüfer Açılan yıldız, Selami Karabulut, Özge Sönmez, Elif Burcu Özkan’a teşekkür ederim. Özellikle yayımlanacak şiirleri, oldukça ince eleyip sık dokuyorlar. Bu konuda Özge Sönmez ve Elif Burcu Özkan’a ayrıca teşekkür etmeliyim.

Aslında sanatın herhangi bir dalıyla uğraşan her insanın zevkle çalışabileceği bir iş dergicilik… Yazınımızda dergicilik, her aklına esenin yapabileceği bir uğraş gibi duruyor.  Bu konuda ders almak istedim; kaynak araştırması da yaptım ama dergiciliğin süreciyle ilgili doyurucu şeyler bulamadım. Çoğu alanda olduğu gibi dergicilikte de güvenilir,  üzerinde çalışılmış, deneyimlerin ders niteliğinde toplanmış bir kaydına ulaşamadım. 

Dergi yayımlamak fazlaca emek gerektiren bir uğraş;  motive edici ögeler ön sıradadır. Basit bir yorum, yararlı olduğuna ilişkin küçük bir tebessüm bile itici güç oluşturmaktadır. Bizim şair-yazarlarımızın dünyası öyle sanıldığı gibi sıradan bir dünya değildir. Bırakın güzel çalışmaların bir ucundan tutmayı, daha doğmadan nasıl öldürebilirim düşüncesi daha coşkundur. Çağımızın ve ülkemiz insanının genel bir tutumudur deyip geçelim. Türkçenin akraba dillerini konuşan çoğu ülkede artık okunuyor dergimiz. Derginin ilk sayılarıyla temsilcilerimiz, arkasından yayın kurulumuz oluştu ve bugün yirmi dördüncü sayıya geldik. Tabii ki düşüncesi, görüşü ve deneyimini benimle paylaşıp yol gösteren, destek veren yazar-şairlerimiz oldu. Bu söyleşi aracılığıyla Şiir Sarnıcı’na düşünce bazında bile olsa emeği geçen herkese teşekkür ederim. Biliyoruz ki yazın dergileri, imece yöntemiyle çıkarılır. Sanatçılarımızın katkısı olmazsa yürütülemez.

Su, yaşamın kendidir. Onu gelecek için biriktirmek ve daha kullanılabilir halde tutmak için sarnıçlar kullanılırdı; özellikle yağmur sularının boşa akıp gitmesini önlemeye yönelik. Yaşamın en önemli kaynağını biriktiriyorsunuz. Şiir, dahası sanat da yaşamın bir yüzüdür ve bir yerlerde biriktirilmelidir. İşte yaşamın içinden doğagelen değerlerin bir yerlerde toplanıp, biriktirilip gelecek için saklanması düşüncesinden çıkmıştır Şiir Sarnıcı ismi. Derginin ismine Şiir Sarnıcı demiş olmam, onun salt şiir dergisi olduğu anlamına gelmez. Şiir, çoğu sanat dalının ögelerini içinde barındırır. Sanat yerine şiir dememdeki kasıt budur. Çıkış bildirisinde de yer aldığı gibi Şiir Sarnıcı, sanat ve yazın dergisidir.

Dergiye bunca emek veriyorum; bunca emek ve buna katlanma kararlılığı nereden geliyor?

Aslında derginin ortaya çıkışından bugüne kadar yazın dünyasından beklediğim desteği aldım diyemem. Örneğin gönderdiği şiir ya da metin, dergide yer almayınca hemen bu ortamı terk eden çok yazar ve okurumuz oldu. Dergiye gönderilen şiir ya da metni yayımlamama gerekçemi ilettiğimde aşırı derecede tepkiler aldım. Bunlar dergiyi sürdürme kararlılığıma etkisi olmaz elbet. Ancak şunu açıkça kendimize fısıldamalıyız; ister şiir yazalım ister deneme ister öykü, yazının hangi dalı olursa olsun, olması gerektiği gibi işimizi yapmadığımıza tanık oldum. Yapmış gibi görünenlerin çoğu da, iç yüzüne baktığımızda doyurucu, olması gereken çıtayı aşan şeyler ortaya koymadığını gördüm. Amacım eleştiri değil elbet, kendimizi tanımak zorundayız; tanıyormuş gibi yapmadan… Denemelerimde çok kez dile getirmeye çalışmışımdır: İşin aslının değil, magazinsel bilginin ve yalandan övgünün kahramanlarıyız çoğunluk olarak. Bu yüzden gerçek bilgi, alışkanlıkları yıktığı için dokuz köyden kovulur durumda…

Şiir Sarnıcı’na verilen bunca emeğin altında yatan ana neden; tarafsız, nitelikli, magazinsel bilgi yerine sanatsal bilginin öne çıkarılmasına yönelik bir edebiyat harmanı oluşturma isteğidir. Bunu başarabilir ve sürdürebilir miyim? Gerçekten emin değilim. Öyle metin ve şiirler geliyor ki şaşırmamak elde değil. Öyle denemeler, öyle kitaplar, öyle çeviriler, öyle dergiler okudum ki bunlar için neden sayfa harcanmış diye sormadan edemedim çoğu zaman. Bunlar, okurlarımı karamsarlığa itmesin isterim. Her şeye karşın sanat ve onun alt dalı olan edebiyat, ülkemizde gelişiyor ve dönüşüyor. Küllerinden yeniden doğan toplumların sanatı da edebiyatı da bu evrimi yaşamak zorundadır. Çok iyi yapıt ve metinler var elbet edebiyatımızda; ne var ki evrensel boyuta ulaşacak yapıtımız yeterince olmadığı kanısındayım; benim açgözlülüğümden kaynaklanan bir değerlendirme de olabilir tabii.

Şiir Sarnıcı’nın hedefi nedir?

Büyünce adam olup dünyayı değiştirmek değil tabii ki. Derginin çıkış bildirisinde: “Uluslararası düzeyde nitelikli bir yazın dergisi olmak ve sanatçılarımızın yapıtlarını ülkemiz ve bütün dünyaya duyurabilmektir. Yeni ve farkındalıklı bir sanat/şiir dünyasının önündeki sorunları görünür kılmaktır. Özellikle, tozlanmış bilgilerden, genellemelerden, yalan yanlış söylemlerden, hiçbir mantığa dayanmayan genel geçer kabullerden biraz olsun arındırmaktır Türk şiirini… Etik bir yazın/şiir dünyasının düzlemini hazırlamak ve estetik değer algısını, daha somut şeylerle törpülemektir.” diye bir hedef belirlemiştim. Ayrıca hakemli dergi düzeyine gelebilmekti kafamda tasarladığım. Ancak hakemli dergi olma tasarısı, ülkemiz sanat anlayışında çok olası görünmüyor. Dil sanatları, daha doğrusu edebiyatın her dalı, usta çırak biçiminde yön bulduğu için bu işin; felsefesi, estetiği, çözümü ve ölçümüyle çok az kişi uğraşmaktadır. Bir kere sanatta çözüm ve ölçümü, belli bir düzeye çıkarmadan yapılacak her şey havada kalır. Bugün bile, yapılmışın tekrarı ya da irdelemesi olan çalışmasını hakemli dergide yayımlattım, diye ortalarda dolaşan akademisyenler olduğuna göre, hakemli dergi aşamasına daha çok yolumuz var kanısındayım. Nasıl bu kanıya vardım, onu da açayım. Bugüne kadar hakemli dergilerde, uluslararası dergilerde yayımlananlardan, sanat fakültelerinin seminer bildirilerinden ya da çalışmalarından Türk sanatı için ortaya çıkarılmış yeni bir şey, keşif ya da kuram saptandığını gösterin, ben de inanayım. Açık çağrı yapıyorum; sanatla ilgili yeni bir şeyler saptandığını bilenler bizleri aydınlatsınlar; sözlerimi geri almaya hazırım. Sanat fakültelerinde bu işlerle uğraşan çok sayıda akademik personel var; ortalarda dünya sanat alanında kaynak gösterilecek kaç yapıtları vardır sizce? Şapkamızı önümüze koyup sağduyu çerçevesinde düşünmek zorundayız. Bana göre en önemli soru da şu olmalıdır: Biz bu işin neresinde ne kadarız?  Bulunduğu yeri bilmeyenin gideceği yerde bezi olmaz… 

Aslında Şiir Sarnıcı’nın çıkış gerekçelerinden biri, dünya yazar/şairlerini bir platformda buluşturup tartıştırmak ve birbirleriyle sağlıklı, sanatsal içerikli iletişim kurulmasına ön ayak olmaktı. Zaman zaman ülkemiz yazar/şairlerini dergi aracılığıyla tartışma zeminine çekmeye çalıştım. Ne yazık ki ülkemiz edebiyatçıları; tartışmaktan, eleştirilmekten, karşı düşünceden öyle korkuyorlar ki bu nasıl kırılır, bilemiyorum. Görüşüne, sanat hakkındaki bilgisine, küçük bir eleştiri getirdiğinizde dünyanın en kötü ve en ukala insanı oluveriyorsunuz. İletişimi anında kesiyorlar. Eleştirilmek, bir sanatçı için bulunmaz bir değerdir; tabii anlayana… Elbette Şiir Sarnıcı, zamanla kendi kurumsal kültürünü oluşturacak ve herkesin etrafında yer almak isteyeceği bir konuma gelecektir. Bu konuda ümitliyim. Çünkü doğru bilgi, dokuz köyden kovulsa da o, gelecekte bu harmanda mutlaka başköşeye oturur.  

Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın, Temmuz 2025’te 25. Sayısı yayımlanacak. Derginin yayın ortamı, okunma durumu, beğeni durumu nedir?

Elimden geldiğince renkli, tarafsız ve güvenilir bir dergi yayın ortamı oluşturmaya çalışıyorum. Ne var ki dergicilikte nitelikli yayın ortamı oluşturmak önemli değil; ne kadar popülist davrandığın, birilerinin nazını ne kadar çektiğinle ilgilidir. Şair ya da yazarın ününe değil, ortaya koyduğu ürüne baktığımdan biraz zorlanıyorum. “Söyleyecek sözü olan, yapıtını okurla paylaşmak isteyen şiir/metin/yorumuyla katkısını yapar.” İlkemiz gereği, bazı özel konular dışında yazarlardan yazı ya da şiir istemiyorum. 25. Sayıya gelmemize karşın, halkın gözünde yer edinmiş pek çok adı bilinen şairimiz, bir şiiriyle ya da yorumuyla katkı yapmamıştır. “Ne kadar ekmek o kadar köfte” mantığı her alanda geçerli olduğu gibi bu sofrada daha yoğundur. İyi şeylerin ucundan tutmak yerine nasıl öldürürüm coşkusu, fazlasıyla pirim yapan sanat endüstri gerecidir. Yani görmezden gelmek, en ağır yaptırımdır. Ayrıca yeni bir şeyler ortaya çıktığında o şey, kanaat önderlerinin kucağına sığmıyorsa uzun süre sıkıntı yaşamak kaçınılmazdır. İyi ki Şiir Sarnıcı’nın ekonomik ve birilerine bağımlı kalmak gibi bir kaygısı yoktur. Burada başka bir sıkıntının olduğunu da anlıyorum. Şiir Sarnıcı’nın yönünü, düşüncesini anlayıp bir dizgeye henüz oturtamadı çoğu dostumuz. Magazinsel prestij kaybı korkusundan dolayı uzak duranlar çoğunlukta... Biliyorsunuz ki yazınımızda asıl olan edebi yetkinlik değildir; birilerinin tarafındaysan ve yardakçılığın güçlüyse etrafında o yolun yolcuları hemen toplanır. Buna da dik duruş gibi bir öykü uydurulur. Şiir Sarnıcı, yazın ve sanat dergisidir. Üstünlük öykülerine, ayrılmışlık, bölünmüşlük ve aidiyeti ödünç kişiliklere kulak asmaz. Açık bir söylemle, Şiir Sarnıcı yapay öykülerin içerisinde olmamak üzere yola çıkmıştır. Dergide aradığım ölçüt, güvenirlik; yayımlanan metinlerde aradığım ölçüt ise yapıtın estetik değeri ya da sanat değeridir. Çoğu okurumuz soracak; sanat değeri ya da estetik değer, iyi de bu göreceli bir şey nasıl böyle bir ölçüt koyuyorsun? Evrende ölçülemeyecek hiçbir şey yoktur; yeter ki ölçü aygıtınız ve ölçü biriminiz uygun olsun. İşte ben, bu aygıtı ve ölçü birimini oluşturmaya çalışan bir yazın yolcusuyum. 

Derginin okunma durumu hakkında net bir şey söyleyemem ama tıklanma oranı Türkiye’de yayınlanan edebiyat dergilerinden en az on kat fazladır. Ayrıca salt ülkemizde değil, tüm dünya ülkelerinden tıklanıyor… Bunların ne kadarı okunuyor ya da tıklanıp geçiliyor bilemem. Ayrıca dergi 104 dile çevrilebiliyor. Ne var ki ne kadar çevrilip okunduğunu izleyemiyorum. Bunun dışında derginin PDF dosyası sosyal medya hesaplarımdan ücretsiz indirilebilir. Sosyal medyada yazın dostlarının olduğu gruplara PDF dosyasını yüklüyorum. Yazar-çizer-şair çevresinin pek çoğuna dergi ulaşıyor; ne var ki birkaç teşekkürden başka sessiz bir kabullenişin boşluğunda kayboluyorum. Görmezden gelmenin dayanılmaz hoşluğu deyip geçelim. Sayısal teknoloji ve sayısal dergiye uzak duran oldukça fazla şair-yazar var hâlâ. Okunma oranında, biraz da sayısal teknolojiye uzak durmanın etkisi var görünüyor. Başka bir şey daha var ki ben burada bunu dillendirmek istemiyorum.

Beğeni durumunu sormuştum kendime… Bunu ben de bilmiyorum. Tıklanma oranı yüksek ama yorum sayısı oldukça düşüktür. Bugüne kadar ki deneyimimden biraz da sanat çözümlemesi ve ölçümü bilgime dayanarak şöyle diyebilirim: İyi iş yapıyoruz ekip olarak ve bir asır sonra bile dergimiz isteyen okura ulaşacak biçimde sayısal teknolojide kayıtlıdır. Biz ticari bir dergi olmadığımız için beğeni değildir asıl olan, beğeni değeri olan yapıtlarla yol almaktır. Edebiyat tarih kütüğüne çakılacak çivinin kalıcılığıdır.

Dergide yayımlanacak şiir, metin ve görselleri neye göre seçiyorum?

Doğrusunu söylemek gerekirse çok fazla seçeneğim olmuyor. Yüzlerce yazı ya da şiir gönderilmiyor dergiye. Gelen metin ya da şiirlerin büyük çoğunluğu daha ilk bölümce/biriminde dergide yayımlanıp yayımlanması gerektiği anlaşılıyor. Bilgisayar yazı programlarını kullanım eksikliğinden olacak ki çoğu metin, fazlaca düzeltme istiyor. Sanat/şiir çözümlemesine yönelik oldukça ayrıntılı çalışmalarım var. Sanat çözümleme tekniğine egemen olan bir kişi, neyin şiir neyin şiir olmadığını, hangi yazının gerçekle veya alanıyla çelişip çelişmediğini, daha ilk bakışta anlar. Tabii ki ben her metne ve şiire, ayrıntılı bakıyorum, düşünce geçerliliği ve estetik değeri konusunda az çok bir sonuca varabiliyorum. O zaman, biraz da olsa şiir değeri ya da metnin düşünce değeri varsa yayın kuruluna yayımlanması için öneriyorum. Çıkış bildirimizde “Dilsel şiddet içeren, ideolojik ve dinsel dayatmaya yol açan, propaganda, dinsel tebliğ ve misyonerlik amaçlı, bağıran, çağıran, hakaret eden ve kişiyi hedef alarak yazınsal eleştiri mantığını aşan metinler, sanat anlayışımıza sığmaz” diye belirttim. Bu, önemli bir ölçüttür benim için. Bu tümce, başta göreceli gibi anlaşılabilir ama son derece işe yarıyor ve somut çözümlere ulaştırıyor beni. Bu ölçütlere uymaya çalıştığım zaman estetik değer olgusu öne çıkıyor. Yayımlanacak metinleri, yazım ve noktalama açısından inceleyip, varsa sıkıntıları düzeltip yayın kuruluna gönderiyorum. Yayın kurulundan bir üye bile “Bu yazı dergide yer almamalı” diyorsa o metni yayımlamıyorum.

Dergide sanat felsefesine yönelik nitelikli yazılar yayımlamak istiyorum. Ne var ki bu konuda çok az yazı geliyor. Dahası, genellemelere boğulmuş bir şiir düşünce dünyamız var. Her birey en iyisini yazdığını sanıyor, ne var ki gönderilen yazılara veya şiirlere baktığımda dergiyi dolduracak nitelikli metin zor buluyorum. Yapıtın organlarından hücre bileşenlerine kadar her ayrıntıyı çözümlemeden sanat üretmeye yönelmiş bir anlayış bu. Başka bir söylemle, şiirin organlarını,  organların içeriğini çözümlemeden şiir nasıl yazılır diye sayısız kitap ve ders notu dolaşıyor ortalarda. Önce şiirin organları, hücre bileşenleri çözülür ondan sonra şiirin nasıl yazılacağına geçilir. Eğer öyle olmazsa öykünmeden öte geçilemez. Bu ortamda alışılmış bir tutumumuz var; “Üzüm üzüme bakarak kararır.” İşte bu sanatın hiçbir dalında geçerli bir yöntem değildir. Özgünlük ilkesine aykırıdır.

Şiir Sarnıcı’nın yayımcısı olarak, emek dışında maliyet gerektiren bir durum olmadığından popülist söylemlere gerek duymuyorum. Derginin çok okuru olmuş olmamış ya da dergi yayın yaşamını sürdürmüş sürdürememiş çok bir önemi yok. Nitelikli, tarafsız, sanat etiği çerçevesinde, ağırbaşlı, sanatsal ve yazınsal bir harman oluşturmaktır amacım. Bu yüzden bazı konuları açıkça konuşup kendi düzeyimizin resmini gerçekçi bir şekilde çizmeliyiz. Öyküyü, ben en iyisini yaparım gazelini, bir yana bırakıp konuya biraz bilimsel normlarla bakmanın zamanı gelmiştir, çağımız gereği… Güzel Sanat ve Edebiyat Fakültelerindeki akademisyenlerimiz alınmasınlar. Hazırlıkları ne aşamada bilmiyorum ama az çok tahmin edebiliyorum. Sanat ve edebiyat tarihçiliğinden sıyrılıp çağın sanata yükleyeceği değişkenlere hazırlık yapmak gerekir, diye düşünüyorum. Bu tümceden okurlarım ne anlar bilemem. Öyle bir çağ geliyor ki henüz düşlerimize sığmayacak kadar karmaşık. Sanatın ilkelerini tam ortasından yarıp yere serecek biçimde…     

Dergi okurlarından geri bildirim alıyor muyum?

Şiir Sarnıcı’nın sıkı okurları var. Zaman zaman not, yorum veya mektup gönderiyorlar. Ancak ben yapım gereği övgü içerikli mektup, yazı, not gibi iletileri yayımlamıyorum. Zahmet edip geri bildirimde bulunan okurlar, lütfen alınmasınlar; eleştiri olmadığı sürece övgü türündeki iletiler, okurla aramda özel bir iletişimdir. Eleştiri olursa hem bana hem okura bir bakış açısı sunacağı için onlara dergide yer veririm. Çoğu şair/yazar dostlarımız, her nasıl olursa olsun gönderdiği ürün yayımlanacak gözüyle bakıyorlar, yayımlanmayınca da sitem ediyorlar ya da dergiyi izlemeyi bırakıyorlar. Her yayın kuruluşu gibi Şiir Sarnıcı’nın da dikkate aldığı ölçütler var ve çıtayı geçmeyen metinler yer almamalı dergide. Doğrusu, geri bildirimlerin büyük bir çoğunluğu neden şiirinin/metninin yayımlanmadığına dairdir.

Söyleşinin en önemli sorusunu soruyorum şimdi kendime. Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın geleceği konusunda ne düşünüyorum?

Beklenti, umuttur. Ucunda görünen bazı veriler vardır ki beklenti oluşmuştur. Bu nedenle diyorum ki derginin yayın yaşamını sürdürememesi ya da durdurması için üç olasılık vardır: Birincisi, hukuki veya resmi bir zorlamayla yayın yaşamının sona erdirilmesi ki ben bu olasılığı az görüyorum. Düşünce suçundan dolayı dergi kapatmak her anlayışa kısmet olmayacak kadar uç bir konudur. Bundan sonra öyle bir anlayışın baskın olamayacağı bir ortama doğru gidiyoruz. Çünkü bu konuda genç kuşaklara güveniyorum; saçmalamayacak kadar ayakları yere basan bir kuşak yolda, bunu görüyorum.

İkincisi, bu dergi, ben emek vermek istediğim sürece yayın yaşamını sürdürebilir. Çünkü çoksesli olmak isteği olsa da tek ses olarak da yoluna devam edecek birikime sahiptir. Yani tek kişi olarak bile bu dergiyi sürdürme gücüne ve birikimine sahip olduğumu söylüyorum. Ayrıca, ekonomik kaygısı, okur sayısı, sürdürümcü sayısı gibi sorunu yoktur. Tek kaygısı estetik değer üretebilmesi ve okurun güvenini kazanacak işlerin altına imza atabilmesidir. Yayımcı olarak emek vermeyi göze aldığım sürece bu dergi yayın yaşamını sürdürebilir.

Üçüncüsü ise daha farklı bir boyuttur. Şiir Sarnıcı, hedeflediği konuları gerçekleştiremeyip atıl kaldığını duyumsadığında yayım yaşamını kendiliğinden durdurabilir. Yani ötenazi yapabilme hakkı saklıdır. Ancak şunu biliyorum ve gözlüyorum. Bir derginin hak ettiği yere gelebilmesi için en az yirmi yıl yayım yaşamını sürdürmesi gerekir. Çünkü çağdaşım olan şair ve yazarlar, derginin ucundan tutma konusunda çok nazlı davranıyorlar. Derginin nostalji değeri oluşuncaya kadar uzunca bir zaman gereklidir. Bu demek ki yeni bir şair-yazar kuşağının egemenliği… Bu süre için fırsat olur mu bilmem ama ben bu dergiyi tek başıma da olsa yıllarca sürdürebilecek olanağa sahip olduğumu okurlarıma bir kez daha anımsatmak isterim.

Ben emek vermek istemediğimde ya da benden sonra dergiyi sürdürebilecek kişiyi/kişileri hazırlamam gerekir. Bu konuda kafamda bazı tasarılar var ama kendime bile söylemek istemiyorum şu anda…  Süreklilik esastır. Yani, benden sonra bu dergiyi sürdürecek birilerini yetiştirmek, benim diğer bir sorumluluğum olduğunu biliyorum.

Söyleşiyi çok uzattım. Biraz da diğer çalışmalarımdan söz etsem nasıl olur? “ Örneğin Şiir Çözümleme Tekniği”ni konuşalım. 

Söyleşi uzun olsun, zaman alsın ama ortaya çıkarılmış yeni bilgi yitip gitmesin. Bu söyleşi, tarihi bir belge olacağı için merak edenler okuyabilir, tersi durumda arşivde yıllarca araştırmacılarını bekleyebilir. Araştıran olmazsa da ceninde uykusunu sürdürür. Birileri uyandıracaktır mutlaka onu güzellik uykusundan, eminim. Çünkü sanata/şiire yönelik ortaya koymaya çalıştığım şeyler, bugüne dek söylenmiş konular değildir. Birincisi, yapıtın iç ve dış organları dâhil hücre ile DNA’sını çözmeye yöneliktir. Öyle olunca yapıt nasıl üretilirden nasıl okunura, izleyicide yarattığı etkiden gelecekte alacağı anlamsal değere kadar ister istemez bir süreci kapsar… Örneğin yazınımızda çoğu şiir yazıları, şiir nedir ve nasıl yazılıra yöneliktir. Oysa şiirin DNA’sını ve her organın birbiriyle olan ilişkisini çözümlemeden şiir nedir ve nasıl yazılır sorusuna verilecek yanıtlar havada kalır. İşte ben yapıtı oluşturan ögelerde ve ögelerin birlikteliğinde var olan etkileşimi ve onun yarattığı estetik değeri çözmeye çalışıyorum. Bu az bir şey değil. Prof. Dr. İsmail Tunalı’nın, “Sanat eserini ontik bir bütün ve integral bir varlık olarak kavramak.[32]” sözü böyle yapmamızı gerektiriyor. Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği, bu düşünceden yola çıkarak oluşmuş bir sistemdir. Burada ayrıntılarını vermeyeceğim. Bunları kitaplarımda bulabilirsiniz.

Şiir Çözümleme Tekniği, sanat yapıtının ontik bütünlüğü ve integral yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme tekniğidir.  Ayrıca şiir eğitimi ve öğretimi yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir. Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.

Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği, üzerinde çalışılması gereken bir konudur. Her sanat türü için kullanılabilecek dinamik bir süreci ve ayrıntıları barındırır. Örneğin bu tekniğin sürecini incelerken iki ayrı kurama ulaştım. Öyle sanıyorum ki burada daha başka kuramlar da saptanabilir. Şimdilik benim görüş açım ve yetkinliğim bu kadardır. Daha ötesini görebilen gözler mutlaka olacak ve o saklı kuramları bulup çıkaracaklardır. Sanatın çözümü ve ölçümü için daha nesnel sonuçlar elde edilecektir, umarım.

Bu konuda söylemem gereken özel bir konu vardır: Sanat/şiir Çözümleme Tekniği, adından da anlaşılacağı gibi bir tekniktir. Bunun sınırlayıcı bir bağlamı olamaz. Teknik, bilginin mevcut bilince göre en kullanılabilir şeklidir. Bu yüzden bu tekniği, sınırlayıcı ya da kuralcı bir mantık açısından görmeyiniz. Var olan bilginin en kullanılabilir biçimini önünüze koyacak bir dinamizme ve esnekliğe sahiptir. Akademisyenin, sanatseverin ve okurun bakış açısını ve yaklaşımını az çok kestirebildiğim için özellikle belirtmek istedim. Çünkü bu teknik, salt çözümleme tekniği değildir; aynı zamanda şiiri anlama ve öğrenme yöntemidir.

Kuram nedir? Kuram saptadığımı söylüyorum, bunlar nedir ve işlevlerini nasıl tanımlıyorum? Rastlantısal anlam kuramını anlatsam mı?

Öncelikle şunu belirtmeliyim: “Kuramsal bilgiyle iyi şiir yazılamaz” efsanesiyle yetişmiş bir şiir yolcusuna; kuramdan, kuram saptamış olmaktan, ya da kuramsal bilgiden söz etmenin etkili bir durum olmadığının farkındayım. Ne var ki kuramsal bilgi, herhangi bir sanat dalının hamuru ve çamurudur. Elinizde hamur yeterince değilse ya da kıvamlı değilse ne yaparsanız yapın öykünme aşamasından özgünlüğe geçemezsiniz.

Konumuz edebiyata dönelim. Edebiyatla ilgili kuramı nasıl tanımlamalıyız? Örneğin yerçekimi yasası gibi var olan; soyut yaşanan ancak nicel değişkeni ve etkeni daha fazla olan; bilimsel verilerle bizim saptadığımız genellenebilir, gözlenebilir, denenebilir ve doğrulanabilir sonuçlara yönelen olgu ve süreçlerdir. Yani olay/olgu ilişkilerinde zaten var olan ve yaşanan, benzer her etkinin özdeş sonuçlara yöneldiği, gözlenebilir çıktılara neden olan ilkeler bütünüdür. Daha kısa anlatımla, herhangi bir etkinin benzer sonuçlar verdiği ilkeler bütünüdür. Bu açıklamadan sonra, Rastlantısal Anlam kuramından söz edeceğim. Ancak bazı aşamaları açayım ki anlaşılması kolay olsun.

Sanat/Şiir Çözümleme Tekniğini araştırırken, özellikle yapıttaki anlam katmanını ayrıntılı ve alabileceği tüm değişkenleri düşünerek incelemek zorunda kaldım. Anlam tek başına bir katman değil elbet, onun türev katmanları vardır: Örneğin çağrışım ve coşum katmanları gibi… Neden türev katman diyorum? Çağrışım ve coşum katmanı, anlam katmanının derinliğiyle doğrudan ilgilidir. Yapıttaki anlam, insan üzerinde çağrışım, coşum etkisi ve estetik tavır yaratacağı için anlam katmanını aşamalara ayırmak zorunda kaldım. Bunlardan ilki gerçek anlam tabakasıdır. Anlambilimin incelediği tüm olası söz tekniklerini (değişmece, değinmece, benzetme, aktarma anlam gibi) bu tabakada ele aldım. Yapıtın görünen ve ulaşılan anlamını tanımlayan tüm değişkenleri bir çıta altında toplayınca sorun çözülmüyor. Çünkü yapıtın sanat değerini arıyorum. Estetik değer yaratan varlıkları arıyorum. Yapıtın anlamsal değerinin insan üzerindeki etkisini arıyorum. Bir anlamda yapıtla insan arasındaki ilişkiyi çözmeye çalışıyorum. Bu ilişki, bilindiği gibi estetik biliminin temel konusudur. İşi daha estetik bilimine vardırmadan başka bir şeylerin olması gerekir. İşte burada insan bilimleri ve beynimizin çalışma sistemi devreye giriyor. Gerçek anlamdan sonra bir anlam tabakası daha olmalı. Ben buna, rastlantısal anlam tabakası, dedim.  Bu tabaka da yeterli değil; yapıtın estetik değerine ulaşmak için bir tabaka daha ele alınmalı; o da üst anlam tabakası. Bu bölümcede konumuz Rastlantısal Anlam Kuramı olduğundan konuyu daha fazla dağıtmayayım.

Okuduğunuz bir şiir, öykü, roman ya da izlediğiniz bir tablo karşısında okur, gerçek anlamın etkisiyle, uyarılarıyla, anımsatmasıyla belleğindeki bilgi, görüntü ve yaşamsal izler ile halen yaşamakta olduğu düş ve gerçekler toplamından gerçek anlamın dışında bir takım ilgili ilgisiz olay ve olgular içinde düşsel yaşantıya girer. Birincisi, işte burada ana konudan bağımsız düşsel anlama ben “Rastlantısal Anlam” dedim. Gerçeküstücülükte açıklanan ve bizim ileri gelenlerimizin ezber ettiği rastlantısal anlam bilgisinden sıyrılmak gerektiğini anımsatmak isterim. Burada söz ettiğim durum farklıdır.

Rastlantısal anlamı incelediğimizde, yapıtla okur karşı karşıya geldiğinde mutlak oluşan ve yaşanan, belleğindeki izlere göre şekil alan genellenebilir, izlenebilir ve denenebilir bir durum ortaya çıkıyor. İşte bu da Rastlantısal Anlam Kuramının varlığını açıklar. Tabii ki üzerinde çalışılmalı, farklı değişkenler ve farklı disiplinler altında incelenip sonuca gidilmelidir. Kuram oldu da ne oldu yani, diyebilirsiniz. Birincisi, yapıtın sanat değerini belirlemek için önemli bir ölçüttür. İkincisi ise yapıtı üretirken yapıta giydirilecek elbise ile makyaj gereçlerini seçmek için aydınlatıcı pencere açar. Yani yapıtta doğurmak istediğiniz anlamı uyarıcı ögeleri bulup koymanız için bir ışık olur. Üçüncüsü, bir yapıtın geçmişteki anlamsal alanı ile gelecekte alacağı anlamsal değeri tanımlamaya çalışır. Ayrıca,  bugün saptayamadığımız daha pek çok işlevinin olduğunu da dikkate almamız gerekir.

Rastlantısal anlam kuramında ikinci bir konu var ki bu üzerinde çok durulan bir durum değildir. Yapıtın gelecekte anlamsal genişlemesi veya anlamın dönüşmesi olağan bir durumdur. Bunu çoğu eleştirmenimiz ya da sanatçımız önemsiz gibi görür. Ne var ki yapıtın kalıcılığı ve geleceğe açılan penceresi, rastlantısal anlamın ne kadar geniş bir çağrışım yelpazesine sahip olduğuyla ilgilidir. Zamanla insan algısında ve yargısında değişimler olacağı, olay ve kavramlar anlam ve şekil değiştirebileceği için,  gelecekte yapıtınızın anlam genişlemesi veya dönüşümü olasılığı yüksektir. İşte bu genişleme ya da dönüşüm, Rastlantısal anlam kuramıyla açıklanabilecek bir durumdur. Örneğin bugün yazılan bir şiirinizde anlatmak istediğiniz durum,  gelecekte olacak bir olayla birlikte daha vurucu bir değere, daha estetik değer yaratacak duruma dönüşebilir ya da tam tersi olabilir. Şu açıdan önemlidir bu: Şair, şiirini yazarken gelecekte olabilecek olayları öngörüp ona göre şiirini kurgular. Diğer sanat dalları için de geçerli bir durumdur. Bu bilinçüstü yetenek, çoğu sanatçıda az ya da çok vardır. Ayrıca şiirin kalıcılığıyla ilgili bir yargıya varırken,  eleştirirken veya çözümlerken şair, gelecekte olabilecek olası olayları öngörüp ona göre kurgulamış mıdır şiirini? Bu konu, sıradan gibi durmasına karşın beş yüz yıl önce yazılmış şiirleri bugün çözümlemeye çalıştığımızda karşımıza önemli bir ölçüt olarak çıkacaktır.

Özetlersem: Okurun/alıcının; algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden/yapıttan ulaşacağı uzak anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye, “rastlantısal anlam” diyorum.  

İkinci bir kuramdan söz ettim kitaplarımda: Çağrışımsal İmgelem Kuramı. Bunu biraz açmalıyım ki anlaşılma güçlüğü yaşanmasın.

Aslında bu kuramın, yapıtın estetik değerini belirlemede önemli bir ölçüt olacağını başlangıçta düşünememiştim. Uygulama sonuçlarına baktığımda bir yapıtın sanat değeri hakkında karar vermek için önemli bir nesnel ölçüt olarak karşımıza çıkıyor. Bunu nasıl açıklayabilirim? Zor bir soru ve yanıtı oldukça karmaşık. Bazı konularla paralellik gösteriyor. Bu da, yanılma payını yükseltiyor.

İmgelemi düşten ayıran şey, bir yapıtın uyaranlarıyla ulaşılan düş durumu olmasıdır. Düş ise dış etkiden tamamen bağımsızdır; herhangi bir etki/uyaran gerektirmez. İkincisi, yapıttın anlamıyla yapıttan doğan imgelemin arasındaki ayrımı yapmamız gerek. Yapıtın anlamı belli sınırlar içerisindeyken, anlamın yarattığı çağrışımsal imgelem sonsuzdur. Gerçek anlam, rastlantısal anlam ve üst anlam; bize bir yapıtın toplam anlam değerini verir. Çağrışımsal imgelemle, yapıtın uyaranlarına paralel, izleyicinin içine girdiği düşsel yaşantıdan yani imgelem sürecinden söz ediyoruz demektir. Rastlantısal anlam ile çağrışımsal imgelem arasındaki ayrım buradadır.

Kısaca, Çağrışımsal İmgelem nedir? Yapıtta var olan değinmece, bağdaştırma, benzetme, değişmece gibi söz sanatlarından doğan imgenin insan üzerinde yarattığı düşsel dünyadır. Salt bu değil elbet, yapıttaki ışık, renk, sözcük, tamlama, aktarma gibi her bir ögenin okur üzerinde yarattığı etkinin toplamıdır. Çağrışımsal imgelem, şairin şiirde kurduğu uyaranlar, duygu değeri ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kayıtlı görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler ve duyusal alanlar yaratma sürecidir. Örneğin şiirin söz değerinin, anlam değerinin, estetik değerinin; okur üzerinde yarattığı toplam düşsel süreçtir.  Toplam düşsel sürecin kısa ismi, imgelemdir.

Çağrışımsal imgelem kuramı; yapıtın okurla ilişkisinden doğan imgelemin niteliğini ve kapsamını tanımlayan bir süreçtir. Çağdaş sanat anlayışının “hareket” olgusuna dayanır. Okurla yapıt arasındaki ilişkinin zihinsel sürecini açıklamaya çalışır. Yapıtın anlamının okurun bilgi ve yaşam izleri ile belleğine göre şekil alması, anlamlandırılması üzerine kurulu, uygulamalarla kanıtlanabilir bir görüngüdür. Bilimler arası eşgüdümle denenebilirliği, izlenebilirliği ve genellenebilirliği araştırılmalıdır. Bir sanat yapıtının yaratılmasında, çözümlenmesinde ve eleştirisinde önemli işlevinin olduğunu kendi uygulamalarımdan görebiliyorum.  

Şiir sanatı üzerinden konuşursak şair, okuru imgeleme götürecek gereçleri şiirinde kurarken dayanacağı ilkeler bu kuramın altında saklıdır. Diğer taraftan eleştirmen, şairin şiirinde kurduğu imgelem gereçlerini bu kuramın ilkeleriyle sorgulayabilir.

Çağrışımsal imgelem, üzerinde epeyce çalışılması gereken bir konudur. Yapıtın sanat değerini oluşturan ögeler, çağrışımsal imgelem kuramı ilkelerine dayanarak belirlenebilir, çözümlenebilir, ölçümlenebilir. Çünkü bu konu, yapıta giydirilen anlamın derinliği ve kapsamıyla da ilgilidir. Rastlantısal anlam kuramı ve çağrışımsal imgelem kuramı; bütünlük içerisinde, eşzamanlı, eşgüdümlü çalışan olgulardır/süreçlerdir.

Rastlantısal anlam, aynı zamanda rastlantısal çağrışım da yaratır doğal olarak. Hem rastlantısal anlamın hem gerçek anlamın okurda yarattığı toplam çağrışımsal imgelem; çözmemiz, tanımlamamız ve ilkelerini saptamamız gereken bir düşsel alandır. İşte bu düşsel alan, önemli bir araştırma konusudur. Umarım gelecekte, sanat bilimini bir bilim alanı olarak ele alıp araştıran düşünürler çıkar. Çünkü sanatın alıcıyla olan ilişkisini, salt estetik bilimiyle çözmek olası değildir. Bu ilişki, çok değişkenli ve karmaşık bir ilişkidir. Değişik disiplin ve sistemlerin gözünden de ele alınmalıdır. Örneğin beynin çalışma ilkeleriyle…

Burada bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Sanat, çağrışım, imgelem vs. gibi, sanatsal terimlerden sıkça söz ettim. Ancak söyleşi boyunca sanatın ana ögesi imge sözcüğü, çok seyrek geçmiştir. Dikkatli okurlarımız bunun ayırdına varmış olmalı. İmge ya da imge yaratmak, yazar/şairin işidir. Bu söyleşide üzerinde durduğum konu, yapıtla okur arasındaki ilişkidir. Yani okun atılıp hedefe vardıktan sonrasıdır. İmge, uyarandır, çağrışıma sokandır. Söz ettiğimiz kuramlar, imgeden sonra ya da imgenin etkisiyle işleyen süreçlerdir. Kavramlar arası dizilimden söz etmişimdir çoğu yerde. Yani kavramların anlamsal ve konumsal hiyeraşisinden... Sanat üretme kaygısı olan bir sanatsever, bu hiyerarşiyi çok iyi bilmelidir. İmge teriminin söyleşide çok kullanılmaması bundandır.  

Katman Edebiyat Eleştiri Sisteminden söz ediyorum. Bu nedir?

Saf sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği isimli kitabım ve daha sonra kaleme aldığım deneme kitaplarımda, Katman Edebiyat Eleştiri Kuramı diye yazmıştım. Anladım ki bu tip uygulama, yöntem ya da sistemler, kuram olmuyor. Ben de yazınımızdaki akademisyenlerin yorumlarına uydum “kuram” demiş bulundum. Örneğin yöntem olan ancak eleştiri kuramı diye anılan bilgi kirliliğinden etkilendim. Katman Edebiyat Eleştirisi, kuram değil sistem olmalıdır. Bu söyleşi fırsatıyla isimlendirmeyi düzeltiyorum. Şimdi bu sistem nedir, ondan söz edelim.

Katman Edebiyat Eleştirisi, Sanat/Şiir Çözümleme Tekniğini kullanarak, diğer söylemle katman yöntemini uygulayarak daha nesnel, daha tarafsız, bilimsel ve sanatsal bir eleştiri yöntemidir. Üretilmiş bir sanat yapıtının, örneğin şiirin, öykünün romanın ya da tablonun; katman yöntemiyle incelenmesidir. İnceleme; iyi, olumsuz ve geliştirilmesi gereken yanları ile kapalı yanların açığa çıkarılmasına, dolayısıyla yapıtın sanat değerinin ortaya çıkarılmasına yöneliktir. Bir anlamda inceleme sonuçlarına göre estetik yargıya varma yöntemidir. Yani eleştirmenin öznel tutumunu en aza indirerek daha nesnel ve daha bilimsel olana yönlendiren, dahası zorunlu kılan bir algoritmadır. Ne yazık ki yazınımızda eleştiri konusunu sıradan bir iş gibi gören, en iyi şairin en iyi eleştirmen olabileceğini düşünen bir toplumuz. Eleştirmen, farklı disiplinlere egemen olması yanında deneyimi de yeterli olmalıdır. Bu sistemde önerdiğim algoritmik süreci çalıştırabilmek için alanında deneyimli ve yetkin olmak gerekiyor. Bir anlamda sadece edebiyat bilgisiyle sonuçlandırılacak bir iş değildir. Örneğin insan bilimleri en başta gerekli olan disiplinlerdir. Daha anlaşılır bir anlatımla belirteyim: Yapıt hakkında öykücülüğe ve dedikoduya izin vermeyen, yapıtın içeriği, kapalı yanları ve okurda bulduğu değer ile sanat değerini ortaya koymaya yönelik bir süreçtir Katman Edebiyat Eleştirisi… Bugün bu konuya yönelik bir ilgi yoksa bana göre, henüz yazınımızda eleştiri amacı ve içeriğinin ilgili disiplinler nezdinde ele alınmamasından kaynaklanır. Akademik ortamda edebiyat eleştirisi nasıl ele alınıyor, üzerinde çalışmalar ne aşamada, ayrıntısıyla bilmiyorum. Ancak, Anadolu Üniversitesi AÖF’nin  Eleştiriyle ilgili ders kitapları ve yayınlarından gördüğüm kadarıyla yapılmış tarihlendirmek dışında yeni bilgi diyebileceğimiz ufuk açıcı bir şey görmedim. Edebiyata ilişkin herhangi bir yapıt hakkında, bugüne kadar altı dolu doyurucu bir eleştirel denemeyle karşılaşmadığıma göre bu konuda önemli bir sıkıntının olduğunu peşinen söyleyebilirim. Ya da ben çıtayı çok yüksek tutuyorum… 

Okurlarımla paylaşmak istediğim diğer konular nelerdir?

Çabam, kişisel bir beklentiden doğmuyor elbet. Öngörebildiğim ya da saptadığım bazı yazınsal sorunların çözümüne yönelik bir uğraştır benimkisi. Dil sanatlarında, özellikle şiir sanatında yaptığım araştırmalar sonunda; geçmişe, özellikle yabancı kaynağa öykünme, taklit ve hayranlık tehdidi altında yönlendirilen bir şiir düşünce dünyasıyla iç içe olduğumuzu gördüm. Dahası şiir yazın dünyasının, var olanı yinelemeden öteye geçemediğini düşünüyorum. Geçmiş yapıtlar, bilimsel ya da dilimizde henüz anlamı oturmamış ithal yabancı terimler başlığı altında inceleniyor, değerlendiriliyormuş gibi sunuluyor okura… Ayrıntısına girdiğimizde, yineleme, övgü ve dedikodudan öte yararlı bir çıkarım bulamıyoruz. Şiir düşünce dünyasını ben böyle okuyorum. Bu yüzden özellikle dil sanatlarında, yeni bir bakış açısı geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bunun yolu, sanata çözümlemeli (analitik) yaklaşmaktır; bilimlerle eşgüdümlü yürütmektir. Çoğu sanat alanı, bilim ve teknikle eşzamanlı kendini geliştiriyor; sinema gibi… Dil sanatları, neden atadan kalma yöntemlerle ve genelleme yorumlarla kendine yön bulmak zorunda kalıyor, bunu henüz anlamış değilim. Bir sanat dalının güvenilir bir ödül sistemi ve eleştiri sistemi yoksa söyleyecek geriye ne kalır? Yineliyorum; dil sanatlarına yeni bir bakış açısı ve çözümlemeli yaklaşım… İşte ben, şiire yeni bir yaklaşım için bir çığır açmaya, beyin fırtınası için bir temel oluşturmaya çalıştım. Yaratıcılığın çıkış basamaklarına, düş tekniğine ve düşünüş biçimine; yeni ve ayrıksı bir ufuk açmayı denedim. Elbette yeterli değil ama en azından ivme kazandırır, diye umuyorum.

Şiiri, öğrenilmiş kaygılarını bir başkasına aktarmak için güzel söz söyleme becerisi gören bir anlayışa sahip değilseniz; onu, bir sanat alanı olarak ele alıyorsanız; iç ve dış dinamiklerine dolayısıyla felsefesine ulaşmak zorundasınızdır. Sanat felsefesi, uğraştığınız sanat dalının arka yüzüdür. Bilgisayarın çalışma ilkelerine benzetirsek şiir sanatını, onun felsefesi bilgisayar işletim sisteminin donanımsal ve yazılımsal gücüdür. Öncelikle sanat terimleri ve anlamsal kapsamlarına, özellikle estetik bilimi terimlerine egemen olmanız işinizi kolaylaştırır. Sanat, hangi dalı olursa olsun bütünlüklü bir bilgi dünyasıdır. Bu dünyanın içine girebilmek için ona karşı bilgi üstünlüğü kurmanız gerekir. Bilgi, beceri ve özgüven kazanmanızı sağlar. Sanat bilgisiyle üstünlük kurmak çoğu zaman sanat tekniğine egemen olmaktan çok daha iyidir, kanısındayım.

Naçizane önerimdir genç kuşaklara… Dünya edebiyatındaki sanatla ilgili söylenmiş genellemeleri, özellikle bizim şiir düşünce dünyamızdaki havalı yorumları, akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden kaynak kabul etmeyiniz. Sayılamayacak kadar altı doldurulamayacak genelleme dolaşıyor ortalıkta. “Şiir sözcükle yazılır…” gibi… Bugün, fizik kuramları bile yanlışlanabiliyorsa, en iyi kaynak gösterilen sanat düşünürlerinin söyledikleri de yanlışlanabilir. Bu tür durumlarda başvurulacak yer, bilimsel veri ve çıktılarıdır; estetik bilimidir.  Ayrıca en iyi kaynak olarak gösterilen şairin söylediklerini, sorgulamadan kabul ediyorsanız işte burada öykünme dediğimiz olay başlamış demektir. Sanatta öykünmeden korunma yolları çok fazla değildir; öykünmeye düşmek ise çok çok kolaydır. Hayranlığınızın kurbanı olmamak, körü körüne izleyici olmamak için sağduyunuzu kullanmalısınız. Sanatta sağduyu, bilimde olduğundan daha fazla gereklidir. Sağduyu, mizah ve yaratıcılık için temel basamaktır. Mantıklısını öngörmeden mizahta aklı şaşırtacak ters ilişkileri kurmanız olası değildir. Bu nedenle, sanat felsefesini kavramak, sanat bilgisine egemen olmak, olmazsa olmazdır. Kısacası, izleyen değil; izlenen olmak için sanatın arka yüzüne egemen olmak zorundasınızdır.

Ayrıca sanata yönelik; teknik, sistem ve kuram yanında yeni terimler tanımladım. Bunlardan birkaçını burada paylaşayım sizlerle… Ayrıntıları için ayrıca kitaplarıma[33] bakmak gerekir. Durumsal Estetik Değer, Çağrışımsal İmgelem, Çağrışım Çekirdeği, Şiirsel Ezgi, Çağrışım Saçağı, Çağrışım Yelpazesi gibi…  

Sanata/şiire ilişkin ortaya koyduğum bilgiler, bugün çoğu kişi için bir anlam içermeyebilir. Ne var ki şiir, zamanla ciddi bir sanat alanı olarak görülecek, bunun da bir felsefesinin olduğunun ayırdına varılacaktır. Şiirin de katmanlardan oluştuğunu, her ögenin diğer ögeleri harekete geçiren bütünlüklü bir sistem olduğunun ayırdına varılacaktır. İşte o zaman bu bilgiler, başvuru kaynağı olarak karşımıza çıkacaktır. Çünkü çalışmalarım; şiir nasıl öğrenilirden nasıl yazılıra, nasıl eleştirilirden nasıl ölçülüre kadar tüm şiirsel süreci kapsar. 

Üzerinde özellikle durduğum konu, şiir düşünce dünyasında ezber edilmiş sığ bilgilerin sürekli yineleniyor olmasıdır. Hayranlık temeline oturtulmuş bir izleyicilik söz konusudur. Deneyim önemli bir bilgidir, söylenmiş her söz içinde bir şeyler saklar. Sayısal ve teknolojik bir sanat dünyasına evrildiğimiz göz önüne alınırsa, bu ezber bilgiler çok işe yaramayacaktır. Yeni bir açı ve ayrıksı bir yaklaşımla ivme kazandırmak zorundayız Türk sanatına/şiirine…

İnsanoğlunun en güzel özelliği, ne bilmediğini bilmemesidir. Sanatla/şiirle ilgili neyi bilmiyoruz, işte onu bilmiyoruz. Bu yüzden, disiplinler arası ilkelerin gözünden bakmak gerek bazı noktaların ayırdına varmak için. Neyi bilmediğimizin saptanabilmesi için. Yaratıcılığa yönelmek, asıl amaç olmalıdır. Çünkü geçmişi yinelemek ya da geçmişten ders çıkarmaya çalışmak, sanat alanında temel bilgidir ne var ki çok geçerli bir yöntem değildir. Bugün gördüklerinizle gelecekte olabilecekleri görebilmeniz arasındadır yaratıcılık…

Neyse… Açıklamaya çalıştığım konular anlaşılır olsun diye olabildiğince çaba gösterdim; ne var ki bunlar yeni, karmaşık ve düşünsel çaba gerektirdiği için ancak bu kadar yalınlaştırılabiliyor. Sanat ve yazın adına küçük bir katkım olmuşsa ne güzel… Söyleşimi okuyup zaman harcadığınız için teşekkür ederim. Okunma eşiğini aştığımı biliyorum. Araştırma yapanlar okusa bile benim için yeterlidir. En azından bir şeyler katabilmişsem dağarcığınıza ne mutlu bana. Esenlikler…

 

TURGUT UYAR’IN “ÜÇYÜZBİN” İSİMLİ ŞİİRİNİN ÇÖZÜMÜ (ÖRNEK ÇÖZÜMLEME)

 

Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiirinin Çözümlemesi, “Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme Yarışması”nda üçüncülüğe uygun görülmüştür.

 

GİRİŞ

 

Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” şiirini, “Şiir Çözümleme Tekniği” adı altında ileri sürdüğüm yeni bir teknikle çözümleyeceğim. Okuyacağınız metin, Türk yazınında yapılmış mevcut şiir çözümleme/incelemelerinde olduğu gibi sadece şiirin ne dediğini çözmeye ve şairin şiir anlayışını ortaya koymaya yönelik bir inceleme değildir. Yeni ileri sürülmüş bir tekniktir. Maksadı; şair, şiir ve okur arasındaki ilişkiden doğan sanatsal ifadenin estetik değerini daha nesnel ortaya koyabilmektir. Başka bir deyişle şiirin sanat değerini ortaya koymaya yönelik bir incelemedir. Bu yüzden okurlarımın çözümleme akışını izleyebilmesi ve çözümleme mantığını daha kolay kavrayabilmesi için, tekniğin öne çıkan ayrıntılarını özet olarak aşağıya çıkarıyorum. 

Şiir Çözümleme Tekniği[34], sanat yapıtının ontik[35] bütünlüğü ve integral[36] yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin duyusal ve nesnel varlık katmanlarını ilgili bilimsel disiplinlerle inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem[37] sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm ögelere kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin ön ve derin (duyusal ve nesnel alanı) yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini daha nesnel bir yaklaşımla açığa çıkararak sanatsal (şiirsel) ifadeyi ortaya koymaya çalışır. İnceleme; imgelem-imge-imgelem (şair imgelemi-yapıttaki imge-okur imgelemi) süreci esas alınarak yapılır. Amaç; şair-şiir-okur üçgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır.

Katman; şiirde birbirine benzer belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Yapıtın nesnel ve duyusal varlık alanlarıdır; birbirini tetikleyerek şiiri var eden temel yapılardır. Örneğin ses, anlatım veya anlam katmanı gibi…

Tabaka, katmanın alt birimidir. Katmanın iç yapısını daha özelleştirebilir birlikteliklerdir. Anlam katmanı altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam tabakası gibi… Tabakalar birleşerek yapıttaki bir katmanı oluştururlar.

Eksen ise sesin fiziksel yapısı gereği, şiirin ses katmanı altındaki ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses katmanında kullanılan bir terimdir. Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi…

Tabaka ve eksenler, katmanları oluşturur ve katmanlar bir sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi…

Şiire sanatsal özellik kazandıran, ruhsal ve nesnel alanları birbirine kenetleyen temel alanlar veya yapı taşları olarak en az yedi katmanın varlığı incelemede esas alınır. Şiirde olmazsa olmaz katmanlardır; birbiri içerisinde varlık bulan ve kendi disiplinlerine göre incelenebilen yapılardır. Bunlar;

Biçim Katmanı, Anlam Katmanı, Ses Katmanı, Anlatım Katmanı, Çağrışım Katmanı, Coşum Katmanı, Estetik Katmanı.

Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez, birbirinden bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğurmazlar. Bir anlamda şiirin dünyaya açılan yedi duyusu ve iletim kanalıdır. Şiirin hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır ve bu yedi katmanın ilişkisinden şiirin ön ve arka yapısı (duyusal ve nesnel alanı) oluşmaktadır.

 

Şiir Çözümleme Tekniğinin Adımları:

1. Biçim Katmanı

2. Anlam Katmanı

a. Gerçek Anlam Tabakası

b. Rastlantısal Anlam Tabakası

c. Üst Anlam Tabakası

3. Anlatım Katmanı

4. Ses Katmanı

a. Tonlama Ekseni

b. Ezgi Ekseni

c. Şiirsel Ezgi Ekseni

5. Çağrışım Katmanı

a. Çağrıştırma Tabakası

b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası

c. Rastlantısal İmgelem Tabakası

6. Coşum Katmanı

7. Estetik Katmanı

a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası

b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası

c. Durumsal Estetik Değer Tabakası

8.  Sonuç

 

İNCELEME/ÇÖZÜMLEME METNİ

 

Çözümleyeceğim şiir, Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiiridir. Okuyacağınız metin, genellemeye düşmeyen, öznel yaklaşımları en aza indirmeye çalışan, daha nesnel yaklaşımı öngören inceleme/çözümlemedir.

Not: Okuru dikkate değer sonuçlara götüreceği için, incelemeye başlamadan “Rastlantısal Anlam Kuramı” ve “Çağrışımsal İmgelem Kuramı”nın açıklanmasında yarar olduğunu düşünüyorum.

Rastlantısal Anlam: Okurun; yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve bellek birikimine yaslanarak, şiirin gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden anlamlandırdığı, çıkardığı sonuçtur. Rastlantısaldır ve çağrışımsaldır. Okur zihninde beklenen veya beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere yönelirler. Beynimizin çalışma sistemine göre yaşanan mutlak bir süreçtir.

 Çağrışımsal imgelem: Okurun, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak, zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlar yaratma sürecidir. Şiirin iletileriyle okurda tetiklenen/yaratılan imgelemdir.

  

ÜÇYÜZBİN
 

Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağanak akşamları açtığımız sabahları 300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım
 
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam
 
Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme
 
Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.

 

1. BİÇİM KATMANI

 

(Biçim bir yapıtın taşıyıcı kabıdır; yapıtın ön ve derin yapısını oluşturan tüm varlık katmanlarını üzerinde taşıyan taşıyıcı bir düzlemdir.)

“Üçyüzbin” şiiri, dörtlük ya da bilinen diğer ölçülerle değil; birimler halinde yazılmıştır. Birimler ve dizeler, anlam akışı ve bütünlüğüne göre kurulmuştur. Uyaklı şiir olamamakla birlikte iç sese dikkat edilmiştir. Şiirde imge kalabalığına düşülmüş gibi görünse de tutarlılık ve bağlaşıklık bu imgelerle kurulmuş, imge dağılımı bütünlüğü oluşturmuş ve sözcük ekonomisi önemsenmiştir. Dil kullanımı sıra dışıdır; temiz ve farkındalık yaratacak biçimdedir, okuru bağlayıcıdır.  Şiir, nesnel yapısı bakımından var olanlara göre önemli farklılığa sahiptir. Çağın şiir biçimlerine göre sıra dışı bir özellik taşımaktadır: 

Şiirin biçiminde ender rastlanan üç önemli ayrıntı vardır. Birincisi; şiir, dört birimden oluşmaktadır; bu birimler anlamla doğrusal bir ilişki sonucu kurulmuştur. Birinci birim; toplumdaki olumsuz/kötü insanı, ikinci birim orta direk insanı, üçüncü birim özleneni, dördüncü birim ise bunların açıklamasını yapmaktadır.

İkincisi; 300000’in birimlerde kullanım sayısı ve şiirde toplam kullanım sayısıdır. Ayrıca Üçyüzbin bir kez yazıyla şiirin en sonunda kullanılmıştır. Üç-yüz ve bin rakamları da ayrı bir kodlamadır.

Üçüncüsü ise “sen” sözcüğü birinci birimde yedi kez kullanılmış olmasıdır.

Kurguda okura ve eleştirmene önemli ipucu veren bir kodlama söz konusudur. (İleride açıklanacaktır.)

 

2. ANLAM KATMANI

a.  Gerçek Anlam Tabakası

(Şiirdeki gerçek anlam tabakasını incelerken, anlambilimin tanımladığı değinmece, değişmece, aktarma, yan anlam gibi alanları “gerçek anlam tabakası” içerisinde bir bütün olarak ele alıyorum. Yani ulaşılabilen anlam, bu tabaka altında incelenmektedir. Kısacası şairin şiirde ne dediğini ortaya koymaktır.)

 Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım

Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı

 

İlk birimde şair; bilinçsizce oluşturulmuş olan ve içini acıtan olumsuzluklardan söz etmektedir. “Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300000” derken; yalan, iki yüzlü, yararcı ve para hırsıyla donatılmış insan ile toplumsal yozlaşmaya uğramış insana dikkat çekmektedir. Toplumdaki önemli bir grubun çıkarcı, bencil ve gücü kötüye kullanan tutum takındıklarını, kendisinin bundan çok rahatsız olduğunu “Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma” dizesiyle belirtmektedir. Kadınları ezilmiş, toplumda ikinci palana atılmış durumda gördüğünden gidip bu eziyeti yapanların boynuna sarılmak ve boğmak istediğini söylemektedir. Kapitalist düzenin yarattığı çıkarcı ve bencil insanları, “Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000//Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın” dizeleriyle tanımlıyor ve ecelinden önce ölmelerini istiyor. Kötülükleriniz, yalanlarınız o kadar çok ki artık sana yetişemiyorum diyor; “Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000” dizesiyle. Ülkenin kötü günlerinden bu günlere geldiğini, toplumu ezen kesimin kötülüklerine hâlâ alışmadığını belirtiyor. Yaptığın bu kötülükleri, insanları kullanmayı, emeğe saygısızlığını, duygu hırsızlığını ve kolay kazancı bana da öğret ki ben de bu yükten kurtulayım diyerek çaresizliğini belirtiyor. (Kötü insan yüzü) (Not: Bu çıkarımı yapabilmek için, şairin şiirde oluşturduğu çağrışım çekirdeklerini çözmek gerekir. Kodlar şiirin bütününde kurgulanmıştır. Şiirde önemli ipuçları veren örtük kulanım vardır ve bunlar, yeri geldiğinde dayanaklarıyla birlikte açıklanacaktır.)  

 

Kalk ellerini yıka bize gidelim
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam

Soyunur dökünür odalarda konuşuruz

 

Şiirin ikinci biriminde durum biraz daha farklıdır. Şairin yaşadığı koşullar ve etkilendiği olaylar olumsuzdur. Ancak burada bir umut vardır. Söz ettiği insanlarla (İkinci yüz) dava arkadaşlığı vardır. İyi niyetli, çalışkan ama toplumdaki kötülüklerin giderilmesi için çok etkili olamayan orta direk insanlardır bunlar. Ülkede (şairin dünyasında) yanlış giden çok şey vardır. Kirlenmiş ve paraya tapmış insanlar arasında “ikinci yüz” var ve bunları kendisine daha yakın görmektedir; harekete geçme, direnme gizilgücü var olan insanlar. Yaşanabilir bir dünya kurmak için onlara çağrı yapmaktadır. “Kalk ellerini yıka bize gidelim”, benim bulunduğum yere, kafamda kurduğum o güzel ülkeye gidelim, demektedir, “Bir o kaldı 300.000” dizesiyle. O yeşil gibi olan dünya biraz ötede birlikte oraya gidelim; gelirsen (benim düşlerimi okursan) gösteririm size bu güzellikleri diye üstelemektedir. Bunca haksızlığın karşısında hakkını söke söke alan insanları, dava adamlarını, benim gibileri severim, kalk ayağa yazık etmeyelim şu güzel insanlara ve ülkeye demektedir. “Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam” dizesiyle, ayağa kalk ve ben tükenmeden tez ol, iş işten geçmeden birlik olup bu soygun düzenini değiştirelim, yeni bir dünya kuralım diye çağrı yapmaktadır.

 

Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme

 

Üçüncü birimde, “Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum” diyerek burada aydın insandan, üretken insandan, sevgiliden, kendisi gibi güzel insanlardan, daha doğrusu toplumcu ve çağdaş insanlardan söz etmektedir. Bunlar şiirdeki insan tipinin üçüncü yüzüdür; üç yüzlü-binlerden en iyi olan kişilerdir. Şairin aradığı, özlediği sevgililerdir/sevilenlerdir. Senin insan yanın zengindir, sen aydınlıksın, sen benim sevgilimsin demektedir. “Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma” dizeleriyle: Ölümüme kadar benim imgelemimde sen var olacaksın. Aldırma dünyanın/ülkenin bunca tasasına, sen güzel insan olmayı sürdür. Çünkü kavga, gürültü sana göre değil, sana bunlar yaraşmaz, demektedir. 

 
Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.
 

Son dizelerde hem kodların çözümünü veriyor hem de seslendiği üç farklı toplum katmanına bir arada diyor ki adınızı söylemesem de zaten siz kendinizi biliyorsunuz. Çünkü ne yaparsak yapalım, biz insanız, iyi ya da kötü olalım, canlı olmanın gereği hep birlikte aşka sarılıyoruz, diyerek insanî ve yaşamsal bir gereklilikle şiiri bitiriyor.

Şiirin bütününe baktığımızda, 300000 rakamının; nüfus ve parayla ilgili çağrışım yaratmak düşüncesiyle kullanıldığı göze çarpar.  Çünkü bu rakam, (çoklu bir rakamdır) nüfus ve parasal ifadenin dışında başka bir şey için yaygın kullanılamaz. Kısacası şiirin anlamsal alanı; kapitalist sistemin insanlara dayattığı yozlaşmış dünyanın başka biçimde anlatımıdır. Şiirin öznesi, mevcut sistemin oluşturduğu toplumdur. Bulunduğu ortamdan son derece rahatsızdır ve içi yanmaktadır; insanları bu duruma düşüren süreç karşısında oldukça duyarlıdır. Şiirin temi, para ve paranın yozlaştırdığı, başka bir söylemle kapitalist sistemin insan davranışlarında yarattığı duruma tepkidir. Bu rakamın daha önceki incelemelerde dile getirildiği gibi, Ankara nüfusuyla veya o dönemin milli piyango büyük ikramiyesi ile ilgisi var mı, buna ilişkin bir kanıt görünmüyor. Ne var ki üç yüzlü-binler diyerek üç yüzü olan toplum katmanlarından söz ettiği ‘birimler arası anlamsal ilişki’den anlaşılmaktadır. Bu, şiirin birimleri ve birimlerin anlam açılımlarına gizlenmiştir. Şair, 300000 ile kastettiği öznenin ipucunu şiirin son biriminde zaten vermektedir. 

“Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz” diyerek…
 

Ayrıca, “300000” rakamı, nüfus ve parasal kaygının insanda yarattığı algı biçimini birlikte anlatmak için kullanılmıştır. 300000 yedi kez kullanılmıştır; insan duyu organlarının başımızda yedi tane oluşu (2 kulak, 2 göz, 2 burun deliği ve bir ağız) veya vücuda açılan yedi organ (2 kulak, 2 burun, 1 ağız, 2 genital organ). (8’inci ise doğumdan önce asıl beslenme bağı olan göbek deliğidir) bu savı desteklemektedir. Vücuda açılan yedi delik ve anne karnında beslenme bağından (7+1) (7 kez 300000+Üçyüzbin) koduyla verdiğini gösteriyor. “Sen” adılı, birinci birimde özellikle yinelemelerle yedi kez kullanılmıştır. İnsanın ruh ve fizik dünyasını oluşturan yedi delik ve yedi duyusundan yola çıkıldığını, (Mevlana’nın ortaya koyduğu felsefe) ayrıca “sen” sözcüğüyle doğrudan TOPLUMU gösterdiğini söyleyebiliriz. Türk Şiirinde, bir çoğunluğu, rakamsal çoklukla anlatmanın bir örneğidir şiir. Zaten Turgut Uyar gibi donanımlı, Toplumcu Gerçekçi bir şairden, iki kişiyi hedef alan ve sözcüklerin gerçek anlamlarıyla şiir kurmasını beklememeliyiz; Göğe Bakma Durağı şiirinde olduğu gibi…  

 

b. Rastlantısal Anlam Tabakası

(Okurun algı, anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyorum. Bütün sanat dallarında okur ve yapıt arasında oluşan böyle bir anlamsal süreç vardır. Genellenebilir, tanımlanabilir, benzer sonuca ulaşır ve izlenebilir olması nedeniyle sanatsal bir kuram olarak önerilmiştir.

Rastlantısal anlam; gerek çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı olarak oluşan ve okur imgelem olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına taşındığını gösteren bir alandır. Sanatsal ifadenin görünürlüğüne katkı sağlaması açısından önemlidir.)

Rastlantısal anlam, her okura göre değişiklik gösterebilir. Üçyüzbin şiiri sıra dışı bir şiirdir ve mantıksal sırayı bilinçli bozan ve anlam dizgesini kıran bir biçimde yazılmıştır. Ancak anlam alanı, yaşam ve insanın son zamanlardaki yozlaşmasıyla ilgilidir. Yozlaşmayla ilgili olmasına karşın şairin kime seslendiği konusu bilmece gibidir. Eğer “sen, 300000 ve üçyüzbin” ile neyi söylemeye çalıştığını bulamaz ve onlara değişik anlam verirsek şiirin; sevgiliye veya belirli bir kadın için yazıldığını da düşünebiliriz. Rastlantısal anlam, şairin neyi dediği veya neyi kastettiği ile çoğu zaman örtüşmez. Aşağıya çıkarılan her bir alışılmamış bağdaştırma kendine özgü anlam alanı doğurmaya yeterlidir. Ayrıca, dil kullanımından uzanılacak çok geniş bir anlam alanı vardır. Bu da sanatta arzu edilen çoğul anlama varmaktır ve okurda geniş imgelem alanı oluşturmaktır. Bu denli geniş rastlantısal anlam alanı yaratabilmek her şairin yapabileceği bir iş değildir; burada Türk şiiri, Turgut Uyar gibi büyük ustaları beklemiş demek gerekiyor. Aşağıda örneklerine bakalım:

Kıvırcık ateşten yalanlar//kimi zulüm yakıcı//deli deli zincirler boğuntusu gök//Elimde kolumda senin seslerin//Kadınları çıplak görüyorum//açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor//Seni kentlere seni bankalar seni seni//bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum// Kapattığımız sağnak akşamları//açtığımız sabahları//acar balıklar// acıkmış aç kayalar//amansız pencereme perde ol//

Odalarda ölmemek//yeşil gibi//Benim yırtıcı kuşlara tutkum//aşka acıkmaya alışkın//elim kolum dağınıksa//  

Ağustos çeşmeleri yüzüne//Bir serin renk anlıyorum//zenginsin alırım tükenmezsin// kuruntu sorunlarına// boğuntuya gelme// Yadırgamadan gökyüzüne

Öncelikle yukarıya çıkardığım alışılmadık bağdaştırma, sapma ve imgesel söyleyişler; güçlü çağrışım çekirdek[38]lerini oluşturmaktadır. İkincisi ise çok geniş bir çağrışım yelpazesi[39]ne sahip dil kullanım biçimidir. Ayrıca, çağrışım saçağı[40] yaratma yetkinliği, son derece güçlüdür ve kolay ulaşılamaz bir söz kullanımıdır.

 Alışılmamış bağdaştırmaların her biri, tek başına rastlantısal anlam doğurma gizilgücü taşımaktadır. Bunları tek tek ele aldığımızda ulaşacağımız rastlantısal anlam alanı o kadar geniş ki şaşırmamak elde değil. Örneğin “Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000” Cumhuriyet tarihini ne kadar güzel özetliyor, değil mi? Kurtuluş savaşıyla bir akşamın kapatıldığını ve yeni bir sabahın açıldığını söylüyor. Hatta kurulan yıkılan devletlere gönderide bulunuyor. Bu dize bir sevgiliyle yaşanan bir olaymış gibi sığ olarak da yorumlanabilir. Dizelerin sırası, olaylar tarihine götürmektedir bizi. Örneğin; “Kıvırcık ateşten yalanlar 300000” dizesi, şiirin nasıl bir havada sürdürüleceğini ve nereye yöneleceğini söylüyor zaten. Bu dize, yalan dolan üzerine kurulmuş toplumsal bir sıkıntıyı ortaya koyuyor ve bunlar arasında sayısız kötülüklerin okur imgeleminde yeniden yaşanmasını sağlıyor. Örneğin ticari ilişkiler, çıkara bağlı politik ilişkiler, insanlar arasındaki ikili ilişkiler, hukuk, eğitim vs. gibi.   Rastlantısal anlam tabakası biraz da okur bilgi, bellek ve yorum gücüyle ilgilidir. Tarih, olay ve sanat arasında ilişki kurma yetisi zayıf olan ve duyarlı olmayan bir okur çok geniş anlam alanına ulaşamayabilir. (Rastlantısal anlam kuramı, okurun düzeyine göre ulaşacağı imgelem dünyasını çözmek ve bunun gibi durumları açıklamak için sistemli bir süreçtir.)

Rastlantısal anlam, aynı zamanda okurun bilinç ve belleğinin gücüyle ilgilidir. 300000 rakamının para ve nüfus dışında kullanım alanı olmadığı, yedi rakamının insan duyularıyla ve fiziksel yapısıyla ilgili olduğu bilinmiyorsa burada ulaştığımız “anlam alanını” düşleyemeyiz bile. Ayrıca geçmişte yazılmış bir eserde, “Şiirde Anlamsal Devinim” tamlamasıyla tanımladığım durum, bu şiirde çok açık bir şekilde kendini göstermektedir. Çünkü, anlam alanı sadece rastlantısallığa açık değil; aynı zamanda zamana ve bilgi genişlemesine göre anlam kayması ve genişleme yeteneğine sahip bir şiirdir. Örneğin “Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü” dizesi gelecekte şiirdeki anlamın yönünü bile değiştirebilir. “Yırtıcı Kuş” tamlaması, gelecekte bir siyasi örgütün, terör örgütünün simgesi veya bir ulusun politik söylemi haline dönüştüğünü varsayalım. Bunun, çoğunluğun yoğun ilgi gösterdiği bir durum olduğunu varsayalım. Bu ve buna benzer durumlarda, şiirdeki anlamsal genişleme veya kayma olmak zorundadır. Şiirde bu gizilgüç yüksek düzeyde vardır. (Şiirin (yapıtın) anlam alanı sürekli devingendir; bu çağdaş sanat anlayışının başat konusudur.)

Bu aşamada bir konuya daha değinmeliyim: “açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor” dizesi olumlu ve cinselliği çağrıştıran bir dize gibi geliyor değil mi? Oysa bu dize, şairin yaşama ve çıkarcı bencil insanlara karşı duygu ve düşüncelerinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Yalanla emeği sömüren insanlara karşı kızgınlığını anlatıyor.

“Üç sokak ötede bir ev var ‘yeşil gibi’ sana onu gösteririm” dizesini ele alarak rastlantısal anlam tabakasına bir örnek daha verilim. Yeşil, İslam felsefesinde başka bir anlamdadır. Bu yönde bir çağrıştırma da söz konusudur. Mistik düşünce sahibi insanlar, yeşil ev benzetmesine dayanarak gerçek anlamın ötesinde başka bir anlam yükleyebilirler. Şiirin genel anlam alanından baktığımızda, yeşil ev benzetmesi, şairin kafasında kurguladığı güzel/yeni dünyadır. Özlediği dünyanın yerine kullanılmıştır. Yani çağdaş, insanların birbirini ezmediği, emeklerini çalmadığı bir dünyadan söz etmektedir. Çabayla, savaşımla ulaşılabilecek bir yerdir; ‘üç sokak ötesi’ kadar yakındadır orası. Bolluğun, güzelliğin olduğu yerdir.

Yukarıda çıkardığım, “alışılmadık bağdaştırma, sapma ve imgesel söyleyişler”in her biri kendi başına gerçek anlamın ötesinde yeni anlam alanına açılma olasılığı taşımaktadır. Bu yüzden şiirde rastlantısal anlam alanı çok geniştir; her imgenin okuru farklı imgelem dünyasına yöneltmesi olasıdır. Yapıtı yapıt yapan temel özelliklerden bir tanesidir. Şunu demek istiyorum, bunun dışında başka bir anlama ulaşılmaz ya da ben söylediğim gibi anlaşılmak isterim beklentisi taşımayan bir şiirdir.

(Not: Örtük ve anlam alanı geniş dil kullanan sanatlarda, çokanlamlılık, çağrışımda rastlantısallık dolayısıyla anlamda rastlantısallık mutlaktır. Bir başkası, daha başka anlam alanlarına varabilir; bunun sonu ve sınırı yoktur.)

 

c. Üst Anlam Tabakası

Gerçek Anlam Tabakası ve Rastlantısal Anlam Tabakasından ulaştığımız sonuçları değerlendirdiğimizde, Üst Anlam;

Kapitalist sistemin, yaşam ve insan davranışlarında yarattığı duruma tepkidir şiirin ana teması. Toplumsal ve yaşamsal sorunların çözümü, çağdaş insanların mücadelesiyle olasıdır. Yaşanabilir yeni dünyayı kurmak için yozlaşmamış insanları mücadeleye çağırmaktadır.

 

3.   ANLATIM KATMANI

Şiirin şiir olmasını sağlayan şey, anlamın üzerine giydirilmiş anlatımdır; doğal dili aşan, okur duygularını ezen ve algıyı sarsan anlatımdır. Bu nedenle, anlatımın gücü yazın sanatlarında ayrı bir yetenek ve ustalık konusudur.  

Şiirde, çok sayıda alışılmadık bağdaştırma vardır. İmgeler az rastlanan biçimde kurulmuştur. Dizeler, çoğunlukla benzetme, sapma, alışılmadık bağdaştırma ve imge kuruluşlarından oluşmaktadır. Alışılmadık bağdaştırmalar, o kadar zihin sarsıcı ki şairin imgelem dünyasının (esin kaynakları dahil) ne kadar yoğun, dolu ve donanımlı olduğunu gösteriyor. Bunlar, şairin yalnızca yaratıcılığından değil; aynı zamanda sahip olduğu bilgi ve bilginin yorumu üzerine kurulmuş imgeler olarak karşımıza çıkıyor. Şiirde kurguladığı dünya ile arzuladığı yaşam şekli, aydın, çağdaş ve donanımlı insanın öngörebileceği özlem duyulan bir dünyadır. Şiirde topluma yeni bir dünya önermektedir.

Bu dizelerle; algıyı sarsıntıya uğratmış, okurun duygularını aşan gerçekliği daha görünür kılmıştır. Toplumsal gerçekliği olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşe taşıyarak okuru hayranlığa taşımıştır. Şiir akıcılık ve çekicilik açısından oldukça iyidir; ancak anlaşılırlık durumu, okurun bilgi birikimine bağımlıdır. Okurun birikimi zayıfsa bu şiirden ulaşacağı imgelem oldukça kısıtlı görünüyor. Anlatım, çoğul anlam doğurmaya çok açıktır dahası yöneliktir.

 Anlatımdan anlama yönelmek, şiire özgü ayırıcı bir özelliktir.

 Şair, şiirinde anlatımdan anlama yönelerek algı uyarıcı olanakları sıra dışı bir biçimde kullanmıştır. Şiir; alışılmamış bağdaştırma, benzetme, değişmece, değinmece gibi söz sanatları ile okurda bakış ve düşün açısını değiştiren, mantığına yumruk atan ve şiir diline estetik değer katan anlatıma sahiptir. Anlam ve anlatım bütünselliğini çok iyi tasarlamıştır; yalın bir dil ile toplumsal yaşamı ele alarak okurda duyarlılık yaratacak olay/olguları görünür kılmıştır. Yalın, içtenlikli, özgün, özlü ve ayrıksı anlatımla lirizmi doğurmuştur. Şair, algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanmamış, şiirsel/sanatsal bir yaklaşım sergilemiştir. Günlük dili olabildiğince kırmış, özgün ve sıra dışı bir şiir dili kurmuştur. 

Örneğin “Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme” dizesinde; genel durum, toplumsal sorunlar ve buna karşı insanın tutumunu anlatmak için hem sapma hem alışılmamış bağdaştırma kullanmış, ayrıca dil mantık dizgesini kırmıştır.

Örneğin;

“Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
  Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam” 
 

Birinci dize doğrusal bir söyleyiş olmadığı gibi sapma, alışılmadık bağdaştırma ve değinmece gibi söz sanatlarını içermektedir. İkinci dize, doğrusal bir söyleyiş biçimindedir ve birinci dize kadar yoğun değildir; buna karşın imgesel gücü ile imgelem yaratma gücü yüksektir. 

Sonuç olarak anlatım, sıra dışıdır ve algı sarsıcıdır; özgündür. Çok iyi düzeydedir. Dahası çağının en iyileri arasındadır.   

 

4.  SES KATMANI

(Not: Tonlama ekseni ve ezgi ekseni, şiirsel ezgi eksenini doğurmaktadır. Bunlar aynı eksen üzerinde hareket ettiğinden dolayı yinelemeye düşmemek için şiir, “şiirsel ezgi ekseni” açısından incelenecektir.)

Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım

 

Yukarıdaki dizelerde, -en-, -in- sesi, patlayıcı tonsuz -ş-, -k-, -c- ve -ç- sesi ile titrek -r- sesi baskındır; bu seslerin harmonisiyle şiirsel ezgi doğabilir. Ayrıca -u-, -ı- -i- -a- ve -e- sesi dengeli kullanılarak ses uyumuna özen gösterilmiştir. -in- sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu birimde 300000 fazla kullanılmış ve in sesiyle dış ses uyumunu oluşturuken -üç- ve -yüz- sözcükleri söyleyiş zorluğu ve tonsuz patlayıcı sesler ile akıcı sesler bir arada kullanıldığından şiirsel ezgiyi sıkıntıya sokmaktadır. Şiirdeki ses akıcılığına engel olmaktadır. -k-, -ç-, -c- patlayıcı sesler yoğun kullanılmıştır. Sesin anlamla bağıntısı vardır; olumsuz anlama bağlı olarak patlayıcı ve titrek sesler fazlaca kullanılmıştır. Bunlar da şiirsel ezgiyi zorlamaktadır. Yatay ses uyumu iyi olmasına karşın düşey ses uyumuna dikkat edilmemiştir. Örneğin dizelerin son hecelerinde -in- sesi baskın olmasına karşın -r- ve -a gibi akıcılığı bozan sesler kullanılmıştır.  

Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam

 

Birimde -z-, -ş- ve -ç- sesi oldukça baskındır. İnce seslilerle kalın seslilerin dağılımı çok iyidir. Bu sesleri, -l-, -m- ve -r- gibi akıcı seslerle beslemektedir. Diğer bir deyişle, tonlu patlayıcı ve tonsuz sızıcı sesleri -l-m- ve -r- gibi akıcı seslerle besleyerek şiirsel ezgiyi doğurmaktadır. Bu birimde, birinci birimde olduğu gibi ses akıcılığını bozan belirgin bir durum yoktur. Yani frekans aralığının dışına taşan ses yoktur.  İç ve dış ses uyumu sağlanmış ve şiirsel ezginin altyapısı kurulmuştur. Düşey ses uyumuyla yatay ses uyumunda patlayıcı ya da zorlayıcı bir kullanım yoktur.

Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme

 

-s-, -ş-, -z- gibi sızıcı sesleri; -ö-, -ü-, -i- ince ve -l-, -m-, -r- akıcı sesleriyle besliyor. Şiirsel ezginin oluşumunda önemli rol oynayan bu sesler, aynı zamanda anlamla da bütünleşiyor.  İç ses ve yatay ses uyumu oldukça iyi ancak düşey ses uyumu aynı inceliği taşımıyor.

Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.

 

Üç dize yukarıdaki ses düzenini daha yumuşatıcı bir özelliğe sahiptir; bu dizelerde şiirsel ezgi açısından belirgin bir durum yoktur.

Sonuç: Şiirsel ezgiye esas söz ve ses dizilimi açısından baktığımızda, yatay ses uyumu çok iyi, düşey ses uyumuna yeterince dikkat edilmemiştir. Şiirin anlam bütünlüğü açısından bunun fiziksel bir durum olduğunu değerlendiriyorum. Şöyle ki; ilk birim kötü insanı, ikinci birim biraz daha iyi insanı, üçüncü birim ise sevdiği insanı anlatmaktadır. Dolayısıyla her birimin ses düzeni yüksek ton ve ritim ile düşük ton ve ritme doğru ilerlemek zorundadır; şair de zaten şiirsel ezgi altyapısını öyle kurgulamıştır. Kısacası bu durum, anlamsal ritim gereğidir. Bunu şöyle özetleyebiliriz: Anlamsal ve dize içi ritim ile dizeler arası ritme esas ses kurgusu çok iyidir. Şiirsel ezgiye esas ses altyapısı çok iyi düzeyde kurulmuştur. 

Şiir, üç temel taşı üzerine kurulur; anlam, anlatım ve ses. Bu şiirde, üç katmanın birbiriyle olan ilişkisi, dengesi ve armonisi (ses uyumu) çok iyi kurulmuştur. Ses konusu, diğer katmanlara göre biraz göz ardı edilse de çağının akranları arasında ses açısından en iyisi olduğunu söyleyebiliriz. 

Şiirin ses düzeninden ulaştığım en önemli sonuç şudur: Şair, birinci birimde yozlaşmış ve paraya tapan insan topluluğuna içini acıtır derecede kızmasına karşın şiirde kurduğu ses düzeninde bağırma ve aşağılama duygusu doğuran tonlama ve ritme rastlanmamaktadır. Çağdaş sanatta aranan en önemli özelliklerden bir tanesi de kanımca budur. Yapıt, okurun duygularını ses, anlam ve anlatımla ezebilir ama ona dayatıcı ve öfkeli tavır göstermemelidir. Burada ayrıntıya girmeyeceğim, kısaca şöyle diyebiliriz: Ses, şiirin duyusal dünyasını gösteren fiziksel bir katmandır; anlamla bir arada değerlendirilmelidir.

 

5.  ÇAĞRIŞIM KATMANI

a.  Çağrıştırma Tabakası

Çağrıştırma tabakası, okurda anlamsal, işitsel ve görsel uyaranlar ile yönlendirmeleri sağlayan varlıklar düzlemidir. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı sağlayan gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran somut ve soyut veriler dizinidir. Çağrışım çekirdeği ise okurun kültür ve bilgi varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz varlıklarıdır. İncelemenin bu aşamasından itibaren okurun şiirin varlık katmanlarını algı biçimi esas konumuz olacaktır.

Çağrışım çekirdekleri;

Kıvırcık ateşten yalanlar/3000000/kimi zulüm yakıcı/deli deli zincirler boğuntusu gök/ senin seslerin/Kadınları çıplak görüyorum/açıcı gerdanlık/boynun aklıma geliyor/kentlere/ bankalara/ bir irisin bir ufaksın/Kapattığımız sağnak akşamlar/açtığımız sabahlar/acar balıklar/ acıkmış aç kayalar//amansız pencerem/ perde ol/Kimi sularca/yükün ağır/tekin durmak//

Odalarda ölememek/yeşil gibi/üç sokak ötesi/yırtıcı kuşlar/aşka acıkmaya alışkın/elim kolum dağınıksa//  

Ağustos çeşmeleri yüzüne//Bir serin renk/zenginsin/alırım tükenmezsin// boğuntuya gelme/ kuruntu sorunlarına//

Yukarıya çıkarılan çağrışım çekirdeklerinin her biri, hem istenen yönde çağrışım yapma yeteneğine sahiptir hem de rastlantısal anlam alanı kurma yeteneğine sahiptir. Buna bağlı olarak şiir, yüksek düzeyde Çağrışımsal İmgelem yeteneği taşımaktadır. (Ileride açıklanacak)

Örneğin, ağustos çeşmeleri yüzüne alışılmadık bağdaştırmasından yola çıkan okur, ağustosta suyu kesilen çeşme anlayabilir veya gürül gürül akıp sıcakta insanı susuzluktan kurtaran çeşme şeklinde bir çağrışıma gidebilir.

Alında her sözcüğün bir çağrışım gücü vardır; ancak burada imgesel değer taşıyan söz ve söz tamlamalarını esas almak durumundayız. Yukarıda çıkarılan söz ve söz tamlamaları, daha geniş çağrışım gücüne sahip olanlardır. Amacımız, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını belirleyerek şiirin çağrışım ve imgelem yaratma gücünü ortaya çıkarmaktır. Yani şiirin insan üzerindeki etkisini ortaya koymaktır; şiirin etkinliğini.

 

b. Çağrışımsal İmgelem Tabakası

Çağrışımsal imgelem tabakası, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal durumlar yaratma alanıdır. Okur ve yapıt arasında oluşan imgelem süreci vardır; algı-anlama-düşünme sonucunda mutlak oluşan/yaşanan bir durumdur.

Çağrışımsal imgelem her okura göre değişiklik göstereceğinden bunu birkaç örnek ile açıklamaya çalışalım.

Çağrışım çekirdeklerini ele aldığımızda örneğin;

Kıvırcık ateşten yalanlar: Dönemin toplumsal, yaşamsal, siyasal ve ekonomik koşullarına okur zihnini yönlendiren geniş bir çağrışım yelpazesi vardır. Okur, belleği ve yaşamsal algıları oranında imgeleme ulaşacaktır bu alışılmadık bağdaştırmadan. Bunun çağrışımıyla; ezilmişliğini, kelepçelendiğini veya yalandan dolayı belleğinde yer etmiş kötü olayları zihninde yaşamaya başlayacaktır. Şair, içinde sıkıntı çekilerek yaşanan tutum ve yoz bir ortamdan söz etmektedir ve bu okuru kavrayacak bir konudur. Çok sayıda örnek verilebilir. Her kişinin yaşamsal birikimine göre değişen bir imgelem yaratma gizilgücü vardır.  

Boynun aklıma geliyor: İlk bakışta cinselliğe yönelen bir çağrışım saçağı vardır; ne var ki şiirin anlam bütününden bunun cinsellik olmadığı, idamdan söz edildiği düşünülebilir veya okur algısına göre yön değiştirebilir. Tarihteki idamlara kadar giden bir imgelem dünyası yaratabilir. Örneğin ben “boynun aklıma geliyor” sözünü ilk okuyuşumda düşünmeksizin Adnan Menderes’in idam sehpasındaki fotoğrafı gözümün önüne geldi. Şiir nerede, bu olay nerede? (Rastlantısallık ve Çağrışımsallık)

 Acıkmış aç kayalar; alışılmadık bağdaştırması, okurun başından geçen olaylardan başlayıp belleğinde yer eden önemli olaylara kadar çağrışım yaratabilir. Aç ama yalnız kendisini ve yemeyi amaç edinen, diğerlerine karşı son derece sert olan, onları kullanan insan ve parasal kaygıya dayandırılmış toplumsal düzeni düşünmeye yöneltmektedir. Alışılmadık bağdaştırmalar, okurun yaşamını ve belleğinde yer alan yaşamsal anılarını canlandırır; çağrışımsal imgelem yaratırlar ve okuru değişik düş/düşünce katmanlarına yollarlar. Bu şiirde sınırlanması olası olmayan çağrışım yeteneği vardır ve buna bağlı olarak okurda yaratacağı çağrışımsal imgelem çok geniştir. 

Şiirin söz dizilimine ve imge kurgusuna baktığımızda, okurda yaratacağı çağrışımsal imgelem tabakasının çok geniş bir düzlemde olduğu, böyle bir şiirin ancak donanımlı bir şair imgeleminden doğduğunu söyleyebiliriz.   

Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Şiir; örtüktür ve ilk okuyuşta çağrışımsal imgelem oluşturma yeteneği az görülebilir. Şiirin, tarihten toplumsal olaylara, oradan ikili aşk ilişkisine kadar açılan ve çağın sorunlarının çözümüne yönelen geniş/bütünlüklü bir anlam alanı vardır. Şiir yalın, algı sarsıcıdır; alışılmadık bağdaştırma ve imge açısından çok güçlüdür. Buna bağlı olarak, okurda yoğun olarak çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü taşımaktadır.

 

c. Rastlantısal İmgelem Tabakası 

Rastlantısal İmgelem Tabakası, şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da bağımsız söz varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan, eserde beklenmeyen ve kastedilmeyen imgelem olanaklarıdır. Şiirdeki bir sözcükten ulaşılabileceği gibi tamlama, dize veya şiirin bütününden ulaşılabilen bir imgelem sürecidir. 

Bu tabaka, rastlantısal anlam tabakası gibi, okurun donanım, deneyim ve belleğinin gücüne bağımlıdır. Bu yüzden, birkaç örnek ile açıklayarak gerisini okurun alımlama ve imgelem yetisine bırakalım. Bir anlamda şiirdeki çağrışım çekirdeklerinin okurda yarattığı imgelem şiirin çağrışım yelpazesi içinde olmayabilir.

  Örneğin, “Sen zenginsin alırım tükenmezsin” dizesini ele alalım. Buradaki “sen” okurun alımlamasına göre zengin ve yetki olarak güçlü bir kişiyle özdeştirilebilir veya hoşgörülü bir insanı anımsatabilir. Oysa şair burada, toplumsal olaylara duyarlısın ve toplumu ilgilendiren konularda yeterince donanıma sahipsin demektedir. Buna karşın okur, maddi zenginlikle ilgili bir imgelem dünyasına yönelebilir; çünkü okurun bilinçaltına kadar işlemiş olan para kazanma kaygısı imgelemin bu alanda kurulmasına iter. 

Şair “Kapattığımız sağnak akşamlar açtığımız sabahlar” derken bir kadınla geceyi kapatmış sabah onunla uyanmış olmaktan söz etmiyor; okur böyle bir imgeleme yönelebilir. Kurtuluş mücadelesi gibi tarihteki ölüm kalım savaşlarından yerine kurulan devletlerden söz etmektedir. Bunu tam tersini söyleyecek olursak; şair böyle demek istememiş ancak ben böyle bir sonuçla tarihin derinliklerine ilişkin bir imgelem dünyasına girmişsem, çıkarımım ve sonunda ulaştığım imgelem alanı rastlantısal imgelem alanını doğurmaktadır. Veya okur olarak ben böyle bir imgelem evrenine girmedim de kendi yaşamında iyi ve kötü günlerime ilişkin bir imgelem kurdum. Bu da rastlantısal imgelem alanına giren bir sonuçtur.

Çağdaş sanat anlayışında yapıtın okurda yarattığı imgelem dünyası ne kadar geniş ve rastlantısal ise yapıt o kadar güçlüdür, demektir. Ayrıca anlamsal genişlemeye açık demektir. Estetik kaygıyı o denli tetikleyeceği anlamına gelir.

Şiirdeki bütün çağrışım çekirdeklerini ayrı ayrı incelemeden şunu söyleyebiliriz: Sözcük seçimi, söz sanatları ve imgeler, özellikle alışılmadık bağdaştırmalar, dizeler ve şiirin bütünü; sayısı belirlemeyecek kadar çok rastlantısal imgelem yaratma gücüne sahiptir. Şiirde eksiltili anlatım ve örtük dil fazlaca kullanılmıştır. İşte bu durum, okurda rastlantısal imgelem doğurma gizilgücüne artırmaktadır. Hatta şiir, örtük kullanım sayesinde o kadar geniş anlam alanına sahip ki rastlantısal imgelem yaratma gücü neredeyse sınırsızdır.

Rastlantısal anlam, rastlantısal imgelem ve buna bağlı olarak oluşan çağrışmsal imgelem, şiirle okur arasındaki alımlama ve etkileşimden doğan mutlak bir süreçtir. Türk şiirinde ve sanat dünyasında başka şekillerde anlatılmaya çalışılsa da buradaki oluş ve işleyiş süreci sanat evreninde tam olarak tanımlanmamıştır. Yapıtın algılanması ve alımlanmasından estetik hazzın doğumuna kadar olan süreç, bu üç tanımlamayla karşılanabilir düşüncesindeyim. İşte bir şiirin sanat değeri, buralarda aranmalıdır. 

 

6.                  COŞUM KATMANI

Coşum, şiirde incelediğimiz beş katmanın okurda yarattığı toplam duygulanım sürecidir; estetik haz/estetik beğeni doğmadan önce okur duygularındaki duyarlılık ve taşkınlık durumudur. Başka bir deyişle, estetik beğeniden önce izleyici/okur duygularının belli bir kıvama ulaşmasıdır.

Şiirdeki anlamın duygu değeri, anlatımın sıra dışılığı, sarsıcılığı ile çağrışım zenginliği; okurda duyarlılığı artıracak ve duygulanımı tetikleyecek özelliktedir. 

Bu şiirde anlam ve anlam çevresinde kurulan imgeler, en hassas olduğumuz bir konu ile ilişkilidir. Toplumsal yaşama karşı duyarlılığın resmidir. Ülke ve insan sevgisinin dışavurumudur. Dolayısıyla duygu değeri oldukça yoğundur ve okurda duygulanım ve duyarlılık yaratma gizilgücü yüksektir. “Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım//Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000//Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum” dizeleri şairin duyarlılığını, bu duyarlılıktan doğan sinerjiyi okurla buluşturmaktadır. Dolayısıyla okurda duyarlılık yaratma yeteneği yüksektir. Okurda bu duyarlılık yaratılabiliyorsa estetik hazzın doğum sancısı başlamış demektir.

Yukarıdaki Gerçek anlam tabakasında alışılmamış bağdaştırma, sapma ve imgeleri çıkardık. Neredeyse bunların her biri okurun derinliklerine saplanacak söyleniş biçimlerine sahiptir.

Bilindiği gibi şiirde salt anlam değil; anlamın nasıl iletildiği (anlatıldığı) de önemlidir. Bu şiirde anlamdan ziyade duygu yoğunluğunun anlatım katmanında yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Anlatımın sarsıcı ve etkileyici olması, diğer şiirlerden ayırıcı bir yanının olduğunu gösterir. Şiir; anlam, anlatım ve ses ile okurun duygularını ezebiliyorsa, duygu değerini yeterince okura geçirebiliyorsa her sanatta olduğu gibi başarılı eserdir; coşumu yüksek demektir. 

Anlatım; sıra dışı, algı sarsıcı ve yalındır. Okuru kavrayan ve okurun duygularını ezen bir dil kullanmıştır şair. Bu yüzden coşumu sağlama gücü oldukça yüksektir.

Okurda coşumu sağlayan en etkin fiziksel varlık şiirsel ezgidir. Şiirsel ezgiye esas ses, düşey ses dengesi dışında çok iyi seviyede kurulmuştur. Ses, anlam ve anlatım üçlüsünün sinerjisi; şiiri okur üzerinde daha da etkili duruma getirmiştir.

Şiirin çağrışım gücü, çağdaşlarına göre çok yüksektir; rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem yaratma gücü sınırsız denecek kadar geniştir. Çağdaş sanat eserinde aranan en temel özellik budur. Okurda duygulanım ve duyarlılık sürecini yaşatacak en hassas anlam alanı tem olarak ele alınmıştır; bu da coşum katsayısını artıran bir durumdur.

Tutku, duygu ve özlemlerini; yalın, içtenlikli, özgün, özlü bir biçimde anlatmıştır. İlk bakışta şiirde lirizm yok gibi görünmektedir; oysa şiirin anlam alnına girildiğinde lirizm varlığı ortadadır. Şairin toplumsal olay ve olgulara karşı duyarlılığı, hatta yaşama evrensel bakışı dizeler aracılığıyla doğrudan okura yansıtılmaktadır.    

Sonuç olarak; şiirin coşum değeri çok yüksektir.

7.  ESTETİK KATMANI

a.   Şiirdeki Estetik Değer Tabakası

 Şiir ile okur iletişime geçtiğinde, yapıtın üzerinde iyi, yüce, oran, simetri, güzel, uyum gibi kavramların toplam değerini hissederiz ki buna sanat eserindeki “estetik değer” diyebiliriz. Anlatım, ses, anlam, çağrışım ve coşum, hoşlanma ve haz duygusunu harekete geçiriyorsa şiirde estetik değer güçlüdür sonucuna ulaşabiliriz. 

İnceleme sonuçlarına dayanarak şiiri estetik değer açısından ele aldığımızda; ‘tem’in duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü oldukça yüksektir. Anlatım yalın, sarsıcı ve etkileyici dil ile kurulmuş, yüzeysel bakıldığında duyumsanmasa da lirik bir söyleyiş yaratılmıştır. Şiirde insanın en duyarlı olduğu konular ele alınmış, her okurda duyarlılık yaratacak gerece sahip kılınmıştır. Ses uyumunda göz ardı edilebilecek birkaç zayıf nokta hariç şiirsel ezgi iyi seviyede kurgulanmıştır. Şiirin coşum değeri, duyarlılık yaratma yeteneği oldukça yüksektir. Anlam ve anlatım temanın uzağına taşmadan örgütlenmiştir; buna karşın şiirin anlam, rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem alanı oldukça geniştir.  Şair açık açık söylemediği halde okurun anlam kapsamından ulaşacağı imgelem olanakları güçlüdür. Şiir; ses, anlam ve anlatım bakımından okur üzerinde etki kurabilecek zenginliktedir. Sonuç olarak;

Alışılmamış bağdaştırmalar, imge örgüsü, sapmalar, dil kullanımındaki sıra dışılık, şiirsel ezgi, rastlantısal anlam derinliği, çağrışımsal imgelem gücü, insanlığın duyarlılığını tetikleyecek anlam alanı, özgünlük, öz-içerik ve biçim bakımından sadelik, şiirde estetik değer varlığına gösterilecek ögelerdir. Bunlara dayanarak; “Şiirde estetik kaygıyı tetikleyecek donanım vardır ve şiir yüksek estetik değere sahiptir” diyebiliriz.    

b. Okurdaki Estetik Algı Tabakası

Estetik algı ve estetik değer yargısı, insanın yaşamsal algıları ile bir bütündür. Her insan zihni bu algı ve yargı için hazırdır. Şairin okurda hazır olan bu estetik algı ve yargıyı doğru harekete geçirmesi ve uygun yönetmesi gerekir. İnsan güzeli arar, güzele ihtiyaç duyar, mutluluk ve geleceğini güzellikte bulacağına inanır; güzellik kaygısı aynı zamanda dürtü ve güdülerin yönlendirdiği bir gerçektir. Bunun adına da “estetik kaygı” denir. Estetik kaygı; kültür, bilgi, birikim, toplumsal olgular, yaşamsal değerler ile yaşamsal süreçte yeniden yapılandırılır. İşte bunlar estetik algının duyarlılığını güçlendirir ve algıyı daha etkin işler hale dönüştürür.

İnceleme sonuçlarına baktığımızda; şiir, okurdaki estetik algıyı uyaracak ve ortalama bir okurun anlama-düşünme-duygulanım sürecini tetikleyecek nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanıya varmamızı sağlayan gereçler: Şiir, yazıldığı dönemin sorunlarını çok iyi yansıtmıştır. Okurun duyarlı olduğu bir konuyu gerçekçi ve sıra dışı biçimde ele almıştır. Okuru sorunlarıyla bütünleştirmiştir. Ekonomik koşullar ve sosyal yaşamın insanda yarattığı travmaya merhem gibidir. Ayrıca okurun estetik kaygısını sarsacak, onu hayranlığa taşıyacak etkenler oldukça fazladır.

Okur, emeğe saygısızlığa duyarlıdır; çünkü emeği gasp edilendir.  Ekonomik koşulların yarattığı yaşam biçimine tepkilidir; içinde yaşayandır. Kaygılı ve yalnızdır; insana değil maddi kazanca değer verilmektedir, bundan sürekli zarar görendir. İşte bu kaygılarının öz ve özgün dile getirilişi, okurun ilgisini çekecek, algı-anlama-düşünme sürecini tetikleyecek ve estetik yaşantıya girmesini sağlayacaktır. Başka bir söyleyişle, okurun hazır olan estetik kaygısına daha duyarlı gereçlerle dokunulmuştur. Ona çıkış yolu göstermiş ve umut vermiştir.

Bunlara dayanarak şu sonucu çıkarabiliriz: Şiir; okurun estetik algısını harekete geçirebilecek yeterli donanıma sahiptir. Okur, içinde yaşadığı toplumsal sorunlarla yüz yüze getirilmiştir.

c. Durumsal Estetik Değer Tabakası

Şiire yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya koyduğu toplam estetik değer ve estetik algıyı “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diye tanımlıyorum. Başka bir deyişle, bu tabaka tarihsel birikimlerden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal değişime kadar olan görüngülerin yaşama yansıdığı ve ayrıca zihinde canlandığı bir sonuçtur.  

Bu tanımlama ve inceleme sonuçlarından yola çıkarak;

Okur, duyularını uyaran etkileşimlere karşı her zaman açıktır; ancak duyuların uyarılması sonucu etkileşim, inanç ve ideolojik ön kabuller gereği görecelidir. Okurun estetik algısı; yaşam, nesne ve evren arasındaki ilişkileri görme/okuma biçimine bağımlıdır. İdeoloji, inanç, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenler, estetik beğeniyi sağlayabilir ya da şiirin tamamen reddine yol açabilir. Her ne kadar basmakalıp düşünce sahipleri bunu başka bir açıdan görse de sanat eserinin asıl hedefi okurdur. Sanat veya şiir; sanatçı, yapıt ve okur (alıcı/izleyici) üçgeninde bir değer taşır. Öyleyse, buna göre ele aldığımızda durumsal estetik değer konusunda nasıl bir sonuç ortaya çıkar?

“Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000 / Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma / Kalk ellerini yıka bize gidelim” dizelerini şaire söyleten, yaşadığı çağın sorunları değil midir?  Şairde yarattığı aşırı yoğunlaşma değil midir?

İnceleme sonuçlarına göre, ortalama okur için estetik yargı olumludur ve şiirin estetik değeri yüksektir. Ancak “Allah gelene kadar” sözü, bir kısım bağnaz okurda itici bir durum oluşturabilir; ancak bu dize yerine tam oturmuştur. Estetik beğeninin göreceliliği gereği, bağnaz yargıya sahip insanlar için estetik değer ve olumlu estetik yargıdan söz edemeyiz.

(Not: Şair elbette okurun dünya görüşünü dikkate almamalıdır; kendi imgeleminin kurduğu eseri ortaya koymalıdır. Ancak eseri incelerken, sağlıklı bir çözüm için okurda doğuracağı etkiyi her yönüyle sorgulamalıyız.)

 İdeolojik veya dinsel yaklaşımı tutucu olan bir şairin imgeleminden doğan şiir de çağdaş okur için aynı sonucu ortaya koyacaktır. Ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenler; şair, şiir ve okura yansır. Bu durumda estetik algı ve yargı, görecelidir. İşte bu düşünceden hareketle, “durumsallık”tan söz ediyoruz. 

Bunları dikkate alarak sağduyulu bir yaklaşımla; şiir, çağıyla özdeştir, insanıyla bütünleşmiş bir görünümdedir. Dolayısıyla “durumsal estetik değeri” yüksektir; çağın sorunları, yaşam biçimi ve insanıyla bütünleşiktir. Toplumsal olgu ve olaylar, şairin şiirini bu yönde kurmasına neden olmuştur.

Sonuç olarak: Şiir, estetik değere sahiptir. Okur, şiirin temasına karşı duyarlıdır. Koşullar, şair, şiir ve okur üzerinde etkilidir.

 

8.  SONUÇ

 

Çözümlemeden sonra şiirde göze çarpan en önemli özellik; anlam bakımından tutarlılık, bağlaşıklık ve metinler arası ilişkiye üst seviyede önem verilmiş olmasıdır. Diğer bir söylemle şiir, anlatım, anlam, çağrışım ve biçim bakımından bütünlüklü ve çağdaş insanın toplumsal yaşamını üst düzeyde şiirsel bir dille resmedebilir niteliktedir. Şiirdeki katmanların birbiriyle ilişkisini bu denli dengeli kurabilmek; güçlü donanım, zengin imgelem ve farklı bir görme biçimi gerektirir. Yani şiirin kurgusu, şairin yaşamsal ilişkileri çözmüş bir düşünce adamı ve farkındalıklı bir sanat anlayışına sahip olduğunu gösterir.

Şairin; dünya, nesne, yaşam, toplumsal yaşam, çağ ve insan ile aralarındaki ilişkiyi okuma yeteneği çok yüksektir. Bire bir anlatım tekniğini kullanmamış, “yansımanın gerçekliği[41]”ni ve sözcük ve tamlamaların çağrışım gücünü esas alarak şiirini kurmuştur. Yalın, sıra dışı, algı sarsıcı ve etkileyici bir dil kullanmıştır. Şiir etki ve duyarlılık yaratma açısından oldukça başarılıdır. Anlam alanı oldukça örtük olmasına karşın her okurun kendisine bir şeyler alabileceği çoğul ve rastlantısal anlam/imgelem olanağına sahiptir şiir. Sözcük seçimi ve ekonomisi çok iyidir. Anlatım, anlamı güçlendirirken anlam da anlatıma yönelmiştir. Şiirde algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanılmamış, şiirsel/sanatsal bir anlatım sergilenmiştir. Şiirin çağrışım gücü, her okurda farklı alanlarda imgelem doğurma yeteneğine ve sanat yetkinliğine sahiptir.

Şiirde biçim, anlam ve anlatım çok iyi seviyededir. İmge yoğunluğu ve anlam bütünlüğü dengelidir. Anlamsal ritim uygun kurulmuş; ritme bağlı olarak ses yüksek tondan düşük tona doğru oluşturulmuştur. Daha genel anlatırsak şiirsel ezgi, yüksek frekans aralığından düşük frekans aralığına doğru kurulmuştur; bu ses kurulumu da anlama bağlıdır. Etkin ve yetkin bir şiirdir. Daha doğrusu, kendi alanında Üçyüzbin şiiri çok iyidir, diyebiliriz. Şiirsel ezginin sürekliliğini ve akıcılığını belirli frekans aralığının dışına taşıran birkaç göz ardı edilebilir ses kaybı vardır. Ancak bu durum, anlam ve anlatımın gücüyle duyumsanamayacak düzeye çekilmiştir. Coşum değeri çok yüksektir; ne var ki şiir anlamsal olarak örtük ve kodludur. Bu yüzden, her okurda aynı düzeyde coşum oluşturabilme yeteneğinden ödün vermektedir. Böyle olmasına karşın her okur için şiirden alımlanabilecek çok şey vardır. Şiir; toplumcu bir bakış açısıyla yazılmış, çağına ve çağdaş sanat anlayışına uygundur. Yakın tarihin toplumsal olay ve olguları, örtük bir biçimde şiire giydirilmiştir. Dönemin toplumbilimsel ve ruhbilimsel özelliklerini çok iyi yansıtmıştır. Bir alamda şiir, doğum yerini ve doğduğu çağı çok iyi betimlemiştir.

 

Anlam, dönemin koşullarını ve insan davranışlarını bütünlüklü bir biçimde yansıtan bir tema üzerine kurulmuştur. Çok iyi düzeydedir.

Yatay ses kurgusu çok iyi düzeyde, düşey seste göz ardı edilebilir patlamalar vardır; ses iyi düzeydedir.

Anlatım, sıra dışı, sarsıcıdır; dil kullanımı özgün ve okuru bağlayıcıdır. Üst düzey bir anlatım tekniği vardır.

Rastlantısal anlam alanı çok geniştir.

Çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü çok yüksektir.

Rastlantısal imgelem doğurma gücü çok yüksektir.

Şiirde coşumu artıran ve estetik değer varlığını kanıtlayan çok fazla gereç vardır.

İnceleme sonuçlarına dayanarak: ŞİİR, “YÜKSEK ESTETİK VE SANATSAL DEĞERE SAHİPTİR.”                               

 


[1] Ortam; coğrafya, zaman, gelecek öngörüsü, bilgi ve kültür varlıklarımızla oluşmuş birikim ve deneyimler bütünü… 

[2] İmgelem, bir yapıtın izleyiciyi götürdüğü ya da izleyicide yarattığı düşsel eylemlerdir. Düşle karıştırılmamalı; düş genel bir eylem, imgelemse bir sanat yapıtının doğurduğu sonuçtur. 

[3] Çağrışım çekirdeği, çağrışım doğurma gücüne sahip, ilginç, dikkat çeken söz, tamlama veya bağdaştırmalar.

[4] Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım katmanlarıdır.

[5] Çağrışım saçağı, şiirin/yapıtın okurda çağrışım sonucu yarattığı imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir.

[6] Y. Özmen, Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Trend Yay. 2018 

[8] İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Remzi Kitabevi, 2. Basım, Sayfa:26

[9]Wikipedia…

[10] Yaşar Özmen, Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Trend Yay., 2018

[11]   Ontik; Nesnel ve duyusal varlıklar katmanlarından oluşan

[12] İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.

[13] Ortam’ın sanat/şiir üzerindeki etkisi ayrıca estetik katmanında incelenecektir.

[14]  Rastlantısal Anlam Kuramı; insanla eser ilişkisinde oluşan özel bir durumu tanımlayan yeni bir tespit ve öneridir.  Daha ayrıntılı olarak, “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitapta açıklanmıştır.

[16] Özmen Y., “Bir Damla Suda Halkalar” Temren Yayn., Şubat 2018

[17] Çağrışım saçağı, şiirin/eserin okurda çağrışım sonucu yarattığı imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir.

[18] Tabaka; Katmanları oluşturan alt varlık alanlarıdır.

[19] Çağrışım çekirdeği; bir eserde var olan, okura etkin, çelişkili veya çekici gelen, okuru kendi yaşamsal ve duyumsal izlerine taşıyan, okuru anımsatma yoluyla arzuladığı düş dünyasına götüren veya okuru imgeleme yönlendiren söz, söz öbeği veya anlamsal tasarımlardır.

[20] Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitabımda öne sürdüğüm bir kuramdır. Bu metin, çağrışımsal imgelem kuramını açıklamaya yönelik hazırlanmıştır.

[21] Yorumlanmış ve görüntüye taşınmış bilgi. 

[22] Y. Özmen, “Bir Damla Suda Halkalar” Temren Yayn., Şubat 2018, “Büyüdükçe Bir Daha Kırılıyor” isimli şiir.

 

[24] Süre, sınır, durak, ritim, vurgu, ton, şiddet ve ezgi gibi sesbilgisel terimlere “parçalarüstü birimler” denilmektedir. (M.V.Coşkun, Türkçe’nin Ses Bilgisi)

[25] Şiirsel ezgi, şiirin anlam ve ortamı ile duygu değerine uygun özel olarak oluşturulan bir ezgi türüdür. Müziksel ezgi ve konuşma ezgisi arasında bir ezgi türü olduğu varsayımı ile ele aldığım bir kavramdır.

[26] Bürün: Sesbirimsel özellikler bütünü.

[27] “Katman Edebiyat Eleştiri Sistemini”nı ileri süren kitap.

[28] Şiir Çözümleme Tekniği, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı erekten gelecekteki anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm unsurlara kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunun ortaya konmasına yöneliktir.

[29] Katman, şiirin nesnel ve duyusal varlıklarını kendi özellikleri içerisinde bir grupta toplayan yapıdır.

[30] Tabaka, katmanları oluşturan nesnel veya duyusal daha alt varlık alanlarıdır.

[31] Eksen, sesin fiziksel özelliği gereği ses katmanının altındaki sınıflandırmadır. Tabaka teriminin işlevi ile aynıdır.

[32] İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Remzi Kitabevi, 2016

[33] Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Eleştiri ve İmgelem-İmge-İmgelem (Denemeler-1)

 

[34] “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitapta ileri sürülen teknik ve kuramlar çerçevesinde şiir incelemesi yapılacaktır. (Yaşar Özmen, Trend Yayınları, Kasım 2018)

[35] Ontik; Nesnel ve duyusal varlık alanlarından, katmanlarından oluşan

[36] İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.

[37] İmgelem; toplam bilgi birikimimiz, belleğimiz ve bilincimizin zihinsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, ilişkiler, düşler, sezişler, anlamsal görünüş ve görüntülerdir.

[38] Çağrışım çekirdeği, çağrışım doğurma gücüne sahip, ilginç, dikkat çeken söz, tamlama veya bağdaştırmalar.

[39] Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım katmanlarıdır.

[40] Çağrışım saçağı, şiirin/yapıtın okurda çağrışım sonucu yarattığı imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir.

[41] Veysel Çolak, Yansımanın Gerçeği, Mühür Yayınları, 2009.




































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)

Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir) Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)   DİLHAN Yaşar Özmen     Büyüdükçe azalan kalabalığım Anla...