(Sanatsal Denemeler-2)
Yaşar Özmen
Kitap, Kapak
tasarımı Y.Özmen
Sayısal Kitap
Yayım Tarihi: 5 Mayıs 2020
ISBN No:978-605-74589-1-9
2. Sayısal Sürüm:
Mart 2021
3. Sayısal Sürüm
Ekim 2025
Yaşam Öyküm
1964
yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1985’te
Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1989’da Kara Harp Okulu Makina Mühendislik bölümünü
bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda
yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda
değişik görev yerlerinde çalıştı. 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş
sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına
sahiptir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü, deneme ve
özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır. Anadolu Üniversitesi AÖF Türk
Dili ve Edebiyatı öğrencisidir.
Yayımlanan
Kitapları:
Bir
Damla Suda Halkalar,
şiir kitabı, Temren Yayınları 2018
Saf
Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Sanat çözümlemesine yönelik kuramsal
kitap, Trend Yayınları 2018
Şiir-Sanat
Çözümlemesi (Sanatsal Denemeler-2), E-KİTAP, Ekim 2025
Dilhan, Belgesel Nehir Şiir, E-Kitap, Ekim
2025
Umut
Bekler Bizi,
Şiir, E-Kitap, Ekim 2025
UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat 11.
Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne; MASAL DAĞI İsimli şiiri 17. Yunus Emre Şiir Yarışması Üçüncülük
Ödülüne uygun görülmüştür.
ŞİİR
SARNICI (e- dergi)’nın,
kurucu, yayıncı ve yöneticisidir.
Sardunya
Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve
Nar Öykü/Şiir Seçkisinde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın
dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır.
AÜ
AÖF Türk Dili ve Edebiyatı Öğrencileri “Edebiyat Çalışmaları Şiir Kitabı-1 de
(Bir İdik Bin Olduk 2024 ) yer almıştır.
İÇİNDEKİLER
:
Giriş…………………….…………………………………………………………………..7
Kuram ve Yöntem…………………………………………………………………….8
Çözümsel Yaklaşım……………………………………………………………….…14
Sanata Çözümlemeli Bakış……………………………………….………………17
Yapıtın Sanat Değeri Ölçülebilir
mi?...………………….………………….30
Şiir Çözümleme
Tekniği…….………………...…………………………...…....36
Rastlantısal
Anlam Kuramı………………………………………….…………..45
Çağrışım
Katmanı……………………….…………….……………………….......55
Çağrışımsal
İmgelem Kuramı…………….………………………….….........66
Rastlantısal
İmgelem Tabakası…………………………………….…….....…73
Anlatım
Katmanı………………………………………………………………….....79
Coşum
Katmanı………………………………………………………………….…..88
Ses
Katmanı…………………...........................................................102
Durumsal Estetik
Değer Tabakası...………..……………………………...124
Şiir Eleştirisi ve Ödül İlişkisi………………………………………….……..…134
Eleştiriye Katlanamamazlık…………………………………………………...139
Şiir Eleştirisi ve Eleştirinin Eleştirisi…………………………….………….148
İyi Huylu
Eleştiri………………….....................................................157
Katman Edebiyat Eleştiri
Sistemi…………………………………...….....163
Biçim Çözümlemesi ve
Eleştirisi…………………..………………………..173
Eskiye Özlem…………………………………………………………………………183
Kendimle
Söyleşi………………………………………………….….……………188
Örnek Şiir
Çözümlemesi…………………………………………………..……214
Giriş
Deneme, nasıl bir
türdür böyle? Herhangi bir yazın türüne sığdıramadığınızda adına deneme deyip
geçiveriyoruz. Yetim bir tür gibi geliyor. Öyle olsa bile ben daha ciddi
bakıyorum denemeye. İnsanın yaşam ve nesne ile ilişkisini en kolay ve özgür
betimleyen bir tür bence. Özgür, dış kaygılardan uzak ve kuralların dikkate
alınmadığı sınırsız bir ortam sunuyor yazara. Bu, düşündüğünü ve düşlemini
özgürce ortaya koyabilmek demektir. Donanımlı ve yetkinseniz; sorunlara,
sorulmamış derin sorulara yanıt arayan metinlere dönüşür yazınız. Değilseniz,
magazinsel söylemler ve çerez bilgilerle doldurursunuz sayfaları. Her ne kadar
kanıt kaygısı olmasa da en azından bir sorunu çözmeli ya da bir düşüncenin
özünü görünür duruma dönüştürmelidir.
Her sanat yapıtı,
yeni ve farkındalık yaratacak birçok şey söylemelidir okura. Dikkate değer
birkaç şey söylemiyorsa susmalıdır. Bilgi o kadar yoğundur ki hangisini
almalıyız konusu, gerçekten çağımızda önemli bir seçim sorunudur.
İmgelem-İmge-İmgelem
(Sanatsal Denemeler-1) kitabı ve bu kitapta (Sanatsal Denemeler-2) yer alan
denemeler, sanatla ilgili değişik konuları ele alıyor olsa da denemelerin çoğu,
Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sisteminin
anlaşılırlığını kolaylaştırmaya yönelik
açıklayıcı bilgi aktarımını amaçlar. Ayrıca, ileri sürdüğüm yeni
bilginin anlaşılması için bazı konular birkaç kez yinelenmiştir.
Sanat; yeniye, yeniliğe, inanılmaza, olanaksıza, farklıya ve
farkındalığa açılan edimler dünyasıdır. İnsanın özgün ve özgür yaşayabilmesi,
kazanılmış insani değerler sisteminin güçlendirilmesiyle olasıdır. Bu da, sevginin geliştirilmesi ve başat
kılınmasıyla sağlanabilir. Olumlu ve sevme duygusu gelişmiş dünya insanlığına
ulaşmanın sırrı, sanatın gizilgücünde saklıdır.
Yaşar Özmen, Eylül 2025 Narlıdere
KURAM VE YÖNTEM
İmgelem-İmge-İmgelem
isimli kitabımda kuramla ilgili birkaç denemem olsa da bu kitapta okuyacağınız
kuramların daha net anlaşılabilmesi için açıklayıcı bir yazı daha yazma gereği
duydum. Yaptığım araştırmalara göre kuram terimi, özellikle edebiyat biliminde
rastgele kullanılan bir terim haline dönüşmüştür. Ne yazık ki bilimsel olabilme
adına; yöntem, yöntemler topluluğu, bir konuyu açıklamak üzere tasarlanan
kurgu, eleştiri teknikleri, teknik, yaklaşım biçimi gibi durumlar kuram
terimiyle karşılanır duruma evrilmiştir. Salt günümüzde değil, 1800’lü yılların
sonarlarına doğru batılılaşma çabalarının olduğu dönemde de sıradan yöntemler
kuram diye isimlendirilmiş ya da bize sonradan öyle aktarılmıştır. Edebiyat
biliminin üçüncü alanı olan edebiyat eleştirisi konusunda, öğrencisi olduğum
fakültenin ders kitaplarını ve sunularını ayrıntılı inceledim. Ayrıca konuyla
ilgili dokümanları kendi çabamla taradım. Kuramın kavramsal anlamını, oluş,
işleyiş ve ürettiği sonucu dikkate alarak; sözlüklerin tanımlaması, internette
ulaştığım bilgiler, öğrencisi olduğum edebiyat fakültesi ders kitapları, sosyal
bilim alanında bilim unvanına sahip akademisyenlerin tanımlamaları; beni ikna
etmiyor ve mevcut uygulamanın yanlış olduğunu düşündürüyor. Kuşkuya yer
bırakmayacak kadar açık bir kavram kargaşasının süregeldiğini görüyorum.
Kuramın oluş, işleyiş ve sonuç sürecine baktığımda hem düşünce hem de de
uygulamada üstünkörü bir yaklaşım olduğunu akademisyenlerin yazdığı metinlerden
anlayabiliyorum. Denememde kaynak göstermiyorum. Çünkü referansım, aşağıda adı
geçen fen bilimleri ve sosyal bilimlerinin çok iyi bilinen kuramlarıdır. Ayrıca
eleştiri kuramları diye önümüze sürülen yapay yöntemleri somut örnek olarak da
verebilirdim. Bunların kuram olup olmadığını; akademisyenlerin oturup
tartışmadığını, hayran hayran baktığını dikkate alırsak, ayırdına varılamamış
bir ayrıntının göz önünde durduğunu söyleyebiliriz. Örneğin ünlü bir
eleştirmenimizin: “Her zaman tekrarladığım gibi, yapıtlar kavramlardan,
kurallardan değil, kuramlar, kavramlar yapıtlardan doğar.” gibi saçma bir
çıkarıma bile itiraz edilmediğine göre durum edebiyat literatürü açısından daha
da sıkıntılı görünüyor.
Fen
bilimleri hariç sosyal bilim alanlarında çalışanların; kendi bilim alanının
yüceltilmesi uğruna kuram terimini olmadık yerde ve olmadık anlamda
kullandıklarını, yöntemi kuram haline dönüştürdüklerini örnekleriyle gösterebilirim.
Diyeceksiniz ki bu terim neden bu kadar önemli? Kuramı gerçek anlamında
kullanmadığınız takdirde, yöntemlere kuram dediğiniz durumda gerçek kuramları
saptayamazsanız, siz o ilgili bilim alanının köşe taşlarını yok saymış ve o
ilgili bilim alanının gelişmesini engellemiş olursunuz. Sonra “Edebiyat bilimi
gelişmez; çeşitlenir” gibi akıl tutulması bir ezberi kabul edip gezersiniz
ortalıkta… Çünkü bilimler, kuramların ışığı huzmesinde kendine yön bulur,
gelişir ve yeni bilgi üretme yeteneğine sahip olur. Örneğin yerçekimi kuramını
bilmezseniz, belirlediği sınırları dikkate almazsanız, mutlakiyetine uyum
sağlamazsanız; basit bir yatay atışta bile uygulanacak kuvveti hesaplayıp
hedefi vuramazsınız. Sosyal bilimlerdeki kuramlar biraz daha esnek olmakla birlikte,
konunun işleyiş ve sonucunu kanalize eden mutlakiyetlerdir. Kuramın temel
ilkesi, sizin belirlediğiniz değil kuramın kanalize ettiği somut ya da soyut
sonuçlardır. Sosyal bilimlerde siz sadece kuramın girdi parametrelerine
müdahale edebilirsiniz..
Bir
kez daha yineliyorum. Yöntemlere kuram dersek, kurguladığımız çözümsel
yaklaşıma kuram dersek, sistem veya tekniğe kuram dersek; gerçek kuramlar
ortaya çıkarılamamış olur. Kuramlar bir bilim alanının köşe taşlarıdır,
ışıklarıdır, fenerleridir, yol göstericileridir, kılavuz çizgileridir.
Kuramlara dayanmadan bilim alanının yeni bilgi üretme yeteneği kaybolur.
Kuramlar saptanmadan, kuramların izinde hareket edilmeden o alanda yeni bilgi
üretmek samanlıkta iğne aramak gibi bir duruma dönüşür.
Kuramın; varsayım, bir konuyu açıklamak için yapılan
kurgu, yöntem, yol, yordam, sistem ve teknik gibi yakın anlamsal terimlerden
nasıl ayrılacağını dilim döndüğünce aşağıda açıklamaya çalışacağım. Saptadığım,
adına kuram dediğim görüngülerin anlaşılabilmesi buna bağlıdır. Kuram terimi,
fen bilimlerinde ayrı anlamda, sosyal bilimlerde ayrı anlamda kullanılıyor ve
bu, bilim adına ciddi bir sorundur.
Öncelikle
Kuramlar;
Yapılmaz,
yapılamaz, yöntemler üst üste konulup oluşturulamaz. İlişkiler,
parametreler ve etkiler arasında zaten
var olan bir olgudur, görüngüdür, süreçtir. Sadece varlığını saptayabilirsiniz.
Doğa yasalarından kaynaklanan; bilgiler arası, sosyal ve insani ilişkilerin
doğal süreçlerinden oluşan; gözlenebilir, genellenebilir, denenebilir
durumlardır, ilkelerdir.
Kuramların
ürettiği sonuçlar bir yelpaze içinde kalır ve mutlaklık taşır. Fen bilimlerinde
bunların yelpazesi daha dardır. Hesaplanabilir.
Kuramlar,
kendi içinde var olan ilkeler bütününe göre çalışır. Her bilim alanında
saptayamadığımız pek çok kuram olduğunu söyleyebiliriz.
Kuramı;
yöntem, yol, yordam, kurgu, sistem, teknik gibi sosyal bilim literatüründe
yakın anlamda kullanılan terimlerden ayırmanın en belirgin özelliği şudur:
Kuramlar yapılamaz, sadece saptanabilirler. İşleyişine ve sonuçlarına müdahale
edilemez; sadece girdi parametreleri değiştirilebilir. Varsayım ortaya
koyarsınız; kanıtlarsınız. Kanıtlayamazsanız çöpe atarsınız. Kuramların
eskimesi diye bir durum söz konusu değildir. Örneğin yansıtma kuramı milattan
öncesine dayanır. Eskimiş bir hali var mıdır?
Denenebilir
olmalıdır. Farklı parametrelerle durum, tekrar tekrar işleme tabi tutulup
sonuçlar kendi aralarında özdeş olmalıdır.
Sonuçları
genellenebilir olmalıdır. Sosyal bilimlerde sonuçlar, belli bir yelpazenin
taradığı alanın dışına taşmamalıdır. Aynı ve farklı etkiler sonucunda, özdeş
oluş, işleyiş ve sonuç vermelidir. Fen bilimlerinde ise sonuçlar, daha somut
veriler sunabilir. Bir makinaya attığınız tahıl sapının işlem sonucunda saman
ve türevlerinin elde edilmesi gibi genellenebilir bir sonuç olmalıdır.
Kuramların
işleyişinden doğan sonuçlar, doğrulanabilir olmalıdır. Farklı etkilerin
karşısında oluşan tepki veya sonuç, kuram çerçevesinde ve etkisiyle oluştuğunun
kanıtlanabilir olmasıdır.
Kuramların
oluş işleyiş ve sonuçları gözlenebilir olmalıdır. Sosyal bilimlerde kuramlar
genellikle soyut konulardır. Algı ,düşünme ve anlama gibi bilme etkinliğimizle
bunları duyumsayabilir ya da gözleyebiliriz. Fen bilimlerinde ise sonuçlar daha
belirgin ya da somut olabilir.
Bir
konuyu çözümlemek ya da aydınlatmak için kurguladığınız yaklaşım biçimi, yöntem
veya yöntemler topluluğuyla kuram oluşturulamaz. Eleştiri kuramı diye anlatılan
yöntemlerin çoğu bu şekildedir. Kuramlar; durumlar, olgular, ilişkiler
içerisinde zaten var olan görüngülerdir; saptanır ve bir durumu aydınlatmak
üzere kuramın sonuçlarından yararlanılabilir; yansıtma kuramı gibi… Bir
akademisyenin edebiyat kuramlarına ilişkin anlatımında gördüğüm için özellikle
belirtiyorum. Yansıtma kuramı, eleştiri kuramı değildir; o kendi görüngüsü
içerisinde bir sanat kuramıdır; eleştiride ya da sanat çözümlemesinde yardımcı
olarak yararlanabilirsiniz.
Kuramlar
kanıtlandığında yasa niteliği taşırlar. Yöntem, insanın kurguladığı bir yoldur;
kuram ise olay, olgu ve ilişkilerin etkileşiminden doğan doğal ve mutlakiyet
taşıyan bir görüngüdür.
Fen
bilimlerinden, “Yerçekimi Kuramını ve Görelilik Kuramını” sağ elinize; sosyal
bilimlerden, “Yansıtma Kuramını ve Nesnel Bağlılaşık Kuramını” sol elinize alıp
tartıp biçip tanımaya çalışalım. Örneğin eleştiri konusunda yazılıp çizilen,
yıllarca ders olarak okutulmuş kuramlar veya işletmede örgüt kuramları diye
anlatılan kuramlar arasında; yukarıdaki verdiğim dört kuramla küçük bir
özdeşlik, benzerlik, yakın nitelik bulabilecek misiniz? Kendi kendinize bunu
test edebilirsiniz. Oluş işleyiş ve sonuçları bakımından bir özdeşlik,
benzerlik bulabiliyorsanız o kuramdır.
Ezber
edindiği konulardan; gerek sığ bilgi kütlesine gerek kişisel hırslarına gerek
yaygın görüşün verdiği cesarete sığınarak vazgeçmek; tersine bir sonucu
desteklemek bilim adına olsa bile zor bir durumdur. Edebiyatın duayenleri,
Cumhuriyet öncesinden beri bu şekilde ele almışlar durumu. Eleştiri konusunda
yıllarca çalışmış, yapılamayacak bir durumu yapmış gibi göstermiş bir anlayışa
bunları anlatmak elbette zordur. Her durumda her konuya her tür kılıf
bulunabilir; sonuçta anlamı sündürülebilir ve açık dokulu bir kavramdır kuram.
Bu yüzden, kemikleşmiş, kalıplaşmış, inanılmış, sorgusuzca kabullenilmiş bir
durumun karşısında bilimsel olanını söylemenin çok bir şey ifade etmeyeceğinin
de farkındayım.
Kavramları
ve bilimsel terimleri yerli yerinde kullanmazsak, kavramların anlamsal
kapsamını ve hiyerarşisini doğru kurgulamazsak; üzerinde çalıştığımız bilgi
disiplinini sağırlaştırırız. Madem edebiyat biliminin ikinci dalı edebiyat
kuramları, fakültelerde edebiyat kuramlarıyla ilgili bir ders neden yok? Çünkü
ülkemizde edebiyat kuramı saptayan bilim adamı yok; varsa da ben duymadım. Belli
başlı kuramların çevresine yığdığınız yöntemlerle kuram oluşturduğunuzu
sandığınız için yok. Eleştiri kuramları gibi, yöntem ve yöntemler topluluğuna
kuram dediğiniz için gerçek kuramları saptayamazsınız. Yapılan en gözde
akademik araştırmalar; yapılmışı, günün moda ithal terimleriyle irdeleyip geçmişe
hayranlık katsayımızı artırma biçimindedir. Ya da başka bir soru sorayım: Madem
edebiyat, aynı zamanda bir sanat dalıysa estetik bilimine başvurmadan eleştiri
olur mu? Eleştirinin amaçlarından biri de yapıtın sanat değerini yani estetik
değerini ortaya koymak değil mi? Sanat dediğiniz alanda estetik bilimini ders
olarak okutmuyorsanız edebiyatçı, havanda su döven var yok arası bir durumda
demektir.
İlgili
bilim alanının kavramlarını, kavramların anlamsal kapsamını ve kavramlar arası
hiyerarşiyi bilimler arası eşgüdümle sorgulayıp en uygun biçimde uygulamaya
sokmak, akademik eğitimin temel görevi olmalı. Ne yazık ki mevcut durumu
dikkate alırsak eğer, dilemek, seyretmek ve hayıflanmaktan başka yapacak bir
şeyimiz yok görünüyor… 17.06.2025 Narlıdere
ÇÖZÜMSEL YAKLAŞIM
Evrende
yapılamayacak hiçbir şey yoktur; yeter ki o konuda ve konuyu ilgilendiren
alanlarda bilginiz yetkin olsun. Ölçülemeyecek hiçbir şey yoktur; yeter ki ölçü
biriminiz ve aygıtınız uygun olsun.
Şiiri
araştırma ve incelemeye başladığımdan beri yazınımızdaki şiir yazıları, şiir
hakkındaki sorularımı yanıtlamaktan uzaktılar. Etkinliklerde, derslerde,
dergilerde yapılan yorumların çoğu, şiir için etkili bir anlam içermediği, şiir
sanatına yeterince katkısı olmadığı kuşkusunu uyandırdı. Özellikle Türk şiir
yazınındaki deneme ve makaleler; ilgili bilimlerinin ilkelerinden uzak, olması
gerekenin dışında yapay algı ve yargıya bağımlı, sıradan genellemelerden öte
geçmediğini düşündürdü. Bu düşünceye dayanarak uluslararası yayınlar da dâhil
olmak üzere şiir sanatıyla ilgili kaynak taramasına yöneldim. Ne yazık ki
bunlar da kafamdaki soruları yanıtlayamadı. Bu ve buna benzer nedenlerle sanat
bilimine (sanat felsefesi, sosyolojisi, psikolojisi, estetik bilimi) başvurdum.
Araştırmalarım sırasında çıkış yolumu, Prof. Dr. İsmail Tunalı’nın “Estetik
Beğeni” kitabındaki “Sanat eserini ontik bir bütün ve integral bir varlık
olarak kavramak.” tümcesi gösterdi. Bu tümcenin açılımını burada yapmayacağım.
Yapıtın Sanat Değeri Ölçülebilir mi? isimli denememde açıkladım. İlerideki
sayfalarda okuyabilirsiniz.
Sevgili
Sanatsever Dostlar.
Bir
şeyi; öğrenmek, ölçmek, çözümlemek, eleştirmek, değerlendirmek, incelemek
istiyorsanız o nesne ya da sistemi parçalara ayırmak zorundasınız. Sistemin her
bir parçasını, ilgili bilimleriyle araştırıp, tartıp, ölçüp, deneyip sonuca
gitmek zorundasınız. Sonra kendiliğinden, her parçanın sonuçlarını ve
parçaların birbirleriyle olan ilişkilerini çözmeye yöneleceksiniz. Böyle bir
yönteme başvurduğunuzda göreceksiniz ki şiir sanatında, şiiri öyküleştirmekten
öte yol alınmamıştır. Bu yüzden şiire ilişkin yazılarımda, çok seyrek olarak
kaynak ya da referans vermişimdir.
Başta
yazdığım iki tümce benim ışığımdır. Her ne olursa olsun ölçülemeyecek hiçbir
şey yoktur evrende; bu şiir olsa bile… Sanatın/şiirin; değişkeni çoktur, organlar
arası bağımlılığı yoğundur, algoritması karmaşıktır. Olsun. Tasarım,
yaratıcılık ve analiz konularındaki deneyimsel bilgime, bilgi yönetimi ve
bilginin teknolojiye dönüşmesi konusunda mühendislik becerime dayanarak bunları
sizlere aktarıyorum. Duyumsadığım, düşlediğim, gördüğüm ya da uzun zamandır
tasarladığım tümceler kuruyorum. Sanat, bununla birlikte şiir, öyle bir konudur
ki insanın ulaşabildiği derinlik kadar derindir. Keşfi henüz yapılmamış pek çok
yanı vardır; dipsiz kuyudur, sonsuza kadar da bu alandaki keşifler
tamamlanamayacaktır.
Bir
yapıtı çözümlemek, eleştirmek ya da sanat değeri konusunda bir kanıya varmak
istiyorsanız, yapıtı katman ve tabakalara ayırıp ilgili bilimleriyle ele
almalısınız. İlgili bilimler sizi sağlıklı bir sonuca götürecek kadar
gelişkindir. Sanattaki boşlukları da, iyi yanlarını da, anlamsız olanlarını da
önünüze koyacaktır. Yeter ki kalıplaşmış bilgilerden kurtulup araştırmaya zaman
ayırınız. Genelleme sözlerle, kulaktan dolma bilgilerle; ne şiir öğrenilir ne
çözümlenir ne eleştirilir ne de yazılır. Bugüne kadar olduğu gibi önüne gelen
“Ben de varım” diyebilmek için şiiri kişileştirip bir şeylerin uydusu durumuna
düşürür. Şiirin yazılması ve öğrenilmesi, ne dil sorunudur ne de deneyimsizlik
sorunudur. Şiir, sanat felsefesinin sorunudur. Bu da, ilgili bilimlerin
eşgüdümünü gerektirir ve çok karmaşık bir yapı demektir. Bu karmaşa da, yapıtı
ayrıştırıp bütün organlarını tek tek çözümlemeyi zorunlu kılar.
Yapılamayacak
hiçbir şey, ölçülemeyecek hiçbir etkinlik yoktur. Yeter ki konuya çözümlemeli
(analitik) bir mantıkla yaklaşalım. Ayrıca sanatta sistem, yöntem ya da teknik;
sınırlama anlamına gelmez, onun ayrıntılarını görmek için dinamik bir yol
kazandırır. Akademisyenlere, şair ve yazarlara buradan çağrı yapıyorum. Sanata
çözümlemeli yaklaşım için, ortaya koyduğum sanatsal kavram, kuram, sistem ve
tekniklere el veriniz; bunların boşluklarını bulup geliştirelim. Kitabım ve
denemelerimde dile getirdiğim; Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği, Rastlantısal Anlam
Kuramı, Çağrışımsal İmgelem Kuramı ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi;
rastgele ortaya atılmış bilgiler değildir. Bunlar, henüz başvuru kaynağı
olmayan doktora tez konularıdır. Yapılmış, yazılmış şiirleri ve şairlerini
incelemek; kalıplaşmış bilgileri her dönem yinelemek; bunları tez konusu olarak
ele almak; sanatta gelişime katkı sunmaz; deneyimsel ve açık bilgidir. Türk
sanatına evrensel boyut kazandırmak istiyorsak çözümlemeli bir yaklaşımla
şiiri/sanatı ele almalıyız. Çünkü şiir;
hem akademik alanda hem olağan ortamda kimsenin sahiplenmediği bir çağı
yaşıyor. 22 Ağustos 2022
SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ
Öncelikle sanat nedir sorusuyla başlayacağım.
“Bu soruya yanıt olarak dünya edebiyatında o kadar çok metin ve kitap yazılmış
ki hepsini okumak için yaşamımız yetmez. Pek çoğu da sanatı bir kahraman olarak
kullanıp üzerinde debelenmiş. Her bilgi saygındır; ne var ki bir sonuca
götürmesi, yeniliğin önünü açması ve geçerli olması için birtakım verilere
dayanmalıdır. Sanat açık dokulu bir kavramdır. Tanımlanması zordur. Değişkeni
ve çarpanı o kadar çoktur ki bunların aralarındaki ilişkiyi çözmek kolay değil.
Bu yüzden çoğu sanatsal metinde, sanatın bir yönü ya da bir alanı alınıp
değerlendirilmiştir.
Sanat
yazılarını genel anlamda taradığımızda çoğu, genellemeler üzerinden yanıt
bulmaya çalışır bu soruya. Ne yazık ki bu tür genellemeler, ne sanata ne
sanatçıya ne de yapıt üretimine kullanılabilir/işe yarar bilgi sunar. Örneğin
“Şiir tanımlanamaz, ne kadar şiir varsa o kadar da tanımı vardır” gibi altı boş
genellemelerle yazılanlar… Ben de varım diyebilmek için havaya salınmış
metinler çoğunluktadır. Veri ve deneyime dayanılarak yazılanlar da var;
bunların hakkını teslim etmeliyim. Yılların içinden süzülen bir birikim ve
kazanım vardır; yadsınamaz. Bunlar, kendi değerlerini yaşamalı, yaşarken de
daha iyisini ve yenisini üretmelidir.
Resim
ya da şiir gibi bir sanat dalını ele alarak sanat nedir sorusuna yanıt
aramayacağım. Sanat gibi karmaşık bir kavramı, bir dal üzerinden anlatmak biraz
sığ kalır. Sanatı genel bir kavram olarak ele alıp sanat felsefesinin öngördüğü
ölçütler kapsamında kendimce çözümlemeli bir yol izleyeceğim. Bu şekilde
sanatın ne olduğunu daha kolay açıklayabilirim. Örneğin şiir; nedir, nasıl
yazılır ve okurla ilişkisi nasıldır, sorularına bu çözümlemeden sonra daha
kolay yanıt arayabilirim. Ayrıca sanata
çözümlemeli yaklaşım; okura, yazara, şaire ne kazandırır; neyin önünü açar,
sorularının yanıtını yazımın sonunda vermeye çalışacağım.
Sanat;
sanatçı-yapıt-okur-ortam[1] dörtgeninde
oluşan; ses, dil, ışık, hareket… gibi gereçler kullanılarak estetik değer
yaratma çabası taşıyan, insan etkinliğidir. Burada sanatçı, okur ve ortam
üzerinde durmayacağım. Sanatı anlatabilmek için özellikle temel öğesi olan
yapıt üzerinde yoğunlaşmalıyım. Öyleyse yapıtın karnını deşip içinde neler var
birlikte bakmalıyız ki sanatla ilişkisi olmayan bir okur bile ne söylediğimi
anlayabilsin.
Sanatı
genel anlamda sınıflandırırsak:
Dil
Sanatları; şiir, öykü, roman, oyun, mektup deneme…
Gereci dil olan sanatlar.
Görsel
Sanatlar; resim, sinema, tiyatro, heykel, seramik… Görüntü ve biçime göre oluşan sanatlar.
Ses
Sanatları; şarkı, türkü, opera… Sesi, ezgiye
dönüştürerek yapılan sanatlar.
Hareket
Sanatları; dans, pandomim, halk oyunları… Harekete ve
hareket biçimlerine dayalı sanatlar.
Karma
Sanatlar; her ne kadar sanatı sınıflandırsak da bunlar
çoğu zaman birbirleriyle iç içedir. Şiir, aynı zamanda sesi, sinema ise hem dil
hem hareket hem de sesi birlikte kullanabilir. Ayrıca her sanatın kendine özgü
bir dili ya da dilleri vardır. Resmin ışık, dansın hareket, müziğin ses,
sinemanın; görüntü, ses, dil olduğu gibi… Kullandığı dil açısından ‘karma
sanatlar’ diye de bir sınıflandırma daha yaparsak yanlış olmaz.
Sayısal
Sanatlar: Altıncı bir sınıf daha var ki henüz
tanımlanmamış ya da tanımlanması güç olan bir alan: Yapay zekâ veya sayısal
teknolojilerin ürettiği sanat. Bunlar, insan üretimi olmadığı için sanat
kapsamında düşünülmeyebilir. Ne var ki bu tür üretimlerin gerisinde yine insan
zekâsı vardır; fotoğrafta olduğu gibi... Bu yüzden sanat kapsamına alınması
daha mantıklı bir yaklaşım olur. Bana
kalırsa bunun adına da ‘Sayısal Sanatlar’ demeliyiz. Hologram, üst
teknoloji aygıtlarının ürettiği görsel objeler, yapay zekâ çizimleri gibi…
Her
sanat dalı, aynı ilkeler üzerinde yürüyen sürece ve aynı amacı taşıyan bir
yapıya sahiptir. Aralarındaki ayrım, kullandıkları dil ve yöntemdir. Burada en
ayrıcalıklı olansa dil sanatlarıdır; çünkü düşüncemizin göstereni olan dilimiz,
onun temel gerecidir. Örneğin resmin gereci ışık olduğundan, ressam ikinci bir
dili kullanmak zorundadır. Yani düşündüğünü ek olarak ışığa dönüştürmesi
gerekir.
Hangi
sanat alanı olursa olsun ortaya çıkan sonuç, gerekli sanatsal öğeleri taşıyorsa
biz buna yapıt diyoruz. Öyleyse bir yapıtta en az neler bulunmalıdır?
Bilindiği
gibi yapıtın, sanat felsefesine göre ön ve arka yapısı vardır. Bunlar, nesnel
ve duyusal yapı diye de adlandırılır. Bir anlamda görünen kısmı nesnel,
görünmeyip duyumsanan kısmı ise duyusal yapı olarak ele alınır. Yapıtın ne olup
olmadığını anlamak için, nesnel ve duyusal yapı kavramlarını, zihnimizde
çözmemiz ve yapıt üzerinde işlevleriyle birlikte görebiliyor olmamız gerekir.
Örneğin insan bedenini bir sanat yapıtı varsayalım: Hücreler dâhil tüm
organların oluşturduğu bütün bedenimiz, sanatın nesnel kısmını; bilinç, duygu
veya ruh dünyamız ise duyusal kısmını içeren yapıdır. Yapıtta görünen ve
görünmeyen her parça (öğe), bir bütünü oluşturur. Diğer deyişle yapıttaki
katmanlar, bir sanat yapıtını oluşturur.
Yapıttaki
öğeleri, katman; katmanın altındakileri de tabaka terimiyle tanımlayacağım.
Öyleyse bir yapıtta bulunan katman ve tabakalar ne anlama geliyor? Katman;
yapıtta birbirine benzer belirli özelliklerin, içsel, dışsal, fiziksel, duyusal
nitelik veya niceliklerinin bir arada bulunduğu, birbirleriyle etkileşim içinde
olan ve birbirlerini var eden yapılardır. Örneğin biçim, anlam… katmanı
gibi. Katmanların altındaki yapılarsa tabakalardır. Tersinden söylersem
tabakalar katmanı, katmanlar bir bütün sanat yapıtını var ederler. Tıpkı
insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi… Bu durumda
yapıtı; ağzı, dili, duygusu ve diğer organları olan bir beden olarak
düşünebiliriz.
Sanat
yapıtında bana göre olmazsa olmaz en az yedi katman vardır. Bunlar; Biçim,
Anlam, Ses, Anlatım, Çağrışım, Coşum ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar,
birbirinden ayrı düşünülemez; birbiri içine geçmiş ve birlikte yapıtı oluşturan
yapıtaşlarıdır. Bir anlamda yapıtın dünyaya açılan yedi duyusu ya da yedi
organıdır. Bunların öncelikleri ya da baskınlıkları, sanatın sınıfına göre
değişebilir. Heykelde biçim öncelikliyken, şiirde anlam katmanı daha baskındır.
Ayrıca sanatın türüne göre ek katman da tanımlayabiliriz. Örneğin roman ve öykü
gibi sanatlar için ‘karakter yaratma ve karakterin betimlenmesi’ önemli bir
konudur. En az yedi katmandan kastım, her yapıtta bunların mutlak varlığıdır.
Heykelde ses katmanı olmamalı diyebilirsiniz. Heykelde ses katmanı olmalıdır.
Heykelin size bakışında bir görünümü bir de sesi vardır; çığlık atıyordur ya da
iç sesiyle size “Dokun bana” diyordur. Yani fiziksel olmasa bile duyusal olarak
bir sesi vardır her yapıtın.
Yapıtta
bulunduğunu düşündüğüm katmanlar:
Biçim
Katmanı: Her yapıtın bir biçimi vardır. Biçim, bazı
sanat sınıflarında iskelet, bazılarında kılıf bazılarında ise devinim
şeklindedir. Bir anlamda biçim, yapıtın taşıyıcı kabıdır. Yukarıda
tanımladığımız altı katman biçim içinde/üzerinde konumludur. Biçimi bir torba
gibi düşünürsek, içine doldurduklarımızla, torbanın aldığı fiziksel ve duyusal
şekle, biçim diyebiliriz. Obje sanatlarında ya da hareket sanatlarında biçimin
öne çıkan bir formu varken sinema ya da şiir gibi sanatlarda daha geri
plandadır. Başka bir deyişle biçim, yapıtın tüm öğelerini bünyesinde
konumlandıran bir yapı olmasına karşın bazı sanat alanlarında ön planda
olmayabilir.
Anlam
Katmanı: Sanatın hangi dilini kullanırsak kullanalım,
ister hareketi ister ışığı ister çizgiyi ister sözü; yapıtta kullandığımız dil,
bizim anlamlandırdığımız somut, sanal ya da soyut varlıklara dayanmak zorundadır.
Bu da; her çizginin, her ışığın, her sesin, her dizenin, her hareketin bir
anlam içerdiğini gösterir. Dilsel ve simgesel olarak yapıtta kullandığımız her
şey, bir veya birkaç anlama yönelir. Dizede kullandığımız her sözcüğün kendi
bağlamında veya kullanıldığı yere göre üzerine giyindiği bir anlamı vardır.
Kaldı ki anlamı olmayan dize kurmak, olası değildir. Sadece algımızın
alışkanlığı olan bütünlüğü oluşturmayabilir. Özetlersek, anlamın derinliği
kadar da yapıtın ağırlığı olacaktır. Anlam, aynı zamanda diğer katmanlarla da
ilişkilidir. Örneğin çağrışım katmanı; anlama, sesin anlamına, ışığın anlamına
hareketin anlamına bağlıdır. Her katman açıklamasında yinelememek için bir kez
söyleyelim: Bütün katmanlar birbirine bağımlıdır; birbirini kurar ve bir bütünlük
oluşturur. Anlam, anlatım ve sesin bir bütün olduğu gibi…
Anlatım
katmanı: Her yapıtın kullandığı dile bağlı olarak
kendine özgü sınırsız bir anlatım tekniği vardır. Işıkla, hareketle, sesle ya
da dille… Anlatım, anlam ve sesle
eşgüdümlüdür, aynı zamanda da eş zamanlı işler. Heykel, görsel bir anlatımı öne
çıkarırken şiir, dilsel bir anlatıma yönelir. Sonuçta her yapıtın bir veya
birkaç anlatım gereci ve düzeni vardır. Şiir, ses ve dili kullanırken sinema
filmi, görüntü, ses, hareket ve ışığı anlatım gereci olarak kullanır. Anlatım,
anlamı ne kadar güçlendirebilirse estetik değer de o oranda artar. Bütün
sanatlar, anlatımın anlamı güçlendirmesi üzerine kurgulanmıyor mu? Bu yüzden
anlatım; incelik, farklılık gerektiren, yapıta rengini ve tınısını veren bir
katmandır.
Ses
katmanı: Ses, anlam ve anlatımla bir bütündür.
Özellikle dil ve ses sanatlarında… Bu bütünlük, duyarlılığı artırıcı bir
güçtür. Sesin insan üzerinde yarattığı duygu değeri çok yüksektir. Yani duyusal
ve anlamsal etkisi güçlüdür. Biçim gibi ses de fiziksel bir katmandır. Yapıtta
sesten söz etiğimiz zaman, ezgiye dönüşmüş sesi anlatıyoruz demektir.
Konuşmanın bile ezgisi olduğuna göre gürültü dışındaki her ses, kendi başına
ezgi demektir. Müzikte başka, şiirde başka, resimde başka bir biçimde görünüşe
çıkar. Sonuçta pandomim bile olsa kendine özgü bir sesi vardır. Anlam ve
anlatımla uygun ve yetkin kullanıldığında, estetik değer yaratma gücü
yüksektir. Müziğin ya da şiirin duyarlılığı artırması ve duygusallığı kolay
tetiklemesi bundandır.
Yukarıda
açıkladığımız dört katman, yapıtın fiziksel ya da nesnel katmanlarıdır. Bu
aşamadan sonra anlaşılması ve anlatımı daha zor olan duyusal katmanları ele
alalım:
Çağrışım
katmanı: Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın verilerine
dayanarak; kişinin bilgi birikimine, yaşamsal ve duyusal belleğine, izlerden
yaşamsal birikime, oradan imge ve görüntüye, görüntüden imgelem[2]e ulaşan;
insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin sınırsız
eylemidir.
Sanatın
temel taşıdır çağrışım. Amaç, çağrışımın güçlü ve çoğul olmasıdır. Başka
deyişle kurduğumuz çağrışım çekirdeği[3],
yarattığımız çağrışım yelpazesi[4] ve
çağrışım saçağı[5]; ne kadar
geniş bir alanı tarıyorsa/yayılıyorsa anlam o kadar derin ve çağrışım aynı
oranda güçlü demektir. Gerçek anlamda, gösterenle gösterilen örtüşür. Bunun
duygu değeri zayıftır. Oysa sanatta aranan ölçüt; değişmece, değinmece,
benzetme, alışılmadık bağdaştırma gibi tekniklerle yapılan güçlendirilmiş
anlamdır. Derin anlam, güçlü anlatım ve nitelikli ezgi; çağrışımın doğum yeridir.
Bu yüzden sanatı sanat yapan şey, çağrışım yelpazesinin genişliği, uzunluğu ve
çoğulluğudur. Çağrışım ne kadar çoğul ve güçlüyse imgelem yaratma yeteneği o
oranda güçlüdür. Sanatı çözümlemede ya da ölçümlemede, temel ölçütlerimizden
bir tanesidir. Yazınımızda üzerine gidilmeyen bir konu olmasına karşın
eleştiri, inceleme ve sanat çözümlemesinde; önemli bir ölçüttür ve akademik
olarak ayrıca ele alınması gereken vazgeçilemez sanat-insan ilişkisidir.
Coşum
Katmanı: Coşum; yapıtın duyusal varlığından doğan,
izleyicideki duygulanmanın, duyarlılık yaratmanın eylemsel sürecini içeren bir
katmandır. Olumlu ve olumsuz her tür duygu durumunun taşkınlığa yönelme
süreciyle ilgilidir. Bir başka deyişle, olumlu duygunun doğurulmasından
taşkınlaşmasına kadar olan ruh durumudur. Yapıtın amacı, duygunun harekete
geçirilerek taşkın diye belirttiğimiz kıvama dönüştürülmesidir. Görme, anlama,
sezme ve kendini duyumsama gibi duyusal, bilinçsel ve ruhsal eylemler; duygu
durumunun taşkınlaştığı, yani duyarlılığa dönüştürüldüğü zaman farkındalık
kazanmaya başlar. İşte estetik beğeni dediğimiz olgu da bu aşamadan sonra
işlerlik kazanır. Kısaca coşum, estetik beğeninin bir alt aşamasıdır. Coşumu;
çekici görünüş, derin anlam, güzel anlatım, nitelikli ezgi ve güçlü çağrışım ortaya
çıkarır. Yani yapıtın duygu değerinin okur duygularıyla bütünleşmesi sonucu
doğan duygu durumudur. Yapıta giydirilmek istenen elbise ve yapılan makyaj,
diğer söyleyişle sanatsal teknikler; coşumu en üst düzeye çıkarmak içindir.
Coşum,
öznel bir durumdur. Çözümlemede, eleştiride ya da incelemede; öznel tutuma gebe
oldukça fazla açık yan barındıran bir katmandır. Kişinin yaşamı algılama ve
tutuş durumuna göre şekil alabilir. Kimilerin Nazım Hikmet Ran’ı şair olarak
dikkate almazken Necip Fazıl’ı öncelemesi bundan kaynaklanır. Daha başka
nedenleri de var ama konumuza bulaştırmayalım.
Estetik
Katmanı: Yapıtta amaç, estetik değer yaratmaktır. Her
sanat dalının temel yönelimi olabildiğince estetik değere sahip olmaktır.
Estetik algı, estetik kaygı ya da estetik tavır diye adlandırdığımız
insan-yapıt arasındaki ilişkiden doğan duyusal durum, estetik beğenidir.
Beğeni, çok değişkenli bir insan eylemidir; kişinin yaşamında eriştiği,
yaşadığı, özlediği, öğrendiği ve gördüğü tüm bilgilerin rol oynadığı duyusal bir
sonuçtur. Ayrıca izleyicideki beğeni, kişi ve toplum bilincine göre de
görecelidir. Sanatçı ve yapıtın amacı estetik beğeniyi sağlamak, izleyicinin
amacıysa estetik yaşantıya girmektir. İşte bu karşılıklı ilişki, estetik
bilimiyle açıklanabilir bir süreçtir.
Yapıt,
estetik algı ve estetik değer yargısını gıdıklayabildiği, duyguları ve zihni
estetik katmana taşıyabildiği kadar güzeldir. Sonuçta estetik değer; yapıttaki
biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım ve coşumun görevdeşliğinden doğar.
Beğeniyi, yapıtta mutlak var olan katmanların her birinin kendi içindeki
güzelliği ile hepsinin bir bütün olarak görevdeşliği sağlar. Zihni ne kadar
sarsıyor, aklı ne kadar sendeletiyor, duyarlılık ile duygusallığı ne kadar
tetikliyor ya da ulaşılmazlığı ne kadar güçlü duyumsatıyorsa işte o gerçek bir
yapıttır. Bu durumda yapıt, sanat değeri taşıyor ya da estetik değere sahip,
diyebiliriz. Bir yapıt karşısında izleyicinin; aklının sarsılması, hayranlık
duyması, ulaşılamazlık duygusuna girmesi; duygularının ele geçirilmiş olduğunu
gösterir. Yapıtın amacı, izleyicinin duygularını ele geçirmek değil midir?
Sonuç
olarak yukarıda açıkladığım yedi katman, bir bütünü oluşturur ve bu bütüne
yapıt adı verilir. Bir şiir, öykü, tablo ya da opera gibi… Bu etkinliğin adı da
sanattır. Her bir katman, ilgili olduğu bilimlerin ilkeleriyle incelenebilir,
daha nesnel bilgilere ulaşılabilir. Anlam katmanı; anlambilim, göstergebilim ve
dilbilim; anlatım katmanı, anlatıbilim; ses katmanı, sesbilimle…
Kısaca
tanımlarsak sanat, sınıfına özgü diliyle estetik değer taşıyan ve estetik
algıyı tetikleyen insan yaratımı bir etkinliktir. Dinamik ve açık dokulu bir
tanımlamaya gidersek sanat; bilgi,
yetenek, ortam ve sezgiye koşut, insan algı ve değer yargısı bağlamında belirli
katmanların görevdeşliği ile biçem alan etkinlikler bütünüdür. Yapıt; hangi
sanat döneminin, akımın ya da ekolün içinde doğarsa doğsun, sonuçta aynı katman
ve tabakalar ile çağının ve değişimin öngördüğü ek katmanları içerir. Buna
karşın sanat, dinamik bir yapıdadır; keşfedilmemiş sınırsız ve sonsuz bir
hareket alanına sahiptir. Üretilen bilgi, kültür varlıkları ve zamanın aldığı
değerler oranında gelişir/yenilenir.
Çözümlemeli Bakışın Getirisi
“Sanata çözümlemeli bakış nelerin önünü açar”
sorusunun yanıtını örnekleriyle görebilmek için şiir sanatını temel alacağım.
Bütünlüklü ve insanlığa mal olmuş bir şiiri ele aldığımızda, şiiri oluşturan
tüm katmanlar ve bu katmanların birbirleriyle ilişkisi çözümlenebilir. Her
katman, kendini ilgilendiren bilim alanlarıyla değerlendirildiğinde şiir sanatı
hakkında açığa çıkmamış boşluklar saptanabilir. Örneğin çok yerde yazılıp
çizilmiş olan “Biçimi, öz-içerik oluşturur” söyleminin, eksik bir saptama
olduğu ya da kullanılabilir bilgi içermediği görülebilir.
Öncelikle
sanatı tüm varlık yapılarıyla görmemizi sağlar. Yapıttaki her katmanı, ayrı
ayrı inceleyip aralarındaki ilişkiyi çözmemizi kolaylaştırır. Her şiirin
yaşayan bir varlık olduğunu, belirli öğelerin görevdeşliğinden doğduğunu,
yaşamla insan ilişkisinin bir göstereni olduğunu duyumsamamızı sağlar.
Şiir
nasıl yazılır, yaratılır, hangi katman hangi katmanı güçlendirir, bunların
görevdeşliğinden nasıl bir sanatsal değer elde edilir, sorularını aşama aşama
inceleyerek “Sanat nedir” sorusuna daha kolay yanıt bulmamıza yol açar.
Sanattan
söz ediyorsak amacımız, şiirin anlamsal değerini ortaya koymak değil; anlamın
şiire kattığı sanat değerine karar verebilmektir. Anlam katmanını; anlambilim,
göstergebilim, nörobilim, toplumbilim, ruhbilim gibi… ilgili bilimlerle ele
alıp incelediğimizde, yapıtın sanat değerine katkısını daha kolay
saptayabiliriz. Öyleyse şiirden ulaşılan ve duyumsanan anlamın, sanat değerine
olan etkisini gösteren tanımlama ne olmalıdır, sorusuna götürür bizi. Şiirin
sanat değerini tanımlamak için anlambilimin öne sürdüğü gerçek anlam, yan
anlam, değinmece anlam gibi anlam öbekleri, amacımıza uygun veri sunmaz. Sanat
değerini ya da niteliğini ortaya koyabilmek için bu anlam öbeklerinin dışında
tanımlanması gereken başka bir yöntem ya da işleyiş var mıdır, diye araştırmaya
iter. Örneğin bu soru, okurun algısı ve anlaması ile yapıtın ortaya koyduğu
anlamın, beklenmeyen/kastedilmeyen bir sonuca yönelebileceği kuşkusunu doğurur.
Şiirin imge gücüyle okurun ulaşacağı imgelem, her zaman imgenin sınırları
içinde olmadığını biliyoruz. Yazılanla anlaşılanın, imgeyle imgelemin birebir
örtüşmek zorunda olmadığını anlatıbilim de söyler. O zaman burada tanımlanmamış
bir işleyişin varlığı önümüze çıkar. Bu işleyiş, nasıl tanımlanabilir?
Yanıtlamamız gereken yeni bir sorudur.
Örnek olarak bu işleyişi özetleyeyim: Okur; kendi
yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve belleğine yaslanarak, şairin şiirinde
gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları
yakalar; bu ipuçlarından beklenilmeyen imge, imgelem, olay ve görüntülere
ulaşabilir. Bu durum ratlantısaldır ve kuramsal bir süreçtir.
Şiirle her okur arasında oluşan bir durumdur. İzlenebilir, denenebilir,
genellenebilir ve aynı sonuçlara yönelen bir işleyiştir. Bu işleyişten, anlam
katmanının altında yeni bir anlam tabakasının varlığı saptanabilir. Bunu, rastlantısal
anlam tabakası ve aynı zamanda rastlantısal anlam kuramı
biçiminde ele aldım. Şiirin anlamı, okurun çağrışım yelpazesini ve imgelem
yetisini ne kadar güçlü tetikliyorsa şiirden ulaşılan rastlantısal anlam o
kadar iyi demektir. Bu durum, şiirin sanat değerine o oranda katkı yapıyor
anlamına gelir.
Şiirde
ses katmanı; ritim, ton, vurgu gibi parçalarüstü sesbirimlerle geçiştirilir.
Hatta yazınımızda, şiirdeki sesin ayrıntılı ve ilgili bilim alanıyla incelenmiş
bir kaynağı yoktur. Aslında sesin, şiirin anlam değerinden daha fazla duyguyu
tetikleme gücü vardır. Buna bağlı olarak sanat değerini daha da güçlendirme
olanağına sahiptir. Sesin şiire kattığı sanat değerinin göz ardı edilmesi,
ezberci ve usta çırak yöntemiyle şiire yaklaşmamızdan kaynaklanır. Çözümlemeli
bir bakışla ele almış olsaydık bu ayrıntılar bugüne kadar geliştirilir ve
yazınımızda yerini alırdı.
Şiirin
sanat değerini ortaya çıkarmamıza yarayan bir diğer konu ise çağrışım
katmanıdır. Çağrışım, her sanat yapıtı karşısında izleyicide oluşan bir
eylemdir. Bu eylem başlı başına bir araştırma konusudur. Yapıt karşısında
oluşan çağrışım sürecini incelediğimizde yanıt bekleyen pek çok soru ortaya
çıkabilir. Her imge, her okuru imgelem sürecine sokar. Her yapıt her okurda
farklı çağrışımlara yol açar. Öyleyse “Burada kuramsal bir işleyiş olmalıdır”
kuşkusu doğar. Amacımız sanatsal bir sonucu ortaya çıkarmaksa kuramsal
işleyişin nedenlerini ve etkilerini ortaya koymamız gerekir.
Çağrışım,
gerek şiir dili tekniği gerek doğrudan gönderme gerek imge gibi yöntemlerle
yapılsın; bellekte, bilinçte ve bilinçaltında var olan bilgileri uyararak okura
yeni imgelem olanakları sağlar. Okurun yaşamsal izlerini ve değerlerini
kurcalayarak, okurda öne çıkan bilgilerle yeni anlam alanları yaratır. Bu
alanlar, çağrışımsal imgelem alanlarıdır ve sanat değeri konusunda önemli
veriler sunar. Tanımlanması ve ayrıntılı incelenmesi gereken bir işleyiştir.
Çünkü, çağrışımsal imgelem kuramı; insan ve yapıt arasındaki etkileşimin doğal
ve mutlak bir sürecidir. Benzer etki-tepkiden benzer sonuçlara yönelir.
“Sanata
çözümlemeli bakış nelerin önünü açar” sorusunun yanıtını, daha fazla uzatmadan
ulaşabildiğim bilgi ve sonuç kapsamında özetleyeyim:
*
Açık kapı bırakmayan, öznelliği en az düzeye indiren, dinamik bir şiir/sanat
çözümleme tekniği,
*
Katmanların incelenmesi sonucu, yeni kavram ve sanat terimlerine ulaşılması;
çağrışım çekirdeği, çağrışımsal imgelem, durumsal estetik değer gibi,
*
Rastlantısal anlam kuramı ve çağrışımsal imgelem kuramı gibi sanat değerini
saptamaya yönelik iki kuram,
*
Katman yöntemiyle işleyen, dinamik, ilgili bilimlerine dayalı, her sanat türü
için geçerli, öznelliği en az düzeyde tutan bir eleştiri sistemi,
*
Ayrıca sanatın hangi dalı olursa olsun öz-içerik-biçimi konusunda genel bir
görüş verdiği gibi uygulaması ve yaratımı hakkında daha somut veriler,
*
Şiirin sağından girilir, solundan girilir, şöyle yazılır, böyle yazılır gibi
genel söylemleri bir kıyıya itip şiir nasıl yaratılır sorusuna altı dolu yanıtlar
sunar.
Bunlardan
sonra ayraç içinde şunu da belirtmeliyim: “Kuramsal bilgiyle iyi şiir
yazılamaz” anlayışıyla yetişmiş ve ısrarla bunu savunan bir şair ve
akademisyen, bu bilgileri önemsemeyecektir. “Yeni bilgi, sanatsal kavram ve
terimler; bu tür bilgi ve yaklaşımla üretilebilir, sanat dünyasına
kazandırılabilir” önermesi kanıtlanmış olsa bile bugün için önemli bir sonuç
doğurmayacağını ilk bakışta görebiliyorum. Bilgi, kullanılabilirse geçerli ve
değerlidir. Bunun yanında yeni bilgiyi kullanabilecek donanım gerekir.
Amacımız, “Üzüm yemek mi yoksa bağcı dövmek mi?” tam anlamıyla bunu şiir
dünyamızda saptamış değiliz. Öyle bir sanat kültürüne sahibiz ki neyi neden ve
nasıl yapacağımıza değil; yapılmışa öykünmek dışında yeni bir tutum
geliştirecek gücümüzün olmadığını düşünüyoruz. Oysa bugünün beyni öylesine çok,
öylesine güçlü bilgiye sahip ki bunları örgütleyip kullanabilse…
20 Nisan 2022, Narlıdere
YAPITIN SANAT DEĞERİ ÖLÇÜLEBİLİR Mİ?
Prof.
Dr. İsmail Tunalı, Estetik Beğeni
kitabında şöyle bir tümce kurar: “Sanat eserini ontik bir bütün ve integral bir
varlık olarak kavramak.” Ontik (varlıksal) bütünlüğü, ontolojik estetik
araştırmaları da söyler. Bir yapıtı, “İntegral bir varlık olarak kavramak”
sözüyle ne anlatılır? Bu konuyu açıklığa kavuşturamadığım için beni uzun süre
düşündürdü ve araştırmaya itti. Araştırmama karşın “İntegral bir varlık olarak
kavramak” sözüyle neyi kastettiğini hiçbir kaynakta bulamadım. (Bir yerlerde
mutlaka vardır.)
İntegral,
Türkçeye aynı kitapta ‘bütünsel’ anlamında çevrilmiştir. İntegrali, bütünsel
anlamında ele aldığımızda tümcede bir yineleme oluyor. Bu yineleme
olamayacağına göre altında başka bir şey olmalı” kuşkusunu doğurdu. Çeviri
yanlışı olabilir mi, diye düşündüm.
İntegral,
matematiksel bir terimdir. Karmaşık işlemlerin, diferansiyel denklemlerin
çözümünde kullanılan bir yöntemdir. Başka bir söylemle, “Bir ya da birden
fazla fonksiyonu ve
bunların türevlerini ilişkilendiren işlemlerde
kullanılan karmaşık bir çözüm yoludur.”
Herkesin anlayabileceği şekilde açarsak integrali, mevcut ölçü birimleriyle
ölçemeyeceğimiz bir alanın ölçülmesinde kullanılan bir yoldur, diyebiliriz.
Estetik değer veya sanat değeri, oldukça karmaşık ve çok değişkenli bir
fonksiyondur. Bu, ancak integral gibi bir yöntemle çözümlenebilir.
Ontolojik
ve psikolojik estetik araştırmaları, sanat yapıtının varlık tabakalarından
oluştuğunu; bunların, nesnel ve duyusal alanları olduğunu söyler. Duyusal
alanı, reel ve irreal alan olarak ikiye ayırır. Bunda bir sıkıntı yok,
tanımlanabilir şeyler. Kolaylıkla anlaşılabilir kavramlar. Ancak integral
sözcüğü, neyi veya neleri kapsamaktadır? Sanatla ve estetikle ilişkisi nedir?
İntegralin
en önemli özelliği, yukarıda da açıkladığım gibi, mevcut ölçü birim ve
aygıtlarıyla ölçülemeyen hesaplamalarda kullanılan bir yöntem olmasıdır. İşte
ayrıntı buradadır. Sanatla ve estetikle ilişkisini buradan yola çıkarak
kurmalıyız. Yapıtı integral varlık olarak kavramak derken, matematik bilgime
dayanarak, yapıtın estetik değeri buna bağlı olarak da sanat değeri
ölçülebilir, demek istediği sonucuna götürür. Ya da ben öyle bir sonuç
çıkardım. Aşağıda açıklayacağım sonuca göre haklı olduğumu gördüm. Bu tümce, en
azından dünyada denenmemiş bulgulara ulaşmamı sağladı.
Şimdi,
çoğumuzun uzak olduğu bilimsel terimleri bir yana bırakalım. Bu tümce, neyin
önünü açar, neler getirdi, sorusuna bakalım.
Araştırma
ve okumalarım; sanat yapıtındaki varlık katmanlarının tanımlanabileceğini;
bunların sanat bilimiyle çözümlenebileceğini; aralarındaki ilişki ve
görevdeşliğin saptanabileceğini; daha nesnel bir estetik yargıya
varılabileceğini; sanat değerinin daha nesnel hesaplanabileceğini; bunlar için
farklı yöntem ve tekniğin geliştirilebileceğini; gösterdi. Buradan, “Biz bir
sanat yapıtını, öznelliği en aza indirerek daha nesnel bir biçimde nasıl
çözümleyebiliriz, eleştirebiliriz” sorusu, karşımıza çıkmış oldu.
‘Dünyada ölçülemeyecek hiçbir şey
yoktur; yeter ki ölçü aleti ve ölçü biriminiz uygun olsun. Yapılamayacak hiçbir
şey yoktur; yeter ki bilginiz yetkin olsun.’ Olay ve
olgulara bu mantıkla bakmak gerektiğine inanırım.
İşte,
‘Şiir Çözümleme Tekniği’,
diğer adıyla “Sanat Çözümleme Tekniği” bu düşüncenin sonucunda ortaya çıkan bir
çözümleme sürecidir. Süreci kısaca tanımlamak dışında ayrıntıya girmiyorum. Bu
teknik, bütün sanat dallarının eğitiminde, çözümünde ve eleştirisinde
kullanılabilecek bir sisteme sahiptir. Bu yüzden, Şiir/Sanat
Çözümleme Tekniği olarak da isimlendirilebilir.
Şiir,
çoğu sanat dalının varlık yapısını üstünde taşır. Biçim, anlam, anlatım, ses
gibi... İkincisi, gereci dildir ve dili birinci elden kullanan bir sanat
dalıdır. Örneğin resmin gereci, ışık ve buna bağlı olarak renktir. Dolayısıyla
resmin sanat dili, ikinci bir dildir. Bu yüzden, bu çalışmayı şiir sanatı
üzerinde yapmanın, daha ayrıntılı ve kapsayıcı olacağını düşündüm.
Sanat
Çözümleme Tekniği, katman yöntemiyle şiirin nesnel ve duyusal varlık
alanlarının incelenmesi esasına dayanır. Şiirde olmazsa olmaz en az yedi
katmanın varlığı üzerinden hareket eder. Bunlar; biçim, anlam, anlatım, ses,
çağrışım, coşum ve estetik katmanlarıdır. Örneğin anlam katmanını
incelerken bunu alt birimlere ayırmak gerekir. Anlam bilimde, gerçek anlam ve
yan anlam açılımı gibi… Ben de bu
incelemede tabaka veya eksenlere ayırdım. Örneğin, anlam katmanında ‘üst anlam
tabakası’, gerçek anlam tabakası veya ses katmanında ‘tonlama ekseni’, ‘ezgi
ekseni’ gibi.
Yedi
katmanın incelenmesi ve açılımlarını yaparken sanat literatüründe tanımlanmamış
iki kurama ulaştım. Bu kuramlar; insan beyninin çalışma sistemi, sosyal
bilimler ve estetik biliminin ilişkisinden ortaya konmuş sonuçlardır. İnsanla
yapıt arasındaki ilişki esnasında mutlak yaşanan, ancak sanat literatüründe
tanımlanmamış oluş/işleyiş/olgulardır.
Birinci
kuram; ‘Rastlantısal Anlam Kuramı’dır. Anlam katmanında, rastlantısal anlam
tabakasını incelerken rastlantısal anlamın bir kuram olduğu; denenebilir,
izlenebilir, genellenebilir bir süreç olduğu sonucuna vardım. Bu tabakada iki
durum vardır:
İlki,
yapıtın okurda nasıl bir anlam oluşturduğunun tanımlanmasıdır. Yapıta verilmek
istenen anlam ile okurun anladığı şey, her zaman birebir değildir. Okurun
ulaştığı anlam alanı; daha geniş olabilir, daha çoğul bir olay olguya
yönelebilir, daha dar olabilir veya yakınlık taşımasına karşın ilgisiz
olabilir. İşte burada okurun ulaştığı
anlam alanı, rastlantısal bir özellik taşır.
İkincisi;
yapıtın bugünkü anlamsal değerinin gelecekte gelişen bilgiye göre farklı değer
alabilecek olmasıdır. Anlam genişlemesine uğrayacak olmasıdır. Rastlantısal
anlam kuramı, bu iki olguyu yanıtlayan bir süreçtir.
Diğer
kuram ise Çağrışımsal İmgelem Kuramı’dır. Çağrışım katmanını alt tabakalara
ayırdığımda, sanat yapıtıyla insan ilişkisinden doğan daha geniş boyutlu bir
sürecin olduğu sonucuna ulaştım. Çağrışımın okurda yaratmış olduğu imgelem
yelpazesi, yapıtın varlık katmanlarının gücü ve duygu değerinin yüksekliğine
bağlı olduğunu gördüm.
Kuramlar
ne işimize yarar? Aslında bu kuramlar, bütünlüklü bir sistemin alt
parçalarıdır. Bunları anlamanın yolu,
sanatta var olan katman ve tabakaların incelenmesinden geçer. Bana göre bu
kuramlar, sanatın öğrenilmesi, üretilmesi, eleştirilmesi ve sanat değerinin
ölçülmesinde kullanılacak temel yollardan bir kaçıdır.
Özetlersek;
Rastlantısal anlam kuramı, yapıtın okurda yarattığı etkiyi belirlemeye
yöneliktir. Çağrışımsal İmgelem Kuramı, sanatçının yapıtta yarattığı sanat
değerini belirlemeye yöneliktir. Denemenin kapsamı bakımında bunları burada
açıklamayacağım. İlerideki sayfalarda daha ayrıntılı açıklanmıştır.
Yukarıda
özet olarak açıkladığım çözümleme tekniği, kuramlar ve inceleme sonuçları; dil
sanatlarında yeni bir sistemin daha önünü açmıştır. Bu da Katman Edebiyat
Eleştiri Sistemi’dir. İzlenebilir, denenebilir, genellenebilir bir yapıya sahip
olduğu için, ben buna, Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi diyorum. Eleştiri sitemi,
eleştirmenin öznel alanda hareket etmesini sınırlıyor ve olabildiğince delilli
estetik yargıya varmasını sağlıyor. Şöyle de diyebiliriz: Eleştirmeni, sanat
bilimi ve diğer bilimlere başvurmak zorunda bırakıyor. Sonuç olarak, sanatı;
salt sanatın içinde değil, diğer bilim alanlarıyla eşgüdümlü ve eşzamanlı incelenmesini
gerekli kılıyor. Bu durumda hem sanatı öğrenirken hem üretirken hem
eleştirirken hem de estetik değerini belirlerken, ayağı yere basar verilere
yöneltiyor. Örneğin şiirin estetik değeri hakkındaki yargı, incelemede ortaya
çıkan kanıtlara bağlıdır. Öznel yargı gereken durumlarda ise, yine şiirin
varlık katmanlarındaki bulgular ile kuramların sağladığı veriler, eleştirmenin
şiir hakkındaki toplam kanısını oluşturuyor.
Bunlar,
şiirle/sanatla ilgili yeni bir sistem, yeni bir yaklaşım ve yeni bir bilgi
kütlesidir. Sanatta denenmemiş bir teknik, bilinmeyen kuramsal süreçlerdir.
Yanlışı da olsa, noksanı da olsa, bugüne kadar ortaya konmuş en yeni
bilgilerdir. İncelenmesi, araştırılması, denenmesi ve diğer bilimlerle ele
alınması gerekiyor. Benim gözümden olan kısmı, tamam olabilir ama göremediğim
veya bilgi noksanım olan değişkenler gözünden de incelenmelidir. Bir kişinin
üstesinden gelemeyeceği kadar çok değişkene sahip bir konudur. İrdelenmesi,
geliştirilmesi, farklı disiplinlerin gözünden yaklaşılması; hem kuramsal hem de
uygulamada Türk Sanatına önemli katkı sağlayacağını düşünüyorum. Bunlar; öğrenme, inceleme ve yeni bilgilerin
altında yatan gerekçeyi anlama çabası taşıyan; araştırmacı, eğitimci, şair ve
yazarları beklemektedir. 22 Temmuz 2021
ŞİİR ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ
Şiir çözümleme tekniği, aynı zamanda ‘Sanat Çözümleme Tekniği’dir. Her
sanat dalına uygulanabilen dinamik bir yapıya sahiptir.
Şiir Çözümleme Tekniği, sanat yapıtının ontik bütünlüğü ve integral yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme
yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını
inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri
yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar
toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu
ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin
yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir.
Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı
karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara
ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı
gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.
Bağlayıcı ve sınırlayıcı bir
tutumu yoktur; çözümleyiciyi olabildiğince nesnel dayanaklarla şiiri incelemeye
yöneltir. Şiirin varlık katmanlarını sanat bilimi açısından çözümler ve
aralarındaki ilişkiden yapıtın sanatsal değerini ortaya çıkarmaya çalışır.
Ayrıca, tüm sanat yapıtlarının çözümlenmesi ve incelenmesi için bir yöntem
ortaya koyar. Bu yönteme dayanarak ‘Katman Edebiyat
Eleştiri Sistemi’ni önerir. Öznel eleştiriyi öteleyerek daha ayakları yere basar nesnel
eleştiriye sistemli bir gidiş yolu belirler.
Katman; şiirde birbirine benzer
belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya
niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Ses, anlam, anlatım
gibi…
Tabaka, katmanın alt birimidir.
Katman iç yapısını daha özelleştirebilir birlikteliklerdir. Anlam katmanı
altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam tabakası gibi… Tabakalar birleşerek yapıttaki bir katmanı
oluştururlar.
Eksen ise sesin fiziksel yapısı
gereği, şiirin ses katmanı altındaki ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses
katmanında kullanılan bir terimdir. Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi… Tabaka ve
eksenler katmanı, katmanlar bir bütün sanat eserini var ederler. Tıpkı insanın
belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi…
Katmanlar, aynı zamanda
birbirinden ayrıştırılabilir, belirli disiplinler altında ele alınabilir ve
kendi içinde tanımlanabilir özellikler olarak düşünülmektedir. Örneğin ses
katmanı; ses bilimi, estetik katmanı ise estetik biliminin öne sürdüğü
ilkelerle incelenebilir alanlar olarak ele alınmalıdır. Bunlar, sadece nitelik
ve nicelik bakımından ayrıştırılmış alt yapılardır; birbirinden bağımsız tek
başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğuramazlar.
Bir şiiri oluşturan ve
birbirine kenetleyen katmanlar;
· Biçim Katmanı,
· Anlam Katmanı,
· Ses Katmanı,
· Anlatım
Katmanı,
· Çağrışım
Katmanı,
· Coşum Katmanı
· Estetik
Katmanı
Bunlar,
şiirin dünyaya açılan yedi duyusudur ya da yedi iletim organıdır. Hem fiziksel hem de duyusal
toplam varlık alanlarıdır. Bunların birleşiminden şiirin ön ve arka yapısı
oluşmaktadır.
Katman yöntemi, her sanat
dalını çözümlemek için kullanılabilir bir genellik taşır. Sanat türünün
özelliğine göre ek katmanlar tespit edilebilir. Örneğin resim alanında bir
tabloyu çözümlemek istiyorsak, ‘perspektifi’ ek bir katman olarak ele
alabiliriz. Veya roman sanatında karakter yaratmayı bir katman olarak
belirleyebiliriz. Diğerlerinde olduğu gibi bu katmanları kendi disiplinleri
altında inceleyerek yapıtı çözümleyebiliriz, eleştirebiliriz.
Günümüzde şiir
çözümlemelerinde belli kuram ve ölçütler temel alınsa da çözümleyicinin
deneyimi ve şiir anlayışı ön plandadır. Öznel yargının ağırlıklı olduğu
inceleme veya çözümlemeler; şiirdeki dilsel, sanatsal, anlam, anlatım, ses ve
çağrışım gibi değerleri ortaya koymakta yetersiz kalırlar. Daha doğrusu verimli
bir sonuç üretmesi olası değildir. Şiire hangi tür eleştiri kuramı, hangi sanat
anlayışının verileriyle yaklaşırsak yaklaşalım, şiirin dilsel ve sanatsal
değerini ortaya çıkarmak oldukça zorlu, çok parametreli bir yoldur. Şiir, öyle
kolaylıkla ölçülebilir ve tartılabilir değildir. Toplumsal değerler, zaman,
coğrafya ve kişisel algı ile yargılara göre değişik anlam gösteren açık dokulu
metinler olarak karşımıza çıkarlar.
Yukarıda belirtiğim katman
ve tabakalar, bir şiirde mutlak var olan ve açıklama gereği duyulan varlık
alanlarıdır. Eleştirmen ve çözümleyici şiir çözümleme tekniğini kullanabilmesi
için; dilsel, bilimsel ve şiirsel donanıma sahip olmak zorundadır. Örneğin
çözümleyici, estetik katmanını inceleyebilmesi için estetik bilimini, coşum
katmanını inceleyebilmesi için bilişsel psikoloji ve sosyolojinin temel
kuramlarını bilmesi gerekir.
Akademik eleştiri kuramından
okur merkezli eleştiri kuramına kadar ortaya konmuş bütün kuramları ele
aldığımızda, bu kuramların belli bir anlayış ve açıdan sanat eserini ele
aldığını görürüz. Oysa bir sanat yapıtı, insan ürünüdür; şu dörtgen içerisinde
var olur.
·
Sanatçı,
·
Eser,
·
Ortam
·
Okur
Sanat yaratısı; insanın
bilişsel ve duyusal süreci ile dil, düşünce, nesne, evren ve yaşam ilişkisinden
doğar. Bu işlem süreci çok boyutludur ve kolay açıklanabilir bir ilişki
değildir. Bu nedenle şiirin derinliğini, yüzeyini ve arka yapısını görebilen
bir yaklaşım geliştirmek zorunluluğu doğar.
Şiir çözümleme tekniğinin amacı; bir şiirin biçiminden duyusal varlık
alanına kadar varlık katmanlarını sanat bilimi açısından incelemek; şair,
şiir, ortam ve okur dörtgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır. Şiirin iç organları ile
şiirin canlılığını ilgilendiren tüm ögelerini işlevleriyle görüntülemektir.
Ancak bu teknik, şiir çözümlemesinde sadece genel yol ve yordamı belirler.
Çözümlemede “nasıl” sorusunun yanıtını çözümleyiciye ve eleştirmene bırakır. Çünkü şiir, her sanat yapıtında olduğu gibi,
ilk yaratılış sürecinden başlayarak topluma mal olup belleklerde yer almasıyla
birlikte varlığı ve yaydığı ileti, okur algısına bağımlı olarak dinamik bir
sürece tabidir. Sanat anlayışının değiştiği gibi şiirin temel alınan
değerlerinin de değişebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Şiir çözümleme
tekniği, okur ve sanat anlayışında meydana gelecek değişime ayak uydurmak için
dinamik bir yapıya sahip olmak zorundadır.
Ayrıca, çözümlemeyle ortaya
çıkan nesnel bilgilere yaslanarak, okur ve eleştirmene şiirsel dünyayı daha
görünür kılar.
Şiiri şiir yapan ölçütleri
ortaya çıkarabilmek maksadıyla, şiirdeki varlık katmanlarını ayrıntılı ele
almak gerekir. Bu katmanları olabildiğince bilimsel ve teknik açıdan ele almak,
öznel yargıyı biraz daha öteler. Şiirin sanatsal değerini sağlıklı çözümlemek
için; şiire okur, şair, ortam ve eleştirmen gözünden bakılmalıdır. Şiir bir sanat
eseridir ve baştan sona tüm varlık alanları, gerçek ve gerçek üstü dünyası,
insanın bilgi, algı ve yargılarına bağımlıdır. Şiir çözümleme tekniğini, sadece
şiirin etkisi ve şiirsel değerini çözümlemek için kullandığımız bir teknik
olarak düşünmemek gerekir. Bu tekniğin dört farklı konuya açılım getireceğini
ve bakış zenginliği oluşturacağını öngörüyorum. Şöyle ki:
·
Şiiri değerlendirmek, dilsel
ayrıntılarını çözmek, nesnel ve duyusal alanlarını açmak, sanatsal ve şiirselliğini
saptamak, şiirin dış ve iç tasarımını başka bir göz ve formatta ayrıntılı
okumaktır.
·
Betik olarak şiirin ne olup
olmadığını anlamak ve şiir nasıl yazılır sorusuna yanıt oluşturmaktır.
·
Yaratım sürecinde; şiir
dilini kullanım, dil tekniği ile yaratıcılık kavramına ilişkin açılım, bakış ve
anlam üretmektir. Alışılmamış bağdaştırma, sapma ve değinmece gibi şiir dili
tekniğinde var olan ve sanatsal yaratıcılığın önünü açan dilsel konu ve
düşünsel yönünü görünür kılmaktır.
·
Şiir eleştirisinde; daha
sanatsal, nesnel sonuçlara ulaşabilmeyi, öznel yargıyı en alt sınırlara
çekebilmeyi ve biçimlendirilmiş (sanat algısı güdüm altına alınmış) eleştirmen
tutumunu bertaraf edebilmeyi amaçlamaktır.
Sanat, çok boyutlu ve çok
parametreli bir etkinliktir. Bir sanat eseri; bilgi, imgelem, donanım, teknik
ve teknoloji olmadan günümüz koşullarında beğeni oluşturan düzeyde var
edilemez. Örneğin şiir ve roman gibi yazınsal eserler bile teknik ve teknoloji
gerektirir. Çünkü bu eserlerin yazımı, öncelikle imgelemi, imgelemi
nesnelleştirmek için donanımı, dil, bilgi ve tekniği gerektirir. Biz biliyoruz
ki bilginin kullanılabilir duruma dönüştürülmesine teknoloji denir. Yazınsal
eserlerde bilginin kullanımı, kendine özgü bir tekniği, teknolojiyi ve dil
bilimini gerekli kılar.
İşte bu nedenle sanatçıdan
sanata, şairden şiire, şiirden eleştirmene, bunlarla en yakın bağı olan okura
kadar tüm süreci ele almak gerekir. Bunların varoluş ve eylemlerini anlamadan,
sanatın doğuşundan okurdaki karşılığına kadar olan süreci çözümlemeden,
sanatsal anlamda hızlı yol alabileceğimizi düşünmüyorum. Bu düşünceden
hareketle, şiir çözümleme tekniğine bu dörtgenin açılarından ve eleştirmen
gözünden bakmayı öneriyorum.
Öznel yargı şiir
çözümlemesinde olmak zorundadır, ancak nesnel yargı ne kadar yoğun ise şiirin
çözümlenmesi o kadar sağlıklıdır. Şiir çözümlemesinin bir diğer yanı, şiirin
yarattığı duyusal etkinin dayandığı temelleri ortaya koymaktır. Şiiri duyusal
etki açısından incelemek için öznel ve popülist yaklaşımlardan uzak
olunmalıdır, ancak bu durum kişisel algı ve yargıya bağımlı olması nedeniyle
uygulamada zordur. Şiir çözümü de şiir eleştirisi kadar özgür ve özgün bakış
gerektirir. Diğer bir söylemle biçimlendirilmemiş algı, bilimsel yaklaşım
gerektirir.
Nesnel ve gerçek ötesi
dünyanın görünüşe taşınması, imgelemin sıra dışı dille anlatımı ve bunlarla
birlikte şiirde en etkin duyusal devinimin sağlaması şiirdeki organik birlik ve
düzenliliğe bağımlıdır. Organik birlik ve düzenliliğin istenen düzeyde
oluşturulması için; fiziksel, anlamsal, duyusal ve dilsel katmanları görünür
kılmak gerekir. Bir şiiri ayrıntılı çözümlemek, eleştirmek, etkisini açığa
çıkarmak ve onun önerdiği dünyayı okuyabilmek; sözünü ettiğim katmanların tek
tek ve eş zamanlı ele alınması ile olasıdır. Şiir/sanat çözümlemesi ve
eleştirisine bu yöntemle yaklaşmadığımız sürece, edebiyat için edebiyat
yapmaktan öte geçemeyiz. Şiir çözümlemelerine veya eleştiri adı altında yazılan
denemelere baktığımızda, bunların çoğunluğu, deneyim ve sezgi içeriyor olmasına
karşın edebiyat için edebiyat yapan metinler durumundadır.
Öznel inceleme; eleştirmenin
sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve değer yargılarına bağlıdır. Oysa
nesnel şiir inceleme; bilgi disiplini durumuna dönüşmüş kuramsal şiir
bilgisini, dilin özelliklerini, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal yaklaşımı,
estetik biliminin öngördüğü bakış açısını gerektirir. Yapıtla okur arasında
mutlak bir etkileşim vardır; bu etkileşimin içeriği öyle kolay açıklanabilir
bir süreç değildir. İleri sürdüğüm
teknik bu zorlu süreci açıklamaya çalışır. Sanat bilimi açısından tarafsız
bakış gerektirir. İster istemez şiiri bu değerlerle incelediğimizde,
eleştirmenin öznel yargılarını daha tutarlı olarak kontrol altında tutabiliriz
demektir. Bir şiiri çözümlerken/eleştirirken, deneyim ve dünya algısına bağlı
öznel yargı olmak zorundadır; ancak şiiri nesnel yargıyla somutlaştırmak daha
analitik bir yaklaşım olur. Bana göre şiir çözümlemesi için önerdiğim tekniğin
en somut getirilerinden biri; şiir eleştirisi konusunda bir adım daha ilerlemek
ve eleştiriyi daha bilgi bazlı duruma dönüştürmektir. İleride okuyacağınız
“Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi” bu tekniğe yaslanarak genellenebilir,
denenebilir, gözlenebilir sonuçlar üretmektedir.
Bu teknik, bütün sanat
alanları için kullanılabilir; ancak ilgili disiplin ve normları esas almak
zorunluluğu vardır. Bu nedenle, sanatsal ve estetik değer dışındaki yaklaşım ve
ön kabulleri ötelemeye çalışır. Bu durumda öznel eleştiri, inceleme, çözümleme
yerine; daha nesnel bir eleştiri, inceleme, çözümleme yöntemine başvurmak
zorunda bırakır.
1. Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
a. Gerçek Anlam Tabakası
(Temel, Yan, Mecaz anlam…),
b. Rastlantısal Anlam
Tabakası
c. Üst Anlam Tabakası
3. Anlatım Katmanı
4. Ses Katmanı
a. Tonlama Ekseni
b. Ezgi Ekseni
c. Sanatsal Ezgi Ekseni
5. Çağrışım Katmanı
a. Çağrıştırma Tabakası
b. Çağrışımsal İmgelem
Tabakası
c. Rastlantısal İmgelem
Tabakası
6. Coşum Katmanı
7. Estetik Katmanı
a. Şiirdeki Estetik Değer
Tabakası
b. Okurdaki Estetik Algı
Tabakası
c. Durumsal Estetik Değer
Tabakası
8. Katmanlarda
yer almayan ayrıksı sanatsal konular
9. Sonuç:
Çözümlemenin
bel kemiğini oluşturan ve sanatsal görünüşün açığa çıkarılması için temel
verileri sağlayan; kuram, olgu ya da durumlar/süreçler vardır.
a.
Anlam Katmanında;
Rastlantısal Anlam Tabakası
b.
Ses Katmanında, Şiirsel Ezgi
Ekseni
c.
Çağrışım Katmanında; Çağrışımsal
İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakası
d.
Estetik
Katmanında; Durumsal Estetik Değer Tabakası.
Bunlar; okur
ile yapıt arasındaki ilişkiyi ve zorunlu süreci açığa çıkarmaya yöneliktir.
Sanatsal ifadenin söze dökülebilmesi için kilit olgu, kuram veya süreçlerdir.
Ayrıca, anlatı bilim, estetik bilimi, ruhbilimi, ses bilgisi gibi ilgili
disiplinlerin ışığında hareket etmeyi zorunlu kılarlar. Bu yüzden, çözümlemede öznel
olmayı öteleyerek daha nesnel ölçütlere yönelmek zorunda bırakırlar.
Eleştirmen veya çözümleyici
olarak bir şiiri incelemek, çözümlemek istiyorsak, yukarıda sözünü ettiğim
kilit kuram ve süreçleri ilgili disiplinleri ışığı altında bilmeliyiz. Bunları;
oluş, işlev, işleyiş ve etkileri bakımından tam anlamıyla kavramalıyız ki
sanatsal değerin ortaya konmasında daha tutarlı olabilelim.
Şiir çözümleme tekniği; aynı
zamanda bütün sanat dallarının yapıtlarını çözümlemek, incelemek ve
değerlendirmek için yeni bir yaklaşım yöntemi ortaya koyar; temel ilkeleri belirler;
sistemin sınırlarını gösterir; her yapıt için uygulanabilir bir sistemi kurar. Dinamik
bir yapıdır. Her sanat yapıtı, organik bir bütünlüğe sahiptir. İnsan vücudunu
incelerken her organı ve her bileşeni ayrı ayrı inceliyorsak, yapıtta da aynı
incelemeyi yapmadan sağlıklı bir sonuca ulaşamayız. İnsan vücudunda nasıl ki
her şey birbirine bağımlıysa, yapıttaki her katman da birbirine bağımlıdır; organlar
gibi. Ruhsal bir durum, kan basıncından tüm salgılara kadar pek çok şeyi
etkilemektedir. Yapıtta da aynı durum söz konusudur. Duyusal katmanlar,
fiziksel katmanları etkiler. Fiziksel katmanlar da duyusal katmanları etkiler.
Tamamıyla birbirlerine bağımlılardır.
Örneğin bir resmi çözümlemek
istersek, şiirde kullandığımız tüm katmanları kullanabiliriz; ses katmanı
dahil. Yapıtın özelliği gereği, katmanın gereksiz olduğunu düşünüyorsak
çıkarabiliriz. Mevcut katmanların incelenmesinin yeterli gelmeyeceğini
düşünüyorsak yeni katmanlar belirleyebiliriz. Örneğin resim sanatı için “perspektif
katmanı” gibi.
Şiir çözümleme tekniği, aynı
zamanda “Sanat Çözümleme Tekniği”dir.
RASTLANTISAL ANLAM KURAMI
Şairin ne dediği değil, şiirde kullandığı
sözlerin ve anlamsal bütünlüğün okurda nasıl biçimlendiği ve zaman içinde nasıl
bir değere ulaşacağı önemlidir.
Klasik sanat döneminden barok sanat dönemine kadar, sanat yapıtları
kapalı bir bütün olarak ele alınmaktaydı. Rönesans döneminden itibaren, doğa
bilimlerinin mekanik bir evren algısına doğru evrilmesi, duygu,
bilinçaltı-bilinç sürecinin tanımlanması ve görecelilik kuramının ortaya
koyduğu büyük değişim etkisiyle sanat eserine ilişkin biçim ve biçem
özellikleri insan anlağında kavrayış değiştirdi. Bu değişim sürecinin hâlen
devam ettiğini gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Klasik sanat anlayışı eseri
kapalı ve organik bir bütün olarak algılarken, modern ve çağdaş sanat anlayışı
eseri açık, organik ve hareketli[15] bir bütün olarak algılamaya başladı. Bu kavrayış sonucu, sanatçı, eser
ve bunların içinde en önemlisi sanat alıcısının (izleyici) etkin bir konuma
yükseldiğini görürüz. Daha açık söylersek bir sanat eseri izleyicinin zihinsel
gücü oranında kavranır. Şairin imgelem kaynaklarının genişliği ve şiirin imge
uzamı, okurun bilgi birikimi ve anlamlandırma yetisiyle doğru orantılı olarak
değer kazanır.
Sanat eserinin duyusal ve gerçek varlık alanları, izleyicinin evren
algısı ve bilgi birikimine göre yeni anlam evrenine açılır. Bununla birlikte
şiirin anlam ve çağrışım katmanı ister istemez insan zihninde yeni imgelem ve
görüntülere evrilir. Çağdaş sanat anlayışını sınırı olmayan bir imgelem
dünyasına götüren işte bu hareket olgusudur; diğer bir söylemle şiirin anlamsal
devinimidir diyebiliriz. Yapıtın içinde barındırdığı bu hareket olgusu (zaman,
coğrafya ve bilgi yoğunluğuna göre devinim) yeni kavramları beraberinde üretmek
zorundadır. Çünkü tanımlanmayan ve hareketi karşılamayan alanların varlığı
ister istemez doldurulması gereken bir boşluğu ortaya koyar. İşte bu alanlardan
bir tanesi de özellikle yazınsal eserlerde çok belirgin olarak var olan anlam
katmanında kendini gösterir. Anlamı, şiirsel açıdan ele aldığımızda ise daha
belirgin bir boşluğun varlığı karşımıza çıkar. Şiir, dil varlıklarını gerçek,
soyut ve gerçeküstü bağlamda sıra dışı ve çokanlamlılığa yönelen biçimde
kullanabilen bir sanat dalıdır. Okur da bu anlam çeşitliliğinden çok farklı
anlam ve görüntü üretebilir. Yani okurun geçmişten gelen temel verilerine,
bilgi düzeyine, görme, işitme ve duyma gelişmişliğine bağlı olarak çok çeşitli
imge ve imgeleme (anlam gurubuna)
ulaşabilir. Bu durum, Umberto Eco’nun Açık Sanat Yapıtı yaklaşımını, Roman
İngarten’in ontolojik incelemelerini ve Alımlama Estetiğinin temel
düşüncelerini ele aldığımızda, bir sanat eserini, özellikle dil sanatlarını
daha geniş bir perspektiften düşünmeye iter bizi.
Şiirde anlamsal kapalılık, kavramlarda açık dokululuk, çokanlamlılık
ereği, çağrıştırma ve derin anlam özellikleri gereği, şiirdeki söz
varlıklarının okurda ne zaman hangi duyguyu harekete geçireceği, ne zaman anlamın
nereye yöneleceği veya okur tarafından nasıl yorumlanacağı çoğunlukla
belirsizdir. Okurun algı, anlama ve düşünme biçimine göre, yani görme ve duyma
biçimine göre, eserin anlam katmanını nasıl somutlaştıracağı çoğunlukla
rastlantısaldır. Ayrıca şiirde her bir söz, dize veya şiirin bütünü,
çokanlamlılığa yönelme, çağrıştırma, anıştırma, sezdirme gibi tekniklerle
okurun belleğine paralel sıra dışı, farklı veya beklenmeyen imge ve görüntüleri
oluşturabilir. Umberto Eco bu konuda şunu söylüyor; “Her alımlama böyle bir yorumlamadır ve bir gerçekleştirmedir; çünkü
her alımlamada yapıt, özgün bir perspektif içinde yeniden canlanır.” Aynı
konuda İsmail Tunalı ise, “İnsanlar,
nitelikçe birbirlerinden farklı ve farklı perspektiflere sahip olduklarına
göre, her bir insanın aynı sanat yapıtı ile yaşantısı farklı olacak, yani aynı
sanat yapıtı, farklı insana göre farklı biçimler alacaktır.” der.
Şair ve şiirin ereği, anlam, anlatım ve sesin gücünü duygu değeriyle
örgütleyerek okuru daha fazla imgelem, görüntü, anlam ve duygu dünyasına
taşımaktır. Sadece şiir değil, bütün sanat eserleri, estetik kaygıyı doğurmak
için bir taşla pek çok kuş vurmak isterler. Okurun ruh dünyasını ele geçirip
onun algı ve anlama etkinliğini tetiklemek isterler. Yani sanatçılar eserlerinde
biçim, ses, anlam anlatım ve söz sanatları gibi yöntemlerle mümkün olabilen tüm
çağrışım kapılarını açmak isterler. Buna, şiirde bağdaştırma, benzetme,
değişmece, sapma veya bir sözcüğü birkaç farklı anlamda kullanma gibi teknikler
örnek gösterilebilir. Okurun beklentisi ve amacı ise şairin iletilerini kendi
bilgi ve çağrışım dünyasına göre yorumlamaktır, somutlaştırmaktır. Okurun
yorumu onun bilgi birikimine bağlı olarak daha az, daha çok ya da beklenmedik
bir şekil alabilir. Okur belleğinde iz bırakmış anılar, görüntüler ve bilinci
gereği, şiirdeki herhangi bir söz ve söz öbeğinin çağrışımı ile şairin hiç
değinmediği bir anlama ya da imgeleme ulaşabilir. Okurun böyle bir anlam veya
imgeleme ulaşması demek, farklı bir imgelem dünyasının daha kapılarının aralanacağı
anlamına gelir.
Sanatsal metinlerde, özellikle şiirde anlam açılımını şair yönlendirir.
Ancak şiir okura ulaştığında okurun şiiri anlamlandırması sınır tanımaz. Okura,
zamana ve yere bağlı olarak daha öteye yönelebilir, kapsamı daha geniş olabilir
veya anlam dönüşüme uğrayabilir. Bu devinim, çağdaş sanat anlayışında eserin
harekete dayanıyor olmasından kaynaklanır. Diğer dil sanatlarında sözcük veya
tamlamalar çoğunlukla belirli bir şeyi göstermek ve anlatmak için kullanılır;
şiir ise, sözcük ve tamlamalar çoğunlukla gerçek anlamın dışında duygulandırma,
sezdirme, farklı görüntüleri çağrıştırma veya daha derin anlamlandırmaya
yöneltir. Şair, okuru istediği anlam tabakasına taşırken aynı zamanda okurun
imgelem dünyasını uyandırmak ister. Yani şiirdeki sözler gerçekte söyledikleri
şeyin ötesine uzanır, okurun belleği ve bilinci anlamın daha öteye uzanmasına
ya da dönüşüme uğramasına katkı sağlar. Bu durum, şiirin anlam konusunda
rastlantısal bir tabakaya yönelmesi anlamına gelir.
Yıllar önce yazılmış bir şiirin iletilerini sürdürdüğünü, gelişen
teknoloji, bilgi ve değişen algı nedeniyle anlam genişlemesine uğradığını
varsayarsak burada tanımlanması gereken bir alan daha karşımıza çıkar. Bir
şiirin veya bir sanat eserinin sanatsal gücünü oluşturan bu durum, sanatçının
çabasını, okurun algısını ve zamanın yarattığı anlamsal dönüşümün varlığını
gösterir. İşte bu üçlünün, yani “şiir,
okur ve zaman”ın yarattığı anlamsal sonucu karşılayan kavramsal bir
tanımlamanın olmadığıdır.
Çoğu sanat alanında olduğu gibi şiirin de anlam örgüsü çoğunlukla
örtüktür, anlamsal genişlemeye açıktır ve çokanlamlılığa yönelir. Sözler, imge
ve anlam grupları gerçek anlamının dışına taşar ve sonsuz bir menzile erişme
eğilimindedir. Sanat eserlerinin tamamında bu uzam vardır ve sanatsal niteliği
artırıcı geniş bir olanaktır.
Şiir gibi dilin bütün olanaklarını kullanabilen bir sanat, belirtik
anlamdan ziyade, örtük anlama, çokanlamlılığa, duygulandırmaya, sezdirmeye ve
çağrıştırmaya yönelir. Şiirin iletilerine bağlı olarak ulaşılan anlam yanında,
okurun duygu durumu, deneyimi ve bilinç düzeyi beklenmedik olay, olgu, imge,
görüntü gibi anlamsal sonuçlara yönelir. Daha açık anlatımla, bir dizeden
ulaşılan anlamsal sonuçlar çoğunlukla “Rastlantısal” olabilir. Dize bir olgu
veya duyguyu anlatmak ister ama anlatılmak istenen olgu veya duygudan bağımsız
pek çok olay ve görüntü okur birikimine göre oluşur. Örneğin aşağıdaki beş
dizenin ortaya koyduğu gerçek anlam yanında, okurun bellek ve bilincine bağlı
olarak bu dizelerden çağrışım gücü ve sezgi yetisiyle ulaşabileceği pek çok
imge, görüntü, olay ve olgu vardır. Aşağıdaki dizelerde belirttiğim durumu
deneyebilirsiniz, hatta birkaç kişinin nasıl bir imge ve anlam açılımına
ulaştığını test edebilirsiniz.
(…)
Sınırsızlığı çek üzerime
İşte çuvaldız, del gökyüzünü
Getir anakaraları karinamın altına
Ellerimize rastlayan her şehri sevelim
Gerisi senin güzelliğin.
(…)
Okura bağlı oluşan anlam örgüsü, sanat eserlerinin vazgeçilemez ve
sanatsal niteliğini güçlendiren başlı başına bir olaydır. Bunun yanında zamanla
dönüşüm geçiren anlamsal açılımları da dikkate almak zorundayız, özellikle bu
konu şiirde kalıcılık açısından çok önemlidir. İşte bu bilgilere dayanarak şiirin okura ulaşmasından itibaren okurun
birikimine bağlı anlamlandırma alanı ile iletilerin zamana göre uğrayacağı
anlamsal dönüşümü Rastlantısal Anlam Kuramı ile karşılanabiliriz, diye
düşünüyorum.
Okurun algı, bilgi, bellek ve kültürel altyapısına bağlı şiirden ulaştığı
anlam ile şiirin zamana bağlı uğrayacağı anlamsal açılımı karşılayan durumu rastlantısal anlam kuramı açıklar. Öyle
sanıyorum ki rastlantısal anlam kuramı, sanat veya şiir dünyasında yeni bir
tanımlamadır. Sanatsal bir anlatımın sonucunda oluşan bir alandır. Şiirin,
bununla birlikte sanatın doğal ve devinimine özgü bir anlam açılımıdır. Şiirin
veya sanatın özellikle doğurmak istediği özel bir alan olması nedeniyle bu
anlamsal sürecin tanımlanması gereğini düşünüyorum. Çağrışım katmanında da
görüleceği gibi sanatta olay, olgu, bilgi ve imgelem gücüne dayalı anlam
üretmek eserde olası bir kıvılcım gerektirir. Sanat değeri yüksek eserlerde bu
kıvılcım çoğunlukla bilinçli çakılır, ancak okura bağlı olması nedeniyle
kıvılcıma verilecek tepki ve anlamın yönü kontrol altında tutulamaz.
Şairler, şiirinde benzetme, sapma, bağdaştırma gibi yazın ve şiir dili
teknikleriyle dize veya dizeler arası anlamsal gücü artırıcı yönteme
başvururlar. Yaşamsal ve duyumsal olgulara dayalı anlam öbekleri veya imgeler
ile okurda çağrışım yaratmak isterler. Aynı zamanda okur, bilinçaltı ve
bilincinde yer almış trajik ve travmatik izler ile kültürel donanımı gereği,
şiirdeki çağrıştırmalara dayanarak gerçek anlamın dışında başka bir anlamsal
bütünlüğe, yoruma veya görüntüye yönelebilirler. Diğer taraftan şair, yüce ve
trajik değer taşıyan olgularla okuru tetikleyebilir.
Rastlantısal anlam kuramı bağlamında bir düzlemden daha bahsettim. Bu
düzlem de zaman ve ortamın etkisidir.
Bilginin ve algının zaman ile ortamda ufkunun genişlemesidir. Zamanla
değişen algı, teknik, üretilen bilgi ve kültür varlıkları, daha önce yazılmış
bir şiirde anlamsal gelişim ve dönüşüm sağlar. Zamanın yarattığı bu olgu,
oldukça yüksek öngörü ve sezgiye gebedir. Şairin var olan ve üretilen bilginin
gelecekte alacağı değeri öngörüp/sezip okuruna çağrıştırdığı ve anıştırdığı
ayrı bir tekniktir. Sanat eserleri, çoğu zaman sanatçısının anlatmaya,
görüntülemeye çalıştığı kadrajın dışında bazı değerler taşır. Yeni anlamlar ve
anlamlandırmalar, bilginin keşfine bağlı ya da işaret edilen yeni olayların
gerçekleşmesine bağlı olarak belirebilir. Sanatçı onu düşünde tasarımlamıştır
ve eserlerine, şiirlerine giydirmiştir çoğu zaman. Bazen buna benzer durumlar
tesadüfen gelişmiş de olabilir. Ancak biz okurlar, zamanla bir olayın
gerçekleşmesi veya bir bilginin açığa çıkması durumunda anlam genişlemesini
veya anlam kaymasını fark ederiz. Güncelin üzerine yaslanarak yeni anlam
açılımlarına çoğu sanat eserinde rastlanır ve bu olağan ve çok sık rastlanan
bir durumdur. Eserin, klasik bir esere evrilişinin bileşenidir bu durum.
Bu konuyu biraz daha açalım. Olması olanak dışı gibi görünen veya hiç
düşünülememiş olayların vuku bulmasıyla yeni bir bakış açısı, bilinmedik bir
yoruma varılmasıyla yapıttaki çağrışımın, sezdirmenin, duygu gücünün anında
güncellik kazanıp yeni çıkarımlara yönelebileceğini unutmamalıyız. Bu konu,
özellikle dil sanatları için çok önem arz eden bir özelliktir. Örneğin aya
gitmenin akıllarda bile olmadığı zamanlarda aya yolculuktan bahseden roman ya
da metinlerde olduğu gibi. Bu, sanat eserlerinde kalıcılık ve süreklilik
sağlayacak olan önemli bir özelliktir. Şairin kahinliğini değil; şairin
anlamlandırma, geleceği okuyabilme, görebilme, sentezleyebilme yeteneği ile
eserin derinliğini gösterir. Bu durumu, ‘anlamın rastlantısallığı’ diye
isimlendirmek durumundayız.
Şair şiirinde, eğretileme, değinmece, değişmece ve aktarma gibi dilsel
teknikler ile iletilerini sezdirme, görüntüleme veya duyumsatmaya çalışarak
anlamsal bütünlük ve tutarlılık sağlar. Ancak şiir, dönemin estetik algısı,
bilimsel, sosyolojik, psikolojik gelişmelere bağlı olarak anlam kayması
yaşayabilir hatta yatay ve dikey evrilmeye açıktır. Şiirin zaman içerisinde
nasıl bir çağrışımı doğuracağı, zamanın algı ve bilgi birikimine bağlı olarak
nasıl bir anlam alanına yöneleceği bugün için belirsizdir. Sanatçının
kurguladığı, biçimlendirdiği ve nesnelleştirdiği eser, gelecekte okurun yaşam
pratiklerine, bilgi gelişimine ve algı biçimine bağımlıdır. Okurun algı,
anlama, bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre
şiirden ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin
uğrayacağı anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyorum. Şiirde hatta bütün sanat dallarında okur ve eser arasında gelişen böyle
bir anlamsal süreç vardır; bu süreç mutlaktır ve tanımlanması gerekir. İşte ben
bu süreci ve süreçte gelişen anlamsal durumu Rastlantısal Anlam Kuramı olarak ele alıyorum. Bu kuram,
ayrıntılarıyla birlikte incelenmeye, geliştirilmeye ve deneysel olarak
araştırılmaya muhtaçtır. Rastlantısal anlam tabaksının, her sanat eserinde
uygulanabilir, denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğunu ve
bunun bir kuram niteliği taşıdığını söyleyebilirim. Çağdaş sanat algısı ve
beynimizin çalışma prensibi gereği, okur eser arasındaki rastlantısal anlamın
doğum süreci kuramsal bir olgunun sonucudur. Bu konu kapsamlı bir tez
konusudur. Sanat eseri, okur, sanatçı ve zaman dörtlüsü bağlamında bu kuramın
devinimi, süreci ve işlevsel temeli umarım ele alınıp incelenmeye değer
bulunur.
Özetlemek gerekirse şair, şiir dili teknikleri ve özgün anlatımı ile
göstermek ya da çağrıştırmak istediği anlam, görüntü ve imge demetini yeteneği
oranında okurda oluşturabilir. Bu durum her şairin temel hedefidir. Bilinen ve
öyle olduğu kabul edilen bir durumdur. Ancak;
**Okur kendi yaşamsal
değerlerine, izlerine, bilgi ve belleğine yaslanarak, şairin şiirinde gerek
kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları
yakalar; bu ipuçlarından beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere ulaşabilir. Bu
durum rastlantısaldır.
**Yayımlanmış ve üzerinden
zaman geçmiş bir şiirin anlam bütünlüğü, gelişen teknik, değişen algı,
teknoloji, olay ve açığa çıkan bilgi nedeniyle beklenilmeyen, yeni, daha etkin
imge ve görüntülere yönelebilir. Bu durum anlam genişlemesidir ve
rastlantısaldır.
Bu iki alan, şiire özgü anlam katmanlarında tanımlanmış değildir. İşte bu
iki alan, şiir ve sanat bilgisi içinde, özellikle dil sanatlarında
tanımlanmalıdır, yer almalıdır. Hatta sanatın tüm dallarında “Rastlantısal
Anlam Kuramı” olarak ele alınıp incelenmelidir. Bu sürece mantıksal
yaklaştığımız zaman, böyle bir gereksinimin olduğu ortaya çıkmaktadır.
Mustafa Zeki Çıraklı, Jakobson ve David Herman’ın bulgularını referans
göstererek bilişsel anlatıbilimin dikkate alacağı üç zihinsel süreç olduğuna
dikkat çeker. Yazarın zihnindeki inşa,
anlatı (metin veya vasıta) ve okurun
zihnindeki inşa olarak gösterir. İşte bu üç zihinsel süreci
incelediğimizde okurun anlamlandırma, görme ve imgesel olarak ulaştığı
sonuçların, sanatçının anlatmak istediği düşünce ile aralarında mutlak uyumun
olamayacağını ifade eder. Bu uyumsuzluğun ortaya çıkardığı zihinsel sonuçları,
ancak ve ancak rastlantısal anlam kuramıyla tanımlayabiliriz, diye düşünüyorum.
Özellikle şiirde rastlantısal anlam, hem sanatsal açıdan hem estetik
açıdan hem de dilsel ve anlam zenginliği açısından önemli bir olanaktır. Her
sanat alanında imgenin uzayı ne kadar geniş olursa ve ne kadar çok çağrışım
saçağı[17] yaratıyorsa o eser daha fazla sanatsal özellik içeriyor demektir.
Rastlantısal anlam alanı,
eleştirmene geniş bir bakış açısı sunar, anlam katmanına değişik bir açıdan
bakmaya ve geleceğe yönelik öngörüleri dikkate almaya yönlendirir. Çünkü hem
sanatçı gözünden hem okur gözünden hem de zamansal ve mekânsal platformda
şiirsel veya sanatsal bir olguyu açıklama olanağını sağlar. Örneğin iki asır
önce yazılmış bir şiirin bugünkü iletilerinin ne kadar geçerli ya da geçerli
olmadığı, rastlantısal anlam kuramının öne sürdüğü önerme ile
çözümlenebilecektir.
Lyotard’ın dediği gibi “Metnin ne dediği değil, okurun ne
anladığı esastır.” Şairin ne dediği değil, kullandığı sözlerin ve anlamsal
bütünlüğün nereye açıldığı ve zaman içinde nasıl bir değer alacağı önemlidir.
Şiirin ne dediğinden ziyade, okurun yaşamsal deneyimlerinden nasıl bir sonuç
çıkaracağı önemlidir. Aslında bütün yazınsal metinler, metin dilbilim açısından
incelendiğinde bu sonuca doğru yönelmez mi?
Sonuç olarak bu Rastlantısal
Anlam Kuramı; eserle insan arasındaki ilişkiden doğan mutlak bir süreçtir ve
çağdaş sanat anlayışındaki hareket olgusuna dayanır. Uygulanabilir,
denenebilir, izlenebilir ve genellenebilir bir süreç olduğundan kuram niteliği
taşır. Elbette kuram demek yeterli değildir. Araştırmaya incelenmeye ve
denenmeye gereksinimi vardır. Dilerim sanat düşünürleri, akademisyen ve
araştırmacılar, ele alıp incelerler ve sanatın insanla olan ilişkisine yeni bir
boyut kazandırırlar.
ÇAĞRIŞIM KATMANI
Çağrışım, sanat eserinde olmaz ise olmaz yedi
katmandan biridir. Eserdeki biçim, anlam, anlatım ve ses katmanları; birbirine
yaslanarak ve tetikleyerek zihin ile duyular arasındaki bağıntıyı
hareketlendirir. Kişiyi; duygulandırma,
anımsatma, sezdirme gibi zihinsel bir sürece sokar.
Okuyacağınız metin, şiirdeki çağrışım
katmanını oluş, işlev ve etkileri açısından ele alır. Bu katmanı üç tabakaya ayırarak sorgular:
İlk tabaka, eser/şiirdeki “Çağrıştırma Tabakası”dır;
çağrışıma neden olan ögeleri tanımlamaya çalışır.
İkincisi, “Rastlantısal İmgelem Tabakası”dır;
okurun bellek/bilgi/algı/anlama biçimi ile zamansal parametrelere göre değer
alır. Sanatsal anlatım için bu tabaka önemli bir işleve sahiptir. Çağrıştırma
tabakasının tetiklemesi yanında okur imgelem dünyasına göre şekil alan bir
süreçtir. Rastlantısaldır.
Üçüncüsü ise “Çağrışımsal İmgelem Tabakası”dır.
Çağrışıma neden olan temel verilere dayanarak okurun/izleyicinin ulaştığı
imgelemi esas alır. Burası özel bir alandır ve tanımlanmaya gereksinimi olan
bir süreçtir. Kuramsal niteliğe sahip bir eylemdir. Sanatsal ifadeyi yaratan ve
güçlendiren bir durum olarak ayrıca ele almayı gerektiren düşsel/düşünsel bir
süreçtir. Sanatçı/eleştirmen, eseri yaratırken, çözümlerken ve eleştiri için
incelerken başvurması gereken önemli bir ayrıntıdır. Ayrıştırılarak anlamsal
alanının daha ayrıntılı tanımlanmasına gereksinim vardır.
Bu düşünce ve tekniğe dayanarak, iki kurama ve
yeni tanımlamalara ulaşılmıştır. Kuramlardan bir tanesi de çağrışım sonucu
oluşan bir süreçtir.
Çağrışım
Katmanı
Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın verilerine
dayanarak dağardaki izlere, yaşamsal ve duyusal belleğe, izlerden yaşamsal
birikimlere, oradan imge ve görüntüye, görüntüden keşfi bekleyen yeni imgeleme
ulaşan insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin sınırsız
eylemidir. Sanatsal ve bilimsel yaratıcılığın temelinde önemli bir zihinsel
etkinliktir. Bilinç dünyasında bir şey yalnız bir şeye bağlı değil, çok şeye
bağlıdır. Bir olay, olaylar zincirini, bir olasılık, çok olay ve olasılıklar
zincirini doğurur. Bilgi bütünlüğüne
ulaşmış zihinde bir şey, o kadar çok şeyle bağıntılıdır ki bunun sınırı ve sonu
yoktur.
Şiir açısından baktığımızda çağrışım, anlam,
ezgi, söz, olgu veya olaya dayanarak okur belleğini dürten, okurun zihnindeki
bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve devindiren, okuru
imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine neden olan bir
katmanın adıdır. Çağrışım sözcüğünün buradaki kullanımı sözlük anlamının
dışında değildir. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele aldığımızda,
çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı incelenmesinin gereği
doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen bir varlık alanıdır.
Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve anımsatma gibi zincirleme
tepkiler yanında yapıtın anlamsal derinliği ile coşum katmanına yeni boyut
ekleyerek sanatta sınırsızlığı ve duygusallığı sağlar. Anlamın kaşağısı, zihnin
karanlık bölgeleri için el feneridir. Anlamı kaşıdıkça daha yoğun imgeye,
imgeden daha özgün imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki yerleşik izlerin
uyaranı ve düş dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.
Çağrışımın; anlam, anlatım ve ses katmanı ile
de doğrusal bağıntısı vardır. Bunun yanında çağrışımla ilgili ele alınması
gereken bir konu daha vardır; serbest çağrışım. Düşünsel bir süreçtir. Freud “Serbest
çağrışım sırasında kişide görülen hiçbir şeyin gelişigüzel ya da rastlantısal
olmadığını ve kişinin bir seçimde bulunmadığını” vurgular. Bu yöntem genellikle
psikanalisttik terapide kullanılır. Bunun yanında gerçeküstü (sürrealizm) sanat
anlayışındaki anlık yazma işlemi de serbest çağrışıma farklı bir örnektir.
Serbest çağrışımda doğrusal bir düşünme örüntüsü ve bilinçli seçim aranmaz,
kişinin doğal davranışları daha etkendir.
Okur, şiiri okurken veya bir sanat eserini
izlerken çocukluğundan bugüne kadar edindiği bilgi, deneyim, her tür yaşanmış duygu
ve anılarıyla bir başınadır. Okur bire bir şiirle iletişime girdiği için
çekince, baskı ve basınç altında değildir. İçinden geldiğince özgür
düşünebilme, imgelem kurabilme, doğal davranabilme olanağına sahiptir. Serbest
çağrışıma sonuna kadar açık bir konumdadır. Asla dışa vuramayacağı, kendince
kutsal olan, değerli olan, utanç veren, sorun olan, kendisine bile itiraf
etmeye çekindiği her tür duygu ve bilinçaltı bilgilerini, şiirle karşı karşıya
geldiğinde kendine itiraf etmeye, üzerini açmaya, onlarla ilişkiye girmeye
hazırdır. Okurun bu durumuna yaslanarak, okuru tetikleyecek, anıştıracak,
duyumsatacak, anımsatacak, bilincine başka alanları çekecektir. Benzerlik,
yakınlık ve çelişkiler arası bağıntı kurduracaktır. Bu durum, sanatın ayrı bir
gerçeğidir. Oldukça kapsamlıdır.
Çağrışım; anlam, ses, anlatım ve coşum
katmanlarının hep birlikte okur üzerinde yarattığı bir sonuçtur. Şiirde
çağrışım, kısa değinmelerle geçiştirilemeyecek kadar sanatsallığa katkı yapar,
imgeye yönelir, imgelem doğurur, coşumsallığı tetikler, çokanlamlılık ve
rastlantısallığı doğurur. Çağrışımın; doğuş oluş, işleyiş ve sonuçlarını somutlaştırmak
için ek tanımlamalara gereksinim vardır. Bunlar; “Çağrışım Çekirdeği, Çağrışım Yelpazesi
ve Çağrışım Saçağı”dır.
Çağrışım çekirdeği, okurun kültür ve bilgi varlıklarını
uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir söz
varlıklarıdır.
Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım
alanıdır, olanaklarıdır.
Çağrışım saçağı ise okurun ulaştığı çağrıştırmadan doğan
çoklu imge demetidir.
Anlam, ne kadar derinliğe sahipse çağrışım da
o kadar güç ve çeşitlilik kazanır. Sanatçının önümüze serdiği yol ve anlam
derinliği, duygularımıza dokunur. Yoğunlaşma, farkındalıklı algı, görme, anlama
ve düşünme biçimine neden olur. Kanımca, okurda çağrışımla oluşan/oluşturulan
imge ve buna bağlı imgelem, şiiri şiir yapan önemli bir süreçtir.
Anlam derinliği; dünya, yaşam ve insan ile
bunların aralarındaki ilişkiyi derinliğine anlatabilme ve okuyabilme sonucu
oluşur. Aynı zamanda dilin çarpıcı kullanılmasıyla da yaratılabilir. Sapma,
benzetme, imge ve bağdaştırma gibi dil teknikleri; çarpıcı, beklenmedik ama
zengin çağrışıma neden olan söz dizimi, söz kaynaşmasıdır; bunlar hem yeni
düşünme yöntemi hem yeni düşün alanları açması bakımından önemli kullanımlardır.
Çağrışım yaratabilmek, okurun ilgi alanı ve
kültürel yapısı ile de ilgilidir. Çok bilinen bir olay ya da kahramana,
mitlere, simge ve sembollere, halka mal olmuş şahsiyetlere ilişkin atıf yapma,
sezdirme veya açıkça işaret ederek başka bir olguyu anımsatmayı, çağrışım için
değişik yöntemler olarak düşünebiliriz. Bu yöntemler, okuru kahramanla ilgili
bir olaya götürecek, o olay ile ilgili unutulmaz bir zamanın unutulmaz anlık
olaylarını belleğinde anımsatacak, yeni çıkarımlara doğru gezintiye çıkaracak,
okurun duygu durumunda olumlu ortam yaratacak ve haz doğuracaktır.
Çağrışımın, anlam katmanına yeni anlam ve
görüntüler üretmek gibi bir geri dönüşümü söz konusudur. Okur, kendi yaşamsal
varlık ve değerleri ile bilinç ve bilinçaltında yer etmiş olan bilgilere
yaslanarak yeni görüntüler ve yeni duyusal alanlara ulaşır. Bu özellik,
zincirleme etki yapan özel ve önemli bir hareket alanıdır. Çağrışımın şiirde
yeni duyusal alanlar açması okurun bilgi birikimi, yaşamsal deneyimleri,
olayları okuma, varlıkları tanıma ve karşılaştırma yeteneği ile ilgilidir. Bu
nedenle şiirin kendi içinde var olan çağrışım gücü, okurun mantıksal
yetenekleriyle de paralel olarak artacaktır. Anlam katmanının, çağrışımı ve buna
bağlı görüntüyü eş zamanlı oluşturduğunu, çağrışımın da yeni olgu ve imgeler
üretebildiğini bu çıkarımlardan sonra söyleyebiliriz.
Çağrışımı doğuran durumlar sadece söz, ezgi,
olay veya olgular değildir. Yaşamın içinde var olan, bunun yanında zihinde
tasarlanabilmiş soyut kavramlar da çağrışımı doğurabilir. Bu konuya daha somut
bir örnek verelim. Örneğin mevsimlerin, insanın yaşamsal örüntüleriyle
bütünleşmiş algı ve duyularını biçimlendiren etkisi vardır. Bahar aylarının
güneş rengi diğer aylara ve coğrafi konuma göre ışık açısından kendine özgü bir
tona sahiptir. Bahar güneşinin renk tonu, çoğu insanda aşk olgusunu çağrıştırır
ve duygular bu uyarıma göre biçimlenir. Demek ki renkten kokuya, işitsellikten
tada, hareketten kas duyumlarına kadar duyularla algılanan her şey çağrışım
için bir kaynak oluşturabilme gizilgücü taşır. Bu gizilgüce sahip ögeleri bulup
şiire yedirmek de şairin işidir. Burada parantez içi bir bilgi daha aktarayım:
Şairin çağrışıma kaynaklık eden ögeleri bulup şiirinde kullanması için zihninde
duygu, duyu, olgu, olay, bilgi ve bilinç arasındaki ilişkisel işlerliği biraz
açıklığa kavuşturması gerekir.
Şiir, dizelerinde anlattıklarıyla yetinmez.
Okurdan, çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş alanların, olay ve duyguların
yaşanmasını ister. Satır aralarını okumak deyimi bir bakıma bunu karşılar diye
düşünüyorum. Çağrışım gücüyle hiç değinilmemiş görüntülerin oluşturulması,
okurun birikimine bağlıdır ve okuru yeni anlam dünyasının kapılarını aralamaya
yöneltir. Algı törpüleme, anlama, düşünme biçiminin bulgulanması ve
duygusallığın üst alana taşınması açısından sanatın işlevine katkı yapar. Bir
anlamda çağrışım, anlamı güçlendirir, iletiyi keşfedilmemiş bölgeye taşır,
coşumun doğumuna katkı sağlar, okuru estetik yaşantıya hazırlar. Başka bir
deyişle, şiirde imge olarak adlandırdığımız oluşumun temel çıkış noktasıdır ve
okur imgelemi ile koşut hareket eder. Zihinde kapsamlı düşünsel bir evreni
yaratır.
Çağrışım; anlam, anlatım, sesten doğar, büyür
ve geri bildirimde bulunarak yeni çağrışım saçakları oluşturur. Örneğin,
anlamla birlikte şiirsel ezgi, bellekte yer etmiş ve duyusal dünyada anlam
kazanmış olay ve olguları tetikler. Anlam ve ses, birbirini etkileyerek okurun
düşünsel dünyasına saplamalar yapar ve okuru çok katmanlı bir imgelem dünyasına
götürür. Ezginin duyularda yarattığı etki, dinleyenin yaşamsal izlerini
tetikler ve anlamla bağıntılı imgeler doğurarak şiirin diğer katmanları ile
daha yoğun bir etkileşime girer.
Çağrışım sürecini doğuran ana etkenlerden biri
anlamdır. Anlam, kendi içyapısına özgü tasarıma dönüştürülmelidir. Okurda anlaşılırlığı
etkin yollarla sağlanarak istenen düzeyde çağrışım yaratmak esas olmalıdır.
Ezgi veya anlatımla bir yere kadar çağrışım sağlanabilir ama bunlar bile
anlamla bağıntılıdır ve hepsi birbirini bütünler. Şiirde veya sanat eserinde
anlam deyince, bilgi ve bilginin düşüncemizde duyusal, soyut ve nesnel tasarıma
dönüştürülmüş durumunu anlamalıyız. Çağrışım, bilgi ve türevleri ile
nesnelleşmiş görünüm üzerinden hareket alır. Örneğin dizedeki söz, bilgi ve
anlam, zihnimizde bir tasarım/görüntü oluşturur. Bu tasarım/görüntü, belleğimiz
ve zihinsel etkinliğimizin gücü oranında başka görüntüleri beraberinde getirir.
Beynimiz, nesne veya anlamsal alanı oluşmuş sözcüklerle anlamlandırma ve ilinti
kurma yoluna gider.
‘Çağrışım katmanının kapsamı nedir, çağrışıma
neden olan esaslar nedir, nasıl oluşur ve sonuçları nedir’ gibi sorulara yanıt
aramalıyız. Bu sorulara yanıt bulmak için çağrışımı varlık düzleminde
tanımlamamız ve isimlendirmemiz gerekir. Şiirde veya herhangi bir sanat
eserinde çağrışıma neden olan ve çağrışım biçimini belirleyen düzleme
çağrıştırma tabakası ismini verebiliriz. Çağrıştırma tabakası; nesnel, öznel
veya soyut bir olgu ve olaya işaret eden, bunlardan yola çıkılarak
anlamlandırılan, bu anlamın başka bir anlam ya da görüntüye yönelmesini sağlayan
ezgi, biçim, söz ve söz tamlamalarıdır.
Bir bakıma ezgi, biçim, sözcük, dize veya anlam öbekleri, okurun duygu
durumunu etkilemiş ve belleğine tutunmuş olan izleri anımsatan ilk çıkış
noktasıdır.
Buraya kadar şairin istediği ve şiirindeki söz
varlıklarıyla ortaya koyduğu, okurda çağrışımı yaratacak gereçlerden söz ettik.
Çağrışımın okur üzerinde ortaya koyduğu eylemsel durumu, ayrıca tanımlamalıyız.
Bu aşamadan sonra, ele almamız gereken konu, çağrışımın okurda oluşturduğu
sonuçtur; imgelem boyutudur. İşte okurda oluşan bu eylemsel tabakaya
çağrışımsal imgelem tabakası diye isimlendirmenin uygun olacağını düşünüyorum.
Çağrışımsal imgelemin oluşum sürecini, iki
farklı varlık düzleminde değerlendirmeliyiz. Birincisi şiirin söz varlıklarının
çağrıştırması ile okuru yönlendirdiği çağrışımsal imgelem tabakasıdır. Bu,
yukarıda bahsettiğim tabakadır. İkincisi ise okurun yaşamsal algısı ve bellekte
yerleşik bilgileri, görme, sezme yetisi gibi kişisel etmenler ile şiirde
çokanlamlılık gereği okurun kendince ulaştığı “Rastlantısal İmgelem Tabakası”dır.
Çünkü sanatsal metinlerin doğasında var olan ve sezdirme gücünün de etkisi ile
okurun bilincinde üretilen anlam dünyasını ancak bu sınıflandırmayla
tanımlayabiliriz. Her ne kadar sınıflandırma yapmış olsak da bunlar, eşzamanlı,
eşgüdümlü ve birbirini bütünler biçimde oluşurlar.
Rastlantısal imgelem, rastlantısal anlam gibi
ayrıca incelenmesi gereken sanatsal bir gerçektir. Metni sanatsal boyuta
taşımanın altında yatan temel değerlerden biridir. Bugüne kadar farklı biçimlerde
dillendirilmiş olmasına karşın sınıflandırılıp tanımlanmamıştır. Şu kadarını
söylersek sanırım bu tabakaların önemi anlaşılabilir. Şiirin zamana karşı
dinamizmini ve kalıcılığını sağlayan, şairin kurgusu ve okurun belleğine göre
şekillenen, dönemlerin algı ve yargılarına göre yeni değerler üreten tabakalar
olarak düşünebiliriz.
Çağrışımın yönlendirdiği bir alan daha vardır.
Çağrışımın ortaya çıkardığı yeni anlam, görüntü, tasarımlar vardır. Bunlar;
okurda yeni imgeler yaratır ve yeniden okuru farklı imgelem dünyasına sokar.
Geri dönüşümlü bir süreçtir.
Aşağıdaki dizeleri çağrışım açısından
değerlendirerek okuyalım.
(…)
Vardır her egemenin bir egemeni, bu ayrı konu
(1)
Alsa aslan bir ceylanı evlatlık, evrim darılır
(2)
Horon kıvraktır örneğin, durdur horonu dik
oynamayı (3)
Dikey keskin hüküm varsılı, düzde güzelduyu
(4)
Az varılır bir kasabada, paslanır ya keman
yayı (5)
Telgraf direkleri odun oldu olalı. (6)
(…)
Şimdi ikinci dizenin çağrışım gücünü kendi
şiir anlayışınız ve dünya görüşünüzle düşünün. Ayrıca, bir ve ikinci dizeyi
okuduğunuzda zihninizde nasıl bir çağrışım oluştu? Okur okumaz ne düşündünüz?
Sizde nasıl bir görüntü ve tasarım oluştu? Evrimle, aslanın ceylanı evlatlık
alması konusunda nasıl bir bağlantı kurdunuz? Düşünsel olarak sizi nereye
taşıdı?
Örneğin, beş ve altıncı dizeler size nasıl bir
görüntüye götürdü.? “...paslanır ya keman yayı/Telgraf direkleri odun oldu
olalı” (İki telgraf direği ortasında aşağıya doğru salınmış telgraf tellerinin
keman tellerine benzetildiğini varsaymış olursak sizde nasıl bir iz, anı ve
duyguyu uyandırırdı?) Çocukluğunuzun görüntüsü olan telgraf direkleri ve
telleri, nasıl bir çağrışım yapmaktadır?
Çağrışım, şiir veya herhangi bir sanat
eserinin yarattığı imge ve imgelem dünyasıdır. Bunu sonucunda okurda oluşan
imge ve imgelem dünyasını; doğuş nedeni, oluş, işleyiş ve sonuçlarını daha
görünür kılmak için “Çağrıştırma Tabakası, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve
Rastlantısal İmgelem Tabakası” olarak sınıflandırarak incelersek daha iyi
anlaşılır olur kanısındayım.
Şimdi Çağrıştırma Tabakası, Çağrışımsal
İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem Tabakasını; gereci, nedeni, nasılı,
okurda yarattığı etki ve sonuçları açısından ayrı ayrı ele alalım.
Çağrıştırma Tabakası
Çağrıştırma tabakasını, şiirin okurda
anlamsal, işitsel ve görsel olarak doğuracağı uyaranlar, yönlendirenler ve bu
uyaranların temel esaslarını teşkil eden varlıklar düzlemi olarak ele
alabiliriz. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı sağlayan
gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran somut ve
soyut veriler dizinidir.
Şiirde imgenin algılanmasında önemli bir paya
sahiptir ve aynı zamanda okurda çoğul ve rastlantısal imgelem yolunu açar.
Ancak bu tabakayı açıklarken şairin şiirinde bilerek kullandığı gönderme,
sezdirme ve anımsatma türü söz varlıkları üzerinden hareket etmek durumundayız.
Olayın/duygunun/eylemin anımsatılması için
kullanılan sözler ve söz gruplarının her birini çağrışım çekirdeği olarak adlandırabiliriz. Çağrıştırma görevi
yüklenen olgu, olay, sapma, deyim aktarması, benzetme, bağdaştırma, sözcük ve
söz grupları gibi şiir teknikleri, anlatım ve anlam özelliğine bağlı olarak,
özgün bir çağrışım oluşturacak ağırlığı taşıması arzu edilir. Bu özellikleri
taşıyan çağrıştırma tabakası; okuyana olay ve görüntüleri anımsatır, açığa
çıkartır, imgeye yöneltir, imgelemi başlatır, okurun bilgi dağarcığına ve
algıladığı yaşamsal izlere bağlı olarak olaylar zinciri ve görüntülerin
oluşmasını sağlar. Şiirde geçen söz ve söz tamlamalarından doğan anlam, imge,
yansıtma ve sezdirme grupları; çağrıştırma tabakasının bir ögesi olarak
görülmelidir.
Çağrıştırma tabakasını kurgulamak, şairin
işidir, becerisidir.
Şiir anlatmaz, anlatılmak isteneni yansıtır,
duyumsatır; bununla da yetinmez, istenen görüntüyü de kendine özel teknikle
çağrıştırır. Bu esnada da düş dünyanıza yeni yeni ateşler yakar. İmgelem
olanaklarınızı bilemeye başlar. Bir bakıma, hem işaret edilen daha somut bir
alanın varlığından hem de görünmez ama gönderilerle yolu açılan bir görünmez
alandan söz edebiliriz. Gerçek ve gerçek olmayan alanın ortaklaşa yarattığı
toplam nesnel, duyusal ve sanal görüntü, bir yapıtın ortak değerlerini içinde
toplar. Çağrıştırma tabakasının oluşturduğu bu düzlem, okur anlağında estetik
algının önünü açan bir olanaktır.
Çağrıştırma tabakası, belleğimizi ve
duygularımızı harekete geçirerek bilinç ve bilinçaltımızdaki uyuyan gizli
odaların açılmasını sağlar. Başka bir deyişle, duyguları tepkisel konuma sokar,
algı uyarıcıları yönlendirir. Okurun zihinsel ve duyusal dünyasına dikkat
çekici işaretler koyar, onu ulaştırmayı arzu ettiği imgeye doğru yönlendirir.
Çağrıştırma tabakasının oluşturulması ve
çağrışım gücünün artırılması maksadıyla, okurun
sosyolojik ve psikolojik dünyasını ele almamız gerekir. Çağrışımı güçlendirmemiz
için önemli bilgiler içerir. Şöyle ki insanın tutum ve davranışlarını
belirleyen, onun hangi uyaran karşısında ne gibi bir tepki vereceğini az çok
bulgulayan, bu sözünü ettiğim bilim alanlarıdır. Bu yüzden şair ya da sanatçı,
sosyoloji ve psikoloji kavram ve terimlerine egemen olmalıdır, diye
düşünüyorum. Sadece çağrışım olanaklarının doğurulması için değil, bütün sanat
alanlarında özne ile nesne arasındaki ilişki ile insanın tutum ve tepkilerinin
çözümlenebilmesi için de gereklidir bunlar.
Şair, bir şiirin çağrıştırma özelliklerini
güçlendirebilmek için ne yapmalıdır? Bir eleştirmen bu tabakaların açığa
çıkarılması için ne yapmalıdır? Bu tür sorulara yanıt aradığımızda biraz daha
nesnel ölçütlerin karşımıza çıkacağını düşünüyorum.
Öyleyse çağrıştırma tabakası irdelenerek
şairin dil kullanım becerisi ve çağrışım tekniği nesnel bir ölçüt olarak ele
alınabilir. Şiirdeki çağrışım çekirdekleri ortaya çıkarılabilir. Bununla
birlikte şiir çözümlemelerinde şiirdeki örtük alanların didik didik edilmesiyle
yeni şiirsel değerlere ulaşılabilir. Şiir çözümlemesindeki bu tarz
araştırmalar, şiir yazma tekniği açısından genç şiir severlere de somut bazı
veriler sunabilir. Şiirde bilinçli yapılan her çağrışım çekirdeği, er ya da geç
okur imgeleminde bir yöneltme, olay ve olgu görüntüsünü açığa çıkarma görevini
yüklenecektir. Hatta şiirde kullanılan bir sözcük bile günün güncel ve iz
bırakmış olayları ile bütünleşerek beklenmedik bir çağrışımı, görüntüyü, okurun
zihninde canlandırabilir ve daha değişik alanda imgeleme yöneltebilir.
ÇAĞRIŞIMSAL
İMGELEM KURAMI
Çağrışımsal
imgelem, şairin şiirde kurduğu uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları,
kültürel değerleri ve belleğinde kayıtlı görüntüler üzerine yaslanarak yeni
görüntüler ve duyusal alanlar yaratma sürecidir.
Çağrışım katmanı; şiirdeki herhangi bir anlam,
ezgi, söz, olgu veya imgeye dayanarak okur belleğini dürten, okurun zihnindeki
bağıntılar bileşkesini kurcalayan, anıştıran, tetikleyen ve harekete geçiren,
okuru imgelem dünyasına yönelten, yeni düşünme ve görme biçimine neden olan bir
katmanın adıdır. Çağrışımı şiir veya sanatsal bir uzamda ele aldığımızda,
çağrışımın çıkış, oluş ve sonuçları açısından ayrıntılı incelenmesinin gereği
doğar. Her sanat eserinin üzerine yaslandığı görünmeyen bir varlık alanıdır.
Uyarma, uyandırma, sezdirme, anıştırma, duyumsatma ve anımsatma gibi zincirleme
tepki yanında, yapıtın anlamsal derinliği ile coşum tetikleyerek sanatta
duygusallığı sağlar. Çağrışım, anlamın kaşağısı, zihnin karanlık bölgeleri için
el feneridir. Anlamı kaşıdıkça kişiyi daha yoğun imgeye, imgeden daha özgün
imgeleme götürür. Bir anlamda bellekteki yerleşik izlerin uyaranı ve düş
dünyasının başat erketesidir diyebiliriz.
İmgelem, bilgi birikimimiz ve bilincimizin
zihinsel, düşsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, görüntüler,
işlemler, yaratılardır. Bir anlamda düş ve düşünme gücünün ortaya çıkardığı
eyleme dönüşmemiş düşünce bazında örüntüler evreni de diyebiliriz. Zihnin
işleyiş ve imge çekirdeğini ortaya koyuş sürecidir. Sanatın doğumuna
kaynaklık eden ilk düşsel aşamadır. Sanatsal edimlerin akarsuyudur.
Konumuz, çağrışımın okurda doğurduğu imgelem
sürecidir. Diğer bir söyleyişle okurun; şiirin duyusal ve nesnel varlık
katmanlarına yaslanarak zihinsel etkinliğe girişidir.
Çağrışımsal imgelem tabakası dediğimizde,
okurda oluşmuş ve oluşturulmuş olan bir imgelem sürecinden söz ediyoruz
demektir. Daha önce sözünü ettiğim çağrıştırma tabakasındaki çağrışım
çekirdeği, okur üzerinde uyarı, sezdirme, anımsatma, dokunma ve değinmeler yapar.
Diğer taraftan da imgelem ve düşlerini harekete geçirir.
Olgunluğa ulaşmış zihinde bir şey, o kadar çok
şeyler ile bağıntılıdır ki hangi şeyin hangi bağıntıyı uyaracağı alıcının bilgi
varlıkları ve belleğindeki izler ile doğru orantılıdır. Neyin neyi harekete
geçireceği, neyin nasıl bir imgeleme yönlendireceğini kestirmek zordur. Yani
şair olarak sizin söylediğiniz esas değildir; okurun nasıl anlamlandıracağı,
nasıl bir imgelem dünyasına yöneleceği esastır. Şair, kendi anlayışına göre bir
veya birkaç imgeyi hedeflemiş olabilir, ancak şairin açığa çıkmasını arzu
ettiği imgeler okur tarafından hiç görüntülenmeyebilir. Bu biçim bir yönelme,
rastlantısal imgelem tabakasında ayrıca incelenmek zorundadır. Okur, belleğine
dayanarak daha farklı imgeleme ulaşmış olabilir. Burada sözünü ettiğimiz şey,
şairin yönettiği imgelem tabakasıdır ve her şair sözlerinin okuru nasıl bir
imgeye ve imgeleme yönelteceğini az çok belirleyebilmelidir.
Şairin yönlendirmeleri dışında kalan çağrışım
olanakları bir olasılıklar yumağıdır. Şair; anlam, anlatım ve ses olanaklarına
dayanarak çağrışımın amacı, yönü ve gücü konusunda sorumluluk taşır. Şöyle ki:
Şair çağrıştırmak istediği konuyu, olguyu, olayı, özü bir bağdaştırma, aktarma,
benzetme vb. ile çarpıcı bir şekilde verir/yansıtır, hissettirir ya da
sezdirir; ancak okur konu hakkında bilgisiz ise çağrışım, hissettirme, sezdirme
okur açısından bir anlam ortaya koymaz. Bu, şair tarafından dikkat edilmesi
gereken önemli bir ayrıntıdır. Fin mitolojisinden bir simge veya sembol kullanılması
benim için bir anlam taşımayabilir. Örneğin bir Finli için tarihsel bir olgunun
duygusallığını içeriyor olabilir. Şair, şiirinde hem çağrıştırma sorumluluğunu
taşımak durumunda hem de okurun varabileceği imgelem sürecine katılmak
durumundadır. Basit bir ayrıntı gibi geliyor; ancak bu konu şiir yazarken,
çözümlerken ve altı dolu eleştiri yaparken son derece önemlidir. Bir şiirin
okurda yaratacağı etki ve şiirin okuru kavrayışı bu ayrıntıyla
güçlendirilebilir veya tam tersi zayıflatılabilir.
Şairin çağrışım yoluyla yönlendirdiği imgelem
tabakası, şiirin gelecekte takınacağı tavrı, yaymayı sürdüreceği ileti
niteliğini de belirleyebilme olanağına sahiptir. Bu belirlenim, şairin
niteliği, sezgisi, bilgi altyapısı, dünya ve yaşam ilişkisini okuma yetisi bunun
yanında gelecek öngörüsü ile doğru orantılıdır. Sanatçının bilimsel yetkinliği
ve öncü tutumu etkendir. Sözünü ettiğim konu, bütün sanat alanlarında özel
olarak incelenmesi gereken çok boyutlu bir durumdur.
Yinelemek gerekirse çağrışımsal
imgelem, şairin
yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel
değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak yeni
görüntüler ve yeni duyusal alanlar yaratma sürecidir. “Şair, okurun
dünyasına göre söz söylemek zorunda değildir; içinden geleni olduğu gibi
söyler” diye söylenir. Ancak şiirin okura ulaşması ve onda estetik kaygı
uyandırması için onun dünyasına seslenmesi, onunla ilk ilişkiyi başlatabilmesi
ön koşuldur. Bu konu biraz da şairin toplumsal ve bireysel olguları okuyabilme
yetisiyle ilgilidir.
Çağrışımsal imgelem tabakası, çağrışım
neticesinde insan zihinsel varlıkları içinden birtakım görüntüleri çeker.
Çağrışımın yönlendirdiği anlamla özdeş görüntüye dönüştürür. Bunlar, birbiriyle
bağıntılı olgulardır, izlerdir, yaşamsal çıkarımlardır. Çağrışımın doğurduğu ve
çağrışımın zihne taşıdığı görüntü ile ilişkili, okurun zihinsel doygunluğuna
bağlı olarak daha içsel yeni anlam ve imgelem oluşur.
Şimdi birkaç dizenin çağrışım olanaklarını ve
imgelem gücünü anlamaya çalışalım.
(…)
Irgalamıyor beni masum gagalı güvercinleriniz
Barışı getirmekten uzaktılar ne zamandır
Tırtıl taşıdılar
badem gagalarında
Tırtıklasın diye
üstüme yağan güneşi
Hiç güvenmiyorum güvercinlerinizin sevdasına
Kaç kez sponsor olurlar yeraltı şehirlerine
Kaç kez takla atarlar minare gölgelerinde
Kaç bıçak vururlar sırtından çağa insafsız
Kaç kez dikerler zeytin dalını haydut inine
Hesapsız bir hasat yapar gibi hırçın
Başıbozuk bir bostan bozumu mevsimindeyiz… Temmuz 2014, Narlıdere (Bir Damla Suda Halklar)
Örneğin ilk iki dizeyi, çağrışımsal imgelem
açısından inceleyelim. “Tırtıl taşıdılar badem gagalarında/Tırtıklasın diye
üstüme yağan güneşi” derken bir güzelliğin tırtıklanması için düşünce
yapısı belirli insanların sanrılarından söz edilmektedir. Aslında güncel ve
somut olaylara dayanan bağdaştırma söz konusudur burada. ‘Badem gagalarında’
alışılmamış bağdaştırması, aynı zamanda belirgin ve kalıplaşmış düşünce
yapısını anlatan bir çağrıştırma çekirdeğidir. İki sözcük, zamanımızın bir olgusunu
okurun önüne getirip koymuş ve okurda kocaman bir imgelem dünyası kurmuştur.
İmge;
hareket, biçim, renk veya sözle görünüşe taşınan değerlerdir ve aynı zamanda
yeni imgelem alanları yaratma gücüne sahiptir. Örneğin, //Usun tekbirle kelepçeye vurulduğu yerde// dizesinde tekbirle kelepçe, İslam
kültürünün yoğun olduğu ülkelerin geri kalmışlığını, vahşetini, pozitif
bilimleri göz ardı etmesini düşünebiliriz. Bu dizede dikkatli bir imgelem
çözümlemesine gidersek, tek başına ‘kelepçe’ sözcüğü bile imge ve arkasından
bir imgelem süreci doğurma gizilgücüne sahip olduğunu görürüz.
Çağrışımsal imgelem tabakası böyle bir durumu
ortaya koyan alandır. Gerek şiir dili tekniği ile gerek doğrudan göndermelerle
gerek imge gibi yöntemlerle yapılsın; bellekte, bilinçte ve bilinçaltında var
olan bilgileri uyararak okura yeni imgelem olanakları sağlar. Okurun yaşamsal
izlerini ve değerlerini kurcalayarak, okurda öne çıkan bilgilerle yeni anlam
alanları yaratır. Bu alanlar çağrışımsal imgelem alanlarıdır ve sanat açısından
önemli bir bileşendir. Çağdaş sanatta yapılmaya/yaratılmaya çalışılan önemli
bir ayrıntıdır.
Dil sanatlarında, özellikle şiirde çağrışıma
bağlı imgelem tabakası kendine özgü bir biçimde ayrıca ele alınmalıdır.
Çağrışımsal imgelem tabakası, yukarıda söz edildiği durumuyla bir kuram
özelliği taşır mı? Çağrışımsal imgelemin oluş sürecinin; genelliği,
deneyselliği, izlenebilirliği ve sürekliliği sağladığını ve bu nedenle kuram
olarak ele alınabileceğini düşünüyorum. Örneğin heykel ya da plastik sanatlarda
çağrışıma bağlı imgelem sınırlı kalabilir; ancak dilde her bir sözcük, bilgi ve
dize, çoğul çağrıştırma gizilgücü taşır ve okura göre değişen imgelem yolunu
açar. Sonuç olarak bu alan, kuramsal bir özellik taşır ve özellikle dil
sanatlarında, daha etkin olarak şiirde, okurdaki anlamlandırma çabasını,
düşünme ve düşlem sınırını genişletir, diye düşünüyorum.
Bu yorumlara dayanarak çağrışımsal imgelem
tabakasının, özellikle dil sanatlarında kuramsal yetkinlik taşıdığını
söyleyebiliriz. Yani bu süreç, Çağrışımsal İmgelem Kuramı olarak ele alınabilir. Her ne kadar
bu konunun kuram olabilme yeteneğine sahip olduğunu söylesek de kuramın
deneyselliğine, izlenebilirliğine, genelliğine bakılması, eylemsel sürecinin
araştırılması ve daha işlenebilir bilgiye dönüştürülmesi gerektiğinin altını
çizmeliyim. Bu tabaka; bir olgunun, olayın, yansımanın anlamlandırılmasında
önemli bir işleve sahiptir ve şiire sanatsal öz kazandırır. Ayrıca bu tabaka,
bir eserin anlamından çağrışımına kadar okurda yaratılması istenen algı, anlama,
düşünme ve görme etkinliğinin eylemsel düzlemidir. Okurun çağrışımla imgelem
dünyasına gönderilmesi, kendine özgü teknik, yöntem ve ayrıntı gerektirir. Bu
nedenle çağrışımsal imgelem tabakası gerek kuram olarak gerek süreç olarak
düşünülsün, dil ve insan bilimleri uzmanları tarafından ayrıntılı bir biçimde
bilimsel bir gözle ele alınmalıdır.
Çağrışımsal imgelem tabakası, aslında
eleştirmenin önemle üzerinde düşüneceği bir anlamlandırma sürecidir. Oscar
Wild’ın deyişiyle, “Eleştirinin asıl amacı eserin etkisini ortaya koymaktır.”
Dilde her bir sözcük, ses, bilgi ve dize bir uyarandır, çağrışım çekirdeğidir
ve çağrıştırma gizilgücü taşır, okurda imgelem yolunu açar. Şair, çağrıştırma
gizilgücü taşıyan uyaranları nasıl kullanmıştır? Nesne, olay, olgu, simge, mit
gibi uyarıcı etkenleri okurun artalan bilgisi ile nasıl özdeşleştirmek
istemiştir? Eleştirmen, bu sorulara yanıt bulduğunda bir şiirin okurda
yaratabileceği etkiyi de çözmeye başlamış demektir.
Sonuç olarak, çağrışımsal imgelem kuramı;
sanatın okurla ilişkisinden doğan bir olayı görünür kılmak üzere ileri sürülmüş
yeni bir sanat kuramıdır; çağdaş sanat anlayışının “Hareket Olgusu”na dayanır.
Okurla yapıt arasındaki ilişkinin zihinsel sürecini açıklamaya çalışır. Eserin
anlamının okurun bilgi ve yaşam izleri ile belleğine göre şekil alması,
anlamlandırılması üzerine kurulu, uygulamalarla kanıtlanabilir bir görüngüdür.
Bilimler arası eşgüdümle denenebilirliği, izlenebilirliği ve genellenebilirliği
araştırılmalıdır. Bir sanat yapıtının yaratılmasında, çözümlenmesinde ve
eleştirisinde önemli işlevinin olduğunu değerlendirmekteyim. Özet olarak bu
kuram, yüksek lisans ve doktora tezlerine konu olabilecek kadar ayrıntı,
uygulama, araştırma ve inceleme gerektirir.
Bunlara ek olarak, yanıtlanması gereken sorular
şunlardır: Bir sanat eserini yaratırken, çözümlerken ve eleştirirken, bu kuram
ne işimize yarar? Alımlayıcı için ne anlam taşır? Sanat anlayışımıza nasıl bir
değişim getirir? Sanatçıya nasıl bir ufuk açar? Sanatsal ifadenin
tanımlanmasında ne işimize yarar?
RASTLANTISAL İMGELEM TABAKASI
Rastlantısal
imgelem tabakası, çoğunlukla şefin bagetine aldırmayan sazlar topluluğu
gibidir. Hangi sesi vereceği kendi tınısıyla, yani kendi iç sesiyle ilgilidir.
Şiirin söz varlıklarına
bağlı çağrışım sonucu okurda oluşan imgelem, okurun artalan bilgisi, duygu
durumu ve bilgi işleme yeteneğine bağlıdır. Şair; sözün, anlamın, anlam
öbeğinin, benzetmenin ya da çağrışım çekirdeğinin nereye değineceğini, nasıl
zincirleme bir imgeye yöneleceğini kurgulayan kişidir. Okurda çağrışımla
oluşturulmaya çalışılan imgelem süreci, şairin bilgisi, onu açıklama yeteneği
ve yönlendirmesine bağlı bir sonuçtur.
Ancak şiir dili, örtük ve
geniş anlam sahası doğurmaya açıktır. Gerçekte dizede yer alan sözcüklerin,
çoğunlukla anlamsal olarak elle tutulur kemiği ve omurgası yoktur. Kısaca
söylersek şiir dilinin kemiği yoktur. Bununla birlikte şiir dili, doğal dilin
mantık, anlam ve söyleyiş kurallarını sevimlice kırar. Şiir bu yöntemlere
başvururken okur ile iletişimi daha etkin ve duyusal olarak kurmayı hedefler.
Bu nedenle, kullanılan sözcük ve tamlamaların anlam alanları geniştir. Bunlar,
çokanlamlılığa, çağrışıma, sezdirmeye, anımsatmaya daha yatkındır.
‘İnsan beyni ise mevcut ve
algıladığı verilerle beklemeksizin anlamlandırmaya yönelir,’ der uzmanlar.
Şiirde yeterli açıklayıcı bilgi yoksa sözcükler çokanlamlılığa yönelecek
biçimde kullanılmışsa beynin şiiri nasıl anlamlandıracağı çoğu zaman
rastlantısal olmak durumundadır. Anlamlandırma süreci, nerede, ne zaman, nereye
yöneleceği ya da ne sonuç doğuracağı açık uçlu bir yolculuktur. Yani şiir dili,
çok boyutludur ve sonuç akla gelmedik derinliğe, çokanlamlılığa uzanarak okurda
rastlantısal bir imgelem süreci başlatır. Bu, şiirde şairin istediği imgeye
ulaşmak yerine, hiç akla ve bir temele dayanmayan imge ve imgelem sürecine
girmek demektir. Bu sonuç, yadırganacak bir durum değildir; hatta bilinçli
yapılmak istenen sanatsal gerekliliktir. Çünkü çoğul anlam doğurmak ve çok
yönlü çağrışım sağlayarak okurda güçlü bir imgeler dünyası yaratmak, oradan
okuru daha zengin imgeleme yöneltmek şiirin hedefidir. Ayrıca çağdaş sanat
anlayışının eseri açık, organik ve hareketli bir bütün olarak algılıyor olması,
bu konuyu destekler.
Çağrışım ve çağrıştırma
tabakası, şairin yönlendirmesine bağlı olsa bile okurun yetkinliğine bağlı
olarak kastedilen çağrışımın doğması yerine, okur beklenmedik çağrışıma ulaşır
ve buna bağlı imge ve imgelem sürecine girer. Daha açık ifade edersek şairin
bilinçli ya da farkında olmadan yaptığı söz ve anlam ilişkileri, şiir dilinin
çok yönlü anlama açık olması nedeniyle okurda hiç beklenmedik bir çağrışım ve
imgelem dünyasını oluşturur. Bunun yanında şair şiirinde başka bir şey anlatmak
istemiş olabilir. Okur; duygusu, yaşamsal algısı ve donanımı nedeniyle daha
yenilikçi, daha ilginç bir imgelem sürecine girme olasılığına sahiptir.
Şiirde kullanılan sözcükler,
sapma, bağdaştırma gibi teknikler ile anlam bağıntıları, kişisel, toplumsal,
güncel veya tarihsel olay ve olguları uyararak, okuru hiç beklenmedik bir
imgeleme yöneltebilir. Sonuç olarak, şairin bilerek yaptığı veya tesadüfen
kurguladığı şiirdeki söz ve anlam bağıntıları, okurun ruhsal ve bilgisel
donanımına bağlı olarak beklenmeyen çeşitli imgelem sürecini doğurmaktadır.
İşte ben şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da
bağımsız, şiirdeki söz varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan,
beklenmeyen imgelem sürecine Rastlantısal
İmgelem Tabakası diyorum.
Şiirde geçen bir sözcük bile
okurda beklenmedik bir imgenin kapısını açabilir. Kaldı ki şiirdeki söz
sanatlarının doğurduğu anlamsal ilişkiler, yeni yeni imgeler doğurma zenginliği
taşır. Şiirde geçen bütün anlamsal bağıntılar, okurun duygu, algı ve bilgi
varlıklarına değindiğinde oluşturacağı imgelem çoğunlukla belirsizdir. İşte bu
belirsizlik, rastlantısal bir imgelemin doğacağını kanıtlar. Yani hangi sözün
ve dizenin nasıl bir çağrışıma geçeceği, anlam ve anlatımın ne tür çağrışıma
gireceği ve bu çağrışımla okurun nasıl bir imgeleme yöneleceği konusunda kesin
bir sonuç öngörülemez. Tamamıyla okurun zihinsel etkinliğine, onun dünyasına ve
düş gücüne bağlı rastlantısal bir sonuçtur.
Örneğin, /Anlar yüzüyorum gözlerinden/Arabistan
düşüyor her an/ dizelerini çağrıştırma tabakası açısından ele alalım.
Arabistan’ı tutucu bir anlayış ile özdeş düşünürsek okurda kişisel yıkıcılığa
yönelen bir imgelem söz konusudur. Buna karşın Arabistan’a arzu edilen,
turistik, haç farzı nedeniyle kutsal bir değer yüklersek okurda imgelem çok
daha farklı bir sonuca yönelir. Diyebiliriz ki okur, bu iki dizede bile
rastlantısal imgelem sürecine girebilir.
Okur; kişisel, sosyal,
güncel ve tarihsel olaylara ilişkin bilinçaltı ve belleğindeki artalan
bilgisine yaslanarak şiirin söz varlıklarından beklenmedik uyarıma ulaşabilir.
Bu durum, okurun dünyayı okuma biçimi ve bir şiiri anlamlandırma yetisiyle
ilgilidir. Şair, okurun ruh ve imgelem dünyasını bilemez ve okuyucuya göre şiir
yazmak zorunda değildir. Bu bilinen bir sanat gerçeğidir; ancak şiirde
kullanılan her teknik, duygu yükü, söz sanatı ve anlam bağıntısının nasıl bir
sonuca yöneleceğini de şair az çok kestirebilir. Ne var ki şair ve sanatçının
el aleti, kendi dünyasından sonra insanın psikolojik ve kültürel dünyasıdır.
Gelişim ve değişim gösteren
bilginin, algının ve onun yorumunun gelecekte daha farklı olabileceği, daha
değişik anlamsal boyutlara ulaşabileceği gerçeği, bugünkü deneyimlerimizle
sabittir. Özellikle dil sanatları gibi dünya ve yaşamsal bağıntılar üzerine
kurulan sanatlar; dönüşüm, değişim ve gelişime ayak uydurabilmesi için,
çağrışımsal ve anlamsal olarak dinamik bir yapıya sahip olmalıdır. Rastlantısal
imgelem tabakası, işte bu önemli özelliği de karşılayan bir süreci içerir.
Rastlantısal anlam katmanında yapıldığı gibi rastlantısal imgelem sürecinin
tanımlanması, şiir ve onun anlamlandırılması açısından önemli bir başvuru alanıdır.
Aşağıdaki şiirde
rastlantısal imgelem tabakasının nasıl doğduğunu örnekle anlatmaya çalışalım.
SOMA KARASI
Rast gelinmiş bir mesel, kuşluk zamanı
Mızrak boyu tünel içimde ağdalı
Yıkımlara ölümü örterdi üst üste alt
alta
Beklenen gün müydü neydi o?
Ya da içselliğe övgü başka bir şey
Evrile çevrile varılmıştı nirengi
noktasına.
Tozansız kalan sarı gülün rüzgâra
yakarışı mıydı?
Örülü, örtülü ölçütler miydi us dışı?
Ya da bir Osman'ın Soma karasında
ufalanışı!
Varılmazlığın adresi işte bir çift
bekleyen göz
Biri sensizliğe diğeri bensizliğe
yolcu şimdi
Tutulmazlık kulpu tutuşturulur
avuçlarına
Galeriler, görünür rezerv ya da kritik
cevher
Bakışımlı iki tünel arası atelli
kırılma noktası
Oksit üstüne kurşun, vargel içinde bir
çift el
Günsüz gündönümü kutsanır kendi
karasına
Süpürülür gibi sürülüşü var tecim
karalarına.
Mayıs 2015, (Bir Damla Suda
Halkalar kitabından)
Bu şiir acı ve belirli bir
olayın duygu durumunu ve olayın yansımasını ele alıyor olsa bile, rastlantısal
imgeleme yönelecek o kadar söz ve söz bağıntısı var ki şiirin genel anlam
yükünden bunu söyleyebiliyoruz. Örneğin “vargel içinde bir çift el” kömür
ocağının 200 metre altında hareket eden bir vargel de olabilir, Karadeniz
bölgesinin engebeli arazilerinde konutlara eşya taşınan vargel de olabilir. Bu
durum, kendi kendine ritmik iş yapmak zorunda olan bir ustanın elleri de
olabilir. Ne var ki şiirin adı ile çağrışımın sınırları biraz daha
daraltılmıştır.
“Osman'ın Soma karasında
ufalanışı!” dizesine kadar şiirde Soma faciasını duyumsatan bir belirti yoktur.
Okur buraya kadar olan dizelerde, dizelerin yönlendirmesi dışında, bu
dizelerden kendi belleğine dayalı imgelere ulaşabilir. Örneğin “Tozansız kalan
sarı gülün rüzgâra yakarışı mıydı?” dizesi kendi çekirdeğini oluşturmak için
tozlaşmayı bekleyen bir gülün rüzgâra yalvarışı insanın iç dünyasını nerelere
götürür? Çocuğu olmayan bir anne adayının bu dizeyi okuduğunu varsayın, nasıl
bir duygu durumuna ulaşır ve neler yaşar içinde? Bu dizeden daha ne kadar çok yaşamsal imge ve
imgelem üretebilir? İşte buradaki rastlantısal imgelem, okurun yaşamsal
olguları, belleği, bilinç düzeyi ve zihinsel gücü ile doğru orantılıdır. Rastlantısaldır,
okurun bilinci ve ruh durumu ile bağıntılıdır.
Rastlantısal imgelem
tabakasını oluş biçimi ile ele aldığımızda rastlantısal anlam tabakasında
olduğu gibi düşünmeliyiz. Rastlantısal anlam tabakası, nasıl ki beynin
anlamlandırma özelliği gereği mevcut veri ve gösterenler üzerinden değişik ve
türlü türlü kategorilerde anlamlandırma yoluna gidiyorsa, Rastlantısal imgelem
tabakası da mevcut veriler kanalıyla oluşan çağrışım bağlamında değişik tür ve
içerik taşıyan düş dünyasına gidildiği bir durumdur. Zaman, coğrafya, kültür ve
kişisel algı biçimine göre imgelem düzlemi ve derinliği değişebilir.
Beklenmeyen, bilinmeyen, zamana görece bir durum, rastlantısal olarak okur
zihninde oluşabilir.
Bilginin üremesi, dönüşümü,
yeni algı biçimleri ve yeni bir dünya görüşüne bağlı olarak, şiirin iletileri
dinamizm kazanır ve rastlantısal anlam kuramında olduğu gibi okurda
rastlantısal imgelemi doğurur. Şiirin söz varlıkları değişmese bile iletileri
zamana, algıya ve görüşe göre hareketlidir, ufku genişleyebilir. Bu
hareketlilik ve anlam genişlemesi rastlantısal imgelem tabakasının sürekli var
olduğunu gösterir. Prof. Dr. İ.Tunalı “Estetik” adlı kitabında “Dün belirli bir ufuk için verilmiş olan
değer yargısı, bugün yeni bir ufuk içinde yeni bir değer yargısına
dönüşecektir.” der.
Çağrışım katmanı, herhangi
bir sanat eserine veya şiire sanatsal özellik kazandıran önemli değerler
dizgesine sahiptir. Bu katmanın ayrıntıları ile oluş ve sanatla etkileşim
süreci, deneysel yöntemlerle gün ışığına çıkarılmalıdır. Ayrıntılı ve
deneyselden kastım şudur: Çağrışım katmanı, felsefenin, estetiğin,
psikolojinin, sosyolojinin, bilgi yönetimi, dil bilimi gibi toplum ve sosyal
bilim alanlarının veri ve deneyimleri ile açıklanabilir. Çağrışım ve çağrışımın
doğurduğu imgelem dünyası, sınırları oldukça geniş bir zihinsel alandır.
Geliştirilmesi, deneysel olarak açığa çıkarılması bilimler arası bir eşgüdümü
gerektirir. Değerlendirmeme göre anlam
ve çağrışım katmanındaki rastlantısallık ve bu rastlantısallığın uzamı,
çağdaş sanat ve evrimsel sanat yaklaşımının üzerinde en çok düşüneceği ve yeni
bilgilere ulaşacağı araştırma alanlarından biri olmalıdır.
ANLATIM KATMANI
Şiirin
varlık yapısını anlatabilmenin ve tanımlayabilmenin analitik yolu bana göre
katman yöntemidir. Bu yöntem; şiir nasıl yazılır, nasıl okunur, nasıl
çözümlenir; insan, nesne ve yaşamla ilişkisi nasıldır; dil ve bilimle ilişkisi
nedir gibi sorulara yanıt verebilme yeteneğine sahiptir. Varlık katmanları,
şiirin bütününü oluşturan ve birbirini var eden birleşik yapılardır. Sanat
eserinin varlıksal bütünlüğü ve integral yapısı gereği bu katmanları ayrı ayrı
ele alıp inceleyebiliriz ve birbirleriyle ilişkisini çözümleyebiliriz. Bir yapıtın duyusal ve nesnel alanının; Biçim,
Anlam, Anlatım, Ses, Çağrışım, Coşum ve Estetik katmanlarından oluştuğunu kitaplarımda
öne sürmüştüm. Katmanları şiir açısından ele aldığımızda anlatım katmanı, biraz
daha öne çıkmaktadır. Diğer katmanlar da önemlidir; her birinin yapıtta
görevdeşlik ve bağlılaşık işlevi vardır.
Herkes,
başından geçen bir olayı anlatabilir; şiir, öykü, roman türü metinler
yazabilir. Örneğin öykünün etkili bir yapıt olabilmesi için anlatımın, biricik
ve sıra dışı bir söyleyişi olmalıdır. Anlatımın, dil sanatlarında daha özen
gerektiren bir yanı vardır; aynı olayı ve aynı anlamı saysız biçimde
aktarabiliriz. Salt anlamla ilgili değildir; sesle olduğu kadar dünyayı görme
işitme, tanımlama ve anlamlandırma biçimiyle de ilgilidir. Anlatımın, algıyı
tetikleyen ve daha etkili alımlamayı sağlayan bir gücü vardır. Her sanat alanı
için etkili ve geçerli bir katmandır. Örneğin bir tabloda kompozisyon (yerleşim
ve perspektif) olarak tanımladığımız şey anlatımın bir parçasıdır.
Şiir;
şöyledir, böyle büyük bir sanattır, şöyle yazılır, böyle anlatılır, şurasından
girilir, şiire böyle varılır, burasından çıkılır gibi çıt kırıldım yargı ve
soruları bir yana bırakalım. Kendimize daha tanımlanabilir yeni sorular
soralım. Bu tür sorular ve bu konulara ilişkin yazılan genelleme yazılar,
kanıksanmıştır artık. Çoğu, okura yeterince açıklayıcı veri sağlamıyor. Bu
düşünceden yola çıkarak; anlatım katmanını kendine özgü sorularla inceleyelim.
Bunun için kendimize neler sorabiliriz? Örneğin, konuyu okur beklentisinden
yana ele alalım. Şiir okuru, şairden nasıl bir dil kullanımı bekler? İkinci soru ise, şiirde nasıl bir anlatım
olmalıdır ki okur-şiir ilişkisi doğrudan kurulup en akıcı ve duyarlı şekilde
sürdürülebilsin?
Anlatım
katmanını, neden sorguluyorum? Estetik alımlama gözlenerek varılan yargı, daha
uygulanabilir bir yargıdır; doğruluk değeri yüksektir. Okurla duygudaşlık
kurulması, estetik alımlamanın gözlenmesi ve sonuçları hakkında bir
değerlendirme yapılması, durumu biraz daha somutlaştırır. Daha sağlıklı yorum
ve çıkarım yapmamızı sağlar. Okur, şiirde nasıl bir anlatım bulmak ister?
Şiir okuru,
öncelikle kendisini aşan bir dilin içinde kaybolmak ister. Kendisini aşan bir
dil derken ne demek istiyoruz? Çok açık gibi duruyor olsa da tanımlanmasında
sıkıntı olan bir söylemdir. Okurun beklemediği, sözel, anlamsal ve zamansal
dizilimi kıran; mantığını sendeleten, duygularını rendeleyen, zihnine saldıran;
çoğul, rastlantısal anlam, imgesel ve
çağrışımsal imgelem gücü yüksek olan; bir anlatım demektir bu. Bir anlamda
sıradan söyleyişin dışına çıkmaktır. İlgili sanatın disiplinine uymak koşuluyla
onun anlatım olanaklarını olabildiğince genişletmektir. Anlatım, anlama
derinlik kazandırırken anlamın da anlatıma hareket özgürlüğü kazandırdığı
karşılıklı bir ilişkidir. Öyleyse karşımıza çıkan önemli soru şudur: Bunu nasıl
yaparız?
İşte bu,
anlatı bilimin konusudur. Neyi nasıl anlatmalıyız ki okuru şiirin içinde
tutabilelim. Neyi nasıl söylemeliyiz ki okurun algısını çelip duyarlılığını en
üst noktaya taşıyabilelim. Şiir dili, diğer yazın türlerine göre oldukça özgür
bir dildir. Anlamsal, uzamsal ve zamansal akışı kırabilen, somut ve soyutu
gerçeküstü dünya ile bütünleştirebilen bir esnekliği vardır. Gerçeküstü dünyayı
canlandırabilme yeteneği daha güçlüdür.
Anlam,
anlatım ve ses ögeleri, bir bütündür ve birbiri içinde birbirini var eden
görevdeş ve bağlılaşık katmanlardır. Anlam ve sese giydirilmiş farkındalıklı
bir anlatım, okurun algılarını tetikleyecektir. Günlük konuşma dilinden,
sıradan bir metin tümcelerinden veya rastgele kullanılmış söz ve sözcük
öbeklerinden uzak bir dil kullanımı, okurun imgelem olanaklarını
genişletecektir. Şiirsel ezgiyi oluşturan bir ses düzeni yanında sözcüklerin
anlamsal değeri ve duygu değeri, imge bütünlüğünü kuracak ve okurun şiirin
içerisine girmesini sağlayacaktır.
Sapma,
alışılmadık bağdaştırma, benzetme, eğretileme, değinmece, değişmece ve aktarma
gibi söz teknikleri, anlatıma güç katarken aynı zamanda şiirin imge örgüsünü
oluştururlar. Sıradan bir söyleyişin dışına taşırlar şiiri. Okur, şiirde
bunları yakalar ve imge bütününden kendi imgelem dünyasında gezintiye çıkar.
Bir anlamda okur, beklentisinin ötesinde bir dize kuruluşu ve söz kıvraklığı
içinde bulur kendisini.
Anlam
bütünlüğü en kolay algılanan ve duygu değeri en kısa zamanda duyumsanan sözcük
ve söz tamlamalarıyla kurulmalıdır dizeler. Ayrıca okur; zihninin
derinliklerinde hiç dokunulmamış yeni görüntü ve tasarımların oluşmasını
sağlayan; söz sanatı veya alışılmamış bağdaştırma gibi kendisinin yapmasının
olası olmadığına inandığı; tamlama, söyleyiş, dizilim ve imge kurulumu bekler.
Açıkçası yeni, hayranlık uyandıran ve duygularını ezici bir söyleyiş bekler.
Şiir okuru,
ruhsal ve duyusal olarak şiirle bütünleşmek ister. Biz biliyoruz ki şiir, okuru
sarsıntıya uğratacak bir anlatım, ses, aynı zamanda duyularını harekete
geçirici bir anlam üzerine kurulabilir. Şiirsel dilde neyi söylediğiniz
öncelikli değildir; neyi söylediğiniz göz ardı edilecek bir durum olmamakla
birlikte nasıl söylediğiniz ön plandadır. Duygulanım için farkındalığı, etkiyi
ve ivmeyi yaratacak olan, anlamın derinliği ve söyleniş biçimidir. Şiirsel
dilde neyi söylediğimiz etkin değilse, nasıl söylediğimiz de beklenen etkiyi ve
estetik değeri doğuramaz. Bu nedenle neyi nasıl söylediğimiz her zaman birbiri
içindedir, bunu eş yüklü ve eş zamanlı bir süreç olarak ele almalıyız.
Anlatımın algı uyarma yeteneğini uygun kullandığımız zaman anlamın, arzu edilen
yoğunlukta alımlanmasını sağlarız. Böylece okuru şiirle bütünleşmeye
yöneltiriz.
Anlatım,
geniş bir alandır ve şöyle olmalıdır gibi bir yargı tümcesi kurmamız olası
değildir. O kadar çok seçeneği vardır ki dünyanın herhangi bir noktasından aynı
yönde sürekli gittiğimizde aynı noktaya gelmek gibidir. Birçok söyleyiş şekli,
kullanılabilecek sözcük ve sayısız seçenek vardır. Sonuçta hepsi bir şeyi
anlatır; ne var ki birinin duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü düşüktür
diğerininkiyse yüksektir. İşte biz duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü
yüksek olan anlatım biçimini tercih etmek durumundayız; çünkü şiirin hedefi,
okur duyarlılığını yüceltmek ve onu estetik yaşantıya sokmaktır.
Okur; düş,
duygu, beklenti, anı ve yaşamının kesitlerine incelikli bir biçimde
dokunulmasını ister. Okur; yaşamsal değerleriyle, belleğiyle, duygu ve
düşünceleriyle şiirin içinde var olduğunu duyumsamalıdır. Daha doğrusu şiirin
eli ayağı okura dokunmalıdır. Duygu ve yaşamının kesitlerini daha ilgi çekici
görünür kılmalıdır.
Sık sık
söylenir ya “Şiir yaşamın içinden olmalıdır” diye. Şiir yaşamın içinde olmak
zorundadır. Bunu yaparken sıra dışı bir anlatımla okurun ruhuna dokunulmalıdır.
Sıra dışı şeyler söyleyeceğim diye aşırılığa da yer verilmemelidir. Şiirde
maksat; öğretmek, bir fikri kabul ettirmek ya da şair gibi düşünmesini sağlamak
değildir. Aşırılıktan kastım, dayatıcı, şiddet ve öğreticiliktir; şiirde
sarsıcılık, sıra dışılık, beklenmedik patlamalar olacaktır, yapılmalıdır. Zihni
sendeletmeli, duyguyu havalandırmalıdır. Okurda duyarlılık yaratmak ve estetik
tavır oluşturmak, alışılmış şeylerle yapılamaz. Bu durumda anlamın duygu değeri
ve etkinlik değeri öne çıkar. Her söz ve söz tamlamasının duygu değeri
şiddetten sevgiye kadar değişen aralıkta oluşur. Birinci ilke, şiir şiddeti
kaldıramaz. İkinci ilke şiddete yakın çoğu olumsuz duygu değeri, baskıcı,
korkutucu ya da dayatıcı karakter taşır. Kültürel birikim ve buna bağlı oluşan
toplumsal algı; sözcük, söz tamlamaları, deyim ve özlü sözlerin duygu değeri
ile duyarlılık yaratma yükünü belirler. Biraz daha anlaşılır bir şekilde
söylersek; küfür, bağırma, çağırma, suçlama, aşağılama ve hakaretle kurulan
metinler şiir değil bildiri türüne girer. Sanatın hiçbir dalı dilsel
şiddet içeren söylemi kabul etmezken
okur da aşağılandığı, suçlandığı veya bir başkasına hakaret edildiği bir metnin
içinde estetik yaşantıya giremez.
Okur,
şiirde ses duymak; belleğine kazınmış olan ezgiyi yaşamak ister. Anlatım,
anlamı açığa çıkarırken sesin imgesel gücünü de kullanmalıdır. Bu da ne demektir, demeyin. Şiirsel ezgi ayrı bir olaydır şiirde. İmgesel bir gücü
vardır ve sözel imgeden daha etkilidir; estetik değer açısından daha güçlüdür.
Ruhsal dünyayı, metafizik alanı kolay uyandıran bir imge türüdür. Şair
tarafından altyapısı kurulur ve okur tarafından oluşturulur. Ses ve söyleyiş,
eş güdümlü ve eş zamanlı oluşan şeylerdir.
Bu ayrıntı Türk yazınında sık ele alınan bir konu değildir. Zaten
bununla ilgili dünya yazınında bile ayrıntılı kaynak çok bulunmaz. Sadece şunu
söyleyelim: Şiirsel ezginin duyarlılık yaratma ve estetik yaşantıya sokma gücü,
azımsanacak bir durum değildir. Ses, anlatımla uygun kullanılmalıdır. Ayrıca bu
olanak, ciddiyetle ele alınmalıdır.
Okur
öykünen değil; özgün bir şiir okumak ister. Anlaşılmayı gerçekleştirecek, etki
yaratabilecek ve duyarlılığı artıracak bir anlatım, kolay iş değildir. Yetenek
ve bilimsel yetkinlik yanında dili iyi kullanmayı gerektirir. İyi şair,
eleştirel yaklaşan ve sorgulayan okurdur. Okuduğunu anlatı bilim gözünden ve
kendi anlatım düzeninden ayrıntılı inceleyip çözümlemelidir. Nazım Hikmet böyle
anlatmış, Cemal Süreya böyle söylemiş, ben de böyle bir anlatıma sahip olayım
gibi bir yaklaşıma girdiğiniz anda şiir yazmak bırakılmalıdır. Kendiniz olma
özelliğini yitirirsiniz; özgün olamazsınız. Sanatta öykünmek ile örnekler
üzerinden kendi anlatım düzenini kurmanın arasında çok ince bir çizgi vardır.
Ya öykünürsünüz ya da kendi anlatım düzenini kurarsınız.
Okur, şiiri
okuduktan birkaç gün sonra tekrar aynı şiiri gördüğünde bu şiiri okudum mu,
okumadım mı, diye kuşkuya düşmemelidir. Çok sayıda şiir kitabı okuyorum;
okuduğum bir kitabı on gün sonra elime alıp baktığımda içindeki şiirlerle
ilgili çok şey anımsamıyorsam sıkıntı var demektir. Özgün şiir, kendini
okunanlardan ayırt ettirir. Belleğe tutunur ve okuyup okumadım mı gibi bir
kuşkuya düşmenizi engeller. Bu yüzden şiir, sanatın ilkesi gereği biricik ve
özgün olmalıdır; belleğe tutunacak ayırıcı bir anlatım taşımalıdır.
Şiir okuru;
güven duymak, zamanının boşa gitmeyeceğine ikna olmak ister ve şairle
duygudaşlık kurmak için çaba harcar. Şair ile okur arasındaki güven, önemli bir
bileşendir. Neden biliyor musunuz? Estetik algı, olumlu duygu altında devinir.
Olumlu duygu ise sevgi, güven ve bunların türevleridir. Bu duygu durumu, şiire giydirdiğiniz anlamın
duygu yükü, tutarlılığı, bağlaşıklığı ve varoluş değerleriyle örtüşürlüğüne
bağlıdır. Okur, şiirle özdeşleşmek, anılarını, izlerini, geçmiş duygularını
yeniden yaşamak ister. Şiirin duygu değeriyle kendi duygularını örtüştürmek
ister. Örneğin daha ilk dizede dilsel şiddet uygularsanız okur olumsuz duydu
durumuna girecektir. Ters bir durumdur.
Olumlu duygu ve duygu değeri yüksek anlamın anlatımı, duygu değerinin
naifliğine uygun olmak zorundadır. Çatlayan patlayan seslerden uzak durulmalıdır.
İkincisi ise daha incelikli ve duygu değeri yüksek sözcükler, bilinen
kahramanlar veya objelerle anlatım zenginleştirilmelidir. Türkçe bu konuda
oldukça zengin ve birikimli bir dildir; fazla gereci vardır, değişimli veya
birbiri yerine kullanılabilecek çok sayıda sözcüğü de… Doyurucu anlatım olanağı
her şair için vardır; kınından çıkarılmayı bekler.
Şiir okuru,
şiirde kendisini bulmak ister. Duygularının okşanmasını, belleğinin
kaşınmasını, değer verdiği olgu ve olayların farklı bir açıdan şiirde yer
almasını ister. İnsanlığın ortak değerleri vardır ve bunlar karşısında duygu
değerleri birbirine yakındır. Aşk, özlem, umut gibi… Nesnelere ve yaşama
yüklediği anlam, kültürel ve sosyal farklılıklar gereği değişiklik
gösterebilir. Bu yüzden tarihsel değerler, insani değerler, geleceğe ilişkin
olgu ve olaylar; okurun belleği ve duygularını zinde tutacak şekilde ele
alınmalıdır. Güncel olay ve olgular, okur üzerindeki etkisini gözlemleyip
bildiri tarzına kaçmadan kılıf giydirmelerle duyumsatılmalıdır. Etkili kılmak
için; okurun en kolay ulaşacağı olay, olgu ve bilgiye dayandırılmalıdır
anlatım. Hem geçmiş hem güncel hem gelecek, aynı dizede bir arada yer alabilir.
Bu anlatımı daha güçlendirir. Dolayısıyla güncel olay ve olgular daha tazedir,
anlatımın etkisini kısa zamanda açığa çıkarma gizilgücüne sahiptir. İçinde
yaşanılan ortamın görünürlük ve etki derecesi her zaman yüksektir. Duygu, tutum
ve davranışları belirleyen, bu ortamdır. Okur, güncelin içerisinde kendisini
daha kolay bulur; zaten orada yaşamaktadır.
Şiir okuru,
şiirin anlam ve duygu değerinin kendi duygularını ezmesini ister. Duygularını
ezmesi derken, olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşün bizi hayranlığa
taşıması anlamında düşünülmelidir. Bir anlamda şiirin anlam ve anlatımından
doğan derinlik veya sıra dışılık, okurun etkilenmesini sağlar ve hayranlığını
belirginleştirir. Yaratılan bu güzelliğin karşısında, duygu boyun eğer ve güzelliğe uyum sağlar. Söyleyişin
altında ezilir. Bu durum anlatımı güçlendirmek için kullanılabilecek açık
kapılardan biridir. Kurduğunuz anlam ve onu anlatmak için söyleyiş biçiminiz,
okura bu kadar da olamaz dedirtmelidir. Okura bunu söyleten bir anlatım,
sıradan bir dünya görüşüyle yapılamaz; donanımlı ve gelişmiş imgelem gücü,
yetisi ve zenginliği gerektirir.
Şiirde
hedef, dili ilginç kullanmak değildir; dilin güzel kullanımından anlamı
güçlendirmek, anlamın derinliğini ortaya dökmek, anlam-anlatım-ses uyumunu
sağlamak, algıyı duyarlı kılmak, duygulanımı sağlamak, çağrışım ve coşumu
güçlendirerek estetik değer yaratmaktır.
Düşünülen,
duyumsanan, duyulan, koklanan ve işitilen her şey dile çevrilemez, sözlerle
anlatılamaz. Duyarsın, koklarsın, düşünürsün ama dile çeviremezsin. Beynin
çalışma biçimi ile dil olanaklarının örtüşmediği bir alandır burası ve ayrı bir
araştırma konusudur. İnsanın düşünme yeteneğinin sınırsız olduğu kadar anlatım
da sınırsız bir uzaya sahiptir. Limit zorlanmalıdır. Düşünce ve duyguları,
mümkün olan en iyi bir anlatımla söze ve yazıya dönüştürmek ayrı bir çaba ve
yetenek gerektirir. Biz biliyoruz ki bunları ustaca dile dönüştürenler,
düşündüklerini, gördüklerini ve hissettiklerini okura etkili bir anlatımla
aktarmayı başaranlar; iyi anlatıcılardır, iyi yazarlardır, iyi şairlerdir.
Şairin
bilinci ve imgeleminin, dille buluştuğu alandır anlatım. Kavramlar, olgular,
olaylar ile insanlar arasındaki mutlak ilişkiyi tanımlama, duyusal süreçleri
duyumsama, kendine özgü yaşamı görme ve açıklama biçimi de diyebiliriz. Bu
noktada, şairin insanı okumasından tarih bilgisine kadar pek çok değişkenin
niteliği ve niceliği anlatımı etkiler. Donanımsal bütünlük ve zengin artalan
bilgisini gerekli kılar. Deneyim ve bilgi birikimi; görmeyi, duymayı, anlamayı,
yorumlamayı ve en uygun sonucu bulmayı sağlar. Söze dönüştürme yetisini üst
seviyeye çıkardığı gibi anlatımı da doğrudan etkileyen bir gerekliliktir.
Bilmeden, bilip görme yeteneği gelişmeden yapıt üretme devri geçmiştir.
Donanımlı olmadan anlatımı güçlendirmek, boş bir çabadan başka bir şey
değildir. Kişi heybesinde olmayanı çıkarıp ortaya söz olarak koyamaz.
Attığı taşın nereye düştüğünü bilmeyen ve
etki yarıçapını ölçemeyen kalfa, ustalık düzeyine hiçbir zaman ulaşamaz. Bu yüzden
ne yaparsanız yapın, şair bildiğini yazar deseniz bile yaptığınız şeyin
sonucunu ve hedef kitlenin beklentisini karşılaştırmalısınız. Bu, popülist bir
tutum olarak görülmemelidir. Etki ve tepkinin, kendi disiplini altında
incelenmesidir. “Şair, ne yazarsa yazsın kabulümüzdür”, tek başına geçerli bir
yaklaşım değildir artık. Okur ne ister sorusunun yanıtı, estetik biliminin
konusudur ve şaire ufuk çizgisini daha öteye çekmesi için seçenek sunar.
15 Temmuz
2020, Narlıdere/İZMİR
COŞUM KATMANI
Coşum, duyguların ayartılmasıdır. Bir
anlamda duyguların maceralı bir seyahate çıkarılması ve eline pembe bir mendil
verilmesidir.
Coşum katmanı, olumlu ve olumsuz her
tür duygu durumunun taşkınlığa yönelme süreciyle ilgilidir. Şiirsel anlamda
düşünecek olursak, olumlu duygunun doğurulmasından duygunun taşkınlaşmasına
kadar olan ruh durumunu ele alıyoruz bu katmanda. Böyle bir tanımlama yapmaya
niçin gereksinim duydum? Sanat yapıtlarının amacı, duygunun harekete
geçirilerek taşkın diye belirttiğimiz kıvama dönüştürülmesidir. Görme, anlama,
sezme ve kendini duyumsama gibi duyusal, bilinçsel ve ruhsal eylemler; duygu
durumunun taşkınlaştığı, yani duyarlılığa dönüştürüldüğü zaman farkındalık
kazanmaya başlar. İşte estetik beğeni, estetik yaşantı, estetik kaygı veya
estetik yargı dediğimiz olgular da bu aşamadan sonra işlerlik kazanır. Şiirin
insana ilişkin yönü; anlam, anlatım, ses ve çağrışımın olanaklarını kullanarak
coşumu üst düseyde gerçekleştirmek ve buna yaslanarak beğeniyi oluşturmaktır.
Daha açık söylemek gerekirse bir sanat yapıtının üzerine yaslanacağı en önemli
varlık, coşum ve beğeni duygusudur.
Coşumdan estetik yaşantının
oluşturulmasına kadar olan süreç, özellikle psikoloji ve sosyoloji gibi bilim
alanlarının bilgi ve kuramları ile açıklanabilir. Ancak ben burada, bu
bilimlere de dayanarak uygulama açısından bazı inceliklerin altını çizmek
istiyorum.
Çoşum, duygulanım ve duygu
taşkınlığının süreci olması nedeniyle, oynama ve eğlenme eylemleriyle de ilgisi
olan bir durumdur. Yapıtların eğlendirici ve düşündürücü yanları olduğu gibi
görüntü ve düşleri tetikleyici yanları da vardır. İşte coşum katmanıyla coşumun
yalnızca eğlendirici, düşündürücü, düşsel ve güldürücü yanını değil; aynı
zamanda coşumun şiir gibi sanatlardaki toplam eylemsel sürecini açıklamaya
çalışmaktır. Bir anlamda coşum katmanı yedi katman arasında en fazla duyusal
özellik taşıyan bir alandır. Başka bir söyleyişle çağrışım ve estetik katmanlarından
sonra en çok duyu, ruh dünyası ve duygulara dayanan katmandır.
Şiir ile insan arasında duygusal bağ
kurulurken, insanın duyusal dünyasında devinim ve duygu durumunda olumlu
değişim başlar. Şiirin etkisiyle algı hareketlenir ve duyarlılık en yüksek
düzeye ulaşır. Duygunun ulaşabileceği en yüksek noktadan sonra estetik boyuta
evrilen bir yanının olduğunu da söyleyebiliriz. İşte bir sanat yapıtı
karşısında izleyici veya okurun yaşadığı duygulanım sürecini “coşum” diye
adlandırıyorum.
Coşum katmanını daha nesnel olarak
ortaya koyabilmek için coşumsal süreci biraz açmamız gerekir. Coşumun, yalnızca
eylemselliğini ele almamız yetmez; aynı zamanda varlık ve oluş değeri olarak da ele almamız
gerekecektir. Şiirin rasyonel olmayan katmanlarını, ontik bütünlük gereği
görünmez ama duyusal varlık alanı olarak kabul ediyoruz. Ontoloji ve estetik
bilimi de bir sanat yapıtını bu görünüm üzerinden ele almaktadır. Şiirle okur
arasında kurulan ilişkiden sonra şiirdeki coşum varlık değeri ile okurda
gelişen olumlu duygu durumunu bu yazıda ‘coşum değeri’ olarak
adlandıracağım.
Çoşumun doğmasından sonra varılacak
bir üst katman ise estetik katmanıdır. Bir anlamda coşum, duygu durumunun
harekete geçirilmiş duyusal varlık durumudur. Duygulanmadır. Anlam, anlatım,
ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanı zihinde eş zamanlı gerçekleşen
olgular/olaylardır; birbiri içinde birbirine hareket vererek gelişen toplam
düşünsel ve duygusal süreçtir.
Şiirde ve bir sanat yapıtında coşum
katmanından söz ederken objektivist estetikte olduğu gibi hem şiirde hem de
kişideki coşumdan söz etmemiz gerekir. Ne yalnızca şiir tek başına coşumu
sağlayabilir ne de insan durduk yerde coşuma ulaşabilir. Şiir ve okurun
karşılıklı etkileşimi sonucunda var olan bir katman olması nedeniyle her ikisini
de bir arada ele alıp açıklanmasını önemli buluyorum. Sanatla ilgili herkes
bilir ki coşum her sanat yapıtının olmazsa olmazlarındandır, ancak tanımlanması
veya isimlendirilmesi farklı olabilir. Coşum, genel yargı olarak insan
anlağında duygulu, içli, lirik kavramları ile bilinir ve o şekilde kabul
edilmektedir. Örneğin bu şiir içli şiir, lirik kokuyor, çok duygulu şiir gibi
tanımlar yapılır. Coşum, her ne kadar sanatın duygu yönüyle ilgili olsa da
coşumun var edilmesi teknik ve yönlendirme sonucunda doğan olgudur, diye
görüyorum. Okurun yapıtla etkileşime girdiğinde, duygularda değişiklik oluyor
ve günlük etkinliklere oranla ayırıcı algı, görme, düşünme, anlama ve yargı
sürecine giriyorsa; coşum doğmuş demektir. Bir başka deyişle duyarlılık
oluşuyor demektir.
Coşumun estetik ile nasıl
ilişkillendirileceği ayrıtılı araştırma gerektiren bir konudur. Şunu
söyleyebilirim ki estetik; uyum, oran, simetri, doğruluk, yetkinlik, güzellik,
yüce vb. kavramlardan besleniyorsa coşumun da bu kavramlarla sıkı ilişki içinde
olması gerekir. Çünkü coşum; yalnızca duygusal gerilim ya da gevşeme değildir;
bilinç, bilinçaltı ve bellekte var olan değerlerle etkileşim içinde olan ve
onlara doğrudan bağımlı olan bir duygu durumudur.
Coşum, şiir ve sanat yazılarında çok
dillendirilmeyen, hak ettiği önemin tersine parça bölük bilgilerle geçiştirilen
bir durumdur. Frankfurt Okulu dilbilimcileri tarafından bu konu, şiir dilinin
coşumsal işlevi olarak ele alınmış ve incelenmiştir. Bu metinde, coşum
katmanına yaklaşımım ve ele alma biçimim biraz daha farklıdır. Yapıtın
duyarlılığı artıracak nitelikleri ile okur duygusunu tetikleyici dış etkenler;
algı, düşünme ve anlama farkındalığı yaratacaktır. Salt yapıt değil okur
duyarlılığını da dikkate alan bir yaklaşımdır. Duyusal bir süreçtir, duygusal
bir sonuçtur; dolayısıyla düşünsel süreci de içine alan bir birliktelik söz
konusudur.
Bu şiir duygu dolu derken aslında
coşum katmanının yoğunluğunu, duygulanımı gerçekleştirecek donanıma sahip
olduğunu söylemek isteriz. Şiiri okurken bile hakkını veriyor derken, coşum
değerini artıracak şiirsel ezgiyi oluşturuyor ve duyarlılık yaratıyor demek
isteriz. Coşum katmanının şiirde ve insandaki değeri ile eylemsel özellikleri;
söze dönüştürülmesi ve anlaşılır duruma getirilmesi durumunda şiir çözümlerken,
yazarken ve eleştirirken yararlı olacağı kanısındayım.
Coşumun oluşturulması ve beğeninin
gerçekleşmesi arasındaki yaratılan duygu durumu coşum katmanının konusudur. Bu
anlamda estetik katmanı ile coşum katmanı karıştırılmamalıdır. Coşum, duygu
yoğunluğunu artırıyorsa yoğun duygu da beğeni güdüsüne olumlu iletiler
gönderiyor demektir. Zincirleme reaksiyondur. Örneğin bir tabloya baktığımızda,
konu ve yardımcı konuların konumlandırılması algıda simetri ve düzenlilik
duygusu yaratıyorsa, renk tasarımı insan duygularını çağrışıma ve coşuma
taşıyorsa estetik yargı olumlu yönde takdir yetkisini kullanmaya karar almış
demektir. Başka bir deyişle coşum, estetik kaygıya varan yolun hazırlığını
yapmaya başlamıştır. Bu eylemlere, duyguya anafor etkisi vermek için alınan
tedbirler bütünü de diyebiliriz.
“Bilgi aktı”nın temel çalışma ilkesi,
olumlu duygunun gücüne dayandırılmaktadır. Duygu, bir bakıma bilgi aktının
temel hareket motorudur. Bu nedenle şiir veya bir yapıtla, okurun duygu durumu
olabilen en yüksek seviyede hareketli tutulmalıdır. Zaten bunu başaramayan ve
duyguyu kontrol altına alamayan şiir ya da başka bir yapıt, yalnızca var olan
bir yazı veya obje olma yolundadır.
Coşuma hem eleştirmen hem de şiir
yazan/sanat üreten gözünden bakılmalıdır. Yapıtın olmazsa olmazı ve izleyiciyi
duygudan duyguya sürükleyen coşum, çoğu incelemelerde dikkate alınmamasına
karşın üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir varlık alanıdır. Bu katman,
insan psikolojisi ve algısı gereği kişiye göre değişkenlik gösterir. Bu nedenle
tanımlanması, varlığının ve etkileşim alanlarının belirlenebilmesi oldukça
zordur. Coşum, duyguyu olması gereken yoğunluğun üzerine taşır ve okuru
bedensel ve ruhsal olarak hazırlar. Yarattığı ortam, duyguyu hareketlendirir,
insanı kabına sığmaz kılar ve bununla beraber sevme ve beğenme duygusunu var
eder. Bu aşamada, insan şiirden yana taraf olmuş, zihinde canlandırma ve
tasarım başlamıştır. Sevme duygusu anlamayı, anlayıp sevmeyi, sevip yeniden
anlamı canlandırmayı sağlar. Diğer bir söylemle okur, imgelem dünyasında
gezinmeye başlar. Estetik beğeni, bir sanat eserinin toplam yansıması
karşısında insanın haz duygusunun doğup içinde yaşamasıdır. Bu nedenle şair ve
sanatçılar, her tür sanat alanında coşum katmanını en etkileyici şekilde
oluşturma çabası içinde olmalıdır. Şair, sanatsal değer üretmek istiyorsa duygu
tetikleyici tüm girdileri eşgüdüm içinde kullanma becerisini gösterebilmelidir.
Coşum; kişisel, toplumsal, kültürel
hatta bölgesel olarak değişkenlik gösterir. Okurun kültürel algısı, kişisel ve
toplumsal değer yargılarıyla mutlak ilişkilidir. Toplum tarafından kötü ilan
edilmiş sözcükler, deyimler ve davranış türleri vardır. Bunun tersi, insan
duyduğunda çocukluğundan aşka kadar farklı ortamı anımsatan, duygusal hava
yaratan; renk, tat, koku, sözcük ve deyimler vardır. Ayrıca her dilde
sözcüklerin kendine özgü duygu değerleri vardır. Örneğin, Anadolu ve Trakya
sözcüklerinin duygu değerlerini düşünün. İki sözcük de bir yer adıdır; ikisi de
başka çağrışım ve farklı duygulanım sağlar. Anadolu’da doğup büyüyen bir kişi
için farklı, Trakya’da doğup büyüyen için ayrı duygu değeri taşır. Dinsel algı
nedeniyle bazı olgular, coşturmak söyle dursun cinayet nedeni durumuna dönüşür.
Buraya kadar olanları dikkate alırsak, coşum katmanının tek yönlü bir olgu olmadığını,
yalnızca yapıtta ya da yalnızca insan algısında yaratılmadığını, şiirle insanın
karşılıklı etkileşimi biçiminde oluştuğunu söyleyebiliriz.
Nerede ve hangi kültüre sahip olursa
olsun, her insanın; yaşadığı, yaşamak zorunda olduğu insani durumlar vardır
ki bu durumların karşısında duygu durumu
benzerlik gösterir. Bunlar, insani duygulardır ve evrensel değer taşırlar.
Örneğin, aşk, ölüm, ayrılık, özlem gibi konular; her zaman her yerde birbirine
benzer duygu durumunu doğurur. Ancak, toplumsal bakış ve bireysel ruh açısından
doğru tanımlanırsa okur duygu durumu, daha da keskinleştirilebilir. Duygu
durumu olumlu bir insana bir sorunu anlatmakla, duygu durumu karışık bir insana
bir sorunu anlatmak, çok farklıdır. Şiiri, duygu durumu hazır birisi okuduğunda
tepki çok olumludur, yapıcıdır, estetik yaşantıya girişi daha kısa zaman alır.
Yapıt kötü bile olsa böyle bir ortamda beğeni düzeyi yüksektir. İzleyici,
gösterime sunulacak yapıta karşı kendini hazırlamıştır. Şairin kullandığı
sözcük ile hedef alınan okurun değer yargıları olumlu yönde örtüşmelidir.
Duygulanma, kültürden kültüre ve insandan insana
değişiklik gösteren çok ölçütlü bir durumdur. Coşum için; anlam, ses ve anlatım
gibi fiziksel özelliklerin özgün kullanımı yanında okurun duygulanım özellikleri
de etkindir. Örneğin tarihsel veya güncel olayların çağrışımı ile okurun manevi
alanı tetiklenebilir. Okur, istenen duygu durumu içine çekilerek coşum
artırılabilir. Kısaca şöyle diyebiliriz: Coşum; insanın kültürel, psikolojik ve
sosyolojik yapısıyla doğrudan ilgili bir durumdur. Kültür varlıkları, dil
varlıkları ve toplumun ortak değerleri ile duyarlılığını, doğru ve etkin
kullanmak gerekir.
Coşum; anlam, anlatım, ses ve
çağrışım üzerinde varlık bulur; insanın duygu ve zihin etkinliği ile
bütünleşerek eyleme geçer. Bir bakıma, anlam ve anlamın duygu değeri ile zihin
karşı karşıya kalarak diğer katmanları da doğurur. Burada şunu belirtmeliyiz;
anlam katmanı coşum için daha etkin bir işleve sahiptir. Zihin; bilinçaltı,
bilinç veya bilinç üstünde depolanan bilgiyi ve görüntüyü somut tasarımların
üzerine yaslayarak algılar, anlar. Anlam üzerinden doğan görüntüleri, bellekten
de besleyerek çoğaltır. Anlamın olay ve duygu değeri, bellekte var olan izlerle
bütünleşerek duygulanımı sağlar. Bu sırada yeni çağrışımlar üretirken, aynı
zamanda da duygu yoğunluğunu artırır. Duygu yoğunluğu arttıkça, anlam ile bağ
daha sıkı kurulur ve bilinç ile bellekteki izler hareketlenir. Kişi, şiiri
kavrarken diğer taraftan şiir tarafından kuşatılır. Şiirde öncelikli hedef, okurun duygularına pranga
vurmaktır; duyarlılığı olumlu anlamda kontrol altına almaktır. Sonra okur
algısını olabildiğince sarsarak coşumu tetiklemektir.
Sonuç olarak hoşlanma, hayranlık, haz
alma dediğimiz etkinlik zihnimizde bu noktadan sonra başlar. Daha somut olarak
belirtirsek insan; dünyanın kendisine güldüğünü algılamaya ve görmeye başlar.
Bu algı biçiminden sonra çok şey güzeldir.
Ne çok yoğun duygu durumu ne de
duygudan yoksun öykü gibi şiir. Yoğun duygu şiiri yıpratır, az duygu da şiiri
öyküleştirir. Yalvaran, ağlayan, sızlayan şiirlerin, sanatsal açıdan çok uygun
olmadığı, olumsuz eleştiri aldığı ve şiir kulvarından uzaklaştığı görüşü
yaygındır. Anlatmak istediğim konu, şiirin duygusal geriliminin ortam ve algı
durumuna göre uyarlanmasıdır. Sıradanlığa yönelen duygu gerilimi, entelektüel
birikime bağlı olarak rencide edici bir durumu da ortaya çıkarabilir.
Söylendiği gibi, “Şiiri okuduğunuzda tat alıyorsanız güzeldir,
almıyorsanız güzel değildir.” gibi bir kolaycılığa gidemeyiz. Yapılan her
işte emek varsa tat da vardır. Şiir; diliyle, sesiyle, duygusuyla, anlatımıyla
ve anlamıyla bir bütün olarak gerektirdiği özellikleri içeriyorsa şiirdir.
Rastgele söz dizimiyle çağımızda şiir yazmak ve sanat değeri oluşturmak, olası
değildir. Dil, düşünce, duygu, yaşam varlıkları ile insan arasındaki sıkı
ilişki; doğru okunmalı ve dizelerde duyumsatılmalıdır.
Bu konuya en iyi örnek olabilecek
şair bana göre Cemal Süreya’dır. Şiirlerine ve şiir yazılarına baktığımızda
kullandığı konular eskitilemeyen konulardır; aşk, sevgi, özlem vb. gibi. Sözünü
ettiğimiz konular üzerinden her yaşın okuyup dinleyebildiği anlatım ve şiir
kurgusuna sahiptir. İyi şair, iyi bir gözlemcidir, sıra dışı anlatımı olan ve
üstün yorum gücüne sahip kimsedir. Sözcüklerin söz değerinden önce duygu
değerini doğru tartıp uygun kefeye koyması gerektiğini bilendir. Cemal Süreya,
şiirin bütün katmanlarını güçlü yorum ve ironik bir tarzda oldukça dengeli
kullandığını söylememiz gerekir. Şiir güzelse farkında olmadan o şiiri
belleğinize yazıyorsunuz ve zihninizde taşıyorsunuz. Şiirin kaygısı bu
olmalıdır.
Şiirin iç ahengi (bağdaşıklık ve
tutarlılık); anlam, anlatım, anlamsal ritim ve şiirsel ezgi; okuyucuyu olumlu
duygu durumuna sokar. Özellikle şiirsel ezgi, duyguyu kelepçelemek için en
kolay yoldur. Bu uyum, anlam ve anlatım gibi katmanlarla birleşerek
okuyanı/dinleyeni şiirle bütünleşmeye götürür. Ses ve anlamın duygu değeri ile
anlatımın duygulandırma gücü, şiiri okuyanı yaşamın bellekteki görüntüleri ile
özdeşleştirir. O zaman insan, varlığının değer yargıları ile şiirde verilen
yaşamsal değerleri kıyas yolu ile anlamaya başlar. İşte bu kıyaslama sonucunda,
şiirde verilen yaşamsal değerlerde kendisine ilişkin benzerlik ve üst bir
söyleyiş biçimi buldukça belleğinde sakladığı veriler bir bir önüne gelmeye
başlar. Her görüntü veya olayın duygu değeri yinelenerek büyür. Coşum; bu özdeş
durumun okurda yarattığı imgelem dünyasındaki anaforudur. Başka bir deyişle
duyguya anafor etkisi vermek için tüm bilgilerin saklandığı bilinçaltı ve
bilinç duvarları tekmelenmiştir. Bilinçaltı ve bilinç duvarları
tekmelendiğinde, şiir ile okur imgelem dünyasında yapayalnızdır. Yani okurun
şiirden kaçışı önlenir. Çünkü bilinçteki ve bellekte saklı olan izler;
uyandırılmıştır, yaşam alanına çekilmiştir ve duyarlılığı tetiklenmiştir. Her
zihin, bu uyarımlar sonucunda arzu edilen duygu durumuna girer, bunun yanında
imgelem dünyasında güncelin ve geçmişin canlandırılması haz duygusunu tetikler.
Duyguyu çaresiz bir duruma sokar, duygu artık şiirin dokunuşlarına karşı duyarlıdır.
Okur duygusaldır ve sözün rendesine karşı çırıl çıplaktır. Her anlam öbeğinden,
her duygu yükselmesinden ve şiirsel ezgiden, arzu edilen yarayı almaya başlar.
Şiirde; aşk, oyun ve çocukluk
duyguları gibi geçerliliğini ve duyarlılığını hiç yitirmeyen, çağrışımı da
güçlendiren konular öne çıkarılabilir. Aşk ve çocukluk duyguları, her insanın
kozasında uyuyan birer kelebektir; çıkarılmayı beklerler. Azıcık elinden
tutulduğunda, hiç beklenmedik yerlerde uçuşmaya başlarlar. Her şair için,
okurun aşk ve çocukluk duygularını açığa çıkarmak, onların kompartımanında
yolculuk etmek güzel bir birlikteliktir. Duyguları açıkça ifade etmek yerine,
insanın belleğine tutunmuş örtülü izleri küçük küçük dokunuşlarla uyandırmak,
anlamı ve çağrışımı beraberinde de coşumu olabildiğinin ötesine çıkaracaktır.
Her insanın yaşadığı ve belleğine kazınmış anılara karşı verdiği duygusal tepki
bunlarla sınırlı değildir. Coşumu güçlendirecek daha pek çok olay ve izler
vardır her insanın belleğinde. Şairin duygusal içerikli olguları bulup
çıkarması, anlatım ve anlam örgüsünü altın tasta sunabilmesine bağlıdır; diğer
bir söylemle şairin olmuşluğu ile ilgilidir.
Aşkın bıraktığı izler ile çocukluktan
kalma anılar, belleğin önemli bir parçasını oluşturur. Aynı zamanda kişinin
içinde var olmuş, kişiyle kucaklaşmış değerlerin örgüsüdür. Şiir; ne kadar
yaşamla, ne kadar insanla, ne kadar bilgiyle iç içeyse o şiir, duygu
yoğunluğunu, içsel ve dışsal gerçekliğini daha sağlam yakalamaya adaydır.
Unutulmuş geçmişi ve iz bırakmış duyguları yeniden duyumsatmak, bütün yapıtlar
için etkili bir coşum doğurma yöntemidir. Ne yaparsak yapalım insanoğlu geçmişi
ile bütündür. Gelecek de geçmişin deneyimleri üzerinden kendisine yeni bir yol
belirler, tıpkı yeni şiir gibi.
Konu coşum olduğunda ister istemez lirizmin
kulaklarını çınlatmamız gerekir. Lirik şiirde insanı ilgilendiren sevinç, acı,
aşk, doğa, özlem gibi bireysel veya ortak duygular coşkulu bir tarzda işlenir.
İnsanın duyusal dünyası ile uyumlu ve iç dünyasını kavrayacak biçimde
kurgulanır lirik şiir. Okurun duygularına aracısız olarak ulaşmaya çalışır.
Burada şunu belirtmeliyim: Coşum katmanı yalnızca lirik şiirde var olan
duygusal alan değildir; her şiirde hatta sanat dallarının tümünde var
kılınması, güçlendirilmesi gereken bir eylemdir, alandır, katmandır.
Coşum değerini yükselten bir başka
konu ise şiirdeki uyak konusudur. Şiirde uyak, yalnızca sessel olarak bir uyum
değildir, aynı zamanda anlam, anlatım, ezgi, duygu ve ritim birlikteliğidir.
Duygu değeri yakın sözcükler ile tınısı birbirine yakın sesler, dize ve
dizelerarası anlam, çağrışım ve coşum değerine olumlu yönde devinimin
kazandırırlar. Anlamın istenen açıklıkta ve istenilen duygu değeri ile ortaya
çıkarılması, iç-yatay-düşey ses uyumu ile ezginin doğru kullanımına bağlıdır.
Dilimizde kemikleşmiş deyimlerin, atasözlerinin ve veciz sözlerin ses, anlam ve
duygu değerleri yakın sözcükler ile kurulduğunu ilk bakışta görebiliyoruz.
Örneğin atasözlerini oluşturan sözcüklerin ses, anlam ve duygu birlikteliğini
şiir dilinin dışında bir yerde düşünemeyiz. Deyim, atasözü ve veciz sözler
şiirsel bir doku taşır. “Şiir gibi” deyiminin altında yatan bu geleneksel
anlam, boş bir temele değil; anlamın şiirsel ezgi ile uyumuna bağlıdır. Ayrıca
sessel ve anlamsal uyum, duygulanım sürecini kısaltan ve coşum değerini
güçlendiren bir çarpandır.
Yineleme olacak ancak bir kez daha
vurgulamalıyım: Şiirsel ezgi, anlamın duygu değerinden daha fazla
duyarlılık yaratma yeteneğine sahiptir; Ezgisel imge; coşum için güçlü bir
çarpandır insan üzerinde…
Burada “Anne” isimli şiirin bir
bölümünü örnek olarak vermeliyim. Ses, anlam, anlatım ve çağrışımın doğurduğu
coşum, burada açık olarak görülebilir.
(….)
Ellerine yakışırdı bir bakıma yıldızların teri
Değdiğinde içime gökyüzünü kanatsız indirirdi
Paylaşırdı deniz ülkesini eksiksiz sözlerin
İnceliğin sanki kırlangıç teleği
Gözlerin içime doğan güven yıldızı
Yine ellerindi kavilsiz içime teyellenen
Tebessümün ellerini, yüreğime değdirirdin.
Sen değildin, sen göğün kanatlarında yalnız!
İncindiğimde kanayan tenimdin.
Kasım 2014 Narlıdere/İZMİR, “Bir Damla Suda Halkalar” kitabından
Toplumsal olarak yaşanan olayların
insanlarda açtığı yara ya da anılar,
coşumun önemli bir gereci olabilir. Zihinlere yerleşmiş bu tür izleri
kullanmak, duygulanımı sağlayabilir; ancak bunlar, algı değiştirme biçiminde
değil, gerçek duygu değeri ile kullanılmalıdır.
Şiir veya sanat yapıtı şiddet
içermez; terör, ırkçılık, öğreti ve dinsel anlamda algı yaratma girişimlerini
bir sanat olarak görmez. Bazıları bunun sanat olduğu varsayımını öne sürebilir;
hatta olmaz ise olmaz yargısında bulunabilir. Bu tür görüşler, çatışma
kültürünün yarattığı bir algı türü ve yaşatılmaya çalışılan çürümüş bir
kabuldür. Neden? Sanatın amacı, algı güdüleme değildir; duyarlılık yaratarak ve
sevme duygusunu güçlendirerek yaşam sevinci doğurmaktır.
İnsanı, insana egemen kılma çabası,
her zaman bir tarafın ya da bir öğretinin güdüleni olmayı gerektirir. Aklı,
egemen kılma çabası ise evrensel bir tavırdır. Şiirin gerçekliği, insanı insana
egemen kılma işi değil, duygunun gücünü kullanarak sevgiyi egemen kılma
çabasıdır. Yani, insanlığın nihai amacına ulaşan yolun kolay gidilebilirliğini
tasarımlamaktır. Bu yol; olumlu duygu, zihin, mantık ve akıldır. Zihin, mantık ve aklın, coşumu oluşturma
özelliği var mıdır? Bu soruya yanıtımız evet olmak durumundadır. Duygulanma,
hayranlık ve hoşlanma duygusunu, bu üçlü gün ışığına taşır, yani coşumu
doğurur. Duygu anaforu, yine bu üçlüye yaslanarak oluşturulur. Bunu belirlemek
için mizahı örnek alalım. Mizah; zihin, mantık ve akıl çatışmasıdır. Üçlünün
çatışması, gülmek ve gülerken düşünmek eylemini doğurur. Komedyenin işi
doğrusal düşünme prosedürünü bozmak; zihin, mantık ve aklın işi ise bozulmaya
uyum sağlamayarak tepki vermektir. Bu tepki ile duygu anaforunu yaratmak, sonuç
olarak duygu değişimini sağlamaktır.
Şiirsel ezgi, coşumu en kolay açığa çıkaran şiire özgü bir olanaktır. Eğer
şiir gibi şiir yazmak istiyorsak şiirsel ezgiyi, bugün algılandığı gibi
düşünerek göz ardı edemeyiz. Anlam ve anlatımın ortaya çıkardığı coşum değeri,
şiirsel ezgi ile çok daha kısa yoldan ve etkin biçimde oluşturulabilir. Kaldı
ki şiirsel ezgi, aynı zamanda anlam ve anlatımı güçlendiren başka bir fiziksel
özelliktir. Ezgideki ritim ve tonlar arası iniş çıkışlar hem okuyanın
duygularını hem de şiirin duygusal verilerini açığa çıkararak dinleyeni
metafizik ve ruhsal dünyanın gizemli havasıyla bütünleştirir. Sonuç olarak
coşum ister istemez en güçlü biçimde bu ortamda varlık bulmaya başlar.
Şair veya eleştirmen, şiiri
çözümlerken coşum katmanında neleri sorgulamalı ve aramalıdır? Varlığını,
gücünü ve dayandığı temeli nasıl tanımlamalıyız? Bu sorulara yanıt olabilecek
şiire özgü bilimsel çalışma ve yeterli başvuru kaynağı yoktur.
Öncelikle şiirin coşum katmanını
çözümlemek için anlam ve çağrışım katmanının sonuçlarını önümüze almalıyız.
Şair, şiirinde coşumu sağlamak için hangi konulara yaslanmış veya hangi anlamı
çağrıştırma, sezdirme, duyumsatma yoluna gitmiştir? İleri sürdüğü yenidünya ve
yeni insan önerisi nedir? Bunun hemen arkasından, anlam katmanı neyi ne kadar
çağrıştırıyor, okuru hangi düzleme götürmeyi hedefliyor, okurda nasıl bir
imgelem dünyası yaratmak istiyor, çözümlemeliyiz. Ses, anlam ve anlatımla nasıl
bir imge dünyası örgütlemiş, buna bakmalıyız.
Şiirin ne dediğini tam olarak anladığımızda,
coşum değeri, tem dediğimiz kavram ve üst anlam dediğimiz derin yapının kodları
arasından sızmaya başlar. Sırasıyla şiirin gerçek anlamı, çağrışım gücü, söz
duygu değeri, ses uyumu, ritim, anlatım özellikleri insanda var olan coşum
değeri ile örtüşerek algıyı sağlar ve zihnin etkinliği ile duygulanımı
güçlendirir. Nasıl anlama ve öğrenmede hiyerarşik bir yapı varsa duygulanım
sürecinde de bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşinin ilk aşamalarından biri,
duygu değerinin hangi katman üzerine yoğunlaştığının çözümlenmesidir. Bazen
ses, bazen anlam, bazen de anlatım üzerine yoğunlaşabilir.
İkinci olarak; ses uyumu ve
kullandığı şiir dili teknikleri, yani ses ve anlatım ile duygulanımı hangi
seviyeye taşımıştır? Bir şiiri ele aldığımızda bunlara benzer pek çok soru
ortaya koyabiliriz. Duygulanımın, sınırı ve kuralı yoktur; okurun ve kültür
yapısının doğurduğu algı biçimlerini okuyabilmek daha doğrusu sezebilmek bu
işin çıkış noktasıdır. Ses ve anlatımın duygu durumunda yapacağı değişiklik,
anlam ve çağrışımın yarattığı havayla birleştiğinde, insan ruhu incelmiştir;
artık incelik, zarafet ve taşkın durum her bilgiyi sorgusuz almaya başlamıştır.
İnsan ruhunda yaratılan bu geçirgenlik, bir başka adıyla coşumun eylemselliği,
okurun imgelem/düş gücüne güç katar.
Sonuç olarak bir eleştirmen, şiirde
söz varlıklarının okur duygularını kaşıyıp kaşımadığına ve onların
duygulanımına katkı yapacak olguların şiir tekniğine uygun kullanılıp
kullanılmadığına bakmalıdır. Bunun yanında şair coşumu yükseltmek maksadıyla
kullandığı söz ve söz öbeklerinin duygu değerlerine bakmalıdır. Eleştirmen
gözüyle bakarken aynı zamanda okur gözünden de bakarak şiirin okuru sürüklediği
duygu dünyasını açmaya çalışmalıdır.
Bir olay karşınıda bugünkü duygu
değeri ile gelecekteki duygu ve duygulanım değeri, aynı doğru üzerinde
olmayacak ve duygulanım sürecinde değişiklikler olacaktır. Yani şiirin, insanın
ve bilginin dinamik yapısını düşünmeliyiz ve duygulanım sürecine etki eden
etmenlerin değişebileceğini dikkate almak durumundayız.
Çoşumun en önemli işlevi, duyularda
duyarlılığı artırarak bilinç ve bilinçaltındaki tüm veriler ile şiirdeki söz ve
söz bağlamlarına zihnin yoğunlaşmasını sağlamaktır. Yoğunlaşma demek, şiirin
anlamsal değeri ve okurun kendi yaşam varlıkları ile bir kümede bütünleşmesi
demektir. Bu bütünleşme zihinde algı, anlama ve düşünmeyi sağlayarak güzeli daha güzel görmeye
yöneltir. İşte o zaman okur, şiirin söz ve duygu değerleri ile kendi yaşamsal
birikimlerine yaslanarak hayranlıkla
daha yoğun imge ve imgeleme yönelir.
Duygular ezilmiş, algı, duyma, duyumsama ve görme güzelden yana tavır almıştır.
Okurun estetik yaşantıya girişi, bu aşamadan sonra başlar.
SES KATMANI
Ses katmanı, sanat eserinde var olan, olmaz
ise olmaz yedi katmandan birisidir ve duyguyu tetikleme açısından başat
katmandır. Kendi disiplinleri altında ayrıca incelenmelidir. İşte bu metin
şiirdeki ses katmanını; oluş, işlev ve etkileri açısından inceler, ses ile
şiir/sanat arasındaki ilişkiyi görünür kılmaya çalışır.
Şiir neden şiirdir? Hiç
düşündünüz mü? “Şiir gibi kadın” derken insan algılarını uyaran zihinsel
birikim dikkatinizi çekti mi? Şiir deyince, toplumu oluşturan büyük bir kesimin
zihninde neden denge, uyum, yetkinlik, güzellik ve aşk ile bir bağıntı kurulur?
Öyle sanıyorum anlam ve ses bağıntısının en güzel örneğidir şiir sözcüğü. Bu
sözcük, anlam açısından duygunun ve aşkın yuvası, ses açısından zarafet ve
inceliğin sarayıdır. Anlam ve sesin birbiriyle uyumu ise anne ve kız örneği
gibi üretken güzelliği görünüme taşıyan saflıktır. Tonsuz sızıcı bir “ş” sesi,
iki tane inceliği temsil eden “i” sesi ve algıyı titreşime sokan “r sesi. İnceliğin sızıcı bir ses ile başlayıp aynı
inceliğin akıcı titrek bir ses ile titreşime girmesi ve bunun sonucunda
sözcüğün şiirsel ezgisini doğurması kültürel duyarlılığın rastlantısal olmayan
bir sonucu olmalıdır. Sözcüklerde bile sesin önemli bir yeri varken, şiir
metinlerindeki sesin de önemli bir bağlamı olmalıdır. İşte bu yüzden şiirdeki
ses katmanı, kendini ilgilendiren disiplinler altında ayrıca incelenmeyi gerektirir.
Masumiyettir
Duyarlılıktır her acının telvesi
Vardır ya hani ağırlığın en ağrılı olanı
Ne yükte ne kütlede yer tutar
İnsanın insana ağırlığı gibi
Sol yanına yüklenen gümbürtünün işvesi… Y.Ö.
Şair, sesi anlam ve anlatıma
giydirerek, daha doğrusu eş zamanlı ve iç içe kullanarak diğer katmanları da
beraberinde ortaya çıkarır. Bu oluşum, eşzamanlı ve birbirini harekete geçiren
zincirleme bir süreçtir. Bu süreç, şiirin oluşumunu şekillendiren, doğuşunu
gerçekleştiren ve okurla buluşturan ögelerin mutlak birlikteliğidir.
Katmanların aralarındaki denge, uyum ve oranın doğru kullanılmaması şiirsel
niteliğinden ödün vermek anlamına gelir. Şiirin şiir olma özelliklerini doğuran
ögeleri, tek başına veya birkaçını orantısız kullanmak estetik değer ve duygulanım
sürecine olumsuz yansıyabilir.
Öncelikle günümüz şairleri,
şiirdeki ses ögesine ne kadar ve hangi düzeyde bir anlam yüklemektedir? Şiir yazılarından, incelemelerden, konuşulanlardan ve
güncel şiirlerin sessel özelliklerinden anladığım kadarıyla, ses katmanının
(ses ögesinin) öncelikli olmadığı, olsa da olur olmasa da olur türünden bir
yaklaşım sergilendiğini söyleyebilirim. Şiirde sesle ilgili, yazı, yorum ve
incelemenin çok az sayıda olmasına, olsa da doyurucu araştırma ve incelemeler
olmadığına bakılırsa bu konuya hiç önem verilmediği sonucu doğar. Örneğin
uyaklı şiir, geleneksel, yenilikçi olmayan, devrimci olmayan ve kendi kendini
tüketen şiir olarak düşünülmektedir. Hatta şiir uyaklı ise bayağı bir şiir
algısı yaratılmıştır. Oysa son yetmiş yılda yazılan yorum ve incelemelere
baktığımızda, şiirde uyak ve ses düzeninin nasıl olacağı konusunda öne sürülmüş
doyurucu bir araştırma bulmak zordur.
Ritim ve vurgu gibi ses birimlerinden şiir yazılarında sık sık söz
edilir. Ne var ki şiirde “parçalarüstü” birimlerin bütünleşik varlığından ve “şiirsel ezgi” ile ilişkisi açısından bir inceleme yazın dünyasında görmedim. Şair
şiirinde sesi nasıl kullanmışsa doğrudur kuralı üzerine kurulmuş bir yaklaşım
söz konusudur. Yani şairin ton, vurgu, ritim, iç ve dış uyak olmak üzere ses
katmanına yaklaşımı mutlak doğru ve başka bir yöntem yok gibi bir algı
oluşturulmaya çalışılmıştır. Bir konu incelenecekse o konu, her yönüyle, akla
gelen tüm sorular yanıt bulacak şekilde deneyimsel olarak ele alınmalıdır.
Sesin şiir üzerinde oynadığı etki nedir, coşum ve anlam üzerindeki etkisi
nasıldır, estetik katmanına nasıl bir değer katar gibi sorulara yanıt
aranmamıştır. Sesin incelenmesinde, müzik bilimi ve Türkçe’nin ses yapısı ve
özellikleri esas alınmalıdır. Ses, şiir ve okur üzerindeki etkileri açısından
ele alınmalıdır ki şiir sanatı gibi çok boyutlu bir olguyu doğru bir bakış
açısıyla değerlendirebilelim.
Her
estetik yaşantı ve estetik tavır, duygusal bir temele dayanmak zorundadır.
Algı, duygu ve beklentiyi sarsmalıdır. Duyguları hareketlendiren en önemli
duyular, özellikle görme ve işitme duyularıdır. Bilindiği gibi insan oğlunun
duyuları temelde on dört çeşit olarak tanımlanmıştır. Beş duyu dışında, ısı,
kas, denge, ağrı ve canlılık gibi duyular çok dillendirilmeyen ve bilinmeyen
duyulardır. Ancak görme ve işitme duyusu ki bunlara entelektüel duyular da
denmektedir; duyusal dünyanın ve duygu durumunun baş aktörleridir. Örneğin
işitme duyusu gerçek üstü ve metafizik dünyanın algılanması, duyulması ve
anlamlandırmayı yönetmesi konusunda en etkin olanıdır.
Şiirin tarihsel gelişimine
baktığımızda, ses uyumu ve dengenin özel bir yeri vardır. Şiirin duygusal
açılımı, anlam ve anlatımdan önce sesin üzerinde olagelmiştir. Yazılı
kaynaklarda, şiirin görsel, sesli ve müziksel bir ortamda yapıldığını da
görürüz. Ne yaparsak yapalım, nereden kaçarsak kaçalım, ses şiir için önemli
bir çarpandır. Bir diğer konu, sesten kastımız ezgi ise her dilin kendine özgü
ezgisi vardır. Şiir dili tekniğini ne
kadar ön planda tutarsak tutalım, şiirde bir ayak ses üzerine kurulmak
zorundadır. Ayrıca şiir gibi bir sanat alanında, tonlama, ritim, vurgu gibi ses
özellikleriyle doğurulabilecek anlam, duygu durumu ve duyguları yönetme
yeteneğini göz ardı edemeyiz. Göz ardı edersek, coşumun doğurulmasından estetik
kaygının var edilebilmesine kadar birçok olanağı yok sayarız. Şiirin tarihsel
olarak insan zihnindeki görünümü, anlam, anlatım ve ses etkileşimi arasından
doğan bütünlük, düzenlilik, uyum, güzellik ve estetik duruştur. “Şiir gibi”
deyiminin altında yatan temel nedenlerden bir tanesi de budur kanımca.
Şiiri dil sanatlarında üst
konuma taşıyan en önemli özellik, ses katmanının öteki katmanları sarıyor
olmasıdır. Şiirsel Ezgi’nin
imgesel bir yönü vardır ve ezgisel imgenin gücü diğer imgelere göre daha can
alıcıdır, daha sarsıcı ve sersemleticidir. Anlatımda ve anlamda, bunun yanında
coşumun oluşturulmasında sesin önemli bir etken olma özelliğini hâlâ koruyor
olması, sesin vazgeçilmezliğini göstermektedir. Anlam ve anlatımda büyüleyici
bir ortamın oluşması için, ses uyumu önemlidir. Dil, ses ile nesnelleşmektedir.
Öyleyse sesin anlam üzerine, anlatım üzerine,
çağrışım üzerine, coşum üzerine, estetik değer üzerine bunca katkısı varken,
ulaşılması arzu edilen duygu durumunu ve duygusal ortamı yaratma gücüne
sahipken şiirde ses ve uyum konusunu göz ardı edici tutum ve çıkarımlar
nedendir? Değişik bir bakış açısıyla soralım: Hangi sanat anlayışı, hangi
estetik incelemeleri, hangi ideolojik veya inançsal yaklaşım; şiirden sesi
uzaklaştırmaya yönelebilir, soruyorum. Günümüzde durum nedir? Anlam, anlatım ve
duyusal olarak ezginin insan üzerindeki etkisini bilmiyor olabilir miyiz?
Şiirde ses, salt ezgisel bir
sonucu doğurmaz; şiirde duygu değeri ve duygulanımın en kısa yoldan açığa
çıkarılması da değildir. Anlamı, anlamın gücünü, anlamın yön değişimini,
anlatımı ve anlatımın gücü ile çağrışım ve coşumun düzeyini doğrudan etkileyen
bir özelliğe sahiptir. Örneğin konuşurken soruyu, ironiyi, kızmayı, neşeyi ve
ağlamayı konuşma ezgisinden algılar ve anlarız. Çünkü dize ve tümceyi
dillendirirken, anlam ve anlamı doğuran fizyolojik ve psikolojik durum ses
özelliğinden, yani tını ve ezgiden ayırt edilebilir. İster müzik yaparken,
ister konuşurken, ister şiir okurken çıkardığınız ses, sizin bütün duygu
dünyanız ile fizyolojik durumunuzun yansımasıdır. Bunların ötesinde, sesin
duygu değerini ve algı uyarıcılığını da hesaba kattığımızda ne kadar önemli bir
etkeni bilinçsizce bir kenara ittiğimizi söyleyebilirim.
Ses titreşimlerinin okurda
yarattığı anlamsal ve duygusal etkiyi başka hiçbir şeyle böylesine kolay bir
şekilde yaratmak olası değildir. Gerçekten iyi bir şiirin seslendirilmesi
esnasında, dinleyicilerin şiirle bütünleşmesinin ve tüylerinin diken diken
olmasının en önemli nedeni ses titreşimlerinin doğrudan duyuları harekete
geçirebilme yeteneğidir. Böylesine önemli bir olanak, şiir sanatında bugüne
kadar neden daha ayrıntılı ele alınmamıştır?
Şiirde ses konusu, tarafsız bir gözle, önyargısız, bir bilim konusu gibi
estetik kaygı, dil ve ezgi olanakları açısından araştırılmalıdır. Ölçüt olduğu
varsayılan ülkelerden çıkmış adı belli düşünür ve sanatçılar uyaktan kaçtı,
uyak ve ses uyumunu gereksizliğini öne sürdü, diye şiirde ezginin sağladığı
bunca olanak göz ardı edilebilir mi?
Ezginin sadece bir ses uyumu
ya da şiirsel bir uyum olmadığını, aynı zamanda şiirde bir anlatım aracı olduğunu
kavramamız gerekir. Şu basit örnekten hemen anlayabiliriz? “Sen (vurgulu)” bunu
mu yaptın? Sen “bunu(vurgulu)” mu yaptın? (Birincisinde normal bir soru
soruyor, ikincisinde inanamamazlık ve şaşırma durumu var.) Kaldı ki müziğin
(ezginin) sadece ses olmadığını, anlatım aracı olduğunu 18. yüzyılda Johann
Kuhnau kanıtlamıştır. Türk dilinde, anlam ve anlatım ile sesin etkileşim gücü
ne kadar ustaca ise duyguyu tetikleme gücü de o kadar yüksektir. Kısaca
söylemek gerekirse şiir veya başka bir metnin vurgu, ritim, ton ve ezgili
okunması durumunda ne kadar etkileyici olduğunu hepimiz biliriz. Burada can
alıcı bir soru daha sormalıyız: Dizede ses ve ses ögelerini, başka bir söylemle
dizenin mimik ve devinimini belirten noktalama imlerini elinden almışsak,
vurgu, ton ve ritim gibi parçalarüstü birimleri nasıl yerli yerinde
kuracağız. Şiirsel ezgiyi, salt anlamdan
oluşturmak olası mıdır?
Her şeyden önce, şiddet,
ölçü, sus, ton, ritim, vurgu ve ezgi kavramlarını tanımı ve işlevleri açısından
bilmeliyiz. Örneğin ezgi dediğimizde müzik sanatında bahsedilen ezgi ile aynı
olduğunu, ancak şiirde müzik sanatında olduğu gibi notalarla yaratılan
profesyonel bir ezgiden söz etmediğimizi vurgulamalıyız.
Ses katmanının, anlam ve
anlatımı doğrudan etkilemesi yanında duyguyu örgütleme ve onu ele geçirme gibi
önemli işlevi vardır. Şiir, dil görünümünde sesin elbisesi içinde görücüye
çıkar. Başka bir deyişle, ses şiirin abiyesidir, ambalajıdır. Uygun giydirmez
ve ambalajını doğru yapmazsak, sayfalarda öyküden ibaret dizecikler olmasını
sağlarız. Son zamanlarda yazılan pek çok şiir bu sorunu yaşamıyor mu? Ne sadece
dil kullanım ustalığı ne de sadece anlam derinliği şiiri şiir yapmaya yetmez,
düşüncesindeyim. Ses dâhil tüm katmanların ortak ağırlığı sonucu şiir, şiir
olma olanağı bulur.
Şiiri dil sanatlarında
belirgin noktaya taşıyan özelliklerden biri de şiirsel ezgidir. Şiirde ses
uyumu, sadece anlatımın güzelleştirilmesi, estetik değer algısının uyarılması
demek değildir; aynı zamanda duygunun örgütlenebilir kıvama sokulması,
duyarlılığın yükseltilmesi için olanaktır. İnsanın duygusal yaşantısını, bir
bakıma duygu durumunu çok kolay ve sarsıcı bir şekilde biçimlendirme yeteneğine
sahip olmasıdır. Biliyoruz ki müziğin, ilk ve en önemli malzemesi insanın kendi
sesidir. Ayrıca şiirin anlam, anlatım, çağrışım gücünün yarattığı coşum ile
sesin uygun tonlama, ritim ve düzen içinde kullanılması önemli bir olanaktır.
Başka bir söylemle, ezginin duygu şekillendirici gücü, insan sesi ve şiirsel
ögelerin dengeli kullanılması, şiirin insanla duygusal bağ kurmasında
vazgeçilemez değerdir. Zaten insana özgü estetik algı ve yargının ulaşmak
istediği sonuç (ulaşılmak istenen en üst güzellik olgusu) bu değil midir? Buradan şu çıkarımı yapabiliriz: Günümüz
insanında duyarlılığı ve duygu yoğunluğunu artırmak, onun estetik algı ve
yargısını etki altına almak, ancak şiirsel ezgi ve şiirsel ögelerin sarsıcı
gücüyle olasıdır.
Son zamanlarda, şiirde ses
uyumu, uyak ve ritim olgusunu göz ardı edecek yaklaşım ve görüşlerin olduğunu
biliyoruz. Dayanağı olmayan yorumlar ve yenilik için söylenen sözlerle, şiirde
duyguyu örgütleme gücü yüksek periyodik ses özelliğinden vaz geçmek mantıklı
gelmiyor. Uyak, iç ve dış ses uyumu diye tanımlanan konu, dilin periyodik ses
titreşimleri ile kendine özgü ton, vurgu ve ritim gibi parçalarüstü birimlerin
toplamından oluşan bir eksendir. Yani konuşmanın doğal ezgisidir. Şiir yazarken
ve seslendirirken bu esaslara doğal olarak uymak zorundayız. Ancak bu uyum, bilinçli ve ses yasalarına
göre yapılması hâlinde şiirsel ezgi değeri kazanır ve bütün katmanlar ile
bütünleşen biçime evrilir.
Örneğin Türkçenin ses
kullanımı, ses dağılımı, tonlama ve harmonisinin diğer dillerden farklı ve
zengin oluşu önemlidir. Ayrıca dizedeki söz dizilimine bağlı olarak vurgu, dize
sonunda yoğunlaşır. Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi”
isimli kitabında, “Dilimizde
sözcüklerdeki vurgunun son hecede daha yoğunluklu…” olduğunu söyler. Bunun
anlamı, dizedeki son sözcüklerde ve son hecede tonlamanın duygu durumu ve
anlamı belirlemekte ve sessel uyumu sağlamakta etken olduğudur.
Şiirin tarihsel süreci göz
önüne alındığında, şiiri şiir yapan değerlerden bir tanesinin de ses olduğu
gerçeğini yadsıyamayız. Bu konuda ayrıntılı inceleme ve deneyimsel sonuç
olmamasına karşın, şu an sahip olduğumuz bilgiler ışığında, şiirde sessel
işlevin sadece iç ses uyumu ile yerine getirilmesi çok olası görünmüyor. Yoğun
uyak ne kadar şiiri zorlamaksa, uyaksız şiir de metni öyküleştirmekten öte
geçemez, düşüncesindeyim. Burada uyak kavramını ele alırken divan şiirinde
olduğu gibi kurallı ve yoğun bir uyaktan söz etmiyorum. Şiirde iç-dış ve
yatay-düşey ses uyumundan, dengesinden, yani ses düzeninde temel ton ve
harmonisinin sağlanmasından söz ediyorum. Sonuç olarak ne yoğun uyak ne de
uyaksız şiir. İç, dış ses uyumu ile armonik denge ve düzenlilikten yanayım. Ses
bilimi açısından uyak konusu bunun yanında “bürün” bilgisi, geçmiş
çıkarımlara itibar edilmeksizin tarafsız olarak sorgulanmalıdır. Sanat eseri
veya bir şiirde, duygunun açığa çıkarılması ve bütün duyuların ele
geçirilmesinin en kolay yöntemi periyodik ses titreşimleridir; ezgidir. Ezginin
temeli de ses dengesi ve anlam bütünlüğüne dayanır.
“Türkçede dokuzu uzun olmak üzere yirmi bir birincil ve ikincil ünlü
bulunmaktadır. Ünlülerimizin sayısı ortalama olarak Batı dillerinin ünlü
sayısından sekiz tane daha fazladır. Türkçede ünlüler hece taşıyıcıdır ve bu
özellikleriyle de dilin bel kemiğidirler. Ünlüler yeri geldiğinde vurgu, yeri
geldiğinde de ton taşıyıcı olduklarından, onların çokluğu sayesinde, bir yandan
duygu ve düşüncelerimizi daha etkili bir şekilde ortaya koyabilmekte, diğer
yandan da her türlü şiir, şarkı ve türküyü sanatlarına uygun olarak icra
edebilmekteyiz. Bu Türkçenin zenginliğidir.” Prof. Dr. Mustafa Volkan
Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” kitabında konuyu bu şekilde açıklar. Kaldı ki Türkçede büyük, küçük ünlü uyumu,
seste en az çaba yasası, sızıcı, patlayıcı, akıcı tonlu-tonsuz ünsüzler ses benzeşimine
ve akıcılığına katkı sağlayan önemli özelliklerdir. Bu nedenle, uyaklı şiirde
anlatımın sınırlanması gibi bir yargıyı kabul etmek zor görünüyor.
Ezgi ile şiirsel ezgi farklı
şeylerdir. Aralarındaki ayrımı doğru şekilde yapmalıyız. Konuşma ezgisi, doğal
bir ses eksenini belirtirken şiirsel ezgi kendi amacına uygun ve belli
sınırlara yönelen bir ezgi türüdür. Notalarla belirtilmese bile şiirin anlam ve
ortamı ile duygu değerine uygun özel olarak oluşturulan bir ezgi olması
bakımından konuşma ve müziksel ezgiden ayrılmaktadır. Ritim, durak, ton, vurgu
gibi konuşma dilinin özellikleri, şiir ve benzeri betiklerde göz ardı
edilemeyecek kadar önemli eksenlerdir. Şiirin şiir olma koşulu, şiirsel dil ve
anlamsal dayanak dışında, ilk çağlardan bu yana ses katmanı üzerine yaslandırılmıştır.
Bana kalırsa şiirsel ezgi, doğal konuşma ezgisinden yola çıkan kendine özgü bir
“ezgi eksenini” oluşturmaktadır. Müziğin dili ile oluşturulmuş ezgi kadar, yani
şarkı ve türküler kadar “şiirsel ezginin de etkin duygulanım ve anlatım gücü” olduğunu
söyleyebiliriz. Bu düşünceden hareketle, “şiirsel ezgi” diye bir ezgi
türünü benimsemeliyiz.
Sonuç olarak şu
söylenebilir: Şiirde ses uyumu, okur duygusunun ele geçirilmesi ve estetik
yaşantıya sokulması için önemli bir çarpandır. Estetik biliminde sözü edilen
haz, hoşlanma ve beğeni gibi kavramların duyumsanır biçime getirilmesinde
şiirsel ezginin çok büyük bir payı vardır; dil sanatları için şiire özgü bu
özellik, göz ardı edilemeyecek kadar değerli bir olanaktır. Estetik değer
üretme açısından ses gibi önemli bir çarpanı ve bileşeni, bugün bile göz ardı
edebilme cömertliğini gösteriyorsak, şu yargım doğruluk değeri kazanır: ‘Şiirde
estetik değer yaratacak özellikleri ayrıntılı ve bilimsel yöntemlerle
incelemiyoruz!’
Şiirsel ezgi kavramının
kapsamını belirlemek için bunu üç eksen altında incelemeliyiz. Bunlar; tonlama
ekseni, ezgi ekseni ve şiirsel ezgi eksenidir. (Eksen terimi, ses
hareketinin sanal bir doğru üzerinde olduğu varsayımından yola çıkılarak
kullanılmıştır.)
Tonlama Ekseni
Tonlamayı sağlayan ses
eylemlerini; vurgu, durak, ritim, süre, şiddet, sus, ton gibi özellikleri
tonlama ekseni altında topluca ele alacağım. Konuşma ezgisi bir bütündür,
kişinin doğrudan iç dünyası ve eğitim seviyesi ile ilgili bir konudur. Bir
anlamda konuşma ezgisini oluşturan bu özellikler, inceleme alanımız gereği
işlevleri açısından birbirini tamamlar parçalarüstü ses birimleridir. Bir
tümcenin konuşma tarzında söyleniş biçimini bir ses doğrusu olarak
düşündüğümüzde, sesin bir doğru üzerindeki hareketini tonlama ekseni olarak
varsayabiliriz. Bu nedenle bir arada ve aynı ses doğrusu üzerinde tonlama
ekseninin ele alınmasının daha anlaşılır olabileceğini düşünüyorum.
Parçalarüstü birimler, yani vurgu, durak, ritim, şiddet, süre ve ton gibi
sessel özellikler, birbiri içerisinde, eş zamanlı ve aynı eksende varlardır.
Eylemleri, birbirini bütünler bir karakter taşır.
“Dilde tonlama yeteneği, o dilin kuralları
çerçevesinde doğuştan itibaren kazanılır. Doğru tonlama yapabilmek için, o
toplumun duygu dünyası içine girmiş olmak ve duyguları derinliğine yaşamak
gerekir. Duygu dünyasını ifade eden tonlamalar, taklit edilecek bir şekilde
oluşturulamaz. Tonları doğru oluşturabilmek için yaşamak ve hissetmek gerekir.” Prof. Dr. Mustafa Volkan Coşkun
“Türkçenin Ses Bilgisi” isimli kitabında böyle der. Ancak, belirtilen konulara
şunu da eklemeliyiz şiir açısından. Şiirin bütünü ve dize olarak anlamsal
derinliği kavranmadan tonlamayı oluşturmak da okurdan beklenmemelidir. Dikkat
edilirse her şey zincirleme birbirini etkilemektedir. Dolayısıyla yerinde
tonlama için bir metinde anlamdan önce ilk başvuru kaynağı noktalama ve yazım
kuralları olmalıdır. Şiir, çoğunlukla okuru ile bire bir buluşur. Mimik, jest
ve duygu durumunu ses, anlam ve noktalama-yazım kurallarının içinde gizler, okuru
yönlendirir ve okurundan onu bulmasını bekler.
Şiirde neşe, acı, sevinç, üzüntü, korku, şaşkınlık ve keder gibi duygu
durumu anlamın yanında ses tonu ile belirtilir veya oluşturulur. Tonlama aynı
zamanda tümcede anlam değişimi ve yönelmesine de neden olur. Konuşurken sesin
içselliğini ifade ettiğinden uzunluk ve şiddet gibi özellikleriyle duyguları
hemen açığa çıkarır. Kızgın birisinin sesiyle üzgün birinin sesinden duygu
durumunu anlayabiliriz. Şunu söyleyebiliriz; süre, şiddet, vurgu, ritim gibi ses
dağılım özelliklerini, konuşmacının duyguları, bir anlamda kişisel ve ruhsal
özellikleri belirler. Deneyimlerimizden de bildiğimiz en önemli ölçüt şudur:
Konuşma ezgisi, ruh durumunun en doğal ve yanılmaz gösterenidir.
Şiir bir başkasının yazdığı metindir, onun duygu ve anlam dünyasına
girebilmek için bazı belirteçlerin olması gerekir. Bunlar, anlamı yönlendiren,
sözcük ve dizelerin duygu durumunu üzerinde taşıyan belirteçlerdir. Şiirdeki
parçalarüstü birimlerin anlam ve anlatımdaki duygu değerine göre kullanımı,
noktalama ve yazım kurallarına bağlıdır. Ozanlar arasında söylendiği gibi şiiri
okurken parçalarüstü birimlerin (özellikle ton ve ritmin) doğru kullanımı,
sadece anlam değeri ile üstesinden gelinecek bir durum değildir. Şiiri okurken
tonlama ekseninin doğru kullanımı, başka bir söyleyişle şiirdeki duygu ve anlam
değerinin olması gerektiği gibi ortaya çıkarılması, anlamdan önce
noktalama-yazım kurallarına bağlıdır.
Bunun tam tersi, sözcük ve dizelerin duygu değerinin; anlam, anlatım ve
sese giydirilmesi şairin ayrı bir ustalığıdır. Hem şairin şiirindeki ses
kullanım ustalığı hem de okurun şiiri kendi algısına göre anlamlandırması, o
şiirin anlam ve duygu değerini yüceltecektir. Neresinden bakarsak bakalım
tonlama ekseni, şiirsel ezgiyi doğurur ve anlamın duygu değeri ile ses
yasalarına uyumu gerektirir.
Şiirde ses deyince; sesin periyodik, düzenli tekrarlanan ve gürültü
üretmeyen titreşimlerinden doğan ezgisel bir birliktelik anlamalıyız. “Kompleks
Periyodik Ses Dalgaları”, düzenli titreşimler yayan bir organ veya enstrümanın
çıkardığı temel ton ve üst katları tonlardan oluşur. Çok ayrıntıya girmek
istemiyorum ama açıklamakta yarar olduğunu düşünüyorum. “Üst tonlar, temel tonun harmonik katlarıdır.” der (Magnus
Petursan; aktaran M.C. Volkan). Hece ve sözcüklerdeki vurgular toplamı, art
arda birleşerek tonu meydana getirmektedir. Ton, hem anlam ayırıcı hem de duygu
durumunu açığa çıkarıcı önemli bir ses özelliğidir.
Her insanın ve her enstrümanın sesini birbirinden farklı kılan, sese
rengini veren temel ve üst tonlardır. Ayrıca sesin rengi, konuşanın gırtlak,
ses teli özelliklerinden ağız ve dudak yapısına kadar pek çok özelliğe
bağlıdır. Ses renginin oluşumu, yani tını, ses telleri, geniz ve rezonans
odacıklarına bağlı bir durumdur. Sesin renginden kastım, sesin ayırt edilebilir
özelliğidir.
Vurgu, bir hece ya da sözcüğün duygu değerini açığa çıkarmak,
dinleyicinin dikkatini çekerek anlamın kavranmasını sağlamak, sesi, söyleyişi
ve sözdeki ezgiyi canlandırmak gibi amaçlarla öteki hece ve sözcüklerden daha
belirgin ve baskılı söylenmesi olarak tanımlanabilir. En çok titreşimle oluşan
ses, vurgulu sestir diyebiliriz. Sözcük söylenirken art arda yapılan vurguların
toplamı, tonu; tümcedeki tonların toplamı da ezgiyi oluşturur. Sesin fiziksel
yönünü zamansal yönünden ayrı düşünemeyeceğimiz için şiddet, süre, sınır ve
durağın hem anlam yönünden hem de ezgi yönünden önemli bir göreve sahip
olduğunu göz ardı etmemeliyiz.
Müzik terimi olarak ritim TDK Sözlüğünde, “Ezgi ve uyumla birlikte müziği oluşturan bir öge olarak vurgu, uzunluk
ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan düzen.”,
yazın terimi olarak ise “Şiirde ya da düzyazıda vurgu, uzunluk ya da seslerin,
durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan uyum.” diye tanımlanır.
Bu tanımlamanın dışında, biz biliyoruz ki ritim, doğal yaşamın her boyutunda
vardır; canlılığın, sürekliliğin ve uyumun oluş biçimidir; nefes almak gibi…
Bazı kaynaklarda ritim, sözlük anlamında olduğu gibi düzenli yinelemeler
ile özdeş olarak düşünülür. Kavuştak (nakarat), art yineleme ve ön yinelemenin
aynı söz ve ses bütünlüğü ile yapıldığı gibi bir yargı vardır. Doğrudur.
Şiirsel açıdan baktığımızda durum biraz daha ayrıntı gerektiriyor. Ritim, ses
uyumunu sağlayan, insana huzur ve güven veren, onun biyolojik ve düşünsel
sürecine eşlik eden bir devinimin varlığıdır. Bu varlık, simetri, oran, eşlik,
denge, uyum ve haz duyma kavramlarını beraberinde getirir. Öyleyse şiirsel
ezginin oluşturulması için ritim önemli bir bileşendir, diyebiliriz. Şiirde ritmin
sadece düzenli yinelemeler ile oluştuğu düşünülmemeli, aynı zamanda anlam,
anlatım, ses ve coşumun bütünleşik varlığında aranmalıdır. Sese ek olarak,
şiirin anlam ve duygu değeri de ritmik bir düzende olmalıdır. Aslında yazında,
özellikle şiirde anlamsal ritim önemli bir çarpandır; göz ardı edilmemelidir.
Sanat eserinin, özellikle şiirin hedefi okur duygusunun çarmıha çekilmesidir.
Anlam, ses ve anlatımdan doğan coşumun periyodik salınımından ritmik bir
ortamın oluşturulması, duyguyu arzu edilen kıvama çekmek için gerekli olduğunu
düşünmek durumundayız. Ses benzerlikleri, anlam ve duyguların artı-eksi
kutuplara salınımı ile (korkudan sevince, neşeden kedere kadar) şiirde ritmik
bir ortamı oluşturmak gerektiğine inanıyorum. Çok ayrıntıya girmeden şöyle diyebiliriz;
şiirde ses benzerliği, uyum, anlamsal
yakınlık ve karşıtlığından yararlanarak ritmik bir süreci oluşturabiliriz.
Her ne olursa olsun ritmi, şiirsel ezgiden ayrı bir eksende ele alamayız;
ezgiyi doğuran temel ses birimidir.
Süre, şiddet, ritim, sınır ve durak gibi ses birimleri her ne kadar
ezgiyi oluşturuyorsa da eş zamanlı olarak anlamın kavranması ve anlamın
iletilebilmesinde, diğer yandan şiirin duygu durumunun ortaya çıkarılmasında
önemli etkenlerdir. Örneğin, öznenin eylemini açıklamak istiyorsak özneden
sonra virgül süresi kadar bir es vermeliyiz ki söyleyeceğimiz sözlerin özneye
yöneldiğinin ayırdına varabilelim. Vurgu, ritim, süre, es, ton gibi
parçalarüstü birimlerin olanaklarını, doğal olarak ve çoğu zaman farkında
olmadan konuşurken kullanıyoruz zaten. Bu demek değil ki sesin ve parçalarüstü
birimlerin daha etkin kullanılabilir olmaları için çaba harcamayalım. Elbette
bunun eğitimle çok sıkı ilişkisi vardır. Şair ve eleştirmen olarak parçalarüstü
birimlerin arasındaki bağıntıyı ve ayrıntıyı bilmek zorundayız.
Sesler arasındaki ritim bozukluğu, dinleyicileri rahatsız eder. Dildeki
her sözcüğün bir duygu ve anlam değeri vardır; ozan bunların söyleniş ve ses
sürelerini doğru oluşturarak uyum ile ritmi sağlamalıdır. İletişim zincirindeki
her halka kendi üzerine düşen görevi doğru, zamanında ve yerinde üstlenmelidir.
Dil ve konuşma, konuşmanın içeriği ve sözlerin duygu değeri ile bunun
uygulaması, insanın dağarındaki varlıkların bire bir yansımasıdır. Bunları
şiirsel açıdan ele aldığımızda ilk olarak şu öneride bulunabiliriz:
Parçalarüstü birimleri ve bunları metinde gösteren işaretleri doğru
kodlamalıyız ve kullanmalıyız. Şiiri okurken ise sözlerin anlam ve duygu
değerini ses ile açığa çıkarabilmek için doğru ezgi üretmeliyiz.
Sözcüklerin büyük bir kısmında anlam ile ses özellikleri (ünlü, ünsüz,
ince, kalın, titreşimli, tonlu, tonsuz) birbirine uyumludur. Maurice Grammond
şöyle diyor: "Dudaksıllar (p) ya da
(b) ve bunlarla birlikte dudaksıl-dişsel ünsüzler (t) ya da (d) telaffuz
edilirken dudakları şişirmek gerekir, bu nedenle hor görme ve tiksinti ifade
etmeye yöneliktirler.” Grammond’un bahsettiği durum, anlaşılacağı üzere
Türkçede de geçerlidir diye düşünüyorum. Örneğin pis, kaba, ince, kırık gibi
sözcükler aldığı anlama göre yumuşar, incelir ya da “r” gibi titreşime girer.
Şair Andre Spire, “Bedensel ritimlerle
şiirin dilsel ritimleri arasındaki yakınlığını” vurgular. Burada ritim
dediğimiz konu, sesin ve anlamın içindeki bir ögedir, sesin parçalarüstü
birimidir. Dolayısıyla bu yakınlığın etkin kurulumu için ses ve anlamın bu
esaslarda oluşturulması sessel ve ritimsel bir derinliği doğuracağını gösterir.
(İleten J.L. Joubert, Şiir Nedir?)
Ezgi ve anlam birbirini bütünler bir yapıdır, bunun farkında olmak işitme
ve anlama yetkinliği gerektiren bir durumdur. Bunu şiir sanatı açısından ele
aldığımızda, bu durumun önemli bir bileşen olduğunu, şiirselliğin ve
duyarlılığın bir çarpanı olabileceğini dikkate almalıyız.
Sonuç olarak tonlama ekseninde bahsettiğimiz parçalarüstü birimler
ezgiyi, ezgiler toplamı ise şiirsel ezgiyi doğurur. Bizim üzerinde çalışmamız
gereken asıl konu şiirsel ezgi olmalıdır.
Ezgi Ekseni
Ezgi, tonlama ekseninde söz ettiğimiz vurgu, ton ve durak gibi ses
birimlerinin uygulanması sonucu oluşan bir ses terimidir. Başka bir söylemle
gürültü dışındaki seslerin oluşturduğu bir ses düzenliliğidir.
TDK Sözlüğü ezgiyi, “Belli
kurallara göre düzenlenmiş, kulağa hoş gelen ses dizisi, haz, nağme, melodi.
Bir müzik parçasında baştan sona kadar belirli yerlerde tekrarlanan ses dizisi.
Kulağa hoş gelen ses ve söz dizisi.” şeklinde birkaç şekilde tanımlar. Bu
kısımda özellikle açmaya çalıştığım konu, söz diziliminin ezgi ile ilişkisi ve
şiirsel ezgiye giden eksenin tanımlanabilmesidir. Periyodik olan her ses ve ses
grubunun, bir tınısı, tonlaması, ritmi, şiddeti, süre ve durakları kısacası bir
ezgisi vardır. Ne yazık ki şiirde ses katmanı, ayrıntılı ve deneysel olarak
incelenmemiş ve kaynağı olmayan bir alandır. Bu nedenle, sanat bilimi ve ses
bilimi uzmanlarınca, konunun incelenmesini ümit ediyorum.
“Bizleri temsil eden,
karakterlerimizi ön plana çıkaran, üretmiş olduğumuz ezgili ses
birliktelikleridir. Doğru ezgi üretimi, doğru alınan aile ve okul eğitimine
bağlıdır. Doğru eğitim almamış insanların, ezgi üretimleri sağlıklı olmayacaktır.
İnsan-ses ve ses birliktelikleri ilişkisi doğru oluşturulduğu sürece, insanlar
arasındaki iletişim, üretici ve faydacı iletişim olacaktır.” der M.V. Coşkun, “Türkçenin Ses Bilgisi” kitabının girişinde. Kaldı ki
bu alıntıda, sıradan her gün yaptığımız konuşmanın ezgisinden bahsediliyor. Bu
söyleme bakılırsa sanatsal ve dilsel özellik taşıyan şiirde, ezgi olanakları
ile estetik değer yaratacak tarzda ezgisel bir atmosfer oluşturulması önemli
görünüyor.
Şiirde dize sıradan bir söz dizimi değildir; bir dizenin anlamsal
bütünlüğü yanında, söz dizimsel bir ayrıcalığı, ses ve anlamın örtüştüğü
ezgisel bir ekseni vardır. Şiirde dizenin dize olmasını sağlayan, duygu ve
düşünce dünyasını, diğer bir anlamda imgelem olanaklarını harekete geçirebilen
ses ve anlam örgüsüdür. Vurgu, ritim ve tonlama gibi sessel eylemlerin sonucu
olan ezgi, aynı zamanda şiirdeki anlam ve duygu dünyasını açığa çıkaran taklit
edilemez bir konudur. Bu nedenle aynı sıra ve sözcükler ile kurulan bir dize
veya bir tümcenin, bir söyleyiş şekli ile sevinci, diğer söyleyiş şekli ile
hüznü anlatabileceğini veya söyleyiş biçimine göre zıt anlamlar
doğurabileceğini bilmek durumundayız.
Konuşma ezgisinin konuşanın duygu dünyası ile çok yakın ilişki içinde
olması, şiir açısından önemli bir veridir. Ezgi, konuşmada anlam yöneltme ve duygu taşıma görevi üstlenmiş ses
uyumlarıdır diyebiliriz. Ne var ki konuşma ezgisi, bilerek ve
tasarlanarak yapılmaktan çok doğal bir seyir izler. Konuşmadaki ezgi, konuşanın
tamamıyla ruh durumu ile ilgili bir süreçtir. Ancak bu konuda eğitim almış
kişiler veya taklit yeteneği yüksek olan kişiler, bir başkasının konuşma
ezgisini yakın bir tınıda taklit edebilirler.
Konuşma ezgisi ve sözcük kullanımı, kişinin çocukluğundan yaşamsal
değerlerine, bilinçaltı kodlarından fizyolojik dürtüleri ile psikolojik
durumuna kadar pek çok olgunun sonucudur. Ses ve insan ilişkisinin bu bölümü,
ayrı bir inceleme konusudur. Müzik hariç şiir gibi dil ve dil özelliklerini
kullanan sanatlar açısından ezgi ne anlam ifade ediyor? Bizim için önemli soru
budur.
Şiir sanatının ilk hedefi okurun duygularını ele geçirmektir. Okurdaki on
dört duyunun algı ve kavrama yetisini artırmak için duygu durumunun belirli bir
kıvama çekilmesi gerekir. Okurun duygusu etkilenmeden algı ve anlamanın
gerçekleşmeyeceğini hesaba katmalıyız. Sözün duygu değeri, anlamın duygu değeri
ve sesin duygu değeri okur duyguları ile örtüşüp okur algısını
hareketlendirmelidir. İster konuşma esnasında olsun ister bir türkü dinlerken
ister şiir okurken olsun, okur ve dinleyicinin duygularını en kolay ele geçiren
edim, ezginin çağrışım ve imgesel gücüdür. Bir kenara konacak ya da
hafifsenecek bir özellik değildir ezginin olanakları. Şair, sesin ona sunduğu
tüm olanakları estetik değer yaratmak için en yüksek düzeyde kullanmalıdır. O böyle
söylemiş bu iyi şair şöyle demiş söylemlerini bir kenara bırakıp şair bilinci
içinde sesinden sözüne, anlatımından çağrışımına, anlamından coşumuna kadar
neyin ne olduğunu şiirde bir bütün olarak görmelidir.
Şiir; karakterini, tutumunu, dış dünyaya yansıtma ereği olan özü, ezgili
ses birlikteliği ile yayma olanağına sahiptir. Ses önce anlama, anlamdan
yapıtın amacına yönelir ve harflerle değil sesle dış dünyaya açılır; sessiz
okumada bile beyin onun sesini tanımlayarak ve kendinde yaşayarak oluşturur.
Ezgi ekseninin etkin ve duyarlı bir duygu durumu yaratabilmesi için, ses
duygu değerine dikkat edilmelidir ve ses uyumu kurgusu bu bağlamda
yapılmalıdır. Örneğin şair, şiirinde öyle sözcük ve söz dizimi kullanmalıdır ki
okura hem söyleme kolaylığı sağlamalı hem de şiirin duygu değerini
vurgulamalıdır. Bunun yanında tonlama, ritim ve süre gibi sesbirimlerini doğru
yönlendirerek dizelerdeki anlamı okura zorlamadan vermelidir. Aynı zamanda
dizelerini, akıcı-patlayıcı-sızıcı, tonlu-tonsuz ve titrek seslerin dengesini
okur duygularını gasp edici bir tarzda kurgulamalıdır. Aslında sıradan, olmasa
da olur gibi algılanan ezgi ekseni, önemli ayrıntı gerektiren sanatsal bir
gerekliliktir. Çünkü şiirsel ezgi, bu eksen üzerinden hareket ederek duygu ve
anlam dünyasını açığa çıkarır. Sesin diğer katmanlarla estetik değer yaratma
süreci bunlara bağlıdır.
“Ses-söz dizimi ilişkisinin
doğru kurulabilmesi, sese duygu ve anlam kazandıran vurgu ve ton gibi
parçalarüstü birimlerin, söz dizimini oluşturan kelimelerin duygu ve düşünce
dünyasına uygun şekilde üretilmesiyle mümkündür.” der M.V.Coşkun. Buradan şunu söyleyebiliriz; şair, dizelerinde
kullandığı her sözcüğün ve söz tamlamalarının duygu ve anlam dünyası ile ses
birlikteliğini uygun kurmalıdır. İşte okur o zaman, şiirdeki duygu ve anlam
dünyasını uygun yer ve zamanda vurgu ve tonlama gibi birimlerle açığa
çıkarabilir. Şiirin bütününde ezgi ekseni şair tarafından sağlam
temellendirilmediği sürece, ses katmanı yetersiz kalacaktır ve şiirin bir ayağı
daima eksikliğini hissettirecektir.
Özet olarak, ezgi ekseninin anlamsal ve estetik değer üretmesi için
sadece şairin çabası yeterli değildir; aynı zamanda şiirin biçimsel özellikleri
(söz varlıklarının uyumu, imleme ve yazım kurallarının doğru kullanımı) ile
okurun anlamlandırma yetisi önem kazanmaktadır. Yine de şairin dili doğru
kullanması, ses ile anlamın uyum ve duygu değerini yerli yerinde kurgulaması
ilk koşuldur.
Şiirsel Ezgi Ekseni
Şiirsel ezgi, şiirin duygu
ve anlamını en etkin şekilde ortaya çıkaran sesli okuma biçiminden doğar. Şiiri
tamamen sessiz okuduğumuzda bile içimizde duyduğumuz ses bütünlüğü şiirsel
ezgiyi iç dünyamızda doğurduğunu duyar gibi oluruz. Şiirsel ezginin müzik
değeri taşıdığı kabul edilmiyor olsa da kendi ses bütünlüğü içinde duygu ve
anlamı yansıtma yeteneğine sahip olması nedeniyle müzik ile yakın ilişki içinde
olduğunu söyleyebiliriz. Hemen şu sıralamayı yapayım ve ayrıntılarına sonra
girelim. Hâlihazırda kullandığımız sesleri, müziksel ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma ezgisi olarak nitelik ve
nicelik sırasına koyabiliriz. Tanımlayabilmek ve ayrıntılarını açabilmek için
böyle yapmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu sınıflandırma benim
yorumumdur ve teknik olarak doğruluk değerine ilişkin kararı sesbilim
uzmanlarına bırakmak isterim.
Şiirsel ezgi ekseni,
duyuların algı gücünü artırmak, bir şiirin anlamını, duygu değerini en etkin
ortaya dökmek, söz söyleyiş biçimini, ses benzeşimlerini kullanmak gibi birçok
teknik ve beceri gerektiren özelliklere sahiptir. Öncelikle, okurun şiirsel
ezgiyi oluşturabilmesi, şairin şiirsel ezgiye yönlendirecek ses uyum düzenini
yerinde kurmasına bağlıdır. Yani sese ilişkin kurulan temel, ne kadar
sağlamsa okur da o oranda ses uyumunu yetkin kullanabilecektir. Şairin şiirinde
ortaya koyduğu ses uyum niteliği, doğrudan şiirsel ezginin duygu ve anlamını
daha saydam ortaya çıkarmasını sağlayacaktır.
Ben şiirde ses katmanına
şöyle bakıyorum: Müzik ezgisi ile doğal konuşma ezgisi arasında, müziksel
olmayan ancak doğal da olmayan bir ezgi
ekseninin olduğunu düşünüyorum. Konuşma ezgisi, insanın davranışları ve
sahip olduğu nitelikleri gereği istemli ve istemsiz seslerle ürettiği doğal bir
ezgi sürecidir. Müziksel ezgi ise her ses biriminin belirli kural, süre ve
isimlendirmeler ile tanımlanmış ve düzenlenmiş özel ses akış düzenidir. Yani
müziksel ezgi, bir duygu ve düşünceyi yansıtmak üzere oluşturulmuş, her bir ses
birimi düzenli ve tanımlı sesler bütünüdür. Konuşma ezgisi ile müziksel ezginin
arasında belirgin bir ayrım vardır; çünkü müzik bir bilim alanı ve bilgi
disiplini olan bir sanattır. Her iki ezgi pratiğini incelediğimiz zaman,
konuşma ve müziksel ezginin birbirlerinden ayrılması tamamen teknik boyutu ile
ilgilidir. Konuşma ezgisi doğal, müziksel ezgi ise teknik boyutu olan bir
uygulamadır. Bu iki uygulamayı şiir açısından düşündüğümüzde nasıl bir sonuca
ulaşırız? Her ikisinin de tanımına uymayan “şiirsel ezgi”den söz edebiliriz. Şiirsel ezgi, şair tarafından şiire özgü
oluşturulmuş, ses, anlam ve anlatım düzenine uygun biçimlenmiş ve okur
tarafından parçalarüstü birimler yardımıyla oluşturulan ses düzenliliğidir. Konuşma
ezgisi ve müziksel ezgiden farklı olmakla birlikte hem konuşma ezgisi ile
örtüşür hem de müziksel ezgiye yakın durur, diye düşünüyorum.
Resitatif müzik diye
adlandırılan ezgi biçimi vardır. TDK Büyük Türkçe Sözlüğü “Resitatif” sözcüğünü “Belli bir melodi olmadan konuşma biçimiyle söylenen, müzikli, anlatı”
şeklinde açıklar. Opera ve tiyatroda şarkı söyler gibi ezgisel konuşmayı, tonlu ve vurgulu
sözlerin birbirine geçiş sağladığı bir seslendirmeyi örnek verebiliriz. Konuşma
ve şiirsel ezgiyi, bir müziksel ezgi gibi müzik dilinde göstermek gerekliliği
yoktur. Resitatif ezgi teriminden hareketle, şiirsel ezginin yeni bir tanımlama
olmadığını söyleyebiliriz. Sözünü ettiğim ezgi türü, zaten müzik terimleri arasında
tanımlıdır. Ancak şiirsel ezgi, konuşma ezgisine daha yakın durur; resitatif
ezgiden de çok uzak olmadığını değerlendiriyorum.
İnsanın kişisel dünyasının
ortaya koyduğu konuşma ezgisi ile tek veya çoğul ses düzenlerinin sanatsal
anlamda oluşturduğu ezgi, ses oluşum açısından aynı şeyi ifade ediyor olsa da
aralarında önemli bir fark vardır. Her şeyden önce müziksel ezgi, insanın
çabası ile özel bir üretimdir. Sanatsal içerik taşır. Şiirsel ezginin sanatsal
özellik taşıması için, insan sesi olanakları ölçütünde teknik ve özel ses
yöntemleri (ton, ritim, süre vd. gibi)
uygulamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü şiirsel ezgi, sesin
olanaklarını kullanarak algıyı uyarmak, sözün duygu değerini daha vurucu ortaya
çıkarmak, anlamı yönlendirmek ve daha güçlü kılmak için özel bir çaba
gerektirir. Başka bir deyişle, şiirsel ezgiyi oluşturmak için ses uyumuna
yönelik bütün olanakları yüksek düzeyde kullanmak gerekir.
Ton, vurgu, ritim, süre,
durak gibi parçalarüstü birimler, ünlü ünsüz uyumu, sesli harflerin ince kalın,
düz yuvarlak gibi pratik ses özellikleri önemlidir. Bunun yanında patlayıcı,
sızıcı, akıcı, tonlu, tonsuz, titrek seslerin kaynaşması şiirde ses uyumu
açısından dikkat edilmesi gereken ölçütlerdir. Garip şiiri de dâhil olmak üzere
günümüze kadar yazılmış şiirler arasında ses açısından çok güçlü şiirlerin
olduğu gerçektir. Türkçenin ses özellikleri, ünlü zenginliği, özellikle ses
benzeşim zenginliği ile ardışık sözcüklerin kaynaşmasından doğan ses düşmeleri
şiirsel ezgiyi kolaylaştırmaktadır. Gördüğüm kadarıyla Türkçe, şiirsel ezgi
için oldukça yatkın ve uygun bir dildir.
Bunalımlı duyguyu, sıkıştığı
ortamdan kurtaran ezginin yüceliğini kabul etmek durumundayız. İşitme duyusunun
bütün duyu biçimlerini kontrol altına aldığını, etkilemede ve yönlendirmede
başat konumda olduğunu bilmek ve buna göre hareket etmek gerekir. Şiirin
ezgisel bir olanağı vardır ve bu olanak şiirin sanatsal etkinliğini sağlar.
Ezginin gücünü, zihni ve duyguları hazza götürücü bir ortam yaratacak biçimde
şiirde kullanmak ise sanatsal bir beceridir.
Şiirsel ezgi, bir şiirin
bütün varlıklarıyla dış dünyaya açılan penceresidir. Başka bir söylemle, şiirde
anlam ve duyguyu dış dünyaya açan fiziksel bir eksendir. Ne var ki bu
pencerenin varlığı ve yokluğu ile niteliği hakkında fikir yürütebilmek, ses
olanaklarına egemen olmayı gerektirir. Örneğin dize iç ses uyumunda, patlayıcı
tonsuz ses ile sızıcı tonlu sesi bir arada kullanmanın kulağı
tırmalayabileceğini, iç ses uyumunu bozabileceğini öngörmek gerekir. Bunlar
bilindiği takdirde, patlayıcı tonsuz ses içeren sözcük yerine, kulağı
tırmalamayan eş anlamlı başka bir sözcük kullanılması tercih edilebilir. Bunun
gibi ses ve sözcük kullanımının sınırsız oluşu şiir açısından ve ses uyumu
açısından önemli bir olanaktır. Türkçenin eş anlamlı sözcükler konusunda diğer
dillere oranla çok daha zengin olduğunu söyleyebiliriz.
İnsanın on dört farklı
duyusunun olduğunu biliyoruz. Bu duyular içerisinde işitme duyusu farklı bir
özelliğe sahiptir. Dış dünyanın doğal ve yapay sesleri yanında, duyusal,
metafizik ve manevi dünyanın ruhsal kodlarının algılanmasında başat duyudur.
Duygusallık, metafizik ve maneviyat; kişide en fazla merak uyandıran, insanı
etkisi altında tutan, anıları tekrar yaşama arzusu doğuran, estetik değeri daha
kolay algılatan durumlardır. Duygusal, metafizik ve manevi ortamın kişide görme
ve anlam bulduğu yer, doğadaki yapay ve doğal seslerin ezgisidir ve bu ezgiye
kişi tarafından verilen anlamdır.
Özet olarak;
müziksel ezgi, resitatif ezgi, şiirsel ezgi ve konuşma ezgisi şeklinde
kuramsal, nitelik ve nicelik bakımından bir sıralama yapabiliriz. Bu durumda şiirsel ezgi, kendi bağlamında ele alınıp ilgili disiplinlerle
ayrıca incelenmesi gerekir.
DURUMSAL ESTETİK DEĞER
TABAKASI
İçinde bulunduğumuz doyumsuz sistem,
doyumsuz ve bilgili insanlarını kendine bağımlı kıldığını, istediği kıvama
getirdiğini, dikte ettirdiğini ve bireysel estetik algı ve estetik yargısını
yavaş yavaş olumsuz yönde dönüştürdüğünü net olarak görebiliyoruz. Bu çağımızın
en büyük sorunlarından birisidir.
Şiirdeki estetik değer ve okurdaki estetik kaygının karşılıklı ilişkisi,
zihinsel ve duygusal bir süreçtir. Bir sanat eseri veya bir şiirde ulaşılması
gereken hedef, okurda duygulanımı, duyarlılığı güçlendirmek ve haz duymasını
sağlamaktır. Şiirdeki estetik değer ve okur estetik algısından doğan ilişki,
estetik araştırmalarında ayrı ayrı ele alınıp incelenmiştir; ancak eserle insan
arasındaki duygusal ilişki bununla bitmiyor. İşte burada estetik değer ve
estetik algıya doğrudan etki eden, mutlak ve vazgeçilemez bir durum daha
vardır; ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür gibi… Aslında bu
durum, okur, sanatçı, eser ve eleştirmenin ortak paydasıdır ve estetiğin
çarpanlarından olan temel bir inceleme konusudur.
Şiir Çözümleme Tekniğini
oluştururken, Estetik Katmanını, estetik biliminin öngördüğü esaslar
çerçevesinde incelemeyi benimsedim; ancak ‘Durumsal estetik değer tabakası’
diye bir tabakadan daha söz etmek gerektiği ortaya çıktı. Bu tabaka, günümüze
kadar farklı biçimlerde dillendirilen konulara ilişkin tanımlamadır ve
içerisinde oldukça fazla parametreye barındırmaktadır. Bu nedenle; şiirdeki
estetik katmanını, ‘Şiirdeki
Estetik Değer Tabakası, Okurdaki Estetik Algı Tabakası ve Durumsal Estetik
Değer Tabakası’
olarak incelemenin daha açıklayıcı olacağını
düşündüm.
Durumsal
Estetik Değer Tabakası, şiir, okur ve şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumuna katkı veren
durumların duyusal bir varlık tabakası olarak ele alınmasıdır. Başka bir
söyleyişle, şiirdeki estetik değer ve estetik algıyı etkileyen durum ve
koşulların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi
birikimi gibi) incelenmesi ile etkilerinin görünür kılınması için
sınıflandırılmış bir tabakadır.
Durumsal Estetik Değer
Tahsin Yücel, Eleştiri Kuramları kitabında Olgucu Eleştiriyi incelerken
Mme De Stael’den bir alıntı yapar. “Mme
De Stael’e göre, bir halkın düşünce ve duygularını ortak yaşamı belirler her
zaman, bu ortak yaşam da söz konusu halkın yaşadığı yerin iklimine, bağlı
olduğu siyasal kurumlara, dine ve yasalara bağlıdır. Bu belirleyici koşullar
değişecek olursa halkın yazınının da değişmesi gerekir.” demektedir. Şiirin
estetik değer tabakası ve okurun estetik algı tabakası ayrı ayrı
incelenmektedir. Mme De Stael‘in dediklerini dikkate alırsak, bu iki tabakaya
mutlak etkisi olan ortam, coğrafya, teknik, zaman, kültür ve bilgi birikimi
gibi etkenleri ayrıca estetik incelemelere dahil etmemiz gerekir. Şair, şiir ve
okur; doğduğu ortamın karakterini, kültür değerlerini, duygu ve yargılarını
taşımak zorundadır. Beğeni kültürü, çağın ve ortamın kültür değerleri ve bilgi
birikimiyle doğru orantılı gelişir ve dönüşür. Beğeni kültürü, sanat eseri gibi
uzam ve zaman içinde bir evrime tabidir. Bu yüzden şair, şiir ve okurun doğduğu
ortam, kültür ve zaman, beğeniyi mutlaka etkileyecektir; olumlu veya olumsuz
dönüşüme sokacaktır. Çünkü estetik kaygı doğal olarak insanda var olan bir
duygudur; iklim, kültür, uzam, bilgi ve zaman gibi etkenlere bağlı olarak
yeniden yapılanır, öğrenilir ve biçimlenir. Kültür, dil, doğal koşullar, yapay
koşullar, inançsal ve ahlaki kabuller, ister istemez yaşam biçiminden eserin
biçemine, sanatsal yönelimden beğeni kültürüne kadar pek çok şeyi
etkileyecektir.
Şiirin; öz, içerik, biçim ve biçeminde zaman, uzam ve ortam ile kültürel
birikimler önemli etkenlerdir. Aynı şekilde insanın estetik algı ve estetik
yargısındaki dönüşüm bu etkenlere bağımlıdır. Dolayısıyla estetik değer
dediğimiz duygusal görünme biçimi, dinamik bir sürece dahildir ve zaman, uzam,
kültür ve insanın evrimsel sezgisine koşut değer alır.
Şiirin duyusal görünme biçimi, -ki buna estetik değer diyoruz-
sosyolojik, psikolojik, fizyolojik olgular ile yaşamsal ve toplumsal olguların
yapılandırdığı bir duyusal alandır. Diğer bir söyleyişle, sosyolojik,
psikolojik, fizyolojik ve toplumsal olgular ile çevresel etkenler sanatçı ve
sanat üzerinde değişim yaratabilme gizilgücüne sahiptir. Bu nedenle, şiirin
doğumunda temel olan etkenler ile şairi etkileyen uzam, kültür ve zamanın
ayrıca estetik incelemelerinde ele alınması gerekir. Sanatsal yaratıların
temelinde yatan düşünsel ve duyusal olgular, zaman, ortam ve kültürel
değerlerden beslenirler. Estetik yaşantıyı, başka bir söylemle estetik algı ve
değer yargısını, bu açıdan ayrıca ele almalıyız, diye düşünüyorum.
Bu incelemede, şiirin görünüşüne yansıyan, okur ve şairin düşünsel ve duyusal
dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik,
zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi) ortaya koyduğu estetik değer ve
estetik algıya “Durumsal Estetik Değer Tabakası” diyeceğim.
İnsandaki haz duygusu ne kadar ortama bağlı bir ruh durumu olgusu ise,
şiiri veya sanatı yaratan imgelem de yine ortamdaki değerlerin, algı biçiminin
ve artalan bilgisinin bir ürünüdür. Durumsal Estetik Değer Tabakası olarak ele
aldığım alan, hali hazırda içinde yaşadığımız sosyal ve sanatsal ortamın insan
ve eser üzerindeki duyusal etkileşimin isimlendirilmesidir.
İnsan estetik algısı, üretilmiş kültür varlıkları, dil, düşünce,
toplumsal ve çevresel etkenlerle teknoloji gibi ögeler, eserin üzerinde ayrı
bir estetik değer yaratma gizilgücüne sahiptir. Tahta baskı resim yerine,
bilgisayar görseli daha ayrı bir değer yaratabilir. Bu teknolojik bir ortamdır.
Bunun yanında karasal iklimde, tropikal iklimde veya deniz kıyısında yaşayan
insanın beğeni kültürü ve var edilen kültür varlıkları arasında farklılıklar
olacaktır. Ortam, zaman ve kültür gibi etkenler ister istemez hem eserdeki
estetik değeri hem de insan beğenisini, yani estetik algısını etkiler.
Dolayısıyla insanın algı ve yargıları ile yazdığı şiir, ürettiği sanat bu
bağlamda şekillenmek zorundadır.
Okur ve şairin estetik değer ve yargısı, değişik etmenlerle
değiştirilebilir. Uzam ve zamanın şiirde yarattığı estetik değer de gelişime ve
dönüşüme bağlı olarak değişebilir. Güzellik ve güzeli görme ilişkisi algı ve
kullanılabilir malzeme ile ilgili olduğudur. Aynı zamanda güzeli yaratanın da
uzam ve ortamla ilişkili olduğudur. Fransız Düşünürü
Hyppolite Taine (1828-1921)’in Ortam Kuramı (Milieu Kuramı), bu konuyu
açıklamak için yardımcı olabilir.
Toplumların ürettiği kültür varlıkları, söz varlıkları ile paraleldir.
Kültür varlıkları derken, soyut ve somut üretilmiş, tasarımlanmış ve insan
anlağında tanımlanmış tüm varlıklardan söz ediyorum. Üretilmiş soyut ve somut
her varlığın göstereni dünyanın neresinde üretilirse üretilsin, gelişmiş
dillerde söz varlığı olarak mevcuttur ya da henüz dillerine girmemiştir. Soyut
olsun, somut olsun, fiziksel olsun, sanal olsun, her tür tasarım ve kültür
varlığı insan anlağında bir gösterilen olarak öğrenildiğinde imgelemde beden
bulma olasılığı taşır. İnsanın yaşadığı çevresel koşullar, önüne değişik
seçenekler sunar ve bunlardan size en yakın geleni seçmek durumunda kalırsınız.
Biz biliyoruz ki önümüze konan seçenekler arasından iyi ve güzel olanı kendi
özgür irademiz ile seçip, beğenip haz duyuyoruz. Keşke öyle olsaydı! Dünya ne
kadar güzel ve özgür olurdu!
İnsan sosyal varlıktır, doğru. İnsan kendi özgür iradesinin kullanabilir,
doğru. Ancak her insan değil. Bilgi, algı, düşünme, anlama ve açıklama
özellikleri ile duygu hareketleri oturmuş insan özgür iradesini kullanabilir.
Üzüm üzüme bakarak kararan insan değil. Midesinden bağımlı hale dönüştürülmüş,
sekiz saat mesaiye bağımlı, reklam, dizi, öğretiler gibi algı dönüştürme
ortamında sıkıştırılmış okumayan bir insan, gerçekten özgür iradesini
kullanmakta mıdır? İstanbul’un hava kirliliği, gürültüsü ve trafiğinin içinde
bir insan gerçekten özgür müdür? Zorunlu mudur? Yoksa yaşamak için, sistemin
ürettiği tehlikelerden mi kurtulmaya çalışmaktadır?
Ortam, çevre ve insanlar arası sosyal etkileşim gereği, estetik algı ve
estetik değer yargısı farklılık gösterir. Kısa zamanda olmasa bile uzun yıllar
sonra bu değişebilir, dönüşebilir. Eğitim seviyesi, kültürel birikimi gibi etkenler
ile estetik algı ve estetik değer yargısı az ya da çok yüksek olabilir. Buna
Prof. Dr. İsmail Tunalı Estetik Beğeni kitabında, “Beğenide görecelilik” diyor.
Şiirde veya herhangi bir sanat eserinde estetik katmanı somut ve mutlak
sonuçlar doğurmaz. Çünkü estetik katmanı içinde var olan verilerin büyük bir
çoğunluğu sübjektif ve insan algısına bağımlı bir durumdur. Nesnel ya da
duyusal güzelliğin değeri biraz da kültürel birikimle doğru orantılıdır.
Her sanat eserinde olduğu gibi her şiirin doğduğu bir kültür ortamı
vardır. Kendine özgü havası, dili, iklimi, zaman ve yer gibi doğum ve
gelişimine etki eden içsel ve dışsal koşulları olacaktır. Şiirin anlatımından
anlamına kadar uyum içinde olma zorunluluğu olan kültürel ve sosyal değerler
dengesi vardır. Sanat tarihi derken bir anlamda insanlık tarihi, insanlığın
imgelem tarihi ve beğeni kültürü belirtilmektedir.
Beğeni kültürü, endüstri ve toplum mühendisliği ile istenilen doğrultuda
dönüşüme sokulabilir. Bunun örneklerini pek çok alanda göstermek olasıdır.
Durumsal Estetik Değer Tabakası, bu bağlamda düşünüldüğünde üzerinde dikkatle
durulması gereken bir fenomendir. Çünkü beğeni kültürü dediğimiz olgu, bu
düzlem üzerinde kendini var eden bir olaydır. Eserdeki estetik değeri,
izleyicideki estetik algıyı anladık; ancak
her iki tabakayı da etkileyen ortak ölçütleri yok sayma lüksümüz var mıdır?
İşte bu durumu, “Durumsal Estetik Değer Tabakası” tanımlaması ile ele almamız
gerektiğine inandığım için bu sınıflandırmayı yaptım. Durumsallıktan kastım,
zaman, mekân, kültürel coğrafya, insan algı ve kültür birikimi ile beğeni
süreci, aynı zamanda kültürel değişimin değişmezliğidir; yani bunların
toplamını karşılayan duyusal, sayısal, sanal, nesnel ve dinamik
“ortamdır”.
Durumsallık sözü, bildiklerimizle çelişen bir durum gibi gelebilir. Sanat
eseri duruma uymaz, bulunduğu duruma ve ortama şekil verme amacına yöneliktir.
Şiir doğduğu ortama karşıdır diye söylenir; ama açıklanmaz nedeni. Açıklansa
bile politik öğreti ve bölünmüşlük sendromlarına dayandırılır. Son iki tümce,
sanat yaratımı ve yaklaşımı açısından doğru kabul edilebilir. Burada, ortamın
uyumluluğunu değil; ortamdaki değerlerin sanatçı ve okur üzerindeki etkisini
ele alıyoruz. Durumsallık söyleminden kastım; şiirin doğduğu ortamdaki nesnel,
sanatsal ve kültürel değerler ile bilimsel, sanatsal ve kültürel yansının
insandaki algısal karşılığıdır. Aynı zamanda insan algısını besleyen, bilimsel,
sanatsal ve kültürel değerlerin şekillendirdiği insandır ve şiirdir. Zaman,
mekân ve kültürel birikimin eser üzerindeki etkisi ile insanın kültürel
birikimi, beğeni kültürü ve algı biçiminin toplam görünümü olarak düşünmeliyiz.
Benim değerlendirmeme göre, şiir veya herhangi bir sanatsal yaratıda bu
tanımlama önemli bir yere sahiptir. Nesneler, soyut tasarımlar ve insan ile
bunların duygusal etkileşimleri; zaman, yer ve insan algı biçimine göre
değişiklik göstermektedir. Bu değişiklik, estetik algı ve estetik değer yargısı
için önemli bir ölçüttür. Örneğin gönül sözcüğü, anlamsal değer ve duygu
geçirgenliği açısından günümüz gencinin anlağında yıpranmış bir söz varlığıdır.
Ancak gönül veya gönül bağı dediğimiz zaman, bu söz ve deyimin anlamsal ve
çağrışımsal karşılığını anlatmak için fazladan birkaç cümle kurmak zorunda
kalırız.
İnsanın kültürel algı süreci; tehlikeli ve kara bir dönüşümün kurbanı
olabileceği gibi, çağdaş normların üstüne taşınması için algı ötesi değerler de
üretebilir. Sanata tarihsel açıdan baktığımızda, sanat hem tehlikeli kara bir
dönüşümün kurbanı olmuş hem de çok önemli gelişmeleri sayfalarına not
ettirmiştir. Bir öngörüdür; gerçekleşmesini hiçbir akıl destekleyemez, ancak
coğrafyamızdaki sanat, beğeni kültürü ve estetik algı, tehlikeli kara bir dönüşümün
kurbanı olmaya aday görünmektedir. Bu çıkarımı görmek için uzağa gitmeye gerek
yoktur. İçinde bulunduğumuz toplumun katmanlarını izlemek, bu öngörünün hakkını
teslim etmek için yeterlidir; ancak yine de iyimser bakmakta fayda olduğunu
düşünenlerdenim. Geleceğin insanı, çağdaş kazanımları ile gelecek tasarıları
üzerine daha güzel şeyler koyabileceğini ve bu sorunları aşabileceğini gösteren
belirtilerin olduğunu söyleyebiliriz. Belki bizler harcanan kuşak olarak
tarihte yerimizi alacağız; ancak gelecek kuşaklar, kesinlikle kendine yaraşır
temiz dünyayı kuracaktır.
Durumsal Estetik Değer Tabakasını, şimdilik bulunduğumuz coğrafya
açısından karamsar bir tablo içinde ele almamız gerekecektir. Anlamı
cılızlaştırılmış sanat eserleri ve güdülenmiş günümüz insanının estetik algı ve
estetik değer yargısı sorgulanmaya açıktır.
Kültür endüstrisi, yozlaştırılmış değer yargısı, algı operasyonları,
ırk, ideoloji ve inanç gibi etkenler, ayrıştırılmış akışkan bir kitle yaratmıştır.
Ayrıştırılmışlık sendromu içinde yüzen akışkan insan topluluklarının sanata
ilişkin estetik algı ve estetik değer yargısını nasıl olumlu görebiliriz?
Sözünü ettiğim bu hastalığın tedavisi yine “sanatsal yaklaşımlar” olduğunu
söylersem bir kısır döngüden söz ediyorum gibi anlaşılacaktır. Gerçek şudur ki
algı süreci bozulmuş, ayrıştırılmış akışkan kitleler, önyargı ve saplantılar
ile çıkar gruplarının güdümünden kurtarılabilirse bu söylediğim tez, hiç yabana
atılır gibi gelmiyor. Bu olumlu eylemi gerçekleştirebilecek dört şey vardır
bana göre; dürüstçe ve çıkar kaygısı gütmeden yapılacak “Sanat Eğitimi, Beğeni Yönetimi, Duygu Yönetimi ve Sevgi Eğitimi”dir.
Durumsal Estetik Değeri, deneysel bir sonuç veya kaynaklara dayanmadan,
bu günkü deneyim ile mevcut uygulama ve algı biçimlerinden somut olarak
anlayabiliriz. Şiir açısından, estetik değer taşıyan söylem, dil yetisi, simge,
yaslanılan mit, kahraman gibi unsurlar önemli olanaklardır. Bu olanakların
bizleri nasıl bir katmana taşıdığını somut olarak duyabiliyoruz. Şiir veya
sanat yapıtı ortadadır, alanda kazandığı sonuç ve yitirdiği değer kolaylıkla
kendini göstermektedir. İnceleme ve okumasını bilenler, değer yitimi ya da
kazanımın nedenlerini açıkça anlayabilmektedir. Şair, kullandığı söz
varlıklarını, söz varlıklarının taşıdığı duygu ve anlam değerlerini sanat
normları gerisine düşmeden öyle işlemelidir ki okurda; imgelem, çağrışım, üst
anlam, heyecan, hayranlık ve coşumu yaratabilsin. Bu durumda, estetik değer
yargısı kendiliğinden kuşatılmış olur.
Estetik değer yargısı, insanın salt psikolojik durumu ile doğrudan
ilişkilidir diyemeyiz. Estetik yargının bireyüstü bir zorunluğu ve genelliği
olduğunu söylüyor Kant. Bu doğrudur; gözlemlerimizden bunu çıkarabiliriz. Ancak
zorunluluk ve genellik taşıyan estetik yargı, sanatın evrensellik katmanında
kendini gösterdiğini düşünüyorum. Selimiye Camisi’nin estetik olmadığı
çoğunlukla söylenemez; çünkü yapıldığı zamanın koşulları, tarihsel, mimarı,
azamet, oran, simetri, konuş ve incelik gibi evrensel değerler taşıyan bir
yapıdır. Her bireyin beğenisini kazanan bir şiir de aynıdır. Bireyüstü
zorunluğu ve genelliği taşıyacak bir şiir, şiir gibidir. İncelememde yer yer
değindiğim gibi, şiir, duygu, zihin, mantık ve aklı evrensel normlara taşıyacak
değerleri taşımalıdır. Okuyanı/dinleyeni, kendi içine çekip sımsıkı kavramalı,
ruhunu bir üst katmana taşıyarak varoluşunu duyumsatmalıdır. Şiir önce naif bir
biçimde kendini sevmeli, sonra okuyanı sevmelidir.
Ortam sanatçıyı etkiler, sanat eserini etkiler, insanın duyusal dünyasını
değiştirir, düzenler veya kötüleştirir. Örneğin bulutlu ve sisli bir günle,
güneşli bir bahar sabahı, farklı bir estetik değer ve estetik kaygı yaratır.
Kısaca söylemek gerekirse, bu tabakanın özü, şairin ve şiirin bulunduğu ortamın
havasından aldığı ışıktır, değerdir, güzelliktir. İnsanın algı biçimi, söz
varlıklarının insandaki duygu ve anlam değeri, eserin doğduğu ortamda inşa
edilegelmiş olgulardır.
Ortamın şiire yansıyan karakteri ile insan estetik algısına seslenen
şiirsel değerler, durumsal estetik değeri oluşturur. Bu konu, ontolojik
estetiğin ayrıştırılmış bir alanı olmasa da böyle bir gerçeğin varlığını ele
almak zorundayız. Çünkü şiir veya herhangi bir sanat eserinin estetiği hakkında
inceleme yaparken ya da sanat üretirken önemli bir bileşen olarak dikkate
alınmalıdır. Bilinçli üretilen hiçbir sanat eseri, yarın tüketilmek üzere
üretilmez; geleceğe ulaşması için üretilir. Kalıcı ve zamana karşı dinamik bir
eser üretmek istiyorsak, eserin nesnel ve duyusal dünyasına etki eden tüm
bileşenleri ele almak zorundayız.
Sonuç olarak Durumsal Estetik Değer Tabakası; şair ve okuru, bunun
yanında sanat eserini etkileyen başat bir tabakadır. Sanat dünyası aynı zamanda
yaşamın sürdürülmesi için kazanç kapısı şekline dönüşmüştür. Resim, dans,
müzik, tiyatro ve plastik sanat kurslarından örgün sanat eğitimlerine kadar bir
yığın insan iş olanakları elde etmektedir. Kazanç kapısı haline dönüşmesi de
yaşamın bir geçeğidir. Bunu göz ardı edemeyiz. Böyle olması demek, ister
istemez sanatta popülist bir yaklaşım gerçeğini ortaya çıkarmak demektir. Bunun
anlamı ise şiirin ve bütün sanat alanlarının genel ortamın tutumuna göre yön
belirlemesi demektir.
Yapıtın amacı; haz doğurmak, insanı ve geleceğini kavramak, var olduğunu,
yetkin ve güzel olduğunu haykırmaktır. Okurun beklentisi ve yönelimi güzellik
karşısında estetik yaşantıya girme amacı taşır. Her iki ayrı öznenin (şiir ve
insan) bir katmanda buluşması, yani insan ve şiirin estetik yaşantıyı doğurması
şair ve şiirin, sanatçı ve sanatın temel amacıdır. Nasıl ve hangi amaçla şiir
yazarsanız yazın, insanın gen haritası değişmedikçe, insan aklı yeni
gerçekliklere ulaştıkça, estetik değer, estetik yargı, beğeni kültürü veya
estetik yaşantı dediğimiz olgu, şiirle gelişim ve dönüşüm içinde olmak
zorundadır. Bu, bilginin evrimsel yasasıdır; sanat ve şiirin de evrimsel
sürecidir. Değişmeyecek bir şey varsa, o da sanatın insanın nihai ereği ile
doğrudan ilgili bir sonuç olduğudur.
Şair ve eleştirmen, kalıcı şiir yazmak, nesnel değerlendirme yapmak ve
geleceğin sanatsal yönelimlerinde etkin olmak istiyorsa, özellikle söz ettiğimiz
“Durumsal estetik değer etkenlerini” iyi okumalıdır ve bu etkenleri şiire
giydirme konusunda yetkin olmalıdır.
ŞİİR
ELEŞTİRİSİ VE ÖDÜL İLİŞKİSİ
Şiir eleştirisiyle şiir yarışmaları
arasında bir bağıntı var mıdır? Eleştirmen ve seçici kurulda görev alan
şair-yazarlar, bu bağıntı hakkında düşünüp yazmışlar mıdır? Herhangi bir yerde
karşılaşmadım. İşte bu denemede, şiirin olmazsa olmaz iki etkinliğinin yöntem
bakımından birbiriyle bağıntılı olabileceğini dile getireceğim. Bazı konular
dillendirildiğinde ilginç düşünceler ortaya çıkabilir. En azından bir arayış
olsun isterim. Şiir yarışmaları ve eleştiri sistemi, üzerinde özellikle
durduğum, katkı sağlamaya çalıştığım bileşke bir konudur. ‘Yeni ve
farkındalıklı şeyler çemberin dışına çıkılarak yaratılabilir’ düşüncesinden
hareketle, bu konunun tartışılmasında yarar olacağını düşünüyorum.
Yazınımızda şiir yarışmaları ve
eleştiri sistemi, muğlak bir durumdadır. Kimin neyi nasıl eleştirdiği, kimin
bir şiire hangi gerekçeye dayanarak ödül verdiği, üstünkörü bir uygulama gibi
geliyor bana. Sürekli şikâyet ve
tartışma konusu olmasına karşın uygulanabilir bir yöntemin geliştirilemediğini,
çözüm üretilemediğini, atadan kalma alışkanlıklarla sürdürüldüğünü düşünüyorum.
İyi şiir yazmak ve iyi bir şiir
kültürü oluşturmak için saygın bir ödül ve eleştiri sisteminin oluşturulması
gerektiğine inanıyorum. Bu iki alanın saygınlığı, güvenirliliği, eğiticiliği,
özendiriciliği; dinamik bir sistem, bilimsel ve kuramsal bir yaklaşımla
sağlanabilir. Bu demektir ki ödül ve eleştirinin hareket noktası, gelip sanat
biliminin kucağında birleşir. Diğer söyleyişle, kuramsal bilgi, araştırma,
inceleme, yöntem ya da sistem gerektirir. Ne var ki şairlerimizin kırılamaz
kabulleri, mutlak doğruluğuna inandığı alışılmışlıkları vardır. Bunlar engelin
en büyüğüdür. Görmek için bakmamak ve yerleşik bilgilerinin sarsılacağından
korkup yeni bilgiyi reddetmek. Zamanaşımına uğramış bilgilerden kurtulup
kurumsal ve bilimsel yaklaşımın gerekliliğine inanmış olsak şiire açık bir gökyüzü
bağışlamış olacağız. Eleştiri ve ödül sistemine de…
Şiirde doğru yoktur; yapıt
doğruluğuyla değil, estetik değeriyle ölçülür. Sınır yoktur; aklın ulaşmakta
zorlandığı yerlerdedir. Bilgi üretmez, bilginin yarattığı değerleri daha
farkındalıklı göstermeye yönelir. Her ne olursa olsun her sanat dalının;
kendine özgü yapısı, sesi, dili, varlıkları ve bütünlüğünü oluşturan parçaları
vardır. En önemlisi de insan üzerindeki yükü ve etkisi… Kısacası sınırsız bir
uzaydır. İşte bu yüzden bütün bilimlerin eşgüdümü altında sanat bilimini (sanat
felsefesi, sanat sosyolojisi, sanat psikolojisi ve estetik bilimi) gerekli
kılar. Eleştiri ve ödül sistemi de buna koşut hareket etmelidir.
Şiir eleştirisi, kendine özgü bir
sanattır. Yazar, şair ve okurun önemli bir eğitim kaynağıdır. Şimdilik etken
olmasa bile amacı gereği böyledir. Önde gelen işlevi, bir yapıtın etkinlik ve
yetkinliğini ortaya çıkarmaktır. Şaire eksikliklerini, okura görünmezleri
göstermektir. Bunun yanında geliştirici, yaratıcılığa yöneltici ve özendirici
bir işlevi vardır. Tıpkı ödül gibi…
Sanatta ödül ve alkış, sanatçının
enerji kaynağıdır. Ödüllendirmenin saygın ve güvenilir olması da marş
motorudur. Hak edenin hakkının verildiği yerde; doğruluk vardır, yerindelik
vardır, güven vardır, sanata sanatçıya saygı vardır, yarışma vardır. Öyleyse
şiir ödül sistemini, sanatçı duyarlılığına yakışır bir şekilde düzenlemek
gerekmez mi?
Ödül; etkin,
yetkin ve estetik değer taşıyan şiire verilmelidir. Bunun belirlenebilmesi
için bir sistem ya da yöntem gerekir. Şiir yarışmalarındaki seçici kurul
üyeleri her ne kadar güvenilir ve saygın şairler olsa bile, sistemsiz yapılan
her işte boşluklar vardır. Bunu; doğru, saygın ve güvenilir bir yola koyacaksak
herkesin bildiği ve kabullendiği; dinamik, çağın sanat anlayışa yanıt
verebilecek bir yöntem ya da sistem olmalıdır. Bu tümce karşısında genel tavrı
bildiğim için hemen şunu eklemeliyim: Eleştiri ve şiir yarışmalarında bir
yöntem ya da bir sistem uygulanabilir mi, ölçüm yapılabilir mi, diye sormayın
sakın. Kalıpları kırdığınızda, eski bilgileri yeni bilgilerle donatıp
dönüştürdüğünüzde her şey yapılabilir. Şiir gibi açık dokulu alanlara, açık
dokulu sistemler geliştirilebilir. Yeter ki bilgi işlemeyi, kullanmayı ve
dönüştürmeyi kafamızda sınırlamayalım.
Burada küçük bir not düşmeliyim:
Yazınımızda olduğu gibi övgü ya da yergi türü bir eleştiriden, ben yaptım oldu
türü bir şiir ödül sisteminden söz etmiyorum. Bilimlerin eşgüdümüyle
oluşturulmuş kuramsal bir eleştiri ve ödül sisteminden söz ediyorum. Böyle
dinamik bir sistem var mı? Uygulanırsa var. Sanat bilimi bunların hepsine yanıt
verecek bütünlüktedir. Yoksa da her anlayışa yanıt verebilecek bir sistemin
geliştirilmesi zor değil… Ancak, bilimlerin eşgüdümüyle oluşturulmuş kuramsal
bir eleştiri ve ödül sistemini işletmek zorlu bir iştir. Deneyim, donanım,
altyapı gerektirir. Eleştirmen sanatçının ilerisinde, seçici kurul üyeleri de
şairlerden daha donanımlı, şiiri ilgilendiren bilim alanlarının ilkelerine
egemen olmalıdır.
Çoğu kişi şiir yazabilir; konuşmayı
bilen herkes dize kurabilir, sıkıntı yok… Pek çok eleştirmen eleştirel deneme
diye övgü ya da yerginin altına imza atabilir; bunda da sıkıntı yok. Pek çok
kişi seçici kurulda yer alabilir; sıralamada üstte kalanı seçip ödül verebilir,
bunda da sıkıntı yok. Bunları nasıl yaptın ve dayandığın gerekçe nedir, diye
sorduğumuzda buna doyurucu yanıt verebilecek kişi, parmakla sayılıdır. Deneyim
ve geçmişte yapılanlar, bir yapıtı eleştirmek ve bir şiire ödül vermek için
yeterli bir gerekçe olamaz. İşte sıkıntı buradadır.
Eleştirinin amacı, şiirin etkinliğini
ve yetkinliğini araştırmaktır. Estetik değer taşıyıp taşımadığını tespit
etmektir. İyi, güzel ve eksik yanlarını ortaya koymaktır. Diğer bir söyleyişle,
sanat değeri hakkında yorum yapmaktır. Şairin ve okurun yararlanabileceği
bilgileri açıp dökmektir. Bunu yapabilmek için izleyeceğiniz bir algoritma
olmalıdır. Ben iyi şairim, iyi eleştirmenim, eleştirinin en iyisini yaparım
demek; ben heybemdeki kadarını yaparım demektir. Heybeniz dolu olsa bile
bunları sırasıyla ve gereğine göre ortaya koymak için bir yöntem olmalıdır.
Şiir yarışmalarında, şiirin estetik
değeri yüksek, sanat değeri taşıyor diyebilmemiz için, varlık yapılarını
belirli bir yöntemle incelememiz gerekiyor. Sadece okumak yetmez, ayrıntılı
incelemeyle belirlenebilir. Yarışmaya başvuran yapıtlar arasında kıyas yapmak
da çözüm değildir. Kötünün biraz daha iyisine ödül vermek zorunda kalınır.
Sağlıklı bir yargıya varabilmek için, eleştiri kuramlarından herhangi biri
şiire uygulanıp etkinliği ve yetkinliği belirlenebilir. Her iki alanın amacı,
aynı sonucu gerektiriyor: Şiirin etkinliğine, yetkinliğine ve estetik değerine
karar vermek. Kanımca şiir eleştirisiyle şiir yarışmaları arasındaki bağıntı
buradadır.
Eleştiri ve şiir ödüllerinde; genel
uygulamaya, alışılmışlığa, gelenekselleşmişliğe uyum sağlamak değil işimiz;
yapıtta estetik değer varlığını, etkinliğini ve yetkinliğini araştırmaktır.
Bunu yapmak için de oldukça yüklü kuramsal bilgiye sahip olma gereği doğuyor.
Alanında yetkin kişiler bile, kuramsal bilgi deyince geride duruyor ve şiirle
bağıntısı yokmuş gibi düşünüyorlar. Kuramsal bilgiye egemen olmadan sistem
geliştiremeyiz. Sistem geliştiremediğimiz için şiir ve uygulamalarında dönüşüm
ve nesnellik sağlayamayız. Şiirde tanımlanmamış kuramları açığa çıkaramıyorsak
yeni kavramlar üretemeyiz. Kısaca anlatmaya çalışayım: Geçmişte yapılan ve
yazılanları yineler, yarın bir kez daha öbür gün bir kez daha yineleriz. Şu
şöyle yaptı bu böyle yaptı, diye alaylı bir mantığın çemberinde döner dururuz.
Bu durumda, çağdaş sanatı geçtim, modern sanatın temel kuralı olan seçkinlik,
biriciklik ve özgünlüğü asla yakalayamayız.
Sonuç olarak eleştiri; deneyim,
birikim ve kuramsal bilgi ile sistem gerektirir. Şiirin ödüle layık olduğunu
kanıtlamak için; yine deneyim, birikim, kuramsal bilgi ve yöntem gerekir.
Eleştiri ya da şiir ödüllendirmede böyle bir sistem ya da yöntem var mıdır? Ben
iyi şairim, iyi şiir bilgisine sahibim, ben iyi eleştirmenim, iyi edebiyat
bilgisine sahibim gibi bir söylemle yapacağımız eleştiri ve verdiğimiz ödüle,
çağın çocuğu inanmaz, inanmıyorlar. Bugün olduğu gibi yapıta değil isme ödül
vermeyi sürdürürüz. Eleştirel deneme yerine sayfalar dolusu övgü yazarız.
Örneğin, çoğu yarışmada ödül gerekçesi açıklanmıyor ama açıklananları
gördüğümüz kadarıyla, sanat bilimini yerle bir eden yuvarlak tümceler sarf eder
geçeriz. Bu, çağın şairine yakışan bir durum değildir. Bilgi, her yerde ve bir
parmak dokunuşu kadar yakınımızdadır… Sistemsiz, eleştiri ya da yarışma olmaz.
Sistemsiz ve yöntemsiz bir şey yapıyorsak, kayırmacılık, kotarmacılık,
hayhuyculuk birinde olmazsa diğerinde olacak demektir. Aklın yolu çoktur ama en
kısa olanı fiziksel ve matematiksel olarak yalnızca bir tanedir. Sanatın her
dalı, oldukça geniş bir alandır; bu alanda kaybolmamak için bugüne kadar
üretilmiş bir bilgi bütünlüğü vardır. Her tür sistemi kurmak, her tür yöntemi
geliştirmek için yeterlidir. 1 Ekim 2021
Ç.Türk Dili Dergisi, Kasım 2021 Sayı:405’de yayımlanmıştır.
ELEŞTİRİYE KATLANAMAMAZLIK
(Bu deneme, Vedat Günyol
2020 lV. Deneme Yarışma Dosyası’nda yer
almamıştır.)
Eleştiriye katlanamamazlık… (tahammülsüzlük…) Sanat ortamını, insan
ilişkilerini, sosyal yaşamı ve sanatı etkileyecek tutum bozukluğu. Eleştirinin
amacı bakımından ilginç ve can sıkıcı bir durum. Bu tutum, basit
bir nedene dayanmıyor. Sorunu çok yönlü sorguladığımızda altından neler
çıkacak, birlikte görelim.
Şiiriniz eleştirildiğinde nasıl tepki
verirsiniz, diye sorsak hemen hemen herkes; “Eleştirilmek, göremediklerimi
gösterir onun için eleştirene saygı duyarım” der… Gerçekte böyle midir?
Sağduyumuzu yanımıza alıp kendimize soralım. Yapıtı veya sanat anlayışı
eleştirildiğinde olumlu tepki gösteren sanatçıyla çok seyrek karşılaştım. Asıl
neden nedir, kısaca değinelim mi?
Yazınla ilişkisi ve ilgisi olanlar, az çok bu ortamın işleyişini
bilirler. Hemen hemen herkesin sık sık tanık olduğu bir eleştiri
tahammülsüzlüğü ile karşı karşıyayız. Sosyal medya, şiir, metin ve görsel
paylaşım ortamına dönüştü. Paylaşılan şiire, beğeni dışında olumsuz bir yorumda
bulunursanız başınıza akla gelmedik işler açılabilir. Bunun yanında eleştireni;
çok bilmekle, bilgiçlik taslamakla, hadsizlikle ya da taraftarlıkla suçlayıp
sıyrılıveririz eleştirinin güzelliğinden… Paha biçilemez bilgileri, fırlatıp
atarız önyargılarımızın kol gücüyle; övgü kıvamında değilse…
Eleştiri, özellikle dil sanatlarında vaz geçilemez ve paha biçilemez
bir konudur. Neden? Dil sanatları, o kadar çok değişkenle karşı karşıyadır ki
en usta yazar bile çoğu yerde çoğu değişkenin ayırdına varamaz. Kerelerce
üzerinden geçmesine karşın gözünün önündeki pek çok yanlışı göremez. Diğer
taraftan yapıtta estetik değer yaratacak örtük olgu ve olayı çoğunlukla
yakalayamaz. Yazında böyle bir durum vardır; normaldir ve insan beyninin
çalışma süreciyle ilgilidir. Bu yüzden her ne olursa olsun, metnin ikinci hatta
üçüncü bir gözle eleştirilmesi sorunlu yerlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Yazarın/şairin eğitimi ve gelişimi için de çok değerlidir. Keşke bilinçli ve
yetkin eleştirmenler, ortaya koyduğumuz her yapıtı eleştirebilseler. Yazara ve
sanata rehber olabilseler. Burada ayraç açıp küçük bir soru yöneltmeliyim:
Bilinçli, yetkin ve sistemli bir eleştiri Türk yazınında var mıdır? Ayrıca
tartışılması ve yanıtlanması gereken kapsamlı bir sorudur bu.
Bu yazımda, sistemli ve bilinçli bir yazın eleştirisinden yola
çıkmayacağım. Bir şiir eleştirisi, ayaküstü bir yargı, sanat görüşüne yönelik
bir söylem karşısında; gösterdiğimiz yaklaşım ile takındığımız tavrın nedenleri
üzerinde duracağım. Tahammülsüzlüğün sınırları öylesine daralmış ki patlama
noktasına gelinmiş gibi bir ortam havası alıyorum. Ayrıca şunu da
belirtmeliyim. Ben eleştirmen değilim; birikimim ve deneyimim, eleştirmen
sıfatını kullanmak için yeterli değildir. Bu yazıyı kaleme almamın amacı,
gözlemlerimden ortaya çıkardığım önemli bir eksikliğin ve tavır bozukluğunun
ayırdına varılmasıdır.
Sosyal medyada ya da değişik ortamlarda şair ve yazarlarımızın sanat
düşüncelerine karşı yorumlarım olmuştur. Olumsuz görüş ileri sürdüğümde,
olumsuzluğun altında yatan gerekçeyi değil benim anlayışımın sorun olduğu bir
ortam yaratılmıştır çoğunlukla. Adı bilinen ve bu ortamın bilirkişisi
görünümünde şair/yazarlarımızın ileri sürdüğü veya savunduğu sanat düşüncesine,
başka bir açıdan ve başka bir gerekçeyle olumsuz bir yorum yaptığımda çok ağır sözlerle
saf dışı bırakılmaya çalışılmışımdır. Bazıları iletişimi kesmişlerdir.
Düşüncelerine, sanat bilimi verileriyle açıklık getirmeme karşın bu verileri
anlamamakta, bildiklerinden şaşmamakta ve işin doğrusunu öğrenmemekte ısrarcı
davranan bilirkişi tavırlı pek çok kişiyle karşılaştım. Doğru ya da yanlış;
haklı ya da haksız… Sonuçta eleştiri, söz ya da yapıtın var olan verilerle uyumlu olup olmadığı, sahip olduğumuz bilgiyle
çelişip çelişmediğiyle ilgili bir gereksinimdir. İleri sürülen düşüncenin gelişimi
ve geliştirilmesi için değişik açılardan, değişik verilerle yorumlanmasında
yarar vardır… Örneğin şiirin en duyarlı yanı, şiire yansımış anlam ve söz duygu
değerinin görünmezliğidir. Saçma bile olsa onun hakkında yapılan sıradan
yorumlar, görünmezi görünür kılabilir; yaratıcılığın önünü açabilir.
Sanat adına kaygı taşıyan insanlarız. Ezbere
işler gördüğümüzde düzeltme gereği duyan kişileriz. Okur, yanlışları ve
sıradanlığı göre göre her zaman övmek zorunda değildir yazarı… Bunları göre
göre yazarı övüyorsa zaten içten değildir; ileride umduğu bir yarar için bu
tavrı gösteriyordur. Bu tür tavır, bizim kültürümüzün bir parçasıdır;
yadırgamıyorum. Ekranların karşısında ya da sokağa çıktığımızda sürekli
karşılaştığımız bir alışılmışlık durumudur. Biz, bu denemede doğru olanı,
olması gerekeni ele alalım. Olumsuz eleştiriye katlanamamanın nedenlerini
düşünebildiğimiz kadarıyla sıralayalım:
Birincisi; olumsuz eleştiriye gösterilen
tepkinin gerisinde olgunlaşmamış bir bilinç vardır. Olumsuz eleştiri, onun kişiliğine
yöneltilmiş önemsizleştirme girişimi olarak algılanır. Böyle bireyler,
varsaydığı bu tutum karşısında kendisini savunmak zorunda kalırlar. Eleştiri,
gelişkin bir yöntem ve sanat ilkeleri temel alınarak yapılsa bile. Aslında bu
tür durumlarda önemsizleştirmeden söz edemeyiz; eksik ya da yanlış bir bilginin
açıklanmasından, daha farklı bir biçimde ele alınmasından oluşur eleştirinin
içeriği…
İkinci neden, bilgi ve bilginin işlenmesi
konusunda genellikle sıkıntımız vardır. Özellikle sanata yönelik üretilmiş yeni
bilgi, bizim anlağımızda önemli bir yer tutmaz. Antik çağdan bugüne kadar
gelmiş geçmiş tüm sanatçı ve düşünürleri referans veririz, güveniriz bilgisine.
Hayranlıkla anlatır da anlatırız. Ne var ki onlara göre daha fazla bilgi ve
sezgiye sahip günümüz insanının ürettiği bilgiye güvenimiz yoktur. Eleştiri
sonucu, ortaya koyduğumuz gerekçelerin altı ne kadar dolu olursa olsun, ne
kadar bilimsel dayanağı olursa olsun, eleştiri olumsuz olduğu sürece günümüz
yazar ve şairi, bir kılıf bulup bu bilgiyi yok sayabilme yeteneğine sahiptir.
Çünkü kabul edilmiş doğruları, izlediği modelleri vardır; yeni bilgi bunlarla
çelişmektedir. Bu, alışılmış/kalıplaşmış düşüncelerini geçersiz kılmaktadır.
İnsanoğlu, alışılmış ve kalıplaşmış düşüncesinin sarsılmasına karşı tepkilidir.
Altı dolu olumsuz eleştiri, bu durumda saldırı niteliğindedir onun için.
Saldırı olarak algılanan bir durum karşısında eleştiriye katlanması
beklenemez.
Üçüncüsü; çoğu sanat alanı, usta çırak
yöntemiyle öğrenilmek zorundadır. Akademik eğitimi ya da bir sistemi yoktur.
Örneğin şiirin; resim, tiyatro ya da sinema gibi akademik eğitimi yoktur.
Edebiyat fakültelerinde verilen şiir eğitimine içerik açısından baktığımızda,
şiir tarihiyle ilgili olduğunu görürüz. Diğer bir söyleyişle yazılmışın incelenmesi
ve yapılmışa benzeme yeteneğinin artırılması yönündedir. Şiirin yapısıyla
ilgili değildir. Sağda solda şiir atölyesi şeklinde verilen şiir eğitimlerinde
de, şiiri dil açısından inceleme biçiminde ve şiire dair ön kabullerden oluşan
bir içerikle sürdürüldüğünü düşünüyorum. Şiir yazıları bunu gösteriyor. Şiir
sanatında isim yapmış şairlerin sözü yasa gibi önlerine konup bunun üzerinden
hareket edilmektedir. Yanlış mı, değil elbet ama yeterli olamaz. Dil bilgisi,
şiir örnekleri ve tarihsel bilgiyle şiir gibi bir sanatın felsefesini öğrenciye
kavratmak bir yere kadar verimli olabilir. Çünkü şiirin duyusal ve nesnel
yapısını açan ve onun öz-içerik-biçimine yönelen bir eğitim sistemi yoktur.
Estetik bilimi, sanat sosyolojisi ve psikolojisi verilerine göre, daha kısa
anlatımla sanat felsefesi bağlamında şiir bilgi bütünlüğü yazınımızda sağlam
temeller üzerine oturmamıştır. Bu nedenle şiir konusunda kendini yetkin gören
şairlerin sözü üzerine söz söylediğinizde bunun bir hadsizlik gibi algılanması
olağan bir durumdur. Çünkü şiir sanatının doğruları çalakalem bulunmuş ve bu
doğruların üzerine doğru yoktur gibi bir ortam oluşmuştur. Salt sanat alanında
değil tüm alanlarda bu yaklaşım yanlıştır.
Bu durum ve yöntemle, yeniliğe açılan kapılar tıkanmaktadır. Yeni biçem
deneyen gençleri de görmezden ve duymazdan gelince şiir sanatı hepten
kısırlaşır. Doğruları bulduğunu ve
bunları şiirin en büyük ustasından edindiğini düşünen insanların kalıplarını
kıramazsınız; bugün olduğu gibi… Bu durumda olumsuz eleştiriye katlanmasını
bekleyemeyiz; çünkü doğrular en yetkin kişilerden teslim alınmış ve üstüne söz
söylenemez kesin bilgiye dönüşmüştür.
Dördüncüsü; duygudaşlık eksikliği, her alanda
olduğu gibi sanat dünyasında da üst düzeydedir. Birey olma bilinci,
sanatçı/şair olma bilincinden daha temeldedir. Birey olma bilinci, kendi
özgürlüğü ve yapabilirlikleri ile diğer bireylerin özürlüğü ve yapabilirlikleri
arasında kurulabilen dengede kendini gösterir. Bireyin bireye saygısı; özgürlük
anlayışı, insana sevgi ve saygının sonucunda oluşan bir tavırdır. Bilgiye
dayanan, hakarete varmayan ya da dilsel şiddet içermeyen her eleştiri, tutarlı
ve geçerli olmasa bile saygındır. Çağdaş insanın tavrı bunu gerektirir. Birey
bilinci oluşmamış, özgürlük ve duygudaşlık bilinci oturmamış her kişi, bir
başkasının kendisi hakkında ya da yapıtı hakkında söylediği her olumsuz sözden
alınır. Düzey olarak kendisinden daha aşağıda birisinin eleştirisinden
kendisinin sorgulandığını, sorgulamanınsa hadsizlik olduğunu düşünür. Olumsuz
eleştiriyi dilsel şiddetmiş gibi algılar. Kısacası sanatçının diğer sanatçıya
karşı olumsuz algısından kaynaklanır. Bu durumda eleştiriye katlanmasından söz
edemeyiz. Çünkü sanatının eleştirilmesi değil, kendisinin sorgulanması
biçiminde bir tavır olduğu kanısındadır.
Şairin sözde haklı olduğu, beşinci sırada bir
konu daha vardır: Eleştirinin amacı, kapsamı ve yararı hakkında yeterince bilgi
sahibi olunmaması. Örneğin, eleştirinin yararı ve amacı konusunda özet birkaç
tümce kuramayan pek çok kitaplı şair olduğunu söyleyebiliriz. Sanata yönelik,
sanat bilgisiyle ilgisi olmayan yorum ve söylemlerle her an her yerde
karşılaşabiliriz. İster istemez bu durum karşısında şair, eleştireni/yorum
yapanı bilgisizlikle suçlar. İlişkiler, suçlama ya da aşağılama biçiminde
gelişir. Bugün yazınımızda olduğu gibi bir şiiri eleştirmek ya da şiir hakkında
görüşünü söylemek, sıradan bir beğeni durumuna dönüşür. Kimse gerçek
düşüncesini ortaya koymaz. Hatta okur veya şair, yapıtı eleştirmekten ya da
yapıt hakkında görüş bildirmekten kaçınır. Şair, şiirini eleştiren okuru hiç
eleştiri bilgisi olmasa bile özenle ele almalı, sıradan bir yorum bile olsa o
görüşü bir kenara atmamalıdır. Hele az çok şiir bilgisi olan okur, bir şey
söylüyorsa mutlaka altında görünmeyen bir gerçek var demektir. Yaratıcılık,
sıradan düşüncelerden yola çıkarak ulaşılan bir durumdur.
Eleştiriye katlanamamazlığın diğer bir biçimi
daha var ki bu, türümüzün ayıbıdır: Şairin, şaire karşı gösterdiği hazımsızlık.
Çağdaş insanın kabul edemeyeceği tavırdır bu… Dergi ve kitap sayfalarından
sosyal medya kanallarına kadar taşmış durumdadır. Eleştiri adı altında
hazımsızlıktan kaynaklanan söylemler… Ortam bunu gerektiriyor gibi
düşünülebilir ama ortamın işi değil; insan mühendisliğinin bir oyunudur bu tür
duygular. Beğenisizlikten hasat beklentisidir. Kutuplaşmış iki dünya, sınırları
keskin çizilmiş inançlar ve yaşam gerçeği karşısında sıkışmış şair; birbirinin
hem de yakınındaki birinin omzuna basıp yükselmeyi ya da yamanarak görüntü
vermeyi başarı olarak algılar olmuştur. Herkesin şiiri kendisinedir. Kimse
kimsenin şairliğini elinden alamaz. Kimse iyi şiir yazmakla dünyayı
değiştireceği yalanına kapılmamalıdır. Gelecekte sözümüzün ağırlığını ve
kalıcılığını istiyorsak, tutumumuz ve şiirimiz insanın değerlerine yönelik
olmalıdır. Ne öğreti ne inanç; evrensel değerler…
Yedinci sırada ise eleştiriye katlanamadığı
için siper gerisinde saklanan kahramanları ele almalıyız. Sosyal medyanın
olanaklarını kullanmak çağımızın bir gereğidir. Alışılmışlıklarımızın gölgesine
sığınıp bunu göz ardı edemeyiz. Bu olanağı kullanmayan ve kullananı azarlayan
pek çok yazar/şair olduğunu da biliyorum. Eleştiriden kaçınmak için siper
gerisinde saklanan ya da medya ortamında olmasına karşın küçük bir yorum ve
iletişimde bulunmayan… Bu, saygı duyacağımız kişisel bir tutum olmakla birlikte
altında başka bir neden yatmaktadır. Kendisi hakkında yapılacak bir yorum ve
eleştiriye katlanamayacağını baştan kabul etmesidir. Anlamsız diye
nitelendirdiği boş söylemlerden kaçınmanın yolu olarak görmüştür. Daha doğrusu
kendi gerçeğinden kaçmanın en güzel gösterenidir. Eleştiriye saygı; sanata
güvenmek, bilime inanmak, gerçeği aramak için çıkış kapısı gibidir. En önemlisi
yüceye ulaşmak için can atmaktır. Yüceye ulaşmak için can atan sanatçı, ne
eleştiriden korkar ne yanılmaktan ne de sosyal medyanın yozlaşmışlığından.
Diğer bir yönden baktığımızda, övgü-yergi dışında bilimsel temelli bir eleştiri
kültürünün olmadığı, şairin okura ve eleştirmene güvenmediği bir ortamda, siper
gerisinde saklanmak haklı bir gerekçe de sayılabilir.
Eleştiriye katlanamamazlığın ruh bilimsel bir
nedenini daha açmalıyız. Herkesin inancı ve siyasi bir görüşü vardır.
Yadsınamaz. Ne var ki biz bunları hem derin hem katı hem de duygusal yaşarız.
Tutucu ve bağnaz yanımız bu konularda oldukça güçlüdür. Sıkı sıkıya bağlıyız ve
onun dışına çıkabilme yeteneğimizi yitirmişizdir. Ayrışmış, bölünmüş, karşıt
düşüncenin kendisine zarar verdiğini düşünen, aynı şeyi düşünse bile ayrı şey
söyleyen insanlarız çoğunlukla. Biliyoruz ki toplumumuz, belleğinde derin izler
bırakmış travmalar yaşamıştır. Yaşamı algılayış biçimi; şiddete yatkındır.
Üstünlük kurmak, el âlem gözünde küçük düşmemek gibi fazlaca sıkıntılı kişisel
çabalarımız vardır. Bu tür sıkıntılarımız yüzünden şair; şiiri ya da şairliği
olumsuz eleştirildiğinde, bunu bir kişilik sorunu olarak algılamaktadır.
Savunduğu davanın çökeceği korkusuna kapılmaktadır. Bu algı sonucu, yapıtının
niteliğine ya da kendisine bakmaksızın, eleştirenin kimliğiyle uğraşmaya
başlayacaktır. Acıtabileceği en yumuşak noktayı hedef alacaktır. Eleştirel
deneme diye ortaya konan metinlere bakınız, büyük bir çoğunluğu bu ve buna
benzer sataşmalarla süslenmiştir.
Eleştiriye katlanamamazlığın başka bir nedeni
daha vardır: Sanatın oluş, işleyiş, etki, tepki ve döngüsünü iyi bilmemek. Yani
sanat felsefesine egemen olmamaktan kaynaklanır. Eleştiri, yapıtla okur
arasında kurulan ilişkinin görünümüdür. Bu, aynı zamanda estetik biliminin
konusudur. Sanat felsefesini kavramış bir sanatçı, yapıtının okurda bulduğu
karşılığı; ölçme gereği duyan, bunları verilerle görmek isteyen kişidir. Salt
kendi yaşadığı duyarlılığı yansıtan değil; yaşanan duyarlılığı da görme amacı
taşıyandır. Bilir ki estetik değer, sanatın hangi dalı olursa olsun,
sanatçı-yapıt-alıcı üçgeninde kurulan bir sonuçtur. Şiirinde önerdiği dünyanın,
okur değer yargılarıyla örtüşüp örtüşmediğini, onu dönüştürecek ögeleri şiirine
giydirip giydiremediğini araştırandır. Özellikle bu konuda amaç saptırıcı
yerleşik genellemeler olduğundan şu tümceyi eklemeliyim: Bunlar, yazarın/şairin
özgünlüğünden, özgürlüğünden ödün vermek anlamına gelmez; gelişimi ve daha
yetkin yapıt üretmesi için önemli bir eğitim kaynağıdır. Şair, ben bilirim
mantığıyla hareket ediyorsa, işte o zaman şiiri hakkında yapılan eleştiriye
katlanamaz. Hele toplumdan biraz ilgi ve övgü gördüyse, yapıtı hakkındaki
eleştiriyi hakaret olarak algılar. Sanatın işleyişindeki en değerli süreci,
buruşturup bilinçsizce bir kenara atmış olur.
Gerçek sanatçı, ne eleştiriye katlanamamazlık
gösterir ne göz ardı eder ne de eleştiriden korkar… Yapıtının eleştirilmesi,
yorumlanması, okunması, olumsuz yerlerin açıklıkla dile getirilmesi için çaba
gösterir. Çok kişinin süzgecinden geçen yapıt ve ondan sonra üretilenler, kısa
sürede olgunlaşır. Bu arada şair, göremediği, duyamadığı konulara karşı
zihinsel beceri kazanır. Sezgisi güçlenir. Eleştiri veya yorumu kimin ya da
nasıl bir anlayışın yaptığına değil; ileri sürülen düşüncenin niteliğine bakar…
Göremediği, bilincinde ulaşamadığı yanlarını eleştiri/yorum sonuçlarından alıp
değerlendirir.
Her olumsuz eleştiri ya da yorum, dikkate
alınırsa yapıta işlenmiş oya niteliğindedir. Bunları saygın bir görüş olarak
ele almak; bencilliği aşmanın, insana saygının, sanata saygının, düşünceye
saygının bir sonucudur. Kısacası eleştiriye katlanmak, çağdaş ve aydın
sanatçının tavrıdır. 30 Aralık 2021 Narlıdere/İzmir
ŞİİR ELEŞTİRİSİ VE ELEŞTİRİNİN ELEŞTİRİSİ
Konumuz şiirse, bir de şiir eleştirisiyse oturup biraz düşünmemiz
gerekiyor. Şiir sanatı, açık dokuludur. Oldukça fazla parametreye sahiptir
ve kendine özgü değerler dizgesi vardır. İnsan, yaşam, nesne ve evren
arasındaki ilişkinin tüm boyutlarını kullanabildiği için, bütün disiplinlerin
ilkelerini bilmeyi/okuyabilmeyi, eşgüdümle kullanabilmeyi gerektirir.
Şair-şiir-okur arasındaki somut ve soyut ilişkinin
tanımlanması, çoğu bilimlerin ilgi ve etki alanına girer. Psikolojiden
sosyolojiye, tarihten antropolojiye, fizikten kimyaya, estetik biliminden
felsefeye kadar. Böylesi geniş bir alanda, şu şöyledir diyebilmek için elinizde
sağlam veriler olmalıdır. Daha doğrusu; en uygun, uygulanabilir ve estetik
değer taşıdığını söyleyebilmek için, bilimsel ve sanatsal veri ve yetkinlik
gerektirir. Düşünceden dile, bilinçaltından bilince, dilden dil bilime,
gerçeklikten gerçeküstü dünyaya ve sanattan insan ilişkisine kadar koca bir
dünyadır üzerinde sallana sallana gezindiğiniz yer. Boş atıp dolu tutmanın
olası olmadığı; bilgi, kültür, bilim ve sanat dünyasıdır eleştirinin alanı.
Şiir eleştirisinin; ben şucuyum bucuyumla,
ben iyi edebiyat tarihi bilirimle, ben iyi şiir bilgisine sahibimle yapılacak
bir iş olmadığını önce kabul etmek zorundayız. Bilgi, deneyim, sistem, uzmanlık
ve bütün disiplinlerin eşgüdümü şeklinde eleştiriyi formüle edebiliriz. Bundan
gerisi boş laftır…
Eleştiri konusunda önemli bir nokta daha var ki biz
de hiç sözü edilmez: Eleştirinin eleştirisi. Eleştirisi olmayan, tartışma
kültürü ağır aksak yürüyen bir alanda, eleştirinin eleştirisi söylemi bana
fazladan bir konu gibi geliyor. Ne var ki dünyadaki bütün sistemler, kendi
içerisinde bir denge ve birbirine bağımlı şekilde biçimlenmiştir. O denge ve
zorunlu bağımlılığın işleyişine çomak soktuğunuzda işler kötüye gitmeye başlar.
Çevrenizdeki olay ve olgulardan örneklerini görebilirsiniz… Eleştiri evreninde
de birbirine bağımlı böyle bir denge kurulmalıdır.
Hiçbir sistem birilerinin düşünsel dünyasına,
önyargı ve saplantılarına bırakılamaz. Hele tekelleşmiş bir duruma hiçbir
şekilde. Kaldı ki ben kaygısı ve kazanç kaygısının en yoğun olduğu böyle bir
ortamda, rastlantıya bırakılamaz. Sanat gibi kocaman bir dünyada, eleştirmenin
de önünü açacak, ona yol gösterecek, eksiklerini gösterecek, yanlış yaptığında
oturup çağdaş bir şekilde tartışabilecek, bir üst sistem olmak zorundadır. Ne
var ki burada konumuz eleştiri olduğu için, bunun üzerinde fazla durmayacağım.
Eleştirinin kendisi sağlıklı olmadan eleştirinin eleştirisi olmaz, bunu da
belirtmeliyim.
Eleştiri dünyasını; tartışmadan, güçlü bir eleştiri
kültürü oluşturmadan, eleştiriye yönelik iyi bir eğitim sistemi kurmadan,
bilgiyi/deneyimi daha sağlıklı aktarmadan; gelişime, dönüşüme ve yeniliğe açık
tutamayız. Ben bilirim, en uzman kişiyim, ben şu tür bilinç sahibiyim, ben bu
işe yıllarımı verdim, ben doğuştan yetenekliyim gibi sözde tutumlarla, gelecek
için değer yaratacak eleştiri kültürü oluşturamayız. Görüyoruz ki ben
deneyimliyim diyen bir yazar bile “İdeolojik birikimi olmadan estetik birikim
olmaz” gibi baştan sona yanlış bir söz söyleyebiliyorsa insan bilincine
güvenmemek gerekir.
Eleştiri; bir yapıtı yermek, sahibini
gömmek, bir öğretinin/inancın gözünden bakmak değildir; yazarı, toplum gözünde
küçük düşürmek ya da övgüyle onu göklere çıkarıp anlamsız değer yüklemek
değildir. Bir metni okuyup, gelenekten aldığı bilgilerle deneme yazmak ya da
metin üzerinden edebiyat yapmak da eleştiri değildir.
Eleştiri ve tartışma kültürünün olmadığı yerlerde,
ben bilirimden doğan sağlıksız bilgiler ve uygulamalar, anlamsız karışıklıklar
yaratır; ülkemizde olduğu gibi. Ben bilirimciliğin en önemli çıktısı, egemenlik
kaygısıdır; öğreti/taraf kayırmacılığıdır; yani basmakalıp düşünce ve egonun
ilkel halidir.
Körü körüne inanmış insanların şiir tarihi
bilgisiyle inanç ve saplantılarını birleştirdiği varoşlar, şiir ve eleştirinin
başat değerleri olarak karşımıza çıkar. Sanat ve toplum yararı için ortaya
koydukları söylemler, çağdaş değerlerle örtüşür gibi görünse de baskıcı bir
ortamı doğururlar. Hem kendilerine hem de çevresindekilere sağlıksız bir sanat ve
şiir görüşü dayatırlar. Bu tür düşün dünyasında olanlar, bildiri dışında sanat
üretemezler. Pohpohlama ya da yerme dışında eleştiri yapamazlar. Sanatın amaç
ve hedefini; inanç sistemlerini, herhangi bir düşünceyi veya öğretileri egemen
kılmak için kurgulamak anlamsız bir çabadır. Çağdaş sanatla, bilgiyle, bugünün
çağdaş bilinciyle çelişen durumları artık tırpanlamalıyız. Bunları aşmalıyız.
Şiirin ve eleştirisinin amacı başka bir şeydir.
Şiir varsa eleştirisi; eleştiri varsa eleştirinin
eleştirisi, olmak zorundadır. Bilgi çağındayız. Bilimlerin ortasında duruyoruz.
Düşünmek, sorgulamak, oturup ayrıştırmadan bölüştürmeden adam gibi tartışmak
zorundayız. Herkesin çok şey bildiği ama şiir eleştirisiyle ilgili elle tutulur
bir şeyin olmadığına bakılırsa kimsenin; çok şey bilmediği, çok şey yapmadığı
bir gerçektir.
Öyleyse şiir eleştirisinin kapsamında
bulunması gerekenler nelerdir, şöyle bir bakalım, ondan sonra değerlendirelim:
1. Eleştirinin
önceliği; yazarın/şairin, sanat
bilgisi ve yeteneğini kendi gözüyle görmesini sağlamaktır. Bir anlamda, yazdığı
şiir veya metindeki eksiklikleri, fazlalıkları yerinde göstermek ve
farkındalığını güçlendirmektir. Eksiğinin farkına varmasını sağlayarak,
kendisini eğitmesi için itici güç oluşturmaktır. Geri besleme kültürünü kurumsallaştırmaktır.
Şairin kendi kendini sorgulamasının yollarını göstermektir. Ona çağdaş şiir
anlayışına ulaşacağı yoldaki aydınlığı göstermektir. Bu durum, paha biçilemez
bir şair/yazar eğitimidir. Onun vazgeçilemez okuludur. Yoksa bugün olduğu gibi,
bu bizden tut ucundan destek ol; bu bizim köyden değil görmezden gel; ödünçtür
birbirimizi kaşıyalım, diyerek yapılan/yapılacak bir iş değildir.
Eleştirinin odak noktası yapıttır. Kişiler
değildir. Şair ve okurun durumu, eleştirinin bazı aşamalarında ele alınmak
zorundadır. Bu; şairin çıkış kaynaklarını ve okurun algı olanaklarını ortaya
koymak içindir.
2. Eleştirinin
ikinci konusu; yapıttaki
örtülü bölgeleri görebilmesi, çağrışım yelpazesini yakalayabilmesi ve
ayrıntıların farkına varabilmesi için okura rehberlik etmektir. Şiirin kapalı
yüzünü, duyusal dünyasının ayrıntılarını okura göstermektir. Yani yapıtın
karnını deşip içindekileri göstermek, zaman ve ortamla ilişkisini çözmektir.
Bu, eleştirel denemelerde kısmen yapılmaya çalışılmaktadır. Ne var ki gelenekten
alınan bilgilerle yapılmaktadır; en doğru yol benim yolumdur, en sağlıklı
düşünce benim düşüncemdir mantığıyla yapılan öznel bir değerlendirmeden öteye
geçmemektedir. Bunların hepsini yapabilmek için elimizde sağlıklı bir sistem ya
da yöntem yoktur.
Deneyime bağımlı, inanç ve öğretilerin gölgesinde
gruplaşmış, salt bir dünya görüşüyle yapıtı ele almış; edebiyat tarihçiliğiyle
eleştiri yapılabileceğini sanan; sanat biliminden uzak bir eleştiri dünyası
karşımızda duruyor.
3. Üçüncüsü
ise; Oscar Wild’ın dediği gibi
eleştirinin amacı, yapıtın etkinliğini ve yetkinliğini ortaya koymaktır.
Eleştirinin bu kısmı, asıl üzerinde durulması gereken konulardan bir diğeridir.
Yapıtın etkinlik ve yetkinliğinin somut olarak saptanması, bir sistem ve
sağlıklı bir sanat çözümlemesi gerektirir. Elbette yapıtın çözümlenmesinde,
kural, bağlayıcı ve sınırlayıcılık kabul edilemez; buna karşın yetkin bir
sistemin ışığında bu işe girişmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Toplumumuzda
hatta dünyada, öğreti ve inanç gibi göreceli konular, eleştirmenleri kontrolü
altına alıp onları biçimlendirilmiş algı ve yargılarına göre hareket etme
zorunda bırakmaktadırlar. Böyle bir yaklaşım, en yetkin bir yapıta olumsuz
diyebilme riskini doğurur ki yakın tarihimizde yaşanan ve üzüntü duyulan
örnekleriyle doludur.
Estetik değer varlığını ve yapıtın
yetkinliğini-etkinliğini ortaya çıkaracak tek yöntem, bana göre bilimsel
verilerle yapıtı çözümlemek ve çözümleme verilerine dayanarak eleştiri
yapmaktır. Sanat bilimi ve diğer disiplinlerin ışığında ele almayı gerektirir
bu tür bir eleştiri sistemi. Bu da ancak ve ancak; polimat ve deneyimli
eleştirmen ile sağlıklı bir yöntem işidir.
4. Eleştiride
asıl amaç; yapıttaki
estetik değer ve sanatsal değer varlığını olabildiğince somutlaştırmak, ortaya
koymaktır. Şiirdeki estetik değerin insan estetik algısıyla olan ilişkisini
anlamlandırmaktır. Yazılarında estetik terimini güzellikle eş tutan bir yığın
eleştirmen gerçeğinden, bir eserin estetik değerini ortaya koymasını
bekleyemeyiz. Estetik bilimi, ruh bilimi ve bunların insandaki yaşanma sürecine
vakıf olmadan, eleştirel bir tavır ortaya konamaz; konsa bile söyledikleriniz
yalnızca sıradan söylemden oluşur. Bu ve buna benzer gerekçeleri, dikkate
aldığımızda şu karşımıza çıkıyor.
Sağlıklı bir eleştiri için kapsamlı bir
sistem gerekmektedir. Kapsamlı sistemi işletecek, bilimsel ve sanatsal
gereçlerle donatılmış sanat duyarlılığına sahip çağdaş insan istemektedir.
5. Eleştirinin
diğer bir görevi; uzun yıllar
önce yazılmış bir şiirin bugünkü bilgi düzeyi ile zamanının bilgi düzeyi
arasındaki anlamsal devinimini ortaya koymalıdır. Ya da bugün yazılmış bir
şiirin gelecekte alacağı kalıcılık ve estetik değeri hakkında yorum olanağına
sahip olmalıdır. Geçmişte yazılmış şiiri, zamanının bilgisiyle değerlendirip bu
günkü bilgiyle ona yeni anlamlar yükleyebilirsiniz. Bu kolay bir şeydir. Ancak
bugün yazılan bir şiirin, gelecekte taşıyacağı anlam, estetik ve kalıcılık
değeri hakkında da bir şeyler söyleyebilmelidir eleştirmen.
Şiirin ve şairin kaygı duyduğu en önemli ölçüt,
gelecektir; gelecekte kalıcı olup olamayacağıdır. Şiirin veya herhangi bir
sanat dalının önünü ve ufkunu açıcı değerler; yorumlanmalı, açılmalı, ortaya
bir görüş olarak konmalıdır. Eleştiri yaparken dikkate alınmalı ve buna göre şaire ufuk açılmalıdır.
6. Amacı
gereği eleştiri kurumu, sanat için bir okul niteliğine dönüşmelidir. Yukarıda söz ettiğim konular dahil olmak üzere,
sanatçının yetiştiği, piştiği, yeniliklere uyum sağladığı bilgi-deneyim
dünyasını daha kullanılabilir hale dönüştürmelidir. Sanatın her alanı, özelliği
gereği kendi malzemesini kullanır. Örneğin şiirin dil, resmin ışığı kullandığı
gibi. İlgili sanat malzemesinin, teknik gerekleri konusunda aydınlatıcı ve yol
açıcı olunmalıdır. Şiirin dilsel tekniği ve ayrıntıları dile getirilmelidir.
Dil konusunda öncülük edilmelidir. Teknolojik uyum, dilsel teknikler ve
deneyimin; bütünleştirilmesi, yorumlanması gerekmektedir.
Şiir, bütün bilimlerin kucağında büyüyen
duyarlı ve yaramaz bir teknolojidir. Bu şekilde geleceğin şiirine hazırlık yapmak
ve rehberlik etmek olmalıdır, eleştirinin diğer görevi. Ve yapılanların,
teknolojik gücün; tanınırlık ve eşgüdümünü üstlenmelidir eleştiri kurumu.
Eleştiriden ve eleştirinin amacından anladığım
bunlardır. Saptadığım durumlara, yeni durumlar daha özgün gerekçeler
ekleyebilirsiniz. Göremediğim, gerekliliğinin ayırdına varamadığım yerler
olabilir. Ne var ki gördüğüm eleştiri dünyası iç açıcı durmuyor ve bu
saptamanın altında bilimsellik, tarafsızlık gibi önemli gerekçeler yatmaktadır.
Bugüne kadar yapılanları elbette yadsımıyorum, bu
konuda emek harcamış sanatçı, akademisyen ve eleştirmenler de bilgilerimizin
temelini oluşturmaları açısından önemli katkı sağlamışlardır. Eleştiri alanında
kafa yormuş emekçilerimiz, yanlış anlamasın ve alınmasınlar. Ben işin daha
düşünsel, sanatsal, bilimsel ve teknik yönünü ortaya koymaya çalışıyorum.
Eleştiri kurumunun, bugüne kadar neden sistemli bir hale dönüştürülemediğinden
söz ediyorum.
Şöyle düşünelim: En azından, yukarıda ayrıntılarını
açıkladığım altı konuya yanıt veren bir eleştirel deneme okuduysanız, eleştiri
sürecine tanık olduysanız, Türk sanatında eleştiri kültürü oluşmuş demektir.
Eleştiriye ilişkin ortaya atılan kuram ve yöntemler bu işi kısmen çözmüş
demektir. Eğer okumadıysanız, görmediyseniz; daha alınacak çok yol,
değiştirilecek çok at var demektir.
Bunlara dayanarak: Eleştiri
ve eleştirinin eleştirisi, sistemli ve güvenilir bir kurumsal bütünlüğe
kavuşturulmalıdır. Dil sanatları alanında, okul niteliği kazandırılmalıdır. Bu,
ütopik bir şey değildir; gerekliliktir. Şair ve yazarlar, içsel duyarlılığı
oluşmuş kişilerdir; gereklilikleri algılayıp ego ve ilkel düşüncelerinden
kolayca kurtulabilirler.
Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi ve yine benim öne
sürdüğüm Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği, eleştiri konusuna kısmen katkı
sağlayabileceğini düşünüyorum. Şöyle ki: Eleştirmenin önüne bir teknik koyuyor
ve sistemli bir süreç izlemesini sağlıyor. Ondan, sistemi kendi deneyimlerine
göre düzenlemesini istiyor. Öznel yargı alanlarını daraltıyor, ilgili bilim,
disiplin ve yaklaşımın ışığı altında şiiri/yapıtı çözümlemek zorunda bırakıyor.
Delilsiz yargıya neden olacak yorumlara açık kapı bırakmıyor; bazı öznel yargı
gerektiren durumlar hariç. Sanatsal ve estetik değerin ortaya çıkarılması için
gerekli verileri sağlıyor. Sonra ilgili sanata yönelik deneyim, bilgi, bilimler
arası eşgüdüm, sanatsal değer ve estetik değer gerekçelerine göre yapıtı
incelemesini istiyor.
Bu sistem; toplumcuydu, gerçekçiydi, yaşamın
içindeydi, dışındaydı, onun tarafındaydı, bunun yanındaydı, dindardı, faşistti,
devrimciydi gibi yakıştırmaları asıl çıktığı tarih olan 19. Yüzyıl karanlığına
geri gönderiyor. Çağdaş sanat anlayışı gereği, olması gerekenleri önüne
sürüyor.
Eleştirmene şunu diyor: Sanat
bilimi diye bir bilim var; diğer bilimlerle eşgüdümlü kullanmak zorundasın;
işte önünde algoritmasını senin belirleyebileceğin bir sistem var.
Önyargılı, saplantılı, tutucu, taraflı davranırsan;
ilgili alanları bilimsel verileriyle incelemez, delilsiz atar, tutarsan; senin
saygınlığını elinden almak için benim sistemimde yeteri kadar delil ve gereç
oluşacaktır.
Sonuç olarak; eleştiri sanatı ve eleştirinin eleştirisi, sanat
dünyasında kurumsallaşmalıdır; yani okul niteliği kazanmalıdır. Şair, kendisini
sorgularken okulun değerlendirme ve çözümlerinden yararlanabilmelidir. Eleştiri
ve eleştirinin eleştirisi, sanatın laboratuvarıdır. Sanatın yolunu aydınlatan
fener gibidir. Görücüye çıktığı sahnedir. Ağırlığı, güvenirliği, saygınlığı
olmalıdır. Sevgi ve saygı olmadan vicdanın sağlıklı görüsü olmaz. Bilim dışında
başka bir şey de vicdanı adil çalıştıramaz.
Kısaca söylemek gerekirse, “Eleştiri bir sanattır”,
sanat olması bir yana sanatların üstünde bir değer taşımalıdır. Ütopik ve biraz
da ideal düşünüyor olabilirim; ne var ki insanoğlu bunları yapabilecek zekâya
sahiptir. Gerekliliğine inanacak bilgiye sahiptir. Eleştiri ve eleştirinin
eleştirisini, insan hırslarının önünde tutmak zorundayız. İnanç ve
saplantıların gölgesinden uzaklaştırmalıyız. Çünkü; bu işin altında kişisel
saygınlık kaygısı vardır, onur kaygısı vardır, parasal kaygı vardır, ben
kaygısı vardır, emek kaygısı vardır; en önemlisi insan olma ve üstünlük kaygısı
vardır. İnsan vardır. Bu nedenle, eleştiri ve eleştirinin eleştirisi, sanatsal
çabanın başvuru noktası olmak zorundadır…
Başat soru şudur? Bunu
gerçekleştirmek için yıkmamız gereken kaç duvar vardır?
İYİ HUYLU ELEŞTİRİ
(Deneme, Vedat Günyol
2020 lV. Deneme Yarışma Jüri Özel Ödülü
Dosyası’nda yer almıştır.)
Saf Sanattan İnsana isimli kitabımın Eleştirmen ve
Şiir Eleştirisi bölümünde, “iyi huylu eleştiri” tamlamasını kullanmıştım.
Birkaç yıldan beri eleştirel yazılara, özellikle sosyal medyada yazınsal
eleştiri alanında tutum ve tavırlara baktığımda iyi huylu eleştiri tamlamasını
bir kez daha gündeme getirme gereği duydum. Gözlemlediğim kadarıyla bizler,
konu şiir olduğunda eleştiri yapmıyoruz. Şairi küçümsüyor, eziyor, yarım
yamalak bilgiyle dövmeye çalışıyor, deyim yerindeyse toplum üzerinden şairle
kavga ediyoruz. Öteki olarak ona bir rütbe ve makam verip kendimizi rafın en ön
sıralarına koyuyoruz. Bana göre bunun eylem karşılığı şudur: Yazınsal eleştiri
adı altında şaire doğrudan dilsel şiddet uygulamak ve en iyisini ben bilirim
tadında böbürlenmenin örtük tavrını yaşamaktır.
Durun ülkemin güzel insanları! Şair; doğaya, çevreye, bilime, sanata ve
insana duyarlı; onlarla sevgi bağıyla duygudaşlık kuran birey demektir. Var
olmak, o kadar kolay iş değildir; var olanı da yok saymak o kadar ucuz
değildir. Eleştiri bilgiyle olur, eleştiri deneyimle olur. Eleştiri yılların
insanda oluştura geldiği sezgiyle olur. Eleştiri eli ayağı tutulabilir bir
sistemle olur. İyi huylu eleştiri tamlamasını biraz daha açabilmek için
kitabımdan konuyla ilgili birkaç bölümceyi aşağıya çıkarıyorum.
İyi huylu eleştiri, sevgi ve sevginin yoğurduğu
bilimsel aklı gerektirir. Bilimsel akıl, kirli bilgi ile temiz bilgiyi
birbirinden ayırabilir sağduyulu çözümlemelere sahip çağın önüne geçmiş
akıldır. Şair ve şiir eleştirmeni de bu akla sahip şiir işçisidir, öyle de
olmalıdır. Bilginin ve bilmenin sınırı yoktur; tıpkı sanat ve şiirin sınırsız
bir evren oluşu gibi… Sanat ve şiir dünyasında keşif bekleyen o kadar çok şey
var ki bu keşiflerin yapılabilmesi için eleştirmenin de teçhizatını kuşanıp
yollara düşmesi gerekir. En önemlisi ise eleştirmenin, etik kavramını içselleştirmiş
olup olmadığı, sanata ve çağa uygun donanıma sahip olup olmadığıdır.
(…)
Taraftarlık, görüş
farklılığı ve önyargı bir yere kadardır üretilmiş bilgi karşısında. Kendini
yetkin gören sanatçılar, gençler ve adı magazinsel olmayan kişilerce ortaya
konan bilgi ve sanatsal olguları kabul etmemekte, üretilmiş yeni bilgiyi
almamak için aşırı bir direnç göstermektedirler. Açıkçası ben bilirim
tutuculuğu yüksek düzeydedir. Daha doğrusu küçümseme, hor görme, sorgulamadan
yok sayma gibi ben büyüğüm tavırlarıdır bunlar. Tedavi edilmesi gereken çok
yaygın bir hastalıktır bu. Her bilgi ilgili alanda tanınmış kişilerden doğmaz,
iyi bilgi magazinsel değildir dostlar. Sanatsal ve şiirsel bilgi kamusaldır,
metinler arasıdır, evrenseldir, dinamiktir, farkındalıklı algı, özgün
anlamlandırma ve yargılamanın sonucudur. Gençlerin dünyayı okuma ve görme
biçimleri bizlerden daha yetkin ve daha olumludur. Yetkin ve olgun zekâlar,
magazinsel olmaktan uzak dururlar. Ortaya konan bir sanatsal bilgi veya kuramı
önce okur olarak okumakta yarar vardır. Şair önce okur olmalıdır. Her tür
bilgiye eşit mesafede durmalı ve onu süzgecinden geçirdikten sonra bir yorumda
bulunmalıdır.
Eleştiri sadece bir metin
türü değildir; sanat eserinin tanımlama, çözümleme, değerlendirme ve raporlama
sürecidir. (…) Pek çok sanatçı, şair ve eleştirmen, burada yazılanları gereksiz
görüp kitabımı raflara mahkûm edecektir,
bunu ortam ve profil incelemelerinden anlayabiliyorum. Çünkü öne sürülen teknik
ve kuramları anlayıp uygulayabilmek, burada belirttiğim anlamda eleştiri
yapabilmek, çağın kirinden arınmış düşünce, bilimsel-sanatsal donanım ve
güdülenmemiş algıya sahip yolculara gereksinim duyar. Öne sürdüğüm teknik,
yöntem ve kuramlar, rastgele fırça darbeleriyle yapılan resme, dil cambazlığına
soyunan şiire, olay öykünmeciliği yapan romana eser muamelesi yapılmamasını
gösterecektir. Ayrıca okurun bilinç seviyesi yükseldikçe okur ve piyasa
gerekleri, yeterli bilimsel-sanatsal donanıma sahip olmayan sanatçı ve
eleştirmenlere yapay flamalarının gönderde asılı kalamayacağını gösterecek;
onları tekniğe, bilimselliğe, farkındalığa ve sanat bilimine yönelmeye
zorlayacaktır. Bu kitapta ele aldığım konular bugün her nasıl anlaşılırsa
anlaşılsın, sonuçta geleceğin sanat anlayışı ve entelektüel zekâsı, sanatsal
süreçte bunları uygulamak zorunda olduğunu görecek ve gereken ilgiyi zaten
gösterecektir.”
(…)
Eleştirinin hedefi okur değildir; okuru bilgilendirmek, ilgisini çekmek
ve eserin örtük alanlarını onlara görünür kılmak anlamında etkin olabilir. Ne
var ki eleştirinin hedefi, şiirin evrimi ve şairin gelişimidir. Eleştiri,
şairin eğitimi demektir. Şiirin, iyi şiir yolculuğunda rehberidir. Anlatımdan
anlama, sesten çağrışıma, coşumdan estetik değerine kadar, şiirin bütün varlık
değerlerini açmak demektir. Sanatsal değeri ve etkinliğini görünür kılmaya
çalışmaktır. Bir bakıma örneklerle okur ve şairin önüne çıkmak, şiirin iç
organlarını göstererek tanıtmaktır. Şairin; görme, duyma, işitme ve sezgi
yeteneğini keskinleştirmektir. Kısacası eleştiri bir okuldur. Oscar Wilde ve
Mehmet Fuat’ın dediği gibi “Eleştiri bir
sanattır.” Kişiyle hesaplaşma alanı değildir. Ayrıca eleştirmen de yalnızca
“takdir yetkisini kullanan bir yargıç” değildir; öznel yaklaşım olmakla
birlikte eleştiri nesnel bir sisteme dayanmak zorundadır.
Öncelikle şu konuda ortak bir noktada buluşmalıyız. Sanat; insanı yıkmak,
kırmak, dökmek, değiştirmek, beynini yıkamak ve ona doğru yolu göstermek işi
değildir. İnsanda yaşam sevinci ve yaşama kararlılığı yaratmaktır; bir anlamda
estetik duyarlılığını tetikleyerek sevme duygusunu etkin duruma dönüştürmektir.
Yaşamdan zevk almasını ve yaşama bağlanmasına katkıda bulunmaktır. Bu noktadan
yola çıktığımızda, eleştiri doğrusal olarak insan odaklı olmak zorundadır.
Eserin insanda yarattığı etki değerinin ölçümüne yönelmek demektir. İyi huylu
eleştiri tamlamasını kullanırken bir diğer maksadım, insanla sanat eseri
arasındaki ilişkinin esas alınması ve insanın en son ereğine koşut bir yöntemle
çözümleme yapılmasıdır. Birçok eleştiri kuramı var ve her kuram, bir veya
birkaç açıdan eseri ele almaya çalışır. Hangi eleştiri yöntemini uygularsak
uygulayalım, ilkin eleştirinin bir sanat olduğunu kabul etmeliyiz. Bundan
sonra, eser ile okur arasındaki ilişkinin etkinliği üzerine yönelmek
durumundayız. Buna bir şeyi daha eklemek gerekir: Eleştirinin olabildiğince
nesnel olmasına dikkat etmek zorundayız. İyi huylu eleştiri olabilmesinin
altında yatan en önemli etken, tutuculuk, bağnazlık, yobazlık ve önyargı gibi
toplumsal hastalıklardan uzak bir yaklaşımın oluşturulmasıdır. Bu da ancak ve
ancak nesnel bir sistem eşgüdümünde olacak iştir. Yani öznel eleştiri bir yere
kadardır; başat olanı nesnel eleştiri olmalıdır. Kitabımda sözünü ettiğim ve
değişik yerlerde yayınlanan “Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi”ni bu maksatla
ileri sürdüm. Amacım; inanç, ideoloji ve ben gibi etkenleri öteleyerek,
olabildiğince sanat bilimi esaslarına göre nesnel bir yaklaşımla eleştiri
yapılabilmesini sağlamaktır.
Siyasal, ekonomik ve toplumsal olaylar ile cehaletin etkisi, toplumumuzda
yüksek gerilim yaratmaktadır. Farkında olmasak da en doğrusunu yaptığımıza
inandığımız işimizde bile bu gerilimin etkileri çok açık görülmektedir. Biriken
gerilimin akması için de sağa sola saldırmak doğal bir tavır durumuna
dönüşmektedir. Yazın dünyasındaki dergi yazılarına, eleştiri ve denemelere
baktığımızda küçümsenmeyecek kadar saldırı ve şiddet içeren yazılar görmek
olasıdır. Sadece eleştiri ve sanat dünyasının kirliliği değildir bunlar;
sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamın yavaş yavaş kirlendiğinin, sanat dünyasının
değer yitirdiğinin bir göstergesidir. İnsanın insana, meslektaşın meslektaşa
saygısını, yalnızca etik anlayış değil; çevre ve yaşam koşulları da belirler.
Bilimsel olmayan, yetkinliği konusunda kuşkulu olan ve olumlu tavır
geliştiremeyen kişiler, ister istemez yıkarak, dökerek, kırarak ve yok sayarak
kendini gerçekleştirmeye çalışırlar. Daha açık söylemek gerekirse bilimsel bir
gerçeği bile kendi anlayışına sığmadığı için görmezden gelip alışkanlıktan
devşirilen sözde egemenliğini sürdürmek isterler. Çok fazla söyleyecek şey
yoktur; çünkü bu, insan doğasının zorladığı eğitimsiz veya yetkin olmayan kişi
tavrıdır.
Altının değeri durduğu rafın niteliği ile
ölçülmez; kendi saflığı ile ölçülür. Önemli olan altının ayar değerini
ölçebilmektir. Bunu ölçmek için de donanım ve özel teknik gerekir. Eleştiri de
tıpkı altının ayar derecesini ölçmek gibi bir şeydir. Üç beş süslü ve çeviri
bilgi, ideolojik ya da dinsel olguların güdümünde yaptığınız sanatsal yorumla
eleştiri yapmış gibi görünebilirsiniz; ne var ki bunlar özgün ve yetkin bir
eleştiri olamaz. Çünkü bir şiiri değerlendirmek için onun varlık katmanlarını
açmak, örtük alanlarını açığa çıkarmak için bilimsel ilkeleri kavramış olmak
gerekir. Şiir, şair, okur üçgenindeki doğrusal ve çapraz ilişkiyi, bu ilişkiden
doğan sonuçları yakalamak gerekir. Estetik değeri ortaya koymaktır bunun uygun olanı. Bu şair benim
düşüncemden değil şu şöyledir gibi sudan nedenlerle ortaya çıkarılmış estetik
değer taşıyan bir yapıt yok sayılamaz. Benim savaşıma omuz vermiyor, benim
inancıma ters gibi bahaneler ileri süren bağnaz ya da yobaz türler geçmişte
olduğu gibi şimdi de vardır ve hep var olacaktır. Bana göre yobaz ve bağnaz
diye tanımlanan her iki duruma uyan kişiler, çağdaş ölçütlere boyu yetişmeyen,
kandırılmışlığın ve cehaletin öncü kurbanlarıdır.
İyi huylu eleştiri, yetkin ve bilimsel donanıma sahip kişilerin yapacağı
bir iştir. Şiiri ve şiirin okurda yarattığı etkiyi; kayırma, kotarma ve
yandaşlık gibi kavramlara saplanmadan ortaya koyma sanatıdır. Eleştirmen ise
başkalarından devşirdiği bilgilerle şairi ezen değil; onu yok sayan değil,
kendi yorumu ve sanat anlayışıyla sistemli bir şekilde eserin yetkinliğini,
etkinliğini ve estetik değerini ortaya çıkaran kişidir. Sezgi, görme ve duyma
yeteneği yüksek, şiirin örtük alanlarını ve anlamsal değerini okurun önüne
koyan kişidir. Eleştirmenler, toplumsal gerilimin ve geleneğin yarattığı etkiyi
öncelikle üzerinden sıyırmayı becermeliler ve bilimler nasıl bir yol öneriyorsa
o yolu izlemeye çalışmalılardır. İyi huylu eleştirinin temelinde; sanatçı
vardır, sanatın ereği vardır, bilgi vardır, tarafsızlık vardır ve deneyim
vardır; insanın içinde güzellik vardır; şiirin yaşam sevinci yaratmak için var
olduğunu kabul etmek ön koşuldur. Özgürlük vardır, bireyin birey olma temel
değerleri vardır. Kısacası iyi huylu eleştiri, şairle değil; şiirle ve şiirin
okurdaki etkisiyle uğraşmaktır. Yani şiirle, şiir gibi sevişmektir.
Eleştiride şunlar yoktur: Kavga, şiddet, nefret, aşağılama, hor görme,
kendini öne çıkarma ve şikâyet… 21 Eylül 2019, Narlıdere
KATMAN EDEBİYAT
ELEŞTİRİ SİSTEMİ
(Deneme,
Vedat Günyol 2020 4. Deneme Yarışma Jüri Özel Ödülü alan dosyası’nda yer
almıştır.)
Yazın ve sanat tarihinin derinliklerine eleştirel
gözle baktığımızda yıllanmış sorunlar içinde buluruz kendimizi. Modern sanat
öncesini saymazsak 19. yüzyıl ortalarından beri evrensel ve evrimsel bir sanata
doğru yol aldığımızı delil göstermeksizin söyleyebiliriz. Bugün ise bilgi ve
teknolojik altyapıya sahip toplam aklın, düş
olanakları ve imgelem zenginliği oranında sanat eseri ürettiğini görüyoruz. Bu
arada pek çok sanat dalının da örgün eğitimi olduğunu ülkemiz ve dünyadaki
eğitim kurumlarından biliyoruz. Eğitim kurumlarını, bireysel ve topluluk
çalışmalarını, belediye, vakıf ve dernek gibi tüzel kuruluşlar bünyesinde
yapılan sanatsal etkinlikleri de dikkate aldığımızda, aslında sanatsal ve
kültürel olarak büyük bir sistemin içinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
Sanatsal ve kültürel etkinlikler
dünya genelinde pastada yüksek payı olan teknolojik sektörler yaratmıştır. Bunlar
aynı zamanda ekonomi ve toplum davranışları ile karar süreçlerini yöneten
sistemlerin ilk sıralarında gelmektedir. Yani sanat, yeniden yapılandırmaya
hatırı sayılır oranda katkı sağlayan bir sistemler bütünüdür.
Böylesi etkin bir sistemin kendi
özel alanları ve özel alanlarının da kendi içinde eğitim, gelişim, dönüşüm ve
geri bildirim (eleştiri) gibi çabaları olmalıdır. Kültürel ve sanatsal
etkinliklerin gelişmesi, dönüşmesi ve çağ ile insanı şekillendirici özellik
kazanması, uygulama ve geri bildirimle kendi kendini yenileyebilme yeteneğine
bağlıdır. Daha fazla konuyu dağıtmadan, dünya ve ülkemizdeki genel sanat
etkinliklerini bir kenara koyup, bu sürecin bir parçası olan şiir ve şiir
eleştirisine gelelim. Şiir eleştirisi, diğer dil sanatlarında olduğu gibi
edebiyat eleştirisi bağlamında ele alınabilir; çünkü şiir dil ve yazının temel
kuramlarına göre hareket eden bir etkinliktir. Ancak şiir, roman, öykü, oyun,
masal gibi diğer dallara göre daha ayrıcalıklıdır; sanatsal yaratıcılık, dil
kullanım kıvraklığı, daha kolay soyutlama özelliği, imgelem sınırsızlığı, az
söz çabası ve kural kırıcılığı açısından daha esnektir. Bir anlamda düşüncenin
ve imgelemin sınırsızlığına koşut olarak, şiir her biçimde yoğurulmaya ve
biçimlendirmeye karşı olumlu yanıt verir. Çağdaş sanatın en temel
özelliklerinden olan ve estetik biliminin de ön sıralara koyduğu, ‘sanatın
algıyı sarsıntıya uğratma işlevi’ diğer sanatlara göre şiirde daha kolaydır,
daha vurucudur.
Şiir sanatının kendi disiplini
altında örgün bir eğitiminin ve ayağı yere basan bir eleştiri sisteminin
olmadığını biliyoruz. Lise ve yazın fakülteleri gibi örgün eğitim
kurumlarındaki şiir sanatına ilişkin eğitim kapsamı ve düzeyini açmaya hiç
gerek yoktur. O yüzden şiir sanatı ve eleştirisi konusunda bugün uygulama ne
aşamadadır ve biz bu işin neresindeyiz, diye sormalıyız. Şöyle genel görünüme
baktığımızda hiç iyi bir yerde durmadığımızı kötümser olmamakla birlikte
söyleyebiliriz. Bu neden böyle? Çünkü
şiir sanatı, bununla birlikte eleştiri sistemi, çok parametreli ve çok boyutlu
bir etkinliktir. Donanım gerektirir, yaratıcılık gerektirir, olgu ve olayları
daha farkındalıklı okumak gerektirir; polimat olmayı zorunlu kılar. Sadece
yazın kuramları, eleştiri kuramları ve dil kuramları veya usta çırak yöntemi
uygulamalarla şiir eleştirisinde iyi sonuçlara ulaşmak zordur.
Tespit yapmak, sorunlar hakkında
şikâyet etmek veya uygulamaların kötülüğünden, yanlışlığından dem vurmak bizi
bir sonuca götürmemiştir ve hiçbir zaman götürmeyecektir. Eğer çözüm üretmek
istiyorsak, gemileri yakıp sanat bilimine, bilgiye sarılmalıyız ve sanatsal
bilgi üretmeliyiz. İnsan düşünü aşan şiir yazmalıyız; aklı evrimleştiren sanat
üretmeliyiz. Çağı aşan yeni ve altı dolu sanatsal kuramlar ortaya koymalıyız.
Her şeyden önce, sağı, solu, dini, ideolojiyi kendi doğal yaşam alanına
bırakarak, şiiri özgür bırakmalıyız ve estetik değer taşıyan şiir yazmaya
yönelmeliyiz. Neyse daha fazla uzatmadan, sanattaki bunca sorunlara karşın ben
burada şiir eleştirisi konusunda bazı savlar ileri süreceğim ve bu savlara
karşı çözüm üretmeye çalışacağım.
Çoğu eleştirmenin söylediği gibi,
“Şiiri okuduğunda bir şeyler uyandırıyorsa ve biraz imge, biraz bağdaştırma,
biraz da benzetme cinsleri içeriyorsa şiir güzeldir diyebiliriz” demek bir
değer taşımaz. Şiir bir sanat eseridir; karmaşık bir yapıya sahiptir. Her
şeyden önce şiir, insanın okuyabildiği, duyabildiği ve sezebildiği dünyanın,
yani insan imgelem gücünün nesnel halidir. Şöyle söyleyelim; şiir bir sanat
eseri ise önce şair, sonra şiirin kendisi, daha sonra sırasıyla okur imgelem
uzamı, ortam, zaman, okur estetik algısı, dil ve düşünce gibi kendi
disiplinlerini taşıyan olmaz ise olmazlar vardır. Ancak şunu söyleyebiliriz;
ortam ne kadar şiir üzerinde etkiliyse zaman da benzer oranda etkilidir.
Öyleyse bugün bildiğimiz okur, eser veya sanatçı odaklı eleştiri kuramları ile
diğer parça bölük eleştiri kuramları veya deneyime dayanan pratik eleştiri
yöntemleriyle, şiir gibi devasa bir sanat eserini eleştirmek verimli sonuç
üretebilir mi, bunu kendimize sormalıyız. Mevcut yaklaşımlar ile, şiirin örtük
alanlarının açığa çıkarılması, şairi ve okuru geliştirici değer yaratması,
eserin etkisinin belirlenmesi, şiirin estetik değeri, coşum değeri, ses değeri
ve anlam ve anlatım gücünün ortaya konması teknik olarak olası mıdır? Bu
konunun ayrıntılarıyla tartışılması şiir açısından önemli bir başlangıç
olmalıdır.
Eleştirinin eğitim anlamında bir
işe yaramasını, sanatta düzeltici/geliştirici geri bildirimler sağlamasını,
şairin sezemediği, göremediği dilsel ve sanatsal alanları ortaya koymasını
istiyorsak, deneyime dayalı öznel eleştiriyle, kişinin algı ve yargısına bağımlı parça bölük
değerlendirmelerle olacak bir iş değildir bu dostlar. Ne yaparsak yapalım ama
konuya biraz bilimsel bakalım ve eleştirinin daha nesnel yapılabilmesi için
sistem geliştirelim. Çünkü modern üretim ve tüketim sistemlerinin tamamında
geri bildirim ve düzeltici önlemler olmaz ise olmazlar arasındadır;
önceliklidir, gelişime ve beğeniye yöneliktir. Kaldı ki söz ettiğimiz konu
estetik değer taşıması ve estetik kaygı uyandırması gereken şiirdir; hedef
insandır, maksat duyarlılık ve sevgi yaratmaktır. Niteliğe, beğeniye,
kalıcılığa, sanata, şiirselliğe ve çağdaş şiire varmanın ölçütlerinden birisi
de güçlü ve bilimsel eleştiri ile eleştirinin eleştirisidir. Eğer biz
eleştiriye daha sanatsal ve bilimsel gözle bakmazsak bugün olduğu gibi ‘ahbap
çavuş’ ilişkisini aratmayan kitap kutlama ayinlerini, şiir ödülü görünümünde
taraftarlara gülücük dağıtma törenleri alır başını gider. Dilsel, sessel,
şiirsel ve sanatsal nitelik taşımayan dizecikler, şiir diye eleştirmenlerimizin
terkisinde serseri mayın gibi dolaşır.
Şiire güzel demenin bir ölçütü
yoktur; güzel değil demenin de bir ölçütü yoktur; şiire güzel demek, deneyimden
doğan sezgiye dayalı bir iştir derseniz, bağışlayın ben buna inanmam. Yeterli
imge, bağdaştırma, sapma, benzetme vs. gibi şiir sanatının olanaklarını içinde
barındıran bir şiire de güzel ya da şu şiirden daha iyi diyebilmek öznel bir
sonuçtur. Sağlıklı bir eleştiriden söz edeceksek, şiirdeki etkinliği,
yetkinliği ve estetik değeri sanatın öngördüğü ölçütlerle tartmak zorundayız.
Ahbap çavuş ilişkisinin önüne geçeceksek, katı aidiyet çemberini kıracaksak,
tekel olmaktan vaz geçeceksek ve bu işi şiir, sanat adına yapacaksak, şairin ve
şiirin gelişimini sağlama çabası taşıyorsak içtenlikli olmalıyız. Bir sanat
eserini veya bir şiiri ‘sadece anlam’ açısından ele aldığımızda bile, işin
içine anlam bilim, gösterge bilim, dil bilim, fen, sosyal ve insani bilimlerin
tamamı bir çarpan olarak karşımıza çıkmaktadır. Şairin imgeleminin anlamlı bir olguya, oradan dille imgeye dönüşmesi,
daha sonra imgelerin okurda algılanıp tekrar imgelemle estetik kaygıyı
uyandırması önemli bir süreçtir. Bu süreç kendi disiplinleri altında
incelenebilir ve ondan sonra yararlı bilgi olarak geri bildirim sağlayabilir.
Tabii ki şiir eleştirisine bu açıdan bakmak, şiirin sanat ve insan yaşamında ne
anlama geldiğini duymak ve görmekle ilgilidir. Duyguların anlatıldığı bir söz
yumağı olarak bakarsak şiire, eleştiriye gerek yoktur. Eleştiriyi, sanatların
temeli olan şiir sanatı açısından ele alırsak, durum bugün yaptığımızdan daha
fazla ciddiye alınmak zorundadır.
Yıllarını
şiir ve eleştiriye adamış ustaların da şiire ve eleştiriye katkılarını
görmezden gelme lüksüne sahip değiliz. İyi şairlerimiz, eleştirmen ve sanat
biliminin çeşitli alt dalları üzerinde çalışan düşünürlerimiz vardır. Tarihte
yerini alanlar da… Şiir, daha doğrusu sanat öyle bir şeydir ki kimse kimsenin
yerini alamaz ve kimse kimsenin yerini dolduramaz. Akademisyeni, şairi, yazarı,
eleştirmeni ve düşünürü aynı hamurdan müteşekkildir; bireysel yönü ağırdır,
yaratıcılık seviyesi daha iyi olabilir ancak birbirinden çok farkı yoktur. O
nedenle tekelciliği, düzeltme hastalığını ve şiiri ben bilirimciliği öteye itip
şiir ve şiir eleştirisini daha yetkin verilerle ele almalıyız. Eleştiriyi ciddi
bir iş olarak görüyorsak, şiir sanatının olmaz ise olmazları arasında
görüyorsak daha yetkin, altı dolu ve bilimsel çözümler ileri sürmeliyiz. Şiir
eğlence için yazılan bir sanat etkinliği değildir. Şiir, bütün sanatların temel değerlerini taşıyan kocaman bir sanat
evrenidir; insan dünyasını ve estetik kaygısını müzikten sonra en kolay ele
geçiren düşünce-dil sanatıdır.
Neyse
konuyu çok uzatmayalım. Ben bu konu üzerinde uzun zamandan beri çalışıyorum.
İleri sürdüğüm çözüm önerisini kısa ve anlaşılır biçimde sizlerin bilgisine
sunmak istiyorum. Bu yazıda ileri süreceğim öneri zor ve uygulaması oldukça ayrıntı
gerektiren bir bütündür.
“Katman Edebiyat Eleştirisi”den
söz edeceğim. Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi, Şiir
Çözümleme Tekniği
diye yine benim önerdiğim kapsamlı bir sistemin üzerinde uygulanabilir,
izlenebilir ve genellenebilir sonuçlara yönelmektedir. Katman Edebiyat Eleştiri
Sisteminin ayrıntılarını ortaya çıkarabilmek için, özellikle şiir sanatı ele
alınmıştır; çünkü şiir duyusal ve nesnel yapısı bakımından, sanat eserlerinde
olması gereken tüm katmanları görünür biçimde içinde taşır ve bunlar şiir
sanatı ile daha kolay açıklanabilir. Sanat eserlerinin tamamında, nesnel ve duyusal
olarak var olan içsel ve dışsal varlık katmanlarını şiir çözümleme tekniğine
dayanarak sanat bilimi, sosyal ve insani bilim veriler ışığında görünür kılmaya
çalışır.
Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği, şiiri katmanlara
ayırır, katmanları da tabaka
veya eksenlere
ayırarak ilgili tabakaları kendi disiplini içerisinde şair, okur, eser, zaman
ve ortam çarpanlarını dikkate alarak çözümlemeye yönelir. Bu teknik, aynı
zamanda tüm sanat dallarının çözümlenmesi için kullanılabilir. İşte Katman
Edebiyat Eleştirisi, Şiir/Sanat Çözümleme Tekniği ile daha nesnel, daha
tarafsız, bilimsel ve sanatsal eleştiri biçimidir. Aslında bu teknik şiir için
tasarlanmıştır; ancak yazın evreninin her alanına uygulanabilir ve diğer tüm
sanat türlerine de uygulanabilme yeteneğine sahiptir.
Bu
sistem, özellikle eleştiri konusunda geçmişten günümüze kadar ortaya atılan
eleştiri yaklaşımlarının tamamına bütüncül bir yanıt olması açısından
önemlidir. Daha açık söylersek bu sistem; yapıtı, yazarı, okuru, ortam ve zaman
etkenlerini, estetik beğeni ve çağın tüm
sanat yaklaşımlarını ilgili bilim alanlarının verilerine göre ele almaktadır.
Eleştiri tarihinde gördüğümüz, özellikle akademik çevrenin önümüze kuram diye
öne sürdükleri eleştiri yöntem veya tekniklerinin tamamını içine alan bir sistemdir
bu. Edebiyat tarihinde yer almış eleştiri yöntemlerinde olduğu gibi yapıta
olası bir açıdan bakmak yerine yapıtın her katmanını, her açıdan incelemeyi ve
ilgili bilim verilerine göre daha nesnel bir değerlendirmeyi zorunlu
kılmaktadır. Diğer bir söyleyişle, yapıt üzerinde etkisi olan her durumu
bütüncül bir biçimde ele alır.
Eleştirmenin öznel tutum takınacağı durumlar olsa bile, çözümleme
sonuçlarına bağlı kalmak, delilsiz yargıyı en aza indirmek; sistemin önceliğidir.
Sanat çözümlemesi ve eleştiride kullanabileceğimiz iş akış durumu aşağıdadır.
Bu akış içerisinde sanatın türü ve yapıtın özelliğine göre yeni katmanlar ilave
edilebilir. Örneğin roman çözümlemesi/eleştirisinde karakter yaratma katmanı
veya resim sanatında perspektif katmanı gibi…
Sanat/Şiir Çözümleme
Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi İş Akışı
1. Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
a.
Gerçek Anlam Tabakası (Temel, Yan, Mecaz anlam…)
b.
Rastlantısal Anlam Tabakası (Rastlantısal Anlam Kuramı)
c.
Üst Anlam Tabakası
3. Anlatım Katmanı
4. Ses Katmanı
a.
Tonlama Ekseni
b.
Ezgi Ekseni
c.
Sanatsal/Şiirsel Ezgi Ekseni
5. Çağrışım Katmanı
a.
Çağrıştırma Tabakası
b.Çağrışımsal İmgelem Tabakası (Çağrışımsal İmgelem
Kuramı)
c.
Rastlantısal İmgelem Tabakası
6. Coşum Katmanı
7. Estetik Katmanı
a.
Yapıttaki Estetik Değer Tabakası
b.
Okurdaki Estetik Algı Tabakası
c.
Durumsal Estetik Değer Tabakası
8. Katmanlarda yer almayan ayrıksı sanatsal
konular
9. Sonuç: (Yapıtın Estetik
Değeri, Sanat Değeri, Etkinlik ve Yetkinlik Değerlendirmesi)
Katman, herhangi bir sanat eseri
veya şiirin varlık alanlarını kendi kapsamında ve ilgili disiplinlerle
incelemek için sınıflandırmadır. Şiiri oluşturan duyusal, nesnel, içsel ve
dışşal tüm varlık alanları ile özelliklerinin belirlenebilmesi için kullanılan
bir terimdir. Tabaka ve eksen ise, katman iç yapısını daha özelleştirebilir
birliktelikler olarak düşünmek gerekir. Tabaka ve eksenler katmanı, katmanlar
bir bütün sanat eserini var ederler. Tıpkı insan yaşamının belirli ruhsal ve
fiziksel katmanlardan oluştuğu gibi. Katmanlar, aynı zamanda birbirinden
ayrıştırılabilir, belli disiplinler altında ele alınabilir ve kendi içinde
tanımlanabilir özellikler barındırmaktadır. Örneğin ses katmanının ses bilimi
ile incelenebileceği gibi. Ancak katmanların birbirinden bağımsız tek başlarına
işlevleri şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğurmazlar.
Yapıtı varlıksal bir bütün kabul
edersek, nesnel ve duyusal varlıklarını oluşturan katmanları tek tek
özelikleriyle birlikte çözümlemek durumundayız. Öznel inceleme, eleştirmenin sanatsal
deneyimi, dünya algısı, inanç ve değer yargılarına bağlıdır. Oysa nesnel yapıt
incelemesi, bilgi disiplini durumuna dönüşmüş kuramsal sanat bilgisini, dil
özelliklerini, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal verileri, estetik
biliminin öngördüğü bakış açısını gerektirir. Yani sanat bilimi açısından
tarafsız bakış gerektirir. İster istemez yapıtı bu değerlerle incelediğimizde,
eleştirmenin öznel yargılarını bir anlamda daha kanıtlanabilir noktaya
taşıyacağız demektir. Bir yapıtı değerlendirirken deneyim ve dünya algısına
bağlı öznel yargı olmak zorundadır; ancak nesnel yargı ile ayırt edilebilir
konuma taşımak daha analitik bir yaklaşım olur. Aslında şiir/sanat
çözümlemesinde yöntem ve uygulama alanı olarak en somut getirilerinden birisi,
şiir/sanat eleştirisinde bir adım daha ilerlemek ve eleştiriyi daha bilgi bazlı
duruma dönüştürebilmektir.
Özet olarak, bir şiir ya da sanat
eserini oluşturan ve olması gereken bütün özellikler katmanların bünyesinde
saklıdır. Bu teknik şiirin/yapıtın; sanatsal, duyusal, nesnel tüm varlıklarını
ortaya çıkarmaya, tanımlamaya, incelemeye ve kullanılabilir hale dönüştürmeye
yöneliktir.
Bilindiği gibi şiir veya bir
yapıt, üç ana sütun (katman) üzerine kurulur, bunlar; ‘anlam, anlatım ve ses’tir.
Bu sütunlar, nesnel ve fiziksel katmanlardır. Bir yapıtta aynı zamanda duyusal
katmanlar vardır ve bunlar birbiri içinde ve birbirini ivmeleyerek toplam
sinerjiden sanatsal anlatımı doğururlar. İşte yapıttaki hem duyusal hem nesnel
hem de biçimsel katmanları bir bütün ve birbirine etkileri açısından incelemek
ayrı bir sanat çözümleme tekniği gerektirir. Yani yukarıda söz ettiğim ‘şiir/sanat
çözümleme tekniğini gerektirir. Şiir çözümleme tekniği ise bir şiiri/yapıtı her
açıdan inceleme esasına dayanır. Bu esaslar çerçevesinde yapıtın etkisini,
yetkinliğini, anlam, anlatım, çağrışım, ses, coşum değerlerini insan bilimleri
ve estetik bilimi açısından bir bütün olarak ele alır. Sonuç olarak bir yapıtın
estetik değerini, sanat değerini ve kalıcılık değerini ortaya koymaya çalışır.
Dinamiktir (devimsel); her akım, her ekol ve her yaklaşım biçimine karşı
sınırlamaksızın yanıt verebilme yeteneğine sahiptir.
Sonuç olarak, ‘Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi’; bir yapıtın biçim katmanından estetik katmanına kadar her bir niteliğini ayrı
ayrı bilimsel verilerle ele almak üzere kurgulanmıştır. Bu yaklaşım ve
inceleme biçimi; en az hata, en geniş uzagörüm ve ‘en az delilsiz yargı’ esasına
dayanır. Eleştirmenin hem sanatsal hem şiirsel hem de diğer sosyal ve insan
bilimlerinin disiplinlerine başvurusunu gerektirir. Bu sistemde öne çıkan konu
şudur: Örneğin estetik bilimini bilmeyen eleştirmen bu tabakaları istenen ve
inandırıcı bir biçimde çözümleyemez. Sonuç olarak, bu eleştiri yaklaşımı, ahbap
çavuş ilişkisini, ben bilirim yargısını, bizim köydendir ayrıcalığını, öznel
eleştiri hatalarını çoğunlukla bertaraf edebilme yeteneğine sahiptir; güçlü
deneyim gerektirir.
Oscar Wilde ve Mehmet Fuat
“Eleştiri bir sanattır.” der. Doğrudur katılıyorum; ancak eleştirinin sanat
niteliği kazanabilmesi için eleştirel süreçte sanatsal bilgi, bilim ve deneyime
gereksinim vardır. Eleştiriyi taraftarlıktan, alaylı gelenekten, aidiyet
kayırmacılığından ve dedikodu mantığından kurtarmak gerekir. Rüzgârın yönüne
göre şekillenmeyen bilinçli ve deneyim sahibi eleştirmen yetiştirmek gerekir.
Eleştirmenin görme, duyma, yaratıcılık ve sezgi yetileri ile sonuçlarını
sanatçıya aktarması için geri bildirim kanallarını daha işlevsel kılmak
gerekir. Eleştirmene karşı olumlu algı yaratmak, güvenirliğini (bilgi, deneyim,
eleştiri sistemi, tarafsızlık, yeterlilik kapsamında) pekiştirmek üzerinde
durulması gereken öncelikli konulardır. Daha açık söyleyişle, eleştiriyi bir
okul veya sanat eğitim kültürü olarak düşünmek ve konuya bu açıdan yaklaşmak
demek, sanata yeniden dönmek ve aydınlanmanın yoluna koyulmak demektir. Mayıs 2018
BİÇİM
ÇÖZÜMLEMESİ VE ELEŞTİRİSİ
Sanatı hem üretirken hem öğretirken hem
izlerken hem de eleştirirken bir bütün olarak ele almalıyız ve her yapıta
analitik (çözümsel) yaklaşmalıyız. Sanat etkinliği ve yapıt; sanatçısıyla,
izleyicisiyle, biçimiyle, sınıfıyla, niteliğiyle, ortam ve çağıyla bir bütündür. Daha kestirme
deyişle yapıt, bütün katmanları ve etkenleriyle ontik bir varlıktır. Sanatla
ilgili yayınlara baktığımızda, ne yazık ki sanat yazıları konusunda derinlikli
ve ayrıntılı değerlendirmelere çok az rastlıyoruz. Sanat üreten ya da sanat
öğrenmek isteyen okurlar olarak, çoğu zaman okuduğumuz metinlerin bize yeterli
düzeyde bilgi sunmadığını, önemli noktaların yüzeysel biçimde geçiştirildiğini
fark ediyoruz. Bu yazıların pek çoğu, sanatın yapısını, bağlamını ve kuramsal
arka planını anlamamıza yardımcı olmaktan uzak; bunun yerine, genel-geçer
ifadelerle yetiniliyor ya da öznel beğenilerin sınırları içinde kalınıyor. Bu
savıma akademik yazıları da dahil ediyorum. Akademik yazılarda çözümleyici bir
yaklaşım yerine, geçmişte yapılanın sanat türü ve içeriğini saptamak,
yorumlamak ve tarihsel dizgeye yerleştirmek biçiminde bir yaklaşım söz
konusudur.
Çağdaş sanat
anlayışının egemen olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu çağ, yalnızca sanatın üretim
biçimlerinin değil, sanat üzerine düşünme, yazma ve eleştirme biçimlerinin de
yeniden tanımlanmasını gerekli kılmaktadır. Artık sanata daha çözümleyici, daha
yapılandırılmış yaklaşımlar geliştirmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bu düşünceden
hareketle, 2018’de yayımlanan bir kitabımla ‘Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi’ni önermiştim. Bunlar, bugüne kadar geliştirilmiş sanat çözümleme ve eleştiri yöntemlerinin
hepsine birden yanıt verebilecek bir esnekliğe ve dinamikliğe sahiptir.
Sanat/Şiir
Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi İş Akışı, bir önceki
denemededir.
Bu çerçevede, öncelikle “katman”
kavramını, bu kavramın sanat çözümleme tekniği ve katman edebiyat eleştiri
sistemindeki önemini açıklamalıyım. Katman;
bir yapıtta içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliğin bir arada
bulunduğu, birbirleriyle etkileşim içinde olduğu, birbirlerinin eşgüdümü ve
eşzamanlı görevdeşliğiyle sanat yapıtını var ettiği, ana sütundur. Örneğin biçim, anlam, anlatım… katmanı gibi. Katmanların altındaki
yapılarsa tabakalardır. Tersinden söylersem tabakalar katmanı, katmanlar bir
bütün sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel
katmanlardan oluşması gibi. Bu durumda yapıtı; ağzı, dili, duygusu ve diğer
organları olan bir beden olarak düşünebiliriz. Katman yöntemi, yapıtın ön ve
arka yüzünü tanımlayabilmek, varlık alanlarını ilgili bilimlerin de yardımıyla
açıklayabilmek ve sanata çözümsel yaklaşabilmek için benim tasarladığım bir algoritmik
sınıflamadır.
Bir sanat
yapıtında bana göre olmazsa olmaz en az yedi katman vardır. Fiziksel katmanlar;
Biçim, Anlam, Ses,
Anlatım; duyusal katmanlar ise Çağrışım, Coşum ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez; birbiri içine geçmiş ve
birlikte yapıtı oluşturan yapıtaşlarıdır. Bir anlamda yapıtın dünyaya açılan
duyuları ya da organlarıdır. Bunların öncelikleri ya da baskınlıkları, sanatın
sınıfına göre değişebilir. Heykelde biçim öncelikliyken, şiirde anlatım katmanı
daha baskındır. Ayrıca sanatın türüne göre ek katman da tanımlayabiliriz.
Örneğin roman ve öykü gibi sanatlar için ‘karakter yaratma ve karakterin
betimlenmesi’, resim sanatında ‘perspektif’ katmanı gibi… En az yedi katmandan kastım, her yapıtta
bunların mutlak varlığıdır.
Ayakları yere
basan nesnel bir çözümleme ve eleştiri yapmak istiyorsak, sanat çözümleme
tekniği ve edebiyat eleştiri sisteminde kullanacağımız katmanları çözümleyici
bir yaklaşımla ele almamız gerekir. Bu yazımda sadece biçim katmanını, çözümleme
ve eleştiride ele alış biçimini ve
etkisini açmaya çalışacağım. Diğer katmanların nasıl ele alınacağını ileriki
zamanlara bırakalım. Ayrıca ‘Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve
Eleştiri’ isimli kitabıma bakabilirsiniz.
Biçim,
çoğu zaman yalnızca yüzeyde görünen, yapıtın dış yapısını oluşturan katman gibi
görülse de aslında içeriğin taşıyıcısı, özün omurgasıdır. Daha doğrusu biçim,
yalnızca bir “kabuk” değil, içerik ve özle bir bütündür. Bu nedenle, sanat
çözümlemesi ve katman edebiyat eleştiri sisteminde, biçim katmanı yalnızca
şekil olarak geçiştirilemez; tersine, biçim çözümlemesi, diğer katmanların da
çözüm kapısını aralayan bir ön analiz aşamasını oluşturur. Neden?
Biçim
dediğimizde ilk kavrayış ve zihnimizde görüntülenen nesnel durum, yapıtın
fiziksel özellikleri ve dış görünümüdür. Örneğin şiir çözüm ve yorumlarında
olduğu gibi biçime; nazım, ölçü, uyak, ses, dize, dörtlük, oran vs. gibi
yüzeysel baktığımızda fiziksel bir form gibi görünür. Oysa biçim,
sanatta tasarım ve anlatım gereçlerinin belli bir sanatsal düzlemde şekillenmiş
formudur. Başka bir söylemle sanat ögeleri ile görünüşe taşınan bütün varlık
katmanları, biçim düzleminde yerini almış durumdadır. Biçim katmanını yalnız
fiziksel olarak düşünürsek; sanatın çok boyutluluğunu, çoklukta birlik
ilkesini, yapıtın anlam, ses ve diğer katmanlarının oturduğu düzlemi ve
yarattığı duyusal dünyayı görmezden gelmiş oluruz.
Yapıtın nesnel
dünyası yanında; rasyonel olmayan, görünmez ama sezilir, duyulur, duyumsanır
bir dünyası daha vardır. İçerik ve diğer katmanlarla şekillenen duyusal
dünyadır bu. Düşüncemizde tasarımlanmış ve somutlaştırılmış ise; bir varlık
olarak algılanabilir olmuş ise sanatsal açıdan biçim üzerinde de bu evreni
sorgulamamız gerekecektir. Yapıt, nesnel varlık alanı ve duyusal varlık
alanından oluşur. Amacı gereği yapıtın duyusal varlık alanı; üzerinde durulması
ve düşünülmesi gereken en önemli yanıdır. Çünkü duyusal alan ya da arka yapı,
her sanat yapıtının varoluş gerekçesidir. Tersinden söylersek sanat değerinin
gösterenidir. Bu durumda yapıtın nesnel varlık alanıyla duyusal varlık alanını,
biçim düzleminde konumlandırmak zorundayız. Şöyle ki biçim, bir yapıtın
kabıdır, taşıyıcısıdır; yapıtın bütün özelliklerini içine sığdırmış bir
formudur. Yani biçim, yapıtın nesnel var olanları ile duyusal var olanlarının
toplamından oluşur.
Herhangi bir
yağlı boya tablosunu örnek alalım. Resim iki boyutludur; şekil, doku, desen,
ışık ve çizgilerle yatay ve düşey boyuttan oluşmuştur. Ancak tablonun bir
üçüncü boyutu daha vardır. Gözümüzün, şekli bir bütün olarak algılayabildiği
derinliği oluşturan perspektif dediğimiz üçüncü boyuttur bu. Göz, resimde bu
boyutu algılıyorsa ve daha önceki deneyimlerinden doğan sonucu hesaba katarak
üçüncü boyutu fiziken var kabul ediyorsa, sanatsal anlatım gereği resimde
üçüncü boyutun olmadığını söyleyemeyiz. Anlaşılması kolay olduğu için biraz
daha açıyorum. Gerçekte olmayan ama gözün algıladığı üçüncü boyut, resmin arka
yüzüdür, duyusal alanlardan bir tanesidir.
Sanatın işlevi; algıyı
tetikleme, değiştirme, dönüştürme ve görmeyi daha öteye taşımadır. Resmin
görüntüsünün aynı zamanda sanatsal bir iletiyi doğuruyor olması, coşumsal ve
estetik algıyı hareketlendirmesi demektir. Bu durum, resimde var olan duyusal
bileşenleri biçim düzleminde konumlandırma gereğini doğurur. Sanat, gerçeği
yansıtma veya duyularla gerçek olmayan dünyayı görünür kılma yöntemi ise
yapıtın doğurduğu tüm katmanların biçim üzerinde var olan olarak kabul edilmesi
gerekir. Biçim katmanını şiir açısından düşündüğümüzde, biçimin taşıyıcı kap
olduğunu, şiirde var olan her ögenin biçim düzleminde yer almak zorunda
olduğunu düşünmeliyiz. Bu bilgiden hareketle şiirin duyusal dünyasını, sanatsal
anlamda biçim üzerinde ele almamız zorunlu görünmektedir. Şiirin ön ve arka
yapısını; diğer bir söylemle görünen yüzünü ve görünmeyen, duyularla algılanan
yüzünü; biçim katmanında var kabul etmemiz gerekir. (Sanatta ön yapı ve arka yapı tanımlamasını Prof. Dr. İsmail Tunalı
“Estetik Beğeni” ile “Estetik” isimli kitaplarında yapmıştır.)
Deneyimsel
bilgiye dayanarak, mantığım bana şunu söylüyor. Biçim, bir yapıtın dış görünüşü
ve taşıyıcı kabı ise; uzaydaki görünümü, kütle, simetri, uyum, oran ve hacim
unsurlarına sahipse; bu, yapıtın görünen
ve nesnel yanıdır. Biz biliyoruz ki yapıtta rasyonel olmayan, duyusal olan bir
alan daha var ve yapıtın oturduğu katmanlarla şekillenmiştir. Duyusal varlık
alanı, aynı zamanda bu katmanlarla ayrılamaz bir bağ içindedir. Bu alan, insan
tarafından algılanabilir, sezilebilir, duyulabilir, hissedilebilir bir yapıdır.
Sağduyulu bir biçimde baktığımızda rasyonel olmayan alan, nerededir diye
kendimize sormamız gerektiğini düşünüyorum. Zaten bu soruya Cohen ve Özdemir
İnce yanıt veriyorlar. Biçim katmanında bir yapıtın derin yapısını, resimde
olduğu gibi duyularla algılanan resmin üçüncü boyutunu veya anlamın ürettiği
çağrışımsal ve coşumsal değeri, göz ardı edemeyiz.
Örneğin şiirde,
heykel veya resim sanatında olduğu gibi biçimi anıtlaştırmak olası değildir.
Biçim; ses, anlam ve anlatımın sağladığı tasarımlar sayesinde
anıtlaştırılabilir. Şiir gibi dil sanatlarını diğer sanatlardan ayıran en
önemli özellik; anlam, anlatım ve ses birlikteliğinden şiirin her iki
dünyasının oluşturulabilmesidir. Yani duyusal varlık katmanlarıyla gerçek
varlık katmanları, sözün taşıdığı değerler ile oluşturulmaktadır; görünüşe
taşınmaktadır. Ses, anlam ve anlatım katmanları bir anlamda daha somut ve
görünür katmanlardır; fiziksel, anlamsal ve duyusal özellik taşırlar ve biçim
katmanında konumludurlar. Aslında bu üç katman, üstü kapalı da olsa sanat
çözümlerinde yerini almıştır ve uygulanmaktadır. Bu üç katmanın oluşturduğu
duyusal özellikler, aynı zamanda çağrışım ve coşum katmanını da doğururlar.
Katmanların toplamı ise birlikte estetik değeri oluşturur. Ayrıca, şiirin şiir
olmasını sağlayan ve sanatsal içeriği duyulara aktaran; çağrışım, coşum ve
estetik katmanlarının da biçim düzlemi üzerinde yerini aldığını gösterebiliriz.
Yani şöyle diyebiliriz: Şiirde biçim; anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanların toplamıdır.
Özet olarak biçim, yapıtın temel taşıyıcısıdır; dilsel ve sanatsal
bütün özelliklerin yapıt üzerine giydirilmiş bir formudur. Diğer bir deyişle
biçim, yapıtın nesnel varlık katmanları ile duyusal katmanlarının toplamından
oluşur. Yazınsal eserlerde biçimin şekilsel özellikleri çok önemli bir yer
tutmaz, görsel sanatların aksine şiir, ağırlığını ses, anlam ve anlatım
olanaklarına bırakır. Çünkü şiir, bir heykel ya da resim değildir; kullandığı
malzeme dilin kendisidir. Sanat çözümleme tekniğinde biçimi ele almak ya da
katman edebiyat eleştiri sisteminde biçimle ilgili çözümleme yapmak, sanat
sınıfının özelliklerine göre farklılık göstermek zorundadır.
Buraya kadar ki
açıklamalarım, herhangi bir yapıt için genel anlamda ortak değer taşıyan biçim
özellikleridir. Sanat çözümlemesinde yapıtın biçim katmanını, nasıl ele
almalıyız? Plastik sanat yapıtını ele aldığımızda, elle tutulur gözle görülür
hacmi ve kütlesi ile biçimsel özelliklerini ve doğurduğu diğer özellikleri
inceleyebiliriz. Yapıtta var olan katmanları biçim üzerinden
değerlendirebiliriz. Biçim, çözümlemede nasıl bir değer alacaktır, bakalım.
Şiirde biçimi;
düzyazı şiir, nazım, dörtlük, birim, uyum, ölçü, uyak, oran, dize vd. gibi
şiiri dış görünüşü açısından ele alabiliriz. Ses, anlam ve anlatımdan doğan
rasyonel olmayan varlık alanını başlangıçta bir kenara koyabiliriz. Neden? Dil
sanatları, diğer sanatlara göre biçimin oluşturulması açısından farklılık
gösterir. Çünkü şiirin fiziksel görünümü dışında, iç görünümü ve duyularla
algılanabilir alanı; ses, anlam, anlatım gibi katmanlar ile doğurulduğundan
şiirde asıl incelenmesi gereken yerler bu katmanlardır. Şiiri şiir yapan
fiziksel katmanlar, sanat değerinin ortaya çıkarılabilmesi için ayrı ayrı
incelenmelidir.
Bu
açıklamalardan hareketle şiirdeki biçim katmanını çözümlerken, şiirin dış
görünüşü, düzyazı şiir, nazım, dörtlük vd. gibi özelliklerini bugüne kadar
yapıldığı şekilde ele alabiliriz. Bunun yanında şiirdeki dilin özellik arz eden
yanlarını açıklayabiliriz. Biçim
katmanında; ayrıksı dil kullanımı, soyut, dış gerçeklik, çağın şiirlerinden
farklılığı, sıra dışılık gibi özelliklere; değinmekte yarar olduğunu
düşünüyorum. Kısaca söylersek, yapıtta var olan ve diğer katmanlarda yer
verilmemiş aşkın özellikleri; biçim katmanı altında çözümleyebiliriz. Örneğin
diğer altı katmanda değinilmemiş konulardan, sıra dışılık, zamanla şiir
değerler dizgesinde değişen özel durumlar, dil ve kullanılan özel teknikleri
gibi konular biçim katmanında ele alınabilir. Ayrıca çözümlemede sanat
kuramları veya çağın sanatsal algısı dikkate alınarak her katmanda olabileceği
gibi biçim katmanında da delile dayalı olmak koşuluyla yorum geliştirilebilir.
Tabii ki kuram derken, bizim edebiyatçılarımızın kuram dediği ‘Feminist
Eleştiri Kuramı veya “şey” yerine kullanılan kuram terimi gibi gerçekte yöntem
veya yöntemler topluluğundan söz etmiyorum; yansıtma, etki, nesnel bağlılaşık
gibi gerçek kuramlardan söz ediyorum.
Eleştirinin
temel amacı, bir yapıtın estetik ve sanatsal değeri hakkında olabildiğince
nesnel bir yargı ortaya koymak, yapıtın sanatsal etkinliğini ve yetkinliğini
saptamaktır. Ayrıca sanatçı ve izleyiciye yapıt hakkında daha açıklayıcı bilgi sağlamaktır. Bu yüzden
eleştiri, deneyim ve çok yönlü kullanılabilir bilgi isteyen sanatsal bir
etkinliktir. Yapıtı hangi eleştiri yöntemiyle ele alırsanız alın, bütünlükçü
bir bakış açınız ve ona yaklaşacak kapsayıcı bir sisteminiz yoksa, orada
eleştiriden ziyade övme ya da yerme içerikli bir takım söz kalabalığı var
demektir. Parçalı eleştiri yöntemleriyle bir yapıtın yalnızca sınırlı
alanlarına ulaşabilirsiniz. Okur odaklı, yapıt odaklı gibi yöntemlerle… Yapıtın
sanat değeri hakkında, bu tür eleştiri
yaklaşımlarıyla sağlıklı bir değerlendirme yapmak pek olası görünmüyor. Katman Edebiyat
Eleştiri Sistemi, bugüne kadar geliştirilmiş tüm eleştiri teknik ve
yöntemlerini bünyesinde kullanabilen kapsamlı bir sistemdir. İzlenimci, okur
odaklı ya da metin merkezli eleştiri kuramları (yöntemleri demek gerekiyor)
gibi yaklaşımlar, metnin yalnızca belirli yönlerini ele alarak bir şeyler
ortaya koymaya çalışır. Oysa Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi, bir yapıtın tüm
katmanlarını, okur-yazar-ortam-zaman-anlayış etkileşimini ve etkenleriyle
birlikte ele alır ve ilgili bilim alanlarının verilerine dayanarak
değerlendirir.
Katman Edebiyat
Eleştiri Sisteminde biçimi nasıl ele almalıyız? Her sanat sınıfına göre farklı
nitelik taşıyor olsa bile biçimi, fiziksel açıdan ele almak daha mantıklı
geliyor. Öncelikle yapıtın iskeleti, gözlenebilir şekilde ortaya konması
gerekir. Biçim, iki aşamada ele alınmalıdır. İlk başta ve en sonda. Bu yaklaşım
sanat çözümlemesi için de geçerlidir. Biçimin iskeleti ortaya konduktan sonra
diğer katmanların incelenmesine geçilmelidir. Diğer katmanlar çözümlendikten
sonra ele alınmayan konular biçimde yeniden değerlendirmeye alınabilmelidir.
Örneğin burada dil kullanım özelliği ayrı bir alan olarak ele alınabilir. Çağın
sanat anlayışıyla yapıtın tutarlılığı hakkında bir değerlendirme yapılabilir.
Bunlar, önemli ve değinilmesi gereken konulardır. Biçim katmanı, sanatın ayrıksı
yönlerini ele almak için geniş bir alanı önümüze koyar.
Sanat eserinin
veya şiirin ana hedefi estetik değer üretmektir. Öyleyse yapıtın fiziksel ve
duyusal tüm katmanlarının görünüş değeri, sanat gereçlerinin bağıntısından
doğan düşsel, duyusal, imgesel görüntülerdir. Yani biçim; anlam, ses, anlatım,
coşum, çağrışım ve estetik katmanlarının oluşturduğu ve zihnimizde ürettiği
toplam sonuçtur. Öyleyse biçimde konumlu tüm katmanlar ayrı ayrı çözümlenmeli
ve eleştiri konusu yapılmalıdır. Çözümleme verilerine dayanarak, sonuç kısmında
biçim yeniden gözden geçirilerek eksik kalan unsurlar değerlendirilmelidir.
Sanat
Çözümleme Tekniği ve Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi;
alıcı-sanatçı-yapıt-ortam-zaman ve sanat gereci gibi ölçütleri dikkate alarak
ilgili bilim alanlarının da yardımıyla eleştirmen ve sanat çözümleyiciye
dinamik-algoritmik bir iş akış düzlemi sunar. Sonuçta bunlar, önceliğine göre
uygulanması gereken bir kontrol formu gibidir. Asıl sorun, bu teknik ve sistemi
çalıştıracak olan çözümleyici ve eleştirmenin yeterliliğidir. Her ne kadar
öznel yargıyı, delilsiz yargıyı en aza indirme çabası olan bir akış süreci olsa
da deneyimli, öngörülü, sezgisi güçlü ve bilgili eleştirmen olmazsa olmazıdır.
Sanat felsefesi, sanat psikolojisi, sanat sosyolojisi, anlatı bilim,
anlambilim, ses bilim, gösterge bilim, estetik bilimi gibi… yapıtın sınıfına
göre ilgili bilim alanlarının ilkelerine egemenlik gerektirir. Kısacası eleştirmen, sanat bilimi
ve ilgili bilimlerin ilkelerine egemen olmalıdır. Yani asıl yük, eleştirmen ve
çözümleyicinin omuzlarındadır. Bu koşullar sağlandığında, yazınımızda bugüne
kadar görülmemiş; yapıtın estetik değerini, yetkinliğini, etkinliğini ve
yazar-okur bilgi notunu içeren bir eleştiri raporu (eleştirel deneme) veya bir
tablo çözümlemesi ortaya çıkabilir. O zaman ben küratörüm, eleştirmenim gibi
anlamı büyük sözcüklerin kullanımı, hak eden sanatçıların üzerine oturur. Zorlu
bir yolculuk olsa da kitap tanıtım yazısının ötesine geçemeyen eleştiri
notlarından, kapsamlı ve sanatsal eleştiri yazılarına doğru yol alabiliriz. 30
Haziran 2025 Narlıdere
ESKİYE ÖZLEM
Türk
şiir sanatının geleceğinden kaygılıyım. Kaygılanacak ne var ki, diye ilk soruyu
içinizden sorabilirsiniz. Yalnızca benim değil; toplam aklın ve kültürün bir
kaygısı olmalıdır. Bir yerden başlanmalı ve kırılma yerleri tespit edilmelidir.
Temel sorunları ortaya koymak gerekiyor. Bu denemede amacım, temel bir sorunun
ve sorumluluk yozlaşmasının resmini çizmektir. Bu sorun karşısında sanat ve
şiir adına kaygınız varsa, en azından ne yapmalıyım sorusunu kendinize sorma
gereği duymalısınız.
Bana
göre şiir sanatının gelişimini geciktiren iki temel sorun vardır: Birincisi:
Daha önce bir etkinlikteki konuşmamda dile getirmiş ve Şiir Sarnıcı Dergisi 2.
Sayısında aynı konuşmayı yayımlamıştım.
Şiir sanatı, salt dil sorunuymuş gibi ele alınmaktadır. Şiir, bir
sanattır ve sanat felsefesi gözünden ele alınmalıdır. Yani şiire bir sanat
alanı mantığıyla yaklaşılmalıdır. İkinci sorundan ise bu denemede söz edeceğim.
‘Eskiye özlem bağımlılığı.’
Eskiye
özlem, etkin bir duygu durumudur sanat dünyasında. Sanatta ya da edebiyatın
herhangi bir dalında gelişimin önünde duran önemli bir engeldir. Bu da nereden
çıktı, diyeceksiniz.
Şiir
dünyasını izliyorsunuzdur. Sanat ve şiir yazılarını, yorumları, incelemeleri,
eleştirel deneme, şiir, öykü gibi metinleri sizler gibi ben de okuyorum. Şiirle
ilgili etkinlik, çalışma ve tartışmaları izlemeye çalışıyorum. Bunların
toplamının ruhuna girdiğinizde önemli bir durum gözünüze çarpıyor: Eskiye
özlem. Birkaç örnek vereyim. Şiir yazılarına, etkinliklere, tartışmalara,
yorumlara baktığımızda, “Şu büyük şair şöyle yapmış, bu böyle yapmış”tan öte
şiirin felsefesi ve tekniğine yönelik çok şey yok. Eski şairleri kaynak
göstererek şiir evreninde kendini kanıtlama kaygısı almış başını gidiyor.
Burada asıl soru şu olmalıdır: “Ben şiir için ne yaptım, şiire ne kattım, ne
kadar yeni bilgi ürettim?” Ne yazık ki fakültelerimiz de aynı durumdadır.
Bakınız tez konularına. Yapılmışı incelemek ve öykünme içerikli çalışmalara
temel hazırlamakla zaman yitiriyoruz. Yeni bilgi arayan, yeni bilgi ortaya
çıkarmaya yönelik kaç tez konusu görebilirsiniz? Ya da ders konusu… Ben de
varım diyebilmek için söylenmiş özlü sözler çöplüğü, şiir yazılarının başat
konusu olmuştur.
Şiir
etkinliklerine bakalım. “Şiire biz ne kazandırdık” konulu bir etkinlik duydunuz
mu? Ünlü bir şairin adını kullanmak ya da kitap imza kampanyası dışında kaç
tane şiir etkinliği düzenlenmiştir?
Düzenlense bile 19. Yüzyıl bilgilerinin aktarıldığı bir içerikten öte
yol alınmış mıdır?
Tarihsel
bilgi iyi irdelenmediği için eski şairlerimizden kalma yalan yanlış bilgiler,
bugün Türk şirinin temel tartışma konularıdır. Örneğin “Şiirde anlam aranmaz
gibi…” Bunlar sanat bilimiyle incelenmeli, yanlış ve noksan olanlar gündemden çıkarılmalıdır.
İyileri, yeni bilgiyle donatılıp dönüştürülmelidir. Üstüne bir şeyler
konmalıdır.
Tarihsel
bilgiyi iyi kullanmazsak o bilgi, bizi çöplüğe iter. Tıpkı, şu anda ülkemizin
içinde bulunduğu sosyolojik gerçek gibi. Sanatın tarihsel bilgisi, iyi bilgidir;
deneyimdir, ışık tutar ama yeni bilgi değildir. Geleceğe ışık tutar ama
geleceğin şiirini kurmaz. Bu bilgiyi yeni bilgiyle donatıp dönüşümünü
sağlamazsak içinden çıkılamaz bir durum oluşur. Eskiye özlem, öykünmeyi
doğurur, öykünmek ise şiire can çekiştirir. Ne yazık ki bugün Türk şiiri,
eskiye özlem ve öykünme türü yaklaşımlar nedeniyle tıkanmış durumdadır. Söz
gevelemenin şiir olduğunu sanan önde gelen şairler orkestrası oluşmuştur.
Çağdaş sanatı geçtim, modern sanat anlayışının bile yıktığı kavramlarla zaman
geçiriyoruz. Şairin işi geçmişiyle övünüp, öykünmek ve hayranlığının kurbanı
olarak kedini eski ve kalıplaşmış bilgiye teslim etmek değildir. Bağışlayın
beni ama ben Türk şirini böyle bir tehlikenin içinde görüyorum. Çeperini
kıramayan şiir emekçileri, geçmişin ortasında dikeliyor. Varsa yoksa geçmişte
yazılmışlara sıkı sıkı sarılmak ve onlara benzemek peşindedir. Nazım Hikmet,
Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi şairlerimize benzemeye çalışmak ve onların
ününden kendilerine ün devşirme yarışındadır. Endişem bundandır.
Adını
andığımız şairlerimiz, edebiyatımızın büyük değerleridir. Adını şiir tarihine
yazdırmış diğer şairlerimiz ve bugünün önde gelen şairleri; elbette anılacak,
yazılacak, yapıtları incelenecek, söylediklerine değer verilecek, adlarına
etkinlik düzenlenecek; düzenlenmesi de gerekiyor. Ancak bunların içine yeni bir
şeyler koymak gerekmez mi? Yenilerin önünü açacak, yenilerin yapıtlarını okura
taşıyacak, tanıtacak çabamız olmayacak mı? Geçmişe değil; geleceğe yönelmemiz
gerekmiyor mu?
Eskiye
özlem şemsiyesi altında atladığımız önemli bir konu vardır: Geçmiş
değerlerimizi bugünün bilgisi ve sanat anlayışıyla aşamıyorsak, orada
çürümüşlük var demektir. Nazım’ın yaşadığı zamanın bilgisi, bilimi, kültürü ve
bilinciyle bugünün şairinin bilgisi, bilimi, kültürü ve bilinci arasında
binlerce kat gelişim vardır. Bu gelişimi çağımızın büyük şiirlerine
dönüştüremiyorsak oturup kendimiz sorgulamalıyız.
Sorunların
kaynağını görmeyi kolaylaştıracağı için konuyu, yaşadığım ve tanık olduğum
örnekle açıklamak istiyorum. Bu örnek kitabımda birkaç yerde daha geçmiştir.
Lütfen bencil bir yaklaşımla konuyu ele aldığımı, yaptığım şeyleri ortaya
koymayı amaçladığımı düşünmeyiniz. Ortada var olan bir gerçeği, tanık olduğum
örneklerle ve örneklerin ayrıntılarıyla anlatırsam daha anlaşılır olabilir.
Kitabımda; Şiir Çözümleme Tekniği adı altında
katman yöntemiyle çalışan bir sistem ortaya koydum. Bu tekniğin sürecini ve
ayrıntılarını araştırırken, iki kurama ulaştım. Bunların toplamından bir
edebiyat eleştiri sistemi ortaya koydum. Bunlar, sadece şiir sanatının değil;
tüm sanat dallarının öğrenilmesinde, çözümünde, eleştirisinde bel kemiği olan
kuramlar olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda nesnel kanıtlara dayalı estetik
yargıya varmayı sağlayan kuramlar. Bunlar, şiirle/sanatla ilgili yeni bir
sistem ve yeni bir bilgi kütlesidir. Yanlış da olsa bugün açığa çıkarılmış yeni
bilgilerdir. Bir tek kişi çıkıp “Sen ne diyorsun, böyle saçma şey olur mu”,
demedi. Ya da olumlamadı. Yazar ve şairleri geçtim; bu ülkede onlarca sanat
fakültesi, yüzlerce akademisyen ve araştırma görevlisi var. Öğrenme, inceleme
ve yeni bilgilerin altında yatan gerekçeyi anlama çabası taşıyan bir
araştırmacı da görmedim. Sorum şudur: Adının önüne şurada burada eleştirmen,
şair, akademisyen yazan; değişik ortamlarda sanatıyla övünen; tez konularını
yöneten ve eğitim veren; birçok kişi olmasına karşın bunlar yeni bilgi
karşısında neredeler? Neden “Şu şair şöyle şiir yazdı, bu şair böyle dedi” gibi
genelleme yazılarla kendilerini avutuyorlar?
Türk
şiir sanatının geleceği ile ilgili kaygım bu ve buna benzer durumlardan
doğmaktadır. Tarihsel bilginin üzerine yeni bilgi koymadıkça; metinler arası
ilişkiyi anlamın anlamı üretmesi biçiminde ele almadıkça; Türk şirinin önünü
açamayız. Bilindiği gibi sanatta durumu korumak gerilemek anlamına gelir; hız
çağındayız.
Sonuç
olarak, şiir sanatıyla ilgileniyorsak önce sanatın ruhunu anlamış olmalıyız.
Bunun yolu, tarihsel bilgiyi yineleyerek öykünmeci bir tavır sergilemek
değildir. Tarihsel bilgiyi sanat bilimiyle ele alıp irdelemek, bilimlerin
eşgüdümüyle yeni bilgi üretmektir. Eskiye özlem, insanoğlunun normal ve
vazgeçilemez bir duygu durumudur. Şair, eskiye özlem duygusunu gelecek
kaygısıyla bir arada tutmalı ve yeni bilgi, iyi yapıt üretmek için sürekli
arayış içinde olmalıdır. Şiir sanatı, salt şiir yazmakla gelişecek bir alan
değildir; aynı zamanda onu var eden felsefenin güncellenmesi, geliştirilmesi
gerekir. Neden biliyor musunuz? Dünün bilgisiyle bugünün bilgisi arasında,
dünün estetik algısıyla bugünün estetik algısı arasında büyük bir
değişim/gelişim vardır. Eskinin üzerinde tepinerek ün devşirmek değil; yeniyi
bulmak için yola çıkmak gerekiyor. Bu, bilginin doğru kullanılmasına ve
kültürün yerinde yorumlanmasına bağlıdır.
KENDİMLE
SÖYLEŞİ
“Kendimle
söyleşi” mi? Doğrudan yazmak yerine kendimle neden söyleşiyorum ki?
Türk yazınındaki çoğu söyleşi, standart soruların
farklı iletişim kanallarıyla sorulması ve söyleşenin de uygun bir zamanda
yanıtlanıp iletişim olanaklarıyla geri gönderilmesi biçimindedir. Buna, sayısal
teknolojinin kolaylığı diyelim. Günümüz söyleşileri, bazı yayın kuruluşları
dışında genellikle böyle yapılıyor. Bu söyleşide farklı bir yöntem deneyeceğim.
Bu yöntem, bir kişinin oku için gerekli bilgilerini ilk ağızdan ortaya koymak
için yapıyorum. Neden? Bana göre söyleşi, ilk giriş sorusundan sonra verilen
yanıtların ve özellikle sorulmak istenen soruların şekillendirdiği,
yönlendirdiği bir süreç olmalıdır. Yani zamana ve sanatçının yarattığı değere
tanıklık etmek üzere kullanılan bir yöntem olmalıdır. Söyleşi yapan da söyleşen
de açığa çıkması gereken bilgiyi bulmaya yönelmelidir. Çünkü söyleşi, bir test
ya da sorgulama yöntemi değil; konuyu en iyi bilen kişiden en doğru, en tutarlı
ve ders değerine sahip bilgiyi açığa çıkarmak üzere yapılmalıdır. Özellikle
edebiyat alanında elime geçen söyleşileri zaman zaman okuyorum; ne var ki çoğu,
ağızda kalması gereken tadı duyumsatmıyor. Aslında sanatçının yaşam öyküsü okur
için o kadar da gerekli bir bilgi değildir, onun bilincinin ve düş dünyasının
kurguladığı öyküdür okurda değer yaratacak olan. Bunu açığa çıkarmanın yolu,
önemli bir eğitim sürecinin peşinden gelebilir ancak. Bu yüzden söyleşi yapan,
söyleşenden daha ayrıntılı bilgiye sahip olmalıdır… Şimdi bu söyleşide durum, bire birdir; soran
da yanıtlayan da aynı altyapıya sahiptir. Kırma, çekinme ve üzme gibi endişeden
dolayı sözün ölçülüp tartılmasına gerek yoktur. Bu yüzden sorular, kısa, yalın,
içten bazen de alaysama biçimindedir. Yanıtlarsa sorulardan daha fazlasıdır…
‘Soran sen, yanıtlayan sen, bu söyleşi mantığına
aykırı bir durum değil mi,’ diye yadırgayabilirsiniz. Yazında aykırılıklara da
yer vermek gerekir. İşte bu yüzden aykırı bir durumu, sayfalara taşımak
istedim.
Bana göre, “Doğal ve bilgi açığa çıkarıcı söyleşi
biçimi, kendi kendinizle yaptığınız söyleşidir.” Çünkü içtenliklidir. Soruya
göre değil, gerekli olana göre şekil aldığı için daha bilgilendirme temelli
olacaktır. Örneği var mı, görmedim ama deneyelim ne olur ki? Ben böyle bir
yöntem deniyor ve kendimle söyleşiyorum; her ne kadar kalıplaşmış söyleşi
yöntemine uyum sağlamadıysam da “İlk elin günahı olmaz” derler. Öyle diyorum da
benim görmediğim bilmediğim birileri denemiş olabilir bu yöntemi. Bilinir ki
edebiyat alanı çok geniştir ve her bir metni takip olanağımız yoktur.
Edebiyat tarihinde Şiir Sarnıcı adında bir dergi yer
alacaktır mutlaka. Araştırma konusu olursa ya da kaynak gerekliliği duyulursa,
birinci ağızdan bu derginin tarih doğrusunu çizmek gerekir, değil mi? Amacım,
magazinsel olana değil, gerçek ve yaşanabilir olanla yüz yüze gelip gelecek
kuşaklara doğru bilgi aktarabilmektir. “Bırakın bunu edebiyat tarihçiler
araştırıp bulsun” diyorsanız bu yanlış bir tutumdur. Millet olarak arşive ve
kayda yeterince değer vermediğimiz için tarihimizin ilk zamanları hatta yakın tarih
belleklerimizde eksiktir. Bunun için, hem kurumsal yapılar hem de bireysel
çalışmalar, geleceğe ışık tutacak şekilde bugünden düşünülüp ona göre
kurgulanmalıdır.
İkincisi, özellikle şiir konusunda yazılıp
çizilenlerin dışında farklı bir şeyler saptadım ve bunu kitaplarımda açıkladım.
Sıradan şeyler değil; sanatın/şiirin tanımı, çözümü ve ölçümü için önemli
konular. Eskiye hayranlığımız yeni bilgiye yatkınlığımızdan kat kat üstün
olduğu için, bu bilgileri inceleyip, anlayıp kabullenebilen yeterince olmadı
kanısındayım. Bunları, gelecek
kuşakların belleğinde doğru konumlanması için söyleşi aracılığıyla belirtmem
gerektiğini düşündüm.
Uzatmadan kendimle söyleşi amacının en duru anlatımı
şudur: Geleceğin belleğinde doğru konumlanmak.
Ben kimim ki
kendi kendimle söyleşi yapıyorum?
Adımın ve kim olduğumun bir önemi var mı? Şiir Sarnıcı
(e-dergi)’nın kurucusu, yöneticisi ve yayımcısıyım. Birkaç şiir kitabım birkaç
da deneme kitabım var. Ben adıma, yaptıklarıma ya da bulunduğum ortama hiç
takılmadım. Kendime ilişkin sorun yaşamadım. Çünkü evren ve toplam yaşamı
düşündüğümüzde bir nokta kadar bile değiliz; bunun bilincindeyim. Nasıl ve ne
yapabilirim ki insanlığa bir yararım dokunur, gelecekte de anımsanacak bir
değer yaratabilirim, sorusuyla yaşadım bunca yıl. Bilinmesini ve yazılı kaynak
olarak kalmasını istediğim birkaç konu var ki o da, Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın
edebiyat tarihine doğru geçirilmesidir. İkincisi ise sanatla ilgili bazı
önerilerim ve kuram saptamalarım oldu. Bunların, araştırma konusu olarak
geleceğe aktarılmasıdır. Ayrıca bugüne kadar aldığım eğitim ve kişisel
çabalarım, yeterince birikim sağlayıp ürüne dönüşmüşse neden gelecek kuşaklara
aktarmayayım? Tüm bunlar bireysel bir çabadır ve sorumluluk duygusundan
kaynaklanıyor olmalıdır.
Günlük cerideler ve resmi kayıtlar olmasına karşın bu
ülkenin kurtuluş mücadelesi bile çarpıtılabiliyorsa, birtakım kitlelerin
belleğinde başka biçimde yer alabiliyorsa, oturup yazdığımız her metnin
gelecekte alacağı değeri hesaplamak zorundayız. Çağdaş insanın ortak tutumunun
böyle olması gerektiğini düşünüyorum. İşte bu yüzden ortaya konan bilginin ilk
ağızdan aktarılması için kendimle söyleşi yapma gereği duyuyorum.
Şiir
Sarnıcı’nın doğuşuyla ilgili düşüncelerimi biraz olsun açalım mı?
Sancısız, basit, tek kişilik bir düşüncenin doğumdur
Şiir Sarnıcı (e-dergi). WEB tasarımı üzerinde çalışırken tasarladığım sayfalara
bir şeyler yazma gereği duydum. Önce sanat sitesi olarak tasarlamaya çalıştım,
daha sonra blok sayfasına yöneldim. Ah
bir bilseniz, bilgisunar (internet) bu konuda ne çok olanaklara sahip;
özellikle yayımcılar için. “Bilgisunar ortamında önemli olan WEB sayfası
hazırlamak değil, sayfanın içeriğidir” derdi tasarım hocam. Bunun yanında
aklımda okunabilirliği, güvenirliği ve tarafsızlığı yüksek bir yazın dergisinin
düşü hep vardı. Küçük bir araştırmadan sonra, tek başıma yürütebileceğim bir iş
gibi geldi. Sayısal teknoloji olanaklarının sonuna kadar kullanılabileceği,
emek dışında maliyeti olmayan, maliyeti olmayınca da popülist tutumun bertaraf
edilebileceği bir yayın ortamı oluşturmak istedim. Şiir Sarnıcı’nı ilk olarak,
30 Kasım 2019 tarihinde aylık olarak blokta, arkasından PDF dosya olarak
yayımladım. 01 Ocak 2020 tarihinden itibaren de, üç aylık süreli yayına
dönüştürdüm. Ocak, Nisan, Temmuz, Ekim aylarında yılda dört sayı olarak
yayımlanmaktadır. Nisan 2021’de, Milli Kütüphane Elektronik Yayın Derleme
Sistemine kayıt yaptırarak derginin ISSN (2757-8682) numarasını aldım. Yani
derginin künyesi resmiyet kazanmış oldu. Her sayı Milli Kütüphane arşivine
kaydedilip onaylanmaktadır. Ayrıca burada şunu belirtmeliyim: Yıllarca
yöneticilik yaptım; yani insanla birebir uğraştım. İnsanı çalıştırmanın, işleri
düşündüğün/tasarladığın biçimde yürütmenin zorluğunu bilirim. Bu yüzden, teknik
ve deneyimsel bilgi dışında, insanın/insanların söz hakkı ve karışmasına olanak
tanımayan bir yayın sistemi oluşturdum. Dergi güvenirliğinin ve niteliğinin
yüksek olması için, temsilcilikler ve yetkin kalemlerden yayın kurulu
oluşturdum. Derginin genel durumu için yön gösteren ve yorumlarını bizden
kıskanmayan, yayın kurulumuzun en kıdemli üyesi Hidayet Karakuş’a teşekkür
ederim. Bu arada temsilcilerimize ve yayın kurulu üyelerimiz; Dizdar Karaduman,
Seval Arslan, Nilüfer Açılan yıldız, Selami Karabulut, Özge Sönmez, Elif Burcu
Özkan’a teşekkür ederim. Özellikle yayımlanacak şiirleri, oldukça ince eleyip
sık dokuyorlar. Bu konuda Özge Sönmez ve Elif Burcu Özkan’a ayrıca teşekkür
etmeliyim.
Aslında sanatın herhangi bir dalıyla uğraşan her
insanın zevkle çalışabileceği bir iş dergicilik… Yazınımızda dergicilik, her
aklına esenin yapabileceği bir uğraş gibi duruyor. Bu konuda ders almak istedim; kaynak
araştırması da yaptım ama dergiciliğin süreciyle ilgili doyurucu şeyler
bulamadım. Çoğu alanda olduğu gibi dergicilikte de güvenilir, üzerinde çalışılmış, deneyimlerin ders
niteliğinde toplanmış bir kaydına ulaşamadım.
Dergi yayımlamak fazlaca emek gerektiren bir
uğraş; motive edici ögeler ön sıradadır.
Basit bir yorum, yararlı olduğuna ilişkin küçük bir tebessüm bile itici güç oluşturmaktadır.
Bizim şair-yazarlarımızın dünyası öyle sanıldığı gibi sıradan bir dünya
değildir. Bırakın güzel çalışmaların bir ucundan tutmayı, daha doğmadan nasıl
öldürebilirim düşüncesi daha coşkundur. Çağımızın ve ülkemiz insanının genel
bir tutumudur deyip geçelim. Türkçenin akraba dillerini konuşan çoğu ülkede
artık okunuyor dergimiz. Derginin ilk sayılarıyla temsilcilerimiz, arkasından
yayın kurulumuz oluştu ve bugün yirmi dördüncü sayıya geldik. Tabii ki
düşüncesi, görüşü ve deneyimini benimle paylaşıp yol gösteren, destek veren
yazar-şairlerimiz oldu. Bu söyleşi aracılığıyla Şiir Sarnıcı’na düşünce bazında
bile olsa emeği geçen herkese teşekkür ederim. Biliyoruz ki yazın dergileri,
imece yöntemiyle çıkarılır. Sanatçılarımızın katkısı olmazsa yürütülemez.
Su, yaşamın kendidir. Onu gelecek için biriktirmek ve
daha kullanılabilir halde tutmak için sarnıçlar kullanılırdı; özellikle yağmur
sularının boşa akıp gitmesini önlemeye yönelik. Yaşamın en önemli kaynağını
biriktiriyorsunuz. Şiir, dahası sanat da yaşamın bir yüzüdür ve bir yerlerde
biriktirilmelidir. İşte yaşamın içinden doğagelen değerlerin bir yerlerde
toplanıp, biriktirilip gelecek için saklanması düşüncesinden çıkmıştır Şiir
Sarnıcı ismi. Derginin ismine Şiir Sarnıcı demiş olmam, onun salt şiir dergisi
olduğu anlamına gelmez. Şiir, çoğu sanat dalının ögelerini içinde barındırır.
Sanat yerine şiir dememdeki kasıt budur. Çıkış bildirisinde de yer aldığı gibi
Şiir Sarnıcı, sanat ve yazın dergisidir.
Dergiye
bunca emek veriyorum; bunca emek ve buna katlanma kararlılığı nereden geliyor?
Aslında derginin ortaya çıkışından bugüne kadar yazın
dünyasından beklediğim desteği aldım diyemem. Örneğin gönderdiği şiir ya da
metin, dergide yer almayınca hemen bu ortamı terk eden çok yazar ve okurumuz
oldu. Dergiye gönderilen şiir ya da metni yayımlamama gerekçemi ilettiğimde
aşırı derecede tepkiler aldım. Bunlar dergiyi sürdürme kararlılığıma etkisi
olmaz elbet. Ancak şunu açıkça kendimize fısıldamalıyız; ister şiir yazalım
ister deneme ister öykü, yazının hangi dalı olursa olsun, olması gerektiği gibi
işimizi yapmadığımıza tanık oldum. Yapmış gibi görünenlerin çoğu da, iç yüzüne
baktığımızda doyurucu, olması gereken çıtayı aşan şeyler ortaya koymadığını
gördüm. Amacım eleştiri değil elbet, kendimizi tanımak zorundayız; tanıyormuş
gibi yapmadan… Denemelerimde çok kez dile getirmeye çalışmışımdır: İşin aslının
değil, magazinsel bilginin ve yalandan övgünün kahramanlarıyız çoğunluk olarak.
Bu yüzden gerçek bilgi, alışkanlıkları yıktığı için dokuz köyden kovulur durumda…
Şiir Sarnıcı’na verilen bunca emeğin altında yatan ana
neden; tarafsız, nitelikli, magazinsel bilgi yerine sanatsal bilginin öne
çıkarılmasına yönelik bir edebiyat harmanı oluşturma isteğidir. Bunu
başarabilir ve sürdürebilir miyim? Gerçekten emin değilim. Öyle metin ve
şiirler geliyor ki şaşırmamak elde değil. Öyle denemeler, öyle kitaplar, öyle
çeviriler, öyle dergiler okudum ki bunlar için neden sayfa harcanmış diye
sormadan edemedim çoğu zaman. Bunlar, okurlarımı karamsarlığa itmesin isterim. Her
şeye karşın sanat ve onun alt dalı olan edebiyat, ülkemizde gelişiyor ve
dönüşüyor. Küllerinden yeniden doğan toplumların sanatı da edebiyatı da bu
evrimi yaşamak zorundadır. Çok iyi yapıt ve metinler var elbet edebiyatımızda;
ne var ki evrensel boyuta ulaşacak yapıtımız yeterince olmadığı kanısındayım;
benim açgözlülüğümden kaynaklanan bir değerlendirme de olabilir tabii.
Şiir
Sarnıcı’nın hedefi nedir?
Büyünce adam olup dünyayı değiştirmek değil tabii ki.
Derginin çıkış bildirisinde: “Uluslararası düzeyde nitelikli bir yazın dergisi
olmak ve sanatçılarımızın yapıtlarını ülkemiz ve bütün dünyaya duyurabilmektir.
Yeni ve farkındalıklı bir sanat/şiir dünyasının önündeki sorunları görünür
kılmaktır. Özellikle, tozlanmış bilgilerden, genellemelerden, yalan yanlış
söylemlerden, hiçbir mantığa dayanmayan genel geçer kabullerden biraz olsun
arındırmaktır Türk şiirini… Etik bir yazın/şiir dünyasının düzlemini hazırlamak
ve estetik değer algısını, daha somut şeylerle törpülemektir.” diye bir hedef
belirlemiştim. Ayrıca hakemli dergi düzeyine gelebilmekti kafamda tasarladığım.
Ancak hakemli dergi olma tasarısı, ülkemiz sanat anlayışında çok olası
görünmüyor. Dil sanatları, daha doğrusu edebiyatın her dalı, usta çırak
biçiminde yön bulduğu için bu işin; felsefesi, estetiği, çözümü ve ölçümüyle
çok az kişi uğraşmaktadır. Bir kere sanatta çözüm ve ölçümü, belli bir düzeye
çıkarmadan yapılacak her şey havada kalır. Bugün bile, yapılmışın tekrarı ya da
irdelemesi olan çalışmasını hakemli dergide yayımlattım, diye ortalarda dolaşan
akademisyenler olduğuna göre, hakemli dergi aşamasına daha çok yolumuz var
kanısındayım. Nasıl bu kanıya vardım, onu da açayım. Bugüne kadar hakemli
dergilerde, uluslararası dergilerde yayımlananlardan, sanat fakültelerinin
seminer bildirilerinden ya da çalışmalarından Türk sanatı için ortaya
çıkarılmış yeni bir şey, keşif ya da kuram saptandığını gösterin, ben de
inanayım. Açık çağrı yapıyorum; sanatla ilgili yeni bir şeyler saptandığını
bilenler bizleri aydınlatsınlar; sözlerimi geri almaya hazırım. Sanat
fakültelerinde bu işlerle uğraşan çok sayıda akademik personel var; ortalarda
dünya sanat alanında kaynak gösterilecek kaç yapıtları vardır sizce? Şapkamızı
önümüze koyup sağduyu çerçevesinde düşünmek zorundayız. Bana göre en önemli
soru da şu olmalıdır: Biz bu işin neresinde ne kadarız? Bulunduğu yeri bilmeyenin gideceği yerde bezi
olmaz…
Aslında Şiir Sarnıcı’nın çıkış gerekçelerinden biri,
dünya yazar/şairlerini bir platformda buluşturup tartıştırmak ve birbirleriyle
sağlıklı, sanatsal içerikli iletişim kurulmasına ön ayak olmaktı. Zaman zaman
ülkemiz yazar/şairlerini dergi aracılığıyla tartışma zeminine çekmeye çalıştım.
Ne yazık ki ülkemiz edebiyatçıları; tartışmaktan, eleştirilmekten, karşı
düşünceden öyle korkuyorlar ki bu nasıl kırılır, bilemiyorum. Görüşüne, sanat
hakkındaki bilgisine, küçük bir eleştiri getirdiğinizde dünyanın en kötü ve en
ukala insanı oluveriyorsunuz. İletişimi anında kesiyorlar. Eleştirilmek, bir
sanatçı için bulunmaz bir değerdir; tabii anlayana… Elbette Şiir Sarnıcı,
zamanla kendi kurumsal kültürünü oluşturacak ve herkesin etrafında yer almak
isteyeceği bir konuma gelecektir. Bu konuda ümitliyim. Çünkü doğru bilgi, dokuz
köyden kovulsa da o, gelecekte bu harmanda mutlaka başköşeye oturur.
Şiir Sarnıcı
(e-dergi)’nın, Temmuz 2025’te 25. Sayısı yayımlanacak. Derginin yayın ortamı,
okunma durumu, beğeni durumu nedir?
Elimden geldiğince renkli, tarafsız ve güvenilir bir
dergi yayın ortamı oluşturmaya çalışıyorum. Ne var ki dergicilikte nitelikli
yayın ortamı oluşturmak önemli değil; ne kadar popülist davrandığın,
birilerinin nazını ne kadar çektiğinle ilgilidir. Şair ya da yazarın ününe
değil, ortaya koyduğu ürüne baktığımdan biraz zorlanıyorum. “Söyleyecek sözü
olan, yapıtını okurla paylaşmak isteyen şiir/metin/yorumuyla katkısını yapar.”
İlkemiz gereği, bazı özel konular dışında yazarlardan yazı ya da şiir
istemiyorum. 25. Sayıya gelmemize karşın, halkın gözünde yer edinmiş pek çok
adı bilinen şairimiz, bir şiiriyle ya da yorumuyla katkı yapmamıştır. “Ne kadar
ekmek o kadar köfte” mantığı her alanda geçerli olduğu gibi bu sofrada daha
yoğundur. İyi şeylerin ucundan tutmak yerine nasıl öldürürüm coşkusu,
fazlasıyla pirim yapan sanat endüstri gerecidir. Yani görmezden gelmek, en ağır
yaptırımdır. Ayrıca yeni bir şeyler ortaya çıktığında o şey, kanaat
önderlerinin kucağına sığmıyorsa uzun süre sıkıntı yaşamak kaçınılmazdır. İyi
ki Şiir Sarnıcı’nın ekonomik ve birilerine bağımlı kalmak gibi bir kaygısı
yoktur. Burada başka bir sıkıntının olduğunu da anlıyorum. Şiir Sarnıcı’nın
yönünü, düşüncesini anlayıp bir dizgeye henüz oturtamadı çoğu dostumuz.
Magazinsel prestij kaybı korkusundan dolayı uzak duranlar çoğunlukta...
Biliyorsunuz ki yazınımızda asıl olan edebi yetkinlik değildir; birilerinin
tarafındaysan ve yardakçılığın güçlüyse etrafında o yolun yolcuları hemen
toplanır. Buna da dik duruş gibi bir öykü uydurulur. Şiir Sarnıcı, yazın ve
sanat dergisidir. Üstünlük öykülerine, ayrılmışlık, bölünmüşlük ve aidiyeti
ödünç kişiliklere kulak asmaz. Açık bir söylemle, Şiir Sarnıcı yapay öykülerin
içerisinde olmamak üzere yola çıkmıştır. Dergide aradığım ölçüt, güvenirlik;
yayımlanan metinlerde aradığım ölçüt ise yapıtın estetik değeri ya da sanat
değeridir. Çoğu okurumuz soracak; sanat değeri ya da estetik değer, iyi de bu
göreceli bir şey nasıl böyle bir ölçüt koyuyorsun? Evrende ölçülemeyecek hiçbir
şey yoktur; yeter ki ölçü aygıtınız ve ölçü biriminiz uygun olsun. İşte ben, bu
aygıtı ve ölçü birimini oluşturmaya çalışan bir yazın yolcusuyum.
Derginin okunma durumu hakkında net bir şey söyleyemem
ama tıklanma oranı Türkiye’de yayınlanan edebiyat dergilerinden en az on kat
fazladır. Ayrıca salt ülkemizde değil, tüm dünya ülkelerinden tıklanıyor…
Bunların ne kadarı okunuyor ya da tıklanıp geçiliyor bilemem. Ayrıca dergi 104
dile çevrilebiliyor. Ne var ki ne kadar çevrilip okunduğunu izleyemiyorum.
Bunun dışında derginin PDF dosyası sosyal medya hesaplarımdan ücretsiz
indirilebilir. Sosyal medyada yazın dostlarının olduğu gruplara PDF dosyasını
yüklüyorum. Yazar-çizer-şair çevresinin pek çoğuna dergi ulaşıyor; ne var ki
birkaç teşekkürden başka sessiz bir kabullenişin boşluğunda kayboluyorum.
Görmezden gelmenin dayanılmaz hoşluğu deyip geçelim. Sayısal teknoloji ve
sayısal dergiye uzak duran oldukça fazla şair-yazar var hâlâ. Okunma oranında,
biraz da sayısal teknolojiye uzak durmanın etkisi var görünüyor. Başka bir şey
daha var ki ben burada bunu dillendirmek istemiyorum.
Beğeni durumunu sormuştum kendime… Bunu ben de
bilmiyorum. Tıklanma oranı yüksek ama yorum sayısı oldukça düşüktür. Bugüne
kadar ki deneyimimden biraz da sanat çözümlemesi ve ölçümü bilgime dayanarak
şöyle diyebilirim: İyi iş yapıyoruz ekip olarak ve bir asır sonra bile dergimiz
isteyen okura ulaşacak biçimde sayısal teknolojide kayıtlıdır. Biz ticari bir
dergi olmadığımız için beğeni değildir asıl olan, beğeni değeri olan yapıtlarla
yol almaktır. Edebiyat tarih kütüğüne çakılacak çivinin kalıcılığıdır.
Dergide
yayımlanacak şiir, metin ve görselleri neye göre seçiyorum?
Doğrusunu söylemek gerekirse çok fazla seçeneğim olmuyor.
Yüzlerce yazı ya da şiir gönderilmiyor dergiye. Gelen metin ya da şiirlerin
büyük çoğunluğu daha ilk bölümce/biriminde dergide yayımlanıp yayımlanması
gerektiği anlaşılıyor. Bilgisayar yazı programlarını kullanım eksikliğinden
olacak ki çoğu metin, fazlaca düzeltme istiyor. Sanat/şiir çözümlemesine
yönelik oldukça ayrıntılı çalışmalarım var. Sanat çözümleme tekniğine egemen
olan bir kişi, neyin şiir neyin şiir olmadığını, hangi yazının gerçekle veya
alanıyla çelişip çelişmediğini, daha ilk bakışta anlar. Tabii ki ben her metne
ve şiire, ayrıntılı bakıyorum, düşünce geçerliliği ve estetik değeri konusunda
az çok bir sonuca varabiliyorum. O zaman, biraz da olsa şiir değeri ya da
metnin düşünce değeri varsa yayın kuruluna yayımlanması için öneriyorum. Çıkış bildirimizde “Dilsel şiddet içeren, ideolojik ve
dinsel dayatmaya yol açan, propaganda, dinsel tebliğ ve misyonerlik amaçlı,
bağıran, çağıran, hakaret eden ve kişiyi hedef alarak yazınsal eleştiri
mantığını aşan metinler, sanat anlayışımıza sığmaz” diye belirttim. Bu, önemli
bir ölçüttür benim için. Bu tümce, başta göreceli gibi anlaşılabilir ama son
derece işe yarıyor ve somut çözümlere ulaştırıyor beni. Bu ölçütlere uymaya
çalıştığım zaman estetik değer olgusu öne çıkıyor. Yayımlanacak metinleri, yazım
ve noktalama açısından inceleyip, varsa sıkıntıları düzeltip yayın kuruluna
gönderiyorum. Yayın kurulundan bir üye
bile “Bu yazı dergide yer almamalı” diyorsa o metni yayımlamıyorum.
Dergide sanat felsefesine yönelik nitelikli yazılar
yayımlamak istiyorum. Ne var ki bu konuda çok az yazı geliyor. Dahası,
genellemelere boğulmuş bir şiir düşünce dünyamız var. Her birey en iyisini
yazdığını sanıyor, ne var ki gönderilen yazılara veya şiirlere baktığımda
dergiyi dolduracak nitelikli metin zor buluyorum. Yapıtın organlarından hücre
bileşenlerine kadar her ayrıntıyı çözümlemeden sanat üretmeye yönelmiş bir
anlayış bu. Başka bir söylemle, şiirin organlarını, organların içeriğini çözümlemeden şiir nasıl
yazılır diye sayısız kitap ve ders notu dolaşıyor ortalarda. Önce şiirin
organları, hücre bileşenleri çözülür ondan sonra şiirin nasıl yazılacağına
geçilir. Eğer öyle olmazsa öykünmeden öte geçilemez. Bu ortamda alışılmış bir
tutumumuz var; “Üzüm üzüme bakarak kararır.” İşte bu sanatın hiçbir dalında
geçerli bir yöntem değildir. Özgünlük ilkesine aykırıdır.
Şiir Sarnıcı’nın yayımcısı olarak, emek dışında
maliyet gerektiren bir durum olmadığından popülist söylemlere gerek duymuyorum.
Derginin çok okuru olmuş olmamış ya da dergi yayın yaşamını sürdürmüş
sürdürememiş çok bir önemi yok. Nitelikli, tarafsız, sanat etiği çerçevesinde,
ağırbaşlı, sanatsal ve yazınsal bir harman oluşturmaktır amacım. Bu yüzden bazı
konuları açıkça konuşup kendi düzeyimizin resmini gerçekçi bir şekilde
çizmeliyiz. Öyküyü, ben en iyisini yaparım gazelini, bir yana bırakıp konuya
biraz bilimsel normlarla bakmanın zamanı gelmiştir, çağımız gereği… Güzel Sanat
ve Edebiyat Fakültelerindeki akademisyenlerimiz alınmasınlar. Hazırlıkları ne
aşamada bilmiyorum ama az çok tahmin edebiliyorum. Sanat ve edebiyat
tarihçiliğinden sıyrılıp çağın sanata yükleyeceği değişkenlere hazırlık yapmak
gerekir, diye düşünüyorum. Bu tümceden okurlarım ne anlar bilemem. Öyle bir çağ
geliyor ki henüz düşlerimize sığmayacak kadar karmaşık. Sanatın ilkelerini tam
ortasından yarıp yere serecek biçimde…
Dergi
okurlarından geri bildirim alıyor muyum?
Şiir Sarnıcı’nın sıkı okurları var. Zaman zaman not,
yorum veya mektup gönderiyorlar. Ancak ben yapım gereği övgü içerikli mektup,
yazı, not gibi iletileri yayımlamıyorum. Zahmet edip geri bildirimde bulunan
okurlar, lütfen alınmasınlar; eleştiri olmadığı sürece övgü türündeki iletiler,
okurla aramda özel bir iletişimdir. Eleştiri olursa hem bana hem okura bir
bakış açısı sunacağı için onlara dergide yer veririm. Çoğu şair/yazar
dostlarımız, her nasıl olursa olsun gönderdiği ürün yayımlanacak gözüyle
bakıyorlar, yayımlanmayınca da sitem ediyorlar ya da dergiyi izlemeyi
bırakıyorlar. Her yayın kuruluşu gibi Şiir Sarnıcı’nın da dikkate aldığı
ölçütler var ve çıtayı geçmeyen metinler yer almamalı dergide. Doğrusu, geri
bildirimlerin büyük bir çoğunluğu neden şiirinin/metninin yayımlanmadığına
dairdir.
Söyleşinin
en önemli sorusunu soruyorum şimdi kendime. Şiir Sarnıcı (e-dergi)’nın geleceği
konusunda ne düşünüyorum?
Beklenti, umuttur. Ucunda görünen bazı veriler vardır
ki beklenti oluşmuştur. Bu nedenle diyorum ki derginin yayın yaşamını
sürdürememesi ya da durdurması için üç olasılık vardır: Birincisi, hukuki veya
resmi bir zorlamayla yayın yaşamının sona erdirilmesi ki ben bu olasılığı az
görüyorum. Düşünce suçundan dolayı dergi kapatmak her anlayışa kısmet olmayacak
kadar uç bir konudur. Bundan sonra öyle bir anlayışın baskın olamayacağı bir
ortama doğru gidiyoruz. Çünkü bu konuda genç kuşaklara güveniyorum;
saçmalamayacak kadar ayakları yere basan bir kuşak yolda, bunu görüyorum.
İkincisi, bu dergi, ben emek vermek istediğim sürece
yayın yaşamını sürdürebilir. Çünkü çoksesli olmak isteği olsa da tek ses olarak
da yoluna devam edecek birikime sahiptir. Yani tek kişi olarak bile bu dergiyi
sürdürme gücüne ve birikimine sahip olduğumu söylüyorum. Ayrıca, ekonomik
kaygısı, okur sayısı, sürdürümcü sayısı gibi sorunu yoktur. Tek kaygısı estetik
değer üretebilmesi ve okurun güvenini kazanacak işlerin altına imza
atabilmesidir. Yayımcı olarak emek vermeyi göze aldığım sürece bu dergi yayın
yaşamını sürdürebilir.
Üçüncüsü ise daha farklı bir boyuttur. Şiir Sarnıcı,
hedeflediği konuları gerçekleştiremeyip atıl kaldığını duyumsadığında yayım
yaşamını kendiliğinden durdurabilir. Yani ötenazi yapabilme hakkı saklıdır.
Ancak şunu biliyorum ve gözlüyorum. Bir derginin hak ettiği yere gelebilmesi
için en az yirmi yıl yayım yaşamını sürdürmesi gerekir. Çünkü çağdaşım olan
şair ve yazarlar, derginin ucundan tutma konusunda çok nazlı davranıyorlar.
Derginin nostalji değeri oluşuncaya kadar uzunca bir zaman gereklidir. Bu demek
ki yeni bir şair-yazar kuşağının egemenliği… Bu süre için fırsat olur mu bilmem
ama ben bu dergiyi tek başıma da olsa yıllarca sürdürebilecek olanağa sahip
olduğumu okurlarıma bir kez daha anımsatmak isterim.
Ben emek vermek istemediğimde ya da benden sonra
dergiyi sürdürebilecek kişiyi/kişileri hazırlamam gerekir. Bu konuda kafamda
bazı tasarılar var ama kendime bile söylemek istemiyorum şu anda… Süreklilik esastır. Yani, benden sonra bu
dergiyi sürdürecek birilerini yetiştirmek, benim diğer bir sorumluluğum
olduğunu biliyorum.
Söyleşiyi
çok uzattım. Biraz da diğer çalışmalarımdan söz etsem nasıl olur? “ Örneğin
Şiir Çözümleme Tekniği”ni konuşalım.
Söyleşi uzun olsun, zaman alsın ama ortaya çıkarılmış
yeni bilgi yitip gitmesin. Bu söyleşi, tarihi bir belge olacağı için merak
edenler okuyabilir, tersi durumda arşivde yıllarca araştırmacılarını
bekleyebilir. Araştıran olmazsa da ceninde uykusunu sürdürür. Birileri uyandıracaktır
mutlaka onu güzellik uykusundan, eminim. Çünkü sanata/şiire yönelik ortaya
koymaya çalıştığım şeyler, bugüne dek söylenmiş konular değildir. Birincisi,
yapıtın iç ve dış organları dâhil hücre ile DNA’sını çözmeye yöneliktir. Öyle
olunca yapıt nasıl üretilirden nasıl okunura, izleyicide yarattığı etkiden
gelecekte alacağı anlamsal değere kadar ister istemez bir süreci kapsar…
Örneğin yazınımızda çoğu şiir yazıları, şiir nedir ve nasıl yazılıra
yöneliktir. Oysa şiirin DNA’sını ve her organın birbiriyle olan ilişkisini
çözümlemeden şiir nedir ve nasıl yazılır sorusuna verilecek yanıtlar havada
kalır. İşte ben yapıtı oluşturan ögelerde ve ögelerin birlikteliğinde var olan
etkileşimi ve onun yarattığı estetik değeri çözmeye çalışıyorum. Bu az bir şey
değil. Prof. Dr. İsmail Tunalı’nın, “Sanat eserini ontik bir bütün ve integral
bir varlık olarak kavramak.[32]”
sözü böyle yapmamızı gerektiriyor. Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği, bu düşünceden
yola çıkarak oluşmuş bir sistemdir. Burada ayrıntılarını vermeyeceğim. Bunları
kitaplarımda bulabilirsiniz.
Şiir Çözümleme Tekniği, sanat yapıtının ontik
bütünlüğü ve integral yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme
tekniğidir. Ayrıca şiir eğitimi ve
öğretimi yöntemidir. Şiirin varlık katmanlarını inceleme esasına dayanır. Bu
teknik, şairin imgelem sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı
etkiden gelecekteki anlamsal devinime kadar toplam şiirsel süreci kapsar.
Şiirin bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik
durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön ve derin yapısını, kapalı-açık
alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya yöneliktir. Bunun yanında, şiirin
kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin okurla karşı karşıya gelmesinde
ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel sonuçlara ulaşmaya çalışır. Diğer
taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl yazıldığı gibi sorulara ayrıntılı
artalan bilgisi sunar.
Sanat/Şiir Çözümleme Tekniği, üzerinde çalışılması
gereken bir konudur. Her sanat türü için kullanılabilecek dinamik bir süreci ve
ayrıntıları barındırır. Örneğin bu tekniğin sürecini incelerken iki ayrı kurama
ulaştım. Öyle sanıyorum ki burada daha başka kuramlar da saptanabilir. Şimdilik
benim görüş açım ve yetkinliğim bu kadardır. Daha ötesini görebilen gözler
mutlaka olacak ve o saklı kuramları bulup çıkaracaklardır. Sanatın çözümü ve
ölçümü için daha nesnel sonuçlar elde edilecektir, umarım.
Bu konuda söylemem gereken özel bir konu vardır:
Sanat/şiir Çözümleme Tekniği, adından da anlaşılacağı gibi bir tekniktir. Bunun
sınırlayıcı bir bağlamı olamaz. Teknik, bilginin mevcut bilince göre en
kullanılabilir şeklidir. Bu yüzden bu tekniği, sınırlayıcı ya da kuralcı bir
mantık açısından görmeyiniz. Var olan bilginin en kullanılabilir biçimini
önünüze koyacak bir dinamizme ve esnekliğe sahiptir. Akademisyenin,
sanatseverin ve okurun bakış açısını ve yaklaşımını az çok kestirebildiğim için
özellikle belirtmek istedim. Çünkü bu teknik, salt çözümleme tekniği değildir;
aynı zamanda şiiri anlama ve öğrenme yöntemidir.
Kuram nedir?
Kuram saptadığımı söylüyorum, bunlar nedir ve işlevlerini nasıl tanımlıyorum?
Rastlantısal anlam kuramını anlatsam mı?
Öncelikle şunu belirtmeliyim: “Kuramsal
bilgiyle iyi şiir yazılamaz” efsanesiyle yetişmiş bir şiir yolcusuna; kuramdan,
kuram saptamış olmaktan, ya da kuramsal bilgiden söz etmenin etkili bir durum
olmadığının farkındayım. Ne var ki kuramsal bilgi, herhangi bir sanat dalının
hamuru ve çamurudur. Elinizde hamur yeterince değilse ya da kıvamlı değilse ne
yaparsanız yapın öykünme aşamasından özgünlüğe geçemezsiniz.
Konumuz edebiyata dönelim. Edebiyatla ilgili
kuramı nasıl tanımlamalıyız? Örneğin yerçekimi yasası gibi var olan; soyut
yaşanan ancak nicel değişkeni ve etkeni daha fazla olan; bilimsel verilerle
bizim saptadığımız genellenebilir, gözlenebilir, denenebilir ve doğrulanabilir
sonuçlara yönelen olgu ve süreçlerdir. Yani olay/olgu ilişkilerinde zaten var
olan ve yaşanan, benzer her etkinin özdeş sonuçlara yöneldiği, gözlenebilir
çıktılara neden olan ilkeler bütünüdür. Daha kısa anlatımla, herhangi bir
etkinin benzer sonuçlar verdiği ilkeler bütünüdür. Bu açıklamadan sonra,
Rastlantısal Anlam kuramından söz edeceğim. Ancak bazı aşamaları açayım ki
anlaşılması kolay olsun.
Sanat/Şiir Çözümleme Tekniğini araştırırken,
özellikle yapıttaki anlam katmanını ayrıntılı ve alabileceği tüm değişkenleri
düşünerek incelemek zorunda kaldım. Anlam tek başına bir katman değil elbet,
onun türev katmanları vardır: Örneğin çağrışım ve coşum katmanları gibi… Neden
türev katman diyorum? Çağrışım ve coşum katmanı, anlam katmanının derinliğiyle
doğrudan ilgilidir. Yapıttaki anlam, insan üzerinde çağrışım, coşum etkisi ve
estetik tavır yaratacağı için anlam katmanını aşamalara ayırmak zorunda kaldım.
Bunlardan ilki gerçek anlam tabakasıdır. Anlambilimin incelediği tüm olası söz
tekniklerini (değişmece, değinmece, benzetme, aktarma anlam gibi) bu tabakada
ele aldım. Yapıtın görünen ve ulaşılan anlamını tanımlayan tüm değişkenleri bir
çıta altında toplayınca sorun çözülmüyor. Çünkü yapıtın sanat değerini
arıyorum. Estetik değer yaratan varlıkları arıyorum. Yapıtın anlamsal değerinin
insan üzerindeki etkisini arıyorum. Bir anlamda yapıtla insan arasındaki
ilişkiyi çözmeye çalışıyorum. Bu ilişki, bilindiği gibi estetik biliminin temel
konusudur. İşi daha estetik bilimine vardırmadan başka bir şeylerin olması
gerekir. İşte burada insan bilimleri ve beynimizin çalışma sistemi devreye
giriyor. Gerçek anlamdan sonra bir anlam tabakası daha olmalı. Ben buna,
rastlantısal anlam tabakası, dedim. Bu
tabaka da yeterli değil; yapıtın estetik değerine ulaşmak için bir tabaka daha
ele alınmalı; o da üst anlam tabakası. Bu bölümcede konumuz Rastlantısal Anlam
Kuramı olduğundan konuyu daha fazla dağıtmayayım.
Okuduğunuz bir şiir, öykü, roman ya da
izlediğiniz bir tablo karşısında okur, gerçek anlamın etkisiyle, uyarılarıyla,
anımsatmasıyla belleğindeki bilgi, görüntü ve yaşamsal izler ile halen
yaşamakta olduğu düş ve gerçekler toplamından gerçek anlamın dışında bir takım
ilgili ilgisiz olay ve olgular içinde düşsel yaşantıya girer. Birincisi, işte
burada ana konudan bağımsız düşsel anlama ben “Rastlantısal Anlam” dedim.
Gerçeküstücülükte açıklanan ve bizim ileri gelenlerimizin ezber ettiği
rastlantısal anlam bilgisinden sıyrılmak gerektiğini anımsatmak isterim. Burada
söz ettiğim durum farklıdır.
Rastlantısal anlamı incelediğimizde, yapıtla
okur karşı karşıya geldiğinde mutlak oluşan ve yaşanan, belleğindeki izlere
göre şekil alan genellenebilir, izlenebilir ve denenebilir bir durum ortaya
çıkıyor. İşte bu da Rastlantısal Anlam Kuramının varlığını açıklar. Tabii ki
üzerinde çalışılmalı, farklı değişkenler ve farklı disiplinler altında
incelenip sonuca gidilmelidir. Kuram oldu da ne oldu yani, diyebilirsiniz.
Birincisi, yapıtın sanat değerini belirlemek için önemli bir ölçüttür. İkincisi
ise yapıtı üretirken yapıta giydirilecek elbise ile makyaj gereçlerini seçmek
için aydınlatıcı pencere açar. Yani yapıtta doğurmak istediğiniz anlamı uyarıcı
ögeleri bulup koymanız için bir ışık olur. Üçüncüsü, bir yapıtın geçmişteki
anlamsal alanı ile gelecekte alacağı anlamsal değeri tanımlamaya çalışır.
Ayrıca, bugün saptayamadığımız daha pek
çok işlevinin olduğunu da dikkate almamız gerekir.
Rastlantısal anlam kuramında ikinci bir konu
var ki bu üzerinde çok durulan bir durum değildir. Yapıtın gelecekte anlamsal
genişlemesi veya anlamın dönüşmesi olağan bir durumdur. Bunu çoğu
eleştirmenimiz ya da sanatçımız önemsiz gibi görür. Ne var ki yapıtın
kalıcılığı ve geleceğe açılan penceresi, rastlantısal anlamın ne kadar geniş
bir çağrışım yelpazesine sahip olduğuyla ilgilidir. Zamanla insan algısında ve
yargısında değişimler olacağı, olay ve kavramlar anlam ve şekil
değiştirebileceği için, gelecekte
yapıtınızın anlam genişlemesi veya dönüşümü olasılığı yüksektir. İşte bu genişleme
ya da dönüşüm, Rastlantısal anlam kuramıyla açıklanabilecek bir durumdur.
Örneğin bugün yazılan bir şiirinizde anlatmak istediğiniz durum, gelecekte olacak bir olayla birlikte daha
vurucu bir değere, daha estetik değer yaratacak duruma dönüşebilir ya da tam
tersi olabilir. Şu açıdan önemlidir bu: Şair, şiirini yazarken gelecekte
olabilecek olayları öngörüp ona göre şiirini kurgular. Diğer sanat dalları için
de geçerli bir durumdur. Bu bilinçüstü yetenek, çoğu sanatçıda az ya da çok
vardır. Ayrıca şiirin kalıcılığıyla ilgili bir yargıya varırken, eleştirirken veya çözümlerken şair, gelecekte
olabilecek olası olayları öngörüp ona göre kurgulamış mıdır şiirini? Bu konu,
sıradan gibi durmasına karşın beş yüz yıl önce yazılmış şiirleri bugün
çözümlemeye çalıştığımızda karşımıza önemli bir ölçüt olarak çıkacaktır.
Özetlersem: Okurun/alıcının; algı, anlama, bellek, bilgi birikimi,
düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden/yapıttan ulaşacağı uzak
anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı anlamsal
genişlemeye, “rastlantısal anlam” diyorum.
İkinci
bir kuramdan söz ettim kitaplarımda: Çağrışımsal İmgelem Kuramı. Bunu biraz
açmalıyım ki anlaşılma güçlüğü yaşanmasın.
Aslında bu kuramın, yapıtın estetik değerini
belirlemede önemli bir ölçüt olacağını başlangıçta düşünememiştim. Uygulama
sonuçlarına baktığımda bir yapıtın sanat değeri hakkında karar vermek için
önemli bir nesnel ölçüt olarak karşımıza çıkıyor. Bunu nasıl açıklayabilirim?
Zor bir soru ve yanıtı oldukça karmaşık. Bazı konularla paralellik gösteriyor. Bu
da, yanılma payını yükseltiyor.
İmgelemi düşten ayıran şey, bir yapıtın
uyaranlarıyla ulaşılan düş durumu olmasıdır. Düş ise dış etkiden tamamen
bağımsızdır; herhangi bir etki/uyaran gerektirmez. İkincisi, yapıttın anlamıyla
yapıttan doğan imgelemin arasındaki ayrımı yapmamız gerek. Yapıtın anlamı belli
sınırlar içerisindeyken, anlamın yarattığı çağrışımsal imgelem sonsuzdur.
Gerçek anlam, rastlantısal anlam ve üst anlam; bize bir yapıtın toplam anlam
değerini verir. Çağrışımsal imgelemle, yapıtın uyaranlarına paralel,
izleyicinin içine girdiği düşsel yaşantıdan yani imgelem sürecinden söz
ediyoruz demektir. Rastlantısal anlam ile çağrışımsal imgelem arasındaki ayrım
buradadır.
Kısaca, Çağrışımsal İmgelem nedir? Yapıtta var
olan değinmece, bağdaştırma, benzetme, değişmece gibi söz sanatlarından doğan
imgenin insan üzerinde yarattığı düşsel dünyadır. Salt bu değil elbet,
yapıttaki ışık, renk, sözcük, tamlama, aktarma gibi her bir ögenin okur
üzerinde yarattığı etkinin toplamıdır. Çağrışımsal imgelem, şairin şiirde
kurduğu uyaranlar, duygu değeri ile okurun kendi yaşamsal varlıkları, kültürel
değerleri ve belleğinde kayıtlı görüntüler üzerine yaslanarak yeni görüntüler
ve duyusal alanlar yaratma sürecidir. Örneğin şiirin söz değerinin, anlam
değerinin, estetik değerinin; okur üzerinde yarattığı toplam düşsel
süreçtir. Toplam düşsel sürecin kısa
ismi, imgelemdir.
Çağrışımsal
imgelem kuramı; yapıtın okurla ilişkisinden doğan imgelemin niteliğini ve
kapsamını tanımlayan bir süreçtir. Çağdaş sanat anlayışının “hareket” olgusuna
dayanır. Okurla yapıt arasındaki ilişkinin zihinsel sürecini açıklamaya
çalışır. Yapıtın anlamının okurun bilgi ve yaşam izleri ile belleğine göre
şekil alması, anlamlandırılması üzerine kurulu, uygulamalarla kanıtlanabilir
bir görüngüdür. Bilimler arası eşgüdümle denenebilirliği, izlenebilirliği ve
genellenebilirliği araştırılmalıdır. Bir sanat yapıtının yaratılmasında,
çözümlenmesinde ve eleştirisinde önemli işlevinin olduğunu kendi
uygulamalarımdan görebiliyorum.
Şiir sanatı üzerinden konuşursak şair, okuru
imgeleme götürecek gereçleri şiirinde kurarken dayanacağı ilkeler bu kuramın
altında saklıdır. Diğer taraftan eleştirmen, şairin şiirinde kurduğu imgelem
gereçlerini bu kuramın ilkeleriyle sorgulayabilir.
Çağrışımsal
imgelem, üzerinde epeyce çalışılması gereken bir konudur. Yapıtın sanat
değerini oluşturan ögeler, çağrışımsal imgelem kuramı ilkelerine dayanarak
belirlenebilir, çözümlenebilir, ölçümlenebilir. Çünkü bu konu, yapıta
giydirilen anlamın derinliği ve kapsamıyla da ilgilidir. Rastlantısal anlam
kuramı ve çağrışımsal imgelem kuramı; bütünlük içerisinde, eşzamanlı, eşgüdümlü
çalışan olgulardır/süreçlerdir.
Rastlantısal
anlam, aynı zamanda rastlantısal çağrışım da yaratır doğal olarak. Hem
rastlantısal anlamın hem gerçek anlamın okurda yarattığı toplam çağrışımsal
imgelem; çözmemiz, tanımlamamız ve ilkelerini saptamamız gereken bir düşsel
alandır. İşte bu düşsel alan, önemli bir araştırma konusudur. Umarım gelecekte,
sanat bilimini bir bilim alanı olarak ele alıp araştıran düşünürler çıkar.
Çünkü sanatın alıcıyla olan ilişkisini, salt estetik bilimiyle çözmek olası
değildir. Bu ilişki, çok değişkenli ve karmaşık bir ilişkidir. Değişik disiplin
ve sistemlerin gözünden de ele alınmalıdır. Örneğin beynin çalışma ilkeleriyle…
Burada
bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Sanat, çağrışım, imgelem vs. gibi, sanatsal
terimlerden sıkça söz ettim. Ancak söyleşi boyunca sanatın ana ögesi imge
sözcüğü, çok seyrek geçmiştir. Dikkatli okurlarımız bunun ayırdına varmış
olmalı. İmge ya da imge yaratmak, yazar/şairin işidir. Bu söyleşide üzerinde
durduğum konu, yapıtla okur arasındaki ilişkidir. Yani okun atılıp hedefe
vardıktan sonrasıdır. İmge, uyarandır, çağrışıma sokandır. Söz ettiğimiz
kuramlar, imgeden sonra ya da imgenin etkisiyle işleyen süreçlerdir. Kavramlar
arası dizilimden söz etmişimdir çoğu yerde. Yani kavramların anlamsal ve
konumsal hiyeraşisinden... Sanat üretme kaygısı olan bir sanatsever, bu
hiyerarşiyi çok iyi bilmelidir. İmge teriminin söyleşide çok kullanılmaması
bundandır.
Katman
Edebiyat Eleştiri Sisteminden söz ediyorum. Bu nedir?
Saf sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği isimli
kitabım ve daha sonra kaleme aldığım deneme kitaplarımda, Katman Edebiyat
Eleştiri Kuramı diye yazmıştım. Anladım ki bu tip uygulama, yöntem ya da
sistemler, kuram olmuyor. Ben de yazınımızdaki akademisyenlerin yorumlarına
uydum “kuram” demiş bulundum. Örneğin yöntem olan ancak eleştiri kuramı diye
anılan bilgi kirliliğinden etkilendim. Katman Edebiyat Eleştirisi, kuram değil
sistem olmalıdır. Bu söyleşi fırsatıyla isimlendirmeyi düzeltiyorum. Şimdi bu
sistem nedir, ondan söz edelim.
Katman
Edebiyat Eleştirisi, Sanat/Şiir Çözümleme Tekniğini kullanarak, diğer söylemle
katman yöntemini uygulayarak daha nesnel, daha tarafsız, bilimsel ve sanatsal
bir eleştiri yöntemidir. Üretilmiş bir
sanat yapıtının, örneğin şiirin, öykünün romanın ya da tablonun; katman
yöntemiyle incelenmesidir. İnceleme; iyi, olumsuz ve geliştirilmesi gereken
yanları ile kapalı yanların açığa çıkarılmasına, dolayısıyla yapıtın sanat
değerinin ortaya çıkarılmasına yöneliktir. Bir anlamda inceleme sonuçlarına
göre estetik yargıya varma yöntemidir. Yani eleştirmenin öznel tutumunu en aza
indirerek daha nesnel ve daha bilimsel olana yönlendiren, dahası zorunlu kılan
bir algoritmadır. Ne yazık ki yazınımızda eleştiri konusunu sıradan bir iş gibi
gören, en iyi şairin en iyi eleştirmen olabileceğini düşünen bir toplumuz.
Eleştirmen, farklı disiplinlere egemen olması yanında deneyimi de yeterli
olmalıdır. Bu sistemde önerdiğim algoritmik süreci çalıştırabilmek için
alanında deneyimli ve yetkin olmak gerekiyor. Bir anlamda sadece edebiyat
bilgisiyle sonuçlandırılacak bir iş değildir. Örneğin insan bilimleri en başta
gerekli olan disiplinlerdir. Daha anlaşılır bir anlatımla belirteyim: Yapıt hakkında
öykücülüğe ve dedikoduya izin vermeyen, yapıtın içeriği, kapalı yanları ve
okurda bulduğu değer ile sanat değerini ortaya koymaya yönelik bir süreçtir
Katman Edebiyat Eleştirisi… Bugün bu konuya yönelik bir ilgi yoksa bana göre,
henüz yazınımızda eleştiri amacı ve içeriğinin ilgili disiplinler nezdinde ele
alınmamasından kaynaklanır. Akademik ortamda edebiyat eleştirisi nasıl ele
alınıyor, üzerinde çalışmalar ne aşamada, ayrıntısıyla bilmiyorum. Ancak,
Anadolu Üniversitesi AÖF’nin Eleştiriyle
ilgili ders kitapları ve yayınlarından gördüğüm kadarıyla yapılmış
tarihlendirmek dışında yeni bilgi diyebileceğimiz ufuk açıcı bir şey görmedim. Edebiyata
ilişkin herhangi bir yapıt hakkında, bugüne kadar altı dolu doyurucu bir
eleştirel denemeyle karşılaşmadığıma göre bu konuda önemli bir sıkıntının
olduğunu peşinen söyleyebilirim. Ya da ben çıtayı çok yüksek tutuyorum…
Okurlarımla
paylaşmak istediğim diğer konular nelerdir?
Çabam, kişisel bir beklentiden doğmuyor elbet.
Öngörebildiğim ya da saptadığım bazı yazınsal sorunların çözümüne yönelik bir
uğraştır benimkisi. Dil sanatlarında, özellikle şiir sanatında yaptığım
araştırmalar sonunda; geçmişe, özellikle yabancı kaynağa öykünme, taklit ve
hayranlık tehdidi altında yönlendirilen bir şiir düşünce dünyasıyla iç içe
olduğumuzu gördüm. Dahası şiir yazın dünyasının, var olanı yinelemeden öteye
geçemediğini düşünüyorum. Geçmiş yapıtlar, bilimsel ya da dilimizde henüz
anlamı oturmamış ithal yabancı terimler başlığı altında inceleniyor,
değerlendiriliyormuş gibi sunuluyor okura… Ayrıntısına girdiğimizde, yineleme,
övgü ve dedikodudan öte yararlı bir çıkarım bulamıyoruz. Şiir düşünce dünyasını
ben böyle okuyorum. Bu yüzden özellikle dil sanatlarında, yeni bir bakış açısı
geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bunun yolu, sanata çözümlemeli (analitik)
yaklaşmaktır; bilimlerle eşgüdümlü yürütmektir. Çoğu sanat alanı, bilim ve
teknikle eşzamanlı kendini geliştiriyor; sinema gibi… Dil sanatları, neden
atadan kalma yöntemlerle ve genelleme yorumlarla kendine yön bulmak zorunda
kalıyor, bunu henüz anlamış değilim. Bir sanat dalının güvenilir bir ödül
sistemi ve eleştiri sistemi yoksa söyleyecek geriye ne kalır? Yineliyorum; dil
sanatlarına yeni bir bakış açısı ve çözümlemeli yaklaşım… İşte ben, şiire yeni
bir yaklaşım için bir çığır açmaya, beyin fırtınası için bir temel oluşturmaya
çalıştım. Yaratıcılığın çıkış basamaklarına, düş tekniğine ve düşünüş biçimine;
yeni ve ayrıksı bir ufuk açmayı denedim. Elbette yeterli değil ama en azından
ivme kazandırır, diye umuyorum.
Şiiri, öğrenilmiş kaygılarını bir başkasına aktarmak
için güzel söz söyleme becerisi gören bir anlayışa sahip değilseniz; onu, bir
sanat alanı olarak ele alıyorsanız; iç ve dış dinamiklerine dolayısıyla
felsefesine ulaşmak zorundasınızdır. Sanat felsefesi, uğraştığınız sanat
dalının arka yüzüdür. Bilgisayarın çalışma ilkelerine benzetirsek şiir
sanatını, onun felsefesi bilgisayar işletim sisteminin donanımsal ve yazılımsal
gücüdür. Öncelikle sanat terimleri ve anlamsal kapsamlarına, özellikle estetik
bilimi terimlerine egemen olmanız işinizi kolaylaştırır. Sanat, hangi dalı
olursa olsun bütünlüklü bir bilgi dünyasıdır. Bu dünyanın içine girebilmek için
ona karşı bilgi üstünlüğü kurmanız gerekir. Bilgi, beceri ve özgüven
kazanmanızı sağlar. Sanat bilgisiyle üstünlük kurmak çoğu zaman sanat tekniğine
egemen olmaktan çok daha iyidir, kanısındayım.
Naçizane önerimdir genç kuşaklara… Dünya
edebiyatındaki sanatla ilgili söylenmiş genellemeleri, özellikle bizim şiir
düşünce dünyamızdaki havalı yorumları, akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden
kaynak kabul etmeyiniz. Sayılamayacak kadar altı doldurulamayacak genelleme
dolaşıyor ortalıkta. “Şiir sözcükle yazılır…” gibi… Bugün, fizik kuramları bile
yanlışlanabiliyorsa, en iyi kaynak gösterilen sanat düşünürlerinin söyledikleri
de yanlışlanabilir. Bu tür durumlarda başvurulacak yer, bilimsel veri ve
çıktılarıdır; estetik bilimidir. Ayrıca
en iyi kaynak olarak gösterilen şairin söylediklerini, sorgulamadan kabul
ediyorsanız işte burada öykünme dediğimiz olay başlamış demektir. Sanatta
öykünmeden korunma yolları çok fazla değildir; öykünmeye düşmek ise çok çok
kolaydır. Hayranlığınızın kurbanı olmamak, körü körüne izleyici olmamak için
sağduyunuzu kullanmalısınız. Sanatta sağduyu, bilimde olduğundan daha fazla
gereklidir. Sağduyu, mizah ve yaratıcılık için temel basamaktır. Mantıklısını
öngörmeden mizahta aklı şaşırtacak ters ilişkileri kurmanız olası değildir. Bu
nedenle, sanat felsefesini kavramak, sanat bilgisine egemen olmak, olmazsa
olmazdır. Kısacası, izleyen değil; izlenen olmak için sanatın arka yüzüne
egemen olmak zorundasınızdır.
Ayrıca sanata yönelik; teknik, sistem ve kuram yanında
yeni terimler tanımladım. Bunlardan birkaçını burada paylaşayım sizlerle…
Ayrıntıları için ayrıca kitaplarıma[33] bakmak
gerekir. Durumsal Estetik Değer, Çağrışımsal İmgelem, Çağrışım Çekirdeği,
Şiirsel Ezgi, Çağrışım Saçağı, Çağrışım Yelpazesi gibi…
Sanata/şiire ilişkin ortaya koyduğum bilgiler, bugün
çoğu kişi için bir anlam içermeyebilir. Ne var ki şiir, zamanla ciddi bir sanat
alanı olarak görülecek, bunun da bir felsefesinin olduğunun ayırdına
varılacaktır. Şiirin de katmanlardan oluştuğunu, her ögenin diğer ögeleri
harekete geçiren bütünlüklü bir sistem olduğunun ayırdına varılacaktır. İşte o
zaman bu bilgiler, başvuru kaynağı olarak karşımıza çıkacaktır. Çünkü
çalışmalarım; şiir nasıl öğrenilirden nasıl yazılıra, nasıl eleştirilirden
nasıl ölçülüre kadar tüm şiirsel süreci kapsar.
Üzerinde özellikle durduğum konu, şiir düşünce
dünyasında ezber edilmiş sığ bilgilerin sürekli yineleniyor olmasıdır.
Hayranlık temeline oturtulmuş bir izleyicilik söz konusudur. Deneyim önemli bir
bilgidir, söylenmiş her söz içinde bir şeyler saklar. Sayısal ve teknolojik bir
sanat dünyasına evrildiğimiz göz önüne alınırsa, bu ezber bilgiler çok işe
yaramayacaktır. Yeni bir açı ve ayrıksı bir yaklaşımla ivme kazandırmak
zorundayız Türk sanatına/şiirine…
İnsanoğlunun en güzel özelliği, ne bilmediğini
bilmemesidir. Sanatla/şiirle ilgili neyi bilmiyoruz, işte onu bilmiyoruz. Bu
yüzden, disiplinler arası ilkelerin gözünden bakmak gerek bazı noktaların
ayırdına varmak için. Neyi bilmediğimizin saptanabilmesi için. Yaratıcılığa
yönelmek, asıl amaç olmalıdır. Çünkü geçmişi yinelemek ya da geçmişten ders
çıkarmaya çalışmak, sanat alanında temel bilgidir ne var ki çok geçerli bir
yöntem değildir. Bugün gördüklerinizle gelecekte olabilecekleri görebilmeniz
arasındadır yaratıcılık…
Neyse… Açıklamaya çalıştığım konular anlaşılır olsun
diye olabildiğince çaba gösterdim; ne var ki bunlar yeni, karmaşık ve düşünsel
çaba gerektirdiği için ancak bu kadar yalınlaştırılabiliyor. Sanat ve yazın
adına küçük bir katkım olmuşsa ne güzel… Söyleşimi okuyup zaman harcadığınız
için teşekkür ederim. Okunma eşiğini aştığımı biliyorum. Araştırma yapanlar
okusa bile benim için yeterlidir. En azından bir şeyler katabilmişsem
dağarcığınıza ne mutlu bana. Esenlikler…
TURGUT UYAR’IN “ÜÇYÜZBİN” İSİMLİ ŞİİRİNİN ÇÖZÜMÜ (ÖRNEK ÇÖZÜMLEME)
Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiirinin Çözümlemesi,
“Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme Yarışması”nda üçüncülüğe
uygun görülmüştür.
GİRİŞ
Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” şiirini, “Şiir Çözümleme
Tekniği” adı altında ileri sürdüğüm yeni bir teknikle çözümleyeceğim.
Okuyacağınız metin, Türk yazınında yapılmış mevcut şiir
çözümleme/incelemelerinde olduğu gibi sadece şiirin ne dediğini çözmeye ve
şairin şiir anlayışını ortaya koymaya yönelik bir inceleme değildir. Yeni ileri
sürülmüş bir tekniktir. Maksadı; şair, şiir ve okur arasındaki ilişkiden doğan
sanatsal ifadenin estetik değerini daha nesnel ortaya koyabilmektir. Başka bir
deyişle şiirin sanat değerini ortaya koymaya yönelik bir incelemedir. Bu yüzden
okurlarımın çözümleme akışını izleyebilmesi ve çözümleme mantığını daha kolay
kavrayabilmesi için, tekniğin öne çıkan ayrıntılarını özet olarak aşağıya çıkarıyorum.
Şiir Çözümleme Tekniği, sanat yapıtının ontik
bütünlüğü ve integral
yapısı gereği öne sürülen yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin duyusal ve
nesnel varlık katmanlarını ilgili bilimsel disiplinlerle inceleme esasına
dayanır. Bu teknik, şairin imgelem
sürecinden şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki
anlamsal devinime ve şiire artı değer katan tüm ögelere kadar toplam şiirsel
süreci kapsar. Şiirin ön ve derin (duyusal ve nesnel alanı) yapısını,
kapalı-açık alanlarını ve iletilerini daha nesnel bir yaklaşımla açığa
çıkararak sanatsal (şiirsel) ifadeyi ortaya koymaya çalışır. İnceleme; imgelem-imge-imgelem
(şair imgelemi-yapıttaki imge-okur imgelemi) süreci esas alınarak yapılır. Amaç;
şair-şiir-okur üçgeninden doğan sanatsal değeri görünür kılmaktır.
Katman; şiirde birbirine benzer belirli
özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerin, bir
arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Yapıtın nesnel ve duyusal varlık
alanlarıdır; birbirini tetikleyerek şiiri var eden temel yapılardır. Örneğin
ses, anlatım veya anlam katmanı gibi…
Tabaka, katmanın alt birimidir.
Katmanın iç yapısını daha özelleştirebilir birlikteliklerdir. Anlam katmanı
altında; gerçek anlam tabakası, üst anlam tabakası gibi… Tabakalar birleşerek
yapıttaki bir katmanı oluştururlar.
Eksen ise sesin fiziksel yapısı
gereği, şiirin ses katmanı altındaki ayrıştırılabilir yapıdır. Yalnızca ses
katmanında kullanılan bir terimdir. Tonlama ekseni, ezgi ekseni gibi…
Tabaka ve eksenler, katmanları
oluşturur ve katmanlar bir sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli
ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi…
Şiire sanatsal özellik kazandıran, ruhsal ve nesnel
alanları birbirine kenetleyen temel alanlar veya yapı taşları olarak en az yedi
katmanın varlığı incelemede esas alınır. Şiirde olmazsa olmaz katmanlardır;
birbiri içerisinde varlık bulan ve kendi disiplinlerine göre incelenebilen
yapılardır. Bunlar;
Biçim Katmanı, Anlam Katmanı, Ses Katmanı, Anlatım
Katmanı, Çağrışım Katmanı, Coşum Katmanı, Estetik Katmanı.
Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez, birbirinden
bağımsız tek başlarına şiirsel ya da sanatsal bir sonucu doğurmazlar. Bir
anlamda şiirin dünyaya açılan yedi duyusu ve iletim kanalıdır. Şiirin
hem fiziksel hem de duyusal toplam varlık alanlarıdır ve bu yedi katmanın
ilişkisinden şiirin ön ve arka yapısı (duyusal ve nesnel alanı) oluşmaktadır.
Şiir Çözümleme Tekniğinin Adımları:
1. Biçim Katmanı
2. Anlam Katmanı
a. Gerçek Anlam Tabakası
b. Rastlantısal Anlam Tabakası
c. Üst Anlam Tabakası
3. Anlatım Katmanı
4. Ses Katmanı
a. Tonlama Ekseni
b. Ezgi Ekseni
c. Şiirsel Ezgi Ekseni
5. Çağrışım Katmanı
a. Çağrıştırma
Tabakası
b. Çağrışımsal
İmgelem Tabakası
c. Rastlantısal
İmgelem Tabakası
6. Coşum Katmanı
7. Estetik Katmanı
a. Şiirdeki
Estetik Değer Tabakası
b. Okurdaki
Estetik Algı Tabakası
c. Durumsal
Estetik Değer Tabakası
8.
Sonuç
İNCELEME/ÇÖZÜMLEME METNİ
Çözümleyeceğim şiir, Turgut Uyar’ın “Üçyüzbin” isimli şiiridir.
Okuyacağınız metin, genellemeye düşmeyen, öznel yaklaşımları en aza indirmeye
çalışan, daha nesnel yaklaşımı öngören inceleme/çözümlemedir.
Not: Okuru dikkate değer
sonuçlara götüreceği için, incelemeye başlamadan “Rastlantısal
Anlam Kuramı” ve “Çağrışımsal İmgelem Kuramı”nın açıklanmasında yarar
olduğunu düşünüyorum.
Rastlantısal Anlam:
Okurun; yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve bellek birikimine yaslanarak,
şiirin gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden
anlamlandırdığı, çıkardığı sonuçtur. Rastlantısaldır ve çağrışımsaldır. Okur
zihninde beklenen veya beklenilmeyen imge, olay ve görüntülere yönelirler.
Beynimizin çalışma sistemine göre yaşanan mutlak bir süreçtir.
Çağrışımsal imgelem: Okurun, şairin yönlendirdiği
uyaranlar ile kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve belleğinde
kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak, zihninde yeni görüntüler ve yeni
duyusal alanlar yaratma sürecidir. Şiirin iletileriyle okurda
tetiklenen/yaratılan imgelemdir.
ÜÇYÜZBİN
Bu
kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Kimi
sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu,
deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde
kolumda senin seslerin var gel de aldırma
Kadınları
çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
Bir
açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin
Seni
kentlere seni bankalar seni seni 300.000
Seni
zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
Yükün
ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız
sağanak akşamları açtığımız sabahları 300.000
Elimden
tut beni acar balıklara alıştır
Tekin
durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel
amansız pencereme perde ol kurtulayım
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak
odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana
onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan
ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya
alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa
sarılamam
Senin
ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
Bir
karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden
Bir
serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
Sen
zenginsin alırım tükenmezsin
Allah
gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
Boş ver
kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme
Ben
adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü
z b i n
Cümbür
cemaat aşka abanıyoruz.
1. BİÇİM KATMANI
(Biçim bir yapıtın
taşıyıcı kabıdır; yapıtın ön ve derin yapısını oluşturan tüm varlık
katmanlarını üzerinde taşıyan taşıyıcı bir düzlemdir.)
“Üçyüzbin” şiiri, dörtlük ya da bilinen diğer
ölçülerle değil; birimler halinde yazılmıştır. Birimler ve dizeler, anlam akışı
ve bütünlüğüne göre kurulmuştur. Uyaklı şiir olamamakla birlikte iç sese dikkat
edilmiştir. Şiirde imge kalabalığına düşülmüş gibi görünse de tutarlılık ve
bağlaşıklık bu imgelerle kurulmuş, imge dağılımı bütünlüğü oluşturmuş ve sözcük
ekonomisi önemsenmiştir. Dil kullanımı sıra dışıdır; temiz ve farkındalık
yaratacak biçimdedir, okuru bağlayıcıdır.
Şiir, nesnel yapısı bakımından var olanlara göre önemli farklılığa sahiptir.
Çağın şiir biçimlerine göre sıra dışı bir özellik taşımaktadır:
Şiirin biçiminde ender rastlanan üç önemli ayrıntı
vardır. Birincisi; şiir, dört birimden oluşmaktadır; bu birimler anlamla
doğrusal bir ilişki sonucu kurulmuştur. Birinci birim; toplumdaki olumsuz/kötü
insanı, ikinci birim orta direk insanı, üçüncü birim özleneni, dördüncü birim
ise bunların açıklamasını yapmaktadır.
İkincisi; 300000’in birimlerde kullanım sayısı ve
şiirde toplam kullanım sayısıdır. Ayrıca Üçyüzbin bir kez yazıyla şiirin en
sonunda kullanılmıştır. Üç-yüz ve bin rakamları da ayrı bir kodlamadır.
Üçüncüsü ise “sen” sözcüğü birinci birimde yedi kez
kullanılmış olmasıdır.
Kurguda okura ve eleştirmene önemli ipucu veren bir
kodlama söz konusudur. (İleride açıklanacaktır.)
2. ANLAM KATMANI
a. Gerçek Anlam Tabakası
(Şiirdeki gerçek anlam
tabakasını incelerken, anlambilimin tanımladığı değinmece, değişmece, aktarma,
yan anlam gibi alanları “gerçek anlam tabakası” içerisinde bir bütün olarak ele
alıyorum. Yani ulaşılabilen anlam, bu tabaka altında incelenmektedir. Kısacası
şairin şiirde ne dediğini ortaya koymaktır.)
Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de
aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni
soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma
geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep
aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın
yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız
sabahları 300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
İlk birimde şair; bilinçsizce oluşturulmuş olan ve
içini acıtan olumsuzluklardan söz etmektedir. “Bu kıvırcık ateşten yalanlar
300000” derken; yalan, iki yüzlü, yararcı ve para hırsıyla donatılmış insan
ile toplumsal yozlaşmaya uğramış insana dikkat çekmektedir. Toplumdaki önemli
bir grubun çıkarcı, bencil ve gücü kötüye kullanan tutum takındıklarını,
kendisinin bundan çok rahatsız olduğunu “Elimde kolumda senin seslerin var
gel de aldırma” dizesiyle belirtmektedir. Kadınları ezilmiş, toplumda
ikinci palana atılmış durumda gördüğünden gidip bu eziyeti yapanların boynuna
sarılmak ve boğmak istediğini söylemektedir. Kapitalist düzenin yarattığı
çıkarcı ve bencil insanları, “Seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000//Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın” dizeleriyle
tanımlıyor ve ecelinden önce ölmelerini istiyor. Kötülükleriniz, yalanlarınız o
kadar çok ki artık sana yetişemiyorum diyor; “Yükün ağır, bir irisin bir
ufaksın yetiştiremiyorum 300.000” dizesiyle. Ülkenin kötü günlerinden bu
günlere geldiğini, toplumu ezen kesimin kötülüklerine hâlâ alışmadığını
belirtiyor. Yaptığın bu kötülükleri, insanları kullanmayı, emeğe
saygısızlığını, duygu hırsızlığını ve kolay kazancı bana da öğret ki ben de bu
yükten kurtulayım diyerek çaresizliğini belirtiyor. (Kötü insan yüzü)
(Not: Bu çıkarımı yapabilmek için, şairin şiirde oluşturduğu çağrışım
çekirdeklerini çözmek gerekir. Kodlar şiirin bütününde kurgulanmıştır. Şiirde
önemli ipuçları veren örtük kulanım vardır ve bunlar, yeri geldiğinde
dayanaklarıyla birlikte açıklanacaktır.)
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak
odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç
sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim
yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü
Yadırgamadan
gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
Zamansız
gelme elim kolum dağınıksa sarılamam
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Şiirin ikinci biriminde durum biraz daha farklıdır.
Şairin yaşadığı koşullar ve etkilendiği olaylar olumsuzdur. Ancak burada bir
umut vardır. Söz ettiği insanlarla (İkinci yüz) dava arkadaşlığı vardır. İyi
niyetli, çalışkan ama toplumdaki kötülüklerin giderilmesi için çok etkili
olamayan orta direk insanlardır bunlar. Ülkede (şairin dünyasında) yanlış giden
çok şey vardır. Kirlenmiş ve paraya tapmış insanlar arasında “ikinci yüz” var
ve bunları kendisine daha yakın görmektedir; harekete geçme, direnme gizilgücü
var olan insanlar. Yaşanabilir bir dünya kurmak için onlara çağrı yapmaktadır. “Kalk
ellerini yıka bize gidelim”, benim bulunduğum yere, kafamda kurduğum o
güzel ülkeye gidelim, demektedir, “Bir o kaldı 300.000” dizesiyle. O
yeşil gibi olan dünya biraz ötede birlikte oraya gidelim; gelirsen (benim
düşlerimi okursan) gösteririm size bu güzellikleri diye üstelemektedir. Bunca
haksızlığın karşısında hakkını söke söke alan insanları, dava adamlarını, benim
gibileri severim, kalk ayağa yazık etmeyelim şu güzel insanlara ve ülkeye
demektedir. “Zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam” dizesiyle,
ayağa kalk ve ben tükenmeden tez ol, iş işten geçmeden birlik olup bu soygun
düzenini değiştirelim, yeni bir dünya kuralım diye çağrı yapmaktadır.
Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle
eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla
kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık
gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde
bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına
boğuntuya gelme
Üçüncü birimde, “Senin ağustos çeşmeleri yüzüne
özlemle eğiliyorum” diyerek burada aydın insandan, üretken insandan,
sevgiliden, kendisi gibi güzel insanlardan, daha doğrusu toplumcu ve çağdaş
insanlardan söz etmektedir. Bunlar şiirdeki insan tipinin üçüncü yüzüdür; üç
yüzlü-binlerden en iyi olan kişilerdir. Şairin aradığı, özlediği
sevgililerdir/sevilenlerdir. Senin insan yanın zengindir, sen aydınlıksın, sen
benim sevgilimsin demektedir. “Bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden
sorma” dizeleriyle: Ölümüme kadar benim imgelemimde sen var olacaksın.
Aldırma dünyanın/ülkenin bunca tasasına, sen güzel insan olmayı sürdür. Çünkü kavga,
gürültü sana göre değil, sana bunlar yaraşmaz, demektedir.
Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.
Son dizelerde hem
kodların çözümünü veriyor hem de seslendiği üç farklı toplum katmanına bir
arada diyor ki adınızı söylemesem de zaten siz kendinizi biliyorsunuz. Çünkü ne
yaparsak yapalım, biz insanız, iyi ya da kötü olalım, canlı olmanın gereği hep
birlikte aşka sarılıyoruz, diyerek insanî ve yaşamsal bir gereklilikle şiiri
bitiriyor.
Şiirin bütününe baktığımızda, 300000 rakamının; nüfus ve parayla ilgili
çağrışım yaratmak düşüncesiyle kullanıldığı göze çarpar. Çünkü bu rakam, (çoklu bir rakamdır) nüfus ve
parasal ifadenin dışında başka bir şey için yaygın kullanılamaz. Kısacası
şiirin anlamsal alanı; kapitalist sistemin insanlara dayattığı yozlaşmış
dünyanın başka biçimde anlatımıdır. Şiirin öznesi, mevcut sistemin oluşturduğu
toplumdur. Bulunduğu ortamdan son derece rahatsızdır ve içi yanmaktadır;
insanları bu duruma düşüren süreç karşısında oldukça duyarlıdır. Şiirin temi,
para ve paranın yozlaştırdığı, başka bir söylemle kapitalist sistemin insan
davranışlarında yarattığı duruma tepkidir. Bu rakamın daha önceki incelemelerde
dile getirildiği gibi, Ankara nüfusuyla veya o dönemin milli piyango büyük
ikramiyesi ile ilgisi var mı, buna ilişkin bir kanıt görünmüyor. Ne var ki üç
yüzlü-binler diyerek üç yüzü olan toplum katmanlarından söz ettiği ‘birimler
arası anlamsal ilişki’den anlaşılmaktadır. Bu, şiirin birimleri ve birimlerin
anlam açılımlarına gizlenmiştir. Şair, 300000 ile kastettiği öznenin ipucunu
şiirin son biriminde zaten vermektedir.
“Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz” diyerek…
Ayrıca, “300000”
rakamı, nüfus ve parasal kaygının insanda yarattığı algı biçimini birlikte
anlatmak için kullanılmıştır. 300000 yedi kez kullanılmıştır; insan duyu
organlarının başımızda yedi tane oluşu (2 kulak, 2 göz, 2 burun deliği ve bir
ağız) veya vücuda açılan yedi organ (2 kulak, 2 burun, 1 ağız, 2 genital
organ). (8’inci ise doğumdan önce asıl beslenme bağı olan göbek deliğidir) bu
savı desteklemektedir. Vücuda açılan yedi delik ve anne karnında beslenme
bağından (7+1) (7 kez 300000+Üçyüzbin) koduyla verdiğini gösteriyor. “Sen”
adılı, birinci birimde özellikle yinelemelerle yedi kez kullanılmıştır. İnsanın
ruh ve fizik dünyasını oluşturan yedi delik ve yedi duyusundan yola
çıkıldığını, (Mevlana’nın ortaya koyduğu felsefe) ayrıca “sen” sözcüğüyle
doğrudan TOPLUMU gösterdiğini söyleyebiliriz. Türk Şiirinde, bir çoğunluğu,
rakamsal çoklukla anlatmanın bir örneğidir şiir. Zaten Turgut Uyar gibi donanımlı, Toplumcu Gerçekçi
bir şairden, iki kişiyi hedef alan ve sözcüklerin gerçek anlamlarıyla şiir
kurmasını beklememeliyiz; Göğe Bakma Durağı şiirinde olduğu gibi…
b. Rastlantısal Anlam
Tabakası
(Okurun algı, anlama,
bellek, bilgi birikimi, düşünme biçimi ve yaşamsal değerlerine göre şiirden
ulaşacağı anlam ile zamanın getirilerine bağımlı olarak şiirin uğrayacağı
anlamsal genişlemeye “rastlantısal anlam” diyorum. Bütün sanat dallarında okur
ve yapıt arasında oluşan böyle bir anlamsal süreç vardır. Genellenebilir,
tanımlanabilir, benzer sonuca ulaşır ve izlenebilir olması nedeniyle sanatsal
bir kuram olarak önerilmiştir.
Rastlantısal anlam; gerek
çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı olarak oluşan ve okur imgelem
olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına taşındığını gösteren bir
alandır. Sanatsal ifadenin görünürlüğüne katkı sağlaması açısından önemlidir.)
Rastlantısal anlam, her okura göre değişiklik
gösterebilir. Üçyüzbin şiiri sıra dışı bir şiirdir ve mantıksal sırayı bilinçli
bozan ve anlam dizgesini kıran bir biçimde yazılmıştır. Ancak anlam alanı,
yaşam ve insanın son zamanlardaki yozlaşmasıyla ilgilidir. Yozlaşmayla ilgili
olmasına karşın şairin kime seslendiği konusu bilmece gibidir. Eğer “sen,
300000 ve üçyüzbin” ile neyi söylemeye çalıştığını bulamaz ve onlara değişik
anlam verirsek şiirin; sevgiliye veya belirli bir kadın için yazıldığını da
düşünebiliriz. Rastlantısal anlam, şairin neyi dediği veya neyi kastettiği ile
çoğu zaman örtüşmez. Aşağıya çıkarılan her bir alışılmamış bağdaştırma kendine
özgü anlam alanı doğurmaya yeterlidir. Ayrıca, dil kullanımından uzanılacak çok
geniş bir anlam alanı vardır. Bu da sanatta arzu edilen çoğul anlama varmaktır
ve okurda geniş imgelem alanı oluşturmaktır. Bu denli geniş rastlantısal anlam
alanı yaratabilmek her şairin yapabileceği bir iş değildir; burada Türk şiiri,
Turgut Uyar gibi büyük ustaları beklemiş demek gerekiyor. Aşağıda örneklerine
bakalım:
Kıvırcık ateşten
yalanlar//kimi zulüm yakıcı//deli deli zincirler boğuntusu gök//Elimde kolumda
senin seslerin//Kadınları çıplak görüyorum//açıcı gerdanlık görsem boynun
aklıma geliyor//Seni kentlere seni bankalar seni seni//bir irisin bir ufaksın
yetiştiremiyorum// Kapattığımız sağnak akşamları//açtığımız sabahları//acar
balıklar// acıkmış aç kayalar//amansız pencereme perde ol//
Odalarda ölmemek//yeşil gibi//Benim yırtıcı kuşlara tutkum//aşka acıkmaya
alışkın//elim kolum dağınıksa//
Ağustos çeşmeleri yüzüne//Bir serin renk anlıyorum//zenginsin alırım
tükenmezsin// kuruntu sorunlarına// boğuntuya gelme// Yadırgamadan
gökyüzüne
Öncelikle yukarıya çıkardığım alışılmadık
bağdaştırma, sapma ve imgesel söyleyişler; güçlü çağrışım çekirdeklerini
oluşturmaktadır. İkincisi ise çok geniş bir çağrışım yelpazesine
sahip dil kullanım biçimidir. Ayrıca, çağrışım saçağı
yaratma yetkinliği, son derece güçlüdür ve kolay ulaşılamaz bir söz
kullanımıdır.
Alışılmamış
bağdaştırmaların her biri, tek başına rastlantısal anlam doğurma gizilgücü
taşımaktadır. Bunları tek tek ele aldığımızda ulaşacağımız rastlantısal anlam
alanı o kadar geniş ki şaşırmamak elde değil. Örneğin “Kapattığımız sağnak
akşamları açtığımız sabahları 300.000” Cumhuriyet tarihini ne kadar güzel
özetliyor, değil mi? Kurtuluş savaşıyla bir akşamın kapatıldığını ve yeni bir
sabahın açıldığını söylüyor. Hatta kurulan yıkılan devletlere gönderide
bulunuyor. Bu dize bir sevgiliyle yaşanan bir olaymış gibi sığ olarak da
yorumlanabilir. Dizelerin sırası, olaylar tarihine götürmektedir bizi. Örneğin;
“Kıvırcık ateşten yalanlar 300000” dizesi, şiirin nasıl bir havada
sürdürüleceğini ve nereye yöneleceğini söylüyor zaten. Bu dize, yalan dolan
üzerine kurulmuş toplumsal bir sıkıntıyı ortaya koyuyor ve bunlar arasında
sayısız kötülüklerin okur imgeleminde yeniden yaşanmasını sağlıyor. Örneğin
ticari ilişkiler, çıkara bağlı politik ilişkiler, insanlar arasındaki ikili
ilişkiler, hukuk, eğitim vs. gibi.
Rastlantısal anlam tabakası biraz da okur bilgi, bellek ve yorum gücüyle
ilgilidir. Tarih, olay ve sanat arasında ilişki kurma yetisi zayıf olan ve
duyarlı olmayan bir okur çok geniş anlam alanına ulaşamayabilir. (Rastlantısal
anlam kuramı, okurun düzeyine göre ulaşacağı imgelem dünyasını çözmek ve bunun
gibi durumları açıklamak için sistemli bir süreçtir.)
Rastlantısal anlam, aynı zamanda okurun bilinç ve
belleğinin gücüyle ilgilidir. 300000 rakamının para ve nüfus dışında kullanım
alanı olmadığı, yedi rakamının insan duyularıyla ve fiziksel yapısıyla ilgili
olduğu bilinmiyorsa burada ulaştığımız “anlam alanını” düşleyemeyiz bile.
Ayrıca geçmişte yazılmış bir eserde, “Şiirde Anlamsal Devinim” tamlamasıyla
tanımladığım durum, bu şiirde çok açık bir şekilde kendini göstermektedir.
Çünkü, anlam alanı sadece rastlantısallığa açık değil; aynı zamanda zamana ve
bilgi genişlemesine göre anlam kayması ve genişleme yeteneğine sahip bir
şiirdir. Örneğin “Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan
ötürü” dizesi gelecekte şiirdeki anlamın yönünü bile
değiştirebilir. “Yırtıcı Kuş” tamlaması, gelecekte bir siyasi örgütün, terör
örgütünün simgesi veya bir ulusun politik söylemi haline dönüştüğünü
varsayalım. Bunun, çoğunluğun yoğun ilgi gösterdiği bir durum olduğunu
varsayalım. Bu ve buna benzer durumlarda, şiirdeki anlamsal genişleme veya
kayma olmak zorundadır. Şiirde bu gizilgüç yüksek düzeyde vardır. (Şiirin
(yapıtın) anlam alanı sürekli devingendir; bu çağdaş sanat anlayışının başat
konusudur.)
Bu aşamada bir konuya daha değinmeliyim: “açıcı
gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor” dizesi olumlu ve cinselliği çağrıştıran
bir dize gibi geliyor değil mi? Oysa bu dize, şairin yaşama ve çıkarcı bencil
insanlara karşı duygu ve düşüncelerinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Yalanla
emeği sömüren insanlara karşı kızgınlığını anlatıyor.
“Üç sokak ötede bir ev var ‘yeşil gibi’
sana onu gösteririm” dizesini ele alarak rastlantısal anlam
tabakasına bir örnek daha verilim. Yeşil, İslam felsefesinde başka bir
anlamdadır. Bu yönde bir çağrıştırma da söz konusudur. Mistik düşünce sahibi
insanlar, yeşil ev benzetmesine dayanarak gerçek anlamın ötesinde başka bir
anlam yükleyebilirler. Şiirin genel anlam alanından baktığımızda, yeşil ev
benzetmesi, şairin kafasında kurguladığı güzel/yeni dünyadır. Özlediği dünyanın
yerine kullanılmıştır. Yani çağdaş, insanların birbirini ezmediği, emeklerini
çalmadığı bir dünyadan söz etmektedir. Çabayla, savaşımla ulaşılabilecek bir
yerdir; ‘üç sokak ötesi’ kadar yakındadır orası. Bolluğun, güzelliğin olduğu
yerdir.
Yukarıda çıkardığım, “alışılmadık bağdaştırma, sapma
ve imgesel söyleyişler”in her biri kendi başına gerçek anlamın ötesinde yeni
anlam alanına açılma olasılığı taşımaktadır. Bu yüzden şiirde rastlantısal
anlam alanı çok geniştir; her imgenin okuru farklı imgelem dünyasına yöneltmesi
olasıdır. Yapıtı yapıt yapan temel özelliklerden bir tanesidir. Şunu demek
istiyorum, bunun dışında başka bir anlama ulaşılmaz ya da ben söylediğim gibi
anlaşılmak isterim beklentisi taşımayan bir şiirdir.
(Not: Örtük ve anlam
alanı geniş dil kullanan sanatlarda, çokanlamlılık, çağrışımda rastlantısallık
dolayısıyla anlamda rastlantısallık mutlaktır. Bir başkası, daha başka anlam
alanlarına varabilir; bunun sonu ve sınırı yoktur.)
c. Üst Anlam Tabakası
Gerçek Anlam Tabakası ve Rastlantısal Anlam
Tabakasından ulaştığımız sonuçları değerlendirdiğimizde, Üst Anlam;
Kapitalist sistemin, yaşam ve insan davranışlarında
yarattığı duruma tepkidir şiirin ana teması. Toplumsal ve yaşamsal sorunların çözümü, çağdaş insanların mücadelesiyle
olasıdır. Yaşanabilir yeni dünyayı kurmak için yozlaşmamış insanları mücadeleye
çağırmaktadır.
3. ANLATIM KATMANI
Şiirin şiir olmasını
sağlayan şey, anlamın üzerine giydirilmiş anlatımdır; doğal dili aşan, okur
duygularını ezen ve algıyı sarsan anlatımdır. Bu nedenle, anlatımın gücü yazın
sanatlarında ayrı bir yetenek ve ustalık konusudur.
Şiirde, çok sayıda
alışılmadık bağdaştırma vardır. İmgeler az rastlanan biçimde kurulmuştur.
Dizeler, çoğunlukla benzetme, sapma, alışılmadık bağdaştırma ve imge
kuruluşlarından oluşmaktadır. Alışılmadık bağdaştırmalar, o kadar zihin sarsıcı
ki şairin imgelem dünyasının (esin kaynakları dahil) ne kadar yoğun, dolu ve
donanımlı olduğunu gösteriyor. Bunlar, şairin yalnızca yaratıcılığından değil;
aynı zamanda sahip olduğu bilgi ve bilginin yorumu üzerine kurulmuş imgeler
olarak karşımıza çıkıyor. Şiirde kurguladığı dünya ile arzuladığı yaşam şekli,
aydın, çağdaş ve donanımlı insanın öngörebileceği özlem duyulan bir dünyadır.
Şiirde topluma yeni bir dünya önermektedir.
Bu dizelerle; algıyı
sarsıntıya uğratmış, okurun duygularını aşan gerçekliği daha görünür kılmıştır.
Toplumsal gerçekliği olabilirlik ölçülerinin ötesinde bir görünüşe taşıyarak
okuru hayranlığa taşımıştır. Şiir akıcılık ve çekicilik açısından oldukça
iyidir; ancak anlaşılırlık durumu, okurun bilgi birikimine bağımlıdır. Okurun
birikimi zayıfsa bu şiirden ulaşacağı imgelem oldukça kısıtlı görünüyor.
Anlatım, çoğul anlam doğurmaya çok açıktır dahası yöneliktir.
Anlatımdan
anlama yönelmek, şiire özgü ayırıcı bir özelliktir.
Şair, şiirinde anlatımdan anlama yönelerek
algı uyarıcı olanakları sıra dışı bir biçimde kullanmıştır. Şiir; alışılmamış
bağdaştırma, benzetme, değişmece, değinmece gibi söz sanatları ile okurda bakış
ve düşün açısını değiştiren, mantığına yumruk atan ve şiir diline estetik değer
katan anlatıma sahiptir. Anlam ve anlatım bütünselliğini çok iyi tasarlamıştır;
yalın bir dil ile toplumsal yaşamı ele alarak okurda duyarlılık yaratacak
olay/olguları görünür kılmıştır. Yalın, içtenlikli, özgün, özlü ve ayrıksı
anlatımla lirizmi doğurmuştur. Şair, algı yönetici,
dayatıcı ve öğretici bir dil kullanmamış, şiirsel/sanatsal bir yaklaşım
sergilemiştir. Günlük dili olabildiğince kırmış, özgün ve sıra dışı bir
şiir dili kurmuştur.
Örneğin “Boş ver
kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme” dizesinde; genel durum,
toplumsal sorunlar ve buna karşı insanın tutumunu anlatmak için hem sapma hem
alışılmamış bağdaştırma kullanmış, ayrıca dil mantık dizgesini kırmıştır.
Örneğin;
“Yadırgamadan
gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa
sarılamam”
Birinci dize doğrusal bir söyleyiş
olmadığı gibi sapma, alışılmadık bağdaştırma ve değinmece gibi söz sanatlarını
içermektedir. İkinci dize, doğrusal bir söyleyiş biçimindedir ve birinci dize
kadar yoğun değildir; buna karşın imgesel gücü ile imgelem yaratma gücü yüksektir.
Sonuç olarak anlatım,
sıra dışıdır ve algı sarsıcıdır; özgündür. Çok iyi düzeydedir. Dahası çağının
en iyileri arasındadır.
4. SES KATMANI
(Not: Tonlama ekseni ve ezgi ekseni, şiirsel ezgi
eksenini doğurmaktadır. Bunlar aynı eksen üzerinde hareket ettiğinden dolayı
yinelemeye düşmemek için şiir, “şiirsel ezgi ekseni” açısından incelenecektir.)
Bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000
Kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
Çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de
aldırma
Kadınları çıplak görüyorum koşup seni
soyuyorum
Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma
geliyor bilemezsin
Seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep
aklımdasın
Yükün ağır, bir irisin bir ufaksın
yetiştiremiyorum 300.000
Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız
sabahları 300.000
Elimden tut beni acar balıklara alıştır
Tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
Gel amansız pencereme perde ol kurtulayım
Yukarıdaki dizelerde,
-en-, -in- sesi, patlayıcı tonsuz -ş-, -k-, -c- ve -ç- sesi ile titrek -r- sesi
baskındır; bu seslerin harmonisiyle şiirsel ezgi doğabilir. Ayrıca -u-, -ı- -i-
-a- ve -e- sesi dengeli kullanılarak ses uyumuna özen gösterilmiştir. -in-
sesleriyle hem iç ses uyumu hem de dış ses uyumu oluşturulmaya çalışılmıştır.
Bu birimde 300000 fazla kullanılmış ve in sesiyle dış ses uyumunu oluşturuken
-üç- ve -yüz- sözcükleri söyleyiş zorluğu ve tonsuz patlayıcı sesler ile akıcı
sesler bir arada kullanıldığından şiirsel ezgiyi sıkıntıya sokmaktadır.
Şiirdeki ses akıcılığına engel olmaktadır. -k-, -ç-, -c- patlayıcı sesler yoğun
kullanılmıştır. Sesin anlamla bağıntısı vardır; olumsuz anlama bağlı olarak
patlayıcı ve titrek sesler fazlaca kullanılmıştır. Bunlar da şiirsel ezgiyi
zorlamaktadır. Yatay ses uyumu iyi olmasına karşın düşey ses uyumuna dikkat
edilmemiştir. Örneğin dizelerin son hecelerinde -in- sesi baskın olmasına
karşın -r- ve -a gibi akıcılığı bozan sesler kullanılmıştır.
Kalk ellerini yıka bize gidelim
Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kaldı 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak
odalarda ölememek
Canımız çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana
onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan
ötürü
Yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya
alışkın
Zamansız gelme elim kolum dağınıksa
sarılamam
Birimde -z-, -ş- ve -ç-
sesi oldukça baskındır. İnce seslilerle kalın seslilerin dağılımı çok iyidir.
Bu sesleri, -l-, -m- ve -r- gibi akıcı seslerle beslemektedir. Diğer bir
deyişle, tonlu patlayıcı ve tonsuz sızıcı sesleri -l-m- ve -r- gibi akıcı
seslerle besleyerek şiirsel ezgiyi doğurmaktadır. Bu birimde, birinci birimde
olduğu gibi ses akıcılığını bozan belirgin bir durum yoktur. Yani frekans aralığının
dışına taşan ses yoktur. İç ve dış ses
uyumu sağlanmış ve şiirsel ezginin altyapısı kurulmuştur. Düşey ses uyumuyla
yatay ses uyumunda patlayıcı ya da zorlayıcı bir kullanım yoktur.
Senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle
eğiliyorum
Bir karşı durulmaz istek bir telaşla
kendiliğinden
Bir serin renk anlıyorum aydınlık
gözlerinden sorma
Sen zenginsin alırım tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde
bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına
boğuntuya gelme
-s-, -ş-, -z- gibi sızıcı
sesleri; -ö-, -ü-, -i- ince ve -l-, -m-, -r- akıcı sesleriyle besliyor. Şiirsel
ezginin oluşumunda önemli rol oynayan bu sesler, aynı zamanda anlamla da
bütünleşiyor. İç ses ve yatay ses uyumu
oldukça iyi ancak düşey ses uyumu aynı inceliği taşımıyor.
Ben adını demesem de anlıyorsun 300.000
Ü ç y ü z b i n
Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.
Üç dize yukarıdaki ses
düzenini daha yumuşatıcı bir özelliğe sahiptir; bu dizelerde şiirsel ezgi
açısından belirgin bir durum yoktur.
Sonuç: Şiirsel ezgiye esas söz ve ses dizilimi açısından
baktığımızda, yatay ses uyumu çok iyi, düşey ses uyumuna yeterince dikkat
edilmemiştir. Şiirin anlam bütünlüğü açısından bunun fiziksel bir durum
olduğunu değerlendiriyorum. Şöyle ki; ilk birim kötü insanı, ikinci birim biraz
daha iyi insanı, üçüncü birim ise sevdiği insanı anlatmaktadır. Dolayısıyla her
birimin ses düzeni yüksek ton ve ritim ile düşük ton ve ritme doğru ilerlemek
zorundadır; şair de zaten şiirsel ezgi altyapısını öyle kurgulamıştır. Kısacası
bu durum, anlamsal ritim gereğidir. Bunu şöyle özetleyebiliriz: Anlamsal ve
dize içi ritim ile dizeler arası ritme esas ses kurgusu çok iyidir. Şiirsel
ezgiye esas ses altyapısı çok iyi düzeyde kurulmuştur.
Şiir, üç temel taşı
üzerine kurulur; anlam, anlatım ve ses. Bu şiirde, üç katmanın birbiriyle olan
ilişkisi, dengesi ve armonisi (ses uyumu) çok iyi kurulmuştur. Ses konusu,
diğer katmanlara göre biraz göz ardı edilse de çağının akranları arasında ses
açısından en iyisi olduğunu söyleyebiliriz.
Şiirin ses düzeninden
ulaştığım en önemli sonuç şudur: Şair, birinci birimde yozlaşmış ve paraya
tapan insan topluluğuna içini acıtır derecede kızmasına karşın şiirde kurduğu
ses düzeninde bağırma ve aşağılama duygusu doğuran tonlama ve ritme
rastlanmamaktadır. Çağdaş sanatta aranan en önemli özelliklerden bir tanesi de
kanımca budur. Yapıt, okurun duygularını ses, anlam ve anlatımla ezebilir ama
ona dayatıcı ve öfkeli tavır göstermemelidir. Burada ayrıntıya girmeyeceğim,
kısaca şöyle diyebiliriz: Ses, şiirin duyusal dünyasını gösteren fiziksel bir
katmandır; anlamla bir arada değerlendirilmelidir.
5. ÇAĞRIŞIM KATMANI
a. Çağrıştırma Tabakası
Çağrıştırma tabakası,
okurda anlamsal, işitsel ve görsel uyaranlar ile yönlendirmeleri sağlayan
varlıklar düzlemidir. Bu tabaka, şiirde veya bir sanat eserindeki çağrışımı
sağlayan gereçlerin oluşturduğu bir alandır. Bir anlamda çağrışımı doğuran
somut ve soyut veriler dizinidir. Çağrışım çekirdeği ise okurun kültür ve bilgi
varlıklarını uyandıran, okuru daha geniş imgeleme taşıyan şiirdeki belirlenebilir
söz varlıklarıdır. İncelemenin bu aşamasından itibaren okurun şiirin varlık
katmanlarını algı biçimi esas konumuz olacaktır.
Çağrışım çekirdekleri;
Kıvırcık ateşten yalanlar/3000000/kimi zulüm yakıcı/deli deli zincirler
boğuntusu gök/ senin seslerin/Kadınları çıplak görüyorum/açıcı gerdanlık/boynun aklıma geliyor/kentlere/ bankalara/ bir irisin
bir ufaksın/Kapattığımız sağnak akşamlar/açtığımız sabahlar/acar balıklar/
acıkmış aç kayalar//amansız pencerem/ perde ol/Kimi sularca/yükün ağır/tekin
durmak//
Odalarda ölememek/yeşil gibi/üç sokak ötesi/yırtıcı
kuşlar/aşka acıkmaya alışkın/elim kolum dağınıksa//
Ağustos çeşmeleri yüzüne//Bir serin
renk/zenginsin/alırım tükenmezsin// boğuntuya gelme/ kuruntu sorunlarına//
Yukarıya çıkarılan çağrışım çekirdeklerinin her biri,
hem istenen yönde çağrışım yapma yeteneğine sahiptir hem de rastlantısal anlam
alanı kurma yeteneğine sahiptir. Buna bağlı olarak şiir, yüksek düzeyde
Çağrışımsal İmgelem yeteneği taşımaktadır. (Ileride açıklanacak)
Örneğin, ağustos çeşmeleri yüzüne alışılmadık bağdaştırmasından yola çıkan okur, ağustosta
suyu kesilen çeşme anlayabilir veya gürül gürül akıp sıcakta insanı susuzluktan
kurtaran çeşme şeklinde bir çağrışıma gidebilir.
Alında her sözcüğün bir çağrışım gücü vardır; ancak
burada imgesel değer taşıyan söz ve söz tamlamalarını esas almak durumundayız.
Yukarıda çıkarılan söz ve söz tamlamaları, daha geniş çağrışım gücüne sahip
olanlardır. Amacımız, Çağrışımsal İmgelem Tabakası ve Rastlantısal İmgelem
Tabakasını belirleyerek şiirin çağrışım
ve imgelem yaratma gücünü ortaya çıkarmaktır. Yani şiirin insan üzerindeki
etkisini ortaya koymaktır; şiirin etkinliğini.
b. Çağrışımsal İmgelem
Tabakası
Çağrışımsal imgelem
tabakası, şairin yönlendirdiği uyaranlar ile okurun kendi yaşamsal varlıkları,
kültürel değerleri ve belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak
zihninde yeni görüntüler ve yeni duyusal durumlar yaratma alanıdır. Okur ve
yapıt arasında oluşan imgelem süreci vardır; algı-anlama-düşünme sonucunda
mutlak oluşan/yaşanan bir durumdur.
Çağrışımsal imgelem her okura göre değişiklik
göstereceğinden bunu birkaç örnek ile açıklamaya çalışalım.
Çağrışım çekirdeklerini ele aldığımızda örneğin;
Kıvırcık ateşten yalanlar: Dönemin toplumsal, yaşamsal, siyasal ve ekonomik
koşullarına okur zihnini yönlendiren geniş bir çağrışım yelpazesi vardır. Okur,
belleği ve yaşamsal algıları oranında imgeleme ulaşacaktır bu alışılmadık
bağdaştırmadan. Bunun çağrışımıyla; ezilmişliğini, kelepçelendiğini veya
yalandan dolayı belleğinde yer etmiş kötü olayları zihninde yaşamaya
başlayacaktır. Şair, içinde sıkıntı çekilerek yaşanan tutum ve yoz bir ortamdan
söz etmektedir ve bu okuru kavrayacak bir konudur. Çok sayıda örnek
verilebilir. Her kişinin yaşamsal birikimine göre değişen bir imgelem yaratma gizilgücü
vardır.
Boynun aklıma geliyor: İlk bakışta cinselliğe yönelen bir çağrışım saçağı
vardır; ne var ki şiirin anlam bütününden bunun cinsellik olmadığı, idamdan söz
edildiği düşünülebilir veya okur algısına göre yön değiştirebilir. Tarihteki
idamlara kadar giden bir imgelem dünyası yaratabilir. Örneğin ben “boynun
aklıma geliyor” sözünü ilk okuyuşumda düşünmeksizin Adnan Menderes’in idam
sehpasındaki fotoğrafı gözümün önüne geldi. Şiir nerede, bu olay nerede? (Rastlantısallık
ve Çağrışımsallık)
Acıkmış
aç kayalar; alışılmadık bağdaştırması, okurun başından geçen olaylardan
başlayıp belleğinde yer eden önemli olaylara kadar çağrışım yaratabilir. Aç ama
yalnız kendisini ve yemeyi amaç edinen, diğerlerine karşı son derece sert olan,
onları kullanan insan ve parasal kaygıya dayandırılmış toplumsal düzeni
düşünmeye yöneltmektedir. Alışılmadık bağdaştırmalar, okurun yaşamını ve
belleğinde yer alan yaşamsal anılarını canlandırır; çağrışımsal imgelem
yaratırlar ve okuru değişik düş/düşünce katmanlarına yollarlar. Bu şiirde
sınırlanması olası olmayan çağrışım yeteneği vardır ve buna bağlı olarak okurda
yaratacağı çağrışımsal imgelem çok geniştir.
Şiirin söz dizilimine ve imge kurgusuna baktığımızda,
okurda yaratacağı çağrışımsal imgelem tabakasının çok geniş bir düzlemde
olduğu, böyle bir şiirin ancak donanımlı bir şair imgeleminden doğduğunu
söyleyebiliriz.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Şiir; örtüktür ve ilk
okuyuşta çağrışımsal imgelem oluşturma yeteneği az görülebilir. Şiirin,
tarihten toplumsal olaylara, oradan ikili aşk ilişkisine kadar açılan ve çağın
sorunlarının çözümüne yönelen geniş/bütünlüklü bir anlam alanı vardır. Şiir
yalın, algı sarsıcıdır; alışılmadık bağdaştırma ve imge açısından çok güçlüdür.
Buna bağlı olarak, okurda yoğun olarak çağrışımsal imgelem yaratma gizilgücü
taşımaktadır.
c. Rastlantısal İmgelem
Tabakası
Rastlantısal İmgelem
Tabakası, şiirdeki çağrıştırma tabakasına bağlı ya da bağımsız söz
varlıklarından esinle okur tarafından ulaşılan, eserde beklenmeyen ve
kastedilmeyen imgelem olanaklarıdır. Şiirdeki bir sözcükten ulaşılabileceği
gibi tamlama, dize veya şiirin bütününden ulaşılabilen bir imgelem
sürecidir.
Bu tabaka, rastlantısal anlam tabakası gibi, okurun
donanım, deneyim ve belleğinin gücüne bağımlıdır. Bu yüzden, birkaç örnek ile
açıklayarak gerisini okurun alımlama ve imgelem yetisine bırakalım. Bir anlamda
şiirdeki çağrışım çekirdeklerinin okurda yarattığı imgelem şiirin çağrışım
yelpazesi içinde olmayabilir.
Örneğin, “Sen
zenginsin alırım tükenmezsin” dizesini ele alalım. Buradaki “sen” okurun
alımlamasına göre zengin ve yetki olarak güçlü bir kişiyle özdeştirilebilir
veya hoşgörülü bir insanı anımsatabilir. Oysa şair burada, toplumsal olaylara
duyarlısın ve toplumu ilgilendiren konularda yeterince donanıma sahipsin
demektedir. Buna karşın okur, maddi zenginlikle ilgili bir imgelem dünyasına
yönelebilir; çünkü okurun bilinçaltına kadar işlemiş olan para kazanma kaygısı
imgelemin bu alanda kurulmasına iter.
Şair “Kapattığımız sağnak akşamlar açtığımız sabahlar”
derken bir kadınla geceyi kapatmış sabah onunla uyanmış olmaktan söz etmiyor;
okur böyle bir imgeleme yönelebilir. Kurtuluş mücadelesi gibi tarihteki ölüm
kalım savaşlarından yerine kurulan devletlerden söz etmektedir. Bunu tam
tersini söyleyecek olursak; şair böyle demek istememiş ancak ben böyle bir
sonuçla tarihin derinliklerine ilişkin bir imgelem dünyasına girmişsem,
çıkarımım ve sonunda ulaştığım imgelem alanı rastlantısal imgelem alanını
doğurmaktadır. Veya okur olarak ben böyle bir imgelem evrenine girmedim de
kendi yaşamında iyi ve kötü günlerime ilişkin bir imgelem kurdum. Bu da
rastlantısal imgelem alanına giren bir sonuçtur.
Çağdaş sanat anlayışında yapıtın okurda yarattığı
imgelem dünyası ne kadar geniş ve rastlantısal ise yapıt o kadar güçlüdür,
demektir. Ayrıca anlamsal genişlemeye açık demektir. Estetik kaygıyı o denli
tetikleyeceği anlamına gelir.
Şiirdeki bütün çağrışım çekirdeklerini ayrı ayrı
incelemeden şunu söyleyebiliriz: Sözcük seçimi, söz sanatları ve imgeler,
özellikle alışılmadık bağdaştırmalar, dizeler ve şiirin bütünü; sayısı
belirlemeyecek kadar çok rastlantısal imgelem yaratma gücüne sahiptir. Şiirde
eksiltili anlatım ve örtük dil fazlaca kullanılmıştır. İşte bu durum, okurda
rastlantısal imgelem doğurma gizilgücüne artırmaktadır. Hatta şiir, örtük
kullanım sayesinde o kadar geniş anlam alanına sahip ki rastlantısal imgelem
yaratma gücü neredeyse sınırsızdır.
Rastlantısal anlam, rastlantısal imgelem ve buna bağlı olarak oluşan çağrışmsal
imgelem, şiirle okur arasındaki alımlama ve etkileşimden doğan mutlak bir
süreçtir. Türk şiirinde ve sanat dünyasında başka şekillerde anlatılmaya
çalışılsa da buradaki oluş ve işleyiş süreci sanat evreninde tam olarak
tanımlanmamıştır. Yapıtın algılanması ve alımlanmasından estetik hazzın doğumuna
kadar olan süreç, bu üç tanımlamayla karşılanabilir düşüncesindeyim. İşte bir
şiirin sanat değeri, buralarda aranmalıdır.
6.
COŞUM KATMANI
Coşum, şiirde incelediğimiz beş katmanın okurda
yarattığı toplam duygulanım sürecidir; estetik haz/estetik beğeni doğmadan önce
okur duygularındaki duyarlılık ve taşkınlık durumudur. Başka bir deyişle,
estetik beğeniden önce izleyici/okur duygularının belli bir kıvama ulaşmasıdır.
Şiirdeki anlamın duygu
değeri, anlatımın sıra dışılığı, sarsıcılığı ile çağrışım zenginliği; okurda
duyarlılığı artıracak ve duygulanımı tetikleyecek özelliktedir.
Bu şiirde anlam ve anlam
çevresinde kurulan imgeler, en hassas olduğumuz bir konu ile ilişkilidir.
Toplumsal yaşama karşı duyarlılığın resmidir. Ülke ve insan sevgisinin dışavurumudur.
Dolayısıyla duygu değeri oldukça yoğundur ve okurda duygulanım ve duyarlılık
yaratma gizilgücü yüksektir. “Gel amansız pencereme perde ol
kurtulayım//Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000//Senin ağustos çeşmeleri
yüzüne özlemle eğiliyorum” dizeleri şairin duyarlılığını, bu duyarlılıktan
doğan sinerjiyi okurla buluşturmaktadır. Dolayısıyla okurda duyarlılık yaratma
yeteneği yüksektir. Okurda bu duyarlılık yaratılabiliyorsa estetik hazzın doğum
sancısı başlamış demektir.
Yukarıdaki Gerçek anlam
tabakasında alışılmamış bağdaştırma, sapma ve imgeleri çıkardık. Neredeyse
bunların her biri okurun derinliklerine saplanacak söyleniş biçimlerine
sahiptir.
Bilindiği gibi şiirde
salt anlam değil; anlamın nasıl iletildiği (anlatıldığı) de önemlidir. Bu
şiirde anlamdan ziyade duygu yoğunluğunun anlatım katmanında yoğunlaştığını
söyleyebiliriz. Anlatımın sarsıcı ve etkileyici olması, diğer şiirlerden
ayırıcı bir yanının olduğunu gösterir. Şiir; anlam, anlatım ve ses ile okurun
duygularını ezebiliyorsa, duygu değerini yeterince okura geçirebiliyorsa her
sanatta olduğu gibi başarılı eserdir; coşumu yüksek demektir.
Anlatım; sıra dışı, algı
sarsıcı ve yalındır. Okuru kavrayan ve okurun duygularını ezen bir dil
kullanmıştır şair. Bu yüzden coşumu sağlama gücü oldukça yüksektir.
Okurda coşumu sağlayan en
etkin fiziksel varlık şiirsel ezgidir. Şiirsel ezgiye esas ses, düşey ses
dengesi dışında çok iyi seviyede kurulmuştur. Ses, anlam ve anlatım üçlüsünün
sinerjisi; şiiri okur üzerinde daha da etkili duruma getirmiştir.
Şiirin çağrışım gücü,
çağdaşlarına göre çok yüksektir; rastlantısal anlam ve çağrışımsal imgelem
yaratma gücü sınırsız denecek kadar geniştir. Çağdaş sanat eserinde aranan en
temel özellik budur. Okurda duygulanım ve duyarlılık sürecini yaşatacak en hassas
anlam alanı tem olarak ele alınmıştır; bu da coşum katsayısını artıran bir
durumdur.
Tutku, duygu ve
özlemlerini; yalın, içtenlikli, özgün, özlü bir biçimde anlatmıştır. İlk
bakışta şiirde lirizm yok gibi görünmektedir; oysa şiirin anlam alnına
girildiğinde lirizm varlığı ortadadır. Şairin toplumsal olay ve olgulara karşı
duyarlılığı, hatta yaşama evrensel bakışı dizeler aracılığıyla doğrudan okura
yansıtılmaktadır.
Sonuç olarak; şiirin
coşum değeri çok yüksektir.
7. ESTETİK KATMANI
a. Şiirdeki Estetik Değer Tabakası
Şiir ile okur
iletişime geçtiğinde, yapıtın üzerinde iyi, yüce, oran, simetri, güzel, uyum
gibi kavramların toplam değerini hissederiz ki buna sanat eserindeki “estetik
değer” diyebiliriz. Anlatım, ses, anlam, çağrışım ve coşum, hoşlanma ve haz
duygusunu harekete geçiriyorsa şiirde estetik değer güçlüdür sonucuna
ulaşabiliriz.
İnceleme sonuçlarına
dayanarak şiiri estetik değer açısından ele
aldığımızda; ‘tem’in duygu değeri ve duyarlılık yaratma gücü oldukça yüksektir.
Anlatım yalın, sarsıcı ve etkileyici dil ile kurulmuş, yüzeysel bakıldığında
duyumsanmasa da lirik bir söyleyiş yaratılmıştır. Şiirde insanın en duyarlı
olduğu konular ele alınmış, her okurda duyarlılık yaratacak gerece sahip
kılınmıştır. Ses uyumunda göz ardı edilebilecek birkaç zayıf nokta hariç
şiirsel ezgi iyi seviyede kurgulanmıştır. Şiirin coşum değeri, duyarlılık
yaratma yeteneği oldukça yüksektir. Anlam ve anlatım temanın uzağına taşmadan
örgütlenmiştir; buna karşın şiirin anlam, rastlantısal anlam ve çağrışımsal
imgelem alanı oldukça geniştir. Şair
açık açık söylemediği halde okurun anlam kapsamından ulaşacağı imgelem
olanakları güçlüdür. Şiir; ses, anlam ve anlatım bakımından okur üzerinde etki
kurabilecek zenginliktedir. Sonuç olarak;
Alışılmamış bağdaştırmalar,
imge örgüsü, sapmalar, dil kullanımındaki sıra dışılık, şiirsel ezgi,
rastlantısal anlam derinliği, çağrışımsal imgelem gücü, insanlığın
duyarlılığını tetikleyecek anlam alanı, özgünlük, öz-içerik ve biçim bakımından
sadelik, şiirde estetik değer varlığına gösterilecek ögelerdir. Bunlara
dayanarak; “Şiirde estetik kaygıyı tetikleyecek donanım vardır ve şiir
yüksek estetik değere sahiptir” diyebiliriz.
b. Okurdaki Estetik Algı
Tabakası
Estetik algı ve estetik değer yargısı, insanın
yaşamsal algıları ile bir bütündür. Her insan zihni bu algı ve yargı için
hazırdır. Şairin okurda hazır olan bu estetik algı ve yargıyı doğru harekete
geçirmesi ve uygun yönetmesi gerekir. İnsan güzeli arar, güzele ihtiyaç duyar,
mutluluk ve geleceğini güzellikte bulacağına inanır; güzellik kaygısı aynı
zamanda dürtü ve güdülerin yönlendirdiği bir gerçektir. Bunun adına da “estetik kaygı” denir. Estetik kaygı; kültür, bilgi,
birikim, toplumsal olgular, yaşamsal değerler ile yaşamsal süreçte yeniden
yapılandırılır. İşte bunlar estetik algının duyarlılığını güçlendirir ve algıyı
daha etkin işler hale dönüştürür.
İnceleme sonuçlarına baktığımızda; şiir, okurdaki
estetik algıyı uyaracak ve ortalama bir okurun anlama-düşünme-duygulanım
sürecini tetikleyecek nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanıya varmamızı
sağlayan gereçler: Şiir, yazıldığı dönemin sorunlarını çok iyi yansıtmıştır.
Okurun duyarlı olduğu bir konuyu gerçekçi ve sıra dışı biçimde ele almıştır.
Okuru sorunlarıyla bütünleştirmiştir. Ekonomik koşullar ve sosyal yaşamın
insanda yarattığı travmaya merhem gibidir. Ayrıca okurun estetik kaygısını
sarsacak, onu hayranlığa taşıyacak etkenler oldukça fazladır.
Okur, emeğe saygısızlığa duyarlıdır; çünkü emeği gasp
edilendir. Ekonomik koşulların yarattığı
yaşam biçimine tepkilidir; içinde yaşayandır. Kaygılı ve yalnızdır; insana
değil maddi kazanca değer verilmektedir, bundan sürekli zarar görendir. İşte bu
kaygılarının öz ve özgün dile getirilişi, okurun ilgisini çekecek,
algı-anlama-düşünme sürecini tetikleyecek ve estetik yaşantıya girmesini
sağlayacaktır. Başka bir söyleyişle, okurun hazır olan estetik kaygısına daha
duyarlı gereçlerle dokunulmuştur. Ona çıkış yolu göstermiş ve umut vermiştir.
Bunlara dayanarak şu sonucu çıkarabiliriz: Şiir;
okurun estetik algısını harekete geçirebilecek yeterli donanıma sahiptir. Okur,
içinde yaşadığı toplumsal sorunlarla yüz yüze getirilmiştir.
c. Durumsal Estetik Değer
Tabakası
Şiire yansıyan, okur ve
şairin düşünsel ve duyusal dünyasının oluşumunda etken olan durumların (ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi
birikimi gibi) ortaya koyduğu toplam estetik değer ve estetik algıyı
“Durumsal Estetik Değer Tabakası” diye tanımlıyorum. Başka bir deyişle, bu
tabaka tarihsel birikimlerden güncel çıkarımlara, ortamdan zamansal değişime
kadar olan görüngülerin yaşama yansıdığı ve ayrıca zihinde canlandığı bir
sonuçtur.
Bu tanımlama ve inceleme sonuçlarından yola çıkarak;
Okur, duyularını uyaran etkileşimlere karşı her zaman
açıktır; ancak duyuların uyarılması sonucu etkileşim, inanç ve ideolojik ön
kabuller gereği görecelidir. Okurun estetik algısı; yaşam, nesne ve evren
arasındaki ilişkileri görme/okuma biçimine bağımlıdır. İdeoloji, inanç, kültür
ve bilgi birikimi gibi etkenler, estetik beğeniyi sağlayabilir ya da şiirin
tamamen reddine yol açabilir. Her ne kadar basmakalıp düşünce sahipleri bunu
başka bir açıdan görse de sanat eserinin asıl hedefi okurdur. Sanat veya şiir;
sanatçı, yapıt ve okur (alıcı/izleyici) üçgeninde bir değer taşır. Öyleyse,
buna göre ele aldığımızda durumsal estetik değer konusunda nasıl bir sonuç
ortaya çıkar?
“Kapattığımız sağnak akşamları açtığımız
sabahları 300.000 / Elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma / Kalk
ellerini yıka bize gidelim” dizelerini
şaire söyleten, yaşadığı çağın sorunları değil midir? Şairde yarattığı aşırı yoğunlaşma değil
midir?
İnceleme sonuçlarına göre, ortalama okur için estetik
yargı olumludur ve şiirin estetik değeri yüksektir. Ancak “Allah gelene kadar”
sözü, bir kısım bağnaz okurda itici bir durum oluşturabilir; ancak bu dize
yerine tam oturmuştur. Estetik beğeninin göreceliliği gereği, bağnaz yargıya
sahip insanlar için estetik değer ve olumlu estetik yargıdan söz edemeyiz.
(Not: Şair elbette okurun
dünya görüşünü dikkate almamalıdır; kendi imgeleminin kurduğu eseri ortaya
koymalıdır. Ancak eseri incelerken, sağlıklı bir çözüm için okurda doğuracağı
etkiyi her yönüyle sorgulamalıyız.)
İdeolojik veya dinsel yaklaşımı tutucu olan bir şairin imgeleminden doğan
şiir de çağdaş okur için aynı sonucu ortaya koyacaktır. Ortam, uzam, coğrafya,
teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi etkenler; şair, şiir ve
okura yansır. Bu durumda estetik algı ve yargı, görecelidir. İşte bu düşünceden
hareketle, “durumsallık”tan söz ediyoruz.
Bunları dikkate alarak sağduyulu bir yaklaşımla; şiir,
çağıyla özdeştir, insanıyla bütünleşmiş bir görünümdedir. Dolayısıyla “durumsal
estetik değeri” yüksektir; çağın sorunları, yaşam biçimi ve insanıyla
bütünleşiktir. Toplumsal olgu ve olaylar, şairin şiirini bu yönde kurmasına
neden olmuştur.
Sonuç olarak: Şiir, estetik değere sahiptir. Okur,
şiirin temasına karşı duyarlıdır. Koşullar, şair, şiir ve okur üzerinde
etkilidir.
8. SONUÇ
Çözümlemeden sonra şiirde göze çarpan en önemli
özellik; anlam bakımından tutarlılık, bağlaşıklık ve metinler arası ilişkiye
üst seviyede önem verilmiş olmasıdır. Diğer bir söylemle şiir, anlatım, anlam,
çağrışım ve biçim bakımından bütünlüklü ve çağdaş insanın toplumsal yaşamını
üst düzeyde şiirsel bir dille resmedebilir niteliktedir. Şiirdeki katmanların
birbiriyle ilişkisini bu denli dengeli kurabilmek; güçlü donanım, zengin
imgelem ve farklı bir görme biçimi gerektirir. Yani şiirin kurgusu, şairin
yaşamsal ilişkileri çözmüş bir düşünce adamı ve farkındalıklı bir sanat
anlayışına sahip olduğunu gösterir.
Şairin; dünya, nesne, yaşam, toplumsal yaşam, çağ ve
insan ile aralarındaki ilişkiyi okuma yeteneği çok yüksektir. Bire bir anlatım
tekniğini kullanmamış, “yansımanın gerçekliği”ni
ve sözcük ve tamlamaların çağrışım gücünü esas alarak şiirini kurmuştur. Yalın,
sıra dışı, algı sarsıcı ve etkileyici bir dil kullanmıştır. Şiir etki ve
duyarlılık yaratma açısından oldukça başarılıdır. Anlam alanı oldukça örtük
olmasına karşın her okurun kendisine bir şeyler alabileceği çoğul ve
rastlantısal anlam/imgelem olanağına sahiptir şiir. Sözcük seçimi ve ekonomisi
çok iyidir. Anlatım, anlamı güçlendirirken anlam da anlatıma yönelmiştir.
Şiirde algı yönetici, dayatıcı ve öğretici bir dil kullanılmamış,
şiirsel/sanatsal bir anlatım sergilenmiştir. Şiirin çağrışım gücü, her okurda
farklı alanlarda imgelem doğurma yeteneğine ve sanat yetkinliğine sahiptir.
Şiirde biçim, anlam ve anlatım çok iyi seviyededir.
İmge yoğunluğu ve anlam bütünlüğü dengelidir. Anlamsal ritim uygun kurulmuş;
ritme bağlı olarak ses yüksek tondan düşük tona doğru oluşturulmuştur. Daha
genel anlatırsak şiirsel ezgi, yüksek frekans aralığından düşük frekans
aralığına doğru kurulmuştur; bu ses kurulumu da anlama bağlıdır. Etkin ve
yetkin bir şiirdir. Daha doğrusu, kendi alanında Üçyüzbin şiiri çok iyidir,
diyebiliriz. Şiirsel ezginin sürekliliğini ve akıcılığını belirli frekans
aralığının dışına taşıran birkaç göz ardı edilebilir ses kaybı vardır. Ancak bu
durum, anlam ve anlatımın gücüyle duyumsanamayacak düzeye çekilmiştir. Coşum
değeri çok yüksektir; ne var ki şiir anlamsal olarak örtük ve kodludur. Bu
yüzden, her okurda aynı düzeyde coşum oluşturabilme yeteneğinden ödün
vermektedir. Böyle olmasına karşın her okur için şiirden alımlanabilecek çok
şey vardır. Şiir; toplumcu bir bakış açısıyla yazılmış, çağına ve çağdaş sanat
anlayışına uygundur. Yakın tarihin toplumsal olay ve olguları, örtük bir
biçimde şiire giydirilmiştir. Dönemin toplumbilimsel ve ruhbilimsel
özelliklerini çok iyi yansıtmıştır. Bir alamda şiir, doğum yerini ve doğduğu
çağı çok iyi betimlemiştir.
Anlam, dönemin
koşullarını ve insan davranışlarını bütünlüklü bir biçimde yansıtan bir tema
üzerine kurulmuştur. Çok iyi düzeydedir.
Yatay ses kurgusu çok iyi
düzeyde, düşey seste göz ardı edilebilir patlamalar vardır; ses iyi düzeydedir.
Anlatım, sıra dışı,
sarsıcıdır; dil kullanımı özgün ve okuru bağlayıcıdır. Üst düzey bir anlatım
tekniği vardır.
Rastlantısal anlam alanı
çok geniştir.
Çağrışımsal imgelem
yaratma gizilgücü çok yüksektir.
Rastlantısal imgelem
doğurma gücü çok yüksektir.
Şiirde coşumu artıran ve
estetik değer varlığını kanıtlayan çok fazla gereç vardır.
İnceleme sonuçlarına
dayanarak: ŞİİR, “YÜKSEK ESTETİK VE SANATSAL DEĞERE SAHİPTİR.”

Çağrışım yelpazesi, şairin okuru
yönlendirdiği çağrışım katmanlarıdır.
[11] Ontik; Nesnel ve duyusal varlıklar
katmanlarından oluşan
[12]
İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp
bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.
[34] “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi”
isimli kitapta ileri sürülen teknik ve kuramlar çerçevesinde şiir incelemesi
yapılacaktır. (Yaşar Özmen, Trend Yayınları, Kasım 2018)
[35] Ontik; Nesnel ve duyusal varlık alanlarından, katmanlarından
oluşan
[36] İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp
bütünleştirilebilir, toplamı hesaplanabilir.
[37] İmgelem; toplam bilgi birikimimiz, belleğimiz ve bilincimizin
zihinsel ve duygusal olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, ilişkiler, düşler,
sezişler, anlamsal görünüş ve görüntülerdir.
[38]
Çağrışım çekirdeği, çağrışım doğurma gücüne sahip, ilginç, dikkat çeken söz,
tamlama veya bağdaştırmalar.
[39]
Çağrışım yelpazesi, şairin okuru yönlendirdiği çağrışım katmanlarıdır.
[40] Çağrışım saçağı, şiirin/yapıtın okurda çağrışım sonucu yarattığı
imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın zihinde dal budak salması
olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme ulaşıldığını ifade eden bir
benzetmedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder