**************************************************
Sanatın yalanı olmaz Dilhan
hele şiir anadan üryan…
DİLHAN
Uzan şöyle sere serpe dizimin dibine Dilhan
Mavi sabahından özet geçeyim
Öyle tekdüze değil öykün;
gazetelerde okunduğu
ekranlarda göründüğü
Devre mülk ağızlarda çiğnendiği gibi…
Coğrafyalar incisi
Irmaklar köprüsü, denizler bukleti
hava, kara, deniz dört mevsim.
Uzamı güneş kültünden
felsefesi insan özünden
Hamuru, canhıraş karılmış kan öyküsünden
Kavuşamayan aşklar, aç uyuyan analar
oyunsuz büyüyen kız kızanlar
Kazıklı kasırgalar hışmına uğramış topraklar ki
her bir karışın örtüsü,
oğul gönünden.
*******************
Sanırdım ki doğru her yerde doğrudur Dilhan
İki yanlışı kesen bir çizgiymiş çoğu zaman
Köksüzlük kaygısıyla ruhuna saldırılsa da bugün
Arap çakşırına göz kırpmak moda olsa da mirim
Tarihin derindir, öyküler atlası
Coğrafyan üç kıt’a bilirim.
Çağına yenilmiş bir zaman dilimi
At sürmüş göğsünde üzülürüm.
Her öykü bir bütündür
İyisi, kötüsü, ölümlüsü, dirimlisi…
Ötiken’den Sümer’e Anadolu’dan taa öteye
Susmak bilmeyen bir zelzele gibi
Zaman çizgisinde kükreyişin
Dokunma vakarına Dilhan
Zaman birbirinden ayrılmaz bir akış
Ve gelişi güzeldir çoğu zaman geçmişe bakış
Neyse uzanmayalım taaa gerilere
Uzaklar sisten bir çarşıdır şimdilere
Bakma baktırma arkaya, gel biz varalım
Önümüze serilmiş uzun mu uzun akşamlara
O akşamlar ki
Gebeymiş meğer kısacık sabahlara
Aç yüzünü Dilhan gel dönelim biz
Bütün zamanların kırılma noktasına.
*******************
Her Yolcu beraberdir kalanlarıyla…
Karadeniz’den Akdeniz’e
sarışın bir öykü
Edirne’den Iğdır’a çağcıl aşklar düzülür
Sakarya sıcağı, Dumlupınar ayazı, Belkahve sabahı
Belleğe nakışlıdır ya “Elifin Kağnısı”;
Tarihin öylesine içten ki Dilhan
Mayıs kuşluğu ve bir Ağustos tanyeri
Uzun erimli öyküler düzülür
Yavuklunun işlediği oyalı mendil gibi
Ayın göğsünde Anadolu süzülür
Öpüp koklayıp sevmezsem
İzmir’in dağları üzülür.
*******************
Seyit Onbaşı, Kara Fatma
ya da Çakırcalı Efe
Soyunup dökünseler şöyle tarihin raflarına
İnsan ağrısı doğar uygarlık rahminden Dilhan.
Sırtlanlar üstüne çullanmış,
var mı dünyada ölümün,
egemen olduğu alevli bir zaman
Bir sarı dev doğmuş ki yüzyıllara armağan
Gövermiş taze güneşin yükseldiği yerler, gönenmiş.
Sonrası; ya sonrası ne dersin!
darbeler,
dalavereler,
kavgalar, kıyımlar, kıvırmalar
Sapmalar, çalmalar
Yetki arsızı cahallar…
Tokluğun yokluğa tuzak kurduğu hımbıl bir köprüdeyiz ki
Çok eski değil;
Yakın zaman, çok yakın çağ!
Elini siper et, eğil bak şöyle resme Dilhan
Güç yozlaşması fışkırıyor her bir yandan
Yaşmaklı coğrafyanın sandukalı kızları
Demirden dağları eriten
ata torunu değilmiş gibi
Aslını inkâr için
Rivayetleri dolamış da kel başına
Gaibe merdiven dayar Dilhan…
*******************
Şiir Dilhan;
Gözlerinden aldığı benzerliktir uzunca söylersek…
Şiir, bilincin uzamı kadardır Dilhan
Olmaz öyle dil yarmakla, söz gevelemekle
Sözcükleri eğip büküp dans ettirmekle
Ne söylediğin bir fersah öteye
Nasıl bir resimdir anlaklara salınan
Akarsuyudur bir ruhun akarsuyu
Ne kadar duruysa o kadar coşkun akan.
Kim ne derse desin, şiir zıpkın sanattır
Bakma sen şiiri dil oyunu görenlere
Takke fular taktırıp fır dönenlere
Şiir dediğin ufkundan sağılır.
Oturalım şöyle okyanusun sol köşesine
Katran koyusu yükümüzle
Yaslanalım deltaların humuslu rahmine
Döndürelim evine şiiri
Uykuya daldığı o, laleli sabahtan…
Barbarizmi atalım bir yana bugün
Gel biz sözü
akıl kaşıyıcı elleriyle çizelim kor yüreklere
Öyle bir çizelim ki
anadan üryan.
*******************
Kafakola alınmış bir beyinse Dilhan
Erebileceği menzil sahibidir.
Çehresi pörsümüş bir bulutuz
ne yağmur ne boran olur
ne de kar yağar bizden
Şiir yazarız ya da sokakları kalabalık süsleriz.
Kimi kul olabilme azminde
Kimi kıl-çuval özentisinde
Kimi insan kalabilme derdinde
Damarlarımıza sızmış zehirli bir solucan
İçin için sürünüyor
Bazen kadın bazen kız bazen fidan
her an yürek yıkan yeni bir kurban.
Atı alan Üsküdar’ı geçmiş
Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağacı yok artık…
Eski bayramlar ne kadar da kabuk değiştirmiş
Çağ post atıyor,
eski post kime, neye kısmet
Kapı önlerini süpüren evcimen teyzeler
Hocahatun evlerinde
gülsuyu kokulu sohbet…
Kahkaha masaları, günah kapısı
Şadırvanlar terbiye kamçısı
Rivayetten soyulmuş kıssalar ahlâk rabıtası
Ne diyeyim Dilhan, rayında tren
Akla ne gerek…
*******************
Yenilikçilerin mahkumiyetine gülenler
Kendine gülüyordur Dilhan
Nereden nereye bilir misin Dilhan?
Menekşe gibi açan kızların gülüşünden
Şark ezilmişliği üstüne kurulan cennete
Tahtırevan üstünde
Güle oynaya gider gibiyiz.
Çağdaş dünyanın gümüş hançeriyle
İnsanlık avına
pek yakın günlerdeyiz.
Kalsak ayrı bir dert,
gitsek bu kervan yolda bırakılmaz.
Kurduğumuz rota tuttuğumuz yol
Saçaklı bir coğrafyanın hışmına kurban
Ah şu gömülü zaman ve insan denen varlık
Aklını asmış da çöl yeline
Merhamet dilenir ondan bundan
Ne dersen de, kılı kırk yarar da
olmaz böylesi körtapan.
*******************
Arap saçı gürleşti yaylalarında Dilhan
Bedevi bir manzara
Ucu açık bir denklem neresinde durursan dur
Azıcık aşım kaygısız başım desen de olur
Tanıksın da dilin varmaz söylemeye
Aykırıysa sözüm
bilirim ağrıyacak başım.
Nasıl olsa tıkır tıkır emirlere gebe yasalarımız
Hüküm kesin,
suç peşinden uydurulur.
Doğru, durduğun yere göre değer alır Dilhan
Sinekten zeytinyağı çıkarılır oldu bugünlerde
En iyi sen bilirsin
ister yasa olsun ister tasa
Gıdıklandığı yerden kokar.
Hesaplaşmanın en ağrılısına tanık
Daha dündü beşiğine yatırdığım ıpıslak ülkünün…
Korkma Dilhan zaman ilaçtır;
taş gediğini bulur
Felsefe uygun, temel sağlam;
çağ ışığını her türlü alır…
*******************
Adil bakanlar çıkıyor her taşın altından
Saklan Dilhan donumuzu çalabilirler…
Nasıl da yağlı döngü
şu akıl yakan bağıntılar
Yasalar dizginli, operasyon emre maruz
Aymazlık enflasyonu zaptiye sokaklarda
Saflığını yitirmiş dökme çark
tutmaz ayar.
Kime gidersen git Dilhan
Eşraftan değilsen
çaldığın her makam kapı-duvar.
Görürüm pişkinliği kanıksadı bu devir
Söz askıda ateş gibi
Ne gelenek ne yasa ne örf adet
Taraftara göre yakılan yıkılan kurulan bir bulvar
Gel biz yüzleşelim
korkularımızla, saplantılarımızla
Yüzleşelim
ölümlerdeki ellerimizle
Yüzleşelim
kirimizle, kinimizle
Ve yüzleşelim
karanlıktan doğma yüzlerimizle
Sokalım kirli ilişkiler ocağına bir çomak
Dağılsın ne varsa; sarı, kırmızı, mor…
*******************
Her korku fırtınadır derinlerde…
Bilmek zor değil;
oyun ortada Dilhan
Utkumuz,
masallar kuyruğunda kimsesiz
Köküne saldıran sırtlan sürüsü
bizim kalıntı soylumuz.
Ülkemi ülkemden kurtaran gedikli kalabalık
Harman yerinde dört başı mamur
Deli Dumrul.
Ne orada ne burada yangın benim ciğerimde
Uydur kaydır, uçur denizaşırı öz oğul cevherini
He bakam de bakam söyle kolay makam…
Ne vekil ne bakan ne vali ne de kaymakam…
Sürgit yollar aynı, diller aynı, ziller aynı
Ekmek askıda,
çorba bulamaç,
işimiz işsizlik…
Olan bizim aşa,
kara kış bizim başa Dilhan.
*******************
Umut bindirilmişse hırçın bir takaya
Göç günleri deryanın yüküdür Dilhan
Sayma akıl düşkünü eskiye özlemlileri
Gün ola ayıkırlar Künün doğduğu yeri…
Şu şark çıbanı denen sürgün,
akla salgın
Bilmezsin nasıl görkemli yoksulluktur;
tıpkı semer gibidir akıl kuraklığı
Gelen de yükler giden de Dilhan
Ne yol senindir ne yük ne de ayaklar
Sancılıdır soluğun,
tutuludur arpalıklar
Yasa bir yana ilke bir yana ülke bir yana
Ne güzel huyludur bu cıngıllı akrabalıklar
Nereden nereye akar bu zamanda
Aydınlığı sırlayan tuhaf kalabalıklar
Aklım tarazlı,
gözlerim utanç tuvali
Dalga geçer gibi anlağımda at oynatır
Sadaka tayınlı,
köpüklü ahbaplıklar!
Enseyi karartma Dilhan
Kumdan heykel gibidir
Ambar nöbetine yazılmış
Mevsimlik kalabalıklar…
*******************
Kalemin işidir bunlar Dilhan
Kimin neresine dokunur
Iska geçer bilmem…
Neler çektin neler kalkıp bir duysan
Sarıklıdan, kavukludan
molladan,
yarım imamdan
ilkel zekâdan.
Ismarlama makamdan,
nöbetçi bakandan,
nefretten,
hasretten,
Dökme
Nasıl yıldı insanın, hem de nasıl Dilhan
Çakıldaklı kaplandan
sözde feriştahtan
yapay düşmandan
Tahakkümden, ayırmadan, kayırmadan
Ütülü beyin
çakma kumaştan.
Uzanıp alnından öpesim gelir b/ademlerin
Sonunda seksen milyon
enkaz “yarattı her yaştan.”
*******************
Söylesem görür müsün Dilhan,
Tünelin neresindeyiz?
Kadın eliyle
kadınlığın kefeninin biçildiği
Erkek diliyle
insanlığın şiddete itildiği
Güvenliğin,
hasıraltında ciğerinin söküldüğü
Gün gün ki adalete
kösele kılıf dikildiği
İklime göre suç,
kişiye göre doğru üretildiği
Kalçası oynak bir köprüde kına gecesindeyiz.
Bu kadar da olmaz akıl dışı,
Cascavlak pişkinlik desen de
Aklımızı fırınladık,
kınalandık sıramızı bekleriz.
Masallarla beslenen Dilhan
Sorun çözmez, sorun üretir biliriz
Daha söylenecek çok şey var saklama yüzünü
Derler ki bulaşır,
utanç denen o gamlı duygu
Öyle de bulaştığını
hiç görmedim bu nasırlı yüzlere…
*******************
Aklımı kızağa çekemedim Dilhan
Misket havası susmak bilmedi ki…
Duyup susarsın kaygılarımın kokusunu
Görüyorum,
Kapısı kilitli örendir dilin
Sen diyemesen de ben derim senin yerine
Şair ergenliği benimkisi on ikidendir dizelerim.
Dön yüzünü bak bakalım seyran bağlarına
Uydur kaydır öyküler gündemimiz
Aslını örtmenin yıllanmış kurnazlığı.
Yalana sultan kavuğu giydirenlerdeniz
Hükmetme arzusu başa bela bu günlerde
Bıyık altına bırakılmış yetkiler sürüsü
Gece yarısı düzenlemeler ülkesindeyiz
Söylemler övünmelik, dil saldıray
rakamlar yapay
Adaletin siparişle iş bağladığı günlerdeyiz.
Daha nedir ki bunlar Dilhan;
Uyruğuyla sorunlu,
kalantor besleyenlerdeniz.
Boşuna dememiş Üstat:
“… kaçarken kimi itini, kimi bitini,
kimi de p*çini bıraktı” diye
Yoksa nasıl renklenirdi camlarımız Dilhan…
*******************
Yakmazdı içimizi belki bu kadar
Kırılmışlıkları
Kırıldığı yerde bırakabilseydik...
Göğüne sızan sağanak gölgeler
Yaralarımı deşer onulmaz yerlerimde.
Kapanmaz,
örtünsem de bütün sabahları
Nasıl kaymaklı zaman,
yoksul teni emmek olağan.
Damarlarına sızmış gamlı şu öykü
Uzun uzun okunup yazılır her bir taraftan
Ne yağ yapılır ne de vazgeçilir yağdan.
Bu da iş mi deme,
Vergi yükümüz bile sakal bıyık farkından
Herkesin öyküsü kendine günceldir Dilhan
Bakma sen ufkumun daralıp kısaldığına
Tükenmez yollar, açılır çıkmaz sokaklar
haber bekliyorum aklımdan.
Kuşkuluyum çağımdan
Gördükçe
İlkel zekâ heybetini
Duydukça
Balbulaşıkların
Yanlışı, yalanla doğrulama şehvetini…
*******************
Mutlu olurdum belki hem de çok mutlu
Bir tutam ot peşinde
Koşabilseydim izzetsiz…
Hikmet miyiz,
ümmet miyiz,
millet miyiz;
Nereden geldik, neredeyiz
Kimliğinle
isminle derdimiz tasamız
Cumhuriyetle,
kurucularıyla,
çağla kavgamız
Nasıl bir dumanlı kafanın işidir Dilhan?
“Kurt sisli havayı sever” derdi dedem
Dağlarımıza sis mi çöktü
kurtkapanına mı bastık?
Karanlığın kahramanı
akıl kırıştıran işlere tanığız
Yolsuzluk, iş bitirme mahareti
Hukuksuzluk, adaletin faytonu oldu
Adına demokrasi diyorlar da geç onu bir kere
Çıkarsız ilişkinin yadırgandığı bir zamandayız.
Milletin efendisi ülküsüne sadık bilirdik
Yapmadım, görmedim, duymadım sinsiliğini geç
Bal gibi
çöl fırtınasıyla yuvarlanıyor filikamız.
*******************
Her hasta bir başınadır sızısıyla…
İç dökme değil endişeyle söküldüklerim
Şeytan taşlamaya benzemez;
bu iş insan öyküsü.
Acıların kalabalığındandır akrabalığımız
Kaygının ağırlığındandır yakınlığımız
Korku dışında sevmeyi öğretmediler ki.
Bakma sen, her öykünün kalabalık durduğuna
Aslında her öykü kendinin yalnızıdır
Gördük ki;
Kimse kimsenin tasasından ıslanmazmış Dilhan.
Ah daha açık söyleyebilsem içimde yananları
Görebilsen çehrene sürülen talanları
Ne sen katlanabilirdin
ne de ben…
Dışardaki yelden umut bekleriz
Evimizdeki ilkel akıl yorganımıza el atmışken
Ölümlere saf durmada pek saygılıyız,
elimiz yokmuş gibi
Gümüş saplı neşter,
daha vurmadan söyler sözünü
Bize her gün bayram demek;
elimi öpüşünden belli…
*******************
Maksat eğitimin niteliği
Bilimin egemenliği değil Dilhan
Saflara katılacak militan hesabı…
Karalanmış bir kere Dilhan
ruhunun tonozları
Temize çeksek bile izi kalır,
çimlenir.
Şık elbiseler giydirilmiş ahu gözlü yanılgılara
Makam sarhoşluğuna sığınmış
Ismarlama yetki,
uydu taşeronlara
Kehribar dizeler kondursak
anlam yavan demlenir.
Nasıl bir bağlaşmanın içindeyiz,
tenimi yüzüyor.
Uygarlık, tezgâha düşmüş pazar güzeli,
Felsefenin kirini süzdüren kadim kültür
Gerçeklikten ırayan turfanda çocuklar…
Çaldıkça okul zillerini pırıl pırıl gözlere
Göğsüme yükselen ilkel bir form ki
Genetik hırkalı ulema meseli…
Ne kadar şaşırsak azdır Dilhan
Milletin eğitim yuvalarında
Hurma şıralı öğretmenden hocadan
Çocukları koruma vardiyası
Hangi aklın kıyametidir duysan…
*******************
Güncelin uğultusu yüzümde alev alev
Ne zamandır izliyorum
karanlığın göz kırpışını
Beraat etmiş bir eşkıya soyluluğu
Yapısöküm çabanın dengesiz kantarı
Üst üste yığıyor
telve telve süzülen sarhoşluğu
Yıkılan her çağdaş yapının arkasından
Ağrılarım aygırlaşıyor
Ağzını büzüp susturacakmışım gibi boşluğu.
Salt güncelin sorunu değil bu Dilhan
Otanmaz bir yaraydı
Kıldan tüyden mürekkep
Aidiyeti sorunlu merdiven altı loşluğu.
Göğsüm daralıyor, nefesim kesiliyor.
Aklın tanrılara kurban edildiği günden beri
Dönem dönem aymazlığın şimşir çubuğu
Pamuk tenine kavgan yüzünü sürüyor.
Sağa da yalansak sola da
İçimizde elsiz ayaksız sansarlar yüzüyor
Birini kovsak diğeri beynimizi kemiriyor
Yansak da, didinsek de üzülsek de Dilhan
Halkın menzili ne kadarsa
O kadar erinci, adaleti hak ediyor.
Arap yağı sürülmüş coğrafyanda
Bizim payımıza da tarihi süzmek düşüyor…
*******************
Kokuşmuş ilişkiler merkezinde öykülerimiz
Ne kadar uzak olursa o kadar temiz kalabiliriz.
Görünürde çağ atlıyoruz,
kıskanıyor dünya
Kurşun döktürelim
işimiz oraya kaldı Dilhan.
Bir çizgi çekelim şu kaygıların üstüne
Duyulmaz olsun ne kadar olursa artık.
Kırmızı karanfil büyütelim kadehlerde
Bizden uzak,
hem de çok uzak o güzel günlere
Sağduyu buradan da geçecek,
bilirim…
Çıkmadık canda umut vardır, derler
Her gelen kuşak özgür doğar
özgür doğacak
İnsan bu; umudu kucak kucak
İnanırım…
Doru atları mavi düşleriyle
Yürüyen dilsiz gençler
Islıklarıyla gelip buradan da geçecekler
Utanç müzelerinde Dilhan
Balbulaşıkları, haramileri
Kendi dillerince misafir edecekler
Şimdiden görürüm…
*******************
Şöyle bir kurcalarsan yerüstünü Dilhan
Güneyinde
insan etine kurşun sıkan
Kentlerde
deveyi hatabıyla yutan
Tam ortasında
hazineye olta atan
Tepesinde insanı insana tutuşturan
Diğer taraftan talanı talanla örten
En acısı da unvanıyla salyalar akıtan
Ne çakallar ne kravatlı aslanlar arasındayız.
Hele yeraltı var ki ben oraya hiç değmiyorum.
Biliyorum şiirde sözlü saldırı,
havlu atmaya benzer
İtici görme dizelerimi
Ben şiire sığanları söylüyorum
Ne yapayım Dilhan
İçindekileri sayıklamak değil ki şiir
Bazen sezdirmek bazen çağrıştırmak
Bazen de vurmak,
tam alnının ortasından.
Ne kadar incelsem az, anlıyor musun?
Ateş bacayı sarmış derler ya tam da öyle
Yakut başaklarının mıncıklandığı
cayır cayır bir harman…
*******************
Güzel insanların ince göz yaşı olur
Severek gidilen ölümler de sevimlidir,
bilirim.
Sormadan geçemem şeytan dürtüyor hani
Göz yaşı ve ölüm, sefalet ve zulüm
Ülkemde neden hâlâ pek matrak Dilhan?
Kader mi, yoksa ketenperede miyiz?
Suç mu buralarda doğmak
Akıl dağıtılırken Adem’in elmasına mı takıldık?
Eğil bak tarihe
Sayfalarda yaldızlı satırlar
Teslimiyete dimdik, esarete bayrak açandır,
iyi tanırım.
Oysa bugün hâlâ kadife yorganda
topal pire zıplatan
Söylentilerin peşine kapan kuranlardanız
Bak: İlhan Berk’in ceylanı
suya inmiyor artık.
Yargı kimine kamçı kimine kalkan olur mu
Olurmuş meğer.
Örtbas makamı kevsere
Mağdurlar çetesi mahşere Dilhan
Ne geldiğimiz yere uygun
ne de gideceğimiz yere yakınız.
Ne desem boşa salınmış bir avaz
Bu anlayışa söz sürülmez
Yoz kültür,
tornadan geçene dek sürecek,
görürüz.
*******************
Yalancının yalanının yalanına ortaklığımdandır
Donumun ıslaklığı Dilhan
Nelere tanık oldum, biliyor musun Dilhan?
Terörü, terörle defetmeye soyunan
Bir kaşık suda insanlık hukukunu boğan
Eli kanlılardan medet uman
Ölümlerden ganimet toplayan
Koca koca devletler
Aklı çolak milliyetçi iskeletler gördüm.
Akıl bu denli çaresiz demek Dilhan…
Oyun içinde oyun, ölüm üstüne ölüm çağı
Talan üstüne yalan, yalan üstüne talan
Güçsüz başına örülür dört bir yandan
Bir anakara yeşil gümrah
diğeri kızıl alevli harman.
Biz ne dersek diyelim Dilhan
Canavar dişli düzen uçsuz bir kuyu
Varını yoğunu soğuracak kalıbından;
Adı siyaset bilimi, strateji her neyse
Bize yabancı değil ki başat kural
Avda en büyük pay
tarihin her deminde
öncelikli aslan.
*******************
Bu gözlerle neler gördüm neler Dilhan
Beslemiş yamyam sürüsünü, büyütmüş
Çöl tozuna bulanmış
çağın dişlerine bak.
Menemen,
Madımak,
On beş temmuz
Çakıldaklı kalabalığın hışmını
Örgütlü cehaletin hırsını gördüm.
Primitif zekanın kurguladığı
Ardılın ardılı söylentiler şiltesinde
düzenbiçim sevişmeler gördüm.
Ekran güzeli, hitabet furyası, kumandalı
Partizan, gazeteci, dinci mi ne menem
Soydan nakıs aklî müebbetler gördüm
Göl maya tutar mı deme, tutarmış meğer
Danışıklı dövüş der bizim köyün delisi
Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık
“…gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde…”
Kale kapılarında
etten heykel sürüsü
İp izi boynunda ihanete kılıf diken
Üniformalı sepetler gördüm.
*******************
Gerçek, rivayetlerin kucağına değil
İnsanın ocağına düşer Dilhan
İnanmazdım bu denli aklın ayağa düşeceğine
Korku dağının gölgesi sarmış duru ortamı
Susuz şadırvan kenarları
Kurnasından akan enfiye kokuları
Okullarda sıra sıra uyku odaları
Uygarlığa beddua eden kızları gördüm.
İcazet oyununda ebe, bilim yuvaları
Dibine dinamit konmuş taşıyıcı duvarları
İp izi boynunda pamuk kralları
Kahrından gagasını kıran
kartalları gördüm.
Dizesini sinesine gömen şairleri geçtim
Rivayetlerin integralinden
Hakikat keşfeden zemberekli proflar
Verileri ortaya koymaktan korkan
bilim adamları gördüm.
Vel hasıl, başarısızlığın başarısını
Bayram diye kutlayan mehteranları gördüm…
Nasıl yani diye sorma Dilhan
Yerin kulağı var
sorular hesaba dahildir.
*******************
Nasıl bir denizin tortusudur bu?
Ekmek kaygısı,
güç saygısı,
makam korkusu
Anlatılması anlaşılması zor öykü
Yer yarılır gök yıkılır göz önünde
Haberi bile zapturapta
Ekranda gazetede
Vurgun üstüne vurgunlar düğünlük
Hak aramak ayazda kurutulmuş işkence
Biçimsiz taşlar gediğinde, duvarsa eğreti
Kapısını tut,
penceresini salla,
çatısını çek
Neresinden oynatırsan oynat
Meşin kılıf giydirilmiş mezbele
Naylon pencereli evlerden
Kirli kirli salınan afacanlar
Her dem oğul kabrini
göz yaşıyla sulayan analar
Haşarı bir dürtüye kurban
çıtır çıtır kızlar, kızanlar
Zihnimizde zelzele….
İnsan olmanın erdemine kasırga eziyeti
Uygarlığın saten duvarına asılacak
Güngörmemiş çeyizler, bizimle el ele…
*******************
Aygır gibi kişneyen yalanlar önünde Dilhan
Kısrak gibi gevşeyen aydınlar gördüm
Dünya hamuta kalktı deseler şaşmam gayri…
Yargılarken bizi zaman,
sormaz mı
Kılcal damarlara sızan zehir
Hiç varmaz mı kalbe Dilhan?
Varır da ah şu bağışıklık sistemi!
Kendi gibi olanın sırtını sıvazlar
Ya da uyum sağlar çoğu zaman
Olası mıdır kirsiz ilişkiler, çıkarsız özleşmeler
Ne diyeyim,
öyle bir bağ ki düğüm düğüm
Ne kandan ne genden ters doğumdan
Bağlamış cevheri en duyarlı yerinden
Ne sezgisi bilimden
ne öngörüsü tarihten
ne gücü akıldan
ne de ilkesi inançtan
Teşbihte hata olmaz;
olsa olsa hınzır soyundan.
*******************
Devir kumpaslar devri
Dönem kumpanyalar dönemi oldu Dilhan
Kimin kimi kumpasladığı derin konu
Bir gerçek varsa bildiğimiz
Hain vatansevere, palyaço mestrese
Yalaka ruh felsefesine
Fötük de önündeki engele…
Doğrusunu dile getirmek gerekirse Dilhan
Oyun kuranlar zirvedeyse de hınzırlıkta;
Oyuna gelenlerdi asıl hergele…
Göz göre göre kafaları ütüleriyle
Yatağı elleriyle yaydılar bile bile
Gün gibi kırmızıydı gelmekte olanların ereği
Ana amaçları yıkmaktı zembereği
Kumpaslar darbeler masum birer oyun Dilhan
Asıl darbe salmaktı kalbine engereği…
Yola koyar mı zaman, otanır mı vicdan
Hak hukuk girer mi yoluna, aşılır mı biat engeli
Milletin evinde kalkar mı eller görüp gerçeği
Bunca şehit, esaret bunca göz yaşı üstüne
Dile gelir mi dilsizler, yapılır mı gereği
Affeder mi bizi seçeneksiz koyduğumuz kuşaklar
Bu dengesiz denge ne zamana kadar?
Buruşturma Dilhan yüzünü, yarım kalırdı resim
Bu şiire konuk olmasaydı tarihî maskaralar…
*******************
Gönül çalmak değil işimiz Dilhan
Koşumsuz atları çayıra salmak da
Şiir bir sanatsa eğer
çağın kıvancını, utancını
Makamında dört başı mamur ağırlamak.
Bakma sen ucu sivri dizelerime
İğneyle kazdığımız dipsiz kuyudan
Vargeller hep üstümüzdeydi, biraz da ağırlığından.
Ah bir dokunsan şöyle Pandora’nın kutusuna
Neler neler saklar, bilir misin?
Kim derdi ki gidişler geliş gelişler gidiş olur
Sermayesi üstüne yıkılmış süslü bir çember
Parselli tünekler, üstünde doyumsuz serçeler.
İnceliğine maça papazı sürülmüş bir dönem ki
Mahallenin gedikli hırsızı gibi
Sokak lambalarına söven, avuç avuç pay kapar
Dinden gayri sermayesi olmayan
yarı sofistik çocuklar
arzı karış karış toplar…
Demedi deme, bir sistem niye korkar Dilhan?
Şiirden,
kitaptan,
hukuktan
sözün kısası uygarlıktan…
*******************
Kimi kimden kurtardık
bilmeden yazılmış destandı Dilhan
Oysa kurtaramadık asıl destanı destancılardan
sarhoş gibiydik, henüz ayılmadık…
Hangi sessizliği görsem,
onlar vardı
Kızgınlardı, kırgınlardı, yalnızlardı
Eğik kaşları, göğe kararlı bakışları vardı.
Özünü, sözünü;
madalyalarına dizmiş
Özlemi yanık, sevdası yaralı,
belirsiz yarınları
İdeal uğruna canını ortaya koyanlardı
Ne utanan ne saklanan ne kaçan
Ne adaletten ne de kamudan medet umanlardı
Ceplerinde yazılı emirleri,
omuzlarında emanet yükleri
Ülkenin çıkmazlarından yana
kaygıları vardı.
Tarih affetsin Dilhan, söylerken içim acıyor
Ayakdaşlara karşı dimdik duran
Gazi’nin gösterdiği hedefe sadık kalanlardı.
Daha önce dediydim ya, anımsatayım
‘Güvenliğin, hasıraltında ciğerinin söküldüğü’
Bir deli harman yangını;
sürüyor közü dinmez,
külü silinmez!
*******************
Ve gelelim aklımızın öfkesine
Demir atalım dalgakıran gölgesine
Boşa değilmiş bunca çaba, bunca kan
Bunca aşk, kucak dolusu hasret
Akıl bile dengesini yitirdi, bak gör Dilhan
………………………….?
Şaka değil dediklerim, eğretileme de
Aklım kavruluyor Dilhan
Özgün bir masal şaşkın bir bakkal sanki
Ne böyle oyun
Ne böyle devlet aklı
Ne de böyle hukuk gördü
Oldu olalı vatan…
Suç ortaklığı tutkal gibidir, sarmalın sarmalı bilirsin
Yapıştı mı çıkmaz izi
Boyunu aşarsa görünmez olur kir izi…
*******************
Yargı yolsuzluğa kalkan hizmete tiran olur mu
Olurmuş meğer, tanıklığımız var Dilhan
Hukuk hurdalarıyla
ıskartaya çıkarılmış adalet çarkı
Üflenir taze kuşakların kulağına
İlahiden bozma arsız bir şarkı
“Kantarın topuzunu kaçırdı” derler ya
Söz gediğine oturmuş Dilhan
Pınarbaşı parsellenmiş
Üşüşmüş başına birer birer
Serap tutkunu çöplük kargaları
Ne yaparsın tutkulu dünya geçimi
Cinsini hunharca yiyen insan parçaları
Çok sürmez
Geliyor ucu görünen kara geceler
Erken akşamı muştular rugan palavraları
Bunlar da gelir geçer Dilhan geçer de
Uzun iş boşa emek boşa kürek huzur müsrifliği
Sosundan arıtmak kadavraları…
*******************
Yokun çaresi yoktur Dilhan, hesap sorulmaz yoktan
Şuncacık takıverseydi yaradan
Medet umar mıydı sidikten boktan…
Cehaletin çavlanı öylesine hırçın ki
Mankurt yetiştirme yurduna evrildi
Başı karlı dağların etekleri kuzları
Usu çalınmış çocuklar şöyle dursun
Canilerle iş ortaklığı da devrin tasması
Yaramı kaşıma Dilhan
Kaygımın şahı
Sütunları balyozlanan bu gök çatı
Al karşına ister baştan ister tersten oku
Ay ışığında hovardalığa yeltenen palikarya gibi
Kafakola alıp Ergenekon’u uygarlığa atılan çöl tokadı
Utanç duvarı, kara leke katran koyusu
Ne kadar sitem etsem az Dilhan
Bilirsin şık durmaz damakta ihanet tadı
Kahramanları hedefe koyan
Köşeleri yolsuzlukla çökerten ülkü sevdalısı
Uzak değil çok yakın,
Demir pençelerini takın
Gün gelip tokaçlanacak elbet
Mabet tellalı cürüm postası
Sıtmalı kültür tayfası
*******************
Yalanın da raconu vardı Dilhan
Kulpu vardı, kamuflaj yapılırdı, çekingendi
Şimdi seksen altı milyona çat çat anadan üryan…
Nasıl desem;
şu yaşımda ben bile şaşkınım
Yalan sürüsünün pos bıyıklısını
böylesi gür görmemiştim
Akıl yakan ilişkiler
Mantık yıkan çelişkiler
Çağımıza uzak hem de çok uzak demiştim.
Bilemezdim içimizde biteceğini
Beyin ölümü mü,
aklımızı hafife almak mı Dilhan?
Sağduyumla saklambaç oynayacak yaşı çoktan geçtim
Endişem büyüdükçe denizaşırı g/öç sevicisi oluyorum
İstemez miyim güllük gülistanlık şiir yazmayı
Çocuklar şen, düşler özgür,
yaşamak şiir tadında
İyi şiir acılardan kurulur derler ya Dilhan
Elimi saldığım her bir taşın altı acı saklar
Yasak demek kuşağıma insanca yaşamak
Kulluğu yırtıp bireyin birey olduğu
Şiddeti süpürüp
sevginin ünlem olduğu
Bağımlılığı kırıp
özgürlüğün insan için olduğu
Uygar ortamı nasıl özlemişim
hem de nasıl Dilhan!…
*******************
Bu topraklar nelere tanık bir bilsen Dilhan
Kaza,
yazgı ve yaradılıştır örneğin
Kazara ölümse özgürlük şahı
Fabrikalar, atölyeler, ocaklar, yollar
Emek dağı, sömürü kavşağı, örümcek ağı
Cellat istemez, celladı yaradılıştan
Zonguldak, Soma, Çorlu, Kartalkaya
Varlığın, yokluğa kurşun sıktığı filinta
Yıkımlara giydirilmiş cepsiz kaftan
Hırsla dokuduğumuz
her bir top kumaştan.
Koruyucu önlem;
sağduyu ister,
emeğe saygı
biraz da özveri kazançtan
Yasalar yasa değil; sanki patron maşası
Çek sündür bir baştan diğer uçtan…
Ne çok nedensiz ölümler, işgöremezlikler
Göstermelik düzenler,
denetlemelik kayıtlar…
Emek neyse, meslek hastalığı uzun iş
Bu kulvarda
celladına kaç adım ötedir insan?
*******************
Hangisinin ucuna dokunsam, ürperir toprak Dilhan!
Sığmaz bu şiire tuttuğumuz çetele
Kaldıramaz düşünen, tahribatın ağırlığını
Yangın, deprem, sel, göçük, göç, heyelan
Vurur geçer,
yıkar geçer, yakar geçer
sınırlar yol geçen hanı
Demografi değişmiş hoy koy ambarı
Ölümlere bir günlük kalantor saf
Yaralara üstünkörü bir pansuman.
Sorumluluk ne ki
gurur anıtı, kimse geçmez yanından.
Ne diyeyim Dilhan,
eğitim eğitim değilse
Kafalar,
ütüsü bozulmaz kumaştan;
Ya hacamat kongresinde ayaz lalesi
Ya ahlâk dersinde
etek erketesi
Ya da madrabaz kölesi
Diyeceğim o ki
Palavralar harmanında
hasatsız muştular döveriz.
Olacak iş mi deme, bizim de görgümüz bu,
kime ne?
Görünen köy kılavuz istemez, derler ya
Çiçeği burnunda asil adayız Dilhan
Üstümüze doğrudur süt dişli heyelan…
*******************
Sorasım gelmiyor değil Dilhan
Sizi kimler niye besliyor, diye…
Barut kokusu, çıkar soylusu, açlık sesi
Ne günler ki cinsini yiyen çağın elbisesi
Yüzer damarlarımı; ön dişleri keskin
Doğrar küflü neşter,
ağırlık merkezimi
Yedi delikli kent üstünde çıkar nefesi
Bunlar bizden değil silkele;
bu bizden tut elini.
İnsanlık görevi, yoksul kaderi, timsah gözyaşı
Genç ölümlü gecekondulara süslü mezar taşı
Ah Dilhan masumiyet kürenen sokaklarda
Vardır her ölümün
bir kimliği bir de suç ortağı.
Kimilerinin canını ortaya koyduğu ülküler
Kimilerinin sürek pususu kurduğu kamu malı
Bu devlet,
bu insan,
bu kara-deniz-hava
Uydurulur yasaya kitaba
olmadı punduna
Verimlidir topraklarımız
yemekle tükenmez ki Dilhan…
*******************
Ah Dilhan
Yıllar var ki ne serkeş kanayan bir yara
Etek ucun yanar cayır cayır da
duymaz kolların
Anaların gözü Zap Suyu,
babalar dokuz doğumda
Çağ değişti, felsefe gelişti, kavram genişledi
Güneş kurşunla zapt edilmez
niye bu kemiksiz çaba?
Telef etmeyin şu çocukları dağlarda taşlarda
Yağız kızlar, ilk adetini analarının dizinde görsün
Ferman ağa, poşusunu yeldirerek gezdirsin bağlarda
Dicle kıvrımlarında umut, Fırat sevda beslesin
Sümbül, ters lalesiyle el ele kardeşten içeri
Ne güzeldir bilir misin, Akdamar’ın Van’a el edişi
Hele nasıl da harlıdır kardeş özlemine Nevruz ateşi…
Sıtkımı sıyırma be insanoğlu
Sıkma boşuna insan etine
omzundaki emanet keleşi…
Evim yandı dilim yandı
Evin yandı dilin yandı
Bundan kelli gömsem ne olur gömmesem ne olur
Bebek canisi bunca leşi….
Ve Dilhan geldiğimiz yol ayrımı işte bu
Şaşı bak şaşır türevli
Göstermelik bir pinokya geçişi…
*******************
Makamlar ölümsüzdür arzuya göre palazlanır
Bir ay ışığında bir karanlıkta döner zaman çarkları
Bazen demokrasi gibi bir şeyler gelir geçer
Bazen de demokrasi için
iyi şeyler dümdüz geçer.
Bakmışsın gelmiş demokrasi ama ne demokrasi
Ağzını açarsan üstüne çullanır aristokrasi
Hak aramak bir efsane,
suçların en öfkelisi
Direniş ne ki durmak bile tutuklanma gerekçesi
Ergenekon,
Balyoz,
Ay Işığı ne güzel isimler
Sahte belgeler beşiğinde belenir isimsiz bebekler
Ne avukatlar ne savcılar gelir geçer üstünden
Mizah bile susar,
karikatür küser kaleme
Bir çizgi, bir soru,
yük artık omuzlarda.
Çağ atladık, yüceliyor dünya
Kurtuluşunu, kuruluşunu horlayan
Döküntü boynuzlarda!…
*******************
Tırmanıyoruz hızla,
önümüzdeki sofraya
Her gün biraz daha ayaza
biraz daha yalnızlığa
Olmazları biriktiriyoruz göğümüzde çağa karşın
Bulutlar yağmura küstü
biliyor musun Dilhan?
İsteriz ki her şey bizim olsun;
ağacı, dalı, meyvesi
Vur dağlarına baltayı altın olsun
kömür olsun
Sür tarlalarını
betondan mezar olsun
Ne altında ne üstündekiler umurda
Ölen ölsün kalan sağlar
amelemiz olsun
Dağ, deniz, ova, ırmak, göl çöplüğümüz
Ayşe nineler yardım kutusuyla uyutulur olsun
Öfkesi yüreğinde pas
ezberi, boynunda tasmalılara;
ne ürkünç Dilhan
ah şu düşlediğimiz uygar dünya!
İnsanca yaşamak denen şey
ne kadar da yabancı.
*******************
Yolsuzluk yol olursa Dilhan
Şehirler eşkıya bulvarı.
Baldırı çıplak öykülere inanılmaz Dilhan
Dönen dolapların ruhuna
çekiç vuranlardanız
Her eylem kendinden çoook ötelere uzanır
Tekdüze değil düşlediğin gibi;
ucu kangren
Umut vermek isterdim olur yeri olsaydı
Çağın öfkesi işte;
göründüğünden daha işveli
Yüz yılın birikimi
tüm kapılarını sürgülemiş
Dönmüş arkasını
güneşe aya, tafra satar
Cehaletin ön tekeri
akla rehber olmuş sürgit
Silmiş süpürmüş öç fırtınası bütün dağları
Elimi attığım her kara parçası ele geçirilmiş;
yazık
Uykumuz ne ağırmış Dilhan
çöl ıssızlığı…
*******************
Köylerde kentlerde
dahası bir memlekette
Kandırılmaya istekli aday
ne kadar kalabalıksa
Suyun başındakiler, o kadar arsız, pervasız,
O kadar da altın dişlidir Dilhan.
Dilim varmaz söylemeye
Ne zamandır onulmaz bir salgın pençesindeyiz
Baskının debdebesiyle
Ayırdında olan iç çeker sessiz
Aldanan memnun aldatan memnun
Hayranlığından
yangın yerinde dili trampet çalan
ya da ayrıcalıktan parsa toplayan
Hergele Meydanı’nda fiyonklu şempaze
Ne yaparsak yapalım
Bunun tedavisi yok Dilhan
Hurafe artıklarıyla hurdaya çıkarılan akıl
İzinlidir epey bir zaman
Her işin başı eğitim derler ya
Buralarda pul değerinde
Anestezi odalarına sıkışmış
Emeksiz yemek alışkanlığı
Taraftar, yandaş akışkanlığı
Havadan, sudan,
ayrımdan, kayyumdan
Daha olmadı
Mandallı yargıdan…
*******************
Çalınan iş kapıları sürgülü
Umudunu küle basmış, hıncını duvara dayamış
Hiç genç tanıdın mı sen Dilhan?
Ben tanıdım;
bakışından zihnim titredi
kalıbımdan utandım…
Geleceği endişeli
Umudu yurtdışına döşeli
Sokakta ıslıkla esen
İsmin önünde sıfat bile olmayan
Hiç genç tanıdın mı Dilhan?
Ben tanıdım;
Zihnimde çöl sıcağı yankısı
tenim yüzüldü,
insanlığa hayıflandım.
Beyin göçü, kuşak göçü ne dersen de
Kaymaklı kadayıf öteye,
kavga dövüş bizim köye…
Yokluk yokluğa, çokluk çokluğa yolmuş Dilhan
Ne diyelim, buralarda tutarı küçük avlarız
Umudu oturtmuşuz madrabaz bir kayığa
Okyanus dalgasıyla aynı oyunda ağdalı ortağız
Karlı dağlar sessiz
Gönenç ve övünç içinde.
*******************
Ah şu salgın dönemi ne ağrılı zaman Dilhan
İnsanın insandan uzaklaştığı kara delik
Aklın çarşafa dolandığı maskeli günler
Küresel kaygının tören geçidi
Rakama vurulan ölümler
övünç gereci.
Sağlık,
en büyük özgürlükmüş Dilhan.
Duruşundan mı konumundan mı bilmem
Payımıza düşen hep korku
hep kavga dövüş
Virüsten teröre,
kayırmadan savurmaya
Usturuplu sorunlar
Çekirge sürüsü…
Gelip geçer, yakıp geçer yürek denen varlığı
Mutluluk değil mi bütün çabamız Dilhan?
Arı gibi özgür, bir arada yaşamak varken…
Korku niye,
dövüş niye bunca kalabalık?
*******************
Şu büyük işleri diyorum
Şu bizim memleketin büyük işleri
Aymazlığın atasını yetiştiren dönem alev alev
Biraz daha yoğun
her gün biraz daha
Savrulan her aykırı söz biraz daha
Biraz daha derine batıyor
Karışma,
Konuşma desem de;
Aklımı boyayacak kadar şanslı değilim ki
Yara zımparayla kaşınır mı hiç Dilhan?
Fatma Teyze,
Akşam alaca karanlığında pazar atığı toplarken
Masumlar çetesi
beştaş oyununda kıran kırana
Kolay ekmek kapısı derim bu işe,
kolay lokma
Hukuksuzluk, çıkıntı yoldaş budama makası
Yolsuzluk, ayakdaş olmanın helal lokması
Devletin malı deniz… demiş atalarımız
Boyun borcu mudur,
atasözü dinlemek Dilhan?
*******************
Devlet aklı bir bütündür Dilhan
hem de yekbütün
Ne sende ne bende ne ondadır;
ortak akıldadır
Biz dengemizi yitirdik densizliğimiz ondan.
Bakma sen üçün beşin hesabına,
kılı kırk yarma
Topraklarında özgürüz hiç olmadığı kadar
Bilimi, mantığı, sağduyuyu geç şöyle bir kere
Her yol erk emrinde,
özgürlüğümüz ondan…
*******************
Devlet deneyimi ince iştir Dilhan
Sezgi ister,
düzgü ister,
uzagörüm ister
Sistem karmaşık,
öykü uzun,
kurgu incelik bekler…
Has oyuncular çoktan yerini almış,
pasörler, defanslar,
civa gibi iltisaklı, üstelik pür ahlâklı
Kim demiş;
“Delikli demir çıktı mertlik bozuldu” diye
Mertliğin feriştahı
Militan baş havcılarda
Biraz da dolma kalem mürekkebinde saklı
Endişelenme uygarlık yürüyüşündeyiz Dilhan
Sırtımız gelmez yere,
değmez çamura ayağımız
Memleket bekâsı bu, ciddi iş, çark dönecek illa.
Saklanması gereken hasır altı
Harcanması gereken boncuklu hakkı
Aklanması gereken kadıdan tokatlı.
Daha ne olsun hesap bizim
çağ bizim çağımız
Şehirler, köyler, haneler hizada
Memleketim giymiş gelinliğini atında
Çöl dantelinden duvaklı.
*******************
Kuzeyin güneyin önün arkan
Kendi kendini yakan deli orman
Uyur mu olmalı yoksa afyon mu
Bu körlük, bu aymazlık hangi kafadan
Alenen çizilen büyük resmi okumaya Dilhan
Sırlı yetmelerin besmeleyle kurduğu salıncak
Tutunduğu dallar ha koptu ha kopacak
Serini çöl kumuna gömmüş yalın ayak piyonlar
Başlarında kaçış rampası hazırlayan baronlar
Zemzemle paklanan yamyam bir coğrafya
Kandaşlarıyla tutuşturulan
zümrüt başaklı harman
Kime nereye gidersen git Dilhan
Bugün değilse yarın, geliyor gelmekte olan
Mahşer davetleri uzak değil çok daha yakın…
Aymadı aymayacak, aklı tutuklayacaklar
Ülkümdür
Geleceğimdir
gerçeğimdir zamanda kaybolan
*******************
Açık mavi niye dinginliktir gülüm
Ne göğü boğar ne denizi incitir
Ne de aşka karşı…
Ne afakan coğrafya, şenliği bile ağıt yüklü
Olmaz be Dilhan huzur bulur mu hiç insan?
Komşuda yangın
her bir yandan yükselen avaz
Evinden sökülen kadın kız kızan.
Deli orman yolları ya da köhne bir sandal
Çıplak ayaklar,
gidilen yer ne kara ne beyaz.
Göç göç değil kaçış; ya göçmenistan
Yurdundan kaçmak nedir bilir misin Dilhan?
Güç bağımlılığı,
demokrasi denen sahte şey ne haylaz!
Boşluğa bırakılmış
katar katar kadınlar
Kıyıdan toplanan
körpe canlar
Asılı bir kancaya sabah ve akşamlar,
ucu çıkmaz.
Kasıklarıma kasıklarıma yüklenir de kıvranırım
Nasıl bir dünya ateşle top oynar gibi
Alışmak, sağırlaşmak demek Dilhan
Bomba sesleri davul gibi sıradan bir ezgiyse
İnsanlık,
döl yatağından düşmüş kara bir ayaz.
*******************
Kadınlığın keyif alma yasakları
Hangi erkeksi dilin öyküsüdür Dilhan
Ah Dilhan diyeceksin ki “Hiç mi yok güzel şey?”
Olmaz mı; dört mevsim bir coğrafyada.
Tarlalar tohuma yakın
hâlâ dağlarda çiçekler açar
kardelenler yükselir ellerinde şamdanlarıyla
Deli akar ırmaklar,
denizler adalarıyla koyun koyuna
Sınırlarımız aynı enlem ve boylamda durağan
Gökyüzü üzerimizde;
ay, güneş ve yıldızlarıyla
Hâlâ kar yağar Erzurum dağlarına
Söz temsili, tarihi eserlerimiz onarımda
nükte kattık harcına
Sefer görev emri taşır ceplerinde
bizim tayfadan olanlar
Çiftlik sütüyle büyür çocuklarımız
Yamalı kot giyebiliyor hâlâ ergen kızlarımız
Yayvan bir umuda gebe gelecek yazlarımız
Karnından yarılacak kentlerimiz
Salyasını akıtan Marmara’mız
Gelin gibi süzülen boğazlarımız
Kaymak gibi yollarımız, köprülerimiz
Daha ne olsun Dilhan?
Çelik kubbemiz yerinde, temel sağlam, taban kallavi
Gök tavanımız düşmezse
Umut aslan ağzında
Göz yaşı analarla dost…
*******************
Hainler besliyorsun Dilhan hainler
Fırsat kollayan…
Göre göre sızıldı,
Sızdırıldı, sızılır kılcal damarlarına
Kıyakçıları yancıları dört koldan
Ders almak mı, geç bir kere ne gerek
Akıl almaz amansız bir aymazlık
T/uzağa yürürmüş gibi aynen devam.
Masallar, ah masal tadında kutsal ninniler
Sarsmadan, ayıkmadan, uyandırmadan
Bu ayıba lâyık mıydık diye sormadan
Ortalık neft kokulu heykeller sürüsü
Deve kuşu terbiyecisini aratmayan
Korkaklığın atıldığı bir zamandan
Adaletin vicdanı çekip baş tacı yaptığı o gün
kim hancı kim yolcu kim kervan
Kim ortak kim aslan ağzında ceylan
Destan nerde kim kahraman
Dört başı madur başkan vekil bakan
Gidiş el ayak dört el, yolculuğumuz
Dibi görmeden uygarlığa çıkış çok ırak Dilhan.
Piyonlar memleketinde şah çok olur hani
Şahların şahı da yaş kesen baş tutan…
*******************
Sabahı sonladık Dilhan
Umutlarımız yarına kalsın…
Ah Dilhan, kınama sivri dilimi
Kaygım
Ne hazineden ucuz ekmek kapışması
Ne sayın efendilere yaltaklık yanaşması
Ne de soysuzluğa ucuzluk kaynaşması
Akrep zehri gibi yakıyor aklımın orta yerini
Göğsünde müzminleşen endişe oynaşması…
Kayıp gidiyor bak elimizin altından
Kanla ödenmiş bir uygarlık
Tebliğ töreninde asalaklar, tasmalı bağnazlar
Rivayetlerden gerçek kotaran kuru kalabalık
Kokuşuk öfkeler, yapışık tutkular kârhanesi
Yargı değneğiyle terbiyelenen şu insanlık…
Neresinden bakarsan bak günüme Dilhan
Sağılmak sağmaktan daha kolay
Yolsuzluk da dürüst olmaktan
Ayrım kayrım kin nefret ayrı konu
Sadaka erbabı kentli düzgülerle
Hepimiz semiz mi semiz ucuz birer kurbanlık
Geldiğimiz zaman uğradığımız travmalar
Yalan-talan baş gardiyan sihirbazlığı
Her gün biraz daha dikine
Biraz daha dikine varoş dilbazlığı
Kaygım bundandır Dilhan
Arşı işgal eden kutsal ahlaksızlık
Kucak açmış bizi bekler bak
Bekareti bozulmamış koyu bir karanlık…
*******************
Elleri ne güzeldir şiirin Dilhan
Tutmasını bilirsen…
Nicedir söz açmadık adından Dilhan
Ne bileyim bir öyle diyorsun
yüreğin başka
Bir ağlar gibisin
sonra gülümser gibi incesin.
Sen,
tenine kültür kazıdığım hazinem
Varlığına
şiirler yazdığım gelinlik kızlar gibisin…
Bazen gülmeler yaşarız
ağlamaklı yerlerimizde
Bazen ağlar susarız,
hırsımız akla değdiği yerde
Biliriz Dilhan,
ülkülerimiz gün gün budansa da
Kardelen gibi tutunur
çıkarız gök mavisine…
Uygarlığa meydan okursun durduğun yerde
Gölgen bile görkemli,
adın gibi gönülden söylersin
Hep varsın, boylu boyunca oldun,
hep olacaksın
Sen;
atım, avradım, silahım, aşım, ekmeğim,
kızım, kızanım, memleketimsin.
*******************
Bu denli kaygıya düşmediydi zihnim
Aygır tarih yüklendikçe yükleniyor belleğime
Bir yetke ki sermayesi öfke,
üstüme çullanmış
Ruhumu karartansa
cehaletin eli sopalı kâhyası
Kimi dikmiş gözünü göğe
kimi yoksul heybesine
Kimi söylentiler terekesine
Kimi suskun,
kimi saldırır kuruluş felsefesine
Ne desem boşa kürek;
duyulsa da yok hükmünde
Aydınlığı inkâr;
bilgiden değil, bilirim körlükten
Ne denge kaldı ne şiraze ne de temiz makam
Pişkinliğin ayyuka vardığı günler bu günler
Çıkmaz bir sokağın ucunda başıboş kurbanlığız
Ne kadar uzaksak o kadar
bıçağın ucunda duranlardanız
Kim ne derse desin,
isterse tarihe gömsünler
Uygarlığa yolumuz var daha,
gökyüzü evim
Yürüyelim Dilhan yürüyelim,
Nazım’ın deyişiyle;
“Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim.[6]”
*******************
Ne zaman başımı kaldırıp göz atsam başkente
Gölgelerin şimendiferi üstüme yürür görürüm.
Sağgörü yadsımada değil,
uzagörümdedir bilirim
Kaç dilli bir geleceğin pençesindeyiz Dilhan?
Aymazlığı dilbaz makamlar,
aklımı dağlıyor
Cehaletin çavlanı,
hiç bu kadar hırçın olmadıydı.
Gördüğüm her yüz
sanki terkedilmiş mülteci kampı.
Ne diyelim göbeğimizin kesildiği yerler buralar
Türküler, şiirler, yasalar,
vekiller, bakanlar
Özgür yaşam hakkını eliyle teslim eden
Bu kadınlar bizim.
Asalaklara arasta olan şu mermer yürekler
Uğruna can verilen
bağrı yanık ülküler bizim.
Menemen, Sivas, Başbağlar, Kandil;
ölümlere ev sahibi,
Karton ağızlara sakız olsa da
Beslemeler ciğerimize bomba yağdırsa da
Ülkesini sevmek suçundan
kahramanlar tutuklansa da
Yaşanmışlıklar,
yaşananlar,
yaşanacaklar bizim.
*******************
Endişem öylesine keskin
ustura gibi diliyor yüreğimi
İnsanım adına utanmaksa
payıma düşen zorlu görev
Aymazlığın beteri
hem de aklımdan edeni
Bilirim kurtuluşun öyküsü kaçmak değil, Dilhan.
Ne de olsa sağlam bir tornadan geçtik
Kaygımız ülkeyse kaçış yakışmaz,
siperdeyiz.
Anamın kirkit izlerini,
Atamın terini saklayan
bu topraklar bizim.
Sanattan değil;
betondan yarar uman yetkelerim
Büyük çağa öfkeli,
bin bir genç denizaşırı göç yolunda
Düğün gibi çoşkulu,
Üstümüze yığılan kaoslar bizim.
*******************
Daha ne olsun ki Dilhan
Erdem paydos, liyakat zapturapta
Elini sallasan yalan…
Eğreti durur demokrasi kılıfı,
mistik sözlerde
Özgürlükten yana tarafsız,
susmaksa huzur anıtı
Kavramlar soyunmuş anlamdan,
utku göreceli
Kinden, nefretten yağ çıkarılan bulanık günlerde
Karayele kıyak çeken
baş kâhyalar bizim.
Ne menemdir yardakçılık,
prof salyalarıyla gönenir
Tanrıya kulluğu anlarım da
kula kulluk bana ters Dilhan.
Öyle günler ki aklın kendini boynuzladığı kaygılı bir dilim
Hak, hak ettiğin değil;
kimin hak bağışlayacağı günün küpesi
Sırçası dökülmüş bir sarnıçta
didişme nöbeti bizim.
Ne zaman gelecek aklımız başa
geç de olsa gelsin derim
Kaçacak yerimiz yok
Aklı evvellere yol vermeyelim
Uyku nöbeti bize göre değil
Yer-gök-deniz varsın yıkılsın
Usu çalınan bu çocuklar bizim.
*******************
İtaatte uzmandır kart traş efeleri Dilhan
Duymazdan gelir gibi yürüsem de yolumda
İçimi dağlıyor çığlıkların
yükseliyor kaygım
Alçalan gök,
Sıtkı sıyrılan can,
Beli kırılan umutlar bizim
Abanmış üstüme dayatılmış yaşam biçimi
Aklımı zorlayan ilişkiler dadanmış sokaklarıma
Ülküme yüklenen
varsıl çelişkiler bizim.
Kakma başıma dizelerimin çığlığını Dilhan
Topu topu temiz bir dünya arayışımdan
İlkel zekânın şımarıklığı
Umutların kökten kırıklığı
Nedensiz ölümlere ev sahipliği
Nedir bilir misin?
Kamu malına yan bakan
fırın delenler
Kör sadakati saygınlık gören
oynak köleler
Gölge heyetler
kumandalı eller
galebe çalsa da
Talanın yalanın alenen köpürdüğü
Bu topraklar bizim.
*******************
Kuruluş felsefesine
kumpaslar kurulsa da
Darbe bahanesiyle darbe üstüne
darbeler vurulsa da
Demokrasi kılıcıyla mistik yetmeler
yağlı dünyaya sürülse de
Uğruna verilen canlar,
Cayır cayır yanan ormanlar
Tabut arkasından ağlayan
Bu analar bizim.
Süsleyip bezesek de,
Her tür suçu öteye sektirsek de
yoksulluğu erdem, karayı beyaz göstersek de
Kuyruğumuz dimdik, kaşığımız apak görünsek de
Bir lokma ekmeğe,
Bir çuval kömüre muhtaç bu insan
Elma gibi eşeleğinden çürüyen
Bu devlet bizim.
Yer yerinden oynasa,
gök başımıza çökse
Aklımıza omuz verdik,
uygarlık yolundayız Dilhan
Haydi yürüyelim;
“Sert adımlarla her yer inlesin”
“Bu memleket bizim”
*******************
Kınama Dilhan zavallının bilmişliğini
Akıl bu, erimi ne kadardır bilemez kişi
Kızardım militan çakması gazetçilere
Meğer yağlı öykülere kaptırmışsa kul kendini
Dönemezmiş çölünden kırılsa da tek dişi
Topu topu bir çanak soslu pekmez için
Kula kul olmanın dayanılmaz pekliği
Logo vavlı, söz dualı sanırsın inanç işi
Aklın kalkanını aşmışsa keskin hırslar
Yıkar, basar, paklar geçer yol üstünü
Hak hukuk kargaların tezgâh üstü alışverişi…
Sarma sırtıma Dilhan zamanın palanını
Ruh yükü ne altındır ne gümüş ne de fildişi
Görürsün kolaçan etsen çırpınan akşamı
Kallavi oyundur ne vicdan ne adalet işi…
Yeni çiftlik inşasında döküntüler kahyası
Kutsal aklın toplu alkış töreni bugün
Demir ızgara kafes tel
kalpazan örgü işi…
*******************
İşte dökme aklın getirdiği kerte bu Dilhan
Zurnanın son deliği yakındır, yakın zaman
Özlemişim duru ortamı hem de nasıl Dilhan
Gerim gerim gerilmişiz varoş ağızlardan
Dayatmadan, örtbas ustası yağızlardan
Sevgi, sevda, sevinç ne haddimize
Gözü tok bezi pak ülkümüzden ayrılmadan
Yaşamak insan gibi yaşamak niye uzak Dilhan
Özlüyorum Dilhan özlüyorum işte
Sıfatı gülmece olan eylemleri
Cismine mühür vurulmamış meryemleri
Yüreğe şavkıyan söylemleri özlüyorum
İsterim ki yaşamak
Yük değil sevinç olsun
Kavgadan uzak şiddetten ırak olsun
Ovaların gönençli dağların övünç
Kentlerin pırıl pırıl
Köylerin çeşmeleriyle şırıl şırıl olsun
Hükmetme hırsı küskün
Haksız kazanç kartelleri düşkün
Ağızdan çıkan her söz pişkin olsun…
Gülmeler, şakalar, sevinçler arşa kadar
Yaşam içinde şiir gibi yaşamalar olsun
Öyle olsun ki Dilhan
Örgütlü cehaletin şerrinden
Yamama aklın tekelinden
ırak olsun…
*******************
Kurban, ne güzel bir sözcük değil mi Dilhan
Ölsen de öldürsen de kutsalsın…
Ne isterim biliyor musun Dilhan
Çocuklar lalezar gibi
kırmızı, sarı, mor
Analar evlat özleminden
ırak olsun.
Toprak kıvamlı, gökyüzü kadar saf ve duru
Dağlar dumanı başında,
kardeşliğin sembolü
Babalar yaşam kaygısından
kurtulmuş olsun.
Nehirler kendi yolunda atıksız, katıksız
Denizler tuzuyla yosunuyla barışık olsun.
Yaşam hakkı kutsal
İnsanca yaşamaya
sınır konulmamış olsun…
Öyle bir yaşam ki, öyle bir coğrafya ki
Trakya’sı, Anadolu’su çatısız ev sıcaklığı
Yasemin kokusu kadar aşk kabartıcı
Özgürlük dokunulmaz,
mutluluk inanılmaz olsun.
Öyle olsun ki Dilhan,
elleri nasırlı insanım
gündelik kaygıdan
uzak olsun…
*******************
Ne muhteşem kültürmüş be kardeşim
Her öyküyü kurbanına yutturan
Yolsuzluğun örtüsü arsızlık
Yetersizliğin de karşı saldırıdır Dilhan
Görmüş geçirmişliğin var, el değilsin
İçi alev alev ne sırlar ne pusular
Notalar sustu, ritim şaştı, toprak küskün
Üzülme sen, liflerin lime lime söküldüğüne
Emeğin dirhem dirhem peşkeş çekildiğine
Başarıya ceza soyguna kılıf dikildiğine
Dövüldü dövüleli celladına aşık kös davullar
Şeytanı bile yolda üter
Yalama aklın devşirdiği subliminal yollar
Ayyuka vardı olumsuz seçilim gün be gün Dilhan
Ne ehil kasap kaldı ne çarşıda hesap
Kime yarar dolup boşalsa bavullar
Doğrul bak, bu yıkımı beceremezdi
Tarihten fışkırıp geleydi Moğollar
Ne desek boş Dilhan
Kendi akarını görmeyen haktanır
Başkasının kokarında saklandığını sanır
İyi yaşama mı dersin
insanca yaşama mı bağrında
Kaderin sultasıymış gibi
Sevinçten mutluluktan saklanır…
*******************
Donumun ıslaklığı Dilhan
Yalanın yalancısını şah bildiğimdendir
Yüreğine serin su serpeyim Dilhan
Akıl tutuklanamaz
Bilirsin zamana da kurşun değmez
Üzme kendini, bunlar da gelip geçecekler
Baş uçlarına birer mermer dikecekler
Emanetin asıl sahipleri
Çalıntıları bir bir geri isteyecekler
Yıkıntıları derdest edip
Aslını daha görkemli dikecekler
Ellerinde kazma kürek
Kara günlerin utancını kabre gömecekler
Ya turfanda çocuklar!
Dün olduğu, bugün olduğu gibi yarın da
Hırsızı arsızı velî sanıp
Çaput bağlayıp dilek dileyecekler
Çağ aklını başına çaktığında Dilhan
Militan başhavcılar
Lafazan gazetçiller
Hazine kemirgengiller
Ketenberenin usturuplusunu görecekler
Kasr-ı Hepbana’ya şıra taşıyanları
Anmak şöyle dursun, daha dün olduğu gibi
İnkârın bini bir para
Kursak korkusundan yerin dibine gömecekler
Tarihin kandırılmışlar sayfasında
Bir ihanet satırını daha süsleyecekler…
*******************
Ne diyelim Dilhan; yok, yok, yok… anladık
Üstelik gerçekle yalan arasında çizgi de
Pembe dünyalar çiziyorlar kalkıp tek tek
Burun delikleriniz de mi yok be kardeşim
Çürümüşlük kokuyor memleket…
Temelinden sökülen her çivi
Özgürlüğü elinden alınan her izci için
Elbet bir gün gelip hesaba durulacak Dilhan
Topraklarını mafya cennetine
Köylerini mülteci kampına çeviren sakilere
Canilere yaltaklanan sülüklere
Damarlarına sızılırken kıyakçı ellere
Enkazın bedeli bir bir sorulacak
Kişi hakkını çizmesiyle ezenlere
İşbirlikçi ihale garnitürü lüpletenlere
Tarihin kara lekesi tek tek vurulacak…
Kınama Dilhan, bir temenni değil dizelerim
Süzüp süzüp en açık olanlardı söylediklerim
Dünya da bir hesap yeri, unutma
Söylemezsem tarih kütüğü yarım duracak
İnanç ticaretinden kimlik reddine dek
Bilirsin tahribatın dökümü uzun
İyileşmez ihanetin marazı ödeşmeden
Bir mahşeri vardır her çağın Dilhan
Mizan terazisi nasıl nasıl kurulacak…
Yaralanan her bir sözcük kendi satırına oturacak…
*******************
Şimdi enkaz kaldırma zamanı Dilhan
Yıllar var ki ninniler masallar masallar
Edebiyatta hatırı sayılır işler bunlar
Daha ne kadar uyutur yaveri bu oyunlar
Yukardan bakınca “Alis Harikalar Diyarında”
Aşağıdansa “Kırk Haramiler” iş başında
Bak değişiyor anlayış değişiyor demografi
Arka sokaklar esmer dil taşıyor Asya’dan
Balya balya trajedi kazanı sınırlar
Tsunami gibi dalga dalga, dönüşüyor aldırmadan
Sormaz mı hiç aklı zapturapta olmayan
Kim bunlar, niçin, nereye koşuyorlar
Neyi kurmak ne kotarmak isterler zamandan?
Bu böyle gider mi Dilhan, çatlar bir gün
Bir katre almak gerek akıl çarkından
Dizelere sığmaz bilirim, çürümüşlüğün resmi
Sığdığınca tuvale yansıtmak da şiir gereği Dilhan
Geçici bunlar, fısıldamak gerek, akıl bulur tatlı dili
Harami düzeninden selami düzenine dönüş
Çetrefilli olacak çok çetrefilli…
Bu kadar bakteri kolay mı paklanır kandan
Bunca asalak
nasıl uğurlanır bu limandan?
*******************
Ne günlere kaldık Dilhan
Pembe panjurlu evler yok artık
Hayali de…
Dokunmak istemem karlı dağlara
Söylemezsem ahtım kalacak Dilhan
kaygım ondan
Birkaç dizem açık olsun
varsın aykırı olsun
Diyeceğim odur ki:
Oynamayın Dilhan’ın
hatıl ve lentolarıyla
Güreşmeyin kiriş ve sütunlarıyla
Yanar döner, kavrar sinekkapan gibi
Temel öyle sağlam, dört başı mamur ki
Çimentosu insan eti, suyu kan
Ruhu ana sevgisi, bedeli can
Ne din ne iman ne de Kur’an
En yumuşak karnı cehalet,
körü körüne inan
Alınmış ders, tarihin dibi değil;
çok yakın, çok yakın zaman
Oyun değil bu, oyuncak hiç
Sap döner, keser döner, gün gelir hesap döner
Ciddi iş ucu kapalı mekan
Al aklını yanına, çık karlı dağlara,
in ıssız ovalara
Her ağaçtan, kurttan, kuştan, karıncadan sor:
Ağız birliği etmiş gibi tek dize;
Bir memleketin güvencesi
‘Bilimi rehber alan insan.’
*******************
Eski çamlar bardak olurdu Dilhan
Artık kül oluyor…
Soytarısız divan kurulur mu hiç Dilhan
Olacak elbet en hatırlı en santırlarından
Yetkini yoksa da atanır katır tırnaklarından
Ne güzel unutmuştuk gül(dür)üş makamını
Bu güzel gökyüzü altında bakıyorum şaşkın şaşkın
Ekranlar bile pek süslü meslek erbaplarından
Zaman değişiyor, bakış bir hayli genişledi
Ekmek aş derdi ne yapsın el gariban…
Amacımız eğretileme olsa da şu dizelerde
Acı bir öykü haykırır yeraltından
Şaşırma Dilhan sıradan öyküler değil bunlar
Kontrolsüz güç, işin aslı illiyet bağından
Dahası ne işler var ki aklın kalkar duysan
Bilim ünvanı bile Manukyan tezgahından…
*******************
Araba benzeme çabası
İnsanlığını insana unutturan
Ayyuka uzanır sarhoş narası gibi…
Tellalsız olur mu hiç divan, güdük kalır Dilhan
Gür sesli, alımlı, çalımlı, oyun hamuru kıvamı
Tellal olmalı; haber sultası, yalan ustası
Biraz da el almışlığı ilahiyattan
Sufle almalı, övgünün kulplusunu sunmalı
Kahramanca atılmalı kurdeşenlerin önüne
Yağ çekti mi en incesinden, ganimet artığıyla
Besiye çekilmeli bir aşağıdan bir yukarıdan
Çıkıntılık mı yaptı, aykırılık mı etti düzenlere
Dökmeli köküne kibrit suyu
Övgü çıkmadı mı kaleminden
Yergiye mi dadandı, uymadı mı düzen tayfasına
Çekip almalı ekmeğini kursağından…
Daha uygar bir dünyaya tefek mi attı
Derdestleyip kırmalı kalemini güne doğmadan…
Ne diyelim Dilhan çıraklar hocasına benzer illa
Ne yüce mirastır el almak en muhterem ustadan.
*******************
Bilinmezlikler, görünmezlikler, çelişkiler
Zeki insana göre değil Dilhan
Hele söylentiler hiç…
Bu da olur mu deme Dilhan bu da oldu
Acı ama özetin özeti,
Masalın kendisi bu
Hain değil ihanete ortaklık etmeyen
Yalancı değil yalana yaltaklık yapmayan
Terörist değil teröre yataklığın yapmayan
Suçlanır, linçlenir, ötelenir oldu Dilhan…
Hırsız değil hırsızı görüp gösteren
Yolsuzluk değil yolsuzluğu araştırmak isteyen
Hak gaspı değil hakkını sesli dile getiren
Ötelenir, fişlenir, retlenir oldu Dilhan.
Aynı nefesi kokladığımız bu insan
Nasıl bir insan insanlık sınırlarını kıran
Akla sığmayan, mafyalaşmış bir liman
Dünün sınav sıçanları bugün haspehlivan
Kırkpınar cazgırına küsmüş Dilhan
Daha ne diyeyim bu utanç resmine
Velhasıl kuruluş felsefesine ihanet
Balbulaşıklık en yüce feraset oldu Dilhan.
*******************
Deli sorular var kafamda Dilhan
Yanıtı karanlık odalarda…
Şiir sanatı tarihe not düşmek için değil Dilhan
Eğitme, dayatma, öğretmek için de…
Güncelin kollarına dolandıysam dizelerimle eğer
Keyfimden değil; ufkumun bölündüğünden
Malzemenin ham demirden
Sözün cahil aklında dövüldüğündendir.
Çağ bilgi çağı, uzay çağı, çağ akıl çağı
Rivayetlerin bilgiden sayılıp övüldüğünden
Hurafelere sarılıp bilime sövüldüğündendir.
Kentlerine köylerine kenevir tohumu
Miniklerine üfüf yağı sürüldüğündendir.
Tutundum bu söyleyişe, koyuldum yollarına
Biliyorum ben de gerçeklik, çıplak gerçeklik
Yakışmaz şiir sanatının narin kollarına
Bir başkadır şiirde yansımanın gerçekliği, bilirsin
Hoş gör Dilhan, boş ver şair sanrılarını
Ne kadar yüklensem azdır taşıyıcı kolonlarına
Darasıdır dizelerim, yansımasıdır kaygımın
İçimde taşıdığım, omzuma sardığın yükünden
Bunalıp düştüğümdendir yollarına…
*******************
Uygarlıktan kopuşun hırçın sessizliği bu
Kasırga ardı sıra Dilhan…
Sanma şiire taraf buladığımı
Dizelerim ne taraf olan ne de bertaraf
Benim kaygım başkadır Dilhan
Oldum olası uzağım ekmek kavgasına
Okuduğumdan beri tarihi kalbinden
Anladım ki topraklarında;
Gariban üstünde tepinme
Bir sulta aklıyla gerinme
Hazineyi içten içten kemirme sanatı
Siyaset olmuş Dilhan
Görmedim şu yaşıma dek kanatlarının altında
Sevinçli, bilinçli, erinçli ortam
İnsana yaraşır hakça yaşam
Kendi gülüşüyle akan şehvetli bir zaman
Ya terör ya kıran ya çalan ya da yapay düşman
Tarafgirlik neyime feraseti kim kaybetmiş
Sokak berduşluğu değil mi kavgadan arta kalan
Bu bitimsiz kaosu dayatan nasıl bir akıl
Niçin çaresiz yaşar bunca yıldır aklı olan insan
Gözlerim açık giderdi Dilhan
Yazamaz olsaydı kalemim bunları sormadan
Benim kaygım;
Şu ‘sarıyangın’ göz göre göre gelmekte olan,
*******************
Çakmayla çatı çatmayı marifet
Yıkıntısında ölmeyi fıtrat sayan
Ender kalabalıklardanız Dilhan
Farkındayım aştım eşiği,
Sarstım seni kaygılarımla
Sabır Dilhan, içimde volkan
Uçsuz bir tünelde yürür gibiyim.
Ateş ortasına kurulmuş
Kulpsuz bir kazan, bense ahşap kepçe
Karıştır, savur, kotar nereye kadar
Yorulmaz lirik kaygı, bitmez bu şiir;
Çoğalır sil baştan
Köklenir her bir kılcal uçtan
Kuşkum yok yerini alır ardılı, alacak
Yapılır, yapılacak bu toprakların oratoryosu
Çıkarılacak densiz çağın özeti
İsterim;
yapılsın, yazılsın
gönenmişi, içlisi, bitimsizi;
yanmadan,
yıkılmadan,
sarılıp,
savrulmadan…
zamanım gibi
Korkudan, kaygıdan,
Hukuksuzluktan
umutsuzluktan değil;
Sevinç yüklü
gümrah duygudan…
*******************
Örtüyü kaldırdı cıncıklı ehli kamiller Dilhan
Meğer örtü altı
Bit, kene, yılan, çıyan cennetiymiş…
Oysa ben bitirmiştim şiirimi Dilhan
Kaşıyıp yaramı deşmeseydi naraların…
Bağışla beni akıl erdiremiyorum
Nasıl palazlandı bağrında bunca hain
Hiç haykırmadı mı toprağın
Silkinmedi mi denizlerin için için
Sararıp yüz çevirmedi mi hiç yaprağın…
Biliyorum Dilhan şiire yakışmaz bu sözler
Olsun, başka nasıl sığar dizelere aynası
Bunca kaypağın
Böylesi ihaneti temizleyebilir mi ırmakların
Örtebilir mi üstünü denizlerin karaların…
Her bir köşede muhtaç bırakılmış garibanlar
Üstlerinde arpalıklar görevlisi gedikli sıçanlar
Diğer yanda sahtelik kokan seçilmiş damızlık oğlanlar
Neresinden tutsak eşeleğinden çürüyen bir elma
Asıl tırtıllar mehter başı ki alnı secdeye değen vesselam
Yalan talan ustası, sahteye, yolsuzluğa göz yuman
Nereye dönersek dönelim bir deliğimiz
Softaya rehnedilmiş Dilhan
Karamsarlık yok, kaldır başını, dik dur!
Bak ne demiş Cevdet Şakir;
“Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti
Tarihlere sorun ki bize "Ölmez Türk" derler.”
*******************
(…)
Sürdürülmesi umuduyla…
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Mustafa Kemal'in Kağnısı şiirindeki “Elifin kağnısı”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder