Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)

Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)
Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)






 

DİLHAN

Yaşar Özmen

 

 

Büyüdükçe azalan kalabalığım
Anladıkça çoğalan yalnızlığım
Sarıldı dizelerin hüznüne Dilhan
Bakma sen kaygımın sayrılığına
Bir sen bir ben bir de gelecek;
İçin için kanayan…

 

 

 

 

 
Kapak Tasarım/Düzenleme: Yaşar Özmen
Yayım Tarihi: 29 Ekim 2021
2. Sayısal Sürüm, Ekim 2025
ISBN: 978-605-74589-4-0
İletişim: yoz3319@gmail.com

 

 

Yaşam Öyküm

 

1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1985’te Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1989’da Kara Harp Okulu Makina Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü, deneme ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır. Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisidir.

 

Yayımlanan Kitapları:

Bir Damla Suda Halkalar, şiir kitabı, Temren Yayınları 2018

Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, Trend Yayınları 2018

Şiir-Sanat Çözümlemesi (Sanatsal Denemeler-2), E-KİTAP, Ekim 2025

Dilhan, Belgesel Nehir Şiir, E-Kitap, Ekim 2025

Umut Bekler Bizi, Şiir, E-Kitap, Ekim 2025

UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne; MASAL DAĞI İsimli şiiri  17. Yunus Emre Şiir Yarışması Üçüncülük Ödülüne uygun görülmüştür.

ŞİİR SARNICI (e- dergi)’nın, kurucu, yayıncı ve yöneticisidir.

Sardunya Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve Nar Öykü/Şiir Seçkisinde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır.

AÜ AÖF Türk Dili ve Edebiyatı Öğrencileri “Edebiyat Çalışmaları Şiir Kitabı-1 de (Bir İdik Bin Olduk 2024 ) yer almıştır.

 

GİRİŞ

“Yaşadığım dönemin sosyo-politik, psiko-sosyal ve felsefi görünümü; şiirle nasıl yansıtılabilir,” sorusuyla başlayan masum bir tasarının çocuğudur Dilhan. ‘Uzan şöyle sere serpe dizimin dibine Dilhan/Mavi sabahından özet geçeyim’ dizeleri, bitimsiz bir nehir şiirin doğumuna ön ayak olmuştur. Dilhan’ı, ortalama altı yıl gibi bir sürede yazdım; her okuduğumda birkaç dize, birkaç sözcük değişikliğe uğramış ya da yeni birimler eklenmiştir. Bu süreçte, güncelin özetinden kalburun üstünde kalanlar şiire can suyu olmuştur.

Dilhan, ne sözcüklere indirgermiş ne anlam aranmaz mantığına bürünmüş ne de çağın söz geveleme şiirlerinden el almış bir şiir biçemidir. Koşulların ve güncelin cömertliğinden soyulmuş, travmaların gerçekliğinden alınmış, tutumların ironik yapısından kazınmış, gerçekliğin insana bire bir yansımasından doğmuş belgesel bir nehir şiirdir. Gerçekliği, günceli ve anlamı öncelediğinden dolayı şiir sanatının gereği olan; sözün duygu değer önceliği, sözcük cimriliği ve ses uyum tekniklerini zaman zaman göz ardı etmişimdir. Yazdıktan sonra gördüm ki Dilhan, dönemin psiko-sosyal ve sosyo-politik ortamını boy aynasına koyan belgesel bir nehir şiir olmuştur. Bu özelliğinden dolayı, sahne sanatlarında da kullanılabilir düşüncesiyle; konu, içerik, süreç, bütünlük, bağlaşıklık, tutarlılık, ritim, ezgi ve şiirsel akışa özel önem verdim.

Benim anlayışıma göre şiir, sözü gevelemek değildir; iz bırakmış duygu, olay ve olguların alnının ortasından vurup sözün tokacıyla aklın kafasını gözünü yarmaktır. İnsanda doğuştan var olan estetik kaygı; ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi toplam değerlerle şekillenir. Yani durumsal estetik algı ve yargı, içinde bulunulan durumla doğru orantılı gelişir. Sözün gücü; duygu değeri yüksek bir biçimde ustaca bilincin ayrıntılarına dokunursa artar. Çünkü estetik algı, bu ayrıntıların kılcal damarlarından beslenir.

Şair insana seslenir. Bu yüzden şair, insanın yüksek ve araç değerlerinin içinde ve ötesinde bir görüye sahip olmalıdır ki görünmezleri, ayrıntıları ve duyarlı yanları bulup açığa çıkarsın; bunları şiir tekniğine uygun anlakta yer tutucu söze dönüştürebilsin… Ben, şiir manifestolarını, dünya şiir günü bildirilerini, şiire ölçüt giydirmeye çalışan şiir yazılarını, akademik kafaların yazdığı şiir yorumlarını dikkate değer bulmuyorum. Ne yazık ki bunların çoğu, şiiri bir sanat dalı olarak görmediği gibi onun felsefesinin önünden bile geçmeye cesaret edemiyor. Çünkü, şiir üzerinde düşünen varsa bile bu düşünürler, çoğunlukla geçmişin veya güncelin moda kalıplarına sıkışıp kalmış durumdadırlar.

‘NUN’lu uyaklar, Edebiyatımızın tarihinde uyak kusuru sayılır; ne var ki ben ‘n’ sesini seviyorum. Ayrıca ‘n’ sesinin, dilimizde ses benzeşim yelpazesinin bu kadar geniş olabileceğini Dilhan’ı yazarken fark ettim. Ses, sestir; uyum güzelse neden yoksun bırakalım ki sesleri onlar öyle demiş diye…

Bana göre şiirin sanat değeri; duygu değeri, anlam gücü ve söz sanatlarının görevdeşliğinden doğar. Olay ve olgulara bağlı anlam duygu değeri, söz sanatlarıyla bütünleşmeli ve bunların görevdeşliğinden daha nesnel bir yapı kurulmalıdır. Okur, dekor giydirilmemiş soyut sözü yeterince işleyemez; anlamlandıramaz. Okurun şiirle imgelem dünyasına girmesi, rastlantısal anlama ulaşması ve çağrışımsal imgelem kurması; anlamın duygu değerinin; olay, olgu ve dekorla pekiştirilmesine bağlıdır. Diğer bir söyleyişle, nesnel bağlılaşık kuramıyla iyi geçinmek gerekir.

Özgün şiir, kendini okunanlardan ayırt ettirir. Belleğe tutunur. Ayrıca şiir, öyle bir anlam ve anlatıma sahip olmalıdır ki okurun duyumsadığı ancak tanımlayamadığı; farkına vardığı ancak dile getiremediği; ayırdında olmadığı duygu durumu ve ayrıntıları; açığa çıkararak görüntülemeli ve okurun duygularını ezmelidir. Şiirin şiir olabilmesi için; biçimden anlama, anlamdan anlatıma, sesten çağrışıma, coşumdan estetiğe kadar tüm varlık katmanları dengeli ve etkin kurulmalıdır.

Dilhan, yaşamsal deneyim ile toplumsal olgu ve olayların gözleminden doğan uzun soluklu bir şiirdir. Tanık olduğum çağın şiirsel bir yorumudur. Bu benim olay ve olguları görme biçimimdir. Abartı, aktarma, ironi, değinmece, değişmece, mizah ve benzetme gibi şiir teknikleri ile anlam ve söz sanatları, sanatın gereğidir. Kişi ya da herhangi bir kurumu hedef almaz. Bir anlamda yaptığım şey, yaşamsal gerçekliğin insan üzerindeki yansımasıdır. Okur; okuduklarını hangi olay ve hangi durumla özdeşleştirir, nasıl bir imgelem kurar, bilemem. Tamamen okurun dünya algısıyla ilgilidir.

Dünyanın en güzel, güçlü ve yüce duygusu sevgidir. Sevgi ise güzellik karşısında büyüyen bir duyumsama eylemidir. Pek çok düşünürün söylediği gibi sanat, güzeli görünüşe taşımak, insanı güzel ve yetkin ruha ulaştırmaktır. Sonuç olarak insanda sevgiyi ve yaşam sevincini yaratmaktır. Sanat sevmektir; sevmekse şiirdir, şiirselliktir.                                                                             Eylül 2025, Narlıdere/İZMİR     


 

**************************************************

Sanatın yalanı olmaz Dilhan
 hele şiir anadan üryan…

 

DİLHAN

 

Uzan şöyle sere serpe dizimin dibine Dilhan

            Mavi sabahından özet geçeyim

     Öyle tekdüze değil öykün;

                        gazetelerde okunduğu

      ekranlarda göründüğü

Devre mülk ağızlarda çiğnendiği gibi…

       Coğrafyalar incisi

       Irmaklar köprüsü, denizler bukleti

               hava, kara, deniz dört mevsim.

                        Uzamı güneş kültünden

                              felsefesi insan özünden                          

                        Hamuru, canhıraş karılmış kan öyküsünden

            Kavuşamayan aşklar, aç uyuyan analar

                                   oyunsuz büyüyen kız kızanlar

Kazıklı kasırgalar hışmına uğramış topraklar ki

                                   her bir karışın örtüsü,

                                                           oğul gönünden.

 

*******************

Sanırdım ki doğru her yerde doğrudur Dilhan

İki yanlışı kesen bir çizgiymiş çoğu zaman

 

Köksüzlük kaygısıyla ruhuna saldırılsa da bugün

  Arap çakşırına göz kırpmak moda olsa da mirim

     Tarihin derindir, öyküler atlası

            Coğrafyan üç kıt’a bilirim.

                        Çağına yenilmiş bir zaman dilimi

                                   At sürmüş göğsünde üzülürüm.

Her öykü bir bütündür

  İyisi, kötüsü, ölümlüsü, dirimlisi…

            Ötiken’den Sümer’e Anadolu’dan taa öteye

Susmak bilmeyen bir zelzele gibi

       Zaman çizgisinde kükreyişin

                        Dokunma vakarına Dilhan

     Zaman birbirinden ayrılmaz bir akış

       Ve gelişi güzeldir çoğu zaman geçmişe bakış

Neyse uzanmayalım taaa gerilere

Uzaklar sisten bir çarşıdır şimdilere

       Bakma baktırma arkaya, gel biz varalım

Önümüze serilmiş uzun mu uzun akşamlara

                        O akşamlar ki

                                    Gebeymiş meğer kısacık sabahlara

Aç yüzünü Dilhan gel dönelim biz

            Bütün zamanların kırılma noktasına.

 

*******************

Her Yolcu beraberdir kalanlarıyla…

 

Karadeniz’den Akdeniz’e

                                   sarışın bir öykü

     Edirne’den Iğdır’a çağcıl aşklar düzülür

       Sakarya sıcağı, Dumlupınar ayazı, Belkahve sabahı

                        Belleğe nakışlıdır ya “Elifin Kağnısı[1]”;

                        Tarihin öylesine içten ki Dilhan

                                   Mayıs kuşluğu ve bir Ağustos tanyeri

                                               Uzun erimli öyküler düzülür

                        Yavuklunun işlediği oyalı mendil gibi

Ayın göğsünde Anadolu süzülür

            Öpüp koklayıp sevmezsem

                                               İzmir’in dağları üzülür.

 

*******************

 

Seyit Onbaşı, Kara Fatma

                        ya da Çakırcalı Efe

Soyunup dökünseler şöyle tarihin raflarına

  İnsan ağrısı doğar uygarlık rahminden Dilhan.

     Sırtlanlar üstüne çullanmış,

            var mı dünyada ölümün,

                        egemen olduğu alevli bir zaman

Bir sarı dev doğmuş ki yüzyıllara armağan

  Gövermiş taze güneşin yükseldiği yerler, gönenmiş.

       Sonrası; ya sonrası ne dersin!

            darbeler,

                       dalavereler,

                                    kavgalar, kıyımlar, kıvırmalar

                                               Sapmalar, çalmalar

                                   Yetki arsızı cahallar…

Tokluğun yokluğa tuzak kurduğu hımbıl bir köprüdeyiz ki

            Çok eski değil;

                                    Yakın zaman, çok yakın çağ!

Elini siper et, eğil bak şöyle resme Dilhan

            Güç yozlaşması fışkırıyor her bir yandan

Yaşmaklı coğrafyanın sandukalı kızları

  Demirden dağları eriten

            ata torunu değilmiş gibi

            Aslını inkâr için

                        Rivayetleri dolamış da kel başına

                        Gaibe merdiven dayar Dilhan…

 

*******************

Şiir Dilhan;
Gözlerinden aldığı benzerliktir uzunca söylersek… 

 

Şiir, bilincin uzamı kadardır Dilhan

  Olmaz öyle dil yarmakla, söz gevelemekle

            Sözcükleri eğip büküp dans ettirmekle

     Ne söylediğin bir fersah öteye

            Nasıl bir resimdir anlaklara salınan

            Akarsuyudur bir ruhun akarsuyu

                        Ne kadar duruysa o kadar coşkun akan.

Kim ne derse desin, şiir zıpkın sanattır

Bakma sen şiiri dil oyunu görenlere

                        Takke fular taktırıp fır dönenlere

                                               Şiir dediğin ufkundan sağılır.

            Oturalım şöyle okyanusun sol köşesine

                        Katran koyusu yükümüzle

                                    Yaslanalım deltaların humuslu rahmine

                        Döndürelim evine şiiri

     Uykuya daldığı o, laleli sabahtan…

     Barbarizmi atalım bir yana bugün

                        Gel biz sözü

                        akıl kaşıyıcı elleriyle çizelim kor yüreklere

                                               Öyle bir çizelim ki

                                                           anadan üryan.

 

*******************

Kafakola alınmış bir beyinse Dilhan

Erebileceği menzil sahibidir.

 

Çehresi pörsümüş bir bulutuz

     ne yağmur ne boran olur

                        ne de kar yağar bizden

Şiir yazarız ya da sokakları kalabalık süsleriz.

Kimi kul olabilme azminde

     Kimi kıl-çuval özentisinde

             Kimi insan kalabilme derdinde

  Damarlarımıza sızmış zehirli bir solucan

            İçin için sürünüyor

                        Bazen kadın bazen kız bazen fidan

                                   her an yürek yıkan yeni bir kurban.

  Atı alan Üsküdar’ı geçmiş

       Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağacı yok artık[2]

            Eski bayramlar ne kadar da kabuk değiştirmiş

                        Çağ post atıyor,

                                   eski post kime, neye kısmet

            Kapı önlerini süpüren evcimen teyzeler

                                   Hocahatun evlerinde

                                               gülsuyu kokulu sohbet…

Kahkaha masaları, günah kapısı

                 Şadırvanlar terbiye kamçısı

                        Rivayetten soyulmuş kıssalar ahlâk rabıtası

            Ne diyeyim Dilhan, rayında tren

                                                           Akla ne gerek…         

 

*******************

Yenilikçilerin mahkumiyetine gülenler

Kendine gülüyordur Dilhan

 

Nereden nereye bilir misin Dilhan?

  Menekşe gibi açan kızların gülüşünden

     Şark ezilmişliği üstüne kurulan cennete

            Tahtırevan üstünde

                                   Güle oynaya gider gibiyiz.

Çağdaş dünyanın gümüş hançeriyle

            İnsanlık avına

                        pek yakın günlerdeyiz.

       Kalsak ayrı bir dert,

                         gitsek bu kervan yolda bırakılmaz.

Kurduğumuz rota tuttuğumuz yol

Saçaklı bir coğrafyanın hışmına kurban

            Ah şu gömülü zaman ve insan denen varlık

Aklını asmış da çöl yeline

            Merhamet dilenir ondan bundan

                        Ne dersen de, kılı kırk yarar da

                                   olmaz böylesi körtapan.

                       

*******************

Arap saçı gürleşti yaylalarında Dilhan

Bedevi bir manzara

 

Ucu açık bir denklem neresinde durursan dur

  Azıcık aşım kaygısız başım desen de olur

       Tanıksın da dilin varmaz söylemeye

            Aykırıysa sözüm

                                   bilirim ağrıyacak başım.

       Nasıl olsa tıkır tıkır emirlere gebe yasalarımız

            Hüküm kesin,

                        suç peşinden uydurulur.

Doğru, durduğun yere göre değer alır Dilhan

Sinekten zeytinyağı çıkarılır oldu bugünlerde

     En iyi sen bilirsin

            ister yasa olsun ister tasa

                        Gıdıklandığı yerden kokar.

     Hesaplaşmanın en ağrılısına tanık

       Daha dündü beşiğine yatırdığım ıpıslak ülkünün…

                                   Korkma Dilhan zaman ilaçtır;

                                                           taş gediğini bulur

                        Felsefe uygun, temel sağlam;

                                               çağ ışığını her türlü alır…

 

*******************

Adil bakanlar çıkıyor her taşın altından

Saklan Dilhan  donumuzu çalabilirler…

 

Nasıl da yağlı döngü

                   şu akıl yakan bağıntılar

Yasalar dizginli, operasyon emre maruz

Aymazlık enflasyonu zaptiye sokaklarda

Saflığını yitirmiş dökme çark

                                          tutmaz ayar.

   Kime gidersen git Dilhan

       Eşraftan değilsen

 çaldığın her makam kapı-duvar.

Görürüm pişkinliği kanıksadı bu devir

                        Söz askıda ateş gibi

Ne gelenek ne yasa ne örf adet

                        Taraftara göre yakılan yıkılan kurulan bir bulvar

   Gel biz yüzleşelim

  korkularımızla, saplantılarımızla

Yüzleşelim

ölümlerdeki ellerimizle

Yüzleşelim

kirimizle, kinimizle

Ve yüzleşelim

karanlıktan doğma yüzlerimizle

            Sokalım kirli ilişkiler ocağına bir çomak

Dağılsın ne varsa; sarı, kırmızı, mor…

 

*******************

Her korku fırtınadır derinlerde…

 

Bilmek zor değil;

            oyun ortada Dilhan

  Utkumuz,

            masallar kuyruğunda kimsesiz

                        Köküne saldıran sırtlan sürüsü

                                               bizim kalıntı soylumuz.

Ülkemi ülkemden kurtaran gedikli kalabalık

     Harman yerinde dört başı mamur

                                               Deli Dumrul.

     Ne orada ne burada yangın benim ciğerimde

       Uydur kaydır, uçur denizaşırı öz oğul cevherini

            He bakam de bakam söyle kolay makam…

                  Ne vekil ne bakan ne vali ne de kaymakam…

            Sürgit yollar aynı, diller aynı, ziller aynı

                        Ekmek askıda,

                                    çorba bulamaç,

                                                           işimiz işsizlik…

                        Olan bizim aşa,

                                               kara kış bizim başa Dilhan.

 

*******************

      Umut bindirilmişse hırçın bir takaya

       Göç günleri deryanın yüküdür Dilhan

 

Sayma akıl düşkünü eskiye özlemlileri

  Gün ola ayıkırlar Kün[3]ün doğduğu yeri…

     Şu şark çıbanı denen sürgün,

                                               akla salgın

Bilmezsin nasıl görkemli yoksulluktur;

  tıpkı semer gibidir akıl kuraklığı

     Gelen de yükler giden de Dilhan

       Ne yol senindir ne yük ne de ayaklar

            Sancılıdır soluğun,

                                    tutuludur arpalıklar

Yasa bir yana ilke bir yana ülke bir yana

     Ne güzel huyludur bu cıngıllı akrabalıklar          

            Nereden nereye akar bu zamanda

                         Aydınlığı sırlayan tuhaf  kalabalıklar  

            Aklım tarazlı,

                                   gözlerim utanç tuvali

                        Dalga geçer gibi anlağımda at oynatır

                                   Sadaka tayınlı,

                                               köpüklü ahbaplıklar!

Enseyi karartma Dilhan

            Kumdan heykel gibidir

                        Ambar nöbetine yazılmış

                                    Mevsimlik kalabalıklar…

 

*******************

Kalemin işidir bunlar Dilhan

Kimin neresine dokunur

Iska geçer bilmem…

 

Neler çektin neler kalkıp bir duysan

       Sarıklıdan, kavukludan

                        molladan,

                                   yarım imamdan

                                               ilkel zekâdan.             

  Ismarlama makamdan,

                        nöbetçi bakandan,

                                   nefretten,

                                               hasretten,

                                                           Dökme 

Nasıl yıldı insanın, hem de nasıl Dilhan  

              Çakıldaklı kaplandan

            sözde feriştahtan

                        yapay düşmandan

            Tahakkümden, ayırmadan, kayırmadan

     Ütülü beyin

                        çakma kumaştan.

            Uzanıp alnından öpesim gelir b/ademlerin

                        Sonunda seksen milyon

                                   enkaz “yarattı her yaştan.[4]

 

*******************

 

Söylesem görür müsün Dilhan,

                        Tünelin neresindeyiz?

     Kadın eliyle

            kadınlığın kefeninin biçildiği

                        Erkek diliyle

                                   insanlığın şiddete itildiği

Güvenliğin,

             hasıraltında ciğerinin söküldüğü

                        Gün gün ki adalete

                                   kösele kılıf dikildiği

İklime göre suç,

            kişiye göre doğru üretildiği

                        Kalçası oynak bir köprüde kına gecesindeyiz.

     Bu kadar da olmaz akıl dışı,

Cascavlak pişkinlik desen de

       Aklımızı fırınladık,

                         kınalandık sıramızı bekleriz.

Masallarla beslenen Dilhan

Sorun çözmez, sorun üretir biliriz

            Daha söylenecek çok şey var saklama yüzünü

       Derler ki bulaşır,

            utanç denen o gamlı duygu

                        Öyle de bulaştığını

                                   hiç görmedim bu nasırlı yüzlere…

 

*******************

Aklımı kızağa çekemedim Dilhan

Misket havası susmak bilmedi ki…

 

Duyup susarsın kaygılarımın kokusunu

            Görüyorum,

                        Kapısı kilitli örendir dilin

Sen diyemesen de ben derim senin yerine

  Şair ergenliği benimkisi on ikidendir dizelerim.

     Dön yüzünü bak bakalım seyran bağlarına

       Uydur kaydır öyküler gündemimiz

            Aslını örtmenin yıllanmış kurnazlığı.

Yalana sultan kavuğu giydirenlerdeniz

  Hükmetme arzusu başa bela bu günlerde

     Bıyık altına bırakılmış yetkiler sürüsü

       Gece yarısı düzenlemeler ülkesindeyiz

Söylemler övünmelik, dil saldıray

                                   rakamlar yapay                                

  Adaletin siparişle iş bağladığı günlerdeyiz.

            Daha nedir ki bunlar Dilhan;

                        Uyruğuyla sorunlu,

                                                 kalantor besleyenlerdeniz.

Boşuna dememiş Üstat:

  “… kaçarken kimi itini, kimi bitini,

kimi de p*çini bıraktı” diye

Yoksa nasıl renklenirdi camlarımız Dilhan…

 

*******************

Yakmazdı içimizi belki bu kadar

Kırılmışlıkları

Kırıldığı yerde bırakabilseydik...

 

Göğüne sızan sağanak gölgeler

  Yaralarımı deşer onulmaz yerlerimde.

     Kapanmaz,

             örtünsem de bütün sabahları

                        Nasıl kaymaklı zaman,

                                   yoksul teni emmek olağan.

Damarlarına sızmış gamlı şu öykü

  Uzun uzun okunup yazılır her bir taraftan 

       Ne yağ yapılır ne de vazgeçilir yağdan.

Bu da iş mi deme,

        Vergi yükümüz bile sakal bıyık farkından

  Herkesin öyküsü kendine günceldir Dilhan

Bakma sen ufkumun daralıp kısaldığına

            Tükenmez yollar, açılır çıkmaz sokaklar

                                               haber bekliyorum aklımdan.

Kuşkuluyum çağımdan          

Gördükçe

             İlkel zekâ heybetini

     Duydukça

            Balbulaşıkların

                        Yanlışı, yalanla doğrulama şehvetini…

 

*******************

Mutlu olurdum belki hem de çok mutlu

Bir tutam ot peşinde

Koşabilseydim izzetsiz…

 

Hikmet miyiz,

            ümmet miyiz,

                        millet miyiz;

     Nereden geldik, neredeyiz

            Kimliğinle

                        isminle derdimiz tasamız

            Cumhuriyetle,

                                   kurucularıyla,

                                               çağla kavgamız

                        Nasıl bir dumanlı kafanın işidir Dilhan?

“Kurt sisli havayı sever” derdi dedem

       Dağlarımıza sis mi çöktü

                                   kurtkapanına mı bastık?

Karanlığın kahramanı

                        akıl kırıştıran işlere tanığız

       Yolsuzluk, iş bitirme mahareti

     Hukuksuzluk, adaletin faytonu oldu

Adına demokrasi diyorlar da geç onu bir kere

     Çıkarsız ilişkinin yadırgandığı bir zamandayız.

            Milletin efendisi ülküsüne sadık bilirdik

                        Yapmadım, görmedim, duymadım sinsiliğini geç

Bal gibi

            çöl fırtınasıyla yuvarlanıyor filikamız.

 

*******************

Her hasta bir başınadır sızısıyla…

 

İç dökme değil endişeyle söküldüklerim

       Şeytan taşlamaya benzemez;

                                   bu iş insan öyküsü.

Acıların kalabalığındandır akrabalığımız

     Kaygının ağırlığındandır yakınlığımız

            Korku dışında sevmeyi öğretmediler ki.

Bakma sen, her öykünün kalabalık durduğuna

     Aslında her öykü kendinin yalnızıdır

            Gördük ki;

            Kimse kimsenin tasasından ıslanmazmış Dilhan.

Ah daha açık söyleyebilsem içimde yananları

     Görebilsen çehrene sürülen talanları

       Ne sen katlanabilirdin

                                   ne de ben…

Dışardaki yelden umut bekleriz

  Evimizdeki ilkel akıl yorganımıza el atmışken

       Ölümlere saf durmada pek saygılıyız,

                                               elimiz yokmuş gibi

       Gümüş saplı neşter,

                                   daha vurmadan söyler sözünü

            Bize her gün bayram demek;

                                               elimi öpüşünden belli…

 

*******************

Maksat eğitimin niteliği

Bilimin egemenliği değil Dilhan

Saflara katılacak militan hesabı…

 

Karalanmış bir kere Dilhan

       ruhunun tonozları

            Temize çeksek bile izi kalır,

                                   çimlenir.

Şık elbiseler giydirilmiş ahu gözlü yanılgılara

Makam sarhoşluğuna sığınmış

   Ismarlama yetki,

uydu taşeronlara

Kehribar dizeler kondursak

                                   anlam yavan demlenir.

Nasıl bir bağlaşmanın içindeyiz,

                                          tenimi yüzüyor.

Uygarlık, tezgâha düşmüş pazar güzeli,

Felsefenin kirini süzdüren kadim kültür

            Gerçeklikten ırayan turfanda çocuklar…

Çaldıkça okul zillerini pırıl pırıl gözlere

            Göğsüme yükselen ilkel bir form ki

                                   Genetik hırkalı ulema meseli…

     Ne kadar şaşırsak azdır Dilhan

            Milletin eğitim yuvalarında

                        Hurma şıralı öğretmenden hocadan

                                    Çocukları koruma vardiyası

Hangi aklın kıyametidir duysan…

 

*******************

 

Güncelin uğultusu yüzümde alev alev

Ne zamandır izliyorum

karanlığın göz kırpışını

Beraat etmiş bir eşkıya soyluluğu

       Yapısöküm çabanın dengesiz kantarı

                        Üst üste yığıyor

                         telve telve süzülen sarhoşluğu

Yıkılan her çağdaş yapının arkasından

       Ağrılarım aygırlaşıyor

Ağzını büzüp susturacakmışım gibi boşluğu.

Salt güncelin sorunu değil bu Dilhan

     Otanmaz bir yaraydı

Kıldan tüyden mürekkep

            Aidiyeti sorunlu merdiven altı loşluğu.

                                   Göğsüm daralıyor, nefesim kesiliyor.

Aklın tanrılara kurban edildiği günden beri

Dönem dönem aymazlığın şimşir çubuğu

Pamuk tenine kavgan yüzünü sürüyor

        Sağa da yalansak sola da

                İçimizde elsiz ayaksız sansarlar yüzüyor

Birini kovsak diğeri beynimizi kemiriyor

     Yansak da, didinsek de üzülsek de Dilhan

Halkın menzili ne kadarsa

     O kadar erinci, adaleti hak ediyor.

Arap yağı sürülmüş coğrafyanda

           Bizim payımıza da tarihi süzmek düşüyor…

 

*******************

 

Kokuşmuş ilişkiler merkezinde öykülerimiz

     Ne kadar uzak olursa o kadar temiz kalabiliriz.

            Görünürde çağ atlıyoruz,

                        kıskanıyor dünya

            Kurşun döktürelim

                                    işimiz oraya kaldı Dilhan.

Bir çizgi çekelim şu kaygıların üstüne

  Duyulmaz olsun ne kadar olursa artık.

     Kırmızı karanfil büyütelim kadehlerde

       Bizden uzak,

            hem de çok uzak o güzel günlere

                        Sağduyu buradan da geçecek,

                                                                      bilirim…

Çıkmadık canda umut vardır, derler

            Her gelen kuşak özgür doğar

                          özgür doğacak

                                   İnsan bu; umudu kucak kucak

                                                                       İnanırım…

Doru atları mavi düşleriyle

     Yürüyen dilsiz gençler

            Islıklarıyla gelip buradan da geçecekler

                        Utanç müzelerinde Dilhan

            Balbulaşıkları, haramileri

Kendi dillerince misafir edecekler

                                   Şimdiden görürüm…

 

*******************

 

Şöyle bir kurcalarsan yerüstünü Dilhan

Güneyinde

          insan etine kurşun sıkan

                        Kentlerde

                                   deveyi hatabıyla yutan

                                               Tam ortasında

                                                           hazineye olta atan

                        Tepesinde insanı insana tutuşturan

                                   Diğer taraftan talanı talanla örten

                        En acısı da unvanıyla salyalar akıtan

                        Ne çakallar ne kravatlı aslanlar arasındayız.

     Hele yeraltı var ki ben oraya hiç değmiyorum.

            Biliyorum şiirde sözlü saldırı,

                                   havlu atmaya benzer

                        İtici görme dizelerimi

            Ben şiire sığanları söylüyorum

Ne yapayım Dilhan

      İçindekileri sayıklamak değil ki şiir

            Bazen sezdirmek bazen çağrıştırmak

                       Bazen de vurmak,

                                   tam alnının ortasından.

Ne kadar incelsem az, anlıyor musun?

            Ateş bacayı sarmış derler ya tam da öyle

                        Yakut başaklarının mıncıklandığı

                                                           cayır cayır bir harman…

 

*******************

 

Güzel insanların ince göz yaşı olur

            Severek gidilen ölümler de sevimlidir,

                                                                       bilirim.

     Sormadan geçemem şeytan dürtüyor hani

            Göz yaşı ve ölüm, sefalet ve zulüm

                        Ülkemde neden hâlâ pek matrak Dilhan?

  Kader mi, yoksa ketenperede miyiz?

Suç mu buralarda doğmak

Akıl dağıtılırken Adem’in elmasına mı takıldık?                  

       Eğil bak tarihe

            Sayfalarda yaldızlı satırlar

                        Teslimiyete dimdik, esarete bayrak açandır,

                                                                       iyi tanırım.

Oysa bugün hâlâ kadife yorganda

                        topal pire zıplatan

            Söylentilerin peşine kapan kuranlardanız

                                   Bak: İlhan Berk’in ceylanı

                                               suya inmiyor artık.

Yargı kimine  kamçı kimine kalkan olur mu

  Olurmuş meğer.

     Örtbas makamı kevsere

             Mağdurlar çetesi mahşere Dilhan  

Ne geldiğimiz yere uygun

                        ne de gideceğimiz yere yakınız.

       Ne desem boşa salınmış bir avaz

              Bu anlayışa söz sürülmez

            Yoz kültür,

                        tornadan geçene dek sürecek,

                                                                       görürüz.

                    

*******************

Yalancının yalanının yalanına ortaklığımdandır

Donumun ıslaklığı Dilhan  

 

Nelere tanık oldum, biliyor musun Dilhan?

              Terörü, terörle defetmeye soyunan

                        Bir kaşık suda insanlık hukukunu boğan 

                        Eli kanlılardan medet uman

                                   Ölümlerden ganimet toplayan

 Koca koca devletler

                                   Aklı çolak milliyetçi iskeletler gördüm.

Akıl bu denli çaresiz demek Dilhan…

     Oyun içinde oyun, ölüm üstüne ölüm çağı

Talan üstüne yalan, yalan üstüne talan

            Güçsüz başına örülür dört bir yandan

                   Bir anakara yeşil gümrah

                        diğeri kızıl alevli harman.

Biz ne dersek diyelim Dilhan

     Canavar dişli düzen uçsuz bir kuyu

            Varını yoğunu soğuracak kalıbından;

            Adı siyaset bilimi, strateji her neyse

                   Bize yabancı değil ki başat kural

                        Avda en büyük pay

                                   tarihin her deminde

                                                            öncelikli aslan.

 

*******************

 

Bu gözlerle neler gördüm neler Dilhan

Beslemiş yamyam sürüsünü, büyütmüş

     Çöl tozuna bulanmış

                        çağın dişlerine bak.   

                Menemen,

                        Madımak,

                                    On beş temmuz

                        Çakıldaklı kalabalığın hışmını
Örgütlü cehaletin hırsını gördüm.

Primitif zekanın kurguladığı

       Ardılın ardılı söylentiler şiltesinde

                                   düzenbiçim sevişmeler gördüm.

Ekran güzeli, hitabet furyası, kumandalı

       Partizan, gazeteci, dinci mi ne menem

            Soydan nakıs aklî müebbetler gördüm

Göl maya tutar mı deme, tutarmış meğer 

Danışıklı dövüş der bizim köyün delisi

     Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık

       “…gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde[5]…”

                        Kale kapılarında

                                   etten heykel sürüsü

                        İp izi boynunda ihanete kılıf diken

                                   Üniformalı sepetler gördüm.

 

*******************

Gerçek, rivayetlerin kucağına değil

İnsanın ocağına düşer Dilhan

 

İnanmazdım bu denli aklın ayağa düşeceğine

  Korku dağının gölgesi sarmış duru ortamı

            Susuz şadırvan kenarları

                        Kurnasından akan enfiye kokuları

       Okullarda sıra sıra uyku odaları

Uygarlığa beddua eden kızları gördüm.

       İcazet oyununda ebe, bilim yuvaları

            Dibine dinamit konmuş taşıyıcı duvarları

                        İp izi boynunda pamuk kralları

                                    Kahrından gagasını kıran

                                               kartalları gördüm.

Dizesini sinesine gömen şairleri geçtim

     Rivayetlerin integralinden

                        Hakikat keşfeden zemberekli proflar

     Verileri ortaya koymaktan korkan

                                               bilim adamları gördüm.       

            Vel hasıl, başarısızlığın başarısını

                         Bayram diye kutlayan mehteranları gördüm…

                                   Nasıl yani diye sorma Dilhan

                                               Yerin kulağı var           

  sorular hesaba dahildir.

 

*******************

 

Nasıl bir denizin tortusudur bu?

Ekmek kaygısı,

güç saygısı,

makam korkusu

Anlatılması anlaşılması zor öykü

     Yer yarılır gök yıkılır göz önünde

     Haberi bile zapturapta

Ekranda gazetede

Vurgun üstüne vurgunlar düğünlük

Hak aramak ayazda kurutulmuş işkence

Biçimsiz taşlar gediğinde, duvarsa eğreti

Kapısını tut,

penceresini salla,

çatısını çek

Neresinden oynatırsan oynat

Meşin kılıf giydirilmiş mezbele

Naylon pencereli evlerden

Kirli kirli salınan afacanlar

Her dem oğul kabrini

göz yaşıyla sulayan analar

Haşarı bir dürtüye kurban

                       çıtır çıtır kızlar, kızanlar

                       Zihnimizde zelzele….

İnsan olmanın erdemine kasırga eziyeti

Uygarlığın saten duvarına asılacak

Güngörmemiş çeyizler, bizimle el ele…

 

*******************

Aygır gibi kişneyen yalanlar önünde Dilhan

Kısrak gibi gevşeyen aydınlar gördüm

Dünya hamuta kalktı deseler şaşmam gayri…

 

Yargılarken bizi zaman,

                        sormaz mı

       Kılcal damarlara sızan zehir

                        Hiç varmaz mı kalbe Dilhan?

Varır da ah şu bağışıklık sistemi!

       Kendi gibi olanın sırtını sıvazlar

                        Ya da uyum sağlar çoğu zaman

Olası mıdır kirsiz ilişkiler, çıkarsız özleşmeler

     Ne diyeyim,

             öyle bir bağ ki düğüm düğüm

Ne kandan ne genden ters doğumdan

Bağlamış cevheri en duyarlı yerinden

     Ne sezgisi bilimden

            ne öngörüsü tarihten

                        ne gücü akıldan

                                    ne de ilkesi inançtan

                                               Teşbihte hata olmaz;

            olsa olsa hınzır soyundan.

 

*******************

 

Devir kumpaslar devri

  Dönem kumpanyalar dönemi oldu Dilhan

     Kimin kimi kumpasladığı derin konu

Bir gerçek varsa bildiğimiz

     Hain vatansevere, palyaço mestrese

            Yalaka ruh felsefesine

                        Fötük de önündeki engele…

Doğrusunu dile getirmek gerekirse Dilhan

  Oyun kuranlar zirvedeyse de hınzırlıkta;

       Oyuna gelenlerdi asıl hergele…

            Göz göre göre kafaları ütüleriyle

                        Yatağı elleriyle yaydılar bile bile

                        Gün gibi kırmızıydı gelmekte olanların ereği

               Ana amaçları yıkmaktı zembereği

            Kumpaslar darbeler masum birer oyun Dilhan

       Asıl darbe salmaktı kalbine engereği…

                        Yola koyar mı zaman, otanır mı vicdan

            Hak hukuk girer mi yoluna, aşılır mı biat engeli

       Milletin evinde kalkar mı eller görüp gerçeği

  Bunca şehit, esaret bunca göz yaşı üstüne

Dile gelir mi dilsizler, yapılır mı gereği

Affeder mi bizi seçeneksiz koyduğumuz kuşaklar

                                   Bu dengesiz denge ne zamana kadar?

       Buruşturma Dilhan yüzünü, yarım kalırdı resim

                        Bu şiire konuk olmasaydı tarihî maskaralar…

 

*******************

 

Gönül çalmak değil işimiz Dilhan

Koşumsuz atları çayıra salmak da

Şiir bir sanatsa eğer

çağın kıvancını, utancını       

Makamında dört başı mamur ağırlamak.

Bakma sen ucu sivri dizelerime

İğneyle kazdığımız dipsiz kuyudan

Vargeller hep üstümüzdeydi, biraz da ağırlığından.

Ah bir dokunsan şöyle Pandora’nın kutusuna

Neler neler saklar, bilir misin?

Kim derdi ki gidişler geliş gelişler gidiş olur

Sermayesi üstüne yıkılmış süslü bir çember

Parselli tünekler, üstünde doyumsuz serçeler.

İnceliğine maça papazı sürülmüş bir dönem ki

Mahallenin gedikli hırsızı gibi

Sokak lambalarına söven, avuç avuç pay kapar

     Dinden gayri sermayesi olmayan

                        yarı sofistik çocuklar

arzı karış karış toplar…

Demedi deme, bir sistem niye korkar Dilhan?

Şiirden,

kitaptan,

                                   hukuktan

                                               sözün kısası uygarlıktan…

 

*******************

Kimi kimden kurtardık

bilmeden yazılmış destandı Dilhan

Oysa kurtaramadık asıl destanı destancılardan

sarhoş gibiydik, henüz ayılmadık…

 

Hangi sessizliği görsem,

                        onlar vardı

       Kızgınlardı, kırgınlardı, yalnızlardı

            Eğik kaşları, göğe kararlı bakışları vardı.

                        Özünü, sözünü;

                                    madalyalarına dizmiş

                                               Özlemi yanık, sevdası yaralı,

                                                           belirsiz yarınları

                                   İdeal uğruna canını ortaya koyanlardı

Ne utanan ne saklanan ne kaçan

  Ne adaletten ne de kamudan medet umanlardı

     Ceplerinde yazılı emirleri,

                        omuzlarında emanet yükleri

            Ülkenin çıkmazlarından yana

                                               kaygıları vardı.

Tarih affetsin Dilhan, söylerken içim acıyor

            Ayakdaşlara karşı dimdik duran

            Gazi’nin gösterdiği hedefe sadık kalanlardı.

Daha önce dediydim ya, anımsatayım

     ‘Güvenliğin, hasıraltında ciğerinin söküldüğü’

                        Bir deli harman yangını;

                                               sürüyor közü dinmez,

                                                           külü silinmez!

 

       *******************

 

Ve gelelim aklımızın öfkesine

Demir atalım dalgakıran gölgesine

Boşa değilmiş bunca çaba, bunca kan

Bunca aşk, kucak dolusu hasret

          Akıl bile dengesini yitirdi, bak gör Dilhan

………………………….?

Şaka değil dediklerim, eğretileme de

                                   Aklım kavruluyor Dilhan

Özgün bir masal şaşkın bir bakkal sanki

       Ne böyle oyun                                        

                        Ne böyle devlet aklı

                                   Ne de böyle hukuk gördü

                                                           Oldu olalı vatan…

Suç ortaklığı tutkal gibidir, sarmalın sarmalı bilirsin

                        Yapıştı mı çıkmaz izi

                                   Boyunu aşarsa görünmez olur kir izi…

 

*******************

Yargı yolsuzluğa kalkan hizmete tiran olur mu

Olurmuş meğer, tanıklığımız var  Dilhan

 

Hukuk hurdalarıyla

ıskartaya çıkarılmış adalet çarkı

Üflenir taze kuşakların kulağına

İlahiden bozma arsız bir şarkı

“Kantarın topuzunu kaçırdı” derler ya

Söz gediğine oturmuş Dilhan

Pınarbaşı parsellenmiş

Üşüşmüş başına birer birer

Serap tutkunu çöplük kargaları

Ne yaparsın tutkulu dünya geçimi

Cinsini hunharca yiyen insan parçaları

Çok sürmez

Geliyor ucu görünen kara geceler

Erken akşamı muştular rugan palavraları

Bunlar da gelir geçer Dilhan geçer de

       Uzun iş boşa emek boşa kürek huzur müsrifliği

                        Sosundan  arıtmak kadavraları…

 

*******************

Yokun çaresi yoktur Dilhan, hesap sorulmaz yoktan

Şuncacık takıverseydi yaradan

Medet umar mıydı  sidikten boktan…

 

Cehaletin çavlanı öylesine hırçın ki

Mankurt yetiştirme yurduna evrildi

Başı karlı dağların etekleri kuzları

Usu çalınmış çocuklar şöyle dursun

Canilerle iş ortaklığı da devrin tasması

Yaramı kaşıma Dilhan

Kaygımın şahı

Sütunları balyozlanan bu gök çatı

Al karşına ister baştan ister tersten oku

Ay ışığında hovardalığa yeltenen palikarya gibi

Kafakola alıp Ergenekon’u uygarlığa atılan çöl tokadı

Utanç duvarı, kara leke katran koyusu

Ne kadar sitem etsem az Dilhan

Bilirsin şık durmaz damakta ihanet tadı

Kahramanları hedefe koyan

Köşeleri yolsuzlukla çökerten ülkü sevdalısı

Uzak değil çok yakın,

Demir pençelerini takın

Gün gelip tokaçlanacak elbet

Mabet tellalı cürüm postası

Sıtmalı kültür tayfası

 

*******************

Yalanın da raconu vardı Dilhan

Kulpu vardı, kamuflaj yapılırdı, çekingendi

Şimdi seksen altı milyona çat çat anadan üryan…

 

Nasıl desem;

            şu yaşımda ben bile şaşkınım

                        Yalan sürüsünün pos bıyıklısını

                                   böylesi gür görmemiştim

Akıl yakan ilişkiler

     Mantık yıkan çelişkiler

            Çağımıza uzak hem de çok uzak demiştim.

Bilemezdim içimizde biteceğini

Beyin ölümü mü,

            aklımızı hafife almak mı Dilhan?

Sağduyumla saklambaç oynayacak yaşı çoktan geçtim

     Endişem büyüdükçe denizaşırı g/öç sevicisi oluyorum

       İstemez miyim güllük gülistanlık şiir yazmayı

                                   Çocuklar şen, düşler özgür,

                                                           yaşamak şiir tadında

İyi şiir acılardan kurulur derler ya Dilhan

     Elimi saldığım her bir taşın altı acı saklar

       Yasak demek kuşağıma insanca yaşamak

Kulluğu yırtıp bireyin birey olduğu

            Şiddeti süpürüp

                        sevginin ünlem olduğu

                                   Bağımlılığı kırıp

                                               özgürlüğün insan için olduğu

             Uygar ortamı nasıl özlemişim

                                                                      hem de nasıl Dilhan!…

 

*******************

 

Bu topraklar nelere tanık bir bilsen Dilhan

Kaza,

yazgı ve yaradılıştır örneğin

Kazara ölümse özgürlük şahı

Fabrikalar, atölyeler, ocaklar, yollar

Emek dağı, sömürü kavşağı, örümcek ağı

Cellat istemez, celladı yaradılıştan

Zonguldak, Soma, Çorlu, Kartalkaya

Varlığın, yokluğa kurşun sıktığı filinta

Yıkımlara giydirilmiş cepsiz kaftan

Hırsla dokuduğumuz

 her bir top kumaştan.

Koruyucu önlem;

sağduyu ister,

emeğe saygı

biraz da özveri kazançtan

Yasalar yasa değil; sanki patron maşası

Çek sündür bir baştan diğer uçtan…

Ne çok nedensiz ölümler, işgöremezlikler

Göstermelik düzenler,

 denetlemelik kayıtlar…

                   Emek neyse, meslek hastalığı uzun iş

                                               Bu kulvarda

                                     celladına kaç adım ötedir insan?

 

*******************

 

Hangisinin ucuna dokunsam, ürperir toprak Dilhan!

Sığmaz bu şiire tuttuğumuz çetele

Kaldıramaz düşünen, tahribatın ağırlığını

Yangın, deprem, sel, göçük, göç, heyelan

Vurur geçer,

yıkar geçer, yakar geçer

sınırlar yol geçen hanı          

Demografi değişmiş hoy koy ambarı           

Ölümlere bir günlük kalantor saf

Yaralara üstünkörü bir pansuman.

Sorumluluk ne ki

       gurur anıtı, kimse geçmez yanından.

Ne diyeyim Dilhan,

       eğitim eğitim değilse

            Kafalar,

                        ütüsü bozulmaz kumaştan;

                        Ya hacamat kongresinde ayaz lalesi

                        Ya ahlâk dersinde

                                   etek erketesi

                                               Ya da madrabaz kölesi

Diyeceğim o ki

Palavralar harmanında

hasatsız muştular döveriz.

Olacak iş mi deme, bizim de görgümüz bu,

kime ne?

Görünen köy kılavuz istemez, derler ya

Çiçeği burnunda asil adayız Dilhan

Üstümüze doğrudur süt dişli heyelan…

 

*******************

Sorasım gelmiyor değil Dilhan

Sizi kimler niye besliyor, diye…

 

Barut kokusu, çıkar soylusu, açlık sesi

     Ne günler ki cinsini yiyen çağın elbisesi

       Yüzer damarlarımı; ön dişleri keskin

            Doğrar küflü neşter,

                                   ağırlık merkezimi

Yedi delikli kent üstünde çıkar nefesi

     Bunlar bizden değil silkele;

                        bu bizden tut elini.

İnsanlık görevi, yoksul kaderi, timsah gözyaşı  

                        Genç ölümlü gecekondulara süslü mezar taşı

       Ah Dilhan masumiyet kürenen sokaklarda

                                   Vardır her ölümün

                                               bir kimliği bir de suç ortağı.

Kimilerinin canını ortaya koyduğu ülküler

  Kimilerinin sürek pususu kurduğu kamu malı

       Bu devlet,

            bu insan,

                        bu kara-deniz-hava

                                   Uydurulur yasaya kitaba

                                                           olmadı punduna

     Verimlidir topraklarımız

                        yemekle tükenmez ki Dilhan…

 

*******************

 

Ah Dilhan

Yıllar var ki ne serkeş kanayan bir yara

Etek ucun yanar cayır cayır da

       duymaz kolların

                                   Anaların gözü Zap Suyu,

                                               babalar dokuz doğumda

Çağ değişti, felsefe gelişti, kavram genişledi

Güneş kurşunla zapt edilmez

niye bu kemiksiz çaba?

Telef etmeyin şu çocukları dağlarda taşlarda

Yağız kızlar, ilk adetini analarının dizinde görsün

Ferman ağa, poşusunu yeldirerek gezdirsin bağlarda

Dicle kıvrımlarında umut, Fırat sevda beslesin

Sümbül, ters lalesiyle el ele kardeşten içeri

Ne güzeldir bilir misin, Akdamar’ın Van’a el edişi

Hele nasıl da harlıdır kardeş özlemine Nevruz ateşi…

Sıtkımı sıyırma be insanoğlu

Sıkma boşuna insan etine

                        omzundaki emanet keleşi…

                                   Evim yandı dilim yandı

                        Evin yandı dilin yandı

            Bundan kelli gömsem ne olur gömmesem ne olur

                                   Bebek canisi bunca leşi….

Ve Dilhan geldiğimiz yol ayrımı işte bu

Şaşı bak şaşır türevli

Göstermelik bir pinokya geçişi…

 

*******************

 

Makamlar ölümsüzdür arzuya göre palazlanır

  Bir ay ışığında bir karanlıkta döner zaman çarkları

     Bazen demokrasi gibi bir şeyler gelir geçer

       Bazen de demokrasi için

                                               iyi şeyler dümdüz geçer.

Bakmışsın gelmiş demokrasi ama ne demokrasi

     Ağzını açarsan üstüne çullanır aristokrasi

            Hak aramak bir efsane,

                                               suçların en öfkelisi

Direniş ne ki durmak bile tutuklanma gerekçesi

            Ergenekon,

                  Balyoz,

                        Ay Işığı ne güzel isimler

Sahte belgeler beşiğinde belenir isimsiz bebekler

     Ne avukatlar ne savcılar gelir geçer üstünden

       Mizah bile susar,

             karikatür küser kaleme

                        Bir çizgi, bir soru, 

                                   yük artık omuzlarda.

            Çağ atladık, yüceliyor dünya            

                        Kurtuluşunu, kuruluşunu horlayan

                                   Döküntü boynuzlarda!…

 

*******************

 

Tırmanıyoruz hızla,

            önümüzdeki sofraya

     Her gün biraz daha ayaza

                        biraz daha yalnızlığa

Olmazları biriktiriyoruz göğümüzde çağa karşın

       Bulutlar yağmura küstü

                                   biliyor musun Dilhan?

       İsteriz ki her şey bizim olsun;

                                   ağacı, dalı, meyvesi

            Vur dağlarına baltayı altın olsun

                                               kömür olsun

                        Sür tarlalarını

                                    betondan mezar olsun

Ne altında ne üstündekiler umurda

            Ölen ölsün kalan sağlar        

                                   amelemiz olsun

Dağ, deniz, ova, ırmak, göl çöplüğümüz

     Ayşe nineler yardım kutusuyla uyutulur olsun

            Öfkesi yüreğinde pas

                        ezberi, boynunda tasmalılara;

                                               ne ürkünç Dilhan

             ah şu düşlediğimiz uygar dünya!

                        İnsanca yaşamak denen şey

                                   ne kadar da yabancı.

 

*******************

Yolsuzluk yol olursa Dilhan

Şehirler eşkıya bulvarı.

 

Baldırı çıplak öykülere inanılmaz Dilhan

            Dönen dolapların ruhuna

                         çekiç vuranlardanız

Her eylem kendinden çoook ötelere uzanır

       Tekdüze değil düşlediğin gibi;

                                               ucu kangren

     Umut vermek isterdim olur yeri olsaydı

            Çağın öfkesi işte;

                        göründüğünden daha işveli

                                   Yüz yılın birikimi

                                               tüm kapılarını sürgülemiş

                        Dönmüş arkasını

       güneşe aya, tafra satar

                        Cehaletin ön tekeri

                                   akla rehber olmuş sürgit

       Silmiş süpürmüş öç fırtınası bütün dağları

Elimi attığım her kara parçası ele geçirilmiş;

                                                                       yazık

                        Uykumuz ne ağırmış Dilhan

                                                           çöl ıssızlığı…

 

*******************

 

Köylerde kentlerde

dahası bir memlekette

Kandırılmaya istekli aday

ne kadar kalabalıksa

Suyun başındakiler, o kadar arsız, pervasız,

O kadar da altın dişlidir Dilhan.

Dilim varmaz söylemeye

Ne zamandır onulmaz bir salgın pençesindeyiz

 Baskının debdebesiyle

 Ayırdında olan iç çeker sessiz

Aldanan memnun aldatan memnun

Hayranlığından

yangın yerinde dili trampet çalan

ya da ayrıcalıktan parsa toplayan

Hergele Meydanı’nda fiyonklu şempaze

Ne yaparsak yapalım

Bunun tedavisi yok Dilhan

Hurafe artıklarıyla hurdaya çıkarılan akıl

                                   İzinlidir epey bir zaman

       Her işin başı eğitim derler ya

Buralarda pul değerinde

                  Anestezi odalarına sıkışmış

Emeksiz yemek alışkanlığı

Taraftar, yandaş akışkanlığı

       Havadan, sudan,

                         ayrımdan, kayyumdan

                                   Daha olmadı

Mandallı yargıdan…

 

*******************

 

Çalınan iş kapıları sürgülü

     Umudunu küle basmış, hıncını duvara dayamış

            Hiç genç tanıdın mı sen Dilhan?

                        Ben tanıdım;

                                   bakışından zihnim titredi

                                               kalıbımdan utandım…

Geleceği endişeli

     Umudu yurtdışına döşeli

            Sokakta ıslıkla esen

İsmin önünde sıfat bile olmayan

                                   Hiç genç tanıdın mı Dilhan?

                        Ben tanıdım;

                                   Zihnimde çöl sıcağı yankısı

                                               tenim yüzüldü,

                                                           insanlığa hayıflandım.

Beyin göçü, kuşak göçü ne dersen de

  Kaymaklı kadayıf öteye,

                        kavga dövüş bizim köye…

Yokluk yokluğa, çokluk çokluğa yolmuş Dilhan

     Ne diyelim, buralarda tutarı küçük avlarız

       Umudu oturtmuşuz madrabaz bir kayığa

            Okyanus dalgasıyla aynı oyunda ağdalı ortağız

                                   Karlı dağlar sessiz     

                                               Gönenç ve övünç içinde.

 

*******************

 

Ah şu salgın dönemi ne ağrılı zaman Dilhan

     İnsanın insandan uzaklaştığı kara delik

            Aklın çarşafa dolandığı maskeli günler

                        Küresel kaygının tören geçidi

                                   Rakama vurulan ölümler

                                                            övünç gereci.

Sağlık,

       en büyük özgürlükmüş Dilhan.

            Duruşundan mı konumundan mı bilmem

                        Payımıza düşen hep korku

                                                           hep kavga dövüş

  Virüsten teröre,

             kayırmadan savurmaya

                        Usturuplu sorunlar

                                   Çekirge sürüsü…  

Gelip geçer, yakıp geçer yürek denen varlığı

     Mutluluk değil mi bütün çabamız Dilhan?

       Arı gibi özgür, bir arada yaşamak varken…

            Korku niye,

                        dövüş niye bunca kalabalık?

 

*******************

 

Şu büyük işleri diyorum

                                   Şu bizim memleketin büyük işleri

     Aymazlığın atasını yetiştiren dönem alev alev

            Biraz daha yoğun

                        her gün biraz daha

       Savrulan her aykırı söz biraz daha

                                               Biraz daha derine batıyor

                        Karışma,

                                    Konuşma desem de;

       Aklımı boyayacak kadar şanslı değilim ki

            Yara zımparayla kaşınır mı hiç Dilhan?

Fatma Teyze,

            Akşam alaca karanlığında pazar atığı toplarken

                        Masumlar çetesi

                                   beştaş oyununda kıran kırana

Kolay ekmek kapısı derim bu işe,

                                               kolay lokma

Hukuksuzluk, çıkıntı yoldaş budama makası   

Yolsuzluk, ayakdaş olmanın helal lokması

       Devletin malı deniz… demiş atalarımız

                                   Boyun borcu mudur,

                                               atasözü dinlemek Dilhan?

 

*******************

 

Devlet aklı bir bütündür Dilhan

                        hem de yekbütün

       Ne sende ne bende ne ondadır;

                                    ortak akıldadır

            Biz dengemizi yitirdik densizliğimiz ondan.

  Bakma sen üçün beşin hesabına,

                                               kılı kırk yarma

       Topraklarında özgürüz hiç olmadığı kadar

            Bilimi, mantığı, sağduyuyu geç şöyle bir kere

                        Her yol erk emrinde,

                                               özgürlüğümüz ondan…

 

*******************

 

Devlet deneyimi ince iştir Dilhan

                            Sezgi ister,

                                düzgü ister,

                            uzagörüm ister

                            Sistem karmaşık,

                          öykü uzun,

                         kurgu incelik bekler…

Has oyuncular çoktan yerini almış,

pasörler, defanslar,

civa gibi iltisaklı, üstelik pür ahlâklı

Kim demiş;

 “Delikli demir çıktı mertlik bozuldu” diye

Mertliğin feriştahı

Militan baş havcılarda

Biraz da dolma kalem mürekkebinde saklı

Endişelenme uygarlık yürüyüşündeyiz Dilhan

            Sırtımız gelmez yere,

                               değmez çamura ayağımız

            Memleket bekâsı bu, ciddi iş, çark dönecek illa.

Saklanması gereken hasır altı

Harcanması gereken boncuklu hakkı

Aklanması gereken kadıdan tokatlı.

Daha ne olsun hesap bizim

            çağ bizim çağımız

                 Şehirler, köyler, haneler hizada

Memleketim giymiş gelinliğini atında

                                   Çöl dantelinden duvaklı.

 

*******************

 

Kuzeyin güneyin önün arkan

  Kendi kendini yakan deli orman

     Uyur mu olmalı yoksa afyon mu

            Bu körlük, bu aymazlık hangi kafadan                     

                        Alenen çizilen büyük resmi okumaya Dilhan

Sırlı yetmelerin besmeleyle kurduğu salıncak

     Tutunduğu dallar ha koptu ha kopacak

            Serini çöl kumuna gömmüş yalın ayak piyonlar

                        Başlarında kaçış rampası hazırlayan baronlar

                                      Zemzemle paklanan yamyam bir coğrafya

                                   Kandaşlarıyla  tutuşturulan

                                                zümrüt başaklı harman

Kime nereye gidersen git Dilhan

     Bugün değilse yarın, geliyor gelmekte olan

            Mahşer davetleri uzak değil çok daha yakın…

            Aymadı aymayacak, aklı tutuklayacaklar

                        Ülkümdür

                                   Geleceğimdir

                                               gerçeğimdir zamanda kaybolan 

 

*******************

Açık mavi niye dinginliktir gülüm
Ne göğü boğar ne denizi incitir
Ne de aşka karşı…

 

Ne afakan coğrafya, şenliği bile ağıt yüklü

Olmaz be Dilhan huzur bulur mu hiç insan?

   Komşuda yangın

         her bir yandan yükselen avaz

                                   Evinden sökülen kadın kız kızan.

  Deli orman yolları ya da köhne bir sandal

   Çıplak ayaklar,

gidilen yer ne kara ne beyaz.

     Göç göç değil kaçış; ya göçmenistan

Yurdundan kaçmak nedir bilir misin Dilhan?

Güç bağımlılığı,

demokrasi denen sahte şey ne haylaz!

Boşluğa bırakılmış

       katar katar kadınlar

                        Kıyıdan toplanan

körpe canlar

                        Asılı bir kancaya sabah ve akşamlar,

                                 ucu çıkmaz.

Kasıklarıma kasıklarıma yüklenir de kıvranırım

Nasıl bir dünya ateşle top oynar gibi

Alışmak, sağırlaşmak demek Dilhan

Bomba sesleri davul gibi sıradan bir ezgiyse

İnsanlık,

döl yatağından düşmüş kara bir ayaz.

 

*******************

Kadınlığın keyif alma yasakları

Hangi erkeksi dilin öyküsüdür Dilhan

 

Ah Dilhan diyeceksin ki “Hiç mi yok güzel şey?”

       Olmaz mı; dört mevsim bir coğrafyada.

            Tarlalar tohuma yakın

                        hâlâ dağlarda çiçekler açar

 kardelenler yükselir ellerinde şamdanlarıyla

Deli akar ırmaklar,

       denizler adalarıyla koyun koyuna

                        Sınırlarımız aynı enlem ve boylamda durağan

                                   Gökyüzü üzerimizde;

                                               ay, güneş ve yıldızlarıyla

       Hâlâ kar yağar Erzurum dağlarına

                        Söz temsili, tarihi eserlerimiz onarımda

                                                           nükte kattık harcına

  Sefer görev emri taşır ceplerinde

                        bizim tayfadan olanlar

                                   Çiftlik sütüyle büyür çocuklarımız

                   Yamalı kot giyebiliyor hâlâ ergen kızlarımız

Yayvan bir umuda gebe gelecek yazlarımız

       Karnından yarılacak kentlerimiz

            Salyasını akıtan Marmara’mız

                        Gelin gibi süzülen boğazlarımız

            Kaymak gibi yollarımız, köprülerimiz

Daha ne olsun Dilhan?

              Çelik kubbemiz yerinde, temel sağlam, taban kallavi

                                               Gök tavanımız düşmezse

                                   Umut aslan ağzında

                                               Göz yaşı analarla dost… 

 

*******************

Hainler besliyorsun Dilhan hainler

Fırsat kollayan…

 

Göre göre sızıldı,

     Sızdırıldı, sızılır kılcal damarlarına

                        Kıyakçıları yancıları dört koldan

                                   Ders almak mı, geç bir kere ne gerek

            Akıl almaz amansız bir aymazlık

                        T/uzağa yürürmüş gibi aynen devam.

Masallar, ah masal tadında kutsal ninniler

            Sarsmadan, ayıkmadan, uyandırmadan

Bu ayıba lâyık mıydık diye sormadan

Ortalık neft kokulu heykeller sürüsü

     Deve kuşu terbiyecisini aratmayan

Korkaklığın atıldığı bir zamandan

            Adaletin vicdanı çekip baş tacı yaptığı o gün

                                   kim hancı kim yolcu kim kervan

Kim ortak kim aslan ağzında ceylan

    Destan nerde kim kahraman

                        Dört başı madur başkan vekil bakan

                        Gidiş el ayak dört el, yolculuğumuz

            Dibi görmeden uygarlığa çıkış çok ırak Dilhan.

     Piyonlar memleketinde şah çok olur hani

Şahların şahı da yaş kesen baş tutan…

 

*******************

Sabahı sonladık Dilhan

Umutlarımız yarına kalsın…

 

Ah Dilhan, kınama sivri dilimi

Kaygım

  Ne hazineden ucuz ekmek kapışması

     Ne sayın efendilere yaltaklık yanaşması

       Ne de soysuzluğa ucuzluk kaynaşması

            Akrep zehri gibi yakıyor aklımın orta yerini

                        Göğsünde müzminleşen endişe oynaşması…

Kayıp gidiyor bak elimizin altından

                        Kanla ödenmiş bir uygarlık

     Tebliğ töreninde asalaklar, tasmalı bağnazlar

            Rivayetlerden gerçek kotaran kuru kalabalık

                        Kokuşuk öfkeler, yapışık tutkular kârhanesi

            Yargı değneğiyle terbiyelenen şu insanlık…

Neresinden bakarsan bak günüme Dilhan

     Sağılmak sağmaktan daha kolay

            Yolsuzluk da dürüst olmaktan

                        Ayrım kayrım kin nefret ayrı konu

       Sadaka erbabı kentli düzgülerle

                        Hepimiz semiz mi semiz ucuz birer kurbanlık

Geldiğimiz zaman uğradığımız travmalar

     Yalan-talan baş gardiyan sihirbazlığı

            Her gün biraz daha dikine

                        Biraz daha dikine varoş dilbazlığı

Kaygım bundandır Dilhan

     Arşı işgal eden kutsal ahlaksızlık

Kucak açmış bizi bekler bak

     Bekareti bozulmamış koyu bir karanlık…

 

*******************

Elleri ne güzeldir şiirin Dilhan

Tutmasını bilirsen…

 

Nicedir söz açmadık adından Dilhan

     Ne bileyim bir öyle diyorsun

                                    yüreğin başka

            Bir ağlar gibisin

                        sonra gülümser gibi incesin.

Sen,

       tenine kültür kazıdığım hazinem

     Varlığına

            şiirler yazdığım gelinlik kızlar gibisin…

                        Bazen gülmeler yaşarız

                                   ağlamaklı yerlerimizde

                                               Bazen ağlar susarız,

                                   hırsımız akla değdiği yerde

Biliriz Dilhan,

                        ülkülerimiz gün gün budansa da

       Kardelen gibi tutunur

                                   çıkarız gök mavisine…

Uygarlığa meydan okursun durduğun yerde

     Gölgen bile görkemli,

                        adın gibi gönülden söylersin

Hep varsın, boylu boyunca oldun,

                                               hep olacaksın

Sen;

     atım, avradım, silahım, aşım, ekmeğim,

                                               kızım, kızanım, memleketimsin.

 

*******************

 

Bu denli kaygıya düşmediydi zihnim

     Aygır tarih yüklendikçe yükleniyor belleğime

            Bir yetke ki sermayesi öfke,

                        üstüme çullanmış

                                   Ruhumu karartansa

                                               cehaletin eli sopalı kâhyası

Kimi dikmiş gözünü göğe

            kimi yoksul heybesine

                        Kimi söylentiler terekesine

                        Kimi suskun,

                                    kimi saldırır kuruluş felsefesine

Ne desem boşa kürek;

                        duyulsa da yok hükmünde

Aydınlığı inkâr;

            bilgiden değil, bilirim körlükten

Ne denge kaldı ne şiraze ne de temiz makam

     Pişkinliğin ayyuka vardığı günler bu günler

            Çıkmaz bir sokağın ucunda başıboş kurbanlığız

                        Ne kadar uzaksak o kadar

                                   bıçağın ucunda duranlardanız

                                               Kim ne derse desin,

                                                            isterse tarihe gömsünler

            Uygarlığa yolumuz var daha,

                                                           gökyüzü evim

Yürüyelim Dilhan yürüyelim,

       Nazım’ın deyişiyle;

            “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

                                               Bu memleket bizim.[6]

 

*******************

 

Ne zaman başımı kaldırıp göz atsam başkente

     Gölgelerin şimendiferi üstüme yürür görürüm.

            Sağgörü yadsımada değil,

                        uzagörümdedir bilirim

Kaç dilli bir geleceğin pençesindeyiz Dilhan?

       Aymazlığı dilbaz makamlar,

                        aklımı dağlıyor

                                   Cehaletin çavlanı,

                                               hiç bu kadar hırçın olmadıydı.

Gördüğüm her yüz

            sanki terkedilmiş mülteci kampı.

                        Ne diyelim göbeğimizin kesildiği yerler buralar

                                   Türküler, şiirler, yasalar,

                                               vekiller, bakanlar

                        Özgür yaşam hakkını eliyle teslim eden

                                                                       Bu kadınlar bizim.

Asalaklara arasta olan şu mermer yürekler

            Uğruna can verilen

                         bağrı yanık ülküler bizim.

Menemen, Sivas, Başbağlar, Kandil;

                                   ölümlere ev sahibi,

                                               Karton ağızlara sakız olsa da

            Beslemeler ciğerimize bomba yağdırsa da

     Ülkesini sevmek suçundan

                        kahramanlar tutuklansa da

                                   Yaşanmışlıklar,

                                               yaşananlar,

                                                           yaşanacaklar bizim.

 

*******************

 

Endişem öylesine keskin

                        ustura gibi diliyor yüreğimi

     İnsanım adına utanmaksa

                                   payıma düşen zorlu görev

            Aymazlığın beteri

                                   hem de aklımdan edeni

Bilirim kurtuluşun öyküsü kaçmak değil, Dilhan.

       Ne de olsa sağlam bir tornadan geçtik

            Kaygımız ülkeyse kaçış yakışmaz,

                                                                       siperdeyiz.

       Anamın kirkit izlerini,

                        Atamın terini saklayan

                                               bu topraklar bizim.

                        Sanattan değil;

                                   betondan yarar uman yetkelerim 

       Büyük çağa öfkeli,

            bin bir genç denizaşırı göç yolunda

                                   Düğün gibi çoşkulu,

                         Üstümüze yığılan kaoslar bizim.

 

*******************

Daha ne olsun ki Dilhan

Erdem paydos, liyakat zapturapta

Elini sallasan yalan…

 

Eğreti durur demokrasi kılıfı,

                        mistik sözlerde

            Özgürlükten yana tarafsız,

                                   susmaksa huzur anıtı

                        Kavramlar soyunmuş anlamdan,

                                               utku göreceli

Kinden, nefretten yağ çıkarılan bulanık günlerde

            Karayele kıyak çeken

                                   baş kâhyalar bizim.

                        Ne menemdir yardakçılık,

                                   prof salyalarıyla gönenir

            Tanrıya kulluğu anlarım da

     kula kulluk bana ters Dilhan.

Öyle günler ki aklın kendini boynuzladığı kaygılı bir dilim

            Hak, hak ettiğin değil;

                        kimin hak bağışlayacağı günün küpesi

Sırçası dökülmüş bir sarnıçta

                                   didişme nöbeti bizim.

     Ne zaman gelecek aklımız başa

                        geç de olsa gelsin derim

            Kaçacak yerimiz yok

                        Aklı evvellere yol vermeyelim

                                   Uyku nöbeti bize göre değil

                                   Yer-gök-deniz varsın yıkılsın

                                               Usu çalınan bu çocuklar bizim.

 

*******************

İtaatte uzmandır kart traş efeleri Dilhan

 

Duymazdan gelir gibi yürüsem de yolumda

     İçimi dağlıyor çığlıkların

            yükseliyor kaygım

                        Alçalan gök,

                                   Sıtkı sıyrılan can,

                                               Beli kırılan umutlar bizim

Abanmış üstüme dayatılmış yaşam biçimi

            Aklımı zorlayan ilişkiler dadanmış sokaklarıma

                        Ülküme yüklenen

                                   varsıl çelişkiler bizim.

Kakma başıma dizelerimin çığlığını Dilhan

       Topu topu temiz bir dünya arayışımdan

            İlkel zekânın şımarıklığı 

                        Umutların kökten kırıklığı

                        Nedensiz ölümlere ev sahipliği

 Nedir bilir misin?

Kamu malına yan bakan

                        fırın delenler

       Kör sadakati saygınlık gören

            oynak köleler

                        Gölge heyetler

                        kumandalı eller

                                   galebe çalsa da

                                   Talanın yalanın alenen köpürdüğü

                                                           Bu topraklar bizim.

 

*******************

 

Kuruluş felsefesine

                        kumpaslar kurulsa da

            Darbe bahanesiyle darbe üstüne

                                    darbeler vurulsa da

                        Demokrasi kılıcıyla mistik yetmeler

                                               yağlı dünyaya sürülse de

       Uğruna verilen canlar,

                        Cayır cayır yanan ormanlar

                                   Tabut arkasından ağlayan

                                                           Bu analar bizim.

Süsleyip bezesek de,

                        Her tür suçu öteye sektirsek de

       yoksulluğu erdem, karayı beyaz göstersek de

            Kuyruğumuz dimdik, kaşığımız apak görünsek de

Bir lokma ekmeğe,

            Bir çuval kömüre muhtaç bu insan

                                   Elma gibi eşeleğinden çürüyen

                                                                       Bu devlet bizim.

Yer yerinden oynasa,

       gök başımıza çökse

            Aklımıza omuz verdik,

                        uygarlık yolundayız Dilhan

                                   Haydi yürüyelim;

                                   “Sert adımlarla her yer inlesin[7]

                                                           “Bu memleket bizim[8]

 

*******************

 

Kınama Dilhan zavallının bilmişliğini

  Akıl bu, erimi ne kadardır bilemez kişi

     Kızardım militan çakması gazetçilere[9]

       Meğer yağlı öykülere kaptırmışsa kul kendini

            Dönemezmiş çölünden kırılsa da tek dişi

Topu topu bir çanak soslu pekmez için

     Kula kul olmanın dayanılmaz pekliği

            Logo vavlı, söz dualı sanırsın inanç işi

Aklın kalkanını aşmışsa keskin hırslar

       Yıkar, basar, paklar geçer yol üstünü

            Hak hukuk kargaların tezgâh üstü alışverişi…

Sarma sırtıma Dilhan zamanın palanını 

     Ruh yükü ne altındır ne gümüş ne de fildişi

            Görürsün kolaçan etsen çırpınan akşamı

                        Kallavi oyundur ne vicdan ne adalet işi…

Yeni çiftlik inşasında döküntüler kahyası

       Kutsal aklın toplu alkış töreni bugün

                        Demir ızgara kafes tel

                                                           kalpazan örgü işi…  

 

*******************

İşte dökme aklın getirdiği kerte bu Dilhan

Zurnanın son deliği yakındır, yakın zaman

 

Özlemişim duru ortamı hem de nasıl Dilhan

Gerim gerim gerilmişiz varoş ağızlardan

Dayatmadan, örtbas ustası yağızlardan

Sevgi, sevda, sevinç ne haddimize

Gözü tok bezi pak ülkümüzden ayrılmadan

Yaşamak insan gibi yaşamak niye uzak Dilhan

Özlüyorum Dilhan özlüyorum işte

Sıfatı gülmece olan eylemleri

Cismine mühür vurulmamış meryemleri

Yüreğe şavkıyan söylemleri özlüyorum

İsterim ki yaşamak

Yük değil sevinç olsun

Kavgadan uzak şiddetten ırak olsun

Ovaların gönençli dağların övünç

Kentlerin pırıl pırıl

Köylerin çeşmeleriyle şırıl şırıl olsun

Hükmetme hırsı küskün

Haksız kazanç kartelleri düşkün

Ağızdan çıkan her söz pişkin olsun…

Gülmeler, şakalar, sevinçler arşa kadar

Yaşam içinde şiir gibi yaşamalar olsun

Öyle olsun ki Dilhan

Örgütlü cehaletin şerrinden

                        Yamama aklın tekelinden

                                                           ırak olsun…

 

*******************

Kurban, ne güzel bir sözcük değil mi Dilhan

Ölsen de öldürsen de kutsalsın…

 

Ne isterim biliyor musun Dilhan

     Çocuklar lalezar gibi

                        kırmızı, sarı, mor

            Analar evlat özleminden

                                    ırak olsun.

Toprak kıvamlı, gökyüzü kadar saf ve duru

     Dağlar dumanı başında,

                                    kardeşliğin sembolü

            Babalar yaşam kaygısından

                                               kurtulmuş olsun.

Nehirler kendi yolunda atıksız, katıksız

     Denizler tuzuyla yosunuyla barışık olsun.

            Yaşam hakkı kutsal

                        İnsanca yaşamaya

                                   sınır konulmamış olsun…

Öyle bir yaşam ki, öyle bir coğrafya ki

     Trakya’sı, Anadolu’su çatısız ev sıcaklığı

            Yasemin kokusu kadar aşk kabartıcı

                        Özgürlük dokunulmaz,

                                    mutluluk inanılmaz olsun.

Öyle olsun ki Dilhan,

                        elleri nasırlı insanım

                                   gündelik kaygıdan

                                                           uzak olsun…

 

*******************

Ne muhteşem kültürmüş be kardeşim

Her öyküyü kurbanına yutturan

 

Yolsuzluğun örtüsü arsızlık

     Yetersizliğin de karşı saldırıdır Dilhan

       Görmüş geçirmişliğin var, el değilsin

            İçi alev alev ne sırlar ne pusular

Notalar sustu, ritim şaştı, toprak küskün

       Üzülme sen, liflerin lime lime söküldüğüne

            Emeğin dirhem dirhem peşkeş çekildiğine

                        Başarıya ceza soyguna kılıf dikildiğine        

                 Dövüldü dövüleli celladına aşık kös davullar

       Şeytanı bile yolda üter

                        Yalama aklın devşirdiği subliminal yollar

       Ayyuka vardı olumsuz seçilim[10] gün be gün Dilhan

  Ne ehil kasap kaldı ne çarşıda hesap

                                   Kime yarar dolup boşalsa bavullar

Doğrul bak, bu yıkımı beceremezdi

                                   Tarihten fışkırıp geleydi Moğollar

Ne desek boş Dilhan

       Kendi akarını görmeyen haktanır

       Başkasının kokarında saklandığını sanır

                        İyi yaşama mı dersin

                                   insanca yaşama mı bağrında

                                        Kaderin sultasıymış gibi

                                               Sevinçten mutluluktan saklanır…

 

*******************

Donumun ıslaklığı Dilhan  

Yalanın yalancısını şah bildiğimdendir

 

Yüreğine serin su serpeyim Dilhan

   Akıl tutuklanamaz

Bilirsin zamana da kurşun değmez

       Üzme kendini, bunlar da gelip geçecekler

Baş uçlarına birer mermer dikecekler

Emanetin asıl sahipleri

Çalıntıları bir bir geri isteyecekler

Yıkıntıları derdest edip

Aslını daha görkemli dikecekler

Ellerinde kazma kürek

Kara günlerin utancını kabre gömecekler

Ya turfanda çocuklar!

Dün olduğu, bugün olduğu gibi yarın da

Hırsızı arsızı velî sanıp

Çaput bağlayıp dilek dileyecekler

Çağ aklını başına çaktığında Dilhan

Militan başhavcılar

Lafazan gazetçiller

         Hazine kemirgengiller

Ketenberenin usturuplusunu görecekler

Kasr-ı Hepbana’ya şıra taşıyanları

Anmak şöyle dursun, daha dün olduğu gibi

İnkârın bini bir para

Kursak korkusundan yerin dibine gömecekler

Tarihin kandırılmışlar sayfasında

Bir ihanet satırını daha süsleyecekler…

 

*******************

Ne diyelim Dilhan; yok, yok, yok… anladık

Üstelik gerçekle yalan arasında çizgi de

Pembe dünyalar çiziyorlar kalkıp tek tek

Burun delikleriniz de mi yok be kardeşim

Çürümüşlük kokuyor memleket…

 

Temelinden sökülen her çivi

  Özgürlüğü elinden alınan her izci için

       Elbet bir gün gelip hesaba durulacak Dilhan

            Topraklarını mafya cennetine

                   Köylerini mülteci kampına çeviren sakilere

                        Canilere yaltaklanan sülüklere

            Damarlarına sızılırken kıyakçı ellere

     Enkazın bedeli bir bir sorulacak

Kişi hakkını çizmesiyle ezenlere

                        İşbirlikçi ihale garnitürü lüpletenlere

            Tarihin kara lekesi tek tek vurulacak…

Kınama Dilhan, bir temenni değil dizelerim

Süzüp süzüp en açık olanlardı söylediklerim

  Dünya da bir hesap yeri, unutma

     Söylemezsem tarih kütüğü yarım duracak

            İnanç ticaretinden kimlik reddine dek

                        Bilirsin tahribatın dökümü uzun       

İyileşmez ihanetin marazı ödeşmeden                      

Bir mahşeri vardır her çağın Dilhan

       Mizan terazisi nasıl nasıl kurulacak…

            Yaralanan her bir sözcük kendi satırına oturacak… 

 

*******************

Şimdi enkaz kaldırma zamanı Dilhan

 

Yıllar var ki ninniler masallar masallar

     Edebiyatta hatırı sayılır işler bunlar

            Daha ne kadar uyutur yaveri bu oyunlar

Yukardan bakınca “Alis Harikalar Diyarında”

Aşağıdansa “Kırk Haramiler” iş başında

       Bak değişiyor anlayış değişiyor demografi

            Arka sokaklar esmer dil taşıyor Asya’dan

                        Balya balya trajedi kazanı sınırlar

       Tsunami gibi dalga dalga, dönüşüyor aldırmadan

Sormaz mı hiç aklı zapturapta olmayan

     Kim bunlar, niçin, nereye koşuyorlar

            Neyi kurmak ne kotarmak isterler zamandan?

Bu böyle gider mi Dilhan, çatlar bir gün

       Bir katre almak gerek akıl çarkından

            Dizelere sığmaz bilirim, çürümüşlüğün resmi

Sığdığınca tuvale yansıtmak da şiir gereği Dilhan

Geçici bunlar, fısıldamak gerek, akıl bulur tatlı dili

Harami düzeninden selami düzenine dönüş

       Çetrefilli olacak çok çetrefilli…

             Bu kadar bakteri kolay mı paklanır kandan

                        Bunca asalak

                                   nasıl uğurlanır bu limandan?

 

*******************

Ne günlere kaldık Dilhan

Pembe panjurlu evler yok artık

Hayali de…

 

Dokunmak istemem karlı dağlara

       Söylemezsem ahtım kalacak Dilhan

                         kaygım ondan

                                   Birkaç dizem açık olsun

                                                varsın aykırı olsun

                                   Diyeceğim odur ki:

                        Oynamayın Dilhan’ın

                                   hatıl ve lentolarıyla

                        Güreşmeyin kiriş ve sütunlarıyla

            Yanar döner, kavrar sinekkapan gibi

Temel öyle sağlam, dört başı mamur ki

       Çimentosu insan eti, suyu kan

            Ruhu ana sevgisi, bedeli can

                        Ne din ne iman ne de Kur’an

                                   En yumuşak karnı cehalet,

                                                           körü körüne inan

       Alınmış ders, tarihin dibi değil;

                                          çok yakın, çok yakın zaman

       Oyun değil bu, oyuncak hiç

Sap döner, keser döner, gün gelir hesap döner

                                                           Ciddi iş ucu kapalı mekan

                        Al aklını yanına, çık karlı dağlara,

                                                                       in ıssız ovalara

       Her ağaçtan, kurttan, kuştan, karıncadan sor:

            Ağız birliği etmiş gibi tek dize;

                        Bir memleketin güvencesi

                                               ‘Bilimi rehber alan insan.’

 

*******************

Eski çamlar bardak olurdu Dilhan

Artık kül oluyor…

 

Soytarısız divan kurulur mu hiç Dilhan

       Olacak elbet en hatırlı en santırlarından

            Yetkini yoksa da atanır katır tırnaklarından

       Ne güzel unutmuştuk gül(dür)üş makamını

Bu güzel gökyüzü altında bakıyorum şaşkın şaşkın

     Ekranlar bile pek süslü meslek erbaplarından

Zaman değişiyor, bakış bir hayli genişledi

     Ekmek aş derdi ne yapsın el gariban…

Amacımız eğretileme olsa da şu dizelerde

     Acı bir öykü haykırır yeraltından

Şaşırma Dilhan sıradan öyküler değil bunlar

       Kontrolsüz güç, işin aslı illiyet bağından

            Dahası ne işler var ki aklın kalkar duysan

                        Bilim ünvanı bile Manukyan tezgahından…

 

*******************

Araba benzeme çabası

İnsanlığını insana unutturan

Ayyuka uzanır sarhoş narası gibi…

 

  Tellalsız olur mu hiç divan, güdük kalır Dilhan

     Gür sesli, alımlı, çalımlı, oyun hamuru kıvamı

       Tellal olmalı; haber sultası, yalan ustası

            Biraz da el almışlığı ilahiyattan

Sufle almalı, övgünün kulplusunu sunmalı

  Kahramanca atılmalı kurdeşenlerin önüne

     Yağ çekti mi en incesinden, ganimet artığıyla

       Besiye çekilmeli bir aşağıdan bir yukarıdan

                        Çıkıntılık mı yaptı, aykırılık mı etti düzenlere

            Dökmeli köküne kibrit suyu

Övgü çıkmadı mı kaleminden

     Yergiye mi dadandı, uymadı mı düzen tayfasına

Çekip almalı ekmeğini kursağından…

     Daha uygar bir dünyaya tefek mi attı

            Derdestleyip kırmalı kalemini güne doğmadan…

Ne diyelim Dilhan çıraklar hocasına benzer illa

     Ne yüce mirastır el almak en muhterem ustadan.

           

        *******************

Bilinmezlikler, görünmezlikler, çelişkiler

Zeki insana göre değil Dilhan

Hele söylentiler hiç…

 

Bu da olur mu deme  Dilhan bu da oldu

Acı ama özetin özeti,

                         Masalın kendisi bu 

Hain değil ihanete ortaklık etmeyen

     Yalancı değil yalana yaltaklık yapmayan

            Terörist değil teröre yataklığın yapmayan

                        Suçlanır, linçlenir, ötelenir oldu Dilhan…

Hırsız değil hırsızı görüp gösteren

       Yolsuzluk değil yolsuzluğu araştırmak isteyen

            Hak gaspı değil hakkını sesli dile getiren

                        Ötelenir, fişlenir, retlenir oldu Dilhan.

     Aynı nefesi kokladığımız bu insan

       Nasıl bir insan insanlık sınırlarını kıran

            Akla sığmayan, mafyalaşmış bir liman

Dünün sınav sıçanları bugün haspehlivan

     Kırkpınar cazgırına küsmüş Dilhan

       Daha ne diyeyim bu utanç resmine

Velhasıl kuruluş felsefesine ihanet

            Balbulaşıklık en yüce feraset oldu Dilhan.

 

*******************

Deli sorular var kafamda Dilhan

Yanıtı karanlık odalarda…

 

Şiir sanatı tarihe not düşmek için değil Dilhan

     Eğitme, dayatma, öğretmek  için de…

            Güncelin kollarına dolandıysam dizelerimle eğer

                        Keyfimden değil; ufkumun bölündüğünden

            Malzemenin ham demirden

Sözün cahil aklında dövüldüğündendir.

            Çağ  bilgi çağı, uzay çağı, çağ akıl çağı

                Rivayetlerin bilgiden sayılıp övüldüğünden

                        Hurafelere sarılıp bilime sövüldüğündendir.

Kentlerine köylerine kenevir tohumu

            Miniklerine üfüf yağı sürüldüğündendir.

Tutundum bu söyleyişe, koyuldum yollarına 

     Biliyorum ben de gerçeklik, çıplak gerçeklik

            Yakışmaz şiir sanatının narin kollarına

                        Bir başkadır şiirde yansımanın gerçekliği, bilirsin

                        Hoş gör Dilhan, boş ver şair sanrılarını

            Ne kadar yüklensem azdır taşıyıcı kolonlarına

       Darasıdır dizelerim, yansımasıdır kaygımın

     İçimde taşıdığım, omzuma sardığın yükünden

Bunalıp düştüğümdendir yollarına…

 

*******************

Uygarlıktan kopuşun hırçın sessizliği bu

Kasırga ardı sıra Dilhan…

 

Sanma şiire taraf buladığımı

     Dizelerim ne taraf olan ne de bertaraf

            Benim kaygım başkadır Dilhan

Oldum olası uzağım ekmek kavgasına

     Okuduğumdan beri tarihi kalbinden

            Anladım ki topraklarında;

                        Gariban üstünde tepinme

                   Bir sulta aklıyla gerinme

            Hazineyi  içten içten kemirme sanatı

                                   Siyaset olmuş Dilhan

Görmedim şu yaşıma dek kanatlarının altında

       Sevinçli, bilinçli, erinçli ortam                          

            İnsana yaraşır hakça yaşam

                        Kendi gülüşüyle akan şehvetli bir zaman            

                        Ya terör ya kıran ya çalan ya da yapay düşman

Tarafgirlik neyime feraseti kim kaybetmiş

       Sokak berduşluğu değil mi kavgadan arta kalan

            Bu bitimsiz kaosu dayatan nasıl bir akıl

                        Niçin çaresiz yaşar bunca yıldır aklı olan insan

Gözlerim açık giderdi Dilhan

       Yazamaz olsaydı kalemim bunları sormadan

Benim kaygım;

Şu ‘sarıyangın’ göz göre göre gelmekte olan,

 

*******************

Çakmayla çatı çatmayı marifet

Yıkıntısında ölmeyi fıtrat  sayan

Ender kalabalıklardanız Dilhan

 

Farkındayım aştım eşiği,

                                   Sarstım seni kaygılarımla

            Sabır Dilhan, içimde volkan

                                   Uçsuz bir tünelde yürür gibiyim.

  Ateş ortasına kurulmuş

     Kulpsuz bir kazan, bense ahşap kepçe

            Karıştır, savur, kotar nereye kadar

                        Yorulmaz lirik kaygı, bitmez bu şiir;

                                   Çoğalır sil baştan

                                               Köklenir her bir kılcal uçtan

            Kuşkum yok yerini alır ardılı, alacak

Yapılır, yapılacak bu toprakların oratoryosu

Çıkarılacak densiz çağın özeti

     İsterim;

       yapılsın, yazılsın

                         gönenmişi, içlisi, bitimsizi;

                                               yanmadan,

                                   yıkılmadan,

                        sarılıp,

            savrulmadan…

zamanım gibi

            Korkudan, kaygıdan,

Hukuksuzluktan

                        umutsuzluktan değil; 

                                   Sevinç yüklü  

   gümrah duygudan…

               

*******************

Örtüyü kaldırdı cıncıklı ehli kamiller Dilhan

Meğer örtü altı

Bit, kene, yılan, çıyan cennetiymiş…

 

Oysa ben bitirmiştim şiirimi Dilhan

  Kaşıyıp yaramı deşmeseydi naraların… 

       Bağışla beni akıl erdiremiyorum

            Nasıl palazlandı bağrında bunca hain

Hiç haykırmadı mı toprağın

     Silkinmedi mi denizlerin için için

       Sararıp yüz çevirmedi mi hiç yaprağın…

       Biliyorum Dilhan şiire yakışmaz bu sözler

Olsun, başka nasıl sığar dizelere aynası

                                                Bunca kaypağın

     Böylesi ihaneti temizleyebilir mi ırmakların

            Örtebilir mi üstünü denizlerin karaların…

Her bir köşede muhtaç bırakılmış garibanlar

     Üstlerinde arpalıklar görevlisi gedikli sıçanlar

       Diğer yanda sahtelik kokan seçilmiş damızlık oğlanlar

            Neresinden tutsak eşeleğinden çürüyen bir elma

Asıl tırtıllar mehter başı ki alnı secdeye değen vesselam

            Yalan talan ustası, sahteye, yolsuzluğa göz yuman

Nereye dönersek dönelim bir deliğimiz

                                               Softaya rehnedilmiş Dilhan

Karamsarlık yok, kaldır başını, dik dur!

Bak ne demiş Cevdet Şakir;

                         “Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti

                        Tarihlere sorun ki bize "Ölmez Türk" derler.[11]

 

*******************

 

(…)

Sürdürülmesi umuduyla… 



[1] Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Mustafa Kemal'in Kağnısı şiirindeki “Elifin kağnısı” 

[2] Naızm Hikmet R., “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında”

[3] Eski Türkçede; güneş, gün ışığı

[4] B.K.Çağlar ve F.N.Çamlıbel/Onuncu Yıl Marşından alınma sözlerdir.

[5] M.K.Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden alınma sözdür.

[6] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden

[7] A.Ulvi Elöve’nin Gençlik Marşı şiirinden alınma dizedir. 

[8] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden…

[9] Gazetçi; fikir yapıcı gibi görünen, ilkel zekâya sahip güdümlü gazeteci , yalan yanlış bilgiyle topluma gaz vermeye çalışan medya şarlatanı.

[10] Negatif seleksiyon, İyiyi cezalandırıp kötüyü ödüllendirerek ehliyet ve liyakatin yok edilmesi…

[11] Harbiye Marşının son iki dizesi, Cevdet Şakir Çetinel






















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)

Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir) Yaşar Özmen Dilhan (Belgesel Nehir Şiir)   DİLHAN Yaşar Özmen     Büyüdükçe azalan kalabalığım Anla...