Dilhan

  


 


 


 

 

                                     Vatan görevi,

             yoksul kaderi,

                             timsah gözyaşı  

             Genç ölümlü gecekondulara

                                            süslü mezar taşı

             Ah Dilhan

                       masumiyet kürenen sokaklarda

                            Vardır her ölümün

                                   bir kimliği

                                            bir de suç ortağı…

 

 

 

 

 

                                Kapak Tasarım/Düzenleme: Yaşar Özmen

                                Yayım Tarihi: 29 Ekim 2021

                                Onay Tarihi:28 Ekim 2021

                                ISBN: 978-605-74589-4-0

                                İletişim: yoz3319@gmail.com

 

 

Yaşam Öyküm 


1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1985’te Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1989’da Kara Harp Okulu Makina Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. TSK’dan 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü, deneme ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Yayımlanan Kitapları:

Bir Damla Suda Halkalar, şiir kitabı, 2018, Temren Yayınları.

Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, 2018, Trend Yayınları.

Umut Bekler Bizi, Görsel-Sayısal Şiir Kitabı, Mayıs 2020, (e-kitap)

İmgelem-İmge-İmgelem, (Denemeler-1) (e-kitap) Vedat Günyol 2020 yılı 4. Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü, Mayıs 2020

Şiir/Sanat Çözümlemesi (Denemeler-2) (e-kitap) Mayıs 2020, Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme dalında “Turgut Uyar’ın ÜÇYÜZBİN Şirinin İncelenmesi” üçüncülük ödülü alan inceleme bu kitaba alınmıştır.

Sanatsal Denemeler (Denemeler-3) (e-kitap) Mart 2021

UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne uygun görülmüştür.

ŞİİR SARNICI (E- DERGİ)’nın, kurucusu, yayımcısı ve yöneticisidir.

Sardunya Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve Nar Öykü/Şiir Seçkisinde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır.

 

 

İÇİNDEKİLER                                                       :

Giriş.………………………………………………….………………………....

Dilhan……………………………………………….............................

Nagehan……………………………….........................................

Yaşamak Yaşatmak Gibi………………………………………..……..

Yokluğunla Baş Başa…………………..………………..................

İsterim ………………….........................................................

Ölçü…..………………………….…………………………....………........

Yaşamak ……………............................................................

Uzaklığın….……………………….………………............................

Kusursuz İbadet Çarşısı………………...................................

Umut…………….....… ……………...………………..……………….....

Venüs’ü Soluyalım………………………………………………………..

Şiir…………………………………………………………………………..…..

 

GİRİŞ

“Ülkemin; sosyo-politik, psiko-sosyal ve felsefi görünümü, şiirle nasıl yansıtılabilir,” sorusuyla başlayan masum bir tasarının çocuğudur Dilhan. ‘Memleketimin mavi sabahından özet geçeyim’ dizesi, bini aşkın dizenin marş motorudur. Şiirin ilk dizeleri, Hidayet Karakuş Yazar İşliği’nde dilsel ve şiirsel açıdan tartışıldığında çok beğenildi. Beğeni bende itici güç oluşturdu. Başta Hidayet Hoca'm olmak üzere tüm işlik arkadaşlarıma destekleri için teşekkür ederim.   

Şiir, sözü gevelemek değildir; iz bırakmış olay ve olguların alnının ortasından vurup aklın kafasını gözünü yarmaktır. Gerçekliğin yansımasından doğan görüntünün, zamana ve insana dokunmasıdır. Estetik kaygı; ortam, uzam, coğrafya, teknik, zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi toplam değerlerden doğar. Yani durumsal estetik algı ve yargı, içinde bulunulan durumla doğru orantılı gelişir. Sözün gücü; tarih, kültür, insan, yaşam ve tekniğin ayrıntılarına dokunursa artar. Çünkü estetik algı, bu ayrıntıların kılcal damarlarından beslenir.

Şair insana seslenir. Bu yüzden, insanın yüksek ve araç değerlerinin içinde ve ötesinde bir görüye sahip olmalıdır ki görünmezleri, ayrıntıları ve duyarlı yanları bulup açığa çıkarsın; bunları şiir tekniğine uygun anlakta yer tutucu söze dönüştürebilsin… 

Bana göre şiirin sanat değeri; duygu değeri, anlam gücü ve söz sanatlarının görevdeşliğinden doğar. Olay ve olgulara bağdaşık anlam duygu değeri, söz sanatlarıyla bütünleşmeli ve bunların görevdeşliğinden daha nesnel bir yapı kurulmalıdır. Çoğu şiirde olduğu gibi, kavramsal alanı tam oluşmamış soyut söz ve duygunun harmanlandığı ağdalı iç söyleşi, imge yaratmış gibi görünmesine karşın okurda beklenen etkiyi yapmıyor, diye düşünüyorum.  Okur, dekor giydirilmemiş soyut sözü yeterince işleyemez; anlamlandıramaz. Okurun şiirle imgelem dünyasına girmesi, rastlantısal anlama ulaşması ve çağrışımsal imgelem kurması; anlamın duygu değerinin; olay, olgu ve dekorla pekiştirilmesine bağlıdır. Nazım Hikmet, Can Yücel ve Cemal Süreya’nın şiirlerini incelediğimizde; olay, olgu, duygu ve nesneyi cezbedici biçimde bütünleştirdikleri, bu özelliği ustalıkla kullandıkları görülüyor.

Şiirin varsa birkaç iyi alışılmamış bağdaştırması veya iyi dizesi, belleğe tutunabiliyor. Diğerleri, okurun imgelem dünyasına ulaşmıyor bile... Bütünlük kurmuyor. Bir şiiri okumakta zorlanıyorsanız veya birkaç gün sonra şiirle ilgili hiçbir şey anımsamıyorsanız nedeni budur, kanısındayım.

  Özgün şiir, kendini okunanlardan ayırt ettirir. Belleğe tutunur. Ayrıca şiir, öyle bir anlam ve anlatıma sahip olmalıdır ki; okurun duyumsadığı ancak tanımlayamadığı; farkına vardığı ancak dile getiremediği; ayırdında olmadığı duygu durumu ve ayrıntıları; açığa çıkararak görüntülemeli ve okurun duygularını ezmelidir. Şiirin şiir olabilmesi için; biçimden anlama, anlamdan anlatıma, sesten çağrışıma, coşumdan estetiğe[1] kadar tüm varlık katmanları dengeli ve etkin kurulmalıdır.

Dikkate alınması gereken en önemli nokta şudur: Okurun imgelemi, en yüksek düzeyde nasıl zenginleştirilir ve devindirilebilir?

Dilhan, yaşamsal deneyim ile toplumsal olgu ve olayların gözleminden doğan uzun soluklu bir şiirdir. Tanık olduğum çağın şiirsel bir yorumudur. Bu benim olay ve olguları görme biçimimdir. Abartı, ironi, değinmece, değişmece, mizah ve benzetme gibi şiir teknikleri, sanatın gereğidir. Kişi ya da herhangi bir kurumu hedef almaz. Bir anlamda yaptığım şey, yaşamsal gerçekliğin insan üzerindeki yansımasıdır. Bu yansımanın şiirle buluşmasıdır. Okur; okuduklarını hangi olay ve hangi durumla özdeşleştirir, nasıl bir imgelem kurar, bilemem. Tamamen okurun dünya algısıyla ilgilidir. Bana göre sanatta ne söylediğin değil; alıcının nasıl anlamlandırdığı ve nasıl bir imgelem dünyasına girdiğidir. Şairin; anımsattığı, çağrıştırdığı veya vurguladığı ne olursa olsun okurdaki karşılığı, büyük oranda rastlantısaldır ve kişisel algı biçimine bağlıdır.

Dünyanın en güzel ve yüce duygusu sevgidir. Sevgi ise güzellik karşısında büyüyen bir duyumsama eylemidir. Pek çok düşünürün söylediği gibi sanat güzeli görünüşe taşımak, insanı güzel ve yetkin ruha ulaştırmaktır. Sonuç olarak insanda sevgiyi ve yaşam sevincini yaratmaktır. Sanat sevmektir; sevmekse şiirdir, şiirselliktir.                                                                                                          26 Ağustos 2021, Narlıdere/İZMİR    

 

[1] Biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik” bir sanat yapıtında olması gereken en az varlık katmanlarıdır.

 Sanatın yalanı olmaz Dilhan  

hele şiir çırıl çıplak

 

 

 

 

DİLHAN

 

Uzan Dilhan şöyle dizimin dibinde

  Memleketimin mavi sabahından özet geçeyim

     Öyle tekdüze değil öykü;

                        gazetelerden okunduğu gibi

       Coğrafyalar köprüsü;

               hava, deniz dört mevsim.

                        Uzamı güneş kültünden,

                              felsefesi insan özünden

                        Hamuru, canhıraş karılmış kan öyküsünden

            Aç uyumuş analar,

                                    oyunsuz büyümüş kız kızan

Bin çapanoğlu hışmına uğramış karalar ki

                                    her bir karışın örtüsü,

                                                           oğul gönünden.

 

*** 

Şiir, düşüncenin uzamı kadardır Dilhan

  Olmaz öyle dil yarmakla, söz gevelemekle

     Ne söylediğin değil;

            nasıl bir resimdir ortaya konan.

            Akarsuyudur bir memleketin akarsuyu

                        Ne kadar acılıysa o kadar coşkun akan.

Kim ne derse desin, bakma sen sağa sola

                                               Şiir ufkundan sağılır.  

                        Yaslanalım şöyle katran koyusu yükümüzle

                                    deltaların humuslu rahmine

                        Döndürelim evine şiiri

     Uykuya daldığı o, gümrah sabahtan…

       Barbarizmi atalım bir yana bugün

                        Gel biz gerçeği,

                                    us kaşıyıcı resmiyle çizelim kor yüreklere

                                               Öyle bir çizelim ki

                                                           anadan üryan.

 

 *** 

Karadeniz’den Akdeniz’e

                                    sarışın bir öykü

     Edirne’den Iğdır’a çağcıl aşklar düzülür

       Sakarya sıcağı, Dumlupınar ayazı, Belkahve sabahı

                        Belleğe nakışlıdır ya “Elifin Kağnısı[2]

                                   Tarihin öylesine içten ki Dilhan

                                                            Mayıs kuşluğu

                                                belki bir Ağustos tanyeri

                        Yavuklunun gönderdiği oyalı mendil gibi

            Öpüp koklayıp sevmezsem

                                                dağları üzülür.

 

 

[2] Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Mustafa Kemal'in Kağnısı şiirindeki “Elifin kağnısı”

***  

Seyit Onbaşı, Kara Fatma

                        ya da Çakırcalı Efe

Soyunup dökünseler şöyle tarihin raflarına

  İnsan ağrısı doğar uygarlık rahminden Dilhan.

     Var mı dünyada yedi düvel üstüne çullanmış

       Zulümün ölümün,

                        egemen olduğu bir coğrafya?

Bir sarı dev doğmuş ki yüzyıllara armağan

  Taze güneşin yeniden yükseldiği yerler gövermiş.

       Sonrası; darbeler,

                       dalavereler,

                                     kavgalar,        

                                                çalmalar…

Yokluğun tuzak kurduğu bir kurak dönem ki

            Çok eski zamanlar değil;

                                     yakın çağ, çook yakın!

Günümüze eğil de şöyle bak içten

            Güç yozlaşması fışkırıyor her bir yandan

Yaşmaklı coğrafyanın türbanlı kızları

  Gönden çarık yapan dedenin torunları değilmiş gibi

            Aslını inkâr için

                                    gaibe merdiven kurmuşlar Dilhan…

 

 *** 

Çehresi pörsümüş bir bulutuz

     ne yağmur

            ne dolu

                        ne de kar yağar bizden

Şiir yazarız ya da sokakları kalabalık süsleriz.

  Damarlarımıza sızmış zehirli bir solucan

            İçin için sürünüyor

                        Bazen kadın bazen kız bazen fidan

                                    her an yürek yıkan yeni bir kurban.

  Atı alan Üsküdar’ı geçmiş

       Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağacı yok artık[3]

            Eski bayramlar ne kadar da kabuk değiştirmiş

                        Çağ post atıyor,

                                    eski post kime, neye kısmet

            Kahkaha masaları, merdiven altı

                 Şadırvanlar terbiye kamçısı

                        Kapı önlerini süpüren evcimen teyzeler

                                    Hocahatun evlerinde

                                                gülsuyu kokulu sohbet…

 

 [3] Naızm Hikmet R., “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında”

*** 

Nereden nereye bilir misin Dilhan?

  Menekşe gibi açan kızların gülüşünden

     Şark ezilmişliği üstüne kurulan cennete

            Tahtırevan üstünde

                                    alayla gider gibiyiz.

Çağdaş dünyanın gümüş hançeriyle

            İnsanlık avına

                        pek yakın günlerdeyiz.

       Kalsak ayrı bir dert,

                         gitsek vatandır bırakılmaz.

     Yalpasından belli bu eksen zorlamaya gelmez.

            Ah şu sunturlu zaman ve insan denen varlık

                        Kılı kırk yarar da

                                    olmaz böylesi körtapan.

 

 *** 

Ucu açık bir dünya neresinde durursan dur

  Azıcık aşım kaygısız başım desen de olur

       Bilirim, tanıksın da dilin varmaz söylemeye

            Aykırıysa sözüm

                                    ülkem gibi ağrıyacak başım.

       Nasıl olsa tıkır tıkır emirlere gebe yasalarımız

            Hüküm kesin,

                        suç peşinden uydurulur.

Doğru, durduğun yere göre değer alır Dilhan

     En iyi sen bilirsin

            ister yasa olsun ister tasa

                        Gıdıklandığı yerden kokar.

     Hesaplaşmanın en ağrılısına bugünler tanık

       Daha dündü beşiğine ıpıslak yatırdığım ülkünün…

                                    Korkma Dilhan zaman ilaçtır;

                                                            taş gediğini bulur,

                        Felsefe uygun, temel sağlam;

                                                çağ ışığını her türlü alır…

 

 *** 

Nasıl da yağlı döngü,

                   şu akıl yakan bağıntılar

Yasalar dizginli, operasyon emre maruz

Aymazlık enflasyonu zaptiye sokaklarda

Saflığını yitirmiş dökme çark,

                                           tutmaz ayar.

   Kime gidersen git Dilhan

 çaldığın her makam kapı-duvar.

   Gel biz yüzleşelim

  korkularımızla, saplantılarımızla

Yüzleşelim

ölümlerdeki ellerimizle

Yüzleşelim

kirimizle, kinimizle

Ve yüzleşelim

karalıktan doğma yüzlerimizle

            Sokalım kirli ilişkiler ocağına bir çomak,

Dağılsın ne varsa; sarı, kırmızı, mor…


 

***  

Bilmek zor değil;

            oyun ortada Dilhan

  Utkumuz,

            masallar kuyruğunda kimsesiz

                        Aslına saldıran sırtlan sürüsü

                                               bizim soylumuz.

Ülkemi ülkemden kurtaran gedikli kalabalık

     Harman yerinde dört başı mamur

                                               Deli Dumrul.

     Ne orada ne burada yangın benim ciğerimde

       Uydur kaydır, uçur denizaşırı öz oğul cevherini

            He bakam de bakam söyle kolay makam…

                  Ne vekil ne bakan ne vali ne de kaymakam…

            Sürgit yollar aynı, diller aynı, ziller aynı

                        Ekmek askıda,

                                    çorba bulamaç,

                                                            işimiz işsizlik

                        Olan bizim aşa,

                                               kara kış bizim başa Dilhan.

 

                                     Umut bindirilmişse hırçın bir takaya

                                        Göç günleri deryanın yüküdür Dilhan

 

 *** 

Sayma akıl düşkünü eskiye özlemlileri

  Gün ola ayıkırlar güneşin doğduğu yeri…

     Şu şark çıbanı denen sürgün,

                                                akla salgın

Bilemezsin nasıl görkemli yoksulluktur;

  tıpkı semer gibidir akıl kuraklığı

     Gelen de yükler giden de Dilhan

       Ne yol senindir ne yük ne de ayaklar

            Sancılıdır soluğun,

                                     tutuludur arpalıklar

Yasa bir yana ilke bir yana ülke bir yana

     Ne güzel huyludur şu mangırlı akrabalıklar

            Aklım tarazlı,

                                    gözlerim utanç pusulası

                        Dalga geçer gibi anlağımda at oynatır

                                    Sadaka tayınlı,

                                                köpüklü ahbaplıklar!


 

 *** 

Neler çekti güzel ülkem bir duysan

       Sarıklıdan,

                        molladan,

                                    yarım imamdan.                   

  Ismarlama makamdan,

                        nöbetçi bakandan,

                                    Nefretten,

                                                hasretten,

                                                           hasret çağrılı sansardan.

Nasıl bezdi bu insanlar hem de nasıl Dilhan

       Yapay düşmandan,

                        sözde feriştahtan

            Tahakkümden, ayırmadan, kayırmadan

     Ütülü beyinden,

                        çakma kumaştan.

            Uzanıp alnından öpesim var güzel ademlerin

                        Sonunda seksen milyon

                                    enkaz “yarattı her yaştan.[4]

 [4] B.K.Çağlar ve F.N.Çamlıbel/Onuncu Yıl Marşından alınma sözlerdir.



 *** 

Söylesem görür müsün Dilhan, neredeyiz?

     Kadın eliyle

            kadınlığın kefeninin biçildiği

                        Erkek diliyle

                                    insanlığın şiddete itildiği

Güvenliğin,

             hasıraltında ciğerinin söküldüğü

                        Gün gün ki adalete

                                    kösele kılıf dikildiği

İklime göre suç,

            kişiye göre doğru üretildiği

                        Kalçası oynak bir köprüde kına gecesindeyiz.

     Bu kadar da olmaz akıl dışı desen de

       Kuzular gibi kınalandık sıramızı bekleriz.

            Daha söylenecek çok şey var saklama yüzünü

       Derler ki bulaşır,

                        utanç denen o gamlı duygu

                                    Öyle de bulaştığını

                                               hiç görmedim ülkemde…



***

 Duyup susarsın kaygılarımın kokusunu

            Görüyorum,

                        kilitlenmiş ören yeridir dilin

Sen demesen de ben derim senin adına

  Şair ergenliği benimkisi on ikidendir dizelerim.

     Dön yüzünü bak bakalım seyran bağlarına

       Uydur kaydır öyküler gündemimiz

            Aslını örtmenin yıllanmış kurnazlığı.

Yalana sultan kavuğu giydirenlerdeniz

  Hükmetme arzusu başa bela bu günlerde

     Bıyık altına bırakılmış yetkiler sürüsü

       Gece yarısı düzenlemeler ülkesindeyiz

Söylenenler övünmelik,

                                    rakamlar yapay,

  Adaletin siparişle iş bağladığı günlerdeyiz.

            Daha nedir ki bunlar Dilhan;

                        Uyruğuyla sorunlu,

                                                    kalantor besleyenlerdeniz.

 

 *** 

Telef edilmiş bir gerçeği beslersen koynunda

  Sen ve parçaların kürede yok hükmünde

     Hani o senin sarı saçların var ya Dilhan

       Şairlerin gözünde her bir teli Dicle olan

            Ne suç işlemiş de tutukludur

                                                           bilir misin?

Koşuk bir dil benimki sen ne dersen de

  Kaç ölümlüden farklıdır bacakların

     Hangi Tanrının umurundadır sarı saçların

       Döllenmek,

            özüdür dünyanın ve yaşamların…

Sen ayırdında değilsen kimin umurunda

     Bu değil aslolan;

                        süreklilik temel içgüdü bilirsin

Kızım, gelinim, anam, bacım; insanoğlu insan

     İyi bakılsa mürdüm gözlere,         

                                    umman okunur

       Gerçek kimsenin tekelinde değil ki Dilhan…

 

  

 *** 

Ülkemin göğüne sızan sağanak gölgeler

  Yaralarımı deşer onulmaz yerlerimde.

     Kapanmaz,

             örtünsem de bütün sabahları

                        Nasıl kaymaklı zaman,

                                    oğul kanı emmek olağan.

Damarlarına sızmış gamlı şu öykü

  Uzun uzun okunup yazılır her bir taraftan  

       Ne yağ yapılır ne de vazgeçilir yağdan.

            Herkesin öyküsü kendisine günceldir Dilhan

Bakma sen ufkumun daralıp kısaldığına

                                    Tükenmez yollar,

                                               haber bekliyorum aklımdan.

Tanıklığıma kurban

     Talanın bu denli sıra dışı heybeti

            O da nedir ki aklım kavruluyor

                   Duydukça;

                        yalanı, yalanla doğrulayan şehveti…

 

 

 *** 

Hikmet miyiz,

            ümmet miyiz,

                        millet miyiz;

     Nereden geldik, neredeyiz,

            Kimliğimle,

                        ülkemin ismiyle derdimiz tasamız,

            Cumhuriyetle,

                                    kurucularıyla,

                                                çağla kavgamız,

                        Hangi dilmeçten sarkma bir iştir Dilhan?

“Kurt sisli havayı sever” derdi dedem

       Dağlarımıza sis mi çöktü,

                                    kurtlar mı bastı?

Karanlığın kahramanı,

                        akıl kırıştıran işlere tanığız

Adına demokrasi diyorlar da geç onu bir kere

     Çıkarsız ilişkinin yadırgandığı bir zamandayız.

            Milletin efendisi ülküsüne sadık bilirdik

                        Yapmadım, görmedim, duymadım sinsiliğini geç

Bal gibi

            çöl fırtınasıyla yuvarlanıyor filikamız.

 

 

***  

İç dökme değil endişeyle söküldüklerim

       Şeytan taşlamaya benzemez;

                                    bu iş insan öyküsü.

Acıların kalabalığındandır akrabalığımız

     Yokluğun yarasındandır yakınlığımız

            Korku dışında sevmeyi öğretmediler ki.

Bakma sen, her öykünün kalabalık durduğuna

     Aslında her öykü kendinin yalnızıdır

            Kimse kimsenin tasasından ıslanmazmış Dilhan.

Ah daha açık söyleyebilsem içimde yananları

       Ne sen katlanabilirdin

                                    ne de ben…

Dışardaki yelden umut bekleriz

  Evimizdeki fırtına yorganımıza el atmışken Dilhan

       Ölümlere saf durmada pek saygılıyız,

                                                elimiz yokmuş gibi

       Gümüş saplı neşter,

                                    daha vurmadan söyler sözünü

            Bize her gün bayram demek;

                                               elimi öpüşünden belli…

 

 

 *** 

Karalanmış bir kere Dilhan

       ruhunun tonozları

            Temize çeksek bile izi kalır,

                                    çimlenir.

Şık elbiseler giydirilmiş ahu gözlü yanılgılara

Makam sarhoşluğuna sığınmış

   Ismarlama yetki,

uydu taşeronlara

Kehribar dizeler kondursak

                                    anlam yavan demlenir.

Nasıl bir bağlaşmanın içindeyiz,

                                           tenimi yüzüyor.

Uygarlık, tezgâha düşmüş pazar güzeli,

Felsefenin kirini süzdüren kadim kültür

            Çaldıkça okul zillerini pırıl pırıl gözlere

                        Göğsüme yükselen sıtmalı bir küre ki

Genetik hırkalı ulema meseli…

 

***   

Güncelin uğultusu yüzümde alev alev

Ne zamandır izliyorum

karanlığın göz kırpışını

Beraat etmiş bir eşkıya soyluluğu

       Yapısöküm çabanın dengesiz kantarı

            Üst üste yığıyor

                         telve telve süzülen sarhoşluğu

Yıkılan her çağdaş yapının yanı başında

       Nöbetteyim tek başına,

                                    ağrılarım aygırlaşıyor

Ağzını büzüp susturacakmışım gibi boşluğu.

Salt güncelin sorunu değil ki bu Dilhan,

                                    göğsüm daralıyor.

Aklın tanrılara kurban edildiği günden beri

Dönem dönem aymazlığın şimşir çubuğu

Pamuk tenine kavgan yüzünü sürüyor… 


 

 *** 

Kokuşmuş ilişkiler merkezinde öykülerimiz

     Ne kadar uzak olursa o kadar temiz kalabiliriz.

            Görünürde çağ atlıyoruz,

                        kıskanıyor dünya

            Kurşun döktürelim

                                     işimiz oraya kaldı Dilhan.

Bir çizgi çekelim şu kaygıların üstüne

  Duyulmaz olsun ne kadar olursa artık.

     Kırmızı karanfil büyütelim kadehlerde

       Bizden uzak,

            hem de çok uzak o güzel günlere

                        Sağduyu buradan da geçecek,

                                                                        bilirim…

Çıkmadık canda umut vardır, derler

            Her gelen kuşak özgür doğar

                          özgür doğacak

                                    İnsan bu; umudu kucak kucak

                                                                       İnanırım…


 

 *** 

Şöyle bir kurcalarsan yerüstünü Dilhan

Güneyinde

          insan etine kurşun sıkan

                        Batı ucunda

                                    deveyi hatabıyla yutan

                                                Tam ortasında

                                                            hazineye olta atan

                        En matrağı

                                     unvanıyla salyalar akıtan

                        Ne çakallar ne kravatlı aslanlar arasındayız.

     Hele yeraltı var ki ben oraya hiç değmiyorum.

            Biliyorum şiirde sözlü saldırı,

                                    havlu atmaya benzer

                        İtici görme dizelerimi,

            Yansımanın gerçekliğini söylüyorum.

Şiir içindekileri sayıklamak değil Dilhan

            Bazen sezdirmek bazen çağrıştırmak

                        Bazen de vurmak,

                                    tam alnının ortasından.

Ne kadar incelsem az, anlıyor musun?

            Ateş bacayı sarmış derler ya tam da öyle

                        Yakut başaklarından mıncıklanan

                                                            cayır cayır bir harman…


 

 *** 

Güzel insanların ince göz yaşları olur

            Severek gidilen ölümler de sevimlidir,

                                                                       bilirim.

     Sormadan geçilmez şeytan dürtüyor hani

            Göz yaşı ve ölüm, sefalet ve zulüm

                        Ülkemde neden hâlâ güzel Dilhan?

  Suç mu buralarda doğmak,

                        yoksa ketenperede miyiz?

Akıl dağıtılırken Adem’in elmasına mı takıldık?

  İnsan denen varlık yüceye ulaşmak için kurguludur

       Teslimiyet ya da esarete bayrak açandır,

                                                                       iyi tanırım.

Oysa hâlâ kadife yorganda

                        topal pire zıplatanlardanız.

                                    İlhan Berk’in ceylanı

                                                suya inmiyor artık.

Ne geldiğimiz yere uygun

                        ne de gideceğimiz yere yakınız.

       Ne desem boşa salınmış bir avaz

              Bu anlayışa söz sürülmez

            Yoz kültür,

                        tornadan geçene dek sürecek,

                                                                        görürüz.


 

 *** 

Bu göz neler gördü biliyor musun Dilhan?

              Terörü, terörle defetmeye soyunan

                        Bir kaşık suda insanlık hukukunu boğan

                                    Ölümlerden ganimet toplayan                                                                                                                                Koca koca devletler

                                    Koca koca adamlar gördü.

Akıl bu denli çaresiz demek Dilhan…

     Oyun içinde oyun, ölüm üstüne ölüm çağı

            Güçsüz başına örülür dört bir yandan

                   Bir anakara yeşil gümrah

                        diğeri kızıl alevli harman.

Biz ne dersek diyelim Dilhan

     Canavar dişli düzen uçsuz bir kuyu

            Varını yoğunu soğuracak kalıbından;

            Adı siyaset bilimi, strateji her neyse

                   Bize yabancı değil ki başat kural

                        Avda en büyük pay

                                    tarihin her deminde

                                                            öncelikli aslan.

 

 

 *** 

Beslemiş yamyam sürüsünü, büyütmüş

     Çöl tozuna bulanmış

                        çağın dişlerine bak!

            Menemen,

                        Madımak,

                                     On beş Temmuz

                        Kara kara yürüyen çakıldaklı kalabalık

       Kotaran kotarana deve kapma[5] sevinci

                        Ardılın ardılı

                                    düzenbiçim sevişmeler gördüm.

Göl maya tutar mı deme, tutarmış meğer 

Danışıklı dövüş der bizim köyün delisi

     Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık

       “…gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde[6]…”

                                    Kale kapılarında

                                                etten heykel sürüsü gördüm.

 

 [5] Cuma namazı için camiye en erken giren kişiye bir deve kurban etmiş kadar yazılan sevap (Hadis olduğu söyleniyor.)

[6] M.K.Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden alınma sözdür.


*** 

İnanmazdım bu denli aklın ayağa düşeceğine

  Korku dağının gölgesi sarmış duru ortamı

       İcazet oyununda ebe, bilim yuvaları

            Dibine dinamit konmuş taşıyıcı duvarları

                        İp izi boynunda zırhlı kralları

                        Kahrından gagasını kıran

                                                kartalları gördüm.

Dizesini içine gömen şairleri geçtim

       Verileri ortaya koymaktan korkan bilim adamları gördüm.

            Vel hasıl, başarısızlığın başarısını    

                        Kutlayan mehteranları gördüm…

                                    Nasıl iş bu, diye sorma Dilhan,                                                                                                                                                sorular hesaba dahildir.


 

 ***

Nasıl bir denizin tortusudur bu?

Ekmek kaygısı,

güç saygısı,

makam korkusu

Yer yarılır gök yıkılır göz önünde

Haberi bile zapturapta

ekranda

 gazetede

Vurgun üstünde vurgunlar düğünlük

Hak aramak ayazda kurutulmuş işkence

Biçimsiz taşlar gediğinde, duvarsa eğreti

Kapısını tut,

penceresini salla,

çatısını çek

Neresinden oynatırsan oynat

Meşin kılıf giydirilmiş mezbele

Naylon pencereli evlerden

Kirli kirli fışkıran afacanlar

Her dem oğul kabrini

göz yaşıyla sulayan analar

Haşarı bir dürtüye kurban,

                        çıtır çıtır kızlar

                        Zihnimizde zelzele….

İnsan olmanın erdemine kasırga eziyeti

Uygarlığın saten duvarına asılacak

Güngörmemiş çeyizler, bizimle el ele…


 

 

***

 Yargılarken bizi zaman,

                        sormaz mı

       Kılcal damarlara sızan zehir

                        Hiç varmaz mı kalbe Dilhan?

Varır da ah şu bağışıklık sistemi!

       Kendi gibi olanın sırtını sıvazlar

                        Ya da uyum sağlar çoğu zaman

Olası mıdır kirsiz ilişkiler, çıkarsız özleşmeler

     Ne diyeyim,

             öyle bir bağ ki düğüm düğüm

Bağlamış cevheri en duyarlı yerinden

     Ne sezgisi bilimden

            ne öngörüsü tarihten

                        ne gücü akıldan

                                    ne de ilkesi inançtan

                                               Teşbihte hata olmaz;

                                                           olsa olsa aymaz soyundan.


 

 *** 

Gönül çalmak değil işimiz Dilhan

Koşumsuz atları çayıra salmak da

Şiir bir sanatsa eğer

çağın kıvancını, utancını        

Makamında dört başı mamur ağırlamak.

Bakma sen ucu sivri dizelerime

İğneyle kazdığımız dipsiz kuyudan

Vargeller hep üstümüzdeydi, biraz da ağırlığından.

Ah bir dokunsan şöyle Pandora’nın kutusuna

Neler neler saklar, bilir misin?

Kim derdi ki gidişler geliş gelişler gidiş olur

Sermayesi üstüne yıkılmış süslü bir çember

Parselli tünekler, üstünde doyumsuz serçeler.

İnceliğine maça papazı sürülmüş bir dönem ki

Mahallenin gedikli hırsızı gibi

Sokak lambalarına söven, avuç avuç pay kapar

     Dinden gayri sermayesi olmayan

            yarı sofistik çocuklar

arzı karış karış toplar…

Demedi deme, bir sistem niye korkar Dilhan?

Şiirden,

kitaptan,

                                    hukuktan

                                               sözün kısası uygarlıktan…

 

 

  *** 

Hangi sessizliği görsem,

                        onlar vardı

       Kızgınlardı, kırgınlardı, yalnızlardı

            Eğik kaşları, göğe kararlı bakışları vardı.

                        Özünü, sözünü;

                                    madalyalarına dizmiş

                                               Özlemi yanık, sevdası yaralı,

                                                           belirsiz yarınları

                                               Ucu ucuna ekleyip oturanlardı.

Ne utanan ne saklanan ne kaçan

  Ne adaletten ne de kamudan medet umanlardı

     Ceplerinde yazılı emirleri,

                        omuzlarında emanet yükleri

            Ülkenin çıkmazlarından yana

                                                kaygıları vardı.

Tarih affetsin Dilhan, söylerken içim acıyor

            Gazi’nin gösterdiği hedefe sadık kalanlardı.

Daha önce dediydim ya, anımsatayım

     ‘Güvenliğin, hasıraltında ciğerinin söküldüğü’

                        Bir deli harman yangını;

                                                sürüyor közü,

                                                           külü silinmez!

 

 *** 

Nasıl desem;

            şu yaşımda ben bile şaşkınım

                        Yalanın pos bıyıklısını

                                    böylesi gür görmemiştim;

Beyin ölümü mü,

            aklımızı hafife almak mı Dilhan?

Sağduyumla saklambaç oynayacak yaşı çoktan geçtim

     Endişem büyüdükçe denizaşırı g/öç sevicisi oluyorum

       İstemez miyim güllük gülistanlık şiir yazmayı

                                    Çocuklar şen,

                                                düşler özgür,

                                                           yaşamak şiir tadında

İyi şiir acılardan kurulur derler ya Dilhan

     Elimi saldığım her bir taşın altı acı saklar

       Yasak demek kuşağıma insanca yaşamak

Kulluğu yırtıp,

       bireyin birey olduğu

            Şiddeti süpürüp

                        sevginin ünlem olduğu

                                    Bağımlılığı kırıp

                                                özgürlüğün insan için olduğu

             Uygar ortamı nasıl özlemişim

                                                             hem de nasıl Dilhan!…


 

 *** 

Bu topraklar nelere tanık bir bilsen Dilhan

Kaza,

yazgı ve yaradılıştır örneğin

Kazara ölümse özgürlük şahı

Fabrikalar, atölyeler, ocaklar, yollar

Emek dağı, sömürü kavşağı, örümcek ağı

Cellat istemez, celladı yaradılıştan

Zonguldak, Soma, Ermenek, Çorlu

Varlığın, yokluğa kurşun sıktığı filinta

Yıkımlara giydirilmiş cepsiz kaftan

Hırsla dokuduğumuz

 her bir top kumaştan.

Koruyucu önlem;

sağduyu ister,

emeğe saygı

biraz da özveri kazançtan

Yasalar yasa değil; sanki patron maşası

Çek sündür bir baştan diğer uçtan…

Ne çok nedensiz ölümler, işgöremezlikler

Göstermelik düzenler,

 denetlemelik kayıtlar…

                   Emek neyse, meslek hastalığı uzun iş

                                     celladına kaç adım ötedir insan?

 

 *** 

Hangisinin ucuna dokunsam, ürperir toprak Dilhan!

Sığmaz bu şiire tuttuğumuz çetele

Kaldıramaz düşünen, acının ağırlığını

Yangın, deprem, sel, göçük, göç, heyelan

Vurur geçer,

yıkar geçer, yakar geçer

sınırlar yol geçen hanı           

Ölümlere bir günlük kalantor saf

Yaralara üstünkörü bir pansuman.

Sorumluluk ne ki

gurur anıtı, kimse geçmez yanından.

Ne diyeyim Dilhan,

eğitim eğitim değilse

Kafalar,

ütüsü bozulmaz kumaştan;

Ya hacamat kongresinde ayaz lalesi

Ya da ahlâk dersinde

etek erketesi

Diyeceğim o ki

Palavralar harmanında

hasatsız muştular döveriz.

Olacak iş mi deme, bizim de görgümüz bu,

kime ne?

Görünen köy kılavuz istemez, derler ya

Çiçeği burnunda asil adayız Dilhan

Üstümüze doğrudur süt dişli heyelan…



 *** 

 

Barut kokusu,

            çıkar soylusu,

                        açlık sesi

     Ne günler ki cinsini yiyen çağın elbisesi

       Yüzer damarlarımı; ön dişleri keskin

            Doğrar küflü neşter,

                                    ağırlık merkezimi

Yedi delikli kent üstünde çıkar nefesi

     Bunlar bizden değil;

                        bu bizden tut elini.

Vatan görevi,

       yoksul kaderi,

            timsah gözyaşı  

                        Genç ölümlü gecekondulara süslü mezar taşı

       Ah Dilhan masumiyet kürenen sokaklarda

                                   Vardır her ölümün

                                               bir kimliği bir de suç ortağı.

Kimilerinin canını ortaya koyduğu ülküler

  Kimilerinin sürek pususu kurduğu kamu malı

       Bu devlet,

            bu insan,

                        bu kara-deniz-hava

                                    Uydurulur yasaya kitaba,

                                                            olmadı punduna

     Verimlidir topraklarımız,

                        yemekle tükenmez ki Dilhan…

 

 

***  

Ah Dilhan

Yıllar var ki ne serkeş kanayan bir yara

Etek ucun yanar cayır cayır da

                               duymaz kolların

Anaların gözü Zap Suyu,

babalar dokuz

 doğumda

Çağ değişti,

felsefe gelişti,

kavram genişledi

Güneş kurşunla zapt edilmez

niye bu kemiksiz çaba?

Telef etmeyin şu çocukları dağlarda taşlarda

Yağız kızlar, ilk adetini analarının dizinde görsün

Ferman ağa, poşusunu yeldirerek gezdirsin bağlarda

Dicle kıvrımlarında umut, Fırat sevda beslesin

Sümbül, ters lalesiyle el ele kardeşten içeri

Ne güzeldir bilir misin, Akdamar’ın Van’a el edişi

Hele nasıl da harlıdır kardeş özlemine Nevruz ateşi…

Sıtkımı sıyırma be candaş

Sıkma boşuna insan etine

                        omzundaki emanet keleşi…


 

 *** 

Makamlar ölümsüzdür arzuya göre palazlanır

  Bir ay ışığında bir karanlıkta döner zaman çarkları

     Bazen demokrasi gibi bir şeyler gelir geçer

       Bazen de demokrasi için

                                               iyi şeyler dümdüz geçer.

Bakmışsın gelmiş demokrasi ama ne demokrasi

     Ağzını açarsan üstüne çullanır aristokrasi

            Hak aramak bir efsane,

                                                suçların en öfkelisi

Direniş ne ki durmak bile tutuklanma gerekçesi

            Ergenekon,

                  Balyoz,

                        Ay Işığı ne güzel isimler

Sahte belgeler beşiğinde belenir isimsiz bebekler

     Ne avukatlar ne savcılar gelir geçer üstünden

       Mizah bile susar,

             karikatür küsmüştür kaleme

                        Bir çizgi, bir soru,

                                    yük artık omuzlarında.

            Çağ atladık, yüceliyor dünya             

                        Kurtuluşunu horlayan

                                    Kindarların boynuzlarında!…

 

 

 *** 

Tırmanıyoruz hızla,

            önümüzdeki sofraya

     Her gün biraz daha ayaza

                        biraz daha yalnızlığa

Olmazları biriktiriyoruz göğümüzde çağa karşın

       Bulutlar yağmura küstü

                                    biliyor musun Dilhan?

       İsteriz ki her şey bizim olsun;

                                    ağacı, dalı, meyvesi

            Vur dağlarına baltayı altın olsun,

                                                kömür olsun

                        Sür tarlalarını,

                                     betondan mezar olsun

Ne altında ne üstündekiler umurda

            Ölen ölsün kalan sağlar         

                                    amelemiz olsun

Dağ, deniz, ova, ırmak, göl çöplüğümüz

     Ayşe nineler ramazan paketiyle uyutulur olsun

            Öfkesi yüreğinde pas;

                        ezberi, boynunda tasmalılara;

                                               ne ürkünç Dilhan

             ah şu düşlediğimiz uygar dünya!

                        İnsanca yaşamak denen şey

                                    ne kadar da yabancı

                                                Çağın elmas palasını

                                                            zulasına kuşananlara…


 

 *** 

Baldırı çıplak öykülere inanılmaz Dilhan

            Dönen dolapların ruhuna

                         çekiç vuranlardanız

Her eylem kendinden çoook ötelere uzanır

       Tekdüze değil düşlediğin gibi;

                                               ucu kangren

     Umut vermek isterdim olur yeri olsaydı

            Çağın öfkesi işte;

                        göründüğünden daha işveli

                                    Yüz yılın birikimi,

                                                tüm kapılarını sürgülemiş

                        Dönmüş arkasını

       güneşe aya, tafra satar,

                        Cehaletin ön tekeri,

                                    akla rehber olmuş sürgit

       Silmiş süpürmüş öç fırtınası bütün dağları

Elimi attığım her kara parçası ele geçirilmiş;

                                                                       yazık

                        Uykumuz ne ağırmış Dilhan,

                                                           çöl ıssızlığı…


 

 *** 

Ticarette, siyasette

dahası bir memlekette

Kandırılmaya istekli kalabalık

ne kadar kalabalıksa

Suyun başındakiler, o kadar arsız

Soyguncular, o kadar altın dişlidir Dilhan.

Dilim varmaz söylemeye

ne zamandır onulmaz bir salgın pençesindeyiz

 Ayırdında olan iç çeker sessiz bir köşede.

Aldanan memnun aldatan memnun

Hayranlığından

yangın yerinde dili trampet çalan

ya da ayrıcalıktan parsa toplayan

Hergele Meydanı’nda fiyonklu şempaze

Ne yaparsak yapalım

Bunun tedavisi yok Dilhan

       Her işin başı eğitim derler ya

Buralarda pul değerinde

Emeksiz yemek alışkanlığı

Havadan, sudan,

          ayrımdan, kayyumdan…

 

 

 *** 

Çaldığı her kapı yüzüne sürgülü

     Umudunu küle basmış

            Hiç genç tanıdın mı sen Dilhan?

                        Ben tanıdım;

                                    bakışından zihnim titredi

                                                kalıbımdan utandım…

Geleceğinden endişe duyan

     Umudunu yurtdışında arayan

            Hiç evladın oldu mu senin Dilhan?

                        Benim oldu;

                                    çöller zihnime dadandı

                                                tenim yüzüldü,

                                                            babalığımı dağladım…

Beyin göçü, kuşak göçü ne dersen de

  Kaymaklı kadayıf öteye,

                        kavga dövüş beriye…

Yokluk yokluğa, çokluk çokluğa yolmuş Dilhan

     Ne diyelim, buralarda cüssesi küçük avlarız

       Umudu bindirmişiz madrabaz bir kayığa

            Okyanus dalgasıyla aynı oyunda ağdalı ortak…

                                    Karlı dağlar sessiz      

                                                            ve övünç içinde.


 

 *** 

Ah şu salgın dönemi ne ağrılı zaman Dilhan

     İnsanın insandan uzaklaştığı kara delik

            Aklın çarşafa dolandığı maskeli günler

                        Küresel kaygının tören geçidi

                                    Rakama vurulan ölümler

                                                             övünç gereci.

Sağlık,

       en büyük özgürlükmüş Dilhan.

            Duruşundan mı konumundan mı bilmem

                        Payımıza düşen hep korku

                                                            hep kavga dövüş

  Virüsten teröre,

             kayırmadan savurmaya

                        Usturuplu sorunlar

                                    Çekirge sürüsü…

Gelip geçer, yakıp geçer yürek denen varlığı

     Mutluluk değil mi bütün çabamız Dilhan?

       Arı gibi özgür, bir arada yaşamak varken…

            Korku niye,

                        dövüş niye bunca kalabalık?

 

 

 *** 

Şu büyük işleri diyorum

                                    bizim büyük işler

     Aymazlığın atasını yetiştiren dönemde yelleniyor

            Çıta biraz daha yukarı

                        her gün biraz daha

       Savrulan her söz ciğerime biraz daha

                                               Biraz daha derin batıyor

                        Karışma,

                                     Konuşma diyorum;

       Aklımı boyayacak kadar şanslı değilim ki

            Yara zımparayla kaşınır mı hiç inadına Dilhan?

Fatma Teyze,

            alaca karanlıkta pazar atığı toplarken

                        Masumlar çetesi

                                    beştaş oyununda kıran kırana

Kolay ekmek kapısı derim bu işe,

                                               kolay lokma

       Devletin malı deniz… demiş atalarımız

                                    Boyun borcu mudur,

                                               atasözü dinlemek Dilhan?

 

 *** 

Dokunmak istemem karlı dağlara

       Söylemezsem yarım kalacak

                         kaygım ondan

                                    Birkaç sözüm dik olsun,

                                                varsın aykırı olsun

                                                           Gitsin haramilere değsin,

                                                                       ovaları yeldirsin

     Diyeceğim odur ki:

                        Oynamayın bu memleketin

                                    hatıl ve lentolarıyla,

                                                Güreşmeyin

                                                            kiriş ve sütunlarıyla

            Yanar döner, kavrar sinekkapan gibi

Temel öyle sağlam, dört başı mamur ki

       Çimentosu insan eti,

                        suyu kan

            Ruhu memleket sevgisi,

                                    bedeli can

                        Ne din ne iman ne de Kur’an

                                    En yumuşak karnı cehalet,

                                                            körü körüne inan

       Alınmış ders, tarihin dibi değil;

                                           çok yakın, çok yakın zaman

                        Al aklını yanına, çık karlı dağlara,

                                                                        in ıssız ovalara

       Her ağaçtan, kurttan, kuştan, karıncadan sor:

                        Ağız birliği etmiş gibi tek dize;

                                    ‘Bir memleketin güvencesi,

                                               bilimi rehber alan insan.’


 *** 

Devlet aklı bir bütündür Dilhan

                        hem de yekbütün

       Ne sende ne bende ne ondadır;

                                     ortak akıldadır

            Biz dengemizi yitirdik dengesizliğimiz ondan.

  Bakma sen üçün beşin hesabına,

                                                kılı kırk yarma

       Şu topraklarda özgürüz hiç olmadığı kadar

            Bilimi, mantığı, sağduyuyu geç şöyle bir dem

                        Her yol erk emrinde,

                                               özgürlüğümüz ondan…

 

 

 *** 

Devlet deneyimi ince iştir Dilhan

                             Sezgi ister,

                                düzgü ister,

                            uzagörüm ister

                            Sistem karmaşık,

                          öykü uzun,

                         kurgu incelik bekler…

Has oyuncular çoktan yerini almış,

pasörler, defanslar,

civa gibi iltisaklı, üstelik pür ahlaklı

Kim demiş;

 “Delikli demir çıktı mertlik bozuldu” diye

Mertliğin feriştahı

dolma kalem mürekkebinde saklı

Endişelenme uygarlık yürüyüşündeyiz Dilhan

            Sırtımız gelmez yere,

                               değmez çamura ayağımız

            Memleket bekâsı bu, ciddi iş, çark dönecek illa.

Saklanması gereken hasır altı

Harcanması gereken boncuklu hakkı

Aklanması gereken kadıdan tokatlı.

Daha ne olsun hesap bizim

            çağ bizim çağımız

                 Şehirler, köyler, haneler hizada

Memleketim giymiş gelinliğini atında

                                    Şark kültüründen duvaklı.

 

 

 *** 

Ne afakan coğrafya, şenliği bile ağıt yüklü

Olmaz be Dilhan huzur bulur mu hiç insan?

   Komşuda yangın

         her bir yandan yükselen avaz

                                    Evinden sökülen kadın kız kızan.

  Deli orman yolları ya da köhne bir sandal

   Çıplak ayaklar,

gidilen yer ne kara ne beyaz.

     Göç göç değil kaçış; ya göçmenistan

Yurdundan kaçmak nedir bilir misin Dilhan?

Güç bağımlılığı,

demokrasi denen sahte şey ne haylaz!

Boşluğa bırakılmış

       katar katar kadınlar

            Kıyıdan toplanan

körpe canlar

                        Asılı bir kancaya sabah ve akşamlar,

                                 ucu çıkmaz.

Kasıklarıma kasıklarıma yüklenir de kıvranırım

Nasıl bir dünya ateşle top oynar gibi

Alışmak, sağırlaşmak demek Dilhan

Bomba sesleri davul gibi sıradan bir ezgiyse

İnsanlık,

döl yatağından düşmüş kara bir ayaz.


 

 *** 

Ah Dilhan diyeceksin ki “Hiç mi yok güzel şey?”

       Olmaz mı;

                        dört mevsim bir coğrafyada.

            Tarlalar tohuma yakın,

                        hâlâ dağlarda çiçekler açar

                                    Kardelenler yükselir

                                               ellerinde şamdanlarıyla

Deli akar ırmaklar,

       denizler adalarıyla koyun koyuna

                        Sınırlarımız aynı enlem ve boylamda durağan

                                    Gökyüzü üzerimizde;

                                                ay, güneş ve yıldızlarıyla

       Hâlâ kar yağar Erzurum dağlarına

                        Söz temsili, tarihi eserlerimiz onarımda

                                                            nükte kattık harcına

  Sefer görev emri taşır ceplerinde

                        bizim tayfadan olanlar

                                    Çiftlik sütüyle büyür çocuklarımız

                   Yamalı kot giyebiliyor hâlâ ergen kızlarımız

Yayvan bir umuda gebe gelecek yazlarımız

       Karnından yarılacak kentlerimiz

            Salyasını akıtan Marmara’mız

                        Gelin gibi süzülen boğazlarımız

            Kaymak gibi yollarımız, köprülerimiz

Daha ne olsun Dilhan?

            En azından

                           temel sağlam, gökyüzünden çatımız…

 

 *** 

Ne istiyorum biliyor musun Dilhan

     Çocuklar lalezar gibi

                        kırmızı, sarı, mor

            Analar evlat özleminden

                                     ırak olsun.

Toprak kıvamlı, gökyüzü kadar saf ve duru

     Dağlar dumanı başında,

                                     kardeşliğin sembolü

            Babalar yaşam kaygısından

                                                muaf olsun.

Nehirler kendi yolunda atıksız, katıksız

     Denizler tuzuyla yosunuyla barışık olsun.

            Yaşam hakkı kutsal

                        İnsanca yaşamaya

                                    sınır konulmamış olsun…

Öyle bir yaşam ki, öyle bir coğrafya ki

     Trakya’sı, Anadolu’su çatısız ev sıcaklığı

            Yasemin kokusu kadar iştah kabartıcı

                        Özgürlük dokunulmaz,

                                     mutluluk inanılmaz olsun.

Öyle olsun ki Dilhan,

                        elleri nasırlı

                                    gündelik kaygısından

                                                           uzak olsun…

 

 *** 

Nicedir söz açmadık adından Dilhan

     Ne bileyim bir öyle diyorsun

                                     yüreğin başka

            Bir ağlar gibisin

                        sonra gülümser gibi incesin.

Sen,

       tenine kültür kazıdığım sevgilim

     Varlığına

            şiirler yazdığım gelinlik kızlar gibisin…

                        Bazen gülmeler yaşarız

                                    ağlamaklı yerlerimizde

                                               Bazen ağlar susarız,

                                                            hırsımız akla değdiği yerde

Biliriz Dilhan,

                        ülkülerimiz gün gün budansa da

       Kardelen gibi tutunur

                                    çıkarız gök mavisine…

Uygarlığa meydan okursun durduğun yerde

     Gölgen bile görkemli,

                        adın gibi gönülden söylersin

Hep varsın, boylu boyunca oldun,

                                               hep olacaksın

Sen;

     atım, avradım, silahım, aşım, ekmeğim,

                                                  kızım, kızanım,

                                                           memleketimsin.

 

 *** 

Şu gün oldu bu denli kaygıya düşmediydi zihnim

     Aygır tarih yüklendikçe yükleniyor belleğime

            Bir yetke ki sermayesi öfke,

                        üstüme çullanmış

                                    Ruhumu karartansa

                                               cehaletin eli sopalı kâhyası

Kimi dikmiş gözünü göğe,

       kimi “Karaüzüm habbesi”ne

                        Kimi suskun,

                                    kimi saldırır kurtuluş nüvesine

Ne desem anlamsız;

                        duyulsa da yok hükmünde

Aydınlığı inkâr;

            bilgiden değil, bilirim körlükten

Ne denge kaldı ne şiraze ne de temiz makam

     Görmezliğin ayyuka vardığı günler bu günler

            Çıkmaz bir sokağın ucunda başıboş kurbanlığız

                        Ne kadar uzaksak o kadar

                                    bıçağın ucunda duranlardanız

                                                Kim ne derse desin,

                                                            isterse tarihi gömsünler

            Uygarlığa yolumuz var daha,

                                                            gökyüzü evim

Yürüyelim Dilhan yürüyelim,

       Nazım’ın deyişiyle;

            “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

                                               Bu memleket bizim.[7]

 

 [7] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden


*** 

Ne zaman başımı kaldırıp göz atsam başkente

     Gölgelerin şimendiferi üstüme yürür görürüm.

            Sağgörü yadsımada değil,

                        uzagörümdedir bilirim

Kaç dilli bir geleceğin pençesindeyiz Dilhan?

       Aymazlığı dilbaz makamlar,

                        aklımı dağlıyor

                                    Cehaletin çavlanı,

                                                hiç bu kadar hırçın olmadıydı.

Gördüğüm her yüz

            sanki terkedilmiş mülteci kampı.

                        Ne diyelim göbeğimizin kesildiği yerler buralar

                                    Türküler, şiirler, yasalar,

                                               vekiller, bakanlar

                        Özgür yaşam hakkını eliyle teslim eden

                                                                        Bu kadınlar bizim.

Asalaklara arasta olan şu mermer yürekler

            Uğruna can verilen

                         bağrı yanık ülküler bizim.

Menemen, Sivas, Başbağlar, Kandil;

                                    ölümlere ev sahibi olsa da

            Beslemeler bomba yağdırsa da

     Ülkesini sevmek suçundan

                        kahramanlar tutuklansa da

                                    Yaşanmışlıklar,

                                                yaşananlar,

                                                           yaşanacaklar bizim.

 

 

 *** 

Endişem öylesine keskin

                        ustura gibi diliyor yüreğimi

     Ülkem adına utanmaksa

                                    payıma düşen en zor görev

            Aymazlığın beteri

                                    hem de yurdumdan edeni

Bilirim kurtuluşun öyküsü kaçmak değil, Dilhan.

       Ne de olsa aidiyeti sağlam bir tornadan geçtik

            Kaygımız memleketse kaçış yakışmaz,

                                                                       siperdeyiz.

       Anamın kirkit izlerini,

                       Atamın terini saklayan

                                               bu topraklar bizim.

                        Sanattan değil;

                                   betondan yarar uman yetkelerim 

       Büyük çağa öfkeli,

            bin bir genç denizaşırı göç yolunda

Düğün gibi çoşkulu,

                         alayımıza abanacak kaoslar bizim.

 

 

 *** 

Eğreti durur demokrasi kılıfı,

                        sofistik sözlerde

            Özgürlükten yana tarafsız,

                                    susmaksa huzur anıtı

                        Kavramlar soyunmuş anlamdan,

                                                utku göreceli

Kinden, nefretten yağ çıkarılan hayta günlerde

            Karayele kıyak çeken

                                    baş kâhyalar bizim.

                        Ne menemdir yardakçılık,

                                    prof salyalarıyla gönenir

            Tanrıya kulluğu anlarım da

     kula kulluk bana ters Dilhan.

Öyle günler ki aklın kendini boynuzladığı kaygılı bir dilim

            Hak, hak ettiğin değil;

                        kimin hak bağışlayacağı;

Sırçası dökülmüş bir sarnıçta

                                    didişme nöbeti bizim.

     Ne zaman gelecek aklımız başa,

                        geç de olsa gelsin derim

            Kaçacak yerimiz yok,

                        çokkabazlara el vermeyelim

                                    Yer-gök-deniz varsın yıkılsın,

                                                usu çalınmış bu çocuklar bizim.

 

 

 *** 

Duymazdan gelir gibi yürüsem de köyüme

            İçimi paralıyor aymazlıklar,

                        büyüyor kaygım

                                    Alçalan gök,

                                                 acıyan can,

                                                            kırılan umutlar bizim

Abanmış üstüme dayatılmış yaşam biçimi

            Aklımı zorlayan ilişkiler dadanmış sokaklarıma

                        Ülküme yüklenen

                                    varsıl çelişkiler bizim.

Kakma başıma dizelerimin çığlığını Dilhan

       Topu topu temiz bir dünya arayışımdan

                        Nedensiz ölümlere ev sahipliği nedir bilir misin?

Kamu malına yan bakan

                        fırın delenler

            Sadakati saygınlık gören

                                     oynak köleler

                        Gölge heyetler

                                    uzaktan kumandalı eller

                                                galebe çalsa da

                                                           Bu topraklar bizim.

 

 

 *** 

Kuruluş felsefesine

                        kumpaslar kurulsa da

            Darbe korkusuyla darbe üstüne

                                     darbeler vurulsa da

                        Demokrasi kılıcıyla yetmeler

                                                yağlı dünyaya sürülse de

       Uğruna verilen canlar,

                        Cayır cayır yanan ormanlar

                                    Tabut arkasından ağlayan

                                                           Bu analar bizim.

Süsleyip bezesek de,

                        sağduyumuzu her yana sürsek de

                                    Kuyruğumuz dimdik görünsek de

Bir lokma ekmeğe,

            bir okka kömüre muhtaç bu insan

                                    Elma gibi eşeleğinden çürüyen

                                                                       Bu devlet bizim.

Yer yerinden oynasa,

       gök başımıza çökse

            Aklımıza omuz verdik,

                        uygarlık yolundayız.

                                    Haydi yürüyelim;

                                    “Sert adımlarla her yer inlesin[8]

                                                           “Bu memleket bizim[9]

 

 [8] A.Ulvi Elöve’nin Gençlik Marşı şiirinden alınma dizedir. 

 [9] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden…


*** 

Farkındayım aştım eşiği,

                                    yordum seni seninle

            Hoşgör Dilhan, içimde volkan

                                    Uçsuz bir tünelde yürür gibiyim.

Öyle bir zamandayız ki

  Ateş ortasına kurulmuş

     Kulpsuz bir kazansın, bense ahşap kepçe

            Karıştır, savur, kotar nereye kadar

                        Yorulmaz bu kaygı bitmez bu şiir

                                    Dallanır yeni baştan

                                               Köklenir her bir kılcal uçtan

            Kuşkum yok yerini alır ardılı, alacak 

     İsterim; yazılsın gönenmişi, daha içlisi, bitimsizi;

                                               yanmadan,

                                    yıkılmadan,

                        sarılıp,

            savrulmadan…

zamanım gibi

            Korkudan, kaygıdan,

                        umutsuzluktan değil;                                                                                                                                                           gümrah duygudan…

                                                             

  Aralık 2020-Ağustos 2021, Narlıdere/İzmir

 

 

NAGEHAN

 

Düşlerin ne civelek

                        sayfaların ak gerdanında

     Vurmuşsun sözlerin dibine

                        en kazanova yerinden

            Yakmışsın yaylım ateşini yürekler arası,

                                               közleniriz. 

                        Duyarlılığın dumansız öyküsü,

                                                           sevginin giyinik hali

     Tutup göğsüne basmışsın,

                        aşk soylusu maral bunlar.

Var ya şu şiirlerinde,

            ağrısı peşin sabahların Nagehan

                        İçimdeki buzulları bozguna uğratır da

                                                                                  ayılırız…

Adam gibi yaşamak ne büyük aymazlık şu günlerde

     Vurdumduymazlığı alıp satmak kelepir üstelik

            Şiirsiz bir zaman diliminde yüzer gibi inceliksiz

                        Düzenbaz tezgâhlarda,

                                     şuh vitrinlerde esir umudun

                                           Beklemek,

                                               beklentinin en hüzünlü ardılı,

                                                                                         biliriz.

 

Ah Nagehan gümüş kabzalı şiirlerin ne filintadır

     Umudun fitilini ateşler gibisin güpegündüz

       Oysa uzun düşlere dalıp şiirlerinde eriyecek

            İncelip öze bürünecek

                        ne kimse var ne zaman

                                    Ne de yüreklerde fırıldayan heyecan,

                                                                                  üzülürüz.

Kimi militan kimi fedai kimi mürit menzilinde

     Ne öyküymüş,

            felsefe taşları sökülür,

                                               yüzülürüz.

Göster,

     var mı ki kaygısı şiir olan bir şair,

                                                           sevinelim.

       Acıyla öğrendiğimiz yaşam önümüzde anıt gibi

            Verili oyuncaklar,

                                     cellat ipi,

                                               emirlere uygun eğleniriz.

 

 

Ne yaparsın çağın uysal afeti,

                        incelikleri süpürmüş

     Öyküsü içten değil;

                        ilim çıkışlı yobazı, bağnazı

Tezgâh süslü,

       kaygı esir,

            çarmıha çoktan gerilmiş

                        Hüzün bile kılık değiştirmiş

                                    sığmıyor kınına

                        Hatırı sayılır ağızlarda,

                                    varaklı kapı gerilerinde

                                               İki dirhem bir çekirdek

                                                            başımız önde diziliriz…

 

 

Koy dizelerini, defterini,

       yürü bize gidelim Nagehan

            Al kalemini, ülkünü, ilkeni;

                                    sevinç beklemez

Bak ne kral deviren yaşıyorlar

                        camlı korkuluklarda

     Ruhları sarılıp ürpermemiş,

                        aşk denen hoş afete

       Zaman nöbetleşe yataklarında,

                                    sevişme gündelik

            Ne yağsı diller var,

                                    çivisiyle oynuyor kürenin

Umuduna dar gelmesin ufkun uzaklığı,

                                                           tutun

     Yaşadığında değil;

                        yaşamadıklarında keşkeler

Olsun, ne olmuş,

            tekerine çomak soktuysak kürenin?

     Komün kazanında kepçemiz bulunmaz,

                                               biz böyleyiz.

       Kendi göbeğini kesmek,

                                    onurlu olan bu değil mi?

            Maya tutmaz ham hesaplar,

                                    gel biz ikiye bölünmeyelim.

 

 

Aydınlığın resmini çizelim,

                        boy boy afacanlarımız olsun

     Dirensinler rüzgâra,

                         yaşamak denen şeyi eskitircesine

Umut gibi damaklarında ağız dolusu tütün

     Çiğnemekten

            ruhu sararmış dişleri olsun ne çıkar?

                        Rüzgâr yön seçmez,

                                    yerçekimi uysaldır,

                                                bulut direnmez

Kaderin kederine takalım kasket

                                    bir de turuncu fular.

     Nerden bakarsan bak,

             her açı bir noktada son bulur Nagehan

Varlığımızın özü işte,

        sürekliliğin köprüsü,

                        istenç dışı gideriz…

 

 

Ne diyelim

        yükle sen yine şiirlerine civelek imgelerini

Sayfaların ak yakası şık dursun

                        gördümduymazlığa karşı

     Yelken basalım zamana,

                        okuyup okyanuslara dökelim

       Kazınmış belleğime nicedir,

                        inceliğine örtülmüş bir tül gibi

Bunlar;

     gör bunlar Nagehan,

            sözün soylusu bir daha okuyalım

                        Küsmek yakışık almaz bir kere,

                                    herkes görebildiğince incedir

Duyan duyar,

     gören görür,

       zaman saydamdır,

                        insan bu

Olur ya bir gün

      yüreğinde mor kelebekler kanatlanır,     

                                                           göneniriz.

 

 

Gülmek, sevmek, ağlamak;

                        şiir gibi ciddi iştir

     Hatır için yapılacak şeyler değil;

                                    incelik ister, istemsiz

       Tuhaf bir dünya,

                        şiirlerin sanki duyguların gezinti parkı

            Ya gelir üstüne salıncak kurar

                         ya da yüzümüzü asar geçeriz.

Uğur ola,

       herkesin öyküsü kendisinin yurdudur Nagehan

            Şiir, şairindeyse gurbettedir,

                                                kimin umurunda, bilesin.

Senin şiirlerin de gurbette kalsın,

                                    yatır yatağına

     Ne olursa olsun,

            olan bir çarşafa olsun,

                                               tutup temizleriz…

 

 

Ser Nagehan pılını pırtını,

     serseriliği üçe bölelim

                        Sıyır üstünü kürenin,

                                    birbirimize büsbütün görünelim

Beden bedene konuk olsun,

                         olmaz ayrı gayrı, özleriz.

Düşlerini süsleyip al duvaklı gelin edelim

     Sal gitsin yaşam denen nesneyi yoluna Nagehan

       İnce bir çizgidir o,

            içimizden dünyaya doğru çizelim

                 Her birini ince ince sevelim irili ufaklı,

                        ufka değsin

                                    Derin kırıklar bunlar,

                                               sen beni ben seni bütünleyelim.

 

 

Sevmek bedelmiş zamanda, olsun,

                                    neyse bedeli öderiz.

  Şiir, biraz da yaşamdan yana

                                     ince ince yontmaktır.

     Ah Nagehan sırtlama bunca yükü,

                                                şairler taşıyamaz

Önümüz kış,

     yolumuz uzun,

       ne de olsa konar göçeriz

            Şiir deyip geçme,

                        yürekten yüreğe ince bir yol çizeriz.

Suyun akışı gibi

            hırs irisi göçebelik bizimki

                        Ha varız ha yokuz,

                                    işte biz bu kadar gerçeğiz.

Karışırız kalabalığa,

            ağlayarak geldik,

                                    uğradık deriz

                        Zaman kaldırdıysa kırbacını,

                                    bayrağımızı diker,

                                                çeker gideriz.

                                                            Temmuz 2020

 

 

YAŞAMAK YAŞATMAK GİBİ

 

Kaldır başını

       bak gökyüzüne adamım

            Çıkart örtünü

                        süz dünyayı kadınım

Bir aklın var okyanuslara egemen

     Düşlerin var dar zamanda evreni fetheden

            Bir gökyüzü var alabildiğine

                                    hür ve sonsuz

İki ayağının altı senden evvel sevgiyle örtünen

       Acının ardılı sevmektir,

                        var git aklın doğrultusuna

                                    İnsanı insanda bul

                                                tut elini öp gözünden, göreyim.

 

Ne önünde engel olsun,

                        alışılmışlık gibi

       Ne kuralların olsun,

                                     dayatılmışlık gibi

            Ne sınırların olsun,

                                               öğretilmişlik gibi

                        Ne beklentilerin olsun,

                                               dünyaya egemen olmak gibi

       Ne de nefretin olsun,

                        hemcinsinden öç almak gibi

Hedefin olsun hedefin,

       barışı koynunda beslemek gibi.

            Sevgin olsun sevgin,

                        yeni bir insana ten örmek gibi.

                                    Özlemin olsun özlemin,

                                                            barışı kurmak gibi…

                                               Çaban olsun çaban

                                                           yaşamak yaşatmak gibi…

                                                                       11 Haziran 2018

 

 

 

Ah yokuşlarımız

   Şu süslü yokuşlarımız

             Kendi yolumuza özenle döşediğimiz…

 

YOKLUĞUNLA BAŞ BAŞA 

 

Biz benle oturduk ay ışığına

     Karşılıklı iki laf kırıyoruz belinden

 

Seni tuttuk oturttuk sol yanımıza

     Yüreğimize merhem söz düşmedi

                                     dilinden 

 

Bazen yokluğundan

  Bazen geçmeyen arabalardan

     Karşı çatıya bu bahar yuva kurmayan martılardan

          Aramızda oynamayı unutan çocuklardan söz ettik

Kokusunu Venüs’e saklayan yaseminleri geç

  Ayın içime saplanan okları daha derin

     Ve şu zeytin yapraklarının ruhumla oynayışı

       Gelip bir tutam hüzün aldı

                                    büyüyen anılardan…

 

Yokluğunla baş başa

  Biz benle oturduk denize karşı

     Ne deniz deniz gibi içinde düşler küskün

       Ne de varlığın yok gibi tüm sözler üzgün

  Dört duvar günleri sıyrılır sabahlardan

     Yarasa gölgesinde uyuyan gündüzler

       Yokluğun gelip dikildiğinde

                                                ince akşamlardan

Ben bizle,

     çekip öptük gözlerini

                        rüyalardan…   

                                                   10 Temmuz 2020 Narlıdere

 

 

İSTERİM

 

Kim istemez yaşamak

            yük değil zevk olsun

     Umut gökyüzü,

       özlem keyfe keder,

Tuttuğum el sıcak,

     çaldığım kapı boş çevrilmez olsun.

       İsterim ki kavgadan uzak

            korkudan bağımsız,

                        şiddete dimdik

                                    yalnızlığa küs olsun. 

Sevgi cüzdanımız

     günışığı gülüşlerimiz

       yüzümüz kırışıktan habersiz olsun.

Umut bütün,

     büsbütün yarınlara güvercin

       kavga unutulmuş,

            övünç sarılmadan doğsun.

                        Bildiriler, öyküler, masallar bir yana

                                    kalemler kilitsiz

                                         sarılmalar deliksiz

                                                saygı kefil,

                                                     güven sevgiden olsun.

 

 

Örtüden değil

       kadın olmaktan

  Kucağında gökkuşağı

       Memelerinde insanlık pınarı

            Cinsiyetten değil

                        insan olmaktan doğsun.

Olsun ki güzel, güzellikle olsun

     İsterim ki anlayış engin,

            sevgi kızışmış kısrak olsun.

Ne kadın önde ne erkek

  Ne gözümüzde perde ne örtü serde

     Ne de korku duvarda asılı olsun.

       Kızlar, kızanlar oyununda

            Çocukluk şiir, gençlik şehir

                        Aşk nehir

                                    Yaşamak oyun içinde oyun olsun.

Olsun ki

     Yaşamın ince yerlerine sataşmak

            Kuralsız,

                        sınırsız,

                                    tutuksuz

                        Sevgiden yana

                                               hırsızlık olsun…

                                                                       Kasım 2020

 

 

Kırılmazdı belki buzlu cam gibi

               Ana arteri heykelimizin;

                               inandıklarımızı sağlam tutabilseydik

Büyük olmazdı acımız

               Yakmazdı belki bu kadar;

                               Kırılmışlıkları

                                               kırıldığı yerde bırakabilseydik...

                                                                              18 May 2013

 

 

ÖLÇÜ

 

Düşleyemezdim bu denli

  Ölçüsüzlüğün egemen olacağını

       Ülkemin devre mülk ağızlarında

            Ölçüsüzlüğün yeni bir ölçü olacağını…

           

            Sıkılan her kurşun bin bumerang

         Sallanan her söz çöküşe kulvar

     Ağrılarım ağır ağır demleniyor  

Ölümün cehalete sorgusu var…

Kurur mu bir yaprak zamansız dalında

  Kaygılı bir mevsim bu böyle nasıl bahar

     Darağacı besmeleyle kurulurken göğe

       Aydınlığa gerilen sevimsiz duvar;

       Aklın elinden tutup

                        uygarlığa saldıracağını.

 

Görmeseydim keşke

     Sadakanın konfeti

       Ekmeğin askıda gelin

            Yoksulluğun şölen

            Kuru kalabalığın

                                    ölçü alacağını…

 

Tarih suskun alışık belli ki

     Yanlışa yalan yarışında

       Bal bulaşıkların

            seferber olacağını.

                                    Nisan 2020

           

Boşandık işte tüm kaygılarımızdan

Umutluyum yarın güneşli olacak

 

YAŞAMAK

 

Ne anlaşılmak ne anlatmak ne anlamak

Ne zorlamak ne zorlanmak

Ne küçümsenmek ne de horlanmak

Yoldaş, karındaş, gönüldaş olmak

Bilincin özgür düşüne

Duygunun özgün güneşine

Aklın ufka yürüyüşüne

Bir yumurta üçüzü gibi bağdaş kurmak

Öyle bir bağdaş ki

Alacaksız vereceksiz

Yalansız dolansız

Ezensiz ezilensiz

Adam gibi

Yaşamak

Yaşamak

Yaşamak…

 

UZAKLIĞIN

 

Güçlü kadın görünümü gölgelenirken yürüyüşünden

  Yumuşak bir dünya kurguluyor yek-bütün yüreğin

       Biliyorum içinde volkan kaynıyor,

                                               zamanı kilitleyen

Ay ışığı batar mı göğsüne batarmış;              

                                               ok gibi, gizlersin

  Niye bu kadar ıssız kurur denizin yaladığı kayalar

     Göçmen kuşlar hiç şaşırmaz bilirsin göç günlerini

       Gül açacak yüzünün gamzesinde,

                                               belki gökkuşağı

Dokunsam kırılmış yerlerine

                                               kim bilir nasıl alev

  Yakın oluşumuzun korkunç uzaklığı işte bu şiir

       Benim bize konuk olamadığım

                                               bir mevsim hüznü

Her sesin ucunda bir sen,

            her sözün içinde özlemin

     Bak ne kadar utangaç dalgalanıyor üstümüzde uzaklığın

                        Yıkılsa da kalkıp gitsek şu göçük kıyısına,

                                                                       ellerini tutsam…

                                                                                    Eylül 2020

 

KUSURSUZ İBADET ÇARŞISI

 

Geçmişten ödünç yargılar,

                                     kimsesiz insanlık

Kırılmış camlar,

                        tekmelenmiş kapı etekleri

       Hizmet aşkına,

                        örtüden kıldan kayırgılı

İnsan olmanın ucunda kırbaç şakırtısı, peh!

  Ne desen de benliğin yok hükmünde

     Bir dava ki görüle görüle tüketilememiş

       Kırılan parçaları toplasam bir sen değilsin

            Ateş oyununda kalkansız hedef tahtası

                 Kurulu şu düzene özgü kaptan olsan ne olur?

Demirlediğin yer,

                         çırpınmalar ve çıplaklar limanı.

 

Ödenmemiş haklar ki

                                    belleğimde derin yara

            Diyetsiz kaygılarım,

                                    hesabı sonraya bırakılmış

Kör bir bekçidir o,

       gözlerimize asmış kelepçelerini

     Kırılma noktası işte direnmek köşede oturan gerekçe

Yasaklardan onur duyduğumuz,

                                               korktuğumuz özenle

Bu alan oyunun baş pazarı,

                                     kusursuz ibadet çarşısı

            Tamahı fırçasına sürmüş ressam bozuntusu

                        Ölüm emrini tuvaline yansıtsa ne olmuş!

Gülelim çabasına insanlığın,

                                    bir tutam daha çağdaşız…

       Yok böyle militan öykü,

                                    ipe kendi kendini dizen

                                               Ne kadar gerçeğin gerçeğiyiz,

                                                           aslımızın kefensiz ölümü…

                                                                                        Eylül 2020

 

Hadi resim çizelim dedim

         Geçtik göğün karşısına

                         Fırçasını aldı eline

O gökyüzünü çizdi

         Ben, gök içirdim gözlerime.

 

 

UMUT

 

Güncel Sanat Dergisi 11. Kaygusuz Abdal

Şiir Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü  

 

Beklentimin ucunda umman,

                                               umut garım

     Kaygımı diriltir sıska gül yapraklarında

            Sağanak gölgeler her sabaha,

                                    kadim kalabalığım

                        Acılar tortusu kördüğüm,

                                                 fren sesi raylarında

Puslandıkça uzaklıklar,

                                    kurnazca daralır ufkum

     Benden yana ağmadı hiç,

                        kantarın topuzu ne keder

Kaygı küpü, duvarı hunharca yıkılan her hücrem

     Olsun yaşamak ince iştir,

                                    durduk yere ağlanmaz ki…

 

Ne kalelerdi devraldığımız

                                    burçları insan manzarası

     Ne güzel çocuklardı

                        toz dumanda oyunsuz büyümüş

            Yüce sevdaydı o,

                                    adını özgürlük koyduğumuz

                        Tutkuydu o,

                                    başarmakla yaşamayı bir koştuğumuz

                 Çeşitliliğin birlikteliğinde coştuğumuz yağız tenler

            Çokluğun tekliğinde buluştuğumuz kuşetli trenler

     Demir alsa umut garından,

başında kavak yelleri

            Islak bir sabaha varır mı bahar mı bahar kokulu?

Nerede o çocuklar,

                         kaleler, aşklar, beklentiler

Zamanı kurşuna dizen kusursuz kalabalıklar

  Hımbıl sesiyle yüklenir, sürtünür, yıkılır belleğim

       Savunamam bu utancı,

                                    dört yandan vuran tipi var

Tütsülü öykü,

            ağdalı inkâr,

                         besleme sürüler

Ne insan ne yaşam ne ray ne gar ne de sen-ben

     Değilse bir diğeri o değil; nedense ötekinin ötekisi

Tutulu yollar, her yol tek gişede son,

                                                           kesik biletim.

Halay çeker harman yerinde,

            uzanmış mendili ciğerime

                        Var gitsin, kepçe kepçe yemekle

                                                           tükenmez memleketim.

 

Onulmaz bir kere ölüm orucuna dadanmış aklım

Olsun aşktan öte ne yükümüz var da

                                                           yolumuzdan kalalım.

 

Hey bu gardan kalkan umut,

            ayaz mı kuru ayaza harman

                        Üzme, en dar zamanda bile

                                    sıkı aşklar yaşanır her zaman…

                                                                                     Ekim 2020

 

 

 

Son damlaydı

                      Yalnızlığımı taşıran…

 

 

 

 

VENÜS’Ü SOLUYALIM

 

Gel seninle şöyle sarılıp Venüs’ü soluyalım

     Gökyüzünü kucaklayıp koklayalım

       Düşlerin değsin aydınlık camlara

            Bitmez tükenmez kaçamaklara dadanalım.

 

Yaslan göğsüme Venüs’ü soluyalım

  Ellerini koy şurama

     Kısa etekli trampetçi kızlar gibi

       Bagetsiz çalan şu ses senin

            Venüs’ü soluyalım…

     Her vuruşu senin adın

            Susmuşluğu senin yokluğun

                        Venüs’ü soluyalım…

 

            Sokul bana Venüs’ü soluyalım

                        Alma gözünü kalsın şuramda

                                    Törpülü düşler gibi

                                                Venüs’ü soluyalım

            Tut elimi bulaşmasın keşkeler

                                                Zühre’yi boyayalım…

                                                                                   May 2021

 

 

ŞİİR

 

Her şiirin;

  vardır biraz uslanmışlığı

     çocukluğa yaslanmışlığı

       yaşamalara uzanmışlığı.

Sevmektir şiir;

     sevilmemiş olanları,

            doğmamış olanları

Varmalar yaşamanın varlarına iki el bir yürekle

  Çiğnemeler sakız gibi bazen de söz tafrasını

     İçli bir türküye ılık kaygıyla vurulmalar

       Maya çalmalar okyanusa, düş konusu

            Kuluçkadan haz doğurmalar

                 Usu usa vurmalar gıdık alır yerinde

                     Gemileri yakıp yürümeler adalara

  Sürülerini sürmeler geçilmemiş patikalardan

Ağaçlar gibi kardeşçe kalabalığı doğurmalar

Ters lale gibi yalnızlığı ayazla yoğurmalar

         Ve özün tözüne,

             sözün yüklüğüne[10] bağdaş kurmalar…

                                                                27 Nisan 2015 Sahilevleri

[10] evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri koymaya yarayan, yerli, büyük dolap ya da yatak, yorgan konulan yer.




 

 

Elleri ne güzeldir şiirin

      Kuytu köşelerime dokunur usul usul..

                      Sonra ayaklarım uzar tombul tepelere

            Düşlerim ıslık çalar su içen bir güvercine

                      Özlem işte bir tatlı serzeniş…

Dili ne güzeldir şiirin

         gidip bulaşır

                      kırbaçlı öykülere…

 

 

 

 

 

 

Bazen bir lastik ayakkabıydı bayram sevinci

Bazen kısa bir pantolon

Bazen de harman yerinde kurulan tahta salıncak

Bugün yiyemeyeceğimiz kadar ekmek

Ölümden sonrasına bile sakladıklarımız var

Doyurmadı, tamamlamadı beni

Çocukluğuma nakşedilen

Mavi bir bayram sabahı kadar…

                                                                   19 Temmuz 2021



[1] Biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik” bir sanat yapıtında olması gereken en az varlık katmanlarıdır.

[2] Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Mustafa Kemal'in Kağnısı şiirindeki “Elifin kağnısı”

 

[3] Naızm Hikmet R., “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında”

[4] B.K.Çağlar ve F.N.Çamlıbel/Onuncu Yıl Marşından alınma sözlerdir.

[5] Cuma namazı için camiye en erken giren kişiye bir deve kurban etmiş kadar yazılan sevap (Hadis olduğu söyleniyor.)

[6] M.K.Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden alınma sözdür.

[7] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden

[8] A.Ulvi Elöve’nin Gençlik Marşı şiirinden alınma dizedir. 

[9] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden…

[10] evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri koymaya yarayan, yerli, büyük dolap ya da yatak, yorgan konulan yer.

 


 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ (Sanatsal Denemeler-4)

Sanata Çözümlemeli Bakış, Sanatsal Denemeler-4, Yaşar Özmen       SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ   (SANATSAL DENEMELER-4)   Yaşar Özmen ...