yoksul kaderi,
timsah
gözyaşı
Genç ölümlü gecekondulara
süslü
mezar taşı
Ah Dilhan
masumiyet kürenen sokaklarda
Vardır her ölümün
bir kimliği
bir
de suç ortağı…
Kapak Tasarım/Düzenleme: Yaşar Özmen
Yayım Tarihi: 29 Ekim 2021
Onay Tarihi:28 Ekim 2021
ISBN: 978-605-74589-4-0
İletişim: yoz3319@gmail.com
Yaşam Öyküm
1964 yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1985’te Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1989’da Kara Harp Okulu Makina Mühendislik bölümünü bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda değişik görev yerlerinde çalıştı. TSK’dan 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına sahiptir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü, deneme ve özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır.
Yayımlanan
Kitapları:
Bir Damla
Suda Halkalar, şiir kitabı, 2018, Temren Yayınları.
Saf
Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi, sanat
çözümlemesine yönelik kuramsal kitap, 2018, Trend Yayınları.
Umut
Bekler Bizi, Görsel-Sayısal Şiir Kitabı, Mayıs
2020, (e-kitap)
İmgelem-İmge-İmgelem,
(Denemeler-1) (e-kitap) Vedat
Günyol 2020 yılı 4. Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü, Mayıs 2020
Şiir/Sanat
Çözümlemesi (Denemeler-2) (e-kitap) Mayıs
2020, Homeros Edebiyat Ödülleri 2020 Bir Şiiri İnceleme dalında “Turgut Uyar’ın
ÜÇYÜZBİN Şirinin İncelenmesi” üçüncülük ödülü alan inceleme bu kitaba
alınmıştır.
Sanatsal
Denemeler (Denemeler-3) (e-kitap) Mart
2021
UMUT isimli
şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne uygun
görülmüştür.
ŞİİR
SARNICI (E- DERGİ)’nın,
kurucusu, yayımcısı ve yöneticisidir.
Sardunya
Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve
Nar Öykü/Şiir Seçkisinde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın
dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır.
İÇİNDEKİLER
:
Giriş.………………………………………………….………………………....
Dilhan……………………………………………….............................
Nagehan……………………………….........................................
Yaşamak Yaşatmak Gibi………………………………………..……..
Yokluğunla
Baş Başa…………………..………………..................
İsterim ………………….........................................................
Ölçü…..………………………….…………………………....………........
Yaşamak ……………............................................................
Uzaklığın….……………………….………………............................
Kusursuz İbadet Çarşısı………………...................................
Umut…………….....… ……………...………………..……………….....
Venüs’ü Soluyalım………………………………………………………..
Şiir…………………………………………………………………………..…..
GİRİŞ
“Ülkemin; sosyo-politik,
psiko-sosyal ve felsefi görünümü, şiirle nasıl yansıtılabilir,” sorusuyla
başlayan masum bir tasarının çocuğudur Dilhan. ‘Memleketimin mavi sabahından
özet geçeyim’ dizesi, bini aşkın dizenin marş motorudur. Şiirin ilk
dizeleri, Hidayet Karakuş Yazar İşliği’nde dilsel ve şiirsel açıdan
tartışıldığında çok beğenildi. Beğeni bende itici güç oluşturdu. Başta Hidayet
Hoca'm olmak üzere tüm işlik arkadaşlarıma destekleri için teşekkür ederim.
Şiir, sözü
gevelemek değildir; iz bırakmış olay ve olguların alnının ortasından vurup
aklın kafasını gözünü yarmaktır. Gerçekliğin yansımasından doğan görüntünün,
zamana ve insana dokunmasıdır. Estetik kaygı; ortam, uzam, coğrafya, teknik,
zaman, eğitim, kültür ve bilgi birikimi gibi toplam değerlerden doğar. Yani
durumsal estetik algı ve yargı, içinde bulunulan durumla doğru orantılı
gelişir. Sözün gücü; tarih, kültür, insan, yaşam ve tekniğin ayrıntılarına
dokunursa artar. Çünkü estetik algı, bu ayrıntıların kılcal damarlarından
beslenir.
Şair insana seslenir. Bu yüzden, insanın
yüksek ve araç değerlerinin içinde ve ötesinde bir görüye sahip olmalıdır ki
görünmezleri, ayrıntıları ve duyarlı yanları bulup açığa çıkarsın; bunları şiir
tekniğine uygun anlakta yer tutucu söze dönüştürebilsin…
Bana göre şiirin sanat değeri; duygu
değeri, anlam gücü ve söz sanatlarının görevdeşliğinden doğar. Olay ve olgulara
bağdaşık anlam duygu değeri, söz sanatlarıyla bütünleşmeli ve bunların
görevdeşliğinden daha nesnel bir yapı kurulmalıdır. Çoğu şiirde olduğu gibi, kavramsal
alanı tam oluşmamış soyut söz ve duygunun harmanlandığı ağdalı iç söyleşi, imge
yaratmış gibi görünmesine karşın okurda beklenen etkiyi yapmıyor, diye
düşünüyorum. Okur, dekor giydirilmemiş
soyut sözü yeterince işleyemez; anlamlandıramaz. Okurun şiirle imgelem
dünyasına girmesi, rastlantısal anlama ulaşması ve çağrışımsal imgelem kurması;
anlamın duygu değerinin; olay, olgu ve dekorla pekiştirilmesine bağlıdır. Nazım
Hikmet, Can Yücel ve Cemal Süreya’nın şiirlerini incelediğimizde; olay, olgu,
duygu ve nesneyi cezbedici biçimde bütünleştirdikleri, bu özelliği ustalıkla
kullandıkları görülüyor.
Şiirin varsa birkaç iyi alışılmamış
bağdaştırması veya iyi dizesi, belleğe tutunabiliyor. Diğerleri, okurun imgelem
dünyasına ulaşmıyor bile... Bütünlük kurmuyor. Bir şiiri okumakta
zorlanıyorsanız veya birkaç gün sonra şiirle ilgili hiçbir şey anımsamıyorsanız
nedeni budur, kanısındayım.
Özgün
şiir, kendini okunanlardan ayırt ettirir. Belleğe tutunur. Ayrıca şiir, öyle
bir anlam ve anlatıma sahip olmalıdır ki; okurun duyumsadığı ancak
tanımlayamadığı; farkına vardığı ancak dile getiremediği; ayırdında olmadığı
duygu durumu ve ayrıntıları; açığa çıkararak görüntülemeli ve okurun
duygularını ezmelidir. Şiirin şiir olabilmesi için; biçimden anlama,
anlamdan anlatıma, sesten çağrışıma, coşumdan estetiğe[1]
kadar tüm varlık katmanları dengeli ve etkin kurulmalıdır.
Dikkate alınması gereken en önemli nokta şudur: Okurun imgelemi, en yüksek düzeyde nasıl zenginleştirilir ve devindirilebilir?
Dilhan, yaşamsal deneyim ile toplumsal olgu ve olayların gözleminden doğan uzun soluklu bir şiirdir. Tanık olduğum çağın şiirsel bir yorumudur. Bu benim olay ve olguları görme biçimimdir. Abartı, ironi, değinmece, değişmece, mizah ve benzetme gibi şiir teknikleri, sanatın gereğidir. Kişi ya da herhangi bir kurumu hedef almaz. Bir anlamda yaptığım şey, yaşamsal gerçekliğin insan üzerindeki yansımasıdır. Bu yansımanın şiirle buluşmasıdır. Okur; okuduklarını hangi olay ve hangi durumla özdeşleştirir, nasıl bir imgelem kurar, bilemem. Tamamen okurun dünya algısıyla ilgilidir. Bana göre sanatta ne söylediğin değil; alıcının nasıl anlamlandırdığı ve nasıl bir imgelem dünyasına girdiğidir. Şairin; anımsattığı, çağrıştırdığı veya vurguladığı ne olursa olsun okurdaki karşılığı, büyük oranda rastlantısaldır ve kişisel algı biçimine bağlıdır.
Dünyanın en güzel
ve yüce duygusu sevgidir. Sevgi ise güzellik karşısında büyüyen bir duyumsama
eylemidir. Pek çok düşünürün söylediği gibi sanat güzeli görünüşe taşımak,
insanı güzel ve yetkin ruha ulaştırmaktır. Sonuç olarak insanda sevgiyi ve
yaşam sevincini yaratmaktır. Sanat sevmektir; sevmekse şiirdir, şiirselliktir. 26 Ağustos 2021,
Narlıdere/İZMİR
[1] “Biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik” bir sanat yapıtında olması gereken en az varlık katmanlarıdır.
Sanatın yalanı olmaz Dilhan
hele şiir çırıl çıplak
DİLHAN
Uzan Dilhan şöyle
dizimin dibinde
Memleketimin mavi sabahından
özet geçeyim
Öyle tekdüze değil öykü;
gazetelerden
okunduğu gibi
Coğrafyalar köprüsü;
hava, deniz dört mevsim.
Uzamı
güneş kültünden,
felsefesi insan özünden
Hamuru,
canhıraş karılmış kan öyküsünden
Aç uyumuş analar,
oyunsuz
büyümüş kız kızan
Bin çapanoğlu hışmına uğramış karalar ki
her
bir karışın örtüsü,
oğul
gönünden.
***
Şiir, düşüncenin uzamı kadardır Dilhan
Olmaz öyle dil yarmakla, söz
gevelemekle
Ne söylediğin değil;
nasıl bir resimdir
ortaya konan.
Akarsuyudur bir memleketin
akarsuyu
Ne kadar
acılıysa o kadar coşkun akan.
Kim ne derse desin, bakma sen sağa sola
Şiir ufkundan
sağılır.
Yaslanalım şöyle katran koyusu yükümüzle
deltaların humuslu
rahmine
Döndürelim
evine şiiri
Uykuya daldığı o, gümrah
sabahtan…
Barbarizmi atalım bir yana bugün
Gel biz gerçeği,
us kaşıyıcı resmiyle çizelim kor
yüreklere
Öyle
bir çizelim ki
anadan
üryan.
***
Karadeniz’den Akdeniz’e
sarışın bir öykü
Edirne’den
Iğdır’a çağcıl aşklar düzülür
Sakarya sıcağı, Dumlupınar ayazı, Belkahve sabahı
Belleğe
nakışlıdır ya “Elifin Kağnısı[2]”
Tarihin
öylesine içten ki Dilhan
Mayıs
kuşluğu
belki bir Ağustos tanyeri
Yavuklunun
gönderdiği oyalı mendil gibi
Öpüp
koklayıp sevmezsem
dağları üzülür.
[2] Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Mustafa Kemal'in Kağnısı şiirindeki “Elifin kağnısı”
***
Seyit Onbaşı, Kara Fatma
ya
da Çakırcalı Efe
Soyunup dökünseler şöyle tarihin raflarına
İnsan
ağrısı doğar uygarlık rahminden Dilhan.
Var
mı dünyada yedi düvel üstüne çullanmış
Zulümün
ölümün,
egemen
olduğu bir coğrafya?
Bir sarı dev doğmuş ki yüzyıllara armağan
Taze
güneşin yeniden yükseldiği yerler gövermiş.
Sonrası;
darbeler,
dalavereler,
kavgalar,
çalmalar…
Yokluğun tuzak kurduğu bir kurak dönem ki
Çok eski zamanlar değil;
yakın çağ, çook yakın!
Günümüze eğil de şöyle bak içten
Güç
yozlaşması fışkırıyor her bir yandan
Yaşmaklı coğrafyanın türbanlı kızları
Gönden
çarık yapan dedenin torunları değilmiş gibi
Aslını
inkâr için
gaibe merdiven kurmuşlar
Dilhan…
***
Çehresi pörsümüş bir bulutuz
ne yağmur
ne dolu
ne de kar yağar bizden
Şiir yazarız ya da sokakları kalabalık
süsleriz.
Damarlarımıza
sızmış zehirli bir solucan
İçin
için sürünüyor
Bazen
kadın bazen kız bazen fidan
her an yürek yıkan yeni bir kurban.
Atı
alan Üsküdar’ı geçmiş
Gülhane
Parkı’ndaki ceviz ağacı yok artık[3]…
Eski
bayramlar ne kadar da kabuk değiştirmiş
Çağ
post atıyor,
eski
post kime, neye kısmet
Kahkaha masaları, merdiven altı
Şadırvanlar
terbiye kamçısı
Kapı
önlerini süpüren evcimen teyzeler
Hocahatun
evlerinde
gülsuyu kokulu sohbet…
[3] Naızm Hikmet R., “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında”
***
Nereden nereye bilir misin Dilhan?
Menekşe
gibi açan kızların gülüşünden
Şark
ezilmişliği üstüne kurulan cennete
Tahtırevan üstünde
alayla
gider gibiyiz.
Çağdaş dünyanın gümüş hançeriyle
İnsanlık avına
pek
yakın günlerdeyiz.
Kalsak
ayrı bir dert,
gitsek vatandır bırakılmaz.
Yalpasından
belli bu eksen zorlamaya gelmez.
Ah şu sunturlu zaman ve insan denen
varlık
Kılı kırk yarar da
olmaz böylesi körtapan.
***
Ucu açık bir dünya neresinde durursan dur
Azıcık aşım kaygısız başım desen
de olur
Bilirim, tanıksın da dilin
varmaz söylemeye
Aykırıysa sözüm
ülkem gibi ağrıyacak
başım.
Nasıl olsa tıkır tıkır
emirlere gebe yasalarımız
Hüküm kesin,
suç peşinden uydurulur.
Doğru, durduğun yere göre değer alır Dilhan
En iyi sen bilirsin
ister yasa olsun ister
tasa
Gıdıklandığı
yerden kokar.
Hesaplaşmanın en ağrılısına
bugünler tanık
Daha dündü beşiğine ıpıslak
yatırdığım ülkünün…
Korkma Dilhan zaman
ilaçtır;
taş gediğini bulur,
Felsefe uygun, temel sağlam;
çağ ışığını her türlü alır…
***
Nasıl da yağlı
döngü,
şu akıl yakan bağıntılar
Yasalar dizginli, operasyon emre maruz
Aymazlık
enflasyonu zaptiye sokaklarda
Saflığını
yitirmiş dökme çark,
tutmaz
ayar.
Kime gidersen
git Dilhan
çaldığın her makam kapı-duvar.
Gel biz
yüzleşelim
korkularımızla, saplantılarımızla
Yüzleşelim
ölümlerdeki ellerimizle
Yüzleşelim
kirimizle, kinimizle
Ve yüzleşelim
karalıktan doğma yüzlerimizle
Sokalım
kirli ilişkiler ocağına bir çomak,
Dağılsın
ne varsa; sarı, kırmızı, mor…
***
Bilmek zor değil;
oyun ortada Dilhan
Utkumuz,
masallar kuyruğunda kimsesiz
Aslına
saldıran sırtlan sürüsü
bizim
soylumuz.
Ülkemi ülkemden kurtaran gedikli kalabalık
Harman yerinde dört başı
mamur
Deli
Dumrul.
Ne orada ne burada yangın
benim ciğerimde
Uydur kaydır, uçur
denizaşırı öz oğul cevherini
He
bakam de bakam söyle kolay makam…
Ne vekil ne bakan ne vali ne de kaymakam…
Sürgit
yollar aynı, diller aynı, ziller aynı
Ekmek askıda,
çorba bulamaç,
işimiz işsizlik
Olan bizim aşa,
kara kış
bizim başa Dilhan.
Umut bindirilmişse hırçın bir takaya
Göç
günleri deryanın yüküdür Dilhan
***
Sayma akıl düşkünü eskiye özlemlileri
Gün ola ayıkırlar güneşin
doğduğu yeri…
Şu şark çıbanı denen sürgün,
akla salgın
Bilemezsin nasıl görkemli yoksulluktur;
tıpkı semer gibidir akıl
kuraklığı
Gelen de yükler giden de
Dilhan
Ne yol senindir ne yük ne
de ayaklar
Sancılıdır soluğun,
tutuludur arpalıklar
Yasa bir yana ilke bir yana ülke bir yana
Ne güzel huyludur şu mangırlı
akrabalıklar
Aklım tarazlı,
gözlerim utanç pusulası
Dalga
geçer gibi anlağımda at oynatır
Sadaka tayınlı,
köpüklü ahbaplıklar!
***
Neler çekti güzel ülkem bir duysan
Sarıklıdan,
molladan,
yarım
imamdan.
Ismarlama makamdan,
nöbetçi bakandan,
Nefretten,
hasretten,
hasret çağrılı sansardan.
Nasıl bezdi bu insanlar hem de nasıl Dilhan
Yapay düşmandan,
sözde
feriştahtan
Tahakkümden, ayırmadan,
kayırmadan
Ütülü beyinden,
çakma
kumaştan.
Uzanıp alnından öpesim
var güzel ademlerin
Sonunda seksen milyon
enkaz “yarattı her yaştan.[4]”
[4] B.K.Çağlar ve F.N.Çamlıbel/Onuncu Yıl Marşından alınma sözlerdir.
***
Söylesem görür müsün Dilhan, neredeyiz?
Kadın eliyle
kadınlığın kefeninin
biçildiği
Erkek
diliyle
insanlığın şiddete
itildiği
Güvenliğin,
hasıraltında ciğerinin söküldüğü
Gün gün ki
adalete
kösele kılıf dikildiği
İklime göre suç,
kişiye göre doğru
üretildiği
Kalçası
oynak bir köprüde kına gecesindeyiz.
Bu kadar da olmaz akıl dışı
desen de
Kuzular gibi kınalandık
sıramızı bekleriz.
Daha söylenecek çok
şey var saklama yüzünü
Derler ki bulaşır,
utanç
denen o gamlı duygu
Öyle de bulaştığını
hiç
görmedim ülkemde…
***
Duyup susarsın kaygılarımın kokusunu
Görüyorum,
kilitlenmiş ören yeridir dilin
Sen demesen de ben derim senin adına
Şair
ergenliği benimkisi on ikidendir dizelerim.
Dön
yüzünü bak bakalım seyran bağlarına
Uydur
kaydır öyküler gündemimiz
Aslını
örtmenin yıllanmış kurnazlığı.
Yalana sultan kavuğu giydirenlerdeniz
Hükmetme
arzusu başa bela bu günlerde
Bıyık
altına bırakılmış yetkiler sürüsü
Gece
yarısı düzenlemeler ülkesindeyiz
Söylenenler övünmelik,
rakamlar
yapay,
Adaletin
siparişle iş bağladığı günlerdeyiz.
Daha nedir ki bunlar Dilhan;
Uyruğuyla
sorunlu,
kalantor
besleyenlerdeniz.
***
Telef edilmiş bir gerçeği beslersen koynunda
Sen ve parçaların kürede yok
hükmünde
Hani o senin sarı saçların
var ya Dilhan
Şairlerin gözünde her bir
teli Dicle olan
Ne suç işlemiş de
tutukludur
bilir
misin?
Koşuk bir dil benimki sen ne dersen de
Kaç ölümlüden farklıdır
bacakların
Hangi Tanrının umurundadır
sarı saçların
Döllenmek,
özüdür dünyanın ve yaşamların…
Sen ayırdında değilsen kimin umurunda
Bu değil aslolan;
süreklilik
temel içgüdü bilirsin
Kızım, gelinim, anam, bacım; insanoğlu insan
İyi bakılsa mürdüm gözlere,
umman
okunur
Gerçek kimsenin tekelinde
değil ki Dilhan…
***
Ülkemin göğüne sızan sağanak gölgeler
Yaralarımı deşer onulmaz
yerlerimde.
Kapanmaz,
örtünsem de bütün sabahları
Nasıl
kaymaklı zaman,
oğul kanı emmek olağan.
Damarlarına sızmış gamlı şu öykü
Uzun uzun okunup yazılır her bir
taraftan
Ne yağ yapılır ne de vazgeçilir yağdan.
Herkesin öyküsü kendisine günceldir Dilhan
Bakma sen ufkumun daralıp kısaldığına
Tükenmez yollar,
haber
bekliyorum aklımdan.
Tanıklığıma kurban
Talanın
bu denli sıra dışı heybeti
O da nedir ki aklım kavruluyor
Duydukça;
yalanı,
yalanla doğrulayan şehveti…
***
Hikmet miyiz,
ümmet miyiz,
millet
miyiz;
Nereden geldik, neredeyiz,
Kimliğimle,
ülkemin ismiyle
derdimiz tasamız,
Cumhuriyetle,
kurucularıyla,
çağla kavgamız,
Hangi
dilmeçten sarkma bir iştir Dilhan?
“Kurt sisli havayı sever” derdi dedem
Dağlarımıza sis mi çöktü,
kurtlar
mı bastı?
Karanlığın kahramanı,
akıl
kırıştıran işlere tanığız
Adına demokrasi diyorlar da geç onu bir kere
Çıkarsız ilişkinin
yadırgandığı bir zamandayız.
Milletin efendisi ülküsüne sadık bilirdik
Yapmadım, görmedim, duymadım
sinsiliğini geç
Bal gibi
çöl fırtınasıyla yuvarlanıyor
filikamız.
***
İç dökme değil endişeyle söküldüklerim
Şeytan taşlamaya benzemez;
bu
iş insan öyküsü.
Acıların kalabalığındandır akrabalığımız
Yokluğun yarasındandır
yakınlığımız
Korku dışında sevmeyi öğretmediler ki.
Bakma sen, her öykünün kalabalık durduğuna
Aslında her öykü kendinin yalnızıdır
Kimse kimsenin tasasından ıslanmazmış
Dilhan.
Ah daha açık söyleyebilsem içimde yananları
Ne sen katlanabilirdin
ne de ben…
Dışardaki yelden umut bekleriz
Evimizdeki fırtına yorganımıza
el atmışken Dilhan
Ölümlere saf durmada pek saygılıyız,
elimiz yokmuş gibi
Gümüş saplı neşter,
daha
vurmadan söyler sözünü
Bize her gün bayram
demek;
elimi
öpüşünden belli…
***
Karalanmış bir kere Dilhan
ruhunun tonozları
Temize
çeksek bile izi kalır,
çimlenir.
Şık elbiseler giydirilmiş ahu gözlü yanılgılara
Makam
sarhoşluğuna sığınmış
Ismarlama yetki,
uydu
taşeronlara
Kehribar
dizeler kondursak
anlam yavan demlenir.
Nasıl bir bağlaşmanın içindeyiz,
tenimi
yüzüyor.
Uygarlık, tezgâha düşmüş pazar güzeli,
Felsefenin
kirini süzdüren kadim kültür
Çaldıkça okul zillerini pırıl pırıl
gözlere
Göğsüme yükselen sıtmalı
bir küre ki
Genetik
hırkalı ulema meseli…
***
Güncelin uğultusu yüzümde alev alev
Ne zamandır
izliyorum
karanlığın göz kırpışını
Beraat etmiş bir eşkıya soyluluğu
Yapısöküm çabanın dengesiz kantarı
Üst üste yığıyor
telve telve süzülen sarhoşluğu
Yıkılan her çağdaş yapının yanı başında
Nöbetteyim tek başına,
ağrılarım aygırlaşıyor
Ağzını büzüp
susturacakmışım gibi boşluğu.
Salt güncelin sorunu değil ki bu Dilhan,
göğsüm
daralıyor.
Aklın
tanrılara kurban edildiği günden beri
Dönem dönem
aymazlığın şimşir çubuğu
Pamuk tenine kavgan yüzünü sürüyor…
***
Kokuşmuş ilişkiler merkezinde öykülerimiz
Ne
kadar uzak olursa o kadar temiz kalabiliriz.
Görünürde çağ atlıyoruz,
kıskanıyor
dünya
Kurşun döktürelim
işimiz oraya kaldı Dilhan.
Bir çizgi çekelim şu kaygıların üstüne
Duyulmaz olsun ne kadar olursa
artık.
Kırmızı karanfil büyütelim
kadehlerde
Bizden uzak,
hem de çok uzak o güzel
günlere
Sağduyu
buradan da geçecek,
bilirim…
Çıkmadık canda umut vardır, derler
Her gelen kuşak özgür
doğar
özgür doğacak
İnsan
bu; umudu kucak kucak
İnanırım…
***
Şöyle bir kurcalarsan yerüstünü Dilhan
Güneyinde
insan
etine kurşun sıkan
Batı ucunda
deveyi hatabıyla yutan
Tam ortasında
hazineye olta atan
En
matrağı
unvanıyla salyalar akıtan
Ne
çakallar ne kravatlı aslanlar arasındayız.
Hele
yeraltı var ki ben oraya hiç değmiyorum.
Biliyorum şiirde sözlü saldırı,
havlu atmaya benzer
İtici görme dizelerimi,
Yansımanın gerçekliğini söylüyorum.
Şiir içindekileri sayıklamak değil Dilhan
Bazen sezdirmek bazen çağrıştırmak
Bazen de vurmak,
tam alnının ortasından.
Ne kadar incelsem az, anlıyor musun?
Ateş bacayı sarmış derler ya tam da
öyle
Yakut
başaklarından mıncıklanan
cayır cayır bir harman…
***
Güzel insanların ince göz yaşları olur
Severek
gidilen ölümler de sevimlidir,
bilirim.
Sormadan geçilmez şeytan
dürtüyor hani
Göz yaşı ve ölüm, sefalet ve zulüm
Ülkemde neden hâlâ güzel Dilhan?
Suç mu buralarda doğmak,
yoksa
ketenperede miyiz?
Akıl dağıtılırken Adem’in elmasına mı takıldık?
İnsan denen varlık yüceye
ulaşmak için kurguludur
Teslimiyet ya da esarete
bayrak açandır,
iyi
tanırım.
Oysa hâlâ kadife yorganda
topal pire
zıplatanlardanız.
İlhan
Berk’in ceylanı
suya inmiyor artık.
Ne geldiğimiz yere uygun
ne de
gideceğimiz yere yakınız.
Ne desem boşa salınmış bir
avaz
Bu anlayışa söz sürülmez
Yoz kültür,
tornadan
geçene dek sürecek,
görürüz.
***
Bu göz neler gördü biliyor musun Dilhan?
Terörü, terörle defetmeye soyunan
Bir kaşık
suda insanlık hukukunu boğan
Ölümlerden
ganimet toplayan Koca koca devletler
Koca
koca adamlar gördü.
Akıl bu denli çaresiz demek Dilhan…
Oyun içinde oyun, ölüm üstüne
ölüm çağı
Güçsüz başına örülür
dört bir yandan
Bir anakara
yeşil gümrah
diğeri
kızıl alevli harman.
Biz ne dersek diyelim Dilhan
Canavar dişli düzen uçsuz bir
kuyu
Varını yoğunu
soğuracak kalıbından;
Adı siyaset bilimi,
strateji her neyse
Bize yabancı
değil ki başat kural
Avda en
büyük pay
tarihin
her deminde
öncelikli aslan.
***
Beslemiş yamyam sürüsünü, büyütmüş
Çöl tozuna bulanmış
çağın
dişlerine bak!
Menemen,
Madımak,
On beş Temmuz
Kara kara
yürüyen çakıldaklı kalabalık
Kotaran kotarana deve kapma[5]
sevinci
Ardılın ardılı
düzenbiçim sevişmeler
gördüm.
Göl maya tutar mı deme, tutarmış meğer
Danışıklı dövüş der bizim köyün delisi
Aşağı tükürsen sakal yukarı
tükürsen bıyık
“…gaflet ve dalalet ve
hatta hıyanet içinde[6]…”
Kale
kapılarında
etten
heykel sürüsü gördüm.
[5] Cuma namazı için camiye en erken giren kişiye bir deve kurban etmiş kadar yazılan sevap (Hadis olduğu söyleniyor.)
[6] M.K.Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden alınma sözdür.
***
İnanmazdım bu denli aklın ayağa düşeceğine
Korku
dağının gölgesi sarmış duru ortamı
İcazet oyununda ebe, bilim yuvaları
Dibine
dinamit konmuş taşıyıcı duvarları
İp izi boynunda zırhlı kralları
Kahrından
gagasını kıran
kartalları gördüm.
Dizesini içine gömen şairleri geçtim
Verileri
ortaya koymaktan korkan bilim adamları gördüm.
Vel
hasıl, başarısızlığın başarısını
Kutlayan mehteranları gördüm…
Nasıl
iş bu, diye sorma Dilhan, sorular hesaba dahildir.
***
Nasıl bir denizin tortusudur bu?
Ekmek
kaygısı,
güç saygısı,
makam korkusu
Yer yarılır gök yıkılır göz önünde
Haberi
bile zapturapta
ekranda
gazetede
Vurgun üstünde vurgunlar düğünlük
Hak
aramak ayazda kurutulmuş işkence
Biçimsiz
taşlar gediğinde, duvarsa eğreti
Kapısını tut,
penceresini salla,
çatısını çek
Neresinden oynatırsan oynat
Meşin kılıf giydirilmiş mezbele
Naylon
pencereli evlerden
Kirli kirli
fışkıran afacanlar
Her dem oğul kabrini
göz yaşıyla sulayan analar
Haşarı bir dürtüye kurban,
çıtır
çıtır kızlar
Zihnimizde
zelzele….
İnsan olmanın erdemine kasırga eziyeti
Uygarlığın
saten duvarına asılacak
Güngörmemiş çeyizler, bizimle el ele…
***
Yargılarken bizi
zaman,
sormaz mı
Kılcal damarlara sızan zehir
Hiç varmaz mı kalbe Dilhan?
Varır da ah şu bağışıklık sistemi!
Kendi gibi olanın sırtını
sıvazlar
Ya da uyum
sağlar çoğu zaman
Olası mıdır kirsiz ilişkiler, çıkarsız özleşmeler
Ne diyeyim,
öyle bir bağ ki düğüm düğüm
Bağlamış cevheri en duyarlı yerinden
Ne sezgisi bilimden
ne öngörüsü tarihten
ne gücü akıldan
ne de ilkesi inançtan
Teşbihte
hata olmaz;
olsa
olsa aymaz soyundan.
***
Gönül çalmak değil işimiz Dilhan
Koşumsuz
atları çayıra salmak da
Şiir bir sanatsa eğer
çağın kıvancını, utancını
Makamında
dört başı mamur ağırlamak.
Bakma sen ucu sivri dizelerime
İğneyle
kazdığımız dipsiz kuyudan
Vargeller hep üstümüzdeydi, biraz da ağırlığından.
Ah bir dokunsan şöyle Pandora’nın kutusuna
Neler
neler saklar, bilir misin?
Kim derdi
ki gidişler geliş gelişler gidiş olur
Sermayesi
üstüne yıkılmış süslü bir çember
Parselli tünekler, üstünde doyumsuz serçeler.
İnceliğine maça papazı sürülmüş bir dönem ki
Mahallenin gedikli hırsızı gibi
Sokak
lambalarına söven, avuç avuç pay kapar
Dinden gayri
sermayesi olmayan
yarı sofistik çocuklar
arzı karış karış toplar…
Demedi deme, bir sistem niye korkar Dilhan?
Şiirden,
kitaptan,
hukuktan
sözün kısası uygarlıktan…
***
Hangi sessizliği görsem,
onlar
vardı
Kızgınlardı, kırgınlardı, yalnızlardı
Eğik kaşları, göğe kararlı
bakışları vardı.
Özünü,
sözünü;
madalyalarına
dizmiş
Özlemi yanık, sevdası yaralı,
belirsiz
yarınları
Ucu ucuna
ekleyip oturanlardı.
Ne utanan ne saklanan ne kaçan
Ne adaletten ne de kamudan medet
umanlardı
Ceplerinde yazılı emirleri,
omuzlarında
emanet yükleri
Ülkenin çıkmazlarından
yana
kaygıları vardı.
Tarih affetsin Dilhan, söylerken içim acıyor
Gazi’nin gösterdiği
hedefe sadık kalanlardı.
Daha önce dediydim ya, anımsatayım
‘Güvenliğin, hasıraltında
ciğerinin söküldüğü’
Bir deli harman yangını;
sürüyor közü,
külü
silinmez!
***
Nasıl desem;
şu yaşımda ben bile şaşkınım
Yalanın pos bıyıklısını
böylesi gür görmemiştim;
Beyin ölümü mü,
aklımızı hafife almak
mı Dilhan?
Sağduyumla saklambaç oynayacak yaşı çoktan geçtim
Endişem büyüdükçe denizaşırı
g/öç sevicisi oluyorum
İstemez miyim güllük
gülistanlık şiir yazmayı
Çocuklar
şen,
düşler
özgür,
yaşamak şiir tadında
İyi şiir acılardan kurulur derler ya Dilhan
Elimi saldığım her bir taşın
altı acı saklar
Yasak demek kuşağıma
insanca yaşamak
Kulluğu yırtıp,
bireyin birey olduğu
Şiddeti süpürüp
sevginin
ünlem olduğu
Bağımlılığı kırıp
özgürlüğün
insan için olduğu
Uygar ortamı nasıl özlemişim
hem
de nasıl Dilhan!…
***
Bu topraklar nelere tanık bir bilsen Dilhan
Kaza,
yazgı ve yaradılıştır örneğin
Kazara ölümse özgürlük şahı
Fabrikalar,
atölyeler, ocaklar, yollar
Emek
dağı, sömürü kavşağı, örümcek ağı
Cellat istemez, celladı yaradılıştan
Zonguldak,
Soma, Ermenek, Çorlu
Varlığın,
yokluğa kurşun sıktığı filinta
Yıkımlara giydirilmiş cepsiz kaftan
Hırsla dokuduğumuz
her bir top
kumaştan.
Koruyucu önlem;
sağduyu
ister,
emeğe saygı
biraz da özveri kazançtan
Yasalar yasa değil; sanki patron maşası
Çek sündür bir baştan diğer uçtan…
Ne çok
nedensiz ölümler, işgöremezlikler
Göstermelik
düzenler,
denetlemelik
kayıtlar…
Emek neyse, meslek hastalığı uzun iş
celladına
kaç adım ötedir insan?
***
Hangisinin ucuna dokunsam, ürperir toprak Dilhan!
Sığmaz bu şiire tuttuğumuz çetele
Kaldıramaz düşünen, acının ağırlığını
Yangın, deprem, sel, göçük, göç, heyelan
Vurur geçer,
yıkar geçer, yakar geçer
sınırlar yol geçen hanı
Ölümlere bir günlük kalantor saf
Yaralara üstünkörü bir pansuman.
Sorumluluk ne ki
gurur anıtı, kimse geçmez yanından.
Ne diyeyim Dilhan,
eğitim eğitim değilse
Kafalar,
ütüsü bozulmaz kumaştan;
Ya hacamat kongresinde ayaz lalesi
Ya da ahlâk dersinde
etek erketesi
Diyeceğim o ki
Palavralar harmanında
hasatsız muştular döveriz.
Olacak iş mi deme, bizim de görgümüz bu,
kime ne?
Görünen köy kılavuz istemez, derler ya
Çiçeği burnunda asil adayız Dilhan
Üstümüze doğrudur süt dişli heyelan…
***
Barut kokusu,
çıkar soylusu,
açlık sesi
Ne günler ki cinsini yiyen çağın
elbisesi
Yüzer damarlarımı; ön
dişleri keskin
Doğrar küflü neşter,
ağırlık
merkezimi
Yedi delikli kent üstünde çıkar nefesi
Bunlar bizden değil;
bu bizden
tut elini.
Vatan görevi,
yoksul kaderi,
timsah gözyaşı
Genç
ölümlü gecekondulara süslü mezar taşı
Ah
Dilhan masumiyet kürenen sokaklarda
Vardır her ölümün
bir kimliği
bir de suç ortağı.
Kimilerinin canını ortaya koyduğu ülküler
Kimilerinin sürek pususu kurduğu
kamu malı
Bu devlet,
bu insan,
bu
kara-deniz-hava
Uydurulur
yasaya kitaba,
olmadı
punduna
Verimlidir topraklarımız,
yemekle
tükenmez ki Dilhan…
***
Ah Dilhan
Yıllar
var ki ne serkeş kanayan bir yara
Etek ucun
yanar cayır cayır da
duymaz kolların
Anaların gözü Zap Suyu,
babalar dokuz
doğumda
Çağ değişti,
felsefe gelişti,
kavram genişledi
Güneş kurşunla zapt edilmez
niye bu kemiksiz çaba?
Telef etmeyin şu çocukları dağlarda taşlarda
Yağız
kızlar, ilk adetini analarının dizinde görsün
Ferman ağa, poşusunu yeldirerek gezdirsin bağlarda
Dicle kıvrımlarında umut, Fırat sevda beslesin
Sümbül, ters lalesiyle el ele kardeşten içeri
Ne güzeldir bilir misin, Akdamar’ın Van’a el edişi
Hele nasıl da harlıdır kardeş özlemine Nevruz ateşi…
Sıtkımı
sıyırma be candaş
Sıkma boşuna insan etine
omzundaki
emanet keleşi…
***
Makamlar ölümsüzdür arzuya göre palazlanır
Bir ay ışığında bir karanlıkta
döner zaman çarkları
Bazen demokrasi gibi bir
şeyler gelir geçer
Bazen de demokrasi için
iyi şeyler dümdüz
geçer.
Bakmışsın gelmiş demokrasi ama ne demokrasi
Ağzını
açarsan üstüne çullanır aristokrasi
Hak aramak bir efsane,
suçların en öfkelisi
Direniş ne ki durmak bile tutuklanma gerekçesi
Ergenekon,
Balyoz,
Ay Işığı ne güzel isimler
Sahte belgeler beşiğinde belenir isimsiz bebekler
Ne avukatlar ne savcılar
gelir geçer üstünden
Mizah bile susar,
karikatür küsmüştür kaleme
Bir çizgi, bir soru,
yük
artık omuzlarında.
Çağ atladık, yüceliyor
dünya
Kurtuluşunu horlayan
Kindarların
boynuzlarında!…
***
Tırmanıyoruz hızla,
önümüzdeki sofraya
Her
gün biraz daha ayaza
biraz daha
yalnızlığa
Olmazları biriktiriyoruz göğümüzde çağa karşın
Bulutlar
yağmura küstü
biliyor musun Dilhan?
İsteriz ki her şey bizim
olsun;
ağacı,
dalı, meyvesi
Vur dağlarına baltayı
altın olsun,
kömür olsun
Sür
tarlalarını,
betondan mezar olsun
Ne altında ne üstündekiler umurda
Ölen ölsün kalan
sağlar
amelemiz olsun
Dağ, deniz, ova, ırmak, göl çöplüğümüz
Ayşe nineler ramazan
paketiyle uyutulur olsun
Öfkesi yüreğinde pas;
ezberi,
boynunda tasmalılara;
ne
ürkünç Dilhan
ah şu düşlediğimiz uygar dünya!
İnsanca
yaşamak denen şey
ne
kadar da yabancı
Çağın elmas palasını
zulasına kuşananlara…
***
Baldırı çıplak öykülere inanılmaz Dilhan
Dönen dolapların ruhuna
çekiç vuranlardanız
Her eylem kendinden çoook ötelere uzanır
Tekdüze değil düşlediğin
gibi;
ucu
kangren
Umut vermek isterdim olur
yeri olsaydı
Çağın öfkesi işte;
göründüğünden
daha işveli
Yüz
yılın birikimi,
tüm kapılarını
sürgülemiş
Dönmüş
arkasını
güneşe aya, tafra satar,
Cehaletin ön tekeri,
akla rehber olmuş sürgit
Silmiş süpürmüş öç
fırtınası bütün dağları
Elimi attığım her kara parçası ele geçirilmiş;
yazık
Uykumuz ne
ağırmış Dilhan,
çöl ıssızlığı…
***
Ticarette, siyasette
dahası bir memlekette
Kandırılmaya istekli kalabalık
ne kadar kalabalıksa
Suyun başındakiler, o kadar arsız
Soyguncular, o kadar altın dişlidir Dilhan.
Dilim varmaz söylemeye
ne zamandır onulmaz bir salgın
pençesindeyiz
Ayırdında olan
iç çeker sessiz bir köşede.
Aldanan memnun aldatan memnun
Hayranlığından
yangın yerinde dili trampet çalan
ya da ayrıcalıktan parsa toplayan
Hergele Meydanı’nda fiyonklu şempaze
Ne yaparsak yapalım
Bunun tedavisi yok Dilhan
Her işin
başı eğitim derler ya
Buralarda pul değerinde
Emeksiz yemek alışkanlığı
Havadan, sudan,
ayrımdan, kayyumdan…
***
Çaldığı her kapı yüzüne sürgülü
Umudunu
küle basmış
Hiç genç tanıdın mı sen Dilhan?
Ben tanıdım;
bakışından zihnim
titredi
kalıbımdan utandım…
Geleceğinden endişe duyan
Umudunu
yurtdışında arayan
Hiç evladın oldu mu senin Dilhan?
Benim oldu;
çöller zihnime dadandı
tenim yüzüldü,
babalığımı
dağladım…
Beyin göçü, kuşak göçü ne dersen de
Kaymaklı kadayıf öteye,
kavga
dövüş beriye…
Yokluk yokluğa, çokluk çokluğa yolmuş Dilhan
Ne diyelim, buralarda cüssesi
küçük avlarız
Umudu bindirmişiz madrabaz bir kayığa
Okyanus dalgasıyla aynı oyunda ağdalı
ortak…
Karlı dağlar sessiz
ve övünç içinde.
***
Ah şu salgın dönemi ne ağrılı zaman Dilhan
İnsanın
insandan uzaklaştığı kara delik
Aklın çarşafa dolandığı maskeli günler
Küresel kaygının tören geçidi
Rakama vurulan ölümler
övünç
gereci.
Sağlık,
en büyük özgürlükmüş Dilhan.
Duruşundan mı
konumundan mı bilmem
Payımıza
düşen hep korku
hep
kavga dövüş
Virüsten teröre,
kayırmadan savurmaya
Usturuplu
sorunlar
Çekirge
sürüsü…
Gelip geçer, yakıp geçer yürek denen varlığı
Mutluluk değil mi bütün
çabamız Dilhan?
Arı gibi özgür, bir arada
yaşamak varken…
Korku niye,
dövüş niye
bunca kalabalık?
***
Şu büyük işleri diyorum
bizim
büyük işler
Aymazlığın atasını yetiştiren
dönemde yelleniyor
Çıta biraz daha yukarı
her gün
biraz daha
Savrulan her söz ciğerime biraz
daha
Biraz
daha derin batıyor
Karışma,
Konuşma diyorum;
Aklımı boyayacak kadar
şanslı değilim ki
Yara zımparayla
kaşınır mı hiç inadına Dilhan?
Fatma Teyze,
alaca karanlıkta pazar
atığı toplarken
Masumlar
çetesi
beştaş oyununda kıran
kırana
Kolay ekmek kapısı derim bu işe,
kolay
lokma
Devletin malı deniz… demiş
atalarımız
Boyun borcu mudur,
atasözü
dinlemek Dilhan?
***
Dokunmak istemem karlı dağlara
Söylemezsem yarım kalacak
kaygım ondan
Birkaç sözüm dik olsun,
varsın aykırı olsun
Gitsin haramilere değsin,
ovaları
yeldirsin
Diyeceğim odur ki:
Oynamayın bu
memleketin
hatıl ve lentolarıyla,
Güreşmeyin
kiriş ve sütunlarıyla
Yanar döner, kavrar
sinekkapan gibi
Temel öyle sağlam, dört başı mamur ki
Çimentosu insan eti,
suyu kan
Ruhu memleket sevgisi,
bedeli
can
Ne din ne
iman ne de Kur’an
En yumuşak karnı cehalet,
körü körüne inan
Alınmış ders, tarihin dibi değil;
çok yakın, çok yakın zaman
Al aklını yanına, çık karlı dağlara,
in ıssız ovalara
Her ağaçtan, kurttan,
kuştan, karıncadan sor:
Ağız
birliği etmiş gibi tek dize;
‘Bir memleketin
güvencesi,
bilimi
rehber alan insan.’
***
Devlet aklı bir bütündür Dilhan
hem
de yekbütün
Ne sende ne bende ne ondadır;
ortak akıldadır
Biz dengemizi yitirdik dengesizliğimiz
ondan.
Bakma
sen üçün beşin hesabına,
kılı kırk yarma
Şu
topraklarda özgürüz hiç olmadığı kadar
Bilimi,
mantığı, sağduyuyu geç şöyle bir dem
Her
yol erk emrinde,
özgürlüğümüz
ondan…
***
Devlet deneyimi ince iştir
Dilhan
Sezgi
ister,
düzgü ister,
uzagörüm ister
Sistem karmaşık,
öykü
uzun,
kurgu incelik bekler…
Has oyuncular çoktan yerini almış,
pasörler, defanslar,
civa gibi
iltisaklı, üstelik pür ahlaklı
Kim demiş;
“Delikli demir
çıktı mertlik bozuldu” diye
Mertliğin
feriştahı
dolma kalem
mürekkebinde saklı
Endişelenme
uygarlık yürüyüşündeyiz Dilhan
Sırtımız
gelmez yere,
değmez çamura ayağımız
Memleket bekâsı bu, ciddi iş, çark
dönecek illa.
Saklanması gereken hasır altı
Harcanması
gereken boncuklu hakkı
Aklanması
gereken kadıdan tokatlı.
Daha ne olsun
hesap bizim
çağ bizim çağımız
Şehirler,
köyler, haneler hizada
Memleketim giymiş gelinliğini atında
Şark
kültüründen duvaklı.
***
Ne afakan coğrafya, şenliği bile ağıt yüklü
Olmaz be
Dilhan huzur bulur mu hiç insan?
Komşuda yangın
her bir
yandan yükselen avaz
Evinden sökülen kadın kız kızan.
Deli orman yolları ya da köhne bir sandal
Çıplak ayaklar,
gidilen yer ne kara ne beyaz.
Göç göç
değil kaçış; ya göçmenistan
Yurdundan kaçmak nedir bilir misin Dilhan?
Güç
bağımlılığı,
demokrasi denen sahte şey ne haylaz!
Boşluğa bırakılmış
katar
katar kadınlar
Kıyıdan toplanan
körpe canlar
Asılı
bir kancaya sabah ve akşamlar,
ucu
çıkmaz.
Kasıklarıma kasıklarıma yüklenir de kıvranırım
Nasıl bir
dünya ateşle top oynar gibi
Alışmak,
sağırlaşmak demek Dilhan
Bomba
sesleri davul gibi sıradan bir ezgiyse
İnsanlık,
döl yatağından düşmüş kara bir ayaz.
***
Ah Dilhan diyeceksin ki “Hiç mi yok güzel şey?”
Olmaz mı;
dört
mevsim bir coğrafyada.
Tarlalar tohuma yakın,
hâlâ
dağlarda çiçekler açar
Kardelenler
yükselir
ellerinde
şamdanlarıyla
Deli akar ırmaklar,
denizler adalarıyla koyun
koyuna
Sınırlarımız
aynı enlem ve boylamda durağan
Gökyüzü üzerimizde;
ay, güneş ve yıldızlarıyla
Hâlâ kar yağar Erzurum
dağlarına
Söz temsili,
tarihi eserlerimiz onarımda
nükte
kattık harcına
Sefer görev emri taşır
ceplerinde
bizim
tayfadan olanlar
Çiftlik
sütüyle büyür çocuklarımız
Yamalı kot giyebiliyor hâlâ ergen
kızlarımız
Yayvan bir umuda gebe gelecek yazlarımız
Karnından yarılacak kentlerimiz
Salyasını akıtan
Marmara’mız
Gelin gibi
süzülen boğazlarımız
Kaymak gibi yollarımız, köprülerimiz
Daha ne olsun Dilhan?
En azından
temel sağlam, gökyüzünden
çatımız…
***
Ne istiyorum biliyor musun Dilhan
Çocuklar
lalezar gibi
kırmızı,
sarı, mor
Analar
evlat özleminden
ırak olsun.
Toprak kıvamlı, gökyüzü kadar saf ve duru
Dağlar dumanı başında,
kardeşliğin sembolü
Babalar yaşam kaygısından
muaf olsun.
Nehirler kendi yolunda atıksız, katıksız
Denizler
tuzuyla yosunuyla barışık olsun.
Yaşam
hakkı kutsal
İnsanca
yaşamaya
sınır
konulmamış olsun…
Öyle bir yaşam ki, öyle bir coğrafya ki
Trakya’sı,
Anadolu’su çatısız ev sıcaklığı
Yasemin
kokusu kadar iştah kabartıcı
Özgürlük
dokunulmaz,
mutluluk inanılmaz olsun.
Öyle olsun ki Dilhan,
elleri
nasırlı
gündelik
kaygısından
uzak
olsun…
***
Nicedir söz açmadık adından Dilhan
Ne bileyim bir öyle diyorsun
yüreğin başka
Bir ağlar gibisin
sonra gülümser gibi incesin.
Sen,
tenine kültür kazıdığım sevgilim
Varlığına
şiirler yazdığım
gelinlik kızlar gibisin…
Bazen
gülmeler yaşarız
ağlamaklı
yerlerimizde
Bazen ağlar susarız,
hırsımız
akla değdiği yerde
Biliriz Dilhan,
ülkülerimiz gün gün budansa da
Kardelen gibi tutunur
çıkarız
gök mavisine…
Uygarlığa meydan okursun durduğun yerde
Gölgen bile görkemli,
adın gibi
gönülden söylersin
Hep varsın, boylu boyunca oldun,
hep
olacaksın
Sen;
atım, avradım, silahım,
aşım, ekmeğim,
kızım, kızanım,
memleketimsin.
***
Şu gün oldu bu denli kaygıya düşmediydi zihnim
Aygır
tarih yüklendikçe yükleniyor belleğime
Bir yetke ki sermayesi öfke,
üstüme çullanmış
Ruhumu
karartansa
cehaletin
eli sopalı kâhyası
Kimi dikmiş gözünü göğe,
kimi “Karaüzüm habbesi”ne
Kimi
suskun,
kimi
saldırır kurtuluş nüvesine
Ne desem anlamsız;
duyulsa da
yok hükmünde
Aydınlığı inkâr;
bilgiden değil, bilirim
körlükten
Ne denge kaldı ne şiraze ne de temiz makam
Görmezliğin
ayyuka vardığı günler bu günler
Çıkmaz bir sokağın ucunda başıboş kurbanlığız
Ne kadar
uzaksak o kadar
bıçağın
ucunda duranlardanız
Kim ne derse desin,
isterse tarihi gömsünler
Uygarlığa
yolumuz var daha,
gökyüzü
evim
Yürüyelim Dilhan yürüyelim,
Nazım’ın deyişiyle;
“Akdeniz’e bir kısrak
başı gibi uzanan
Bu
memleket bizim.[7]”
[7] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden
***
Ne zaman başımı kaldırıp göz atsam başkente
Gölgelerin
şimendiferi üstüme yürür görürüm.
Sağgörü yadsımada değil,
uzagörümdedir bilirim
Kaç dilli bir geleceğin pençesindeyiz Dilhan?
Aymazlığı dilbaz makamlar,
aklımı dağlıyor
Cehaletin
çavlanı,
hiç
bu kadar hırçın olmadıydı.
Gördüğüm her yüz
sanki terkedilmiş
mülteci kampı.
Ne diyelim
göbeğimizin kesildiği yerler buralar
Türküler,
şiirler, yasalar,
vekiller,
bakanlar
Özgür yaşam
hakkını eliyle teslim eden
Bu kadınlar bizim.
Asalaklara arasta olan şu mermer yürekler
Uğruna can verilen
bağrı yanık ülküler bizim.
Menemen, Sivas, Başbağlar, Kandil;
ölümlere ev sahibi olsa da
Beslemeler bomba
yağdırsa da
Ülkesini sevmek suçundan
kahramanlar
tutuklansa da
Yaşanmışlıklar,
yaşananlar,
yaşanacaklar bizim.
***
Endişem öylesine keskin
ustura
gibi diliyor yüreğimi
Ülkem adına utanmaksa
payıma düşen en zor
görev
Aymazlığın
beteri
hem de yurdumdan edeni
Bilirim kurtuluşun öyküsü kaçmak değil, Dilhan.
Ne
de olsa aidiyeti sağlam bir tornadan geçtik
Kaygımız
memleketse kaçış yakışmaz,
siperdeyiz.
Anamın
kirkit izlerini,
Atamın
terini saklayan
bu
topraklar bizim.
Sanattan
değil;
betondan yarar uman yetkelerim
Büyük çağa öfkeli,
bin
bir genç denizaşırı göç yolunda
Düğün gibi çoşkulu,
alayımıza abanacak kaoslar bizim.
***
Eğreti durur demokrasi kılıfı,
sofistik
sözlerde
Özgürlükten yana tarafsız,
susmaksa
huzur anıtı
Kavramlar soyunmuş anlamdan,
utku
göreceli
Kinden, nefretten yağ çıkarılan hayta günlerde
Karayele kıyak çeken
baş
kâhyalar bizim.
Ne
menemdir yardakçılık,
prof salyalarıyla gönenir
Tanrıya
kulluğu anlarım da
kula
kulluk bana ters Dilhan.
Öyle günler ki aklın kendini boynuzladığı
kaygılı bir dilim
Hak, hak ettiğin değil;
kimin
hak bağışlayacağı;
Sırçası dökülmüş bir sarnıçta
didişme
nöbeti bizim.
Ne
zaman gelecek aklımız başa,
geç
de olsa gelsin derim
Kaçacak yerimiz yok,
çokkabazlara el vermeyelim
Yer-gök-deniz
varsın yıkılsın,
usu çalınmış bu çocuklar bizim.
***
Duymazdan gelir gibi yürüsem de köyüme
İçimi
paralıyor aymazlıklar,
büyüyor
kaygım
Alçalan gök,
acıyan can,
kırılan umutlar bizim
Abanmış üstüme dayatılmış yaşam biçimi
Aklımı zorlayan ilişkiler dadanmış sokaklarıma
Ülküme yüklenen
varsıl çelişkiler bizim.
Kakma başıma dizelerimin çığlığını Dilhan
Topu topu temiz bir dünya arayışımdan
Nedensiz ölümlere ev sahipliği nedir
bilir misin?
Kamu malına yan bakan
fırın delenler
Sadakati
saygınlık gören
oynak köleler
Gölge heyetler
uzaktan
kumandalı eller
galebe çalsa da
Bu topraklar bizim.
Kuruluş felsefesine
kumpaslar
kurulsa da
Darbe korkusuyla darbe üstüne
darbeler vurulsa da
Demokrasi kılıcıyla yetmeler
yağlı dünyaya sürülse de
Uğruna
verilen canlar,
Cayır
cayır yanan ormanlar
Tabut arkasından ağlayan
Bu
analar bizim.
Süsleyip bezesek de,
sağduyumuzu
her yana sürsek de
Kuyruğumuz dimdik görünsek de
Bir lokma ekmeğe,
bir
okka kömüre muhtaç bu insan
Elma
gibi eşeleğinden çürüyen
Bu devlet bizim.
Yer yerinden oynasa,
gök
başımıza çökse
Aklımıza
omuz verdik,
uygarlık
yolundayız.
Haydi yürüyelim;
“Sert adımlarla her yer inlesin[8]”
“Bu memleket bizim[9]”
[8] A.Ulvi Elöve’nin Gençlik Marşı şiirinden alınma dizedir.
[9] Nazım Hikmet’in Davet şiirinden…
***
Farkındayım aştım eşiği,
yordum
seni seninle
Hoşgör
Dilhan, içimde volkan
Uçsuz
bir tünelde yürür gibiyim.
Öyle bir zamandayız ki
Ateş
ortasına kurulmuş
Kulpsuz
bir kazansın, bense ahşap kepçe
Karıştır,
savur, kotar nereye kadar
Yorulmaz
bu kaygı bitmez bu şiir
Dallanır
yeni baştan
Köklenir
her bir kılcal uçtan
Kuşkum
yok yerini alır ardılı, alacak
İsterim; yazılsın
gönenmişi, daha içlisi, bitimsizi;
yanmadan,
yıkılmadan,
sarılıp,
savrulmadan…
zamanım gibi
Korkudan,
kaygıdan,
umutsuzluktan
değil; gümrah duygudan…
Aralık
2020-Ağustos 2021, Narlıdere/İzmir
NAGEHAN
Düşlerin ne civelek
sayfaların
ak gerdanında
Vurmuşsun sözlerin dibine
en
kazanova yerinden
Yakmışsın yaylım
ateşini yürekler arası,
közleniriz.
Duyarlılığın dumansız öyküsü,
sevginin giyinik hali
Tutup göğsüne basmışsın,
aşk
soylusu maral bunlar.
Var ya şu şiirlerinde,
ağrısı peşin
sabahların Nagehan
İçimdeki
buzulları bozguna uğratır da
ayılırız…
Adam gibi yaşamak ne büyük aymazlık şu günlerde
Vurdumduymazlığı alıp satmak
kelepir üstelik
Şiirsiz bir zaman
diliminde yüzer gibi inceliksiz
Düzenbaz
tezgâhlarda,
şuh vitrinlerde esir umudun
Beklemek,
beklentinin
en hüzünlü ardılı,
biliriz.
Ah Nagehan gümüş kabzalı şiirlerin ne filintadır
Umudun fitilini ateşler
gibisin güpegündüz
Oysa uzun düşlere dalıp şiirlerinde
eriyecek
İncelip öze bürünecek
ne kimse var ne zaman
Ne
de yüreklerde fırıldayan heyecan,
üzülürüz.
Kimi militan kimi fedai kimi mürit menzilinde
Ne öyküymüş,
felsefe taşları
sökülür,
yüzülürüz.
Göster,
var mı ki kaygısı şiir olan
bir şair,
sevinelim.
Acıyla öğrendiğimiz yaşam
önümüzde anıt gibi
Verili oyuncaklar,
cellat ipi,
emirlere
uygun eğleniriz.
Ne yaparsın çağın uysal afeti,
incelikleri
süpürmüş
Öyküsü içten değil;
ilim
çıkışlı yobazı, bağnazı
Tezgâh süslü,
kaygı esir,
çarmıha çoktan gerilmiş
Hüzün bile kılık değiştirmiş
sığmıyor
kınına
Hatırı
sayılır ağızlarda,
varaklı
kapı gerilerinde
İki
dirhem bir çekirdek
başımız önde
diziliriz…
Koy dizelerini, defterini,
yürü bize gidelim Nagehan
Al kalemini, ülkünü,
ilkeni;
sevinç
beklemez
Bak ne kral deviren yaşıyorlar
camlı
korkuluklarda
Ruhları sarılıp ürpermemiş,
aşk denen
hoş afete
Zaman nöbetleşe
yataklarında,
sevişme
gündelik
Ne yağsı diller var,
çivisiyle
oynuyor kürenin
Umuduna dar gelmesin ufkun uzaklığı,
tutun
Yaşadığında değil;
yaşamadıklarında
keşkeler
Olsun, ne olmuş,
tekerine çomak
soktuysak kürenin?
Komün kazanında kepçemiz
bulunmaz,
biz
böyleyiz.
Kendi göbeğini kesmek,
onurlu
olan bu değil mi?
Maya tutmaz ham
hesaplar,
gel
biz ikiye bölünmeyelim.
Aydınlığın resmini çizelim,
boy boy
afacanlarımız olsun
Dirensinler rüzgâra,
yaşamak denen şeyi eskitircesine
Umut gibi damaklarında ağız dolusu tütün
Çiğnemekten
ruhu sararmış dişleri
olsun ne çıkar?
Rüzgâr yön
seçmez,
yerçekimi
uysaldır,
bulut direnmez
Kaderin kederine takalım kasket
bir
de turuncu fular.
Nerden bakarsan bak,
her açı bir noktada son bulur Nagehan
Varlığımızın özü işte,
sürekliliğin köprüsü,
istenç
dışı gideriz…
Ne diyelim
yükle sen yine şiirlerine civelek imgelerini
Sayfaların ak yakası şık dursun
gördümduymazlığa
karşı
Yelken basalım zamana,
okuyup
okyanuslara dökelim
Kazınmış belleğime nicedir,
inceliğine
örtülmüş bir tül gibi
Bunlar;
gör bunlar Nagehan,
sözün soylusu bir daha
okuyalım
Küsmek
yakışık almaz bir kere,
herkes
görebildiğince incedir
Duyan duyar,
gören görür,
zaman saydamdır,
insan bu
Olur ya bir gün
yüreğinde mor kelebekler kanatlanır,
göneniriz.
Gülmek, sevmek, ağlamak;
şiir gibi
ciddi iştir
Hatır için yapılacak şeyler
değil;
incelik
ister, istemsiz
Tuhaf bir dünya,
şiirlerin
sanki duyguların gezinti parkı
Ya gelir üstüne
salıncak kurar
ya da yüzümüzü asar geçeriz.
Uğur ola,
herkesin öyküsü kendisinin
yurdudur Nagehan
Şiir, şairindeyse
gurbettedir,
kimin
umurunda, bilesin.
Senin şiirlerin de gurbette kalsın,
yatır
yatağına
Ne olursa olsun,
olan bir çarşafa olsun,
tutup
temizleriz…
Ser Nagehan pılını pırtını,
serseriliği üçe bölelim
Sıyır
üstünü kürenin,
birbirimize
büsbütün görünelim
Beden bedene konuk olsun,
olmaz ayrı gayrı, özleriz.
Düşlerini süsleyip al duvaklı gelin edelim
Sal gitsin yaşam denen
nesneyi yoluna Nagehan
İnce bir çizgidir o,
içimizden dünyaya
doğru çizelim
Her birini ince ince sevelim irili ufaklı,
ufka
değsin
Derin
kırıklar bunlar,
sen beni ben
seni bütünleyelim.
Sevmek bedelmiş zamanda, olsun,
neyse
bedeli öderiz.
Şiir, biraz da yaşamdan yana
ince ince yontmaktır.
Ah Nagehan sırtlama bunca
yükü,
şairler taşıyamaz
Önümüz kış,
yolumuz uzun,
ne de olsa konar göçeriz
Şiir deyip geçme,
yürekten
yüreğe ince bir yol çizeriz.
Suyun akışı gibi
hırs irisi göçebelik
bizimki
Ha varız
ha yokuz,
işte
biz bu kadar gerçeğiz.
Karışırız kalabalığa,
ağlayarak geldik,
uğradık
deriz
Zaman
kaldırdıysa kırbacını,
bayrağımızı diker,
çeker gideriz.
Temmuz 2020
YAŞAMAK
YAŞATMAK GİBİ
Kaldır başını
bak gökyüzüne adamım
Çıkart örtünü
süz dünyayı kadınım
Bir aklın var okyanuslara
egemen
Düşlerin var dar zamanda evreni fetheden
Bir
gökyüzü var alabildiğine
hür ve
sonsuz
İki ayağının altı
senden evvel sevgiyle örtünen
Acının
ardılı sevmektir,
var
git aklın doğrultusuna
İnsanı
insanda bul
tut elini öp gözünden, göreyim.
Ne önünde engel
olsun,
alışılmışlık
gibi
Ne kuralların olsun,
dayatılmışlık gibi
Ne
sınırların olsun,
öğretilmişlik
gibi
Ne beklentilerin olsun,
dünyaya
egemen olmak gibi
Ne de nefretin olsun,
hemcinsinden öç almak
gibi
Hedefin olsun
hedefin,
barışı koynunda beslemek gibi.
Sevgin olsun sevgin,
yeni
bir insana ten örmek gibi.
Özlemin olsun
özlemin,
barışı kurmak gibi…
Çaban
olsun çaban
yaşamak yaşatmak gibi…
11 Haziran 2018
Ah yokuşlarımız
Şu
süslü yokuşlarımız
Kendi
yolumuza özenle döşediğimiz…
YOKLUĞUNLA BAŞ BAŞA
Biz benle oturduk ay ışığına
Karşılıklı
iki laf kırıyoruz belinden
Seni tuttuk oturttuk sol yanımıza
Yüreğimize
merhem söz düşmedi
dilinden
Bazen yokluğundan
Bazen
geçmeyen arabalardan
Karşı
çatıya bu bahar yuva kurmayan martılardan
Aramızda oynamayı unutan çocuklardan söz
ettik
Kokusunu Venüs’e saklayan yaseminleri geç
Ayın içime
saplanan okları daha derin
Ve şu
zeytin yapraklarının ruhumla oynayışı
Gelip
bir tutam hüzün aldı
büyüyen anılardan…
Yokluğunla baş başa
Biz benle
oturduk denize karşı
Ne deniz
deniz gibi içinde düşler küskün
Ne de
varlığın yok gibi tüm sözler üzgün
Dört duvar
günleri sıyrılır sabahlardan
Yarasa
gölgesinde uyuyan gündüzler
Yokluğun
gelip dikildiğinde
ince akşamlardan
Ben bizle,
çekip
öptük gözlerini
rüyalardan…
10 Temmuz 2020 Narlıdere
İSTERİM
Kim istemez yaşamak
yük
değil zevk olsun
Umut
gökyüzü,
özlem
keyfe keder,
Tuttuğum el sıcak,
çaldığım
kapı boş çevrilmez olsun.
İsterim
ki kavgadan uzak
korkudan
bağımsız,
şiddete
dimdik
yalnızlığa
küs olsun.
Sevgi cüzdanımız
günışığı
gülüşlerimiz
yüzümüz kırışıktan habersiz olsun.
Umut bütün,
büsbütün
yarınlara güvercin
kavga
unutulmuş,
övünç
sarılmadan doğsun.
Bildiriler,
öyküler, masallar bir yana
kalemler kilitsiz
sarılmalar deliksiz
saygı kefil,
güven sevgiden olsun.
Örtüden değil
kadın
olmaktan
Kucağında
gökkuşağı
Memelerinde
insanlık pınarı
Cinsiyetten
değil
insan
olmaktan doğsun.
Olsun ki güzel, güzellikle olsun
İsterim
ki anlayış engin,
sevgi
kızışmış kısrak olsun.
Ne kadın önde ne erkek
Ne gözümüzde
perde ne örtü serde
Ne de
korku duvarda asılı olsun.
Kızlar,
kızanlar oyununda
Çocukluk
şiir, gençlik şehir
Aşk
nehir
Yaşamak
oyun içinde oyun olsun.
Olsun ki
Yaşamın
ince yerlerine sataşmak
Kuralsız,
sınırsız,
tutuksuz
Sevgiden
yana
hırsızlık
olsun…
Kasım 2020
Kırılmazdı
belki buzlu cam gibi
Ana arteri heykelimizin;
inandıklarımızı
sağlam tutabilseydik
Büyük
olmazdı acımız
Yakmazdı belki bu kadar;
Kırılmışlıkları
kırıldığı
yerde bırakabilseydik...
18
May 2013
ÖLÇÜ
Düşleyemezdim bu
denli
Ölçüsüzlüğün egemen olacağını
Ülkemin
devre mülk ağızlarında
Ölçüsüzlüğün
yeni bir ölçü olacağını…
Sıkılan her kurşun bin bumerang
Sallanan
her söz çöküşe kulvar
Ağrılarım ağır ağır demleniyor
Ölümün cehalete
sorgusu var…
Kurur mu bir yaprak
zamansız dalında
Kaygılı bir mevsim bu böyle nasıl bahar
Darağacı besmeleyle kurulurken göğe
Aydınlığa gerilen sevimsiz duvar;
Aklın elinden tutup
uygarlığa saldıracağını.
Görmeseydim keşke
Sadakanın konfeti
Ekmeğin askıda gelin
Yoksulluğun şölen
Kuru kalabalığın
ölçü
alacağını…
Tarih suskun alışık
belli ki
Yanlışa yalan yarışında
Bal bulaşıkların
seferber olacağını.
Nisan 2020
Boşandık
işte tüm kaygılarımızdan
Umutluyum
yarın güneşli olacak
YAŞAMAK
Ne anlaşılmak ne
anlatmak ne anlamak
Ne zorlamak ne zorlanmak
Ne küçümsenmek ne
de horlanmak
Yoldaş, karındaş,
gönüldaş olmak
Bilincin özgür
düşüne
Duygunun özgün
güneşine
Aklın ufka
yürüyüşüne
Bir yumurta üçüzü
gibi bağdaş kurmak
Öyle bir bağdaş ki
Alacaksız
vereceksiz
Yalansız dolansız
Ezensiz ezilensiz
Adam gibi
Yaşamak
Yaşamak
Yaşamak…
UZAKLIĞIN
Güçlü kadın görünümü gölgelenirken yürüyüşünden
Yumuşak bir dünya kurguluyor
yek-bütün yüreğin
Biliyorum içinde volkan
kaynıyor,
zamanı
kilitleyen
Ay ışığı batar mı göğsüne batarmış;
ok
gibi, gizlersin
Niye bu kadar ıssız kurur
denizin yaladığı kayalar
Göçmen kuşlar hiç şaşırmaz
bilirsin göç günlerini
Gül açacak yüzünün
gamzesinde,
belki
gökkuşağı
Dokunsam kırılmış yerlerine
kim
bilir nasıl alev
Yakın oluşumuzun korkunç
uzaklığı işte bu şiir
Benim bize konuk olamadığım
bir
mevsim hüznü
Her sesin ucunda bir sen,
her sözün içinde
özlemin
Bak ne kadar utangaç
dalgalanıyor üstümüzde uzaklığın
Yıkılsa da kalkıp gitsek şu göçük kıyısına,
ellerini
tutsam…
Eylül 2020
KUSURSUZ İBADET ÇARŞISI
Geçmişten ödünç yargılar,
kimsesiz insanlık
Kırılmış camlar,
tekmelenmiş
kapı etekleri
Hizmet
aşkına,
örtüden
kıldan kayırgılı
İnsan olmanın ucunda kırbaç şakırtısı, peh!
Ne
desen de benliğin yok hükmünde
Bir
dava ki görüle görüle tüketilememiş
Kırılan
parçaları toplasam bir sen değilsin
Ateş
oyununda kalkansız hedef tahtası
Kurulu
şu düzene özgü kaptan olsan ne olur?
Demirlediğin yer,
çırpınmalar ve çıplaklar limanı.
Ödenmemiş haklar ki
belleğimde
derin yara
Diyetsiz
kaygılarım,
hesabı
sonraya bırakılmış
Kör bir bekçidir o,
gözlerimize
asmış kelepçelerini
Kırılma
noktası işte direnmek köşede oturan gerekçe
Yasaklardan onur duyduğumuz,
korktuğumuz
özenle
Bu alan oyunun baş pazarı,
kusursuz ibadet çarşısı
Tamahı
fırçasına sürmüş ressam bozuntusu
Ölüm
emrini tuvaline yansıtsa ne olmuş!
Gülelim çabasına insanlığın,
bir
tutam daha çağdaşız…
Yok
böyle militan öykü,
ipe
kendi kendini dizen
Ne
kadar gerçeğin gerçeğiyiz,
aslımızın
kefensiz ölümü…
Eylül 2020
Hadi resim çizelim dedim
Geçtik göğün karşısına
Fırçasını aldı eline
O gökyüzünü
çizdi
Ben, gök içirdim gözlerime.
UMUT
Güncel
Sanat Dergisi 11. Kaygusuz Abdal
Şiir
Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü
Beklentimin ucunda umman,
umut
garım
Kaygımı diriltir sıska gül
yapraklarında
Sağanak
gölgeler her sabaha,
kadim
kalabalığım
Acılar tortusu kördüğüm,
fren sesi raylarında
Puslandıkça uzaklıklar,
kurnazca
daralır ufkum
Benden yana ağmadı hiç,
kantarın
topuzu ne keder
Kaygı küpü, duvarı hunharca yıkılan her hücrem
Olsun yaşamak ince iştir,
durduk
yere ağlanmaz ki…
Ne kalelerdi devraldığımız
burçları
insan manzarası
Ne güzel çocuklardı
toz
dumanda oyunsuz büyümüş
Yüce sevdaydı o,
adını özgürlük
koyduğumuz
Tutkuydu
o,
başarmakla
yaşamayı bir koştuğumuz
Çeşitliliğin
birlikteliğinde coştuğumuz yağız tenler
Çokluğun tekliğinde
buluştuğumuz kuşetli trenler
Demir alsa umut garından,
başında kavak yelleri
Islak bir sabaha varır
mı bahar mı bahar kokulu?
Nerede o çocuklar,
kaleler, aşklar, beklentiler
Zamanı kurşuna dizen kusursuz kalabalıklar
Hımbıl sesiyle yüklenir,
sürtünür, yıkılır belleğim
Savunamam bu utancı,
dört
yandan vuran tipi var
Tütsülü öykü,
ağdalı inkâr,
besleme sürüler
Ne insan ne yaşam ne ray ne gar ne de sen-ben
Değilse bir diğeri o değil;
nedense ötekinin ötekisi
Tutulu yollar, her yol tek gişede son,
kesik
biletim.
Halay çeker harman yerinde,
uzanmış mendili
ciğerime
Var
gitsin, kepçe kepçe yemekle
tükenmez
memleketim.
Onulmaz bir kere ölüm orucuna dadanmış aklım
Olsun aşktan öte ne yükümüz var da
yolumuzdan
kalalım.
Hey bu gardan kalkan umut,
ayaz mı kuru ayaza
harman
Üzme, en
dar zamanda bile
sıkı
aşklar yaşanır her zaman…
Ekim 2020
Son damlaydı
Yalnızlığımı taşıran…
VENÜS’Ü SOLUYALIM
Gel seninle şöyle sarılıp Venüs’ü soluyalım
Gökyüzünü kucaklayıp
koklayalım
Düşlerin değsin aydınlık
camlara
Bitmez tükenmez
kaçamaklara dadanalım.
Yaslan göğsüme Venüs’ü soluyalım
Ellerini koy şurama
Kısa etekli trampetçi kızlar
gibi
Bagetsiz çalan şu ses senin
Venüs’ü soluyalım…
Her vuruşu senin adın
Susmuşluğu senin yokluğun
Venüs’ü soluyalım…
Sokul bana Venüs’ü
soluyalım
Alma gözünü kalsın şuramda
Törpülü düşler gibi
Venüs’ü
soluyalım
Tut elimi bulaşmasın
keşkeler
Zühre’yi boyayalım…
May 2021
ŞİİR
Her şiirin;
vardır biraz uslanmışlığı
çocukluğa yaslanmışlığı
yaşamalara uzanmışlığı.
Sevmektir şiir;
sevilmemiş olanları,
doğmamış olanları
Varmalar yaşamanın varlarına iki el bir yürekle
Çiğnemeler sakız gibi bazen de
söz tafrasını
İçli bir türküye ılık
kaygıyla vurulmalar
Maya çalmalar okyanusa, düş
konusu
Kuluçkadan
haz doğurmalar
Usu usa vurmalar gıdık alır yerinde
Gemileri
yakıp yürümeler adalara
Sürülerini
sürmeler geçilmemiş patikalardan
Ağaçlar gibi
kardeşçe kalabalığı doğurmalar
Ters lale gibi yalnızlığı ayazla yoğurmalar
Ve özün tözüne,
sözün
yüklüğüne[10] bağdaş kurmalar…
27 Nisan 2015 Sahilevleri
[10] evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri koymaya yarayan, yerli, büyük dolap ya da yatak, yorgan konulan yer.
Elleri ne güzeldir şiirin
Kuytu
köşelerime dokunur usul usul..
Sonra
ayaklarım uzar tombul tepelere
Düşlerim ıslık çalar su içen bir güvercine
Özlem
işte bir tatlı serzeniş…
Dili ne güzeldir şiirin
gidip
bulaşır
kırbaçlı
öykülere…
Bazen bir lastik ayakkabıydı bayram sevinci
Bazen kısa bir pantolon
Bazen de harman yerinde kurulan tahta salıncak
Bugün yiyemeyeceğimiz kadar ekmek
Ölümden
sonrasına bile sakladıklarımız var
Doyurmadı,
tamamlamadı beni
Çocukluğuma
nakşedilen
Mavi bir bayram sabahı kadar…
19 Temmuz 2021
[1] “Biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım, coşum ve
estetik” bir sanat
yapıtında olması gereken en az varlık katmanlarıdır.
[2]
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Mustafa Kemal'in Kağnısı
şiirindeki “Elifin kağnısı”
[3] Naızm Hikmet R., “Ben bir ceviz
ağacıyım Gülhane Parkında”
[4] B.K.Çağlar ve F.N.Çamlıbel/Onuncu Yıl
Marşından alınma sözlerdir.
[5]
Cuma namazı için camiye en erken giren kişiye
bir deve kurban etmiş kadar yazılan sevap (Hadis olduğu söyleniyor.)
[6]
M.K.Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden alınma
sözdür.
[7]
Nazım Hikmet’in Davet şiirinden
[8]
A.Ulvi Elöve’nin Gençlik Marşı şiirinden alınma
dizedir.
[9]
Nazım Hikmet’in Davet şiirinden…
[10]
evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri koymaya yarayan,
yerli, büyük dolap ya da yatak, yorgan konulan yer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder