|  | 
| Yaşar Özmen, Sanatsal Denemeler-3 | 
|  | 
| Yaşar Özmen, Sanatsal Denemeler-3 SANATSAL
DENEMELER (DENEMELER-3) Yaşar Özmen Sayısal Sürüm-1 Mart 2021 ISBN: 978-605-74589-2-6 Kapak ve Kitap Tasarım:
Yaşar Özmen 
 1964
yılında Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Kızılbörüklü köyünde doğdu. 1985’te
Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1989’da Kara Harp Okulu Makina Mühendislik bölümünü
bitirdi. 2007 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Yönetim Organizasyon konusunda
yüksek lisans yaptı. 2014 yılına kadar yöneticilik ve bilgi yönetimi konusunda
değişik görev yerlerinde çalıştı. 2014 yılında emekli oldu. Bilgi yönetimi, iş
sağlığı ve güvenliği, gayrimenkul değerleme gibi özel uzmanlık alanlarına
sahiptir. 2011 yılından beri sanat bilimi, dil bilimi, resim, öykü, deneme ve
özellikle şiir üzerine çalışmalar yapmaktadır. Anadolu Üniversitesi AÖF Türk
Dili ve Edebiyatı öğrencisidir.  Yayımlanan
Kitapları: Bir Damla Suda Halkalar,
şiir kitabı, Temren Yayınları 2018 Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme
Tekniği ve Şiir Eleştirisi, Sanat çözümlemesine yönelik kuramsal
kitap, Trend Yayınları 2018 Şiir-Sanat Çözümlemesi (Sanatsal
Denemeler-2) E-KİTAP, Ekim 2025  İmgelem-İmge-İmgelem,
Vedat Günyol Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü 2020, (Sanatsal Denemeler-1), E-KİTAP, Ekim 2025  Dilhan,
Belgesel Nehir Şiir, E-Kitap, Ekim 2025  Umut Bekler Bizi,
Şiir, E-Kitap, Ekim 2025  UMUT isimli şiiri, Güncel Sanat 11. Kaygusuz
Abdal Seçici Kurul Özel ödülüne; MASAL DAĞI İsimli şiiri  17. Yunus Emre Şiir Yarışması Üçüncülük
Ödülüne uygun görülmüştür.  ŞİİR
SARNICI (e- dergi)’nın, kurucu, yayıncı ve yöneticisidir.  Sardunya
Zamanı Şiir Seçkisi, Türk Dünyası Şiir Seçkisi, Şiir Kalbimizde Şiir Seçkisi ve
Nar Öykü/Şiir Seçkisinde yer almıştır. Deneme, makale, öykü ve şiirleri, yazın
dergileri ile diğer yayın ortamında yayımlanmaktadır.  AÜ
AÖF Türk Dili ve Edebiyatı Öğrencileri “Edebiyat Çalışmaları Şiir Kitabı-1 de
(Bir İdik Bin Olduk 2024 ) yer almıştır.  Giriş………………...…….…………………….……………………………………….….6 Neden Sayısal Kitap (e-kitap)…….…….………………………………………..8 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-1..................................................11 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-2………………………….……………………18 Kısa Kısa Deneme
Deneyelim-3..................................................23 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-4………….…………….….….................27 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-5………….……………….…...…………….31 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-6…………………………......………………37 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-7...………………..………….…..............42 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-8...…………….................................48 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-9………………………….…………………..54 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-10………………………….…………………61 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-11………………………….…………………66 Kısa Kısa Deneme Deneyelim-12………………………….…………………73 Herkese Yetecek Kadar Söz Var………………………………................80 Bilgiye Duyarsızlık…………………………………………………………………..85 Yanlışı Yanışla Düzeltmek………………….….……………………………….90 Issız Şiir……………………………………………………..……………………….…93 Şiir Yazıları……………………………………………………………………….……99 Klasik-Modern-Postmodern-Çağdaş-Evrimsel Sanat…..….…..102 Madımak Yangını Büyüyor...………. .…..… ..............................116 Şiir
Ölüyor mu?.....................................................................
120 İnsanlık,
dünya tarihindeki en rahat ve en teknolojik zamanını yaşıyor. Bulunduğumuz
zaman; savaşların, afetlerin ve salgınların en az yaşandığı, ölümlerin nüfusun
oranına göre çok düşük olduğu bir zaman dilimidir. Gerçeği,
bilgi ve onun gücünde bulacağını gören insanlar başarmıştır bunu. Şanslı bir kuşağız.
Belki bizimle birlikte birkaç kuşak daha iyi zamanlarını yaşayacak ve günümüzde
başgösteren korona-virüs salgını gibi daha başka salgın, afet ve ölümcül
savaşalara gebe kalacaktır dünya.  İnsan,
havadaki oksijen oranının yalnızca %19-%22 arasında olması durumunda yaşamını
sürdürebiliyor. Günümüzün teknolojisi, oksijen oranlarını kolaylıkla
değiştiribilecek olanak ve yeteneğe sahiptir. Bunun yanında dünyayı birkaç
günde yerle bir edebilecek silah teknolojisine…  Zaten
doğal yaşamı yavaş yavaş öldürüyoruz. Teknik üstünlüğün kötüye kullanıldığını
düşünürsek tehlike, düşleyemeceğimiz kadar büyüktür. Bu yüzden, gerçeği bilgide
bulacağına inanan ve bu bilgiyi en yararlı şekilde kullanabilecek duyarlı
insana, yatırım yapmalıyız. Seven ve olumlu duygu taşıyan insana varmalıyız.
Sevgi dolu insana varmak için en etkili yöntem, sanat ve sanatsal ortamın etkin
olmasıdır, diye  düşünüyorum.
Denemelerimin, magazinsel söylemler yerine sanata ve sanatın ayrıntısına yönelik
olması bundandır. Ara sıra tırmalıyorum güncel olayları ancak bilindiği gibi durum
sanıldığından kötü. Bu tümce, tarihe yazılmak üzere not olsun. Düşündüğünü
yazmaktan korkar duruma düşürülmüş toplumlar, toplam aklıyla sorun yaşıyor
demektir. Kitabımın
adını, Sanatsal Denemeler koydum. Türkçe; konuşma ezgisiyle, dilbilgisi
yapısıyla, kavram-terim-sözcüklerin biribirini doğurabilme yeteneğiyle,
köküyle, ekiyle, oldukça güzel bir dil. Hareket, olgu, olay, duygu durumu gibi bazı
yerlerde boşluklar olabiliyor. Eklemli bir dil, kabul ediyorum ancak beynin en
az veriyle anlamlandırma yeteneğine karşı anlatım kolaylıklarının
geliştirilmesi gerekir. Neyse bu derin bir konu, iyisi mi çok ayrıntıya
girmeyelim. Ayrıca bazı durumlarda eski kavram, terim ve sözcükleri kullanmak
zorunda kalıyorum. Yenileri, istediğimiz derin anlamı doğuramıyor. Örneğin biat
sözcüğü yerine. Veya sanatsal denemeler dediğimizde,  sanat içerikli denemelerden mi, yoksa sanata
yönelik denemelerden mi söz edilmektedir? Sanata dair diyebilirdim; dair,
sözcüğünü sevmiyorum. Ne yapmalıyım?   Her
ne kadar önsöz yazıyor olsam da sınır ve kurallar olmasın istiyorum; gönlümce
yazabileyim. Denemeyi, koşulsuz olduğu için seviyorum. Öyle gibi de öyle değil
işte. Deneme; deneyim ister, felsefî derinlik ister, sanat bilgisi ister, yaşam
bilgisi ister, farklı görmeyi ve duymayı ister. Çoğunluğun yaptığı gibi
magazinsel şeyler yazacaksam kağıda yazık olur, okurun zamanına yazık olur,
diye düşünürüm.  Denemenin
kısasına merak sardım son günlerde. Neden biliyor musunuz? Uzun metinleri
okuyamamak gibi bir sorunumuz var artık. Günümüz teknolojisi ve hızı, böyle bir
sorun yarattı. Bu nedenle olabildiğince kısa deneme denedim. Şöyle bir göz
atarsınız. Okumasanız bile sayfayı açıp kapar gibi yaparsanız yeterlidir;
günümüz istatistiki verileri böyle tutuluyor. Tüm zamanlardaki okurlarıma
saygılarımı sunarım.  1 Mart 2020 Narlıdere/İZMİR  
 
 NEDEN
SAYISAL KİTAP (E-KİTAP)? İki sayısal (e-kitap) deneme kitabı ve bir görsel-sayısal şiir kitabımı,
sanal ortamda yayımladım. İmgelem-İmge-İmgelem isimli kitabım, Vedat Günyol IV.
Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü’ne uygun görülmüştür. Buna karşın
matbaalara veya yayınevlerine basılması için göndermedim. Okuduğunuz kitap,
dördüncü sayısal kitabımdır. Yazar-şair-yayıncı ve okur olarak sayısal kitaba
ve bunun uygulamasına hazır olmadığımızı biliyorum. Yayıncılığı rahatsız eden
bir durum olduğunu da. Bunun yanında eski alışkanlıklarını bırakamamış bazı
yazar-şair dostlarımızın, bundan rahatsız olduklarını gözlemlerimden
anlıyorum.  Bu gelişmenin gelecekte alacağı durumu kavrayamayan dostlarımızın
bir kısmı, sayısal yayına uzak durmaktadırlar. Gerekçesi kendilerini ilgilendirir.
Hepimiz biliyoruz ki basılı kitabın, derginin, gazetenin yerini hiçbir şey
tutamaz; bizim anlayışımıza ve alışkanlıklarımıza göre. Ne var ki kazın ayağı
öyle değil artık, yüzer gezer.  El kadar bir aygıt, içinde
milyonlarca kitap taşıyabiliyor ve bir tıkla o yayınlara erişebiliyorsunuz.
Yolda, kafede, kuyrukta her durumda ve her zaman, cep telefonu veya okuma
aygıtlarıyla okuyabiliyorsunuz. Bu durumda, geçmiş olsun kitap kokusu
alışkanlığınıza. Zamanla yarışan bir kuşak, elbette elinin altındaki sistemi
tercih edecektir. Ben bile çok uzun zamandır elime ansiklopedi ya da sözlük
almadım. Sözlüklerin yapacağı işi bilgi sunar ortamında bir tıkla anında
yapabiliyorsunuz; sayfa çevirmekle neden zaman kaybedeyim? Kitap dünyasının, yazarına bir getirisi olmadığını hatta götürüsü
olduğunu hepimiz biliyoruz. Emek benden yemek başkasınaysa bu sistemin
sorgulanması gerekir. Çözüm üretilmesi gerekir. Gelişmiş toplumlarda en değerli
şey, emek ve onun korunmasıdır. Yaşadığımız toplum ve ortamda böyle bir değerden
ve onun korunmasından söz edebilir miyiz? Ne yazık ki söz edemiyoruz. Öyleyse
buna karşı bir çözüm üretme yoluna gitmeliyiz. Yazarlar sendikası, derneği veya
diğer meslek kuruluşlarından konuya ilişkin bir sonuç bekleyecek kadar da düş
gören bir insan değilim. Devletin yasama ve uygulama biçimi gereği, bu tür bir
soruna kısa sürede çözüm üretebileceğini düşünmüyorum; toplumsal olarak sayısal
kitaba karşı ortak bir tepki yoktur ki yasal düzenleme olsun. Dilerim bu
teknolojinin altyapısı bir an önce hazırlanır ve yasal düzenlemeleri gündeme
gelir.  Araştırıyorum, okuyorum, emek verip yazıyorum, buna karşın bir
karşılık beklemiyorum. “Bu kitabı okumak istiyorum ama alacak param yok” diyen
bir öğrencinin/okurun okuma isteğine biraz olsun katkı sağlamış olmak güzel bir
duygu olmalıdır. Ego tatmini dediğimiz deyim, yararlı bir durumda karşılık
bulsun istiyorum. Sanatın öz-içerik ve biçimine ilişkin yeni şeyler
söyleyebilecek altyapıya ulaşmışsam bu bilgimi gelecek kuşaklara aktarmak için
kalıplaşmış yöntemlere başvurmak zorunda değilim. Emeğe saygısız bir pazarın
vitrinlerinde bulunmak istemiyorum. O demiş, bu koymuş, burası sıradanmış, bu dergi vasatmış, burası
şair-i azam makamıymış, burası ünlülerin locasıymış gibi sınıf, ün, protokol,
ritüel ve düzey saplantısı; bende yoktur. Bu tür duruş kuruntuları, endüstriyel
ve ideolojik saplantıların yarattığı uydurma egemenlik törenleridir. Sanatçının
egemenlik kaygısı olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Çok yerde yinelediğim
gibi bir kez daha aynı tümceyi kuruyorum: Altının ayarı, durduğu rafa göre
değil, kendi saflık dercesine göre belirlenir. Bu nedenle, yararlı ve iyi bir
sonuç üretecek her işin içinde bulunmak isterim.   Maksat yararlı bir şeyler
ortaya koymak ve insanlığa sunmaksa işte bir yöntem de sayısal kitaptır. Ben
bunu deniyorum, böyle düşünüyorum. Kitaplarımın, söylendiği gibi ucu
bucağı olmayan sanal dünyada kaybolacağını da düşünmüyorum. İyi bilgi, sümen
altına sığmaz; geleceğini kendisi kurgular.   Kim ne derse desin, kim nasıl bakarsa baksın, gelenekten aldığım
mantığın doğruluk değerinin yüksek olmadığını; halihazırdaki yayın sisteminin
uygulanabilirlik durumunun sorgulanması gerektiğini; okuma oranının çok düşük
olduğu ülkemizde okurun kitap satın alma tutarının azaltılmasını; okumak
isteyene her tür kitaba ulaşmakta kolaylık sağlanmasını; düşünenlerdenim. Bu nedenle
okuduğunuz kitabımı, sayısal kitap olarak yayımlıyorum.        Saygılarımla
                  ,Mart 2021, Narlıdere 
 
 KISA
KISA DENEME DENEYELİM-1 NİYE
DENEMENİN KISASI OLMASIN? Her
şeyin kısası var uzunu var, incesi var kalını var, ağırı var hafifi var;
kısacası kendini niteleyen sıfatları var. Örneğin öykünün bile kısası var;
hatta afili olsun diye “küçürek” öykü deyivermişler adına. Yabana atmamak gerek
aslında bu ad cuk oturmuş. Kavramlara değil, sözcüklere takılan bazı
kafataslarımız, bu ismi pek beğenmiyorlarmış. Halbuki ne güzel, yeni bir sıfat
üretilmiş. Neyse konuyu dağıtmayalım: Kısa öyküden çağrışımla, denemenin neden
kısası olmasın dedim kendimce. Kısa deneme, denemeye giriştim hemen. Hani
deneme öykü gibi de değil; daha özgür bir endama sahip. İçerik kaygısı yok,
kapsam kaygısı yok, biçim kaygısı yok, anlatım kaygısı yok, doğruluk kaygısı
yok; at atabildiğin kadar yazınımızdaki şiir yazıları gibi. Genelle gitsin.
Nasıl olsa çok kişi inanıyor, beğeniyor, paylaşıyor, alkıştan bir de elleri
acıyor. Şuraya bakın; denemede eleştiri de yapabiliyormuşuz. Neyse örnek olması
için yazılabilecek en kısa denemeyi kısa kısa deneyelim… EN
KISA DENEME-1 Deneme,
deneyime gönül eğlendirmektir; ne deneme tahtası ne de bilginin kâhyasıdır.  EN
KISA DENEME-2 Gündelik
yaşamın normal ölçü ve ağırlıklarını, tereyağından kıl çeker gibi
başkalaştırdık. Ne kadar da ustayız; iş bulamayan çocuğumuzu çok çalışmamakla
suçlayıp üzerimizdeki yükten kurtulduk örneğin.  Şiir
kitabını okurken tek bir ses duymalıyız; şairin sesi. Şairle kafa kol olmalı ve
telaşlı dünya aradan çekilmelidir. Öyle olmuyorsa okumayın! Serin bir kavak
gölgesinde uyuyun, başınız ağrımaz. Ya da kısa kısa deneme okuyun.  EN
KISA DENEME-4 ‘Benim
yaşadığım zamanda dolu dolu öyküsü olan öyle yazarlar, şairler vardı ki
yakından baktığımızda kendileri içlerinde yoklardı…’ Dostlar bu tümceyi
okuyabilir misiniz bilmiyorum ama bu, edebiyat tarihinin bir gerçeğidir. Hem de
Türk yazınında acının en acısı acınası bir gerçek… Bu tümceyi bir kenara not
ediniz; anlamına ulaştığınızda fazla söze gerek olmayacaktır.   EN
KISA DENEME-5 Yazdığınız
şiirin, öykünün, çizdiğiniz resmin, anlattığınız masalın; sağında, solunda,
önünde, arkasında yoğunlaşmanıza engel olacak hiçbir dış etkene izin vermeyiniz…
İster gerçek ister gerçeküstü ister soyut ister somut ister sanal ne yazarsanız
yazın, temel kural kendi iç dünyanızdır; safsatalara izin vermeyin.  AH
ŞAİRLER Kimsenin,
kimse için bir şey yapma çabasının olmadığını deneyimlerimden biliyorum. Sanatçıyım,
şairim, ressamım diyenlerin sanat adına bir şey yapıp yapmama konusunu
sorgulamaya çalıştım. Özellikle sosyal medyadaki tutum ve ilişkileri
gözlemledim. Bunun yanında sanatçılar ve sanatseverler üzerinde gözleme dayalı
sosyal deneyler yaptım.  Sonuç gerçekten
çok kötü: Pek çok kişi; sanat adına, şiir adına, yazın adına diyerek
duyarlılıklarını sayfalara döküyor; etkinliklerde sızlanıyor; çevresindekileri
şiire/dile zarar vermekle suçluyor hatta mangalda kül bırakmıyor. Gel gör ki
sanat için bir şey yapmalarından geçtim; prestij, popülarite, statü sağlamayan ortamlarda
görünmezliğe bürünüyorlar. Kendileri için olanın dışında, hiç mi hiç yoklar
oralarda. Üstelik, Z kuşağının alaya alacağı kadar bağnaz tutum sahibi ve düşün
yoksulları…   Bu,
sosyal deney ve gözleme dayalı somut bir tespittir; kızmayalım insanoğulları. Sakin
kafayla durup aynaya şöyle bir bakalım; sonra kısa kısa deneyelim…   İLK
DİZE Şiirde
öne çıkarılması gereken konu bana göre şunlar olmalıdır: İlk dizeden sonra
gelecek dizeleri okur tahmin edememeli, sıradan söyleyiş dışına çıkılmalı ve
anlam yelpazesi oldukça geniş tutulmalıdır. Örneğin sevgiden söz ederken bir
anda hüzne götürmeli, kadından söz ederken bir anda ona benzetilen bir canlının
sıra dışı doğasına yönlendirmeli okuru. Söyleyiş kıvraklığı ayrı bir
güzelliktir; anlatımın inceliğidir. Bunun yanında dizeler arası kıvraklık ve
şaşırtıcılık da etkin kullanılmalıdır. Söyleyiş biçimi ve söz tamlamaları,
sıradan, eskitilmiş, günlük dildeki kullanımları aşmalıdır. Değinmece, değişmece,
benzetme, sapma ve alışılmadık bağdaştırmalarla söyleyiş güçlendirilmelidir.
Okurun zihni yerden yere vurulmalıdır. Kolay iş değil; birkaç yıl çalışıp
iki-üç yüz şiir yırtıp attıktan sonra belki. Kısa kısa denenmelidir.  İŞTE
BÖYLE Evlerinden
koparılan insanlar tusunami gibidir; hangi boşluğu dolduracağı rastlantısaldır.
Güvenli coğrafyalar topun ağzındadır. Amerika ve Avrupa, Irak’a saldırırken ve
Arap baharının temellerini kurgularken düşünmeliydi bunları. Asıl ilginç olansa
şudur: Irak krizinde ülkemizin yaşadığı sorunlar ve kaybı, bilinmesine karşın
Libya, Mısır ve Suriye gibi sonradan yaşanan krizlerde de aynı yanlışa
düşülmesi düşündürücüdür. Bu araştırılması ve incelenmesi gereken çok boyutlu
bir konudur. Aynı yanlışı ikinci kez yapmak nasıl ola ki… Kısa kısa
denenmelidir.   AKLINDAN
VUR Şiir,
duyarlılığın aşırı uçlarında gezinmeyi seven dil sanatıdır. Duyarlılığın
iliklerine sızabilmeyi ve aklın şakulüyle oynamayı sever. Severken de aklın
burçlarına saldırmak zorundadır. Aklı sarsmalıdır. Hani derler, “Kalbinden
vurdu.” Aklından vurduğunda kalbinden de vurmuş oluyorsun ya ben o nedenle
aklından sözcüğünün tercih ettim… Kalp, salt duyguyu, akıl ise tüm düşün
sistemini (duygu dahil) içerir; böylelikle küçük bir bilgi de sıkıştırdım
araya, iyi mi? Ayrıntılı düşününce böyle durumlar çıkıyor; kısa denemenin tek sıkıntısı,
böyle durumlarda hacmi sınırlıyor olması. Kısa kısa deneyelim.   TARTIŞMA
KÜLTÜRÜ Şair,
yazar, ressam, akademisyen, sanat düşünürü, kısacası sanatçı dostlarım; gerek
dergi gerek gazete gerek kitaplarınızda veya sosyal medyada hiçbir bilimle
karşılaştırmadan lömbür lömbür atıp paye kazanma kaygısında olanlarınız
çoğunluktadır. Bu çoğunluk; “Bak sevgili dostum burası böyle değil”,
dediğimizde, hakaret edildiği varsayımıyla olası tüm silahlarıyla üstümüze
saldırıyor. Bu nasıl bir çağdaşlık, bu nasıl bir mantık; bu nasıl tartışma
kültürüdür? Sorgulamanın temel ilkesi, her soru ve her eleştirinin mutlaka bir
dayanağı var, varsayımıdır.  Bu, sanat
insanı olmaktır; bu, bilgiye ve karşıt düşünceye saygıdır; bu, çağdaşlığın
temel ilkesidir; anlamakta güçlük çekiyorum. Dostlarım, size dayatılmış
bilgilerin esaretinden kurtulun artık, size dayatılan öğretilerin kalıbından
kurtulun artık; en azından her insanın farklı düşündüğü varsayımına
dayanarak…   Beyniniz var, donanımınız
Orta Çağ insanından kat be kat güçlüdür; bilgi her yerde ve bilgiyi kullanmanın
yöntemleri var; azıcık çaba, azıcık mantık; başka bir şeye gerek yok. Aristo
senden çok şey bilmiyordu; Marks ve Hegel de… Sadece çağının bilgisi oranında
düşünüp inceleyip araştırıp sonuç çıkardılar… Yaşadığın çağın bilgisi, onların
çağının bilgisinin milyon katıdır. Azıcık kendi bilgine güven, kullan; bu bilgi
buraya oturuyor mu diye kısa kısa dene lütfen. 
Kısa kısa deneyelim. KISA
ÖYKÜ İKTİDAR SEVMEZMİŞ Kısa
öykü olur da kısa deneme niye olmasın! Kısa öykü kısa deneme derken aklıma
geldi birden. Bir yazar/şairimizin kısa öykü anlatımına rastladım sosyal medya
kanalında. Anlatımının son tümceleri: “Kısa öykü iktidar sevmez; iktidar da
kısa öykü sevmez, bu nedenle kısa öykü politik bilinci zorunlu kılar” dedi.
Önce şaka mı yapıyor diye düşündüm. Şaka değildi, kararlılıkla söylüyordu. Düşünce
düşüncedir; düşündürücüdür. “Rabbim Clevland dedi” şakası aklıma geldi. Zıt
kulvardan sürümlü benzer bir tümce. Haşhaş ekimi de yasaklandı ülkemizde ama
yasaklanmadan öncekiler çok etkiliymiş demek ki hâlâ sürdürüyor etkisini…
BKM’deki çocuklar duymasın, öyle bir alaya alırlar ki Clevland şakası gibi
yıllarca belleklere yapışıp kalır.  Z
kuşağı da duymasın hani. Hatırlı bir mizah gereci tümce; edebiyat tarihi
üzülür. Kısa kısa deneyelim.  BİLGİ
İŞLEME YETİSİ Türk
edebiyatında ciddi bir sıkıntının varlığını; tartışma, metin, yorum, gözlem,
inceleme ve okumalarımdan anlayabiliyorum. Edebiyatı, ilgi ve etki alanı
dışındaki şeylerle oyalamayı öyle güzel başarmışlar ki bu, ayrıntılı
incelenmesi gereken bir görüngüdür. Okur oranı yüksek bir edebiyatçı bile ipe
sapa gelmez şeyler savunuyor ki sanki edebiyata yeni bir tanım getirmişler de
bizim haberimiz yok. Anlamsız şeylerle gerçekmiş gibi oluşturulan düşünce
kalıpları, kırılıp atılabilecek türden değil. Algı, anlama ve düşünme süreci,
gerçekte olmayan şeylerle ya da mantık dışı kabullerle değiştirilmiş. Neyin
neyle ilgili olduğunu, neyle ilgili olmadığını, bilgi çağında bile
anlatamıyorsunuz; anlama yeteneği fabrika ayarlarına dönmüş. Bilgi yorumu ve
işleme yetisi elinden alınmış. Bu, öğreti ve inançların yazarlar üzerinde
kurduğu geleneksel hegemonyadan başka bir şey değildir. Doğru düşünebilme
yollarında yürümek için, çok ama çok zamana ihtiyacımız var. Çok ama çok
dönüşüme, değişime ihtiyacımız var. Acilen kalıplardan kurtulup bilim, bilim,
bilim diye analitik bilgiyle yollara dökülmeliyiz. Basmakalıp duvarları
yırtmayı kısa kısa denemek gerek. ÖYKÜNME Şiir
her ne kadar bireysel bir çıktı olsa da her şiiri, toplum aklının dışavurumu
olarak okumak gerekir. Bir toplumun; bilimi, felsefesi ve teknolojisi bağımsız
değilse, başka yerde yapılanlardan aktarma ve kopyalama şeklinde
sürdürülüyorsa, şiiri de bundan farklı olamaz, öyküsü de. Kültür varlıkları,
ürettiğimiz toplam değerlerimizdir; bunlar da toplam aklımızın gücüyle doğru
orantılıdır. Madem ana konumuz şiirse şiir sanatından örnek verelim. Şiir
sanatına yönelik onlarca yazar, şair, eğitimci ve sanat düşünürü arasından bir
tane gösterir misiniz; şu kuramı tespit etti, şu yeniliği yaptı ve dünyada adı
anılıyor, diye. Akademik çevreler de aynı durumdadır; atlamadım prof
abilerimizi. Aktarma, genelleme, doğrulama, izleme, öykünme, hayranlık… Ne
yazık ki durum budur dostlar. Kızmaca yok. Kısa kısa deneyelim.   YAŞLI
DÜŞÜNCE  “Z”
kuşağının en genç kısmı var ya şu kimsenin takmadığı, “Z” kuşağı denen yeni
yetmeler. Aha işte onlar, olduğundan farklı gösterilen tüm yalan dolanı anında
yakalıyorlar; olaylara objektif ve daha bilimsel yaklaşıyorlar. Daha özgür ve
özgün düşünüyorlar; metazorik eğitimle yetiştirilen bir kısım genç hariç. Yaşlı
düşünce[1]den
aşırı rahatsız oluyorlar… Bu bir kuşak kopması değil kanımca; yaşlı düşüncenin,
kabuğunu kırıp özgür ve özgün biçimde düşünemeyişinin altında yatan engeli
kırıp atamamalarına anlam veremeyişlerinden. Dünya gerçekliği ile insan
gerçekliği arasındaki basit ilişkinin neden sorun haline dönüştürüldüğüne anlam
veremediklerinden. İyi, güzel, özgün, özgür ve mutlu yaşama kültürüne sahip
olmayan kuşağın dayatmalarına zorunlu bırakıldıklarından. Yaşlı düşünce,
sorgulanmayı ve yargılanmayı artık kabul etmelidir; görmelidir ve buna göre
tutum geliştirmelidir. Yaşam, doğrularınızı sayısal kalemle karalıyor artık.  SANAT/ŞİİR
ÇÖZÜMLEMESİ “Sanat
eseri, ontik bir bütündür ve integral yapıya sahiptir[2].”  Yapıtı, daha özelde şiiri, ontik (varlıksal)
bir bütün kabul edersek ki öyle, nesnel ve duyusal varlıklardan oluştuğu
sonucuna götürür bizi. Yapıtı oluşturan katman[3]ları,
yapısını, özeliklerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini; bir sistem dahiline
çözümlemek durumunda kalırız. Bunu yaparken nasıl bir yöntem izlemeliyiz? Öznel
mi, daha ele alınabilir başka bir yöntem mi tercih edilmelidir? Öznel inceleme,
çözümleyicinin ya da eleştirmenin sanatsal deneyimi, dünya algısı, inanç ve
değer yargılarına bağımlıdır. Örneğin şiiri; kuramsal şiir bilgisi, dilin
özellikleri, sanat felsefesinin öngördüğü sanatsal yaklaşım ve estetik
biliminin öngördüğü bakış açısıyla ele alıp incelersek kanımca daha nesnel ve
bilimsel yönteme ulaşırız. Bu değerlerle şiiri incelediğimizde, çözümleyicinin
öznel yargılarını daha azaltırız ve estetik yargımızı, ayakları yere basan
bilgiyle destekleme olanağımız olur. Bir şiiri değerlendirirken sanatsal
tecrübe ve dünya algısına bağımlı öznel yargı olmak zorundadır; ancak nesnel
yargıyı baskın kılmak daha güvenilir sonuca götürür.   İkinci
konu, yapıtın integral yapıya sahip olmasıdır. İntegral yapı, yapıtın yapısal
ve duyusal varlıklarının tanımlanabileceğini, hesaplanabileceğini,
çözümlenebileceğini ifade eden matematiksel bir kavramdır. Matematiksel
ayrıntısına girmeyeceğim ancak yapıtı, belirli bir yöntemle
çözümleyebilirsiniz, değer biçebilirsiniz, ölçebilirsiniz anlamında bir
terimdir.     İşte
bu iki kavramın uzamına yaslanarak, katman yöntemiyle Şiir Çözümleme Tekniği[4]
ortaya koydum. Bu teknik hem yapısal hem de duyusal alanları inceleme
yeteneğine sahiptir. Dinamik bir tekniktir. Katman yöntemiyle çalışır. Aynı
zamanda her sanat türünü çözümlemek için kullanılabilir. KISA ÖYKÜ
MÜ, KISA DENEME Mİ?  Masum bir
soru sormak istiyorum kendime. Yazın bilirkişileri konuya karışabilir (müdahil
olabilir). Aşağıda okuduğunuz bölümce (paragraf), kısa öykü mü yoksa kısa
deneme mi? Bunun ayrımını nasıl yapmalıyım? 
 Günlerden
15 Temmuz’muş. Hizan’a, Menemen'e, Sivas'a oradan da Silivri’ye kısa bir
gezinti yaptım. Çankaya!... Oh oh Seyran Bağları ne güzel!  Hele çiftlik, olamaz böyle bir öykü.
Değişimin değişmezlik kuralına karşın aynalı çarşı aynıydı. “Aşağı tükürsen
sakal yukarı tükürsen bıyık; Öküz ölmeden ortaklık bozulmaz” dediler. Sustum… İşte böyle
bir şey; ayrımı zor konular gelip bulur illaki düşünen insanı; tıpkı
bölümcedeki konu gibi…  
 KISA
KISA DENEME DENEYELİM-2  ÇEREZ BİLGİ Sayısal
teknolojinin okuru çerez bilgilerle anlık ödüllendirmesi, bilgiye kolay ve
hızlı erişim; beynimizi daha önemli bir sorunla karşı karşıya getirdi: Hazıra
alışkanlık. Dikkat ederseniz çoğumuz uzun yazıları okuyamıyor. Derin yazıları
okumaktan kaçınıyor. Çerez bilgi ve kısa yazı, günümüzde okur için ödül
niteliği taşıyor. Hap gibi gör geç. Uzun yazılarsa zaman harcanmaması gereken
angarya. Madem öyle ben de uzun değil, kısa deneme yazacağım. Öykünün kısası
var da denemenin kısası neden olmasın? Kısa olsun da çerez bilgi olmasın,
önemli olan budur kanımca. Denemelerde
hep şunu aramışımdır: Okuduğum metin; insan, yaşam ve kültürel değerlerden
süzülmüş bir parmak bal çalsın ruhuma. Bilmediğim, değmediğim, fark etmediğim
bir durum-duygu-anlamı, çıkarıp göstersin. Çok ender karşılaşıyorum öylesine. Deneme
kısa olursa daha mı öz ve etkin olur, diye düşünüyorum. Beklentimi kısa
denemelerde deneyeceğim. Denemek başarmak değildir; kısa kısa deneme deneyip göreceğim,
bir parmak bal tadı duyacak mıyım? EN KISA DENEME-6 Şair
öykü ve ritüellerinin kıçına teneke bağlayıp kuru alkış tutanları, çok dikkate
almamak gerek; onlar, boşa atan avcı gibi akşam hüznüyle evine dönerler. EN KISA DENEME-7 Türk şiirinin en önemli sorunu nedir diye sorsalar,
düşünmeden: “Türk şiirinin temel sorunu, Türk şairinin kendisidir.” diye
yanıtlardım.  EN KISA DENEME-8 Estetiğin
doğuma hazırlandığı rahim, kişisel algı ve yargının özgünlüğü ile ortamın
özgürlüğüdür. Şiddetin bulunduğu yerde özgünlük ve özgürlük olmaz.  EN KISA DENEME-9 Şiir veya herhangi bir yapıt, okurun/izleyicinin duygu durumunu olabildiğince
yüksek düzeyde hareketli tutma amacı taşımalıdır. Bunu yapmayan ve duyguyu
etkisi altına alamayan yapıt, sadece var olan bir yazı veya nesnedir.  EN KISA DENEME-10 Dilsel şiddet,
maytap geçmeden başlayıp küçük düşürme ve sözlü saldırıya, hakaretten küfre
kadar varan konuşma dilidir. Bir başkasını incitmeye, onun duygularını ve
saygınlığını ezmeye yönelik sözlü eylemler bütünüdür.  ANLAMLANDIRMA  Sanat; gerçek, gerçeküstü ve sanal uzamı
kullanabilmesine karşın sanat bilgisi, daha mantıklı ve aklı esas alan bir
yaklaşımda olmalıdır. İşin doğasını ve aklın gösterdiği gerçek dünyayı tam
anlamıyla içselleştirmeden gerçeküstü ve sanal dünyanın bilincine ulaşmak olası
değildir. Gerçeküstü ve sanal dünya, gerçek dünyanın üzerine yaslanarak
anlamlandırılabilir, duyumsanabilir, düşüncede somutlaştırılabilir. Şiire ancak
ve ancak o zaman giydirilebilir.  SANATSAL DENEMELER Deneme,
yazın türleri arasında en özgürüdür. Konu, biçim ve yönteminde; ortak kabul
görmüş kural, sınır, hacim ve belirlenim yoktur. Bunlara dayanarak, sanata dair
ve kısacık denemeler yazıp fırına sürersem daha lezzetli olur diye düşündüm. Birincisi,
sizleri düşündüğüm için. Ne o öyle, oku oku bitmesin, üstüne üstlük magazinsel
öykü anlatıcılığından öteye geçmesin. İkincisi, uyuyan yerlerinizi gürültüsüzce
uyandırmak niyetinde değilim. Üçüncüsü, siz yazın emekçilerinin kulağına kar
suyu kaçırmak kaygım değil. Sanat felsefesinden yola çıkarak şiir sanatına ve
onun mimarı şairlere özeniyorum doğrusu. Bizim şair ve eleştirmenlerin yaptığı
gibi yukarıdan-aşağıdan, doğru-yanlış, genelleyip-yuvarlayıp sallayacağım; ne
tutarsa.  Kısa
kısa değinmelerle belleklerinizi kurcalayıp zihninizi sallasam ne olur ki? Hadi
salladım diyelim; kimin umurunda… Kısa kısa deniyorum; kendim için…  Anlamıyorum şu bizim şairleri. Çoğu
şiir yazılarını okurken kendimi mantar tarlasında hissediyorum. Her tümcede
kofluğa basıp üzerime boşluk sıçrayacak diye korkuyorum. Şiire neden bu kadar
çok anlamsız görevler yüklerler? Neden abartılı sıfatlarla tanımlamaya
çalışırlar. Torba kavramlarla şiiri neden genellemeye boğarlar? Şair kendisine
neden böyle anlamsız bir görev yüklemiştir? Örnek mi, sürülerce: “Şiir
isyandır, başkaldırıdır!” “Şiir ne söylemediğindir.” “Şiir dikey doğruların
Tanrısıdır.” “Şiirin konusu yoktur, hayatı vardır.” “Şiir imgelerin soyutta
birleşmesidir.” “Şiir, sözcüğün kavramla buluşması sürecinde oluşur.” gibi… Bunlar,
şiir adına, sanat adına azıcık bir şey anlatsa gam yemeyeceğim. Şiirin, böyle
övgü ve öykünmeci söylemlere gereksinimi yok ki. Bu gerekliliği, siz kendinizde
duyuyorsanız, en azından anlamı tüylenmiş genelleme yapın. Niteliğine uyan
isimlendirme yapın bari. Çırılçıplak salıvermeyin. Yakışıklı olsun, güzel söz
diyelim; şiir gibi olsun…  DİL İŞİ DİŞ İZİNE BENZEMEZ  Dil çalışmaları[5]nda
temel değişken “düşüncenin geliştirilmesi” olmalıdır. Bu varsayımdan yola çıkar
ve değerler dizgesini bunun üzerine kurgularsak, dilin eylem/duygu/olay/olgu
boşluklarını sorgulamak durumunda kalırız. Böyle yaparsak tanımlanmamış bir
şeyin üstüne gitmiş oluruz ki bu, değişim ve gelişimin en etkin yoludur. Soyut
veya somut, hareket-nesne-eylem-duygu-olay-olgu boşluklarının sorgulanması;
düşüncenin genişletilmesi, düşünceye yeni yeni alanlar yaratılması demektir.
Sorgulama hızını artırmak, düşüncenin genleşmesini sağlamaktır. Düşüncenin
evrilmesi, dilin uzamının genişlemesi ve yeni anlam alanlarına açılması
demektir.  Dil işi diş izine benzemez. Dil işi, yazımı tamamlanamayacak uzun
bir öyküdür. “Dil çalışmaları[6]”
isimli denememde bu konuyu ayrıntılı açıkladım. Ulaşmak isterseniz bağlantısı
aşağıdadır. Dil konusunda paradigma değişiminden söz ettiğim, dil gelişimine
farklı bir bakış getirdiğim için öneriyorum; benim yazım olduğu için
değil.   ZORUNLULUK Belki
de sahip olduğum veya kendi yarattığım olanaklar gereği; ben, kimsenin ekmeğine
yağ sürmedim, kendi ekmeğime de yağ sürülmesi için hiç çaba göstermedim.
İnsanla, malzemeyle, eğitimle, üretimle ve tüketimle uğraşmanın ne demek
olduğunu az çok bilirim; işim, gözlemlerim, deneyimlerim ve incelemelerimden.
Bugünün koşullarında bir başkasının ekmeğine yağ sürmeden başarılı bir yaşamın
olası olmadığını da bilirim. Ama ben, kendine hesap vermek zorunda olmayan tarafında
bulundum ülkenin…  Koşullar, vicdan
muhasebesi yapmamı hiç gerektirmedi; biraz da ben zorlamasına izin vermedim,
demek daha doğru olur.  Giydirilmeye
çalışılan format, bir türlü benim üzerimde maya tutmuyordu; tutmasına da izin
vermek niyetinde olmadım… Edinilen, öğrenilen, duyulan ve görülen her bilgi
kendi havuzumda arıtılmadan doğaya salınmamıştır. İçinde yaşadığımız çağda
arıtılmadan kullanılan bilgi, çevreye zararlıdır çoğunlukla… Zorunlulukların
üzerime abanamaması, bu yüzdendir.   GÜNCEL Elimden
geldiğince güncel politikaya ilişkin yorum yapmamaya çalışıyorum; ne varsa
gelip damarıma basıyor hukuksuz uygulamalar, konuşmalar, yorumlar. Biz meslek
yaşamımızdan ve deneyimlerimizden biliyoruz ki amaç belliyse; yani minare
çalınmış ise minareye kılıf bulmak zor değildir; hele hukuksal alanda. Bunu çok
yakın tarihte yaşadık, izledik, gördük. Asıl acı olanı ise hukukçu diye
geçinenlerin, uydurma sayısal verileri somut delil/deliller olarak kabul ettiği
bir kara dönemi yaşadık hep birlikte. Son günlerde yaşadıklarımıza bakılırsa, o
yüz karası günleri anımsatıyor açıktan açıktan. Öyle olunca ister istemez
tarihsel bilgiyi kurcalamak durumunda kalıyorum. Bu benzerlik, bu sarmal en
önemlisi de amaca uygun yetki kuşatması, gerçek değil; benim yanılgım olsun
isterdim. Biz ülküsüne, ülkesine, değerlerine, Atatürkçü düşünceye ve Çağdaş
Cumhuriyete inanan ve onu düstur edinen insanlarız. Her gün ufkumuzda bir ışığın
daha karardığını görmek acı veriyor; yazmak yetmiyor artık…  KISA
KISA DENEME DENEYELİM-3  DENEMENİN KISASI Sosyal
sistemler, kültür varlıkları ve bilginin teknolojiye dönüşümü; kontrol edilemeyecek
kadar kapsamlı bilgi birikimi oluşturmuştur. Günümüz bilgi varlıkları, insan
beyninin işleme ve kontrol etme olanağını aşmıştır. Sanat bilgisi de aynı
durumdadır. Her sanat dalının kendine özgü tekniği ve kuramsal bütünlüğü
vardır. Hepsine ulaşmak ve üst seviyede gereklerini uygulamak şimdilik insan
kapasitesinin üstündedir. Öğrenen makinalar ve yapay zekâ gibi ileri teknoloji aygıtları,
gelecekte bu işi yapabilir mi, şimdilik öngörülemez. Bu yüzden her tür yazınsal
yapıt; kısa, öz, vurucu, zaman kaybettirmeden okurda iz bırakmalıdır. Günümüz;
hız, bilgi ve teknoloji çağıdır. Zaman değerlidir. Magazinsel öykü
anlatıcılığını, artık deneme dışındaki türlere bırakmak gerekir. Deneme özgür
bir yazın türüdür, magazinsel öykü anlatıcılığı da yapılabilir ama bu türü
etkin kullanmak çağın gereğidir. Vur-kaç, dokun-geç, al-geç, at-vur türü kısa
ve özet tümcelerle konuyu anlatmanın daha etkili olacağını düşünüyorum. Kısa
denemede ısrar etmemin özeti budur; siz de kısa kısa deneyiniz.  EN KISA DENEME-11 Şiir
incelemesi; şair ve şiirin üzerinden edebiyat parçalamak değildir. Şiir
incelemesi, şiirin sanatsal, şiirsel ve estetik değerini ortaya koymaktır. Bu
da sanat bilimine dayalı bütünlüklü bir sistemle yapılabilir. Bunun dışında
yapılan şiir incelemeleri ve yazınımızdaki çoğu şiir incelemesi, şiirden
anladığının iç dökümüdür. EN KISA DENEME-12 Şiire
giydirilen şiddet, dilsel şiddettir; “ben” kavgasının en etkili ve uzun
menzilli silahıdır. Dilsel şiddet ortamından beslenen şiir okuru, bu silahı en
kısa zamanda edinip diline takar.   EN KISA DENEME-13 24. İzmir Kitap Fuarında; bir hafta
boyunca yayıncı, yazar ve şairleri özellikle izledim ve gözlemledim. Çok
ilginç; hiçbirisinin kendi yazdıklarından başka diğerlerine ayıracak zamanları
yoktu; düşündüm ki okumadan yazıyorlar.  EN KISA DENEME-14 Bazı şiirler var ki şarap gibidir. Ya
hemen içime hazır olur ya da bekletirsin; yıllar sonra şuruba dönüşür. Yıllar
geçmesine karşın şiire bir türlü asıl olması gereken anlam ve estetik değeri
veremezsin. Bazı şiirler var ki kısa bir sürede olgunlaşır, kanatlanır; uçup
gitmiş konmuştur ruhların köşesine. Şair kafası, ne zaman nasıl bir şey
yapacağı belli olmaz. Açıklaması var mı? Şimdilik yok. EN KISA DENEME-15 Coşum,
duyguların ayartılmasıdır. Estetik hazdan önceki coşkunluk durumudur. Bir
anlamda duyguların uyandırılıp maceralı bir gezintiye çıkarılmasıdır. Temiz ay
ışığı ve iyi bir şiir eşliğinde gidemeyeceği yer yoktur.  DELİ GADİR “Çocuklar kurnazlaştı çift çift kapar Analar daha kurnaz Bir pazıdan çift ekmek yapar.”  Deli Gadir (Eskişehir,
Mihalıççık Kayı köyünde 1900’lü yıllarda yaşamış bir gezgin) 
 Niye
bu tekerlemeyle başladım? İzmir’de büyük bir inşaat projesinin fiyat
politikasından kısa bir kesit çıkarmak için. Gerçekçi bir ekonomi yönetimi
olsaydı olmazdı ama oldu ve konut kredi faizleri çok düşük bir seviyeye zoraki
çekildi. Düşük faiz oranlarının açıklandığı sabah, büyük inşaat şirketleri ve
müteahhitler, eski faiz maliyetinin üç katı yük bindirdi konut fiyatlarına…
Yedi mi konut alıcıları, bir kısmı yedi. 
Faiz yedi mi, yemedi; matematik yanılmaz. Sorun çözüldü mü, çözülmedi.
Büyük sorunlar hop deyince çözülmez, daha da batar. Deli Kadir şimdi yaşasaydı
daha güzel bir tekerleme yazar mıydı, en sunturlusundan yazardı. Malzeme çok;
destan çıkarırdı destan. (Kasım 2020) TARİH Tarihin
ayrıcalık ve farkındalık gibi bir derdi yoktur; o, içinde yaşadığı gerçek
öykünün kayıtçısıdır. Siz neresinden ve hangi açısından bakarsanız bakın, onun
yalın bir fotografik görüşü vardır. Yama yapabilirsiniz ya da çelişkili yerler
bulup yeni bakış biçimi üretebilirsiniz. Çünkü bu, tarihin gerçekliğinden
değil; sizin bakış açınızdan kaynaklanan algısal bir görüntüdür. Bu görüntüler;
algınızın yapılandırılması ve dağarcığınızın düzeyine bağlıdır. Sıkıntı şudur: Birincisi;
dağarcığınız çerçöple donatılmışsa rutin ve gereksiz bir şeyi bir o kadar
insanın duyarlılığını kullanıp törene dönüştürebilirsiniz. Şeffaf olamazsınız,
çağdaş ve bilimsel düşünemezsiniz, kaynakları doğru ve şeffaf kullanmanız olası
olmaz, adalet sağlayamazsınız, işin başına getirdikleriniz işinin ehli değil
itaatkârlarınız olmak zorunda kalır, özgür bir bakışa ve dünya görüşüne sahip
olamazsınız, en kötüsü geleceği ve geleceğin belirtilerini okuyamazsınız.   İkincisi; pozitif bilimlerle donatmışsanız,
çağdaş bir yaklaşım ve olaylara her yönüyle bakıp haklının hakkını, yaşamın
gerçekliğini teslim edebilirsiniz. Tarihi kendi kalemiyle yazar, pozitif
bilimlerin gözünden okursanız; takkeli, fesli, cübbeliler değil, asıl
tarihçiler gündeminizi belirler.  İşte o
zaman yanıldık yenildik olmaz; biz de tarih hakkında kısa kısa deneme yazmak
zorunda kalmayız. ŞİİR KÜLTÜRÜ Şiir
sanatında iz bırakmış olan şairlerimiz elbette bizim değerlerimizdir;
anılmalıdır, tartışılmalıdır, referans gösterilmelidir, söyledikleri dikkate
alınmalıdır. Ne var ki bugün aramızda olmayan şairlerimizin bazılarına olması
gerekenin üzerinde ve körü körüne anlam yüklediğimizi görüyorum. Örneğin, bu
şairlerin dergi veya medya kanallarında yazısı paylaşılıyor ya da referans
gösteriliyor. Şiir hakkında dikkate değer bir şey söylemiş olmalarını geçtim,
sanat kavram ve terimlerini yerle bir etmiş olduklarını görüyorum. Kültürümüz
gereği anısına ve emeğine saygılı olmak durumundayız. Bugün sanat bilgisi daha
genişledi ve biçem değiştiriyor. Bu şairler tarafından geçmişte yazılmış ancak
bugünün şiir bilgisine ufuk açmayan yazılara ve söylemlere öykünmenin anlamlı
olmadığını söylemeliyim. Bu tutumun; anısına saygı duyulacak bir isim üzerinden
paye kazanma çabası olduğunu ve etik olmadığını düşünüyorum. Öykünmenin,
yanlışı yanlışla doğrulamanın, yanlış bilgilerle okurların zamanını almanın;
sağlıklı bir tutum olmadığını söylüyorum. İyi bilgiler miras bırakmışlarsa, başımızın
üstündedir, sık sık referans gösterilmelidir, tartışılmalıdır, anılmalıdır.
Ancak sanat bilimini yerle bir edenleri de ayırmalıyız dostlar. Kendim için
söylüyorum: Eleştirel deneme diye önümüze sürülen mahalle dedikodularını,
okumak istemiyorum. Genellemelerden şiir öğrenmek istemiyorum. “Şiiri, şairden
korumak” başlıklı denemeyi bu konuya dikkat çekebilmek için kaleme aldım. Bu
işin bilimi var; felsefesi, estetiği, sosyolojisi, psikolojisi var.  Genelleme ve öykünmeyle olacak iş değildir. DUYGU
YÖNETİMİ VE EĞİTİMİ “Duygu yönetimi
ve eğitimi” ile ilgili örgün ve profesyonel bir yaklaşım var mıdır ülkemizde?
Yok. Böyle bir şeyin adını duydunuz mu? Belki. Bana göre düşün
devriminin ilk adımı, duygu yönetimi ve duygu eğitiminin bilimsel ve kurumsal
bilgi bütünlüğüne kavuşturulması, ödünsüz eğitim kurumlarında uygulanması
olmalıdır. Olumlu duygu; bilgiye hevesli,
duyarlı, inana saygılı, sevecen, olumlu düşünen, yaşam stilini sanat hâline
dönüştüren aydın insana varmak için önemli bir bileşendir. Eğitim sisteminden
sosyal yaşama kadar yüz yüze kaldığı tüm alanlarda öğrenci; korku, kin, nefret,
güvensizlik gibi duygu durumu yaratacak etkenlerden uzak tutulmalıdır. Duygu
kontrolü ve olumlu duygu durumunu güçlendirmeye yönelik; edebiyat, resim, müzik
gibi tüm sanat alanları, sportif ve sosyal etkinliklerle desteklenmelidir. Duygularını
yönetmesi için profesyonelce yol ve yordam geliştirilmeli ve uygulamaları bireysel
olarak öğretilmelidir. Neslimizin geleceği düşünülüyorsa bu konu, siyaset üstü
bir görev ve çaba olmalıdır.  Örgün, etkin
ve ödünsüz; duygu yönetimi ve eğitimi…  Kaygım büyük,
haksız da değilim. Konuşmayı henüz öğrenen çocuğu; öcü, cin, cehennem, polis,
askerle korkutarak terbiye eden anne-babadan aydın bir aileye, oradan duygu
yönetimi ve eğitiminin gerekliliğini anlayıp uygulayacak bir siyaset anlayışına
nasıl varılır? İşte asıl soru ve sorun burasıdır.  ALTIN
ORAN TADINDA Deneme; eğitici,
öğretici ve kanıtlayıcı bir yanı olmamakla birlikte yeni bir şey söylemiyorsa;
okurun görme, duyma, sezme, duyumsama yetisine katkı sağlamıyorsa; çok anlamlı
bir metin olmaktan uzaktır. Çağımız bilgi çağıdır, her tür bilgiye her tür
kaynaktan ulaşabilme olanağına sahibiz. Okurda dönüşüm, değişim veya gelişim
kapılarını açmayan bir metin, bana göre okura boşa zaman harcatmaktır.  İstiyorum ki
öyle olmasın. Kısa denemelerle söylenmesi gerekenleri söyleyelim; yazar iç
yükünden kurtulsun, okur da bir parmak bal tadını alsın. Nasıl olur bu? Dayatmadan,
öğretme çabasına girmeden, zorlamadan. Kısa kısa altın oran tadında…  Sanat, en güvenilir tarihsel bilgidir. Çağını
yadsıma ya da olduğundan farklı gösterme yeteneği yoktur. Tarihçiler, tarihi
yazarken sağlama yapmak istiyorlarsa tarih bilgilerini sanat tarihiyle birlikte
değerlendirmelilerdir.  Hakkınızla
tırnaklarınızı taktığınız yer olmalı bulunduğunuz makam. Ne bir basamak aşağı
ne bir basamak yukarı. Liyakat da adalet de işte o zaman kendini göstermeye
başlar. Sanattan ekonomiye kadar her alan, güler yüz göstermeye başlar.  Sanat, rastlantı
yeteneklere bırakılacak kadar yüzeysel bir iş değildir. Sanat bilimi yanında
bütün bilimlerin eşgüdümünü gerekli kılar. Yetenek, yanında donanım ister.  KISA
DENEME-19 Yolunda
dosdoğru giden bir insanın öyküsü oldukça basittir. Ya varmıştır ya da varmak
üzeredir.  KISA DENEME-20 Ben şiirde ağız
dolusu bir dil duymak isterim. Ağız dolusu dil, ne dil oyunlarıyla ne de dil
buyruklarıyla kurulur. Anlamın, insanı kavrama gücü ve duygu değeri ile
kurulur.  ŞİİR
DONANIM İSTER Öne
çıkmış şairlerimizin tutumundan sanatsal kuramlara yeterince önem verilmediğini
anlıyorum. Dahası kuramsal bilginin gereksiz olduğunu, bu bilgilerle şiir
yazılamayacağını savunanların çoğunlukta olduğuna tanık oldum. “Akademik
bilgidir; şiir yazmak için çok gerekli değil” diyorlar. Daha kötüsü, şiirle
ilgilenenler sanatsal kuramların ne anlama geldiğini de düşünmüyor. Hatta kuram
sözcüğü, yalan yanlış kullanılıyor şiir yazılarında. Şiir;
sanat felsefesini bilmeden hakkıyla yapılacak bir yazın türü değildir. Resim
veya seramik gibi sanat dallarında, teknikle işi belli bir düzeye
götürebilirsiniz. Şiirde de dize yazarsınız, şiir diye metin yazarsınız ama
bunun şiir olup olmadığı kuşkuludur; başkalarının ağzına bağımlısınızdır. İmge
bütünlüğünden söz dizimine, metnin tutarlılığından bağdaşıklığına,
bağdaştırmadan sapmasına kadar sanatsal tekniğin ne anlama geldiğini kuramsal
bilgiyle çözebilirsiniz. Bunlar yetmez; şiir yaşamın ve nesnenin her noktasında
eli-ayağı olan bir türdür; donanım ister. Kuramsal şiir bilgisine egemen değilseniz,
kurduğunuz her dize yanıt bulamayacağınız sorular üretir.   ŞİİR SANATI Türk
Şiir Sanatı, Türk dili açısından evrensel sanat normları çerçevesinde, kendi
diline özgü, kendi kültürünün doğurduğu algı ve estetik kaygı bağlamında
mutlaka ayrıntılı ve işin uzmanı bilim insanları tarafından incelenmelidir. O
iyi şiir, bu kötü şiir, şu şiir değil gibi altı dolu olmayan, farklı dillerin
referanslarına dayanan, ideolojik ve dinsel artalan bilgisine bağımlı, nesnel
açıklama içermeyen, kulaktan dolma ve usta çırak usulü deneyime dayalı öznel
eleştiri, yargı ve çözümlemeler; ne şiir sanatına ne okura ne de şaire ufuk açar.
Şiir sanatını, öğreti ve inanç önyargısı ile baskısından, magazinsel
söylemlerden ancak bu tür inceleme/çözümlemelerle kurtarabiliriz.  Çağdaş, bilgi ve kültür dolu dünyaya
bakıyorum da bir o kadar çağdaş olmayan ve kültürsüz insanların köşe başlarında
ahkâm kestiklerini görüyorum. Devrimciyim, dindarım deyip faşizmin en koyusunu
içlerinde yaşayan, hastalıklı, inandırılmış, bilinçsiz kocaman kocaman insanlar
hışmını buluyorum karşımda. Efendilerinin sözleriyle kendilerine oluşturduğu
eğreti dünyayı bana da kakalamaya çalışıyorlar; komik desem değil, acı desem
değil, çocukça desem o da değil. Öylesine çelişkili bir dünya ve yaşam algısı
inşa edilmiş bilince sahip insanlar ki “vah benim insanım” demekten kendimi
alamıyorum. Kısacası paçalarına kadar bulaşmış eğreti bir özgürlük anlayışıyla,
esaretin en katmerlisini yaşamak için küheylan kesiliyorlar; beni de yanlarına
katmaya çalışarak. ÇAĞDAŞ DEĞERLER Ben
hep buydum, bulunduğum yerdeydim; eğilen-bükülen, dönen-dönüşenler benden
uzaktılar zaten. Dik durmanın bedeli bazen kimsesiz olmaktır, bazen züğürt
bazen de bir köşede unutulmak. Başkalarının dikte ettirdiğine değil, doğru
olduğuna inandığın yere yürüdüğünde de zorlu bir yoldasın demektir. Engeller
senin için kişiye özel tasarımlanmaya başlar. Doğru ve adil olan, kalabalıkta
sırıtır. Vicdanınla bunu ilk bakışta görebilirsin; çünkü doğru ve adil olan
size her bakışta gülümser. Doğruluk ve adalet göreceli kavramlar olsa bile
sağduyu dediğimiz yaklaşım onların, ne kadar ışıltılı durduklarını gösterirler.
Burada tek ölçüt, dağarcığınızdaki değerlerin yaşamsal ve çağdaş değerlerle
örtüşüp örtüşmediğidir.  İşte
biz bu değerleri olması gerektiği gibi aktaramadık arkadan gelen kuşaklara.
Bugün yaşadığımız sıkıntı, çağdaş değerlerin yerle bir edilmesinin altında
yatan temel gerekçe de bu olsa gerek. Tarihi gerçekleri saklayan uluslar, kanun
ve yönetmeliklerini çalışanından gizleyen kurumlar, uzun süre yaşayamazlar;
çünkü sakladıklarına göre orada bir yolsuzluk ya da hastalığın en bulaşıcı
olanı vardır. Bunun sonucunda kendi kuruluş felsefesini bilmeyen, çağdaş
değerler üzerinde yürümeyi hakaret sayan bir güruh elde edersiniz. Ne yazık ki
bugün yaşadığımız kargaşa, bilgiye ve gerçekliğe dayanmayan olguların eseridir.
Bu güruhun sesi artık duyulur olmaya başlamıştır ve korkutuyor beni. Şu sosyal medya ne güzel bir
laboratuvar. Gerçekten incelediğimizde öyle malzeme buluyorsunuz ki sokağa
çıkmanıza neredeyse gerek kalmıyor. “Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği
ve Şiir Eleştirisi” isimli kitabımı yazarken; okuma, araştırma, inceleme,
atölye çalışmalarımın dışında, en önemli kaynağım ve laboratuvarım sosyal medya
olmuştur. Bu olanağı kullanmayan sanat yolcusu dostlarıma anımsatmak isterim.   Buna karşın sosyal medyada sanat ve şiire
ilişkin yazıları ve yorumları görünce üzülüyorum. Şair dostlar, sanatın terim
ve kavramlarına egemen değilseniz yazdığınız yazılar sırıtıyor. Hem de öyle
sırıtıyor ki “Ben şehre yeni indim” der gibi…  Bilimsel alanlarda kullanılan ve
günlük dile de giren yabancı kökenli sözcüklerin çoğunun Türkçe karşılığı
vardır. Örneğin, potansiyel, estetik, ontoloji, psikoloji gibi… Türkçe
karşılığını tümcede yerine koyduğunuzda bir sıkıntı varsa o sözcüğün kullanımında
bir sıkıntı var demektir. Dilin inceliklerini, kavramların anlamsal kapsamı ve
hiyerarşisini düşünmeden yazdığınız her yazı duvara toslar. Örneğin, “potansiyel”
sözcüğü tanımlanmamış bir güç karşılığıdır fizikte. Günlük dilde de gizilgüç
biçiminde ifade edilir. Siz tanımlanmamış bir gücü, nasıl tanımlı bir güçmüş
gibi tümcenizde kullanabilirsiniz?   Dil çaba ister; ancak en çok sevdiği
şey, en az çaba yasasıdır. 
 İMGELEM Öncelikle
imgelemi, imge ile karıştırmayınız. Çok kişi karıştırıyor. Ayrı şeylerdir. İmgelem;
toplam bilgi birikimimiz, belleğimiz ve bilincimizin zihinsel ve duygusal
olarak ortaya koyduğu tüm tasarılar, ilişkiler, düşler, sezişler, anlamsal
görünüş ve görüntülerdir. Bilgilerin yoğurularak anlamın derinliklerinde
gezinilmesi, düşlemin daha geniş alanıdır. Düş ve düşünme gücünün zihinde
ortaya çıkardığı anlamsal örüntüler evrenidir. Şairin imgelem zenginliği,
çeşitliliği, yaratıcılığı ve gücü; evren, yaşam ve insan ile aralarındaki
ilişkiyi görme, duyma, sezme ve anlamlandırma yetisiyle doğru orantılıdır.  Şairin,
duyusal ve düşünsel dünyasında kullanılabilir duruma dönüştürdüğü, tüm kültür
varlıkları ve bilgi varlıklarının yorumudur. Kullanılabilir bilgiden kastım,
içselleştirilmiş ve anlamsal bütünlüğü zihinde hiyerarşik olarak tasarımlanmış
bilgidir.  Öyleyse
imge ne mi? İmge, anlam ve çağrışımıyla okurda imgelemi doğuran anlam
parçalarıdır. Sanatsal ögeler, imgenin okurda doğurduğu imgelem zenginliğinde aranmalıdır.    EN KISA
DENEME-21 Türk şiiri, özellikle ödül ve eleştiri sistemi; yalan yanlış
bilgilerle, öğreti ve inanç saplantılarıyla, aktarma ve kulaktan dolma
söylemlerle düğün atı oynatma alışkanlığını aşmalıdır artık. Şiir gibi ölçütü
ve değerler dizgesi (parametre ve paradigma) çok fazla olan sanat alanlarında
sığınabileceğiniz tek yer, olabildiğince bilimsel verilere sadık kalmak ve
şeffaf davranmaktır. Saygınlık ve güven kazanmanın biricik yoludur.   EN KISA DENEME-22 Okurlar, sanatçılar veya sanat eleştirmenleri; egolarına yenilerek,
öğreti, inanç, öğrenilmişlik ve önyargı zinciri altındaysa; zihinleri bazı
edinilmiş kalıplardan dolayı baskı altındaysa; estetik kaygı diye
tanımladığımız durum farklılık gösterir. Bu durum, estetik kaygıdan dayatmacılık
ve yararcılık kaygısına evrilir. Bu, sanat dünyasında yaşanagelen ve bugün
yaşadığımız en geçerli davranış gibi görünen temel sorunla karşı karşıya
olduğumuzu gösterir.   EN KISA DENEME-23 Şiirin anlam katmanı; şairin bilerek ya da bilmeden yaptığı, okurun
şiir iletileri ile yaşamsal izlerinden ulaştığı ve şiirsel düzlemde sessel,
görüntüsel, anlatımsal, çağrışımsal, coşumsal tüm olguların ürettiği okunabilir
anlamsal varlıklardır. Anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetikle
bağıntılıdır.   EN KISA DENEME-24 Biçim, yapıtın temel taşıyıcısıdır; dilsel veya sanatsal tüm
özelliklerin yapıt üzerine giydirilmiş bir formudur. Yapıtın nesnel varlık
katmanları ile duyusal varlık katmanlarının toplamından oluşur. Yazınsal
yapıtlarda biçimin şekilsel özellikleri önemli bir yer tutmaz. Görsel
sanatların aksine şiir, ağırlığını ses, anlam ve anlatım olanaklarına bırakır.
Çünkü şiir bir heykel ya da resim değildir, şiirin kullandığı malzeme dilin
kendisidir. Dilse biçimle değil, anlam, anlatım ve sesle nesnelleşir.   EN KISA DENEME-25 ESTETİK BEĞENİ Estetik
kavramı; yapıt ile insan arasındaki beğeni ya da ilişkinin duygulanım süreci,
estetik bilimi ise bu sürecin bilgi disiplinidir. Daha geniş anlamıyla ele
alırsak estetik, insan ile sanat eseri arasındaki ilişkinin kapsamını inceleyen
bilim dalıdır. Soyuttur ve duygu durumunun yaşanma biçimidir. Halk arasında
güzel sözcüğünün eş anlamlısı gibi kullanılabilir; ancak sanat alanında bu
şekilde kullanılması yadırganacak bir durumdur. Beğeni; insanda doğuştan gelen ve sonradan inşa edilen olgular
sonucunda oluşan bir duygu durumudur. Bilgi, kültür, eğitim, deneyim, çevre,
koşullar gibi etkenlerle birlikte yaşam, olay ve nesneler arasında kurduğumuz
ilişkiye bağımlıdır. Daha açık söylersek, beğeninin öncesi, genelliği, genel
geçerliği, zorunluluğu vardır. Beğeni duygusu insanda her zaman, her yer ve her
durumda oluşan bir duygu durumudur. Bilinci az çok oluşmuş her insanda genetik
olarak kodlu olan ve adına estetik kaygı dediğimiz durumun tetiklenmesiyle
açığa çıkan bir durumdur. Sanatla ilişkili beğeniden söz edeceksek buna,
"estetik beğeni" demeliyiz.  Çağdaş
sanat, var olana öykünmekle sanat üretme anlayışını yıkmıştır artık. Bu
anlayış, var olanı yeniden anlamlandırma, ilişkilerden yeni varlıklar keşfetme,
yaratıcılığın sınırlarını zorlama, zekâ ve farkındalık yaratan yeni
biçim/duyuş/seziş olanaklarını temel almaktadır. Durum böyle olduğu zaman
okumadan, bilgiler arası eşgüdüm ve ilişkiyi çözmeden sanat üretmek, bir
anlamda öykünmek dışında sanatsal bir değer taşımayacaktır. İşte bu yüzden
bilgi ve bilgiler arası eşgüdüm ve çözümü içselleştirmek durumunda olduğumuzu
artık kabul etmeliyiz. Çağdaş Sanat, yaşam ve evren arasındaki ilişkiye
bilimsel yaklaşmak ve yerleşik kuralların sınırlarını yıkmakla olasıdır. Şiir; gördüğünü, işittiğini,
bildiğini, inandığını ve hissettiğini anlatmak değildir. Şiir gördüğünü,
işittiğini, bildiğini, inandığını ve hissettiğini öğütüp yenilebilir ve hazmı
kolay dil kurma işidir. Öğütüp, karıp, hamur yapıp, mayalayıp, uygun ateşte pişirip
ekmek olarak sofraya servis ustalığıdır. İşte bu süreç; imgelemin gücüne
dayanan anlam, anlatım ve sesin; en derin, en sarsıcı, en uyumlu ve dilin en
ekonomik kullanımıyla bir ayrıcalık kazanır. Daha açık söylemek gerekirse
yaşamı, insanı, dünyayı ve aralarındaki ilişkiyi yeniden anlamlandırma, uyumu
kurma ve algı çekici olarak görünüşe taşıma işidir. İşte bunun için her sanat
dalında, özellikle şiir gibi ayrıntısı fazla bir alanda; bilgisiz ve donanımsız
çağı kavrayan şiir yazmak olası değildir. 
 AKTARMA BİLGİ Sanat,
aktarılabilir (transfer) bir şey değildir. Aktarım, var olanlara öykünmek
anlamına gelir. Yapıtın temel özelliği, biricik ve özgün olma zorunluluğudur.
Çağın ve insan düşünün dört köşesinden tutulabilir bilgi üretmek, sanatsal
bağlamda en temel uğraşı alanımız olmalıdır. Diğer taraftan sanatı kaba
gürültüden, kayırmacı anlayışlardan, tebliğ kültüründen ve propagandadan
kurtarmanın en etkin yollarından biri; onun öz, içerik ve biçimindeki varlık
katmanlarının anlaşılabilmesidir. Başka bir deyişle sanatı neden yaptığımızdan
başlayıp yapıtın temel bileşenlerine kadar her şeyi kendi disiplinleri gözünden
görebilmeliyiz. Özgün sanat üretmek istiyorsak, kafamızda bazı koşullar oluşmuş
olmalıdır. Sanatçının zihinsel örgütlenmesi, toplumsal ve evrensel değerler ile
bütünleşmiş olmalıdır. Yaşamı sıra dışı okuyabilmeli ve aktarma bilgilerin
üzerine basabilmeyi becermelidir.  ŞİİRSEL EZGİ Şiiri
dil sanatları içinde belirgin noktaya taşıyan özelliklerden biri de şiirsel
ezgidir. Şiirde ses, sadece anlatımın güzelleştirilmesi, estetik değer
algısının uyarılması demek değildir; aynı zamanda duygunun örgütlenebilir
kıvama sokulması, duyarlılığın yükseltilmesi için önemli bir işlev görüyor
olmasıdır. İnsanın duygusal yaşantısını, bir bakıma duygu durumunu çok kolay ve
sarsıcı bir şekilde biçimlendirme yeteneğine sahip olmasıdır. Başka bir
söylemle ezginin duygu şekillendirici gücü, insan sesi ve şiirsel ögelerin
dengeli kullanılması, şiirin insanla duygusal bağ kurmasında vazgeçilemez
ögedir. Zaten insana özgü estetik algı ve yargının ulaşmak istediği sonuç
(ulaşılmak istenen en üst güzellik katmanı) bu değil midir? Buradan şu çıkarımı
yapabiliriz sanırım: Şiirde duyarlılığı ve duygu yoğunluğunu yükseltmek;
estetik algı ve yargıyı etki altına almak; şiirsel ezgi ve şiirsel ögelerin
sarsıcı gücüyle olasıdır. Şiirde güçlü bir anlam, sarsıcı bir anlatım; şiirsel
ezgiyle bütünleşmiyorsa öyküden ya da herhangi bir metinden nasıl
ayıracağız?     ŞİİRDE SES Ses, estetik algının uyarılması ve duygunun kavranması için şiirin
bileşenleri arasında as kozdur. Estetik biliminde sözü edilen haz, hoşlanma ve
beğeni gibi kavramların, duyumsanır biçime getirilmesinde şiirsel ezginin çok
büyük bir payı vardır. Dil sanatları için şiire özgü bu ayırıcı özellik, göz
ardı edilemeyecek kadar değerli bir olanaktır. Ne var ki şiirde estetik değer
yaratacak özellikleri ayrıntılı incelemediğimizden, estetik değer açısından ses
gibi önemli bir bileşeni, bugün bile göz ardı edebilme cömertliğini
göstermekteyiz. Bu yanlışa düşmemek için, şiirde ses ve ses birimlerinin
doğurduğu fiziksel eksenleri bilimsel verilerle incelemeliyiz. Şiirde sesin
yani şiirsel ezginin, duyarlılığı artırmak için ne kadar güçlü bir etken
olduğunu deneysel olarak görmeliyiz.  ŞİİR ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ
 Şiir Çözümleme Tekniği[7], sanat
yapıtının ontik[8]
bütünlüğü ve integral[9] yapısı
gereği öne sürdüğüm yeni bir şiir inceleme yöntemidir. Şiirin varlık
katmanlarını inceleme esasına dayanır. Bu teknik, şairin imgelem sürecinden
şiiri yaratışına, şiirin okurda yarattığı etkiden gelecekteki anlamsal devinime
kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin bütün organlarının varlığı ya da
yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunu ortaya koymaya çalışır. Şiirin ön
ve derin yapısını, kapalı-açık alanlarını ve iletilerini açığa çıkarmaya
yöneliktir. Bunun yanında, şiirin kurgusu, şiir dili tekniklerini ve şiirin
okurla karşı karşıya gelmesinde ortaya çıkan etkiyi açıklamaya ve daha nesnel
sonuçlara ulaşmaya çalışır. Diğer taraftan bir şiirin ne olup olmadığı, nasıl
yazıldığı gibi sorulara ayrıntılı artalan bilgisi sunar.  Çözümleme katman yöntemiyle yapılır. Katman; şiirde birbirine benzer
belirli özelliklerin; içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya
niceliklerin, bir arada bulunduğu bir yapıyı belirtir. Ses, anlam, anlatım
gibi… Aynı zamanda birbirinden ayrıştırılabilir, belirli disiplinler altında
ele alınabilir ve kendi içinde tanımlanabilir yapılar olarak düşünülmektedir.
Örneğin ses katmanı; ses bilimi, estetik katmanı ise estetik biliminin öne
sürdüğü ilkelerle incelenebilir alanlar olarak ele alınmalıdır. Bir şiirde en az yedi katman vardır:
Bunlar; Biçim katmanı, Anlam katmanı, Anlatım katmanı, Ses katmanı, Çağrışım katmanı, Coşum katmanı ve Estetik katmanıdır.  ŞİİR YAZILARI Şiir,
tarihinin en kısır dönemindeymiş gibi geliyor bana. Okunmaması hatta hiç
yazılmaması gereken metinler, bir şey söylermiş gibi yapıp teğet geçen dizeler,
severmiş gibi görünüp okuruna kötü kızan şairler; yüksek perdeden işlem görüp
rafting yapıyorlar… Şaşırma! Reyting diyeceksin, diyorsun ama doğru yazdım;
rafting. Akıntıya göre kürek çekme sporu yani…  Eee ne edersin?  Yarandın mı bir komüne; alkış da hazır
tahterevalli de hazır yapay kanatlar da… İstersen yaptığın iş, iş değil çiş
olsun; Piero Manzoni gibi. Olmadı biz de deneyelim hem de kısa kısa
deneyelim.   ŞİİR YAZILARI Ne var ki küçük bir sıkıntımız vardır
bu konuda. Abartmıyorum, bu tümceleri dergi veya kitaplardan aldım. Böyle büyük
sözler ederiz de hiç düşünmeyiz. Şiir yazılarındaki abartılara bir bakalım aklı
selim. Örneğin yukarıda verdiğim dört tümcenin şiir için ne anlama geldiğini
birisi açıklayabilir mi? Kime bir yarar sağlar, neyi geliştirir şöyle biraz
sağduyulu sorgulayabilir miyiz? Bu tür yazılar yazılmalıdır ama şiirle ilgili
yazılması gereken çok daha ciddi konular var dostlar. Şiir, magazinsel
söylemlerle ve abartılarla yol alacak kadar sığ bir sanat değildir; anlam ve
düşünce sanatıdır.  Çağımızda
kurulu modern sistemler, aydın olduğunu varsayan insanları kendine bağımlı
kılmakta, istediği kıvama getirmekte, gereklerini dikte etmekte, bireysel
estetik algı ve estetik yargısını yavaş yavaş olumsuz yönde dönüştürmektedir.
Bu durum, yaşadığımız çağın en büyük ve alt edilemez sorunlarından biridir.  EN KISA DENEME-27 İnsanı
olumlu tutum ve davranışlara yöneltmek, duygudaşlık, düşünme, düş ve imgelem
yetisini güçlendirmek için; dürüstçe ve çıkar kaygısı gütmeden şu dört konunun
üzerine toplum olarak gidilmelidir. Bunlar; Duygu Yönetimi, Beğeni Yönetimi,
Sanat Eğitimi ve Sevgi Eğitimi’dir. EN KISA DENEME-28 Estetik
algı ve estetik değer yargısı, insanın yaşamsal algıları ile bir bütündür ve
her insan zihni bu algı ve yargı için hazırdır. Şairin, okurda hazır olan bu
estetik algı ve yargıyı doğru harekete geçirmesi ve uygun yönetmesi gerekir.
Şöyle bir çıkarım vardır; şair kendi beğenisini kendisi oluşturur. Sözün özü,
şair kendi beğenisini kurar, yayar; ancak bunu yaparken okur dünyasının
renklerini kullanmak zorundadır. Vazgeçilemez ve karşılıklı ilişkidir.  EN KISA DENEME-29 Şiirde
alışılmamış bağdaştırmalara başvurmanın temelinde, insan zihninin
derinliklerinde hiç dokunulmamış alanlarda yeni görüntü ve tasarımların
oluşmasını sağlamak yatar. Bu nedenle alışılmamış bağdaştırmalar, şiir dilinin
sanatsal özellikleri arasında en önemli ve çarpıcı şiirselliği sağlayan dilsel,
duyusal ve zihinsel olgudur. Aynı zamanda şaire, dilsel ve sanatsal yaratıcılık
ortamı sunar. EN KISA DENEME-30 İmge;
okur birikimi, anlam ve çağrışımın toplam sonucudur. Şiirdeki anlam sisteminin
nesnel halidir. Özellikle şiir gibi örtük ve anlam alanı geniş dil kullanan
sanatlarda; çokanlamlılık, çağrışımda rastlantısallık dolayısıyla anlamda
rastlantısallık mutlaktır. İmge sadece iki uzak söz kaynaşmasıyla değil,
sözcük, söz kaynaşması, deyim, dize, mısra, kıta veya şiir bütünlüğünden
doğurulabilen sonuçlardır. Sözle görünüşe taşınan değerlerdir ve aynı zamanda
okurda yeni imgelem alanları yaratma gücüne sahiptir.  İYİ HUYLU ELEŞTİRİ İyi huylu eleştiri, sevgi ve
sevginin yoğurduğu bilimsel aklı gerektirir. Bilimsel akıl, kirli bilgi ile
temiz bilgiyi birbirinden ayırabilir sağduyulu çözümlemelere sahip çağın önüne
geçmiş akıldır. Şair ve şiir eleştirmeni de bu akla sahip şiir işçisidir, öyle
de olmalıdır. Bilginin ve bilmenin sınırı yoktur; tıpkı sanat ve şiirin
sınırsız bir evren oluşu gibi… Sanat ve şiir dünyasında keşif bekleyen o kadar
çok şey var ki bu keşiflerin yapılabilmesi için eleştirmen de işin bir ucundan
tutmalıdır. Etik değerlere sahip, sanata ve çağa uygun donanımı kuşanmış
olmalıdır. Eleştiri
ciddi bir iştir. Şiirin etkinliğini, yetkinliğini ve estetik değerinin
tespitini bir kenara koydum; her şeyden önce eleştiri, şairin okuludur; olmazsa
olmazıdır. Öyle de olmazsa ne olur? Bizim gibi olur. Eleştirel deneme diye şair
hakkında genelleme, şiir hakkında yinelemeler okuruz.  ELEŞTİRİ Taraftarlık,
görüş farklılığı ve önyargı bir yere kadardır yapıt karşısında. Sanatsal ve
şiirsel bilgi kamusaldır, metinler arasıdır, tarihseldir, evrenseldir,
dinamiktir, farkındalıklı algı, özgün anlamlandırma ve yargılamanın sonucudur.
Ortaya konan bir sanatsal bilgi veya kuramı önce okur olarak okumakta yarar
vardır. Şair önce okur olmalıdır. Her tür bilgiye eşit mesafede durmalı ve onu
süzgecinden geçirdikten sonra bir yorumda bulunmalıdır.   Eleştiri
sadece bir metin türü değildir; sanat eserinin tanımlama, çözümleme,
değerlendirme, değerini belirleme ve raporlama sürecidir. Altının değeri
durduğu rafın niteliği ile ölçülmez; kendi saflığı ile ölçülür. Önemli olan
altının ayar değerini ölçebilmektir. Bunu ölçmek için de donanım ve özel teknik
gerekir. Eleştiri de tıpkı altının ayar derecesini ölçmek gibi bir şeydir. Üç
beş süslü ve çeviri bilgi, ideolojik ya da dinsel olguların güdümünde
yaptığınız sanatsal yorumla eleştiri yapmış gibi görünebilirsiniz; ne var ki
bunlar, özgün ve yetkin bir eleştiri olmaz. Çünkü bir şiiri değerlendirmek için
onun varlık katmanlarını açmak, örtük alanlarını açığa çıkarmak için bilimsel
ilkeleri kavramış olmak gerekir. Şiir, şair, okur üçgenindeki doğrusal ve
çapraz ilişkiyi, bu ilişkiden doğan sonuçları yakalamak gerekir.  BEKLENTİ ÖTESİ Öğreti,
konsept, form ve kavramların doğrusal etkilerini gereğinden fazla dikkate
alanlar, kendisine öğretilen kalıpları, günlük yaşamda uygulamak isterler,
bağlılık duyarlar ve en doğru davranış içinde olmalarıyla böbürlenirler. Oysa
tutarlı olmak ya da ilkelere sıkı sıkıya bağlı olmak, sanatsal yaratıların
önünde duran kocaman bir engeldir. Bu yüzden sanatçı, özellikle şiir gibi sanat
alanlarında, insan beklenti ve kabullerinin ötesinde olmalı, alışık olmadığımız
düşünme biçimini önümüze sermeli, arzuladığımız derin duygu durumuna girmemizi
sağlamalı ve önerdiği yenidünya görüntüsünü örnekleriyle duyumsatmalıdır.    ŞİİRİN İMGELEM GÜCÜ Her
şiir, şiirse eğer, toprağa kökleri salınmış bir kültür hazinesidir. Şiirin
açığa çıkardığı her söylem, dilsel kıvraklık, düşünsel ve duygusal evren,
insanı bir yanından kavrayarak onu sımsıkı tutar. Algıyı sarsıntıya uğratarak
duygu durumunu ve görme biçimini değiştirir, yeni bir gerçeklik olgusunu kavramaya
yöneltir. “Ben”i yaşam sevincine götürür.  Biliyoruz
ki her şiir, okuruyla yaşamsal bütünlük kazanır. Şiire okur gözünden bakmak
bugünün eleştirel yaklaşımlarında çok üzerinde durulan bir konu olmasa da ben
bu yanını özellikle önemsiyorum. Çünkü her sanat eserinde olduğu gibi şiir de
insan için vardır. Eleştirinin önemli konularından biri de şiirin, okur
üzerinde yaratmış olduğu imgelem gücünün tespitidir.  ELEŞTİRİ İŞİ Şiir
kendine özgü bir bilim alanıdır; sanat da. Şiir bilgisiz, şiire ilişkin
kavramlar arası bağıntı ve hiyerarşik konumlanışını çözmeden geliştirilemez;
yeni ve büyük şiir yazılamaz. Alışılmış ve kalıplaşmış yargılardan uzak bir
gözün bakması çoğu zaman yeniliğin, yaratıcılığın ve farklı bir bakış açısının
doğumu için önemlidir. Eleştiri, eleştirmen ve eleştirinin eleştirisi bu açıdan
çok önemli bir işleve sahiptir. Bu nedenle uzun bir araştırmadan sonra şunu
anladım; sanat öyle gelişigüzel ve gösteriş için yapılan bir eylem değildir.
Sanat yenidünyayı, çağdaş insanı ve aralarındaki ilişkiyi farklı biçimde
anlamlandırma, görme, duyma, işitme, sezme işidir; var olandan ve kavranabilen
soyut gerçeklikten yeni görünüşler ve görüntüler üretmektir. Bundan sonrası
yazı, söz, çizgi, renk, hareket, ışık ve biçim gibi kendi tekniği ve
özelliğinde var etme işidir. Eleştiri
ise bu ayrıntıları temelinde var olan gerekçeleriyle birlikte okunabilmesini,
açığa çıkarılabilmesini sağlamaktır. Yapıtın yetkinliğini, etkinliğini ve
estetik değerini duyumsanır kılmaktır.  KATMAN EDEBİYAT ELEŞTİRİ SİSTEMİ Katman Edebiyat Eleştiri Sistemi; Şiir
Çözümleme Tekniği[10] diye önerdiğim
kapsamlı bir sistemin üzerinde uygulanabilir, izlenebilir, denenebilir ve
genellenebilir sonuçlara yönelen bir kuramdır. Kuramın ayrıntılarını ortaya
çıkarabilmek için, özellikle “şiir sanatı” ele alınmıştır; çünkü şiir duyusal
ve nesnel yapısı bakımından, sanat yapıtlarında olması gereken tüm katmanları
görünür biçimde içinde taşır ve bunlar, şiir sanatı ile daha kolay
açıklanabilir. Yapıtların tamamında, nesnel ve duyusal olarak var olan içsel ve
dışsal varlık katmanlarını şiir çözümleme tekniğine dayanarak sanat bilimi,
sosyal ve insani bilim veriler ışığında görünür kılmaya çalışır. Şiir Çözümleme
Tekniği, şiiri katman[11]lara
ayırır, katmanları da tabaka[12] veya
eksen[13]lere
ayırarak ilgili tabakaları kendi disiplini içerisinde şair, okur, eser, zaman
ve ortam çarpanlarını dikkate alarak çözümlemeye yönelir. İşte Katman Edebiyat
Eleştirisi, Şiir Çözümleme Tekniği ile daha nesnel, daha tarafsız, bilimsel ve
sanatsal eleştiri biçimidir. Aslında bu teknik şiir için tasarlanmıştır; ancak
yazın evreninin her alanına uygulanabilir ve diğer tüm sanat türlerine de
uygulanabilme yeteneğine sahiptir. Ayrıntılı bilgi için dipnotta verilen
kaynaklara bakabilirsiniz[14].    
 KISA
KISA DENEME DENEYELİM-7  DEĞİRMENİN SUYU Birey,
birey olma bilincine ulaşmış, özgürlük bireylerce içselleştirilmiş, sanat
özerkliğini ilan etmiş olmasına karşın ne birey ne özgürlük ne de sanat ideal
gerçekliğini yaşama geçirebilmiştir. Çünkü bireyin birey olması, özgürlüğün içselleştirilebilmesi,
bireyin özgün yaratı ortaya koyabilmesi ve sanatın çağı öncelemesi; ortak aklın
algı deformasyonundan uzak kalmayı başarabilmesine bağlıdır. Bilim ve felsefede
bağımsız değilseniz, değerleriniz kul mantığında kotarılıp işleniyorsa, aktarma
bilgilerle değirmeni döndürüyorsanız bu nasıl olacak? Hangi birey, nasıl
özgürlük, nice özerklik? EN KISA DENEME-31 Bugün düşünebildiklerimiz, gelecekte tasarımı
ve yaşama geçirilmesi çoğunlukla olanaklı olanlardır. Hele
özlenenler daha yakındır. Geçmişte ütopya diye adlandırılan düşlerimizin pek
çoğu gerçekleştirilmiştir; somut-soyut anlamsal bütünlük veya nesnellik
kazanmışlardır. EN KISA DENEME-32 Dünyanın
olumlu, en güzel ve yüce duygusu sevgidir. Güzellik karşısında büyüyen bir
duyumsama eylemidir. Pek çok düşünürün söylediği gibi sanat güzeli görünüşe
çıkarmak, insanı güzel ve yetkin ruha taşımaktır. Sonuç olarak insanda sevgiyi
ve yaşam sevincini yaratmaktır. Sanat sevmektir; sevmekse şiirdir,
şiirselliktir. EN KISA DENEME-33 İnsanı,
insana egemen kılmak ve insanı öğrenilmiş maddiyata dayalı hırslarla donatmak
yerine; insanda sevgiyi egemen kılmak, pek çok sorunun üstesinden kolaylıkla gelecektir. EN KISA DENEME-34 Çevremize
çekilmiş görünür olmayan demir çember, aynı zamanda aklın evrimi önüne konmuş
aşılması zor bir engel sistemidir. Sanat adamı, çemberi kırmak için beyaz
dünyaya değil; iç dünyasına dönmeli ve biçimsel aklın yolunu kendisine
kapatmalıdır. Popülariteye değil, gerçekliğin kucağına dönmelidir. Bu durum,
küçük bir fındık uğruna neleri kaybettiğimizin farkında olamadığımız
gerçeğidir.  EN KISA DENEME-35 “İmgelem-İmge-İmgelem[15]” üçlüsü
nedir? Şiirin yazılışından insanla gelecekteki ilişkisine kadar bütün sanatsal
sürecini açıklayabilir mi bu üç sözcük? 
İmgelem-imge-imgelem süreci; şiir, resim, müzik gibi tüm yapıtların
doğuma hazırlık safhasından doğumuna, imge ve iletilerini kurmaktan okurda
yeniden bir imgelem dünyası yaratmasına kadar izlenen zorlu bir yoldur. ÇATIŞMA KÜLTÜRÜ-1 Ülkemiz
kültüründen beslenen bazı bireyler, dahası sanatçı ve aydın olduğunu ileri
sürenler, çatışma ve dayatma kültürünü en gözde ve yararlı davranış kalıbı
olarak benimsemişlerdir. Benim inandığım değerler senin inandığın değerler gibi
karşılaştırmacı, sanatın ve şiirin hiçbir noktasında yer almaması gereken
bölünmüşlük, küçümseme, önyargı, beğenisizlik ve ben bilirim yaklaşımı
yaygındır. Bunun yanında, zihin okuma, aşırı genelleme, keyfi ve duygusal
çıkarsama gibi bilişsel psikolojinin ortaya koyduğu olumsuz düşünce işleyiş
biçimlerini çoğunlukla yaşayan bireylerdir. Sanatçının sanatçıya, şairin şaire
nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu, eserlerine karşı nasıl bir tutum
sergilendiğini az çok gözlemlemiş birisi olarak bu tümceleri kurma gereği
duyuyorum. Kızmaca yok; bu bir tespittir.  OKUMA Okuma
konusunda çok nazlıyız çook! Aşık usandırırcasına. Daha ilk birkaç tümcede
“Olmaz böyle şey!” diye peşin hüküm verip okuma zahmetine kendince kılıf
hazırlayacak gizilgüce sahibiz. Üretilen bilgiyi ve ortaya konan yeni bir
yaklaşımı yerden yere vurma ve yok sayma alışkanlığımız pek yaygındır. Nedendir
bilinmez, yakınımızdaki insanların bilgisine güvenemeyiz. Referansımız yabancı
ya da ün kazanmış birisi olacak ki mutlaka öyledir diyebilelim.  Kabul edip öykünebilelim.  Genel
olarak üretilen bilgiyi nasıl yok sayarız diye türlü yollar deneriz. Bilindik
bilgileri öğrenmiş olmanın haklı gururu ile oyalanmaya yatkınız. Peşin
hükümlüyüz ve büyük beklenti içindeyizdir. Bilgiye ulaşmak bilgi üretmekten
daha zor değildir. Okumaktan geçer yolu; önyargısız ve beklentisiz okumaktan.
Biraz da temiz bilgi ile kirli bilgiyi birbirinden ayıracak altyapıya
kavuşmaktan.  Düşüncenin ve düş gücünün sınırı
yoktur, bununla birlikte dilin sınırı ve iskeleti yoktur. Şiirsel dil en
omurgasız dildir. Bir anlamda şiir dilinin anlamsal genişliği, düşünce ve düş
gücünün ulaşabildiği ufka bağlıdır. Dolayısıyla şiir; duygu, dil ve düşüncenin
özdeşliğinden beslenir ve sınırları tanımlanamayan bir alanın içinde var olan
bir sanattır. Şiir dili; sözcük, kavram ve anlam üzerinde oynayan bir dil
olması nedeniyle sanatsal yaratıcılığın ekseninde durur. Bizden keşif bekleyen
o kadar geniş bir sanatsal ve şiirsel evren var ki bugün, bunu büyük bir
kısmını düşünemiyor ve göremiyoruz. Tersinden söylersek henüz bilincine
varamadığımız, kavrayamadığımız sayısız şiirsel ve sanatsal model ve eğilim,
bizden keşif beklemektedir. İnsanlık olarak, bağnaz algı ve yargı modellerinden
kurtulup şiir ve sanata, çoklu ve sınırsız bir görüş açısıyla bakılabilmeliyiz. Öykünmeyle değil; her bilginin
altındaki derinliği çözerek…   KAYNAK GÖSTERME Değişik
kültürlere ilişkin bilgi ve yargıları kaynak gösterme; içselleşmemiş yabancı
kavram ve terimleri öne çıkarma; yerleşik kültüre yabancı az bilinen mitolojik
öykülere yaslanma; ideoloji veya inancından dolayı hayranlık duyulan kişileri
öne çıkarma; gelişmişliğimizi gösterme gereci gibidir. Ne birilerine karşı
önyargı ne hayranlık ne de sahip olduğumuz değer ve kültürün altında ya da
üstünde bir değer ve kültür varlığı kabul edilebilir.  Elbette kuramlar, söylemler, mitler, destanlar,
masallar ve halk öyküleri vardır yaşayan sanatın içinde. Bunları bir kenara
itemeyeceğimiz gibi sıradan kuram, öykü ya da halk arasındaki söylemlerden
ibaret olduğunu söyleyemeyiz.  Sanatın
özünü, estetiğini ve çekiciliğini kendi tespit ettiğimiz kuramlar ve
mitlerimizde aramalıyız. Sahip olduğumuz değerler, insanımızın duygu dünyasına
daha etkili seslenir. Bunlar, değerlerini içsel olarak duyumsuyorsam beni bende
rendeye vurabilirler. Şunu biliyorum; toplumda anlamı içselleşmemiş sanatsal
yabancı terim ve kavramlardan; duygu değeri oturmamış mitler, öyküler ve
kahramanlardan tanınırlık devşirmeye çalışmak; yazarın yetkinliğini değil,
acizliğini ve artalan bilgisinin zayıflığını gösterir.  Kültür
emperyalizmi denen
olgu, kendine bilindik ve kontrol edilebilir düşmanlar yaratır. Bunlar iyi
yürekli, atak kahramanlardır. Mazlum için çalışan kahramanlardır. Sanırsınız ki
inandığımız değerler için mücadele ederler, yenilik ve devrim yapmaya
çalışırlar, toplum bilincinde kanayan yerlere merhem sürerler, iyileştirirler,
dönüşümü sağlarlar, haksızdan alıp haklıya verirler. Görünüm öyle olmasına
karşın bunlar, karşı oldukları düşüncenin farkında olmadan sadık birer
hizmetçileridir. Bu tür sistemlerin en önemli özelliği ve sürekli kazanmasının
temelinde yatan gerçek, kendisine karşı olanları en büyük hizmetkârı olarak
kullanabiliyor olmasıdır. Sanatçının uyanması gereken nokta burasıdır. 19 ve
20. yüzyıldaki genel tabloya, değişim ve oluşum sürecine bakalım. Görünen
manzara odur ki devrin devrimcileri kendi kendilerini istekli bir biçimde
devire gelmişlerdir. Yani karşı oldukları sistemlerin gelişimine en büyük
hizmeti yapmışlardır. Bir özeleştiri yapıp deyin ki “Bu doğru değil!” MAGAZİNSEL SÖYLEM Toplumu
istenilen bir düzen içinde yaşatmak için; onu oluşturan bireylerin zekâ
etkinliğini, yaratıcı özelliğini, girişimci ruhunu ve her türlü gizilgücünü
sınırlandırmak gerekir. İkinci sınıf toplumlardaki yönetici ve liderler, hatta
aydın olduğunu varsayan pek çok kanaat önderi kişiler, halk katmanlarının
temelinde var olan bu özelliklerin değişmemesi, gelişim göstermemesi ve
gizilgücün ortaya çıkmaması için çaba harcarlar. Bu tür kişiler, eğitim ve
sanat gibi zihin değiştirici, dönüştürücü olanakların inanç veya öğretilerin
mutlak emrinde olduğuna inanırlar. Öyle dikte ederler. İşte aydın olduğunu
savunan çoğu kişi ve yöneticiler, öğreti ya da inanç gibi olguların, diğer bir
söyleyişle doğruluğuna inandığı inanç ve öğretilerin geleceğin yeni ve yaşanabilir
dünyasını kuracağı öngörüsü içindedirler. Bu tür kişilerin zihninde, mutlak
doğruluğuna inandığı yöntemler dışında yeni bir çıkış yolu ve yeni bir dünya
modeli yoktur. Küresel olarak dünya toplumlarında yaşanan kaos ortamı ve çözüm
üretilememesinin nedeni, bu tür düşünce ve yargıya sahip yönetici oranının çok
yüksek olmasından kaynaklanır. Sanat dünyası da bu ve buna benzer algı ile
oluşturulmuş sabit düşünce sahibi insanlarla doludur. Ne yazık ki yoz
destekçileri karşısında magazinsel söylemlere kapılarak önlerini göremeyecek
kadar körlerdir ve bundan habersizlerdir.  DONANIM “İleri
bilimsel ve felsefi düşünme konusunda oldukça kabiliyetsiz olan çocukların
sürekli olarak yüksek düzeyde sanatsal yetenekler sergilediğini biliyoruz.”
diyor R.G. Collingwood. Bu sonucun doğru olduğunu varsaysak bile, sanatsal
etkinliğe yatkın bu kişiler, hangi sanat dalı olursa olsun günümüz koşullarında
bilimsel, felsefi ve teknik bilgiden uzaklarsa yaptıkları sanatsal etkinlikler
belli bir ufkun ötesine ulaşamazlar. Bizim deyimimizle arabeske bulaşmak
durumunda kalırlar. Özellikle şiir gibi dil sanatlarında bilgisiz yola çıkmak,
disiplinler arası konumlanışı çözmeden yola çıkmak, demirsiz ve çimentosuz bina
inşa etmekle eşdeğerdir. Dostlar,
donanımsız sanat üretme devri bitmiştir artık. Donanımlı bir akıl var
karşınızda ve onun estetik yargısını kazanmanız kolay değildir. Birkaç gömlek
ileride olmalısınız.   BİLGİ AKTI[16] Bilgi aktı dediğimiz olgu; “algı, düşünme, anlama ve
açıklama” aklarından oluşur ve bu zihinsel etkinlik birbirinden ayrılamaz, iç
içe döngüsel bir süreçtir. Genel olarak, bilgi aktına insanın düşünsel
etkinliğinin toplamı da diyebiliriz. Yani bu kavram, insanın bilme etkinliğidir.
Ancak, bilgi aktının işlerliği, insan zihinsel etkinliğinin hareket motoru,
özellikle sanatsal alanda "sevgiye” bağlıdır. Sevmeden algı, algı olmadan
anlama, anlamadan düşünme istenen düzeyde gerçekleşmez. Bu bağlamda, duyguya
doğrusal bir mantıkla yaklaşırsak her konuda öncelikli ele alınması gereken bir
konu olduğunu görürüz. İşte bu nedenle– duygu yönetimi[17]
son derece önemlidir diyorum.  Her alanda
olduğu gibi özellikle sanat ve şiirde duygu, ilk irdelenmesi, eğitilmesi ve
yönlendirilmesi gereken başat bir insan etkinliğidir, eylemidir.  SANAT VE BİLİM Heykel, şiir, resim gibi bütün sanatsal yaratılar; bilimi kullanır ama
bilimden özerktir, bilgiyi kullanır ama bilgiden bağımsızdır, insanın
edimlerini kullanır ama insanın içine saldırır, aklı kullanır ama aklın
çeperlerini parçalar, bilincin üç alanını kullanır ama bilinçle kavgalıdır.
Başka bir deyimle, doğru yanlış kavramı geçersizdir sanat için. Güzel ya da
güzel değil söyleminin de kesin bir ölçütü yoktur. Özellikle sanatta; özneler
arasılık, belirsizlik, görecelilik ve rastlantısallık kuramları öne çıkar.   Şiir ve sanat dünyasında bilimsellikten söz
edildiğinde yadırganır, farklı bir gözle bakılır. “Şiir diyalektiktir” denir.
Oysa diyalektik, bir bilimsel yaklaşım yöntemidir. Örneğin şiirin kendisi bir
bilim alanıdır. Tabii bilimi, yirminci yüz yıl tanımıyla ele almıyorsak.
Sanatın; felsefe, psikoloji ve sosyoloji ile estetikten oluşan sanat bilimi
diye bir bilgi bütünlüğü vardır.  Bilim, aklın ürettiği bilgi ve anlam sistemidir.
Sanatsa aklın düş gücü ile tasarladığı, imgelem sonucu ürettiği yapıtlar
bütünüdür. Her ikisi, aynı kandan beslenen ve aynı karından doğan kardeş
gibidir. Sanatsız bilim, bilimsiz sanat olmayacağını sanatın tarihsel
gelişiminden de söyleyebiliriz. Sanat ve bilim kardeş iseler insanoğluna düşen
görev, onu eş zamanlı, eş güdümlü, iç içe ve birbirini destekler biçimde
kullanmaktır.  Sanat ve bilim, insanlığın
ortak dilidir.  
 KISA
KISA DENEME DENEYELİM-8 İÇ DÖKME İçimizdeki
görkemin yansımasıdır şiir. Duyarlılığınız, sanatsal bilgi ve yeteneğiniz ne
kadar zengin imgelem kurabiliyorsa şiiriniz de o kadar zengin ve kavrayıcıdır
okuru. Evren ve yaşam arasındaki ilişkinin ayrıntılarını duymadan ve çözmeden
şiir yazarım diyorsanız, gördüklerinizi anlatmaktan başka bir şey yazamazsınız.
Duygularınızın zorladığı ve sağdan-soldan duyduğunuz süslü sözcükleri getirip
önümüze dize diye koyarsınız. Bunun adı bence şiir değil, iç dökmedir. İç dökme
sanat mıdır, tartışılır ama çoğu düşünür bunun sanat olmadığını söylüyor.  EN KISA DENEME-36 Bilmemesiyle suçlanamaz ki insan. Ne bilmediğini bilmeyen kişi için var
olan, yok hükmündedir. Zaten bizim biçtiğimiz değerle bir anlam kazanmıyor mu,
var olan?   EN KISA DENEME-37 Ben
insanoğlunun bulunduğu yerde, işlerin olması gerektiği gibi yürüdüğüne
güvenmem. En zor konu, en kısa zamanda çözümlenirken en basit konu, yıllarca
çözümsüz kalabiliyor. EN KISA DENEME-38 “Akıl
sahibi insan; ne kendisi ne bir başkası hatta ne de Tanrı için bir araç
olabilir.” demiş Kant. On sekizinci yüz yılda söylemiş hem de…    EN KISA DENEME-39 “Düşüncenin
özgür olması” tamlamasından ne anlıyorsunuz? Bu konu gerçekten sıkıntılı bir
durumdur. Özgürlük kavramını az çok bilen herkes “Ben özgür düşünüyorum” diyecektir.
Şu anda sizin düşünceniz ve düşün sisteminiz gerçekten özgür mü? Bunu,
tarafsızca sorgulamanız mümkün mü? Bu konuda kuşkuya düşmüyorsanız ciddi
sıkıntınız var demektir. Kendi kendinize basit bir test işte.   EN KISA DENEME-40 Şair
ve yazarın ilk işi iyi bir okur olmaktır; iyi bir okur olmayan her birey ne
söylendiğini anlamadığı gibi neyi bilmediğini gösteren bilgilerin de ayırdına
varamaz. Bu durumda çok yazan ama yeni bir şey söylemeyen,
kavram-terim-sözcükler arası anlamsal bağıntıyı kuramayan ve sadece öykünen
yazarlar/şairler sürüsü türer; bu kaçınılmaz bir sonuçtur. SANAT Sanat;
öğretilerin, dinlerin, inançların ve yarar çatışmalarının yedek akçesi gibi
görülmüştür tarih boyunca. Çağının, insan bilincinin, kültürünün, imgeleminin
ve düşünme biçiminin dışında bir olgu değildir. Ancak, amacı ve işlevi çok
açıktır; yaşamsal sürekliliği sağlamak için insanı yetkin ruha taşımak ve
olumlu duygulara yönelterek yaşam sevincini yüceltmektir. Değişik bakış
açılarından getireceğiniz her açıklama, bu temele dayanır.  ÇATIŞMA KÜLTÜRÜ-2 Çatışma
kültüründe büyümüş ve hâlâ çatışma kültürü anlayışıyla boğuşan bir kuşağız.
Sanatımız da bu kültürden alması gerekenleri alıp aynı mantıkla varlığını
sürdürmektedir. Başka türlüsünü düşünmek bizler için zordur elbet. Artık sanata
ve onun alt dallarına daha felsefi ve bilimsel yaklaşmanın zamanı gelmiştir.
Şiirin, sinemanın, tiyatronun maksadı hiçbir zaman çatışma ve şiddet doğuran
bir açılım olmamıştır.  Sanatta
karşıtlık, direniş ve çatışmacı tutumlar; bir amaca hizmet eder ki bunun tanımı
son derece açıktır. “Ben üstün olmak istiyorum” söyleminin altında yatan
gerekçedir. Daha kısa yoldan söylemek gerekirse sanatın, oksijeni sevgidir
dostlar. Siz hangi mantıkla yola çıkarsanız çıkın sevginin dışındaki tüm
gereçler, bir gün sanatın kucağında kendi kendini imha eder. Sanatın işlevi ve
yönelimi tamamen sevgiyi yüceltmek ve yaşam sevincini büyütmeye odaklıdır. Öbür
türlüsü, bir amacı gerçekleştirmek veya üstünlük kurmak için bir gereç haline
dönüşür. Yıllarca da böyle olmuş.  ÖNCE AKLINIZ Dil, bir anlam
dünyasıdır. Düşüncenin nesnelleşmiş halidir. Düşüncenin tasavvur edebildiği
dünyayı görünen kılandır. İnsanlar arası bağ kurma varlık alanıdır. Dahası
bilgi ve anlamlar arası eşgüdüm mekanizmasıdır. Dil ile düşünce özdeştir; dil
düşünceyi güçlendirirken düşünce de dili güçlendirir. Bu birbirinden ayrılamaz
geri dönüşümlü bir ilişkidir.  En önemlisi de
ürettiğimiz kültür varlıklarıyla doğru orantılıdır. Bir anlamda
düşünebildiğiniz, tanımlayabildiğiniz dünyanın gösterenidir. Dünyada üretilen
tüm kültür varlıklarıyla, yaşamsal değerlerle ve beklenen gelecek anlayışıyla
etkileşim içindedir. Kendi kültür ve kendi ulusunun içerisine hapsedilmeyecek
genişlikte bir sistemdir dil. İsterim ki bütün kavram, terim ve sözcükler; benim
ürettiklerim, benim değerlerim, benim coğrafyamdan doğsun. İsterim ki Türkçe
Türklerin öz malı olsun. Ne var ki beklentilerle olmaz bu. Kısa deneme dedik
ya uzatmayalım. Toplam aklınız ne kadarsa ve ne kadar bilgi üretmişseniz;
ürettiğiniz kavram, terim ve sözcüğünüz de o kadar olur. Bilgi üretmiyorsanız
taşıma sözcükler işgal eder dilinizi. Bilim ve felsefede bağımsız değilseniz, ‘değirmeni’
aktarma bilgilerle döndürüyorsanız dil gelişmez dostlar. Önce değirmenin suyu… ŞİİR DİLİ Bu denemede uzun tümce kurayım dedim. Kısa denemede uzun tümce gitmiyor
değil mi? Dil sanatlarında şiirin ayrı
bir özelliği var ve bu özellik şiirin bel kemiğini oluşturur. Şiir dışındaki
öykü, roman, masal gibi metinler, konu ve anlam üzerinden anlatıma yönelir.
Şiir ise anlamdan anlatıma giderken diğer taraftan da anlatım üzerinden anlama
yönelir. Yani anlatım anlama, anlam da anlatıma katkı sağlar. Başka bir şekilde
söylersek diğer metinlerde anlamın duygu değeri üzerinden yola çıkılır. Şiirde
anlatımın duygu değeri daha belirginleşir ve şiire renkli elbise anlatım
sayesinde giydirilir. Şiirin estetik değeri, öncelikle anlatım üzerinden çıkış
alır; sonra bütün katmanlara belirli ağırlıkta yaslanır. Güzel söz söyleme
sanatı söylemi, güzel anlatım demek değil midir? Sonuç olarak, “Anlatımdan anlama
yönelmek, şiire özgü ayırıcı bir özelliktir.” önermesini ileri sürebiliriz.  EKSİLTİLİ ANLATIM Şair, okuru çoğul bir anlama yöneltmek, çağrışım yelpazesi[18]ni
daha geniş tutmak, şiiri daha etkili kılmak ve şiiri daha yalın tutmak
maksadıyla, dizelerde eksiltili anlatıma başvurabilir. Bir dizenin, sesin,
sözcüğün ya da tümcenin eksik bırakılması onun bütün bir dize ve tümce olmadığı
anlamına gelmez. Bana göre eksiltili anlatımın önde gelen ereği, şiiri yalın
tutmaktan ziyade okuru, eksik kalan yerleri tamamlatarak çoğul anlam ve çağrışıma yöneltmek, rastlantısal anlam[19]
ve çağrışımsal imgelem[20]
zenginliği doğurmaktır. Okuru şiire katılmaya zorlamaktır. Bu, insan
beyninin önemli bir özelliğidir; var olanla anlamlandırmak.  Bu durum, “Geştalt Etkisi” kuramıyla
tanımlanmalıdır. Geştalt psikoloğu Kurt Koffka’nın bu konudaki kuramı şu
şekildedir: “Bütün, kendisini oluşturan
parçaların bir araya gelmesinden daha fazlasıdır. (...) Bütün, bağımsız bir
varoluşa sahiptir.” Koffka’nın söylemini daha açık söylersek “Beynimizin, özellikle basit ve bağlantısız
ögeleri görsel olarak bir araya getirerek tanıdık ve bütün figürler çıkarma
kabiliyetidir.”  Geştalt etkisi sayesinde, şiirde eksik bırakılan, kapalı gibi görünen söz
duygu değerleri, anlam ve çağrışım alanları beynimizin çalışma özelliği gereği
bir bütüne kavuşturulur, yani anlamlandırılır. Ancak burada oluşan bütünlük,
anlam ve çağrışım saçağı[21],
okurun bilinçaltı, zihni ve belleğinin gücü ile doğru orantılı oluşur.  YÜCE DEĞERİ Gündelik yaşamın gelgitleri içerisinde insanların duygulanım süreçlerini
hızlandıran etkenler vardır. Her birey için yapılandırılmaya veya işlenmeye
hazır tertemiz duyguların hüküm sürdüğü yumuşak bir dünyadır orası. Bu saf ve
tertemiz kişisel duygu durumunun, sömürülmeye yatkın ve karşının isteklerine
göre şekillendirilmeye açık yumuşak yönleri de vardır. Sanat diye yapılan,
duyguları karamsar ve içinden çıkılamaz bir hiçliğe sürükleyen edimlere; tanık
olduk ve tanık olmaya da devam edeceğiz. Buna örnek vermeye gerek yoktur;
müzikten sinemaya kadar uç örnekleri, hatta rencide edici örnekleri gözler
önündedir. Ancak şiirin hedefi; duyguları sömürme, yapılandırma veya onu
şekillendirme değildir; estetik kaygıyı, estetik duyarlılığı, estetik
yaşantıyı, estetik yargının gücünü arttırmak ve yaşam sevincini var kılmaktır.
İnsanın kendisine karşı ellerini güçlendirmektir. Bir başka söylemle, insandaki
“yüce değerini” duyulur kılmak ve sevme duygusunu güçlendirmektir. ANLAM DEVİNİMİ Şiirin
kalıcılığı, anlamının zamanla değer kazanması ve imgelem gücünün daha
yetkin/etkin hale dönüşmesi demektir. Bu özellik, şair ve eleştirmen açısından
üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Şiirin anlamı, bilginin
dönüşümüne bağımlıdır. Metinler arası ilişki burada görünür durumdadır. Bilgi
bilgiyi üretirken anlam da anlamın genişlemesini sağlar. Okurun zamana göre
değişen algısı, gelişen olayların bazı gerçeklikleri görünür kılması, yeni
gerçeklikler üretilerek anlamın değer kazanması, bilgi birikimiyle anlamın
genişlemesi ve zihnin daha etkin düşünme gücü; okurun gelecekte şiirden
ulaşabileceği anlamın durağan olmadığını gösteren gerekçelerdir. Ayrıca bunlara
ek olarak eleştirmenler, zamanla şiire sığınmış esrar perdesini kaldırarak
şiirin ileti gücü ve anlam derinliğine yeni boyut kazandırıp anlam
genişlemesine katkı sağlayabilirler.  Şair,
şiirinin kalıcı olmasını düşünüyorsa şiirini kurarken, anlam devinimini dikkate
almalıdır. Eleştirmen ise önceden yazılan şiirin anlamsal genişlemesini ortaya
koymak veya bugün yazılan şiirin gelecekte alacağı değeri öngörmek için çaba
harcamalıdır.  İSİM SORUNU  İş
yaşamımdan da bilirim; insanlar işyerinde işsiz kaldığında; bir de yaranma veya
tanınma kaygısı olduğunda; özellikle öğreti veya inanç saplantısına sahipse; ya
isimlerle ya kavramlarla ya yüksek değerlerle ya da kimlikle uğraşırlar.
Kurumların, cadde ve sokakların, sık sık isimlerinin değiştirilmesi bu
işgüzarlığın sonucudur. Toplum olarak çok şey üretmiyoruz ama bozmakta oldukça
yetkiniz.   Kimlik
sorunu gündeme geldi yıllar önce, koca koca insanlar tartıştı. Bakıyorsunuz
konuyu gündeme getirip tartışanlara, poposuna yapışmış keneden habersiz yaşayan
birkaç hımbıl.  Felsefi
olarak şöyle tanımlanır: Bir toplumun değerleri, araç değerler ve yüksek değerlerden
oluşur. Araç değerleri yüksek değerlerden baskınsa, o toplum kötüye gidiyor,
denir. Kardeşim küçücük aklınızla yüksek değer dediğimiz varlıklarla
oynamayınız. Kavramların anlam kapsamı son derece açıktır; muğlaklığa yer
yoktur. Senin kafan bulanıksa al bir kilo sabun yıka gitsin, olmuyorsa çöpe at
gaz üretmesin. Türk
edebiyatıyla Türkçe edebiyatın aynı şey olmadığını, cahil bir insana sorsanız
bile size doğrusunu söyler. Türk şiiri ile Türkçe şiirin, aynı şey olmadığını
günümüz ilkokul çocukları size açıklayabilir. Kavramların anlamsal kapsamı ve
hiyerarşik yapısını, lise düzeyi bilgi birikiminizle açtığınızda her şey ortaya
çıkıyor zaten. Siz nerenizle düşünüyorsunuz? Mantık denen bir şey var.  KISA
KISA DENEME DENEYELİM-9 ŞİİR  Şiir,
çatlak testiden sızan su gibi sessizce insanın içine akar ve bilinçaltı
güdülerini sular. Bu arada duygu ve duyular, dansa çağrılırlar; naif ve içten
ortamın sandalına bindirilip okyanus derinliği ve genişliğinde salınmaya
başlarlar. İnsanı böylesi duyarlı bir ortama sokmak o kadar kolay ki… Sanatın
veya şiirin asıl amacı da budur. Ne var ki biz işin bu yönüyle değil; kendi
kafamızdaki sıkıntıları okura nasıl aktarırız kaygısında olduğumuzdan ortaya
kör topal bir şey çıkarabiliyoruz. Şiir, dayatma sanatı değildir, güzelliğe
çağrı sanatıdır. Şiiri yedeğine alıp gelişi güzel sallayan ve silah yerine
kullanmaya yeltenen, sayısız şoven gördük biz bu alanda; bilgi çağında bile… Eğri
oturup doğru konuşmayı öğrenmek zorundayız şairdaşlarım. Şiir; öyle sandığınız
gibi attığını vuran, kaçanı tutan, kışkırtan, direnen, dik durma sendromuna
muhafız olan, bir sanat değildir. Tüm olumsuzluklara, bedeli kendi cebinden
olmak üzere çiçek çarşısından çelenk ısmarlayan bir sanattır. Bilmem
anlatabildim mi, bu tuhaf benzetmeyle… Ne de olsa kısa kısa deneme denedim;
olsun.  EN KISA DENEME-41 Okur
duygusunu ele geçirmek, onun hem ekonomik yönelimini hem beğeni karar yargısını
ele geçirmek anlamına gelir. Yani yapıtla okur arasındaki estetik değer ve
estetik algı ilişkisi, kurulmuş demektir. Gönül kazanılmışsa gerisi su gibi… EN KISA DENEME-42 Her
şeyden önce özgür ve özgün düşünebilme yeteneği kazandırılmalıdır gençlere.
Bilinçlerini, dayatılmış kalıplardan kurtarıp gerçekliğin ve gerçeküstü
dünyanın kucağına koşulsuz bırakıvermek gerekir. Düş ve anlam dünyalarına
güvenmeliyiz. Bu kuşak kötü değil, düş dünyası travmatik değil; daha insancıl,
daha çağcıl, daha yaratıcı ve daha sevecendir. 
 Bilimsel
bulgu ve olgulardan yeterince payını almayan; çoğunlukla tarihsel süreçte ne
olup bittiğinden habersiz olan; diğer yandan öğrenilmiş kalıpların veya mistik
düşüncenin sınırlayıcı ve tutuculuğunu erdem gören; günümüz şairinin yazdığı
şiir, elbette bağnaz ya da tutucu olacaktır. İlginç olanı ise bu temel sorunun
tanımlanmasında olduğu gibi çözümlenmesinde de çağcıl bilince gerek
duyulmasıdır. Çağcıl bilinç yoksa var, zaten yoktur.  Sorun da burasıdır.  Çağdaş
sanatın öncülüğüne soyunmuş gelişmiş toplumlara bakarak ayak uydurmaya çalışan az
gelişmiş toplumlar, daha modern sanat anlayışını içselleştirmeden postmodern ve
çağdaş sanat anlayışına özgü şiir yazmaya çalışırlarsa ister istemez
taklitçiliğe düşmekten kendini kurtaramazlar. Toplumsal bilinç ile sanatçının
anlatısı arasında önemli bir uçurum doğmuş ise burada düşünülmesi gereken
önemli bir sorun var demektir. EN KISA DENEME-45 ALIŞILMADIK DİL Dilin farklı ve alışılmadık bir biçimde kullanımı, aynı zamanda zihni
yeni ve aşkın düşünme biçimlerine taşır. Sanatsal yaratıcılığı, salt insanın
anlama, düşünme ve yeteneğinde aramanın fazla iyimserlik olduğunu düşünüyorum.
Çünkü zihin, anlamlar bütününü; dil olanaklarıyla görüntüler, bunları
oluşturur, işler ve cenge hazır tutar. Bu klasik bir yaklaşımdır. Bunun tersi;
dilin akıcı, çarpıcı, sıra dışı kullanımı algı ve bilinci sarsıntıya uğratır.
Örneğin alışılmamış bağdaştırma, öyle bir anlam alanı üretir ki ben bunu daha
önce neden düşünemedim diye şaşırırsınız. Bu tür farkındalıklı dil kullanımı,
keşfedilmemiş düşünme biçimine ve sanatsal yaratıcılığın devinimine katkıda
bulunur. Düşünce dili yaratıp
kurarken; dil de düşünceyi yaratıp kuran bir sistemdir. Birbirini besleyen geri
dönüşümlü bir evrendir.  YÜCE  “Yüce” kavramı ve bu kavramın duygu değeri,
şiirde anlatımın anlamı güçlendirdiği noktada ortaya çıkar, diye düşünüyorum.
Yüce değeri bir estetik değer bileşenidir ve bu, duygularımızı ezen bir değer
olarak görünür. “Duygularımızı ezen” derken, olabilirlik ölçülerinin ötesinde
bir görünüşün bizi hayranlığa taşıması anlamındadır. Şiirde daha çok anlatımın
sarsıcılığından duyumsarız bu değeri. Olağanüstülük veya olabilirlik
ölçülerinin dışında bir anlatımın anlama yönelmesi hem yüce hem de estetik
değeri ortaya koyması açısından önemlidir. Bir ozanın üzerinde ayrıntılı
durması gereken bir durumdur. Örneğin; (...)
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız//Birden nasıl oluyor sen yüreğimi
elliyorsun (...)// Cemal Süreya’nın sadece şu iki dizesi, anlatımın anlamı
nasıl güçlendirdiği, yüce ve estetik değerin açıkça duyulur kılındığı somut bir
örnek olsa gerek.    ŞİİR DİLİ Şiir diline “Yapay bir dil” diyenler var. “Üst dil” diyenler de. Ozan,
şiir dilini kurmak için “Ortak dili değiştirir.” diye söyleyenler
çoğunluktadır. Bu söylemlere biraz ayrıntılı baktığımız zaman aslında bunların,
doğru olmadığını söyleyebiliriz. Ben okuduğum hiçbir şiirde, dilin yapaylığına,
üst dil, alt dil ya da değiştirilmiş dil olduğuna tanık olmadım.  Şair, ortak dili değişime ya da yapaylığa uğratmaz; zaten bunları
yapamaz. Zihinsel etkinliğinin gücü oranında dilin kullanım güzelliğini ve
derinliğini açığa çıkarır. Dilde var olan bir olanağı ortaya koyar. Her dilin
kendinde bu gizil güç saklıdır zaten. Daha güçlü algı yaratmak, daha derin
anlam ve çağrışım yaratmak, coşum gücünü artırmak ve estetik değer yaratmak
maksadıyla, ortak dilin sessel, anlamsal ve anlatımsal olanaklarını daha etkin
kullanmaktır. Yani dili şiirleştirir. Şiirleştirir ne demek? Dilin düş, duyuş
ve tasarım olanaklarını etkin, yetkin, sade, kısa ve çarpıcı kullanarak algı
uyarıcı anlatıma dönüştürür. Şiirsel anlatım, güzel anlatım demek değil midir? Şiir dili dediğimizde, kavram ve sözcüklerin bağlamlarının olağan dışı
kullanılmasıyla ortaya konan mantıksal ama estetik değer taşıyan anlatıma sahip
bir dilden söz ediyoruz demektir. Ortak dilin güzel kullanımından başka bir şey
değildir.  Üst dil söylemine de değinelim yeri gelmişken. Şiir dili ile günlük dilin
aralarında; biçim, yöntem ve işleyiş bakımından içerme ilişkisi yoktur. Bu
ilişki yoksa alt-üst kategorilerinden söz edilemez.   İÇ SIKINTISI Yaşamsal gerçeklerin altında ezilen insanlık, olası olmasa bile ideal
yeni bir dünya beklentisi içerisindedir. Bu beklentinin doğurduğu düş gücü,
yaşanabilir bir dünyanın tasarımını edebiyat, müzik, sinema gibi sanat alanları
içinde bulmaya yönelir. Bu sanat alanlarında, özellikle şiirde, ideal yenidünya
tasarımının insana yansıtılması ve duyumsatılması, bilimsel bütünlüğü ve
felsefî derinliği olan sanatçıların yenidünya algısı ile olanaklıdır. İnsanoğlu
gerçek olaylardan ve yaşamsal risklerden fiziksel olarak kaçınabilir veya
kendini koruma altına alabilir. Ancak içinden ve ruhunun derinliklerinden kaçışı
olası değildir. “İç sıkıntısı, mümkünün gerisinde olduğunu görmektir.” derler.
Sahip olduğu yetenekleri kullanamamaktan, daha iyiye ulaşamama kaygısından
kaynaklanır bu. İç sıkıntısı ve ruhun baskısından kaçışın mümkün olabileceği en
korunaklı yer resim, şiir ve müzik gibi sanatsal eylemlerdir. Bunların
ruhumuzda yarattığı dinginlik ve bilincimizde yarattığı huzur,
sığınabileceğimiz en sıcak yerlerdir. Buna mümkünün ötesine vardığını
düşünmenin rahatlığı da diyebiliriz.  ÇOKLUKTA BİRLİK Görünüşte şiir, duyguların düşlere giydirilmiş bir elbisesi gibi durur;
çoğunlukla gerçek yaşamdan imgelem yoluyla alınmış desenlerle bezenmiştir.
Şiirin görünen yüzünün arkasında can alıcı gizli bir gerçek hep vardır;
şairinin duyargalarını titreten. Şiir, açıkça söylenenlerin dışında örtük
anlamlar bütünü ve çok katmanlı imgelem verilerini bünyesinde barındırır.
“Çoklukta birlik” ilkesini görünür kılan bir durumdur bu. Gerçek, sanal,
gerçeküstü ve mistik dünyanın; düşünceyle ilişkili olgu ve olayları, bir bütün
olarak kurgulanır. Bu, sanatın sanat olmasını, şiirin şiir olmasını sağlayan
varlıkların görevdeşliğidir. Buradan şunu diyebiliriz: Şiir, salt bir gerçeğin
gözler önüne serilmesi değil, somut-soyut-sanal toplam varlıklar ile insan
arasındaki zihinsel ilişkinin notalara dökülmüş özel bir ezgisidir. AKIL GERİSİ Çağın uygar kazanımları, teker teker akıl gerisine itildiği bir zamanda
yaşıyoruz. Böyle bir ortamda; estetik, sanat felsefesi ve sanat dallarının
gelişimi için harcanan çabadan söz ediyorum. Bu çaba, ütopik bir uğraş değil
midir, sorusu aklınıza gelecek ister istemez. Acı ki bu sorunun yanıtı,
hepimizin umut bütünlüğünü yaralamaktadır ve ruh sağlığını tehdit etmektedir.
Sanat algısının sıradanlaştırıldığı, insan varlığı ile emeğinin
önemsizleştirildiği, insan algı, duyu ve sezilerinin kültür endüstrisi
çarklarında öğütüldüğü bir çağın, iç tepisini yaşıyoruz. Sadece akıl gerisine
itilmekle kalsak, kazanımları tüketmek için ileri akılla birlikte hareket
ediyoruz. Asıl tehlike buradadır.   KÜLTÜR
ENDÜSTRİSİ  Toplum belleğinin arka odalarına atılan toksik
maddeler, yavaş yavaş ve farkında olmadan insanları tutarsız, duyarsız ve
umarsız duruma dönüştürüyor. İnsanların birbirine karşı güvensizliği, suç
oranının yüksek oluşu, zorunluluk, hukuksal altyapının mağduru yeterince
savunamaması gibi bir sürü etken; tutarsızlığı, duyarsızlığı ve umarsızlığı
körüklüyor. Ayrıca özel bir amaca yönelik kurgulanmış basın ve yayın araçları,
bilinçsizce yapılan magazinsel belge ve görüntüler; duyarsızlık, tutarsızlık ve
umarsızlığı besliyor. Algı-anlama-düşünme-yargı biçimi dönüştürülmüş çağın
aydın kalabalığı; gözü önünde cereyan eden şiddet, terör ve somut acı olayları
sıradan bir konu olarak görebiliyor. Bunu da erdemmiş gibi izleyicilerine
servis edebiliyor. Sistematik duyarsızlaştırmanın en gelişmiş teknikleri,
kullanılıyor ve kullanımı etkin bir şekilde sürdürülüyor. Ne yazık ki şiir de
sanattın diğer alanları da bundan payını yüksek derecede alıyor. T.W. Adorno
bunun adını yıllar önce koymuş zaten; “Kültür endüstrisi.”   BİLGİ KORKUSU Dinsel, politik ve ideolojik kabul ve yönelimler; sanatçı, yönetici,
birey ve toplum bilincinde özgür düşünce altında gerçekleşiyor gibi bir algı
olmasına karşın, tam tersi kurulmuş sistemlerin güdümünde hareketten başka bir
şey değildir. Bu yüzden, bilgiye ve bilime dayalı çözümler ve sonuçları, bugün
sözde yönetici, sanatçı ve aydın olduğunu savunanları korkutmaktadır. Korkunun
temeli ise yüksek değer yüklenerek öğretilmiş bilgilerinin yıkılması, uzun
soluklu çabalarının boşluğa düşmesi ve saygınlık kaybı düşüncesidir. Şiirin bir
kısım ileri gelenlerinde de bu tür bir korkunun varlığını yazdıklarından net
olarak görüyorum.  GERÇEKÜSTÜ Üretilen
bilgi, teknoloji, kültür varlıkları, doğa, sosyal ve insan bilimleri;
gerçeküstü diye adlandırılan alanı tasarımlama ve derinleştirme
yetkinliğindedir. Başka bir söylemle bugünün şairi, düşüncenin sınırlarını
kırıp; evren, insan ve yaşam ile aralarındaki ilişkiye daha farkındalıklı bir
anlam kazandırma; bunları nesnel dünya ile bütünleştirme yeteneğine sahiptir.  Gerçeküstü
dünya insan tasarımıdır; yani düşüncenin varlığını tasarladığı bir evrendir.
Sınırlarını göremediği ve doğa bilimlerince açıklanamadığı için, insanoğlu bu
alanın içine önlemsiz girmekten çekinmektedir. Aslında gerçeküstü dünya,
matematik ve sanal dünya dediğimiz alandan farklı bir şey değildir bana göre.
Örneğin matematik, insan tasarımı soyut ve sanal bir kurgudur. Bunu algılayabilmesi
ve anlayabilmesi için doğada karşılığı olan nesne, çizgi ve uzamla
bütünleştirmiştir.  Gerçeküstü
kavramını, zihnimizde tasarımlayabiliyorsak sorunun en önemli kısmını çözmüşüz
demektir. Düşüncede tasarlananı, dile uyarlamak kolaydır. Özellikle sanat
diline uyarlamak çok daha kolay. Birazcık yaratıcılık ister.   METİNLER ARASI İLİŞKİ Julia
Kristeva’nın “metinler arası ilişki” tanımı, sanırım çoğunluk tarafından yanlış
anlaşılıyor. Bu iyi bir kavramdır ve doğru tanımlanmalıdır. Bilginin üretilmesi
ve onun kullanılabilmesi, önceki bilgi ve teknolojiye bağımlıdır; bugünün
bilgisi yarının bilgisini üretici güce sahiptir ve olmaz ise olmaz bir
koşuldur. Metinler arası ilişki, bilgi ve anlam bağlamında düşünülmelidir; salt
metin olarak ele alınırsa içerik göz ardı edilir. Kaldı ki her metin, içeriği
için vardır. Örneğin bir sanat dönemi,
genetik olarak geçmiş dönemin kodlarını üzerinde taşır.  R. Barthes, bunu “metinler arasılık” diye
tanımlar[22]. Her
üretilen metnin içeriği daha önce üretilmiş bilgiye bağımlıdır ve bundan sonra
üretilecek metinleri de etkisi altına alacak ve bu döngü sürecektir. Bilgiyi,
bilgi çoğaltır ve üretir. “Metinler arası ilişki” kavramını bu şekilde ele
almak gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca, her metnin anlamsal oluşumu, kendinden
önceki metinlerin anlamsal etkilerine dayanır. Aslında bilginin dinamizmini,
birikimini, üretkenliğini evrimini ve anlamsal sürekliliğini içeren bir
kavramdır, metinler arası ilişki.  Örneğin
bu kitapta okuduğunuz denemeler, bugünlerde yazılmasına karşın Aristoteles’in
Poetikasına kadar yaslanır. KISA KISA DENEME DENEYELİM-10 TUTARLILIK EN KISA
DENEME-46 Sanat yapıtı, buna şiir de dahil, olağan bir görünümdeyse ve sıradan bir
düzlemde hareket ediyorsa sanatsal değeri yüksek bir yapıt adayı değildir. İyi
ve kalıcı sanat yapıtı, algıda seçiciliği, akılda dengeyi ve duyguda
durağanlığı bozandır.   EN KISA
DENEME-47 Yirminci Yüzyıl aydınları sanat anlayışının
tersine, sanat ne öğretilerin ne inançların ne de baskın güçlerin sıradan oyun
bahçesidir. Aklın yaramaz tutumunun somut varlığıdır sanat. Aklın
bilirkişisidir. Evrimin sözel ve görsel tanığıdır. Söylendiği gibi ne şiir akıl
dışıdır ne resim renk tasarımıdır ne de müzik sadece bir ses uyumudur. İnsanın
sahip olduğu duygu, zihin ve düş gücünün; fiziksel, kimyasal ve biyolojik
nesne, hareket veya sese dönüştürülmüş şeklidir. Aynı zamanda yeni bir zihni
gerçekliğin tasarımlanması ve zihinsel gücün evrilebilirliğinin göstergesidir. EN KISA
DENEME-48 Sanatsal yaklaşımlar, düşünürler ve şairler; konuya
nasıl bakarlarsa baksınlar; ben şiirde kalıcılığı, estetik ve şiirsel değer
varlığını; yaşamsal ve vazgeçilemez ögelerin anlamsal, ağır ve felsefi olarak
görünüşe taşınmasında buluyorum. Anlamsal derinliğin, okurdaki imgelem uzamını
ve şiirdeki lirizmi daha seviyeli oluşturacağına inanıyorum. Şiiri kalıcı yapan
ve geleceğe taşıyan değerleri de… EN KISA
DENEME-49 Gençlik ciddi anlamda kaygılıdır; bunu siz yarattınız. Kafanızda yaşayan
çağdışı havayı görüyorlar. Hiçbir uygulamanıza güvenmiyorlar; bunu da siz
yaptınız… Bugünün zekâsı, kişilere bağımlı uygulamalara değil; sistemin
sürekliliğine, işlerliğine, doyuruculuğuna ve adaletine güven duymak istiyor;
işte bunu göremiyorsunuz… EN KISA DENEME-50 Kim istemez yaşamak yük değil zevk olsun Umut gökyüzü, özlem keyfe keder olsun Tuttuğum el sıcak, çaldığım kapı boş çevrilmez olsun. İsterim ki yaşamak kavgadan uzak  Korkudan bağımsız, şiddete dimdik  Yalnızlığa küs olsun…  (…)  İstedim ki bu deneme de şiirsel olsun. BİLGİ VE SANAT İmgelemi kuran düşünsel ve duyusal altyapı, çevremizde olup biten ve az
çok bildiğimiz bilgi dünyasının verileridir. İmgelemse bilinç, bilinçaltı ve
belleğimizde kayıtlı tüm bilgiyi yorumlamakla oluşan kesintisiz bir
etkinliktir. Öyleyse şunu diyebiliriz: Sanat; psikolojiyi ne kadar iyi
kullanıyorsa dili, sesi, duyguyu, fiziği, kimyayı, biyolojiyi, felsefeyi de o
kadar ustalıkla kullanabilir. Durum böyle olunca sanat; duygunun, aklın ve
bilginin içinde, yani insanın yarattığı bilgi varlıkları ile gizil gücünde bir
yerde durmaktadır. Sanat, hangi türü olursa olsun bir yaratı işidir;
yaratıcılığın beş duyusu ise sevgi, sezgi, doğa, bilgi ve teknolojidir. Bunun
anlamı ise sanat dünyası, insanın sahip olduğu toplam bilgi, teknoloji ve
kültür varlıkları ile ilgili olduğudur. ÖYKÜNÜYOR MUYUM? Her sanatçı; okuyabildiği, sezebildiği,
sentezleyebildiği ve görebildiği dünyanın görüntüsü ile tasarlayabildiği
yenidünya görüntülerini birleştirerek yapıtlarına yansıtır. Kendine özgü ve özgün dünya algısı oluşmamışsa, sanatsal yetkinliğe sahip
değil ve düşündüklerini nesnelleştiremiyor demektir. Toplam akıl varlıklarını mantıksal bir sentezden
geçiremiyorsa; birilerinin sözlerini, birilerinin dikte ettirdiği öğretileri
birebir alıp savunmaya kalkıyorsa; işte o zaman sıkı bir öykünmeci olduğunu
açıklıyor demektir. Bu durumda şiirlerine giydirmeye çalıştığı elbise, eğreti
duruyor. Titizlikle karşı durduğum ve anlatmaya çalıştığım konu; kısa erimli,
adı konmamış küçük taklitçilik ve görünmez bağnazlıktır. Biliyorum, itici bir
tanımlama ve kulakları tırmalıyor; ancak bu tanım, her sanat insanı tarafından
sağduyulu sorgulanmalıdır. Kişi kendisine özgü düşün dünyasını, acımasızca
özeleştiriye tabi tutmalı, sorgulamalı ve düzenlemelidir. Sorgularken şunlara
yanıt aramalıdır: “Benim doğrularımın temeli bana mı özgüdür; yoksa
başkalarının amaçlı gereciyle mi donanmıştır? Düşün ve düş dünyamın ne kadarı,
kendi yorumumdur? Bilgiyi kullanma yeteneğim, işleme yeterliliğim ve estetik
değer üretme yetkinliğim ne kadardır?” Sanat; tarafsız, önyargısız,
özgün ve özgür düş ülkesinin yani saf imgelemin araçsal sonuçları olmalıdır. Amacımız; insanın saplantısı, takıntısı,
ideolojik ve dinsel önyargıları ile bilgiye dayalı olmayan kabullerinden
arındırılmış bir sanat anlayışının varlığına ulaşmaktır. Buna ulaşmak, düşük
bir olasılık değildir. İmgelem, bilginin sağladığı duyu, düşünme, sezi, görü ve
öngörü yetisiyle var olan bir etkinliktir. Bugün sahip olduğumuz teknik bilgi,
kültürel değerler ve gençlerin dünya algısı, bu amaca ulaşmanın bir ütopya
olmadığını göstermektedir. Oldukça iyimser beklenti içinde olsak bile
insanoğlunun sahip olduğu evrimsel akıl, mutlaka kendi geleceğine ilişkin
değerleri kendine uygun er geç kuracaktır. Bu yüzden baskıdan şikâyet edip
kendi özgün baskı sistemini kuran; kuralcılıktan sızlanıp söz varlıklarını bile
kurallar zincirine terk eden; şiirin özgürlüğünden söz edip şiiri esaret
çemberine hapseden anlayış; sanatın evrimsel kodlarıyla insanın devasa beyin
gücünü doğru okuyamıyor demektir. SAKIZ
SÖZLER Kimin neyi ne kadar bileceği tek merkezden
belirlenen kemikleşmiş bir sistemin, insanın mutluluğuna ve gelecek algısına
artı bir değer katmayacağı çoktan bellidir. Güncel sistemin yıkıcılığı ve
ölümcül çıktıları, mutlak bir sürecin doğal sonucu gibi algılanır olmuş ve onun
istekleri doğrultusunda hareket etme zorunluluğu doğurmuştur.  Yıkıcı bir endüstrinin çarkları arasında olduğumuzu
herkes biliyor ve çoğunluk, bunların arasında ezilmemeye karşı direnç
göstermiyor. Yozlaşmış sistemin amacına hizmet etmemek için; deneyim, birikim
ve yaşam felsefesine dayanarak, sanat ve özellikle şiir konusunda geçmişten
günümüze kadar olan sanatsal etkinliklerle kuramsal yaklaşımlara kuşkuyla ve
eleştirel bakmak gerekiyor.  Kuşkuyla yaklaştığımızda ilginç sonuçlarla karşılaşıyoruz.
Şairlerin ağzında sakız olmuş ve belirleyicilik kazanmış bazı bilgiler,
amaçsız, rastgele söylenmiş ve yanlış çıkarımlar olduğunu görülüyor. Üzerine
sayfalar dolu yazılar yazılan, etkinliklerde göğe çıkarılıp övgüler düzülen
çoğu bilgi, bilimlerin gözünden veya sağduyulu incelediğimizde çağın kocaman
birer palavrası olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, “Şiir düşünceyle değil;
sözcüklerle yazılır.” “Folklor şiire düşman” gibi… TEKNOLOJİ
VE SANAT İnsan ve teknoloji uyumuna dayalı bir sanat, günümüz
teknoloji ve bilişim sistemlerini de dikkate aldığımızda, olmazsa olmaz bir
gereklilikle karşı karşıyadır. Modern sanattan ayrılan ve yeni bir bakış açısı
oluşturan postmodern sanatın olmazsa olmazı, teknolojiyle koşut ve aynı
kulvarda yürümektir. Postmodern anlayış, bilimi geri plana iter gibi algılansa
da aslında durum öyle görünmüyor. Yine bilimlerin öngördüğü bir gerçekliğe
savruluyor. Her ne kadar postmodern tanımlaması yerli yerine oturmuş tanımlama
olmasa da bugün postmodern sanata baktığımızda, teknoloji ve bilimle
koparılamaz sıkı bir ilişki içinde olduğu görülür. Bu kötü bir durum değildir.
Çünkü teknolojiyi üretmek, kullanmak ve sanatla bütünleştirmek, sanatın başka
bir türünü ortaya çıkarabilir.   ELEŞTİRİ
CİDDİ İŞTİR  Her tümcenin, her dizenin ve her sorunun; kendi
içinde ve dışında bir görünümü, çözümü, bir başka deyişle açılımı vardır. Bir
tümce, dize veya bir şiirin; açık olarak dile getirdiği görülür, duyulur
dokunulur dünya dışında açık olarak söylemediği ancak sezdirdiği, çağrıştırdığı
ya da okura göre anlamı genişleyen;
dinamik bir varlık alanı daha vardır. Bunlara ek olarak, şiirin yarattığı
duyusal varlık alanı ise ayrı bir inceleme konusudur. Bu yüzden bir yapıt; şunu
diyor, bunu şöyle dile getiriyor, şununla bu olayı anlatmaya çalışıyor gibi
basmakalıp açıklama ve genellemelerle değerlendirilemez, eleştirilemez. Örneğin
bir şiir hakkında; inceleme, çözümleme veya eleştiri yapmamız gerekiyorsa o
şiiri; içerdiği yedi katman altında çözümlememiz gerekir. Bunlar; biçim, anlam,
anlatım, ses, çağrışım, coşum ve estetik katmanlarıdır. Bu katmanları ve
birbirleriyle ilişkilerini çözümledikten sonra, şiirin estetik ve sanatsal
değeri hakkında altı dolu bir şeyler söyleyebilelim. Yoksa halihazırda
yapıldığı gibi: “O, şiirin kıyısından dolaştı, şiirini öldürdü, şiirini kötü
bitirir, çok iyi şiir, şiir değil, duruşu şair duruşu değil, şöyle güzel
söylemiş, böyle şiire zarar vermiş” türünden beylik tümcelerle anlamsız
genellemeler yaparak eleştiri yaptığımızı sanırız. Eleştiri, ciddi iştir.
Bilgi, deneyim ve kendine özgü sistem gerektirir; yanı sıra genellemeye izin
vermeyecek sıkı bir çözümleme… KISA KISA DENEME DENEYELİM-11 SANAT VE BİLİM Şiirde bilimsellikten söz edilmesi, şairlerce yadırganır; ne ilişkisi var
şiirle bilimin, diye küçümsenerek bakılır. “Şiir, diyalektiktir” tümcesini
böbürlene böbürlene savunur çoğu şair. Nedense kimse diyalektiğin, bilimsel
yaklaşım yöntemi olduğunu bilmek istemez; ona başka bir kılıf uydurur. Şiir ve
bilim ilişkisi çok tartışılmasına karşın bu konuya, noksan bilgi ve üstünkörü
yorumla yaklaşıldığı görülüyor. Örneğin, şiirin kendisi bir bilimdir. Sanatın;
felsefe, psikoloji ve sosyoloji ile estetik biliminden oluşan sanat bilimi diye
bir disiplini vardır. Bunların hepsi bir yana dilin kendisi başlı başına bir
bilim konusudur. Anlam, anlatım, çağrışım, coşum gibi şiirdeki katmanlar,
deneyimsel ve bilimsel verilerle açıklanabilir. Örneğin coşum, psikoloji; anlam
ise anlambilim gibi. Bilimselliği, büyük hesapların yapıldığı karmaşık işlemler
veya laboratuvarlarda deney yapmak olarak algılamamakta yarar vardır. Bilgi
bütünlüğü olan, bir disiplin altında ele alınan ve sonuç çıkarmaya yönelen her
alan bir bilim dalıdır. Kaldı ki şiir, resim, heykel gibi tüm sanat alanları;
bilim ve teknolojiyle iç içedir. Bunlar, bilimlerle açıklanırlar, teknolojiyle
gerçeklik kazanırlar.     EN KISA DENEME-51 Sanatın, üç aşaması vardır: Birincisi, sanatçının duyusal ve düşünsel dünyasını oluşturan ve imgelemi
doğuran bilinç dünyasıdır. Buna, sanatçının imgelem süreci deniyor; yani
düşlenen, görülen, duyumsanan zihni durum. İkincisi ise düşlenen dünyanın yaşama geçirilmesidir. Sanatçının
imgeleminin; teknik ve teknoloji yardımıyla kendine özgü ve özel biçimlerde,
nesnelliğe dönüştürülmesidir. İmge ve imgeler bütününün kurulmasıdır.  Üçüncüsü ise bizde pek dikkate alınmaz. Yapıtın okurla olan ilişkisinden
doğan aşamalar ve sonuçlar. Üçüncü aşama sağlıklı çözümlenmeden, ayrıntıları
dikkate alınmadan, diğer iki aşamadan istenen verim alınamaz; geri dönüşümlü
bir sistemdir.  EN KISA DENEME-52 Dünyada en tehlikeli silah insandır. En korkuncu yine insandır. Cahil
olanı daha tehlikeli, hele cahil tarafından cahilce eğitilmişi tamamıyla
ölümcüldür. Söylediklerim, yanı başımıza baktığımızda görebileceğimiz
örneklerle doludur. İnsanlığın en önemli ve acil gereksinimi, ‘duygu yönetimi’
ve ‘sevgi eğitimidir.’ Gerçekleştirmekse sanatın gücünde saklıdır…    EN KISA DENEME-53 Sanat eğitiminden kastım; her insanın bakış, görüş ve eğiliminde
değişiklik yapacak, estetik kaygıyı doğuracak düşük yoğunluklu sanat ortamının
genel anlamda oluşturulmasıdır. Bu konu, salt eğitim kurumlarının görevi
değildir; tüm insanlığın sorumluluğudur. Çünkü insanın, insanca yaşamasının tek
güvencesi sevgi duygusudur.  EN KISA DENEME-54 Sanat; sevginin, olumlu duygunun ve insan olmanın
hamurudur. EN KISA DENEME-55 Anlatım, sınırsız bir uzaydır; şiir sanatı için çok büyük bir olanaktır.
Şiir şöyle olmaz, şiir böyle yazılmaz benzeri yaklaşımlar; öğrenilmiş olanla
yaşamaya alışık olmanın sonucudur. Şiire, sınır ve çerçeve çekilemez. Şiirde
anlatım; dili kırar, kural tanımaz, mantığı yıkar, çelişkilere yüklenir, zaman
ve yerden bağımsızdır. Düşüncenin niteliği ve itkisine göre biçim alır. DUYGU Yapıtlarında moda tutum ve davranış kalıplarını işleyen yorum ve
yaklaşımlar, güncelliği ve beğeni yüzdesini artırıyor görünse de onlar çabuk
eskiyecektir. Ayrıca, anlık bilinçaltı yönlendirmeleri ve geçici duygu
yoğunlaşması sonucu ortaya konulan dizeler, biraz sığ ve kendisine gelecek
kurmakta yetersiz kalır kanısındayım. Oysa bilgi, bilinç, mantık ve duyguyu
içeren toplam aklın; bir şiirde ürettiği, yönlendirdiği ve yansıttığı evrensel
olguların işlenmesi, şiirin evrimsel gelişimine ayak uydurma yeteneğini daha da
artıracaktır. Burada şairin anlamı şekillendirme ve gelecek olgularını sezme
yeteneği, devreye girmelidir. Biliyorum, kalıcı ve geleceğe dönük yapıt üretmek
çok zor, farklı bir algı yetisi, ileri seviyede sezgi ve imgelem gücü
gerektiren bir durumdur. Ancak şair olmanın ve sanatçı olarak anılmanın bedeli,
her bireyin yapamadığını, göremediğini, yaratamadığını, sezinleyemediğini
yakalamaktır. Geleceğin ellerini bugünden kavrayıp kendine doğru çekmektir;
gelecek kendine sizi zaten doğal olarak çekmektedir. YENİLİKÇİ ŞİİR Yenilikçi şiirden söz edilir çoğu yerde. Bu söylem, altı dolu olmayan bir
tanım gibi gelir bana. Şöyle soralım; Yunus’un Hayyam’ın, Fikret’in, Uyar’ın ve
Süreya’nın şiirleri şimdi eski midir? Yeni şiir çabaları sayılan, bildiri ve
söylemler dolaşıyor ortalarda. Sonuç olarak bu söylemlerin içeriğinde, yazınsal
bazı teknikler dışında kuramsal tespit ve paradigma değişimine gidilecek bir
yaklaşım görünmüyor. Şiir; yerleşik beğeniye, alışılmış, kalıplaşmış söz
öbeklerine karşı elbette kendini yenilemelidir. Kendini taklit etmekten
kurtarmalıdır. Ancak kendini yenilerken var olanı reddetmek yerine, gelenekle
geleceği kaynaştırmak, onu çağdaş bir biçimde dönüştürmek zorundadır. Ne
yıkmakla bir sonuca varılabilir ne de geleneğe bağlı kalarak yeni şiir üretilebilir.
Deneyimler gösteriyor ki yenilik, bilginin bilgiyi üretmesiyle, bilginin
anlamı, anlamın anlamı genişletmesiyle olasıdır. Salt şiirde değil, gerçekte
her olay ve olguda bu ilke geçerlidir. BÜYÜK ŞİİR Büyük şiiri yazmak, salt şiir ve dil bilgisiyle
olacak iş değildir. Geniş bilgi ve imgelem dünyasına sahip olmayı gerektirir.
Herhangi bir öğretinin, dinin veya düşünsel sistemin bağımlısı olmuş; yüzyıl
önce ortaya atılmış söylemleri bugünkü okura kabul ettirmeye çalışan; kendi
düşünsel devrimini yapamamış; yeni kuşakların düşünsel dünyasının çok gerisinde
kalmış önyargı sahibi kişiler; yenilik getirmek yerine şiire sınırlama
getirirler. Biçimi, biçemi ne olursa olsun iyi şiir; şaşırtıcı içerik, geleceği
kucaklayan, tasarlanması güç dil kullanımı içeren, okuyan dinleyenin en
saplantılı yerine yumruk atan ve zincirleme etki oluşturarak güzellik algısını
büyüleyen şiirdir. Bu tanımlamaları yaparken, ipe sapa gelmez, bir mantık
dizgesine oturmayan, şiir diye benzetme ve imge kalabalığına soyunan, öğreti ve
inançların emrine uyan bir yapıdan söz etmiyorum. Şiir, büyük şiir olmak için
önce insanı insan olduğu için öncelemeli, sonra duygusunu, arkasından zihin ve
akıl dengesini sarsmalıdır. Gelecek yıllara yaygın bir içerik taşımalı, duygu
ve aklı kıskıvrak kavramalıdır.  Şair, şiirindeki ileti ve imgelerini geleceği de dikkate alarak
kurguladığı zaman, şiirinin imge dünyası geleceği kavrayıcı, sezdirici ve
uyarıcı olur. Bu durum, şiirin zaman yolculuğundaki kalıcılığı, anlamının değer
kazanması ve imgelem gücünün daha yetkin/etkin duruma dönüşmesi demektir. Bu
özellik, şair ve eleştirmen açısından üzerinde durulması gereken önemli bir
konudur. Şirin anlamı, bilginin dönüşümüne bağımlıdır. Kendini zenginleştirme
ve genişletme gizilgücü vardır. Okurun zamana göre değişen algısı, gelişen
olayların değişik gerçeklikleri görünür kılması, yeni gerçeklikler üretilerek
anlamın değer kazanması, bilgi birikiminin zihni daha etkin düşündürme gücü;
okurun şiirden ulaşacağı anlam, imge ve imgeleme yeni boyut kazandıracaktır.  Deneyimli eleştirmenler, bilginin üretimine bağlı olarak şiire
giydirilmiş sır perdesini sıyırıp atar ve ayrıntılar daha da açığa çıkar. Bu
durum; şiirin ileti gücüne, anlam derinliğine yeni boyut kazandırır ve anlam
genişlemesini sağlar.   ANLAM GENİŞLEMESİ-2 İşte şairler şiir yazarken ve eleştirmenler şiir çözümlerken; küçük gibi
görünen şu önemli ayrıntıyı dikkate almak zorundadırlar. Tarihte yaşayan, bugün
adını bildiğimiz ve şiirlerini hayranlıkla okuduğumuz ozanlar, bu özelliklerinden
dolayı ölmezler. Çünkü şiirlerinin öz ve içeriğindeki doğal anlamsal güç,
yarattığı imgelerin gelecekle ve gelecekteki insan algısıyla kurduğu ilişkide
gizlidir. Açığa çıkan bilimsel olaylar, bilginin evrilmesi, gelişen algı
yetisi, düşünme ve görme zenginliği ile tarihsel/sosyal olayların yeni
gerçeklikleri ortaya koyması gibi nedenler; yapıtın imge ve imgelem şemsiyesini
genişletir. Şair, bu özelliği dikkate alarak şiirini kurmalıdır. Eleştirmen ise
geçmiş ve gelecek bilgi değişimi arasındaki değerlendirmeyi doğru
yapmalıdır.    ŞİİR OKURU Bireyin sanata ve şiire karşı ilgisizliği, özünde estetik kaygının
olmayışı değildir kanımca. Bunu, sanat veya şiirle okurun duyusal algı ve
yargılarının harekete geçirilememesi olarak görmek gerekir. Bir başka yönüyse
duyusal algının tepkisel bir konuma sokulmasıdır. Daha açık söylemek gerekirse
şiire karşı ilgisizliğin nedenini, insanın algısını harekete geçirecek şiirsel
yaklaşımın öğretici, yönlendirici, dışlayıcı, küçümseyici, ideolojik ve
inançsal kaygı taşıyıcılığı tavrında aramak gerekir, diye düşünüyorum. Bu
yoruma pek çok şairin, bağnaz bir tutumla yaklaşacağını, karşı duracağını
biliyorum; çünkü Türk şiirinin, değerler dizisi olarak kabul edilen uyarıcı,
öğretici, dayatıcı, direnişçi ve dönüştürücü bir yaklaşımın üzerinde anlam
bulduğu genel kanısı vardır. Bu yoruma önyargı ile yaklaşmak yerine, yorumu ele
almadan önce; insanın tutum, davranış ve algı biçimlerinin psikolojik
çözümlemesine gidilmelidir. Bugünün okuru, dayatmacı ve dönüştürücü tavırlara
karşı alıngandır, kırılgandır. Gerek bilinçli gerek bilinçaltı eğilimleriyle bu
tür yaklaşımlara tepki koyar. Kaldı ki bu tür yaklaşımın doğru olduğunu
varsaysak bile öncelik, şiirin insana ulaşmasıdır. Sanatın bir ilkesi de şair,
şiir ve okur üçgeninin doğru kurulmasıdır. Şiir, insana ulaştıktan sonra ancak
bu eylemlere girişebilir. Şiir direnişçidir, dönüştürücüdür, eleştireldir,
yadsımıyorum. Kaldı ki bu doğrudur ve sanat eserlerinin temel özelliğidir.
Ancak şiir, tavır ve söylemiyle, okurun duygusal dünyasını rencide etme hakkına
sahip değildir. İşte bıçak sırtı eşik, doğru kurgulanmalıdır. Sonuç olarak şunu
söylemeliyiz; şiirin işi öğretmek, anlatmak ya da dayatmak değildir; okurun
imgelem gizilgücünü ve duyarlılığını söz kalabalığına boğmadan harekete
geçirmektir. Böyle bir devinim de ancak şiirsel ve naif dokunuşlarla
sağlanabilir.    YARATICILIK Her tür sanat edimi ve sanatsal yaratıcılık; sosyal, bilimsel, duyumsal
ve teknolojik bilgi altyapısını gerekli kılar. Doğa, sosyal ve insan
bilimlerinin kuram ve disiplinlerine egemen olmayan bir sanatçı; kavramlar
arası anlamsal, hiyerarşik örgütlenmeyi başaramaz; biçimlendirme ve yaratıcılık
yetisi zayıf kalır. Sanat eğitimi programları, asıl yüzünü imgelem kaynaklarına
çevirmelidir. Yani imgelem kaynaklarına
egemen olmadan, sanatta yaratıcılık yetkin olamaz. Günümüz koşullarında,
anlamı çözümleme, biçimlendirme ve yaratıcılık; ilgili sanatın kendi
kapsamından, yaşamsal pratiklerden ve doğa hareketlerinden kazanılamayacak
kadar büyük ve karmaşıktır. Çağdaş dünyanın işlerliğini sağlayan bilgi
bütünlüğüne sahip olmadan ve bu bütünlüğü yorumlama gücünü kazanmadan, sanatsal
yaratıcılığın kapısını açmak şansa bağlıdır. Yaratıcılık; teknik birikime,
imgelem için yüksek bilimsel donanıma sahip olmayı gerektirir. Sanat objesini
üretmek (nesnelleştirmek) nasıl teknik ve teknoloji gerektiriyorsa sanatı
yaratan imgelemin de aynı bilimsel donanımı gerektirdiği göz ardı
edilmemelidir.  SANAT EĞİTİMİ Çocukların erken yaşlardan başlayarak, estetik kaygısını ve estetik
duyarlılığını güçlendirecek yaygın sanat eğitim ortamı ülke genelinde
oluşturulmalıdır. Başka bir deyişle her yer ve zamanda, aile dâhil bütün eğitim
ve öğretim kurumlarında, sanatsal eğilime yönelten, estetik kaygıyı tetikleyen
ve estetik duyarlılığı artıran eğitim örgütlenmesini öneriyorum. Düşük
yoğunluklu sanat ortamı oluşturulması durumunda, çocukların estetik kaygı ve
estetik duyarlılığı, daha etkin ve olumlu yönde gelişecektir. Gerçek anlamda
sanat eğitimi alan, estetik kaygısı güçlendirilen yetişkinin; şiddet gibi
yöntemlere, suç ya da ahlaksal olmayan tutum ve davranışlara başvurmasının yok
denecek kadar az olduğunu istatistiklere gerek kalmadan söyleyebiliriz. Böyle
ortamda büyüyen çocuklar, gerçeklikle ilişkilerini daha kolay kuracaklar,
yaşamın gerekleriyle daha naif ve kolay baş etme yeteneği kazanacaklardır.   ANLAM DERİNLİĞİ Şiirin ileti değeri, gelecekle kurduğu bağ, anlam derinliği, ses
zenginliği, yaşamsal değerlerle örtüşürlüğü gibi özellikler; estetik değer
varlığını açıklar. Şiirden ne beklendiği okura bağlıdır. Kimi kendini arar,
kimi salt duygularına yönelir, kimi kendini bulmak ister, kimi geçmişindeki
izlerini yaşamak ister, kimi de ideolojik veya dinsel kaygılarını şiirle
yatıştırmaya çalışır. Nasıl bir yöntem ve yaklaşım sergilenirse sergilensin,
şiirde estetik değer yaratmak öncelikle anlam derinliğine, bunun da anlatım ve
ezgiyle güçlendirilmesi temeline dayanır. Bu ne demektir? İnsanoğlunun yaşamı
tutuşunu, varlığını, gerçekliğini, mistik-metafizik dünya ile ilişkisini ve
nihai ereğini gösteren/sezdiren değerlerin temeli, anlam derinliğidir.
Dolayısıyla okur kendini ve varlığının temel değerlerini, şiirde veya yapıtta
görmek ister; onları duyumsar ve daha zengin imgelem dünyasına kanatlarını
açar. Şiirsel ezgi ile bunlar desteklendiğinde artık uçuş kaçınılmazdır. Anlam,
ses ve anlatımın gücü karşısında duyguları ezen estetik değer, şiirde oluşmuş
demektir.   KISA KISA DENEME DENEYELİM-12 YENİDEN YAPILANDIRMA EN KISA DENEME-56 Sanat, çok boyutlu ve çok parametreli bir etkinliktir. Yapıt; bilgi,
donanım, imgelem yetisi, teknik ve teknoloji olmadan günümüz koşullarında
beğeni oluşturan düzeyde var edilemez. Örneğin şiir ve roman gibi yazınsal
metinler bile teknik ve teknoloji gerektirir. Çünkü bu metinlerin yazımı;
öncelikle imgelemi, imgelemi nesnelleştirmek için donanımı, dil, bilgi ve
tekniği gerektirir. Biz biliyoruz ki bilginin kullanılabilir duruma
dönüştürülmesine teknoloji denir. Yazınsal metinlerde bilginin kullanımı,
kendine özgü bir tekniği, teknolojiyi ve dil kullanımını gerekli kılar.  EN KISA DENEME-57 Günümüz genci, özgürlük ve birey olma bilincine varmış; değer yargıları
ve algıları bütünlük kazanmıştır. Bilgi ve teknolojinin sağladığı olanaklarla
insana ve dünyaya bakışında özgüveni geçmişe oranla oldukça yüksektir. Özgüveni yüksek gencin önüne konan şiirde;
yönlendirme, öğretme ya da dikte etme duygusu doğurulmamalıdır. Ayrıca sığ
ve sıradan söz bukleleriyle şiir diye karşılarına çıkılmamalıdır. Şairin ilk
işi, şiirini şiir gibi yazmak; ikincil işi, şiirinin iletileriyle insanı
kavramaktır. Şiirin işi ise sevme duygusunu güçlendirmektir. Sanatsal içerik
her ne kadar öğretme ve dikte ettirmeyi dışlıyor olsa da biz toplum olarak bu
yolda ısrar etmeye kültürel algımız ve iyi niyetimiz gereği eğilimliyiz. EN KISA DENEME-58 Anlatım; okura kendini yüksek sesle gösterecek, satır gerilerini
sezdirmeye çalışacak, şaşkınlıktan hayranlığa giden bir duygu durumunu
yaratacak, okurun imgelem olanaklarını tartaklayacak, duygularını ezecek ve
zihinsel etkinliğini sarsacak biçimde kurgulanmalıdır.  EN KISA DENEME-59 Şiirin temel felsefesini ve estetik değer sürecini; genç kuşakların önüne
koymak, bu alanda bilgiye gereksinimi olan genç beyinler için başvuru kaynağı
oluşturmak, her şairin kaygısı olmalıdır. Şiirin anlaşılması; sanat tarihi,
sanat felsefesi ve estetik değer sürecinin çözümlenmesine bağlıdır.
Çözümlemeler sonucunda ortaya çıkan bilginin sağlıklı aktarımı da diğer bir
şair kaygısı olmalıdır. Şairler bu kaygıyı duyuyorlar mı? Şiir yazılarını
taradığımızda böyle bir kaygının varlığını ender görüyoruz.   EN KISA DENEME-60 Özgür, özgün, evrensel ve donanımlı birey; bilimsel temellere dayalı,
sosyal kuramları içselleştirmiş, yaklaşım ve düşüncelere hiçbir önyargı ve
saplantı taşımaksızın bakabilendir. İçinde bulunduğumuz sistemler ve
yaşadığımız sosyal kurallar bile, birer kurgusal kabuldür. İnançlar ve
öğretiler de buna koşuttur. Kaldı ki çağımızda hangi bilginin doğru hangi
bilginin kirli bilgi olduğu, ayırt edilemez bir biçim almıştır. Bu yüzden
şiirdeki estetik değer tabakası, yaşadığımız dünya gerçekleri arasında
görecelidir.    SANATTA YANILGI Modern sanat dönemi, aslında iyi irdelenmesi gereken bir zaman dilimidir.
Postmodern sanat anlayışı; bilgi ve nesnel bilime köklü bakış getirir; zaman,
mekân, yansıtma ve seçkinlik gibi üst kavramlara farklı bakar. Postmodernizmi,
okuyabilen ve anlamlandırabilen şair ve düşünürler olmuştur; ancak bir elin
parmaklarını geçmeyecek kadar azdır ve yazdıkları söyledikleri kitaplarda
kaldığını günümüz şiiri ve şiir yazılarından görüyoruz. Kapitalist dönüşüm
süreci ve onun çıktısı Marksizm ve Liberalizm karşıtlığının yarattığı çelişki,
şairi şiirin ve sanatın felsefi boyutuna değil, insanı biçimlendirmek ve
düşüncesine taraftar toplamak gibi anlamsız arayışlara yöneltmiştir. Bunun
sonucunda Türk şairi, kendinin olmayan estetik değerleri, şiirsel kuramları,
duygu ve duyarlılık gereçlerini Batı düşünürlerini izleyerek
tanımlayabileceğini, açıklayabileceğini varsaymıştır. Şiir ve sanatın, yaşam,
dünya, gerçeklik, üst gerçeklik algısı ile insanın duyumsal niteliklerinin
örtüşmesinin bir ürünü olduğu gerçeğini göz ardı etmiştir. Başka bir söylemle,
Türk şairi düşünme, araştırma, inceleme ve kuram geliştirme işini, bir
başkasının ellerine bırakarak sanatta kültürel duyarlılık farkını
önemsememiştir. Bu konuda bir şey daha eklenmelidir: Şair ve düşünürlerimiz;
Türk sanatı hakkında kendi bilgi ve yorumuna hiç güvenmemiştir; ithal bilgiyle
iyi ve özgün sanat yapabileceği yanılgısına düşmüştür. SOYUT KAVRAMI Soyut sanatın öngördüğü yeni gerçeklik, yeni görüntü yönelimi ve nesneyi
dış görünüşten soyundurma girişimi; ayrı bir dünya algısıdır. Bugünün
duyulabilir, duyumsanabilir, görülebilir dünyasının dışında, yeni bir gerçeklik
kurma girişimidir. Aklın evrimsel gelişimi, başka bir dünya yorumunu
beraberinde getirir. Sonuçta, gerçeküstü ve soyut sanat bile kendi bakışı ve
kendi öngördüğü evren açısından bir anlam düzlemi üzerinde hareket eder.
Örneğin soyut sanatın nesne ve figürden uzaklaşması, yeni bir anlam alanı
üretmesi içindir. Gerçekliğin dışında, yeni bir gerçekliğin yorumuna
yönelmesidir. Nesneyi dış görünüşünden kurtararak yeni bir anlam katmanına
sürüklemesidir. İşte bu yüzden sanatta anlam katmanı; yeni açılım, yorum ve
keşiflere gebedir.  ANLAM Şiirin gerçekle ve alamla işi yoktur, maksadı bu değildir; doğrudur.
Anlamın yönelttiği, ürettiği ve çoğalttığı imgelerle işi vardır; bu demektir ki
amaç yine anlamdır. Yani imgenin yaratılması için imgelem, imgelemin doğumu
için anlam temel esastır. Şiirde gerçeklik, düş ve tasarım dünyasının
bulguladığı somut veya soyut sonuçların yansımasıdır. Bu sonuçlar, nesnel
olarak var olmak zorunda değildir; zihinde tasarımlanabilmesi ve bir anlam
yüklenebilmesi yeterlidir. Şiir ne yalnızca gerçek üstünde var olabilir ne de
yalnızca dış gerçeklikle var olabilir. Somut, soyut, sanal, gerçek ve
gerçeküstü tüm kavramların anlamsal açılımı ile birbirini üreten, birbirine
bağımlı bir döngüden doğurulabilen bir sanattır. Bu kavramların bir kısmı
nesnel, bir kısmı duygu ve aklın gücüyle kurgulanabilen, tasarlanabilen,
nesnelleştirilen sonuçlardır. Aynı zamanda aklın evrimsel gelişimi ile ilgili
bir süreçtir; sanatta her şey duygu, akıl gücü ve imgelem yeteneğine bağlıdır.
Daha doğrusu, her şey üzerine yüklediğimiz anlam üzerinden nesnelliğe, sanat
özelliğine veya şiire kavuşur.  İMGELEM ZENGİNLİĞİ
ÖNKOŞULDUR Şiir yazınında iyi bilgi olduğu varsayılan pek çok çıkarım, verili
olanlardan oluşur ve kalıp doğrular olarak ortalarda dolaşır. Ortaya atılmış ve
düz bir zekânın bile altını dolduramayacağı modaya dönüştürülmüş kalıplardır.
Bunlar; sanat severlerin kendi sanat felsefesini, yenidünya görüşünü ve özgün
şiirini kurma çabasını, olumsuz etkilerler. Örneğin “Şiirde anlam aranmaz”
gibi. Türk şairi, yenilikçi ve devrimci söylemine karşın çoğunlukla öğrenilmiş
kalıplar içinde yürür. Şiirin; profesyonel eğitimi, sağlıklı yön
belirleyiciliği ve bilimsel incelemesi yoktur; usta çırak usulü ağır aksak bir
bilgi aktarımı söz konusudur. Ayrıca hem sanatsal hem dilsel hem de anlamsal
açıdan şiiri incelemek için, dil ve yazın bilimi ile onların alt dallarının
yeterli olacağını düşünmüyorum. Böyle olunca şiirsel yaklaşımlarda ister
istemez bir başkasından etkilenmeyi, bir başkasının doğru kabul ettiğini kabul
etme zorunluluğunu ve yanlışı yanlışla doğrulama eğilimini görüyoruz. Sonuçta,
varoluş ve evren ile insan arasındaki duygusal örgütlenmenin önündeki kadim
önyargıları kırmak zorlaşıyor. Sanat, reelin arkasındaki irrealitenin, sınırı
olmayan bir düş yeteneğinin, ölçütü olmayan bilgi birikiminin özgün ve öznel
yansısı olmalıdır. O zaman estetik, sanatsal ve geleceği de tasarımlayan değer
olma özelliğini kazanır. Kısaca söylemek gerekirse sanatı ve şiiri, sanatçının imgelem gücü ve zenginliği yaratır; onun
imgelem gücü ve zenginliği, duyusal ve düşünsel sürecin bilgi bütünlüğü ile
olasıdır. İmgelem, sanatın önkoşuludur.  ANLATIM Anlatım, anlam ve sesin üstüne giydirilmiş bir elbise gibidir. Şairler,
evren ve insanın varoluş değerleriyle onun beklentilerine yönelik değerleri;
çok iyi okumalılardır.  Bu okumadan sonra
biçilecek elbise, ne kadar uyumlu ve çekici ise şiir, o kadar şiirdir; o kadar
estetik değer taşıyor demektir. Dil sanatlarında anlatımın ayrı bir konumu
vardır, çünkü anlatım aynı zamanda anlama ve diğer katmanlara yönelir. Dilin
sınırsız kullanım olanakları, anlatım katmanı içinde kendini gösterir. Sanatsal
ve şiirsel dil, çoğu zaman kuralları kırar ve kendine uygun umulmadık çıkış
yolu bulur. Kalıcı, etkileyici, tasarımlayıcı bir anlatım dizgesi kurar. Bu
dizge, olağan dilde var olan dizgeden farklı olmak zorunda değildir; iyi gözlem
ve çözümlenmiş bilgiyi, zihni yönlendirici yansıtma becerisine sahip sıra dışı
bir kullanım olması yeterlidir.  SANATTA SOYUTLUK   SANAT İnsan, dünyanın acılarını okuyabilmenin ağırlığı altında iç dünyasına
dönük kavgalarıyla bir başınadır. Ancak bu bir başınalığın ve duygusal yüklerin
getirdiği baş edilemez ruh durumu, eyleme dönüşür ve ideal dünya arayışına
yönelirse bir anlam üretebilir. Nesnel dünyanın diktelerine boyun eğmeyip onu
düzenlemek, ağır aksak giden durumlarını onarmak gibi bir yaklaşım içinde
olmak; bilinçli, yaşamın gereklerine karşı duyarlılığı ve sanat duyarlılığını
gerektirir. İşte bu duygu durumu ve insan olmanın getirileri ile duyarlılık
gibi kavramlar; bilinçli insana, şaire, yazara üstü örtük görevler ve açık
görevler yüklemektedir. Ne yazık ki bu üstü örtük ve açık görev algısı;
yönlendirme, öğreti ve inanç gibi kavramların gölgesi altında kullanılagelmiş
bir zayıflıktır günümüzde. Oysa bu duyarlılık, insanı insana egemen kılmak
yerine insana dönmek olarak kullanılsaydı bugün şikâyet ettiğimiz dünya bu
duruma dönüşür müydü? Kültür endüstrisinden ve emperyalist bir dünyadan söz
ediyor olur muyduk? Bu soruların yanıtını sizlerin yorumuna bırakıyorum. BEĞENİ Beğeni, oldukça fazla ölçüte bağımlı bir insan eylemidir. Kişinin
yaşamında eriştiği, yaşadığı, özlediği, öğrendiği ve gördüğü tüm bilgilerin rol
oynadığı zihinsel bir sonuçtur. Bu yapıt “güzel” veya “çok güzel” derken,
sözcüklerin satır gerisinde yılların birikmiş renk skalası ve yaşanmış olay
izlerinin birer özet görüntüsü yatmaktadır. Ne yaparsak yapalım beğeni
kavramını, insanın yaşamında öğrendikleri ve bizzat izlediklerinin dışında
tutamayız, düşünemeyiz. Beğeniyi doğuracak bilgi ve duyusal ortamın tahmin
edilmesi, diğer bir söylemle “beğeni yönetimi” bu bilgilerden sonra daha
kolaydır. Şair kendi beğenisini oluşturur diye bir yaklaşım vardır şiir
söylemlerinde. Doğrudur. İnsan ne kadar yönlendirilmeye hazırsa toplum beğenisi
de aynı oranda yönetilmeye hazırdır.  YUMUŞAK GEÇİŞ OLSUN Kısa
kısa denemelerden sonra biraz da suya sabuna dokunurken zorunluluktan uzun uzun
denemeler yazmak gerek, değil mi? Bu deveyi güdeceksek bitine piresine
katlanmak zorundayız. Dil sanatlarıyla uğraşacaksak, kıçımızı çakıp okumalı ve
okuduğumuzdan bir sonuç çıkarmalıyız. Not tutmalıyız, yazmalıyız. Sonra
karalayıp yeniden yazmalıyız. Yırtıp atmalıyız. Yok öyle üç kuruşa beş köfte.
Emeksiz yemek yoktur yazın dünyasında. Emeğe de yemek yok ama karıştırmayalım,
siz anladınız.   Neyse
uzatmayalım ve sonuca gelelim. Bundan sonra okuyacağınız denemeler biraz
sıkıntılı; uzun ve özel alan konusu. İşin içinde olmayı gerektiriyor. Okuyup da
gerçekten ne demek istediğimi anlayacak okur sayısı çok değildir. Buna karşın
niye yazıyorum? Ortaya çıkarılan her bilgi kayıt altına alınmalı. Zamanla
anlaşılırım elbette. Türk yazın sanatı da sanatçısı da evrilecektir. Haydi azıcık
çaba. Yumuşak bir geçiş yapıp anlaklarımızı biraz zorlayalım. Okuyacağınız
denemeler, bilirkişi ağızlarında sakız olmuş bilgiler içermiyor. Yeni ve çoğunu
hiç duymadınız; sorularınız çok olacak.     Bazen
konu belirlidir; o rotadan yürürsünüz. Bazen konu belirsizdir; bakmışsınız koca
bir yarayı açığa çıkaran metin sayfalara dökülüvermiştir. Bu metinde konu
belirlidir; şiddet, sataşma ve televole kültürü… Bu yüzden yazıma başlar
başlamaz adını koydum: “Herkese yetecek kadar söz var.” Söz, böyle bir tümcede
kullanılıyorsa şiir ve şair akla gelir kanımca. Bu metinde, şiir dünyasında
beni gerçekten rahatsız eden birkaç durumu dile getireceğim. Konuya daha
bilinçli yaklaşılması için iki denememi okumanızı önereceğim. “Dilsel Şiddet”
ve “Şiddet ve Yazın” isimli denemelerdir; bunlar, şiddetin tanımlamasını,
altında yatan gerekçeyi ve şiddetin hiyerarşik sistemini anlatmaktadır.  Şiir
Sarnıcı (e-dergi) Dergisi’nde, “Altının ayarı durduğu rafın niteliğine göre
değil, kendi saflık derecesine göre belirlenir; şair de altın gibidir.” diye
yazmıştım. Bulunduğu yer, yazdığı dergi, paçasından tutunduğu ünlü veya yanında
durduğu kişiler değil, ürettiği yapıt ve kendisidir asıl olan. Açık söylemek
gerekirse kimin kiminle yan yana durduğu, kimin kimi kotarmaya çalıştığı ve
kimin kiminle aynı fotoğraf karesinde yer aldığının hiçbir önemi yoktur.
Bunlar, günlük beklentinin zincirli yanılgılarıdır.  Benim
için sosyal medya, şiir etkinlikleri, yazar işlikleri, şiir
atölyeleri ve dergiler, önemli şiir laboratuvarlarıdır. Kuramsal kitabımı,
sanat literatürü taraması yanında bu laboratuvarlardan edindiğim bilgi, görgü
ve deneyimle yazdım. Herkes farklı bir şeyler söyler; kim ne derse desin,
sosyal medya, şiir etkinlikleri, yazar işlikleri, şiir atölyeleri ve dergiler;
şiirin önemli kaynaklarıdır ve sanatın acemi birliğini atlatma merkezleridir.
Bunlar, hangi bilgi işe yarar; hangi bilgi elinin tersiyle bir kenara
itilmelidir, az çok ışık tutar. Şiir kültürünün sürekliliğini sağlayan
mecralardır.  Sağlıklı
bir genel kültür ve evrensel dünya görüşü, her şair için elzemdir.  Ne var ki Türk şiirinin önde gelenlerinin
büyük bir çoğunluğu, evrensel dünya görüşüne sahip olduğuna dair ergenliklerini
ispatlamış görünmüyorlar. Şiir yazınındaki deneme, şiir ve metinlere
bakıldığında, umut verici bir dünya önerisinde bulunmadıklarını, birilerinin
düdüğünü çalmak dışında çok geniş bir düşün dünyasına sahip olmadıklarını biraz
ayrıntılı okuduğunuzda anlıyorsunuz. Bu tespitimi hemen hemen herkes
reddedecektir; kendisini sorgulamak yerine doğrudan beni suçlayacaktır. Elbette
bu söylediğim herkes için geçerli değildir, üzülerek söylüyorum ki çoğunluktur.
Aşağıda söz edeceğim konuları, heybenize koyup kendi iç dünyanızda bire bir
tartınız lütfen. Burada sadece kendinizi sorgulamanızı sağlayacak algoritmayı
vereceğim.   Şiir
sanatı, ciddi iştir dostlar. Salt yazmak, kitaplarla boy göstermek, bir dergiye
önayak olmak değildir; yaşamın niteliği de içindedir. Sanatçı ve şair denen
kavramların üstünde büyük anlam yüklüdür; bunu taşımaya yeterliliğiniz yoksa bu
alanı kirletmeyin. Kimse kimsenin fikrini kabul etmek zorunda olmadığı gibi
kimse bir diğeri gibi düşünmek zorunda değildir; ayrıca şiirin işi, birine bir
şey öğretmek onun şiir anlayışını ölçüp biçmek değildir. Ben bu işte söz
sahibiyim gibi uydurma görev yüklenmeleriyle kimseye, Everest’in tepesinden
bakmak gibi bir görevi yoktur. Elbette bir duruşu, dünya algısı ve estetik
değer üretebilecek imgelem gücü olacaktır şairin. Her şeyden önce elinden
tutulup podyumlara çıkarılacak figüran değildir. Karıştırılmamalıdır. Türk
şiirini şairiyle birlikte nitelikli bir kültür dünyasına taşıyacaksak biraz
estetik tavır geliştirmek ve biraz da elit davranmak zorundayız.  Birincisi,
kimse kimsenin şiirini elinden alamaz. İkincisi, herkese yetecek kadar yaşam
alanı, sanat için hareket alanı vardır; kimse kimseye aşağılayıcı, hakaret
edici saldırıda bulunamaz. Herkese yetecek kadar söz ve kâğıt vardır; herkese
yetecek kadar mikrofon ve kürsü vardır. Üçüncüsü ise herkes, donanımı ve düşünebildiği
oranda yaşamın ve sanatın içindedir. Asıl önemli olansa şudur; kimse kimsenin
yeteneğini yargılama görünümü altında; şiddet uygulamak, toplum gözünde küçük
düşürmek, ayrıştırmak gibi bir lüksü yoktur. Bunları eleştiri kapsamında
düşünenler olabilir; eleştiri, ayrı bir konudur; sözünü ettiğim konular,
eleştiriyle ilişkilendirilemez. Eleştiri de şiir dünyasında derin yaralı bir
konudur; burada girmiyorum buna…  Ne yazık ki şairler ve şiir hakkında ileri
geri konuşan, sözleri ceviz kapçığını doldurmayan, pek çok insanımız vardır.
Vasat, kifayetsiz muhteris, şaircik, sucu, bucu gibi… “Şiire zarar veriyor”
gibi bir düşünceyle bir şeyler yapmaya çalışanları töhmet altında tutmaya,
toplum gözünde küçük düşürmeye yeltenen kişiler de çoğunluktadır. Ve bunu,
toplum gözü önünde açık açık yapmaktadırlar; şunu bilmiyorlar. Bu tutum, insana
karşı bir şiddettir, saygısızlıktır. Şiddeti ve saygısızlığı insanî değerlerden
ayırt edemeyen kişiler, şairim diye koltuk altlarında birer karpuz sıkıştırıp
ortalarda dolaşmaktadırlar… Dergi, kitap ve gazete sayfalarında da boy boy bu
tutumlarını sergilemektedirler. Şiir, kişi veya gruplara zimmetlenemez. Bu tür
tutum, Orta çağdan miras kalmış, cehaletin eşiğini kıramamış, bilinçsiz insan
manzarasıdır.  Başka
bir konuya daha değinmek istiyorum: Sosyal medyada paylaşılan yazı ve altına
yapılan yorumlara bakınca, ben de mi bir gariplik var yoksa insanlık mı
insanlığını yitirdi, diye düşünmeden edemiyorum. Sağlıklı okur-yazarlığımız
yok, bunu biliyoruz. Kafamızdaki cendereden çıkıp söylenen ya da sorulan soruya
koşut eyleme giremiyoruz. Ancak, küfürler, hakaretler, düello davetleri,
satanlar, burnundan soluyanlar ve eleştiri adı altında zevkten zirveye
tırmananlar görüyoruz.; sizler de sık sık tanık oluyorsunuzdur. Ben kişisel olarak,
bunlardan rencide oluyorum. Şair sözünü kullanmaktan çekiniyorum. Bakıyorum
bunların saldırılarını destekleyen, şiire hizmet ettiğini sanan bir sürü
tanınmış isim var; “yok artık” denecek bir kokuşmuşluk durumu…  Bunların
hepsi bir yana şiir yazınında bir de televole kültürü dediğimiz anlayış,
öylesine yerleşmiş ki yapılan yorumlara bakınca gerçekten vurdulu kırdılı,
zenginli fakirli dizilere, yemekteyiz gibi devşirme programlara taş çıkartır
nitelikte. Şairin özel yaşamıyla işiniz nedir sevgili hatırı sayılır
şairdaşlarım? Bu bir şiir kültürü değildir; televole dediğimiz, sizin de sık
sık aşağıladığınız algı biçimidir. Kahvede gündelik iş bekleyen kardeşlerimiz
yapsa bunu kabul ederim; zaman doldurmak da ince bir iştir.  İnsandır;
genetiği, beklentisi ve düşleri gereği bazı şeylerin içinde bulunması kabul
edilebilir. Algı ayarları bozuktur ve çalgısı akort tutmaz şekilde olabilir. Ne
var ki bu tür davranışlar, o kadar çok ki bu kadar rencide edici biçimde
işlemesi kabul edilemez. İnsana saygı, insanın yapma-etme-isteme hakkına saygı
ve etik dediğimiz değerler vardır. Göz göre göre yanlışı bir amaç ya da bir
yarar uğruna göklere çıkarmak zorunda değildir kimse. Ya sus hiç bulaşma ya da
açık yüreklilikle yanlış olduğunu söyle, doğruya da doğru. Yanlışı, yanlışla
doğrulama çabası da hangi kültürün geleneğidir bilemiyorum. Şiir yazını,
yanlışı yanlışla doğrulama çabası içinde olan metinlerle dolu.  Has
şairim diyen birisi, sosyal medyada birini hedef edinmiş saldırıyor, hakaret
ediyor ve aşağılıyor; bir diğer izleyici veya şair de alkışlıyor; çiçekler,
gülücükler dağıtıyor. Şiir şiddeti kaldıramaz, şair de şiddet sever olamaz.
Şiir/şair dünyası böylesi niteliksiz tutum ve girişime prim vermemelidir.
Herkese yetecek kadar söz var, istediğinizi kullanabilirsiniz; tek koşulsa
dilsel şiddet[23]
içermeden.  Dilsel
şiddet, içinizde yatan şiddetin dışavurumudur; daha genel söylersek dil,
içimizle aynı şeyi söyler. Toplumsal değerlere saygısızca davranan, insanı
aşağılayan, şiddet, terör vb. benzer konulara yaltaklananlar bana göre zaten
sanatçı değildir; kendi çöplüğünde kurtlanmak üzere üstünü kapatın gitsin.
Böyleleri var, parmakla gösterebiliriz. Her toplumda akort tutmayan güdülenmiş
hemcinsler olur; fizik kuralıdır. Ancak niye gereksiz birisi için ulu orta sizi
izleyen elit insanları, rencide ediyorsunuz? İncelik buradadır.      Toplum
olarak pek çoğumuzun içinde uyuyan şeytandır şiddet. Ne kadar eğitilirsek
eğitilelim, korku ve çatışma kültürüne dayalı bir inanç sistemi, disipline
dayalı bir tutum şekillendirmesi altında büyüdük. Yani çatışma kültürünün
içinden doğup geldik. Sanatsal konuları bir yana bıraktım, bilimsel bir konuyu
bile tartışamayan, fikrini ve önerilerini kabul etmeyenleri dilsel şiddet
uygulamayı üstünlük sayan, şair olduğunu gururla söyleyen çok sayıda kişilere
tanık oldum. Ne olursa olsun, bir noktaya kadar kabul edilebilir şiddet
algınız. Ancak, bu çağda, hala davranış değişikliğine gidemediyseniz, bence
ortalarda görünmeyin; bir gün şiir sizi tutuklayabilir. Çağdaşlığın birinci
ilkesi insana saygıdır. Düşüncemi savunmadı diye insanları düşman gören,
yaratık gören bir anlayıştan yapıt değil; kendisine dayatılan idelerin
bildirisi ve şiddetin kraliçesi çıkar… Kadına şiddet konusu günceldir.
Süreklilik sağlayan toplumsal bir yaradır. Şair, bir başka arkadaşına şiddet
uyguluyorsa kadına şiddetin nedenlerini, uzaklarda aramayınız; bugün şairdaşı
hedefse yarın da bir kızcağız topun ağzında olabilir. Şiddet duygusu, namludan
çıkmış mermi gibidir, adres sormaz; tanımı nettir.     Başkasına
kızmak, kendi kendine işkence etmektir. Daha fazla bu işkenceye katlanmamak,
aşırı yoğunlaşma sendromu yaşamamak ve sağlığınızın daha kötüye gitmesini
engellemek için; öncelikle şiir sanatının zimmetinizde olmadığını; kötü şiir
yazanların şiire zarar vermesi gibi bir argümanın tamamen bilinçsizlikten
kaynaklandığını; sanatın gelişimine yönelik savaşım verenlerin engellenmesi
değil yanında bulunup omuz verilmesi gerektiğini; kötü şairlerin şiirinden
sizlerin sorumlu olmadığını; sanat ve kültür dünyasında herkese yetecek kadar
alan olduğunu; bilmelisiniz ve en kısa zamanda tıbbi yardım almalısınız.  Şiir,
içinizdeki şiddeti ortaya dökme sanatı değildir; ürettiğiniz estetik değerle
okurda yaşam sevinci yaratmak ve aklın evrimini hızlandırmaktır. Sizde olan
güzelliği yarına akıtmaktır. Düşünsel dünyanızı yöneten sistemleri şöyle bir
kenara itiniz ve biraz olumlu duygu biraz da sevgiyle kendinizi sorgulayınız.
Şiddetten, çatışmadan, kavgadan arınmış duygu durumuna girdiğinizde
göreceksiniz ki şiddet ve zorlamayla tarihte hiçbir sorun çözülememiştir;
sadece geçici bastırılabilmiştir. 
Şairler ve sanatçılar arası şiddete ve kavgaya gerekçe olacak çok şey
yoktur; Türkçede herkese yetecek kadar söz vardır ve kimse kimsenin sözünü
elinden alamaz. Kavgacı, saldırgan, küçümseyici bir dil kullanımı, bilgi
çağının insanına yakışmamaktadır. Ayrıştırılmış, dikte edilmiş bir düşüncenin
muhafızı olmakla hiçbir gruba ve topluma iyi bir yaşam sunulamamıştır. Bu
yaklaşım altında yazılan şiirlerle de estetik değer yaratılamaz; tam tersi okur
rencide edilir.  22
Temmuz 2020, Narlıdere/İZMİR BİLGİYE
DUYARSIZLIK Çağımızda
çok fazla bilgi üretiliyor ve bilginin dolaşım hızı oldukça yüksektir, bunu
biliyoruz. Sanat veya şiir alanında da. Çağın gereği, hangi bilginin yetkin
bilgi olduğunu, hangi bilginin sanatsal bilgi olduğunu ve hangi bilginin kirli
bilgi olduğunu ayırt etmek de bir mühendislik işi. Bu yüzden ticarette,
sanatta, siyasette danışmanlar ve yol yordam gösterici kuruluşlar, mantar gibi
ortaya çıkmaya başladı. Doğal bir süreçtir; kabul etmek gerekir. İnsan beyni
her bilgiyi yetkin ve gereğine uygun anlamlandırmaya, işlemeye yetişemiyor. Her
alan kendi bilgi havuzunu oluşturmuş ve uzmanlık gerektiren dallara ayrılmış
durumdadır; bilgiler arası eşgüdüm ve yorum sizin zekânızla doğru orantılı
duruma gelmiştir.   Böyle
bir girişten sonra bilgi yoğunluğundan söz edeceğim diye düşünebilirsiniz; ne
var ki bilgi yoğunluğunun sorunlarından söz etmeyeceğim. Daha özel bir konuya
değinmek istiyorum. İşin ilginç yanı kendi deneyimim olan bir konuyu gündeme
getirmek üzere bu yazıyı kaleme aldım. Aslında kendi deneyimlediğim bir durumu
örnek vermekten sıkılıyorum. Birebir yaşadığım deneyim olması nedeniyle, kendim
için bir şey yapmış görünmekten çekiniyorum. Öyle de olsa, sosyolojik ve gerçek
bir durumu ortaya koymak, bazı konulara dikkat çekmek için kendime ilişkin bu örneği
vermek istiyorum.   “Saf
Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi” isimli kitabım Kasım
2018’de yayımlanmıştır. Kitapta yeni önermeler, kuramlar, katman edebiyat
eleştiri sistemi, şiirsel ezgi, şiir/sanat çözümleme tekniği ve yeni terimler/kavramlar
ileri sürdüm. Türk ve dünya yazınına farklı bir şeyler ürettiğimi, sanat/şiir
anlayışının önünü açıcı, özellikle şiir için yeni ve farklı bir şeyler ortaya
koyduğumu düşünüyorum. Kullanılabilir, bilimler arası eşgüdümle araştırılması
ve değerlendirilmesi gereken bilgiler öne sürdüğümü söylemeliyim. Bunların
yanında bazı etkinliklerde, katıldığım medya programlarında, Kuramlar ve Şiir
Çözümleme Tekniği gibi kitaptaki pek çok bilgiyi sözlü olarak açıklamaya
çalıştım. Ayrıca Vedat Günyol 2020 deneme yarışması seçici kurul özel ödülü
alan ‘İmgelem-İmge-İmgelem’ isimli deneme kitabım ve Homeros edebiyat ödülleri
bir şiiri inceleme yarışmasında dereceye giren bir çözümlememin yer aldığı
‘Sanat/Şiir Çözümlemesi’ isimli deneme[24]
kitabım, ileri sürdüğüm konulara açıklık getirmek üzere e-kitap olarak
yayımlanmıştır. Aradan uzun zaman geçmesine karşın sosyal medyada birkaç tepki
dışında ileri sürdüğüm bilgiler konusunda doyurucu açıklama, yorum ya da
olumlu/olumsuz eleştiri almadım. Yazınsal platformlarda bunların konu edildiği
bir yazı veya eleştiri görmedim. Yeni düşünce, yaklaşım ve daha önce
dillendirilmemiş yazılara karşı herhangi bir tepki ve geri dönüş almadığım
için, eksik bir şeyler mi ortaya koydum, yanlış veya yinelemeler mi yaptım diye
kuşkuya düştüğüm zamanlar da oldu.   Bunların
yanında, ‘Şiir Sarnıcı (e-dergi)’ isimli üç aylık sanat ve yazın dergisi
çıkarıyorum. Bu dergi, bloğumda ve internette aradığınızda ilk sıralarda
görünen kolay ulaşılabilir bir dergidir ve yazınla ilgili kişilerin e-posta
(bende bulunan) adreslerine PDF dosya olarak gönderilmektedir. Emek dışında
hiçbir gideri ve geliri yoktur. Şiir Sarnıcı ve şahsım, herhangi bir öğreti,
inanç ya da kalıplaşmış/ayrıştırtılmış düşüncenin temsilcisi ya da sezdiren bir
uydusu değildir. Aklı, bilgiyi, bilimi, sanatı, sevgiyi ve insanlığı önceleyen;
kalıplaşmış, ayrıştırılmış veya güdülenmiş düşünceyi dikkate almayan bir
içeriğe sahip olması için çalışıyoruz. Olabildiğince bilimsel, yazınsal ve
sanatsal nitelik kazanması için çaba harcıyoruz. Yazın, şiir ve sanat için bir
şeyler yapamaya çalışıyoruz; edebiyat adına deyip dikte edilmiş düşüncenin
peyki durumuna düşmek istemiyoruz. Grupların, komünlerin, çıkar çevresinin, ben
bilirim tarzı ego yumağının barınabileceği bir alan dışına çıkarmaya çalıştığımız
bir yazın düzlemidir bu dergi.  Derginin
PDF dosyasını e-posta adresine gönderdiğimiz birkaç okur, geri dönüş yaptı;
eleştirdi veya teşekkür etti. Bunların dışında ben şiir adına şöyle yapıyorum
diye yazan çizen, şiir kulvarında boy gösteren, şiir elden gitti diye
çevresindekilere dert yanan, yurt içi/dışı şiir çağrılarında önde dolaşan, şiir
adına sağda solda baş kesen; kısacası şiir ustası denen şair dostlarımdan ne
bir dönüş oldu ne kutlayan oldu ne yorum yapan oldu ne şöyle olsa daha iyi olur
diye yardımcı olmak isteyen oldu ne de yapıtını gönderip dergiye katkı
sağlayan. Şiir öldü, dil elden gitti, sanat öldü, edebiyat adına, şiire zarar
veriyor gibi yargı tümceleriyle feveran eden büyük yazar, şair dostlarım;
bundan sonra sakın ola böyle tümceler kurup bir de güvenimizi sarsmayınız; çok
açıktır ki kendiniz için olanın dışında bir şey yapmıyorsunuz. Sanat insanı;
yararın, çıkarın, egonun, popülaritenin olduğu yerde değil; insanın ve insan
için bir şeyler yapanın yanında olur, içinde olur.  Şimdi
temel soruyu soruyorum: Bu ülkede sanatsal etkinlikler yürüten, sanatı işi
olduğu için yapan ve sanat eğitimi veren yüzlerce akademisyen var. Binlerce
şair ve yazar var; daha doğrusu var olduğunu biliyoruz. Ayrıca bir o kadar da
edebiyat fakültesi öğrencisi, mezunu ve bunların öğretim üyeleri ile emeklileri
var. Fakülte düzeyi de olmak üzere sanat eğitimi veren yüz ellinin üzerinde ülkemizde
kurum ve kuruluş var olduğu biliniyor. Üretilmiş yeni bilgi, kuram, kavram,
yazınsal sistem ve ileri sürülmüş yeni bir teknik karşısında bunlar neredeler?
İki sanatsal kuram, bir katman edebiyat eleştiri sistemi ve bir sanat çözümleme
tekniği ileri sürdüm. Yeni bilgi bu kadar değersiz mi? Edebiyat çevrelerinin
ağzında sakız olmuş konular dışında yeni bir şeyler söylemek bu kadar mı
ürkütücü, anlam veremiyorum. Bilim, bilgi, kuram, estetik, sanat ve felsefe
dediğimizde herkesin kaçıştığı bir edebiyat kalabalığında varlık bulmaya
çalıştığımızı biliyoruz ama bu kadar da olmamalı…
   İsterseniz
bu sorunu biraz açalım. Sanat bilimine yönelik çalışmalar ve sanata ilişkin
bilgi üretimi yinelemelerden öteye geçmiyor, diye bir yargı ileri sürersem ne
dersiniz? ‘Türk şiiri magazinsel söylemler üzerinde yönlendirilmektedir.’ diye
her ortamda kullandığım bir tümce vardır. Bu yargıyı haklı olarak ortaya
koyduğumu düşünüyorum. Neden, diyeceksiniz. Haklı olduğumun kanıtıdır yukarıda
sözünü ettiğim deneyim. Popülist bir yaklaşım, popülarite yığılmış bir ortam ve
birbirini yineleyen sanatsal bir bilgi dünyasının içinde yaşıyoruz. Türk yazınında
ödül uygulamalarından eleştiri sistemine kadar aşılamayan temel sıkıntıların
olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca kendini kanıtlamış, toplumda beğeni kazanmış
şairlerin söylemleriyle şiiri öğrenebileceğimizi düşünüyoruz. Bunlar iyi bir
birikimdir; tarihsel bilgidir. Metinler arası ilişkinin doğal bir sonucudur.
Ancak şiirin gelişimi ve geleceği için yeterli değildir. İyi şiir yazmak
istiyorsak, yeni bir biçem kurmak istiyorsak, şiir felsefesine ilişkin yeni
kuramlar üretmek zorundayız. Çağın bilgisine ve ileri teknolojisine uyum
sağlamak öncelikli işimiz olmalı. Yapıt ile insan arasındaki ilişkinin
tanımlanmasında hâlâ sıkıntılar var ve net şeyler söyleyemiyoruz. O öyle demiş
bu böyle demişle birbirini yineleyen ne var ki bilgiyi uygulamaya dönüştürmekten
çok ötede kısır döngü içindeyiz. Çağdaş sanatın önünü açan soruları ve evrimsel
sanat yaklaşımına doğru gidişin yollarını, araştırmaktan kaçınıyoruz.  Kuramsal
bilgi üretmeden çağı önceleyen biçem kuramayız. Yinelemeyle bir adım daha öteye
gidemeyiz. Ayrıca bu tür yaklaşımla sadece öykünen bir sanat biçimi kurabiliriz
ki bunun adı sanat değil, taklit olur. Sanatın temel ilkesi, her geçen gün yeni
bir şey ortaya koymaktır. Kendini aşan yeni yapıtlarla yaşamın karşısına
dikilmektir. Türk şiiri veya yazınının ileri gelenleri, kendilerine öykünmeci
türetme peşindedirler. Yazının önünü açıcı, yol gösterici tutum; ne ödül
sisteminde ne eleştiri sisteminde ne de diğer etkinliklerde duyumsanmaktadır.  Sanatçının
ben kaygısı yüksektir; onu sanat üretmeye iten şeyin, çıkış noktasıdır. Buna
diyecek bir şeyimiz yoktur. Ancak üretilen bilgiyi görmezden gelmek, Orta Çağ
mantığından kurtulup olaylara mantıksal bir açıdan bakamamak, açıklanmaya
muhtaç önemli bir sıkıntıdır kanımca. Sanat çevresinde yaygın ve kanserojen bir
hastalık durumudur. Sanatın, şiirin, kültürün, eğitimin, bilginin, insanın,
emeğin; değersiz görüldüğünün birebir gösterenidir.    Sanat
dünyası; özellikle anlam sanatları, yeni ve farkındalıklı bilgiyle zenginleşir.
Aklın sınırlarını ve normalin çeperini kırmakla kendine yaşam alanı ve etki
alanı kurabilir. Her geçen gün yeni ve farklı bir şey üretmeliyiz. Bilgiye
duyarsız kaldıkça köreliriz. Bilgiyi öteledikçe saplantılarımız bizleri esir
alır. Yenilikleri kıskanıp ondan uzak durdukça kabalaşırız. Sanatsal bağlamda
iyi bilgi, kullanılabilir bilgi, yeni bilgi; bazen bir çocuğun sorusundan bazen
bir rüzgârın sesinden üretilir. Her üretilen bilgiyi, didik didik etmeliyiz ki
bir kazanım, bir sonuç elde edebilelim. Çıkalım artık yirminci yüz yılın tozlu
sayfalarından, nesnellik ilkesi kırılalı yıllar oldu. Kurtulalım kalıplaşmış
genellemelerden; genellemeler şiir gibi bir düşün sanatını açıklamaya yetmez.
Dünyadaki olgu ve olaylara bakıp yeni bir şeyler yapalım. Dinozor hattını aşmak
çok zor olsa da değiştirilmesi gereken çok şey var bu kulvarda; en başta
anlayış…     Sonuç
olarak, saygınlık, makam, tanınırlık ve toplumsal izlenirlik avantajı
sağlamayan yerlerde görünmek, rüştünü ispatlayamamış kişiler için sıkıntılı ve
ürkütücü bir tavırdır; biliyoruz. Bu, çağın dönüştüremediği başka bir
rahatsızlık. Asıl sorun, çağı ve ürettiği bilgiyi okuyamıyor olmamızdır. Okumak
da istemiyoruz. Sanatta yeniliğe karşı duyarlı değiliz ve yeni şeylere
güvenimiz yok. Dahası sahip olduğumuz bilgi birikimini, günümüzün teknolojisi
ve anlayışıyla kullanmayı beceremiyoruz. Kullananı da öğreti, inanç gibi sözde
gerekçelerle görmezden geliyoruz. Sanatta gelişimin önündeki en önemli engel,
yeniliğe ve bilgiye karşı duyarsızlaşmaktır. Duyarsızlaşma şairi kabalaştırır;
estetik değer üretme yeteneğini elinden alır.  
 Yanlışı, yanışla düzeltmeye çalışmak! Son günlerde çok
takıldığım bir tümcedir. Şöyle dersek öz söz mertebesine bile erişebilir
kanımca. “Yanlış, yanlışla düzeltilemez; ne yaparsanız yapın kuyruğu açıkta
kalır.” Belki de böyle bir öz söz vardır, ben bilmiyorum.  Günümüz koşullarında ve her alanda o kadar
sık kullanılması gereken bir tümce ki pek çok şeyi özetleyip önünüze
koyuveriyor.  Neden bu tümceyle giriş yaptım? Bu sözü vurgulu bir
şekilde açıklayan üç olayla karşı karşıya kaldım; daha doğrusu gözlemledim. Birincisi
ülke güncelinden bir gözlemdir. Büyükşehir Belediyelerinin yardım kampanyasıyla
ilgili sarf edilen söylemler… “Devlet içinde devlet olmak” gibi... Bunu
doğrulamak için kimler kimler, koca koca insanlar ne mesailer harcadılar
biliyor musunuz? Kimler ne ilginç yasal dayanaklar üretti. Oldu mu? Kuyruğu
açıkta kaldı.  Ayrıca belediye ve mülki makamların kuruluş yapısını
az çok biliyorsanız, bu söylemle ne kadar elzem bir durumun önü bile bile
kapatılmıştır, düşünmek gerekir. Örneğin kriz durumunda merkezi hükümetin emir
verebileceği valilikler, dört kilo domates taşıtmak isteseydi kime
taşıtacaklardı?  Öğretmene mi, hemşireye
mi, yoksa polise mi? Hizmeti satın alabilirdi yalnızca. Valilik gibi yapılar;
daha genel anlamda söylersek olağanüstü hâl dışında merkezi hükümetin emir
verebileceği resmî kurumlar, bu tür hizmet üretme yeteneğine sahip değillerdir;
kuruluş ve teşkilatları gereği.  Belediyeler, bu tür hizmetler için yapılandırılmıştır.
Suyundan çöpüne kadar geniş bir hizmet üretim alanıdır görevleri. Kriz
ortamında, insanların bir yumurtaya ihtiyacı olduğu bir zamanda, belediyelerin
hizmet olanağını siyasi bir kaygı sonucu elinin tersiyle bir kenara itmek; bunu
bir de politik ve ayrımcılık kaygısıyla yapmak; işin altında yatan gerçeği gün
yüzüne taşır.  Bu konuda söylenecek tek
şey, hangi gerekçeyi üretirseniz üretin yanlışı, yanlışla düzeltemezsiniz
demektir.  İkincisi, basit bir sosyal deneydi. “Şiiri, şairden
korumak” diye bir tümcenin alt sorularını tartışmaya açtım. Daha doğrusu,
sosyal medyada paylaşılan yazılar ve bu yazılara yapılan yorumlar bu alanda
gelişti. Bugüne kadar şiir yazınında söylenegelmiş ve şiir dünyasında
belirleyicilik kazanmış kalıp söylemleri irdelemeye, yorumlamaya çalıştım.
Nasıl bir kalıplaşmaysa bunların, tartışılmasının bile yasak olduğuna tanık
oldum. Bu söylediğim dar kapsamlı bir örneklemdir; ne var ki şiir yazınına
baktığımızda, totaliter/yasakçı anlayışa sahip büyük bir çoğunluğun varlığını
anlıyorsunuz. Doğru şiir bilgisi ve şiirin özü, bugün yaşamakta olan şiir
kurmayları tarafından çoktan tespit edilmiş de bizim haberimiz yokmuş meğer;
bilgiyi kapan kapmış, bize halt yemek düşer anlamında tutumlarla karşılaştım.  Açık söylemek gerekirse şiir yazınımızda yanlışı,
yanlışla düzeltebilmek için ne çabalar harcamışlar! Kitaplar, denemeler
yazmışlar. Toplumda güven kazanmış bir şair ya da yazarın bir sözü söylemiş
olması, doğruluğun ve tartışılmazlığın odağı olmuş… Konunun ilginç yanı ise bu
söylemler genellikle batılı düşünür/şairlerden alınmış ve bizim kurmaylarımız
da yalnızca doğrulama görevini yerine getirmişlerdir. Şunlara bir de sanat
felsefesi ve diğer bilimlerin gözüyle bakalım, altından ne çıkacaktır, diye
sormak kimsenin aklına gelmemiştir. Öyle gerekçeler üretmişler ki basit bir
mantıkla sorguladığınızda, olamaz bu kadar gelişmemişlik demek zorunda
kalıyorsunuz. Birazcık bilgi, birazcık bilimlerin eşgüdümü ve biraz da mantık;
bu kadar basit; neyin ne olduğu ve neyin gerçekten işin özünü anlattığı…  Üçüncüsü ise yakın zamanda gerçekleşen bir sosyal
deneydir. Şairin kaygısı, gerçekten şiir mi yoksa başka bir amaca mı hizmet
ediyor, sorusuna yanıt bulabilmekti. Bir tasarı üzerinde yapılan tartışma ve
paylaşımlar, bu sorunun yanıtını vermekte oldukça yardımcı oldu. Ortaya atılan
bir şeyin mantıklı ya da mantıksız olmasının bir anlamının olmadığını gördüm
öncelikle. Söyleyen dinlenir konumda biriyse en mantıksız bir konu bile
söylese, etrafındakiler hemen ona mantıklı gerekçe üretmek, kafakol çıkmak için
işbaşı yapıyorlar. Övgünün bini bir para. Mantıklı bir konuymuş gibi inanıyorlar
ve söylemlerini sürdürüyorlar. Karga kılavuz hesabı, büyük uğraş başlıyor. İyi
gerekçeler de üretiyorlar; toplum olarak zeki ve pratiğiz bu konularda. Ne
yaparsak yapalım; kuyruğu illaki açıkta kalıyor. Bir yere geliyor ve tıkanıyor;
salt çamurla duvar örülemeyeceği bilinen bir şeydir ama bu durum, sosyal
konularda da aynı sonucu doğurduğunu gösteriyor… Başta da söylediğim gibi,
yanlışı, yanlışla düzeltme ustalığı biz de zanaat haline dönüşmüştür. Anlamsız
pek çok konu; gerçekmiş gibi işlem görmektedir. 
 İş yaşamımdan deneyimimdir. Sürekli kontrol etmek ve
aksayan konuları çözmek zorundasınızdır. Çünkü insan yaşamı, eğitim ve işleyen
bir devasa sistemle; baş başa ve iç içesinizdir. Bir soruya, konuya, eyleme,
olaya; yanıt bulmakta güçlük çekmişsem altında mutlaka bir sorun var demektir.
Ya soru saçmadır ya konuya ilişkin olay mantık dışıdır ya gerisinde bir düşünce
fukarası vardır ya da yerleşik kuralların dışında bir şeyler oluyor demektir.
Bunun anlamı, altından bir çapanoğlu çıkacaktır.  Aslında huzurlu yaşamak istiyorsanız bunları
sorgulamadan yürüyüp gidebilirsiniz. Mutlu olmanın, iyi yaşamanın en güzel
yolu; çok şey bilmemektir. “Albert Einstein’ın dediği gibi, şu cehalet ne
güzel; her şeyi biliyorsun” mantığı daha kullanışlı duruyor şöyle çevremize
baktığımızda… He de geç, aman noksan yanını gösterme, düşman kazanmayasın.
Yanlışı yanlışla düzeltiver gitsin…  
Eskiler gibi; “Şiir her şeye muhaliftir!” diye genelle gitsin, etrafına
yandaş toplaman daha kolay olur. Tamam, şiir her şeye muhalif, anladık; niçin
muhalif kardeşim, diye soran olmayacak nasıl olsa…. Kısa öykü, iktidar
karşıtıdır; politik bilince sahip olmadan kısa öykü yazamazsınız, deyiver
gitsin. Çünkü sen, Orta Çağda mı yaşıyorsun kardeşim diye soran olmayacaktır.  
 ISSIZ ŞİİR Sesi güçlü olmayan şiirin yankısı ıssızdır. “Issız”
sözcüğünün anlamı sadece yalnızlık değildir; yalnızlık tercih edilen bir durum
olabilir. Oysa ıssız aynı zamanda kimsesiz olmaktır; zorunlu bir yalnızlıktır.
Yaşamın döngüsünün sessizliğidir, edilgenliğidir. Geleceğe dair bir değer
üretmeyecek olmasıdır. Dünyaya yaydığı iletiler ıssızlaştıkça, yani sesini
yitirdikçe şiir de bu yalnızlığı zorunlu olarak yaşayacaktır. Şiirin son zamanlarda göz ardı edilen ve hoyrat
davranılan ana ögesi sestir. Şiirde ses konusunu ele alıp içerisinde ne var ne
yok diye kurcalayalım istiyorum bu yazıda. Türk şiirini, garip şiiri, ikinci
yeni veya 2000 ler şiiri diye kategorize edip sorgulamak niyetinde değilim.
Şiir tarihi bir bütündür ve sorgulamak istiyorsak, sanat eserini doğuran çağ,
olgu ve teknikler bağlamında ele alarak sanat bilimi açısından sorgulamak
gerekir.  Kaldı ki şiirde ses konusuna bakış, garip ve ikinci yenide
nasılsa üç aşağı beş yukarı bugünün şiirinde de benzerlik gösterir; hatta daha
fazla sesten uzaklaşılmıştır diyebiliriz.    Şiirde ses, şiir yazılarında üzerine gidilmeyen,
araştırılmayan, onun bunun olumsuz söylemlerine inanılan bir bileşendir. Uyak;
yapaylık gibi görülür, gelenekçilikten kaçış kapısı olarak düşünülür ve çağdaş
şiire evrilişin kör bir konusu gibi algılanır. Divan şiirindeki ağdalı ses
ağırlığından kaçışın yarattığı bir olumsuzluktur bu. İncelemeden yargılamak,
Türkçenin ses bilgisi açısından değerlendirmeden yorumlamak ve çağdaş sanattaki
gelişmelerin doğru okunamayışı gibi daha pek çok neden sayabiliriz. Şiir, sanat dallarının temel katman[1]larını
içinde barındıran bir dil sanatıdır; biçim, anlam, anlatım, ses, coşum,
çağrışım ve estetik katmanları gibi. Şiirin ayrıntılarına girdiğimizde
öykü ve roman gibi dil sanatlarından ayrılan pek çok yönü vardır. En az söz, en
uygun ses, en çarpıcı anlatım, aklı sendeletici anlam ve duyguyu ele geçirme
çabası... İşte bunların hep birlikte yarattığı görevdeşlik şiir denen sanat
eserini ortaya çıkarır.  Şimdi kendimize şu soruyu sorabiliriz. Bu
saydığımız özelliklerden bir tanesi zayıf olsa ne olur? Tabii ki şiir olur;
ancak arzu edilen bütünlüğü yaratır mı? Daha ileri aşamasını düşünürsek, insana
ve insanın zaman içindeki algısına katma değer oluşturur mu? Yani bir sanat
eseri olarak estetik etkisini ve kalıcılığını sürdürebilir mi? Dünya şiir tarihine baktığımızda, zaman içinde
canlılığını sürdüren şiirler kendi dillerindeki söyleniş biçimiyle güçlü sesi
olan şiirlerdir. Elbette sesi zayıf olan şiirler de vardır zaman doğrusunda
yerini almış; ancak bunlar ya anlam ya da anlatım gibi vurucu değerler ile bazı
zayıf noktalarını görünmez kılabilmişlerdir. Çağdaş şiir bağlamında nasıl bir sonuç üretirsek
üretelim, şiirin vazgeçilemez üç temel ögesi vardır. Bunlar aynı zamandan
sanatın üç temel sütunudur; anlam, anlatım ve ses. Sesi ele alırken
anlam ve anlatımı bir kenara koyma gibi bir lüksümüzün olmadığını hemen
söyleyebiliriz. Şiirdeki ses, anlam ve anlatımla ayrıştırılamayacak kadar
bütünleşik bir konudur. Yani ne ses ne anlam ne anlatım birbirlerine göre öncelikli
konulardır. Bir anlamda ses anlatımı yücelttiği gibi anlamı da güçlendiren bir
konudur. Bunun tersi ise anlam ve anlatımın da sesi yönetmesi ve yönlendirmesi
önemli bir özelliktir. Yapıtın dili gereği bazı katmanlar başat olabilir. Nasıl
ki müzikte ses başat katmansa, şiirde de anlam başat katmandır. Örneğin
heykelde biçim başat katman olmasına rağmen anlam ve anlatımı varlığa taşıyan
bir olgudur. Kısaca söylemek gerekirse bu üç temel öge birbiri içerisinde bir
konudur; dil sanatları açısından birbirlerinden ayrı ve hiyerarşik konumda
düşünülemezler.    Şiirde “ses”ten kastım nedir? Anlam ve anlatımla
bütünleşen söyleyiş biçiminin ya da şiirin sessel yönünün anlam ve anlatımda
yarattığı görevdeşliğin toplam şiirsel sonucudur sesten
kastım.  Şiirde ses dediğimiz zaman iç ses uyumu ve dış ses uyumundan
söz etmiyorum sadece. Bunların toplamının oluşturduğu şiirsel ezgi[2]den söz ediyorum. Nasıl ki her insana özgü
taklidi mümkün olmayan konuşma ezgisi varsa, nasıl ki kendi tekniği ile
oluşturulan müziksel ezgi varsa, şiire özgü oluşturulabilen bir “şiirsel
ezgi”nin de olması kaçınılmazdır.  “Şiirsel ezgi nedir, bileşenleri
nedir, nasıl oluyor, nasıl kurulmalıdır, duyguyu duyarlı hale getirme yeteneği
nedir” gibi soruların ayrıntısına bu yazının hacmi gereği girmeyeceğim. Saf
sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi isimli çalışmamda
“ses katmanı”nı ayrıntılı olarak inceledim, şiirsel ezgiyi ayrıntılarıyla
açmaya çalıştım; bakabilirsiniz. Her estetik yaşantı ve estetik tavır duygusal bir temele
dayanmak zorundadır. Algı, duyu, duygu ve beklenti sarsılmalıdır ki estetik
yaşantıya girilebilsin. Duyguları hareketlendiren en önemli duyular, özellikle
görme ve işitme duyularıdır. İnsan oğlunun duyuları temelde on dört çeşit
olarak bilinir. Ancak görme ve işitme duyusu ki bunlara entelektüel duyular da
denmektedir; duyusal dünyanın ve duygu durumunun baş aktörleridir. Örneğin
işitme duyusu sadece fiziksel seslerin duyulmasında etken değildir; aynı
zamanda gerçek üstü ve metafizik dünya ile ilişkinin kurulmasında önemli bir
duyudur. Şiirsel Ezgi, bir şiirin anlam, mimik, jest ve duygusal davranışlarını
açığa çıkaran vazgeçilemez fiziksel özelliğidir. Bununla birlikte anlam,
anlatım, çağrışım ve coşum gibi katmanların şiirsel ezgi üzerinde önemli bir etken
olduğunu günlük yaşantımızda ayırt edebiliyor olmalıyız. Şiirsel ezginin;
duyuların algı gücünü artırmak, bir şiirin anlamını, duygu değerini en etkin
ortaya dökmek, söz söyleyiş biçimini, ses benzeşimlerini kullanmak gibi birçok
teknik ve beceri gerektiren yanı vardır. Öncelikle, okurun şiirsel ezgiyi
oluşturabilmesi, şairin şiirsel ezgiyi yönlendirecek ses uyum niteliğini
yerinde kurmasına bağlıdır. Yani şiirde sese ilişkin kurulan temel ne kadar
sağlamsa okur da o oranda ses uyumunu yetkin kullanabilecektir. Şiirsel ezginin
etkinliği, şairin şiirinde dilin ses olanaklarını kullanabilme becerisine
bağlıdır. Şiirsel ezgi, şair tarafından şiire özgü oluşturulmuş
ses, anlam ve anlatım düzenine uygun biçimlenmiş ve okur tarafından
parçalarüstü[3] birimler yardımıyla
oluşturulan ses düzenliliğidir. Ton, vurgu, ritim, süre, durak gibi
parçalarüstü birimler, ünlü ünsüz uyumu, sesli harflerin ince kalın, düz
yuvarlak gibi pratik ses özellikleri önemlidir. Bunun yanında patlayıcı,
sızıcı, akıcı, tonlu, tonsuz, titrek seslerin kaynaşması şiirde ses uyumu
açısından dikkat edilmesi gereken ölçütlerdir. Ne var ki Türk şiirinde ses
katmanı hem önemsenmemiştir hem de araştırılmamıştır. Buna karşın, garip şiiri
de dâhil olmak üzere günümüze kadar yazılmış şiirler arasında ses açısından çok
güçlü şiirlerin olduğu gerçektir. Türkçenin ses yapısı, ünlü zenginliği,
özellikle ses benzeşim zenginliği ile ardışık sözcüklerin kaynaşmasından doğan
ses düşmeleri ile söyleyiş akıcılığı gibi pek çok özellik şiirsel ezgiyi
kolaylaştırmaktadır. İncelediğim kadarıyla Türkçe, şiirsel ezginin etkin bir
biçimde oluşturulması için diğer dillere oranla oldukça uygun bir dildir. Sözcük, söz öbeği veya dizelerin anlam değerleri
yanında her birinin kendine özgü duygu değerleri vardır. Okurun bunları
algılaması, anlamlandırması ve duygusal bir atmosfere girmesi ses ve anlam
üzerinden olan bir durumdur. Şiiri sessiz okurken şiirin sesini fiziksel olarak
duymasak bile sözcüklerin sesini duygusal olarak yaşamak zorundayızdır; çünkü
sözcükler insan belleğinde ses ve anlamla birlikte depolanmışlardır.  Şiir ile ilgili yazılardan, yorumlardan,
konuşulanlardan ve güncel şiirlerin sessel özelliklerinden anladığım kadarıyla,
ses katmanının (şiirde sesin) öncelikli olmadığı, olsa da olur olmasa da olur
türünde bir yaklaşım sergilendiğini söyleyebilirim. Şiirde ses ile ilgili yazı,
yorum ve incelemenin çok az sayıda olmasına, olsa da doyurucu araştırma ve
incelemeler olmadığına bakılırsa bu konuya hiç önem verilmediği sonucu doğar.
Örneğin uyak, geleneksel, yenilikçi olmayan, devrimci olmayan, kendi kendini
tüketen, anlamı ve anlatımı sınırlayan bir kavram olarak düşünülmektedir. Hatta
şiir uyaklı ise, bayağı bir şiir algısı yaratılmıştır. Bilimsel gözle bunlara
baktığımız zaman, bu söylentilerin hepsinin birer palavra olduğunu hemen
görebiliyoruz. Son yüz yılda yazılan yorum ve incelemelere bakınız, şiirde uyak
ve ses düzenine ilişkin öne sürülmüş doyurucu bir araştırma var mıdır? Ritim ve vurgu gibi ses birimlerinden şiir yazılarında
çoğunlukla söz edilir. Şiirde “parçalarüstü” birimlerin bütünleşik varlığından
ve “şiirsel ezgi” ile ilişkisi açısından bir inceleme yazın dünyasında
görmedim. Şairin ton, vurgu, ritim, iç ve dış uyak olmak üzere ses katmanına
yaklaşımı mutlak doğru ve başka bir yöntem yok gibi bir algı oluşturulmaya
çalışılmıştır. Sesin şiir üzerinde oynadığı role, çağrışım, coşum ve anlam
üzerindeki etkisine, estetik katmanına sağladığı estetik değere ilişkin
sorulara yanıt aranmamıştır şiir literatüründe. İşitme duyusunun bütün duyu biçimlerini etkisi altına
aldığını, duyarlılık yaratmakta başat konumda olduğunu bilmek ve buna göre
hareket etmek gerekir şiirde.  Çünkü şiirin ezgisel bir olanağı
vardır ve bu olanak şiirin sanatsal etkinliğinin önemli bir bileşenidir. Ses,
şiirin şiir olma nedenlerinden sadece bir tanesidir. Zihni ve duyguyu estetik
tavra yöneltmek amacıyla şiirde ezginin gücünü kullanmak ise sanatsal bir
beceridir. Şiirde ezgi hem şair için hem de okur için önemli bir bileşendir ve
şiirin varoluş maksadını gerçekleştirmeye yönelik temel bir özelliktir. Biz
biliyoruz ki öykü diye bir tür vardır. Şiirin pek çok özelliğini öykü dediğimiz
tür içinde barındırır; az söz, ses ve ses uyumu hariç. Sesin duyguyu işleme
gücünü ve ezginin duyarlılığı oluşturma gücünü kullanmayacaksak neden şiir
yazıyoruz ki? Öykü yazalım; şiire göre daha kolay.  Son yıllarda okuduğum şiirlerin büyük bir kısmında,
ses konusu o kadar dışlanmış ki şiir mi okuyorum, öykü mü okuyorum, çok zaman
ayırt etmekte güçlük çekiyorum. Sesi dışlamak şiirde aynı zamanda öykü gibi
anlatımcılığı da beraberinde getiriyor. Algıyı sersemletmek dil oyunlarıyla
yapılabilir. Anlamın gücüyle de yapılabilir. Bunlarla estetik değer
üretilebilir. Ancak duyguyu öyle kolay ele geçirip okuru estetik yaşantıya
sokamazsınız. İşitme duyusunun insan üzerinde yarattığı iç dünyayı ve duygu
durumunu başka hiçbir enstrüman ile yapabilme olanağına sahip değiliz. Dikkat
ederseniz dinler, siyasi, ticari ve kurumsal yapılar, ezginin olanaklarını
etkin bir şekilde kullanırlar. Şiirsel Ezgi’nin imgesel bir yönü vardır ve
ezgisel imgenin gücü diğer imgelere göre daha can alıcıdır, daha sarsıcı ve
sersemleticidir. İnsan yaşamının sesle olan toplam ilişkisinin izlerine götürür
şairi, okuru ve dinleyiciyi. Ayrıca şiirsel ezgi; anlamı, anlamın gücünü,
anlamın yön değişimini, anlatımı ve anlatımın gücü ile çağrışım ve coşumun
düzeyini doğrudan etkileyen bir özelliğe sahiptir. Dilde ses, ses uyumu ve
ezgi, anlam ve anlatımda büyüleyici ortamı oluşturan ana kulvardır. Hatta
bütünleşik sanatlarda ezgi vazgeçilemez bir ögedir, örneğin sinema gibi… Niçin
şiirin elinden sesi alıp öyküleştirmeye çalışıyoruz? Neden şiiri dil oyunu
haline dönüştürüyoruz ki? Sesin duygu üzerindeki, anlam üzerindeki ve bunlarla
birlikte çağrışım, coşum ve estetik değer üzerindeki etkisini neden görmezden
geliyoruz? Şiirde asıl amaç duyguyu arzu edilen kıvama taşıyıp estetik tavır
yaratmak değil midir? Ses gibi sanatta en güçlü duyarlılık yaratma aracını
şiirin elinden almayı haklı gösterecek bir tane gerekçe öne sürülebilir
misiniz? Şiirde ses dediğimde bildiğimiz, zihinlerinizde
klasikleşmiş uyaktan söz etmediğimi bir kez daha belirtmek istiyorum. Ünlü,
ünsüz, ince, kalın, yuvarlak, tonlu, tonsuz, çınlamalı, patlayıcı, titreşimli
ses uyumundan dizeler arası seslerin geçişine ve anlamsal uyumdan şirin
bütünlüğüne kadar toplam bir ezgi altyapısından söz ediyorum. Kısaca söylemek
gerekirse, anlam ve anlatımın, ses ile bütünleştiği, şiirin duyguyla en güçlü
etkileşime girdiği bir ses düzenidir bu.  Ses konusunu ele almışken şunu da vurgulamak gerekir:
Estetik bilimi, yapıttaki estetik değer varlığı yanında insandaki estetik algı
konusuna da önem verir. Çünkü estetik beğeni, insanla şiirin karşılıklı
etkileşimi sonucunda doğar. Şair dostlar! Toplumumuzdaki şiir algısı, ses ve
anlamın bütünleşik varlığında konumlanır; eğer şiir hâlâ bizim bildiğimiz
şiirse. Eğer şiir, üzerine giydirilen torba kavramlarla günümüzde kılık
değiştirmediyse… Ve ıssız şiir algısı güncelliğini korumuyorsa… 20 Haziran 2018
Narlıdere Genç bir şairimizin yazısıydı
okuduğum. Şiiri, genel anlamıyla tanımamaya çalışan bir yazıydı. Özellikle inceledim.
Bazı tümceleri tek tek çıkardım; genellemeden ve şiire giydirilen torba
tanımlamalardan kaynaklanan kuramsal ve kavramsal yanlışlardı bunlar. Şiirin
büyük abilerince sürekli yapılagelen; genelleme, kavramsal ve kuramsal
yanlışların bire bir aynısıydı.  Maksadım, kişilerin neyi nasıl
yazdıklarını sorgulamak değildir. Şiir ve yazın kültüründe şeytanın gör dediği
önemli iki sıkıntıyı dile getirmektir. Birincisi, dedikodu kültürü, ikincisi
ise yanlış bilgi aktarımıdır. Şiirin dedikodu kültürü, en gelişmiş yazın
türüdür dersek abartmış olmayız. Örneğin, “O, bunu şöyle demiş”, “Şu şiirin
kıyısında kalmış”, “Bu geleneği resetlemiş”, “Bu eleştirinin babasıymış”, “Şu,
şair omurgalıymış”, “Onun, şair duruşu yokmuş”, “Şurada şöyle dedim”, “Burada
böyle karşı durdum”, “Açıkça söylemesem de bir tek ben bilirim” türünden
yazılar…  Diğer yandan dergi ve kitaplardaki
şiir yazılarına baktığımızda, şiir bilgisine hiç katkısı olmayacak önemsiz
şeylerin yazıldığını; genelleme, yineleme ve özellikle öykünme koktuğunu görebilirsiniz.
Sayfalar, bu tür dedikodu türü yazılarla dolu. Örneğin; “Şiir, kendinden başka
bir şey olmadan başka hiçbir şey olamaz”, “Şiir sözcüklerin arasındaki
boşluklardadır”, “Şair, dili kullanmayı reddetmeden şiir yazamaz” türünde
söylemler. Sizce, şiiri bilen ya da bilmeyen için ne anlama gelir bu tür
maksadını aşan tümceler? Şiir severe ne kazandırır? Dedikodu bilgilerle
sanatseverlerimizin aklıyla dalga geçilmemelidir. Şiir kültürünün olmazsa
olmazıdır şiir yazıları.  Açıklanabilir,
desteklenebilir bilgiye dayansın ki birşeyler kazandırsın okura.   Niçin şiire yeni başlamış bir
şairimizin yazısından yola çıktım? Sözünü ettiğim hatırı sayılır kalemlerin
yaptığı yanlışların aynısını bu genç şairimiz de yapmış. Geçmişte olduğu gibi
bugün de bilgi ve kültür aktarımı, ağır aksak işliyor demek ki.  Onlarca kitap yazmış, yazın
platformlarında düşünce yazıları olan ve okurlarınca bilgisine güvenilen
şair/yazarlarımızın, sanata ilişkin düşünce yazılarında kuramsal yanlış yapma
özgürlükleri yoktur. Hele bu bilgi çağında, “Bu kadar cehalet de olmaz” dedirtecek
genelleme tümce kurmamalılardır.  Yazıyorsanız; yazdıklarınızda
doğruluğu kabul edilebilir şeyler söylemelisiniz. Özellikle, bilimsel ve
kuramsal yanlışa düşmemelisiniz. Şiir dünyasında bazı konular görecelidir. Bazı
bilgiler, belirsiz ve değişkenliği yüksektir. Bunlar, kişinin dünyayı okuma
biçimine göre şekil alabilir. Yaşamın her alanında olduğu gibi şiirde de ikili
kültür algısı, önemli bir sorunumuzdur. Ne var ki bilimsel ve kuramsal
konuların, doğruluk ve kabul sınırları belirsiz değildir ve bu sınırları
taşamazsınız. Hemen ele verirler sizi… Sanat felsefesine, sanat psikolojisine,
sanat sosyolojisine egemen değilseniz, özellikle estetik biliminin
kavramlarında yeterli değilseniz, sanat ve şiirle ilgili düşünce yazısı
yazmamak daha yararlıdır. En azından gelecek kuşaklara yanlış bilgi aktarmamış
olursunuz. Bu tutumunuz hem kendinize hem de okura saygı gereğidir. Örneğin,
azıcık estetik bilimini incelemişseniz; “Mücadele estetiği”, “Estetik kategori”
veya “Estetik soyutlama” gibi tamlamaları kullanamazsınız.  Şiiri övmek için, kavramlar ve
terimler anlamsız olarak birbiri üstüne yığılmaktadır. Gereksizdir; şiir temel
sanattır. Şiirin övgüye gereksinimi yoktur. Şiir yazılarında sık karşılaştığım
için örnek veriyorum: Kuram, estetik, imgelem, tarihsel bilgi, metinler arası
ilişki gibi pek çok sözcük ve kavram; sanki yeni bir anlam alanı oluşmuş da biz
bilmiyoruz türünde kullanılıyor. Sonuç olarak, özellikle şiir felsefesi
konusunda, öylesine kavramsal ve kuramsal yanlışlar yapılıyor, öylesine bariz
ki bu yanlışlar… Bunlar, genellikle öğreti ve inanç penceresinde yoğunlaşıyor.
Her ne kadar alışkanlıklarınızı kıramamış olsanız da bilgiye bir tıkla
ulaşabiliyorsunuz. Demek ki insan kaç fakülte bitirirse bitirsin, kaç yıl bu
işin içinde olursa olsun; bazı şeyleri kavraması ve görmesi için, özgür bir
bilince sahip olması gerekiyor. Öykünmeyi yıkmış olması gerekiyor. Bir amaç
için benimsetilmiş kalıpları kırabilmiş olması gerekiyor.  Şeytan diyor ki: Şiir, edebiyat tarihi
bilgisi ve dil bilgisiyle üstesinden gelinebilecek bir sanat değildir. Dil
bilgisi ve edebiyat tarihi bilgisiyle dedikodu dışında şiir yazısı yazmak da
olası değil.          
Ekim 2020, Narlıdere/İzmir  
 KLASİK-MODERN-POSTMODERN-ÇAĞDAŞ-EVRİMSEL SANAT DÖNEMLERİ GENEL Sanat dönemleri, birbirinden kesin
çizgilerle ayrılmayan ve ayrı ayrı düşünülemeyen bir süreçtir. Klasik, modern,
postmodern ve çağdaş sanat dönemleri, aynı düzlem üzerindedir ve birbiri
içindedir; aynı zamanda sırasıyla birbirinin devamı ve birikimidir. Bunları
anlamak ve hak ettiği biçimde değerlendirmek istiyorsak her birinin ayrıntısını
ve birbirlerine olan etkilerini; tarihsel bilgi, metinler arası ilişki, sanat
bilimi ve bilimler arası eşgüdüm altında incelemeliyiz. Sanatın öyküsü,
sanıldığı gibi basit bir öykü değildir; yaşam, nesne, evren, kültür, zaman,
düşünce, bilim, akıl ve teknoloji gibi her biri kendi başına ayrı görüngü olan
kocaman bir dünyanın bileşkesidir; birbirleriyle korelatif ve çoğunlukla
doğrudan ilişkilidir. Belirgin boyutlarının yanında belirgin olmayan boyutu, fazla
değişkeni ve karmaşık bileşenleri olan bir etkinlik alanıdır.   Sanatın hangi dalına neresinden ve
hangi zamandan bakarsak bakalım, imgelem-imge-imgelem formülüne göre
çalışan bir sistem buluruz karşımızda. Amaç, kapsam, biçim ve biçem olarak
zamanla değişiklik gösterse de özde, belirli bir yolu ve hedefi esas alır.
İmgelem-imge-imgelem süreci; şiir, resim, müzik… gibi tüm sanat eserlerinin
doğuma hazırlık safhasından doğumuna, imge ve iletilerini kurmaktan okurda
yeniden bir imgelem dünyası yaratmasına kadar izlenen yol olarak düşünmeliyiz.
Daha anlaşılır biçimde söylersek, sanatçının imgelem gücü ve zenginliği,
yapıttaki imge ve iletiler bütününü kurar; imge ve iletiler bütünü de okurla
karşı karşıya geldiğinde okur imgelem dünyasını oluşturur. Yapıtın yaratımından
izleyicide oluşturduğu estetik tavra kadar olan süreci anlatır. Yapıt,
izleyicide imgelem yaratma yetisine sahip olduğu sürece, varoluşunu ve estetik
değerini korur.  Bir sanat dönemi, bazı metinlerde
geçmiş sanat dönemini reddediyor gibi okunsa da genetik olarak geçmiş dönemin
kodlarını üzerinde taşır.  Barthes, bunu
“metinlerarasılık” diye tanımlıyor[25].
Sanatın hangi alanı olursa olsun, geçmişten üzerine bir takım renk ve parçalar
giyinmiş olarak varlık bulur. Bunun anlamı; en ileri sanat ile en ilkel sanat
arasında mutlak bir bağıntı var demektir. Bu nedenle hiçbir sanat dönemi,
diğerlerinden bağımsız değerlendirilemez. Geçmişteki sanatın; devrine göre
imgelem yaratma yeteneği şu anki en ileri sanatın imgelem yeteneğinden daha az
olduğunu söyleyemeyiz. Tamamıyla insanın; bilgi, kültür, algı, düşün ve onu
yorum yeteneğiyle doğrudan ilişkilidir; yineliyorum, korelatif değil, doğrudan…
Başka bir deyişle ne kadar bilimsel, ne kadar düşsel ve ne kadar evrensel düş
kurabiliyorsanız sanatınız, o kadar çağın içinde ya da önündedir. Zamanın
kültür birikimiyle ve düşünce gücünüzle doğru orantılıdır. İşte biraz da sanat
dönemlerine bu açıdan bakmak gerekir. Çünkü kültür varlıkları bilimlerin
öncülüğünde üretilir ve bilimler de düşünce gücünün sonucudur; sanat da düşünce
ve bilimin tasarımıdır. Döneme ait biçim ve biçem; nasıl isimlendirilirse
isimlendirilsin, insanın birikimi, yaşamı okuma biçimi ve kültür varlıklarıyla
olan düşünsel ilişkisine bağlıdır. Kandinsky, “Her sanat yapıtı, devrinin
çocuğudur ve her devir, kendine özgü olan ve bir daha tekrarlanamayacak olan
sanat yaratır.[26]”
der.  Konumuz, sanatın zaman doğrusu
üzerinde aldığı değişimi/dönüşüm ve sanatsal bağlamda postmodern kavramını açmaktır.
Buna bağlı olarak gelecek dönemlerin açılımını yapabilmektir. Bu yüzden klasik
sanat döneminden başlayıp bir bütün olarak sanatın gelişim sürecine göz atmak,
anlaşılması bakımından daha sağlıklı olur kanısındayım. Sanatta postmodern
kavramı çok farklı biçimlerde tanımlanmış olması nedeniyle metinde, ağırlığı bu
döneme vereceğim. Postmodern sanat anlaşıldığında, çağdaş sanat ve evrimsel
sanat kavramları daha kolay düşüncemizde nesnelleşebilecektir. Modern,
postmodern, çağdaş ve evrimsel sanat yaklaşımı, birbirini bütünler bir süreç
izlediği görülecektir. Postmodern sözcüğü, çağın kültürü, insanının tutumu ve
düşünce sisteminin karşılığıdır bana göre. Bu da yirminci yüz yılın ikinci
yarısına denk gelir.   Sanat biçim ve biçemini belirleyen en
önemli etken; çağın kültürü, bilgi birikimi, skolastik, teokratik veya modern
düşüncesidir. İnsanlık tarihi de kültür ve düşünce tarihiyle anlaşılır hale
getirilebilir. Gerçeğe inanç yoluyla varacağını sanan insan ile gerçeğe bilgi
yoluyla varacağına inanan insan, haliyle biçem olarak farklı sanat üretecektir.
Sanat tarihine baktığımızda bu durum, kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık
görülmektedir.  Öyleyse Klasik Sanat,
Modern Sanat, Postmodern Sanat, Çağdaş Sanat ve Evrimsel Sanat dönemlerinden
sırasıyla söz edelim. Aralarındaki süreklilik, ilişki ve korelasyona göz
atalım.  KLASİK SANAT Klasik sanat, imgeleriyle dış dünyaya
benzemeye ve yaşam koşullarına uyum amacı taşıyan bir sanat biçimidir;
mimetiktir; gerçeği birebir yansıtmadır. Nesnenin ve imgenin ötesine açılmak
gibi bir ufku yoktur. Din ve öğretilerin direktifine göre yön alan; bunları
kanıtlama, güçlendirme çabası taşıyan; konusu genellikle yaşamın üst
tabakasından alınan bir sanattır. Bugünkü bilgi ve görgümüzle klasik sanat
anlayışı, basit bir durum gibi gelebilir. Ne var ki bu durum, bugünün sanatına
temel oluşturan bir dönem ve çabaların tümüdür. Hakkını vermeliyiz. Uzun yıllar
almıştır yolculuğu. Yılların birikimidir ve bütün değerlerini en ileri sanat
dönemi içinde var kılmıştır. Bu yüzden klasik sanat, temeldir. Temel ilkeler
taşır ve mutlaka her sanatçının yolu düşmelidir. Belki de klasik diye
isimlendirmesinin altında yatan gerekçe budur. Sanat dediğimiz görüngünün temel
taşıdır; diğer dönem ve akımlar buradan ışık alırlar… Yeni klasizm, romantizm
gibi içindeki akımlar modern sanata evrilmeyi hızlandıran yaklaşımlardır.    MODERN SANAT  Modern sanata karşı uygun tavır alamayan,
reddeden, anlamsız gören, kendince bir yere koyamayan; aydın ve sanatçılar
olmuştur; hâlâ da vardır. Skolastik, teokratik veya ideolojik düşünce
kalıplarını kıramayan büyük bir çoğunluktan; perspektif anlayışı ve kuralların
biçim değiştirmesini; gerçeküstü ve soyut sanat dünyasını; lojik olmayan
nesnelerin sanatta yer bulmasını; metafizik tavrını, estetik değer yargısının
bilim, sanat, bilgi ve kültüre koşut değişimini; kısa bir zamanda anlamasını
bekleyemeyiz. Klasik sanat dönemi, binlerce yıl sürmüş bir dönemdir. Modern
sanat döneminin bir çağa sığması büyük bir gelişme ve hız olarak görülmelidir.
Kendisinden tatmin olmayan modern sanat anlayışı, bir asır sonra postmodern kavramını
öne sürmüştür; daha doğrusu evrilmiştir. Normal bir gelişmedir. Sanat, düşünce
ve düş gücünün ürünüdür. Bunca bilimsel ve teknolojik gelişmeden, insanda
yarattığı travma veya yarardan sonra, varlığın ve nesnenin insandaki anlamı ve
ona vereceği görünüm, değişime uğrayacaktır. Bu da yetmeyecek, başka biçim ve
biçeme yönelecektir. Sanatta keşifler dönemi, henüz yolun başında dersek
yanılmış olmayız; insanın bilinciyle daha doğrusu toplam aklıyla koşut bir
durumdur.   Modern sanat döneminin ayrıntısına
girmeyeceğim. Ancak, modern sanatın bileşenlerinden en önemlisi; tanrısal dünya
görüşünün daha teknik ve bilimsel bir dünya algısına dönüşmesidir. Bununla
birlikte gündelik yaşamın, sanatın ilgi alanına girmesidir. Bu bakıştan yola
çıkarak; dışavurumculuk, izlenimcilik, kübizm ve sürrealizm… gibi akımlar,
sanata çok ama çok geniş uzam kazandırmışlardır. Bu akımlar, bugün bile her tür
sanat dalında yer bulmuş ve onlara önemli alan kazandırmayı sürdürmektedir.
Bunları, modern sanatı var eden akımlar olarak veya postmodern döneme bir
hazırlık olarak ele almak yetmez; aynı zamanda çağdaş ve evrimsel sanat[27]
dönemlerinde de etkisini sürdürecek ve değerlerini yaşar kılacaklardır. Her ne
kadar biz sanat dönem ve akımlarını, tanımlamak için birbirinden ayrıymış gibi
düşünüyor olsak da onlar, bir bütündür ve bütüncül bir etkileşimle bulunduğumuz
çağın sanatını ortaya koyarlar. Modern sanat dönemi; keşiflerin,
icatların, sanayinin, aydınlanmanın, bilimin ve bilginin hızlı yükselişe
geçtiği teknolojik bir zaman tünelidir. Her şey kısa bir zamanda değişti ve bu
değişim; savaşlardan sanata, insandan yaşam biçimine kadar büyük bir devinimi
ortaya çıkardı. Bu değişimin ortaya koyduğu sanat da haliyle bu duruma uyum
sağlamak zorundaydı ve öyle oldu… En temel kural, değişimin değişmezliğidir.
Bilgi, bilgiyi üreterek daha yaşanabilir bir dünyaya yönelir ve sürekliliği
sağlamaya çalışır. Modern sanat da bu kervanda yerini almış ve kendini
postmodern bir isimlendirmeyle sıra dışı gereç, dijital teknoloji ve yapay
zekâya uyum için hazırlığa başlamıştır.  
 POSTMODERN SANAT Postmodern kavramı; pek çok şeyi
parçaladığı, yıktığı, reddettiği, bazı öğreti ve düşünce kalıplarına karşı
durduğu, bilim ve aklı reddettiği gibi konular üzerinden yoğun eleştiriye gebe
kalmıştır. İlk bakışta enine boyuna sorgulanması gereken bir olumsuzluk gibi
geliyor. Karşı durmak ve onu olumsuzlukla suçlamanın atında yatan gerçek başka
bir şey olabilir mi? Geçmişe bağlılığın, öğretilerin statikliğine sığınmanın,
inançların kesin doğrularına bürünmenin, bilimin hızına ayak uyduramamanın,
sanatsal ve kültürel kabullerin sabitliğine dayanan kolaycılığın; olağan bir
görünümü olabilir mi? Bu kavram, var olan cari kültür, düşünce biçimi ve dünya
görüşünü tanımlayan bir sanat dünyasının isimlendirmesi değil mi? İçinde
yaşadığımız kültüre, düşünce sistemine, toplumsal dünya görüşüne hayır deme
şansımız var mıdır? Postmodern sanat diye adlandırıyorsak bunun bir gerçekliği
kesinlikle var demektir. Nesini anlamıyoruz, nesini olumsuz görüyoruz ve nesine
karşı duruyoruz ki postmodern kavramının?  Kim hangi biçimde ele alırsa alsın,
sanatın en önemli özelliği; özgürlük ortamında, özgün ve imgelem gücü oranında
yaratılmasıdır. Bu ortamı önümüze koymaya çalışan; daha güçlü ve zengin bir
imgelem yetisine uzanan; sanatta sınırsızlığa, sonsuzluğa, kuralsızlığa daha
yakın duran; adına da postmodernizm denen olgu; kaos çağının hayranlık verici
düşünsel bir cüretkarlığıdır. Anlamsız sınır ve kalıplardan, düşünceyi
kırılmazlığından kurtarmaya çalışmak; postmodern hareketin yörüngesidir ve
olumsuzluk olarak görülmemelidir. Postmodernizm gibi açık uçlu ve değişkenleri
çok karmaşık kavramları, görmek istediğiniz biçim ve anlamda
yorumlayabilirsiniz. Ancak şunu unutmamak gerekir: Postmodern sanat; bilim ve
sanattaki kalıplaşmışlığı kırmaya, gerçekte olmayan ilişkilerden üretilmiş iki
kutuplu dünyanın tehdidini bertaraf etmeye, aklın sınırlarını zorlamaya ve
insanı daha özgür bir sanat ortamı aramaya yönelten bir çabanın öyküsüdür.
Bilim ve bilgiden köklü bir kopuşu değil; günün bireyinin kabul edebileceği
ussal işlevi ve yaşam gerçeğini bulmak için farklı seçeneklerin de ele alınması
gereğini öne sürme girişimidir. Bunun yanında, pozitivizmim tıkandığı noktadan
hareketle; insanlığı, doğayı ve yaşamın niteliğini yok eden çözümsüzlüğe karşı
çıkış yolu arayan bir düşün biçimidir. Gencay Şaylan, Postmodernizm[28]
kitabında Suzan Sontag’dan bir alıntıda; “Postmodern kavramı, kültür ve
sanat alanında yeni bir duyarlılığı anlatmak için kullanılmıştır” der.
Rasyonalizm artık rasyonel değildir. Türkçeye çevirelim; gerçekçilik artık
gerçek değildir! Aklımızın kurabildiği kurguya göre biçim alan bir gerçekliğe
doğru evriliyoruz.  Gerçeği, bilgi ve onun gücünde
bulacağını gören kuşaklar, yıllar önce ortaya atılmış inanç sistemlerini,
öğreti kalıplarını; sanat anlayış ve kavrayışını; isteseniz de istemeseniz de
sorgulayacaktır. Günümüzün zeki bireyleri, epistemolojik olarak üstünlük
sağlamış düşünce, inanç ve öğreti kalıplarını, çağın bilgisiyle sorguladığında
pek çoğunun anlamsızlığını görecek kadar zihinsel evrim geçirmiş durumdalardır.
Bu; gelişim, dönüşüm ve değişimin normal bir sonucudur. Onları, kalıplara
sığdırmanız ve kurallar bütününe hapsetmeniz olası değildir. Postmodern
anlayış, yirminci yüz yıl ikinci yarısının ürettiği kültür, bilim, sanat ve
düşünce dünyasının birebir görünümüdür. Kurallı aklın önündeki engelleri silip
süpürüp, sanatsal bağlamda insana özgürlüğünü vermekten başka çabası yoktur
aslında…    Çok yerde yazılıp çizildiği için şu
konuya değineceğim: Genç kuşaklar, postmodern sanata uyumu nedeniyle sürekli
suçlanmış ve bu suçlama bugün de sürmektedir. İçinde yaşadığımız kültürü ve o
kültürü var eden çocukları, anlamsız görmek ya da suçlu bulmak, kuşakların
kötülüğünden, yanlışlığından değil; o kuşağı anlayamama sıkıntısından
kaynaklanıyor. Tıpkı bugün olduğu gibi her olumsuzluğu yaratan, inanç adına
yaşamları yok eden, davam diye sözde savunduğu öğreti için diğerine kurşun
sıkan, kötülüğe kucak açan, insanlığı açlığa sürükleyen, savaşlara, teröre ve
şiddete başvuranlar; günümüzün karar vericileri yani büyükleri değil midir?  Öyleyse genç kuşakları; aklını kullanıyor,
birey olduğunu göstermek için diretiyor, istediğine inanıp istediğini reddetme
özgürlüğünü arıyor, savaşlara hayır diyor, ekolojiye sahip çıkıyor, inanca ve
düşünceye saygı duyuyor, yaşama hakkına dayatılan sınırları reddediyor ve
özgürlüğüne sahip çıkıyor, sanatta yeni biçim ve biçem deniyor diye, olumsuz ve
suçlu mu görmeliyiz?  “Gerçek, kurgudan
ibarettir” diyen bir hiperrealite duruyor karşımızda. Arkamızdan gelen kuşak,
bu hipergerçekliği yakalayabilen bir beyne sahiptir. Haliyle sanatsal
etkinlikleri farklı olacaktır. Sanatla, yaşamla ve bilimle olan ilişkilerine
dönüp bakmayacak mıyız? Dönüp arkanıza bir bakın sağduyuyla. Çoğu mutlak
doğrularımız, yalan olmanın ötesini aşmış ve gülünçlük düzeyine yükselmiştir.  İşte Postmodern kavramı,
olumsuzluklara zekice karşı duran, aklın sınırlarını zorlayarak çıkış yolu
arayan ve insanın özgürleşmesinin önündeki engelleri kaldırmaya çalışan bir
anlayışın ortak söylemidir. Öküzün altında buzağı aramanın bir gereği yoktur;
biyolojinin evrimsel olduğu kadar kültür ve sanat da evrimseldir. İnsanlık;
belirsizlik, görecelilik, rastlantısallık veya öznelerarasılık gibi kuramların
anlaşılabilir duruma evrildiği bir zamanda daha farklı bir açıdan düşünmek
zorundadır. Bu yüzden sanat, çağı yakalamaktan öte çağın önünde olmazsa
anlamsızlığa itilir, estetik değer üretemez ve asıl amacına hizmet edemez.
Aydınlanma tasarısının bir sonucu olmakla birlikte bu tasarıya omuz veren
önemli bir bileşendir. Ne bilimin içine sığdırabilirsiniz ne de bilimin dışında
düşünebilirsiniz; ne doğrusal mantığa sığdırabilirsiniz ne de mantıksızlıktan
arındırabilirsiniz. Artık aklın ve düşün tasarımlayabildiği alan, sanatın döl
yatağıdır.   Modern sanat anlayışına göre biraz
daha kuraldan arındırılmış, sert kalıplardan sıyırılmış, sanatın olması gereken
sınırsızlığa ve sonsuzluğa yönelmiş olması, gerek sanat bağlamında gerek
toplumsal olgu ve olaylar bağlamında toplumsal kültüre nasıl bir zararı
olabilir?  İleride ele alacağım ancak
yeri gelmişken belirteyim; çağdaş sanat bunların pek çoğunu silip atan bir
yaklaşım içindedir. Ona ne diyeceğiz? Bana kalırsa postmodernizm; aklın, daha
kapsamlı bir düşün evrenine evrilmesi için ele avuca sığmaz gibi görülen; gerçekte
aklın ve bilimin kendi yarattığı gerçeklikten yola çıkan; olağan bir
süreçtir. Çağdaş sanat anlayışının satır aralarını ayrıntılı okuduğumuzda, bizi
bu yoruma götürmektedir. Akıl evrildikçe yeni yeni gerçeklikleri
keşfetmektedir.  Örneğin, postmodernizmi kucağımıza
bırakan dizgeye şöyle bir göz atalım: İletişim ve bilgi işleme teknolojilerinin
hızla güçlenmesi; sanatın görüntüden ışığa, dilden harekete kadar yeni boyutlar
kazanması; küreselleşme ve onun getirdiği ekonomik ve politik sistem; öğreti ve
din gibi düşünce kalıplarının tutuculuğu ile bağlayıcılığının kırılması; kültür
varlıklarının çeşitliliği, mal hizmet ve diğer objelerin üretimi yüksek ve
ulaşımının kolay olması; soyut anlatımın baskın hale gelmesi, metafizik
perspektife yönelmesi, tüketim kültürünün yükselişi ve metaaya dayalı sosyal
yapının güçlenmesi; aklın ve bilimin daha evrimsel bir tutum takınması;
toplumların düş ve düşün dünyasını kısıtlayan ancak gerçekte “olmayan
ilişkilerin” artık sorgulanabilir olup yok sayılıyor olması gibi; daha pek çok
etken gösterebiliriz. Özet olarak söylersek bunların hepsi, akıl ve bilimin
ortaya attığı yeni bir gerçekliktir; ileri gerçekliktir. İleri gerçekliğe karşı
alınacak önlem, asıl bizim mücadele edeceğimiz alandır. Aslında postmodern
girişim, yaşadığımız çağı daha iyiye götürme ve ona estetik değer giydirme
çabasından başka bir şey değildir. Önümüze dikilmiş bir görüngünün suçlanması
değil; ona, sanatsal ve düşünsel anlamda çözüm üretilmesidir doğru olan. Peki,
var mı çözüme yönelik bir girişim?  Çağdaş insan; öğreti ve inançların
kurguladığı sistemi, toplumlara iyi bir yaşam yerine yaşama hakkı bile
tanımayan uygulamaları, özgürlüğüne izin vermeyen sistemleri, kalıplaşmış sanat
anlayışını; ayrıntılı bir şekilde sorgulamak zorundadır. Gerçekliklerin daha
farklı gerçeklikleri doğurması ve bunların farklı ilişkilere evrilmesi için,
düşün ve tasarı gücünü kullanıp çıkış yolu arayacaktır. Sanat alanında da bu
arayış sürecek; aklın, bilimin ve kültürün gücü kadar farklı ve farkındalıklı
sanat üretme yoluna gidecektir. Onu, akla uygun olmayanın içine koyamazsınız,
isteklerini bastıramazsınız ve istencini sınırlayamazsınız. Örneğin, Türk
şiirinin bugün bile tutucu tavra maruz bırakıldığını, devrimci görünmesine
karşın baskı ve şiddet üreten dilini veya tam tersi tebliğ mantığı taşıyan
irşat dilini, elbette sorgulayıp zamanla sanatın gereğine uygun olarak
düzenleyecektir. Aslı olmayan ilişkilerden payını almış bu bileşenler, zekânın
sorgulama alanına girecek, hastalığı ve işe yaramazlığı er geç görülecektir.
İşte postmodern anlayışın yelpazesi sanat yoluyla bunları süpürüp atmaya
yönelir. Her ne kadar direnirseniz direnin, donanımınız bu süreci engellemeye
yetmez. Toplam akıl ve toplam algıyı kullanan bir süreçtir.  Tutuculuk, şiddet ve bağnazlıktan
kurtulamayanların; postmodernizmin mantığını okuyabilmeleri olası değildir.
Postmodernizmi kavrayamamak ve doğurduğu sanatı anlamamak; zamandan, uzamdan,
bilimsel ve sanatsal gelişmelerden uzak kalmış olmak demektir. Nasıl bakarsanız
bakın bu, yeni bir gerçekliktir; kavranması zor bir gerçekliktir. Daha açık
söyleyelim; gerçek ötesi de denilen yeni bir gerçekliktir. Sınırı, kapsamı ve
uzamı; aklı zorlayacak kadar geniştir. İnanç ya da öğreti kalıplarının
belirlediği düşünsel alan; artık çok dardır ve insan içine sığamıyor. Lojik
sistemlerle lojik olmayan sistemler birleşerek, yeni bir gerçekliğe evriliyor
ve kaotik bir yapıyı önümüze koyuyorlar. Asıl soru şudur: Post-truth diye ifade
edilen “yeni gerçeklik” karşısında; sanatın, daha özelde söylersek şiirin,
resmin, öykünün; nasıl bir biçim ve biçeme ulaşacağıdır. Ülkemizde elliye yakın
güzel sanatlar fakültesi olan bir üniversite sisteminden, elle tutulur kuram,
düşünce, evrensel anlamda sanatsal bir yenilik ortaya çıkmıyorsa nasıl
düşünmeliyiz? Bunun gibi sorgulanması gereken bir yığın sorun vardır.
Yadsımanın, suçlamanın, o öyleydi bu böyleydi diye hor görmenin hiçbir anlamı
yoktur. Gözümüzün önünde yeni bir gerçeklik, kılıcını çekmiş üstümüze yürüyor.
Ya siz ne yapıyorsunuz?  Postmodern sanat, kendini tartışılır
kılıp yerini, çağdaş veya güncel sanat dediğimiz yeni bir görüngüye bıraktı.
Postmodern sanatı anlamadıysak çağdaş sanata nasıl bir tepki üretmeliyiz?
Anladıysak nasıl bir sanata doğru yönelmeliyiz? Kritik soru budur. Biraz
eleştirel konuşalım bu aşamada. Okuma oranı düşük bir toplumuz; şiiri ve sanatı
genellemelerle tanımlamaya çalışan bir geleneğimiz ve bilgi noksanlığımız var.
Bilim, bilgi, kuram, estetik dediğimizde herkesin kaçıştığı bir sanatçı
kalabalığında varlık bulmaya çalışıyoruz. Gelenek ve tanınırlık odaklı
etkinlikler silsilesi süregidiyor. Ne yazık ki sanatçılar; genellemeler,
yinelemeler ve geçmişe öykünmelerle kendine yer bulmaya çalışıyor; en azından
şiir sanatı için durumun böyle olduğunu net olarak söyleyebilirim. Usta çırak
yöntemi öğrenmeye çalıştığımız bir şiir dünyasında, postmodern sanat ya da çağdaş
sanat kavramlarını kullandığımızda kuantum fiziğinden söz ediyoruz gibi
bakılmaktadır. Lisans eğitiminden en ileri aşamasına kadar akademik eğitimi
olan sanat alanları vardır; resim gibi, edebiyat gibi… Bu alanlardaki
akademisyenler, postmodern sanat anlayışında şiirin takınacağı tavra ya da
çağdaş sanat dünyasında öykünün takınacağı tavra, ilkeler bazında nasıl bir
katkı sağlamışlardır? Bugüne kadar okuduğum inceleme, makale, tez ya da
bildiriden; ciddi anlamda yararlandım, sanat algıma çok katkısı oldu, beni
çağdaş sanata uyumun konusunda ikna etti dediğim doyurucu bir çalışma
görmedim.  Baudrillard, Faucault, Lyotard
gibi düşünürler bir şeyler söylemiş, bizim akademik kadrolar ve öykünmeci
edebiyatçılar; söylenenleri doğrulama görevi üstlenmişler; yığma ve tercüme
bilgiyi genelleyerek koca bir sanat alanını tanımlamış görünüyorlar. Acı ve
gerçek; yineleme, doğrulama ve genelleme.  Postmodern anlayış; kanonun
kırılmasını, bağlamın koparılabilmesini, kural ve ilkelerin kabulden ibaret
olduğunu ve bunların dışında daha özgür sanat yapılabileceğini anımsatan bir
girişimdir. Sosyo-politik, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel sistemin
mengenesinden insanı kurtarmaya yönelen bir çabadır. Öğretilmişliklere,
dayatılmışlıklara kafa tutma girişimidir. Tanımsız, bilime bile karşı, benim
davama hizmet etmiyor gibi Orta Çağ söylemleriyle; küçümsenecek ve göz ardı
edilecek bir gerçek karşısında olmadığımızı görmeliyiz. Kalıcı, tutarlı ve
çağın sanatını üretmek istiyorsak donanımlı olmak ve her açıdan bakmak
zorundayız. Yetmez; gelecekte sanatın alacağı biçim ve biçemi okumanın
yollarını aramalıyız.  ÇAĞDAŞ SANAT
(GÜNCEL SANAT) Çağdaş sanatın endüstriyel ve ticari
yönünü ölçüt olarak değil; eleştirel bir konu olarak ele alacağım. Bunları,
ölçüt olarak ele aldığımızda sağlıklı değerlendirme yapamayız. İkincisi, çağdaş
sanat hakkında hangi düşünürün ne dediği veya kimin nasıl baktığını, bilgi
bazında dikkate alacağım. Bağımsız ve sağduyuyla yorumlayabilmek için, geçmişte
üretilen bilgi, deneyim, metinler arası ilişki ve bilginin tarihselliğine
yaslansak da sanat bilimi ve diğer bilimlerin eşgüdümüyle konuyu farklı bir
açıdan ve yeni bir gözle yeniden değerlendirmeliyiz. Ego, endüstri ve ticarete
dönüşmüş bir sanat olgusu; algı ve kültür yapılandırmalarıyla birlikte bütün
kozlarını kullanarak karşımızdadır. Açıkçası çağdaş sanat kavramı, meta
değeri aşırı şişirilmiş ancak sanat değeri olmayan objeleri izleyiciye yüksek
sanat diye yutturma zanaatı haline dönüşmüş bir kabuller dünyasıdır. Bu
yüzden, konuya sanat bilimi gözünden bakmalıyız, olabildiğince nesnel ve
bilimsel davranmalıyız. Bilginin, şaşırtıcılığın, sınırsızlığın, yaratıcılığın;
üst teknolojiyle sıkı ilişkisidir çağdaş sanat. Bu yüzden, sanatla sanat
olmayanı birbirinden ayırmak zorlaşıyor. Sanatın geleceği için, sanatla sanat
olmayanı zor olsa bile birbirinden ayırmanın gerektiğini düşünenlerdenim. En
azından estetik değere sahip, insan emeği, özgün ve biriciklik ilkelerine sahip
sanatı öne çıkarmalıyız. Yapay zekâ ve üst teknoloji aygıtları, bizim sanat
dediğimiz her şeyi üretebilme yeteneğine sahiptir ve daha iyisini yapabilecek
donanıma ulaşacaklar. Gelecekte ne olacak peki? 
Gelecek, bunların seri üretimiyle endüstriyel bir sektöre dönüşeceğini
gösteriyor.      Sanat, içinde bulunduğu çağın; algı,
anlama, düşünme, açıklama edimlerine göre biçim ve biçem kazanır. Günümüze
kadar gelen süreçte, kendine özgü ölçüt, ilke, disiplin, bilgi ve kuramsal
dayanakları olagelmiştir. Bundan sonra da olacaktır; ancak akla ve estetik
beğeniye koşut değişim ve dönüşüm göstereceğini söyleyebilir miyiz,
tartışmalıdır. Sanat; postmodernist görüşle birlikte, biçim, biçem, yöntem,
yordam, teknik ve malzeme açısından oldukça değişti ve bu değişim sürüyor,
sürecek. Özellikle teknoloji, yapay görüntü ve yapay zekâ, sanatın tanımını
zorlayan aşırılığa yol açtı ve doğrusal mantığı altüst etti. Malzeme, biçim,
biçem, teknik ve diğer etkenler bir yana, aynı zamanda izleyicinin sanata bakış
biçimi de değişti, diğer taraftan yozlaştırıldı. “Sanat, sanatçının belirlediği
şeydir” gibi garip bir söylemle her tür objeye sahte yapıt süsü verildi ve
verilmeye devam ediyor. Bu yolla, çağdaş sanat diye adlandırılan yapıtlar, algı
yapılandırma teknikleriyle devasa bir pazarın malzemesi haline dönüştürüldü.
Avelina Lesper, “Her tür objeyi sanat eseri olarak sunarsanız, sahte değer
biçilmiş olan, estetik ve kuramsal dayanağı olmayan her eşyayı ticaretin aracı
durumuna sokarsınız” diyor. Sanatsal değere sahip olmamasına karşın bu tür
objelerin değer kazanç oranı, astronomik rakamlarla ifade edilir duruma geldi…
Sanatın gerçek amacı dışına taşan, estetik beğeni ve estetik yaşantıya hizmet
etmeyen, kazanç hırsıyla ticarete yönelen bir sektör konumuna dönüştü.  Burada şunu söylemeliyiz: Sanat
bilimine uzak sanatçıları, özellikle izleyici ve yapıt alıcılarını; objenin göz
doldurucu yanlarını kullanarak veya sanatsal kavramların ardından dolaşarak
ikna etmek için sayısız gerekçe, teknik ve yöntem üretilmiştir. Oyuna
gelmemenin bir tek yolu vardır: Sanat bilimine egemen olmak. Özellikle sanat
bilimi içindeki estetik bilimi, parametresi ne kadar çok ve karmaşık olursa
olsun az çok estetik değer taşıyıp taşımadığını size söyler. Sanat bilimi,
sanatla sanat olmayanı ayırt etmenin en tarafsız bilgisidir günümüzde.  Çağdaş sanat, bana göre bir dönemi
değil; bir tarzı, yöntemi temsil ediyor. Dalına göre anlık duruma odaklı, bir
kanona bağlı olmayan, aklın kullanabildiği her tür malzemeyi yapıta giydiren,
sanat dallarını iç içe kullanan, sınır, koşul ve kural tanımayan, bunlarla
birlikte çağın estetik algısını karşılayan estetik değere sahip yapıt üretme
yöntemidir. Ekonomik kaygıyı ve yararcılık yaklaşımını ayrı tutarsak, çağdaş
sanat anlayışı, bir anlamda bilgi, akıl, teknoloji ve yaratıcılığı en üst
düzeyde kullanabilen, sınırları sonuna kadar zorlayıp yeni bir şey üretme çabasıdır.
Postmodern anlayış; kural, biçim, biçem, yöntem ve tekniğe yeni bir bakış
getirmiş ve düşünce bazında çağdaş sanatın altyapısını hazırlamıştı zaten.
Fotoğraftan videoya, resimden görüntüye, performanstan enstalasyona kadar
değişim ve tekniğin hazırlığıydı bu.  Bugün anladığımız şekliyle söylersek
çağdaş sanat; insan, nesne, teknoloji, akıl, dijital dünya, sanal dünya,
metafizik dünya, gerçek ve gerçeküstü dünya gibi her tür olanak, boyut, teknik
ve varlığı kullanan; kural, kanon ve bağlamın sınırlarını reddeden; sanatçının
bilgisi, kültürü, aklı, teknoloji kullanma ve yaratı yeteneğinden doğan
sistemin adıdır. Durum böyle olduğuna göre, şimdi ne olacak? Sanatın işi
insandır; buradan yola çıktığımızda sanatın diğer işi gelecektir. Çağdaş sanat
anlayışı, bugünü kapsamına alan bir tanımdır; ya sonrası?  EVRİMSEL SANAT Kabul edilmelidir ki sanat dönemleri
ve ...izm’li sanat akımları, deneyimsel bilgi zenginliği, görme ve sezi yetisi
ile sanatsal gelişmelere evrimsel bir devinim kazandırmışlardır. Sanatçı bu
akımların ürettiği bilgiye dayanarak görme ve sezi yetisini güçlendirmiş,
beklenenden daha hızlı gelişen bir sanat evrenine girmiştir. Artık çağımızda
parça bölük bilgilerle tanımlanması olası olmayan, çok boyutlu ve açık uçlu,
aklın sınırlarını reddeden bir sanat yaklaşımını kucağımıza bırakmıştır.
Bugünün sanatı ve sanat anlayışını, ancak ve ancak “evrimsel sanat” gibi
küresel ve evrensel değerler dizgesini içeren yaklaşımlarla anlaşılır duruma
dönüştürebiliriz.  Artık aklın yolu bir değildir; aklın
yolu birden çoktur. Doğrunun doğruluk değeri açık uçludur. Görecelilik,
belirsizlik, rastlantısallık ve öznelerarasılık gibi kuramlar, bilime ve
kültüre bakış biçimini değiştirmiştir. Yıllardan beri doğru kabul edilen ama
bugünün bilgisiyle yanlışlanabilen kuramlar ve fizik yasaları bunun en açık
delilidir. Biz biliyoruz ki henüz bizim gerisinde olduğumuz, düşünce gücümüzün
dışında kalan bir mantık ve düşün dünyası (nesnel ve gerçeküstü) vardır; biz
bunları günümüzde ne işleyebilecek ne de anlayabilecek bilgiye sahibiz. Bilinç
ve zekânın bunları tanımlayabilecek seviyeye ulaşmasını, yani evrim sürecini
beklemek durumundayız. İşte “evrimsel sanat” dediğim yaklaşım bu soru ve
sorunlara şimdilik yanıt oluşturabilecek bir değerler dizisi olarak
durmaktadır.   Günümüz insanının sınırsız
yaratıcılığı, bilimsel verilere dayalı beyninin çalışma gizilgücü, çalışma ve
iş görme yeteneğinin sınırsızlığı, sanatı çok daha farklı boyuta, gelecekte ön
göremeyeceğimiz bir biçim ve düzeye çekeceğinin habercisidir. Dijital ve
bilgisayar teknolojisinin olanakları, yapay zekâ, sanal dünya tasarımı, ses ve
görüntü teknikleri gibi çağın kazanımları, sanatı artık benzer biçim ve
biçemlerden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle, bugün el birliği ile benimsenen
“çağdaş sanat” tanımının, sanattaki bu hızlı dönüşümü ve gelişimi, daha doğrusu
evirilişi; karşılamakta yetersiz kalacağı kesindir.  Sanattaki baş döndürücü gelişmeler;
aklın gelişimi, bilimin evrilişi ve teknolojinin büyümesi ile eşgüdümlüdür. Sanatın
üç boyutta genişlemesi; bilgi ve yayımın yüksek devinime sahip olması; sanatsal
bilgi, teknoloji ve bilimsel olgularla açık uçlu bir evrenin tasarlanması;
sanatsal süreci yeni bir tanıma zorlamaktadır. Sanatta gözlenen bu sonuçlara
göre, tüm sanatın edimlerini, dönüşümünü, gelişimini anlatan sanatsal kuram ya
da yeni bir tanım getirmekte yarar olduğunu değerlendiriyorum. Böyle bir
devinim, değişim, dönüşüm ve gelişimi karşılayabilecek, onu açıklayabilecek,
açık uçlu olmakla birlikte her şeye yanıt verebilme olanağına sahip olacak
tanım, ancak ve ancak “Evrimsel Sanat Yaklaşımı” olabilir.  Klasik, modern ya da çağdaş gibi
kavramlar geçmişe göre bulunduğumuz zamanın devinimini anlatırlar; oysa
evrimsel kavramı, bugünden öncesini, bugünü ve bugünden sonrasının
sonsuzluğunu, olay ve olguların var olan doğal ve yapay devinimle koşutluğunu
anlatır. Evrim sözcüğü, sadece canlılardaki fizyolojik değişim ve koşullara
uyumunu anlatmaz; aynı zamanda bilincin; değişim, gelişim, dönüşüm gibi
eylemlerini anlatır. Bu düşünceden yola çıkarak: Evrimsel sanat yaklaşımı, her
sanatsal edim çoğulluğuna, bilim, teknoloji, yer ve zaman boyutu ile bunları
başka bir açıdan görme gibi her tür sanatsal gelişime ve yaklaşıma yanıt
verebilme olanağına sahiptir. Bir anlamda evrimsel sanat yaklaşımının; sanatta
limitin olmadığını, düşün ve zihinsel etkinlik ile bilincin sonsuzluğunu ve
sınırsızlığını anlatan bir bütünlük olduğunu düşünüyorum. Şimdi asıl soruyu soralım: Sanat,
çağdaş sanatın da ilerisine evrildiyse biz bunun neresindeyiz? Yirminci
yüzyılın dikte ettiği formlarla durağanlaşmış ve modern sanatı bile anlamamış yazın
temsilcileri, doğruyu söylemek gerekiyorsa bugün baş köşelerde oturuyor. Sanatla
değil; birbiriyle uğraşıyor, üretilmiş bilgiyi yineliyor; farklı bir şey
söyleyenleri de anlamamak için direniyor. Bir kısmı da “böyle sanatın içine…” mantığıyla
lanet okuyarak geziniyor. İnsan ne kadar bilinçliyse, sanat da o kadar çağdaştır.
İnsan ne kadar aklını kullanıyorsa, sanat da o kadar evrimseldir. İnsan ne
kadar insansa, yaşam da o kadar yaşanasıdır… Tersinden diyelim; sanatın çapı,
insanın aklı ve sevgisi kadardır. Kısacası sanatçının okuduğu dünya,
tartışması, eleştirisi, yapıtı, yorumu ve birbirine karşı tavrı; toplam
niteliği kadardır…  2 Eylül 2020
Narlıdere/İzmir MADIMAK YANGINI BÜYÜYOR Madımak Yangını büyüyor; söndüğünü varsayanlar, tarihsel bilgiyi gelişen
olaylarla birlikte ayrıntılı okumalılardır.  Uygarlık yürüyüşünün kırılma noktasıydı Madımak Yangını. Toplumsal,
siyasal ve düşünsel anlamda toplumun tepkisini ölçmekti. Destek kaynakları ve
direnç noktalarını tespit etmekti. Buradan ortaya çıkan duruma göre strateji
belirlemekti amaç. Toplumsal algıyı yönetmek ve ortamı yeniden şekillendirmek
için güç kazanmaktı. Bugün yaşadığımız 15 Temmuz olayının alana sürülüşünün ilk
denemesiydi. Ne var ki bu olayın destek kaynakları ve direnç noktaları bugün de
değişmemiştir. Bu nedenle olayı değerlendirmek için uzunca bir dönemi ele almak
gerekir. Geçmişe dönüp baktığımızda Madımak Yangını’na atılan ilk kıvılcım
1950’li yıllara dayanır, ancak yazımın hacmi gereği bu döneme değinmeyeceğim. Kuleli Askerî Lisesi hazırlık sınıfındayken (1982) çok sayıda sınıf
arkadaşımın aniden okuldan atıldığını öğrendim. Olayın arkasından bizleri
bilinçlendirmek için toplantılar düzenlendi ve bilgilendirme yapıldı. Din
tabanlı yapılanmalarla ilk o zaman tanıştım. Bu süreç harp okulu yıllarında da
sürdürüldü. Yasal olmayan örgüt ve odakların içeri sızmaması için o yıllarda
gerçekten özen gösteriliyordu ve içtenlikle çaba harcanıyordu. İleriki yıllarda
da değişik biçimde olaylar ve sızma girişimleriyle karşı karşıya kaldım veya
tanık oldum; bunlarla savaşım içinde geçen bir süreç yaşadım. Maksadım gizlilik
değeri olan bilgileri ortaya dökmek değildir; izlediyseniz bunların bir kısmını
basından duymuş olmalısınız. Uzatmadan söylemek gerekirse 2007’den sonra,
özellikle Balyoz ve Ergenekon gibi davalarla güç odakları el değiştirdi ve siyasi
yetkinin de yardımıyla toplumsal şekillendirme girişimleri bir aşama daha
ilerledi. Asker ve şehit çocuklarına askeri okul giriş sınavlarında ek puan
verilirken bu yıllardan sonra bu çocukların askeri okullardan bir şekilde
atıldığını öğrendim. Uzatmayayım, 15 Temmuz akşamı yurt genelinde komutanlık
görevlendirmeleri WhatsApp ile telefonuma geldiğinde, anladım ki yaşamım
boyunca dinsel tabanlı odaklara karşı yoğun savaşım sonuçsuz kalmıştı. Olayın
ele başlarından bazıları devre arkadaşlarımdı. Bunlardan birkaç kişi okuldayken
araştırma ve soruşturmaya konu olmuş, yeterli delil bulunamadığı için
okullardan atılmamış, bizlerle mezun olmuşlardı. Çağdaş ve bilimsel temele
dayalı nitelikli bir eğitim aldık. Bu nedenle, devre arkadaşlarımın çağdışı
şeylere inanmayacakları varsayımıyla bu eğilimin üzerinde hiç durmadım. Zaten
söz konusu kişiler, üst rütbelere gelinceye kadar da hiç renk vermediler.  Madımak Yangını ile 15 Temmuz olayı arasında neden ilişki kurdum? Destek
kaynakları ve direnç noktaları tespitinden söz ettim yazımın başında. İşte
direnek noktalarının en önemlilerinden bir tanesi, ülkenin temel gücü olan Türk
Silahlı Kuvvetleriydi. İçine sızılması ve ele geçirilmesi için sayısız
denemeler yapıldığını biliyoruz. Buna Balyoz ve Ergenekon gibi davalar örnektir.
Yıllardan beri bilinir ki bu odakların hedefi, öncelik sırasına göre “Harbiye,
Mülkiye ve Tıbbiye” dir. Alınan önlemlerin oldukça güçlü olduğunu düşünerek,
Harbiyenin ele geçirilemeyeceği inancını taşıyordum; en önemli kale olarak
düşünüyordum. Nitelikli eğitim alan ve Atatürkçü düşünce sisteminin bütün
değerlerine sahip aydın kişiler olarak herkesin görev sırasında bu önlemlere
yeterince uyduğunu sanıyordum.  Bunun öyle olmadığını Balyoz ve Ergenekon sürecinde anladım. Görev alanım
bu konuların incelenmesine yönelik olmasına karşın TSK’nın içinde etkin bir
yapılanmanın ayırdına varamamıştım. Bana göre bunun iki nedeni vardı:
Birincisi; bilgiye ulaşma yetkimiz arttıktan sonra inceleme, araştırma ve
çözümleme olanağı veren görev yerlerinden atama ile uzaklaştırıldım. İkincisi;
nitelikleriyle, donanımıyla ve görev becerileriyle kendisini kanıtlamış Kara
Harp Okulu çıkışlı bir subayın, böylesi bilinçsiz olabileceğini, niteliksiz
birilerinin peşine takılabileceğini kabul edemiyor olmamdı; hâlâ buna inanamıyorum.   Görevden uzaklaştırılan ve askeri okullardan atılan öğrenciler daha sonra
nerelere geldiler? Diğer okullarda ve yurtlarda özel olarak yetiştirilen ne
kadar öğrenci vardı? Tıp ve hukuk fakülteleri ile Polis Akademisi gibi okullar
ne durumdaydı? Özel olarak eğitilen ancak askeri okullardan atılan ve görev
sırasında ordudan uzaklaştırılan bu çocuklar nerelerde işe alınmıştı? Askeri
okullardan atmakla sorun çözülmüş müydü? 
Bunun gibi birçok soru sorabiliriz. Ne var ki bu soruların yanıtları
biliniyor olmasına karşın iki binli yıllardan sonra bilerek hiçbir önlem
alınmamıştır. Tam tersi bunlar, bilinçli olarak daha etkin görevlere
getirilmişlerdir. Ordudan atılan subaylar, öğretim üyesi ve yönetici olarak
hemen işe alındılar; hatta bunları işe almak kamuoyu gözünde bir saygınlık
durumuna dönüştürüldü. Bunu yapanlar ve yaptıranlar bellidir; görünen dağ
rehber istemez.  Ne yazıktır ki son on beş yıl içinde Atatürkçü Düşünceye karşı yapılan
operasyonlar, 1980’li yıllarda yetiştirilen, aynı sıralarda okuduğumuz
arkadaşlarımızın başının altından çıkmıştı. Kalkışmaya giden yolun temelleri
işte bu yıllarda atılmış ve iki binlerden sonra siyasi yetkililerce bu
yürüyüşün yolları bilinçli olarak açık tutulmuştu.   Geçmiş geçmiştir. Şimdi durum nedir? Madımak Yangını’nı, uygarlığa karşı
yürütülen irili ufaklı operasyonları ve 15 Temmuz kalkışmasını yapan anlayış,
bugün daha güçlü bir şekilde yürüyüşünü sürdürmektedir. Sözünü ettiğim bunca
inanmış insan, ülkeyi terk etmediklerine göre, bunlar geçmişte bu sisteme açık
açık destek verdiklerine ve içinde hizmet ettiklerine göre; bir şekilde bu
zihniyetin ekmeğine yağ sürmeye devam etmektedirler. Aktör değişmiş, taktik
değişmiş, güç merkezleri el değiştirmiş olabilir. Anlayış aynı, yürüyüş yönü
aynıdır. İsimler ve gruplar değişmiştir. Toplumsal algı; Cumhuriyet tarihinin
hiçbir döneminde olmadığı kadar doğa, sosyal ve insan bilimlerinden uzaktır.
Güç yapılandırmasından tutun da kaynakların kullanımına kadar tüm olanakların
bu zihniyet sahiplerine akıtıldığını bilmeyen var mıdır?  Madımak Yangını devam ediyor; bu yangını çıkaran anlayış siper gerisine çekilmiş gibi görünüyor. Din ve
inanç temelli bilinç yapılandırmalarını; bilimsel verilerle, yaşamsal
olgularla, nesnel gerçekliklerle kıramazsınız. Eğitim ve inanç odaklı beyni
yıkanmışlar, karnımızın en yumuşak noktasını hedef almaktadır ve bu
sürdürülmektedir. Ortam şekillendirmesi ve algı güdüleme tekniklerini bilenler,
nasıl bir çıkmazın içinde olduğumuzu görmektedir. Ne var ki bunlar;
azınlıktadır, etkisizdir ve yetkisizdir. Madımak Yangını büyüyor; bu yangında hedef Aziz Nesin, Hidayet Karakuş
veya beraberindeki arkadaşları değildir, hedef koca bir coğrafyadır. Bu
coğrafyanın merkezi Türkiye’dir ve için için yanmaktadır… Nisan 2019, Narlıdere Ne
çok yakınıyorlar şiirin bugünü ve yarını hakkında. Şiir; öldü, bitti,
yalıtıldı, sağır oldu, toplumdan koptu, bireyselleşti, imge salatasına dönüştü
vs. diye… Aslında yazınımıza ayrıntılı bakınca; “Şiir öldü, bitti, yalıtıldı,
toplumdan koptu, bireyselleşti” gibi söylemler dayanaksız görünüyor. İyi şiir
yazanlar var, şiire değer verenler ve okuyanlar da var. Görmek istemediğimiz
bir şey varsa o da şudur: Çoğu şair, şiirden yana tutum takınmak gibi bir
kaygıya düşmüyor. Ne demek istiyorum? Gelin biraz açalım konuyu.  Şiir
adına göstermelik kaygı taşıyan pek çok şair tanıdım. Göstermelik diyorum;
çünkü kaygılarını gidermeye yönelik küçük bir çaba ve tutuma rastlamadım. Pek
çok şiir yazısı, eleştirel deneme, anı, şiir incelemesi ve çözümleme okudum.
Biliyorsunuz bizim şiir yazılarımızda şairin işine yarayacak içerik ender
bulunur. Şiir, bir sanat alanı değil; ben kaygısını törpüleyen bir gereç olarak
görülür. Şiir yazılarının çoğu; öğreti, inanç ve ben kaygısına yaslanarak bir
okura düşüncesini dayatmak, diğerini şikâyet veya ortalığa sızlanmak
biçimindedir. Ne var ki başkalarını eğitmek kaygısına düşüp kendini eğitmeye
zaman bulamayan sıkı şiir sever insanlarız. Kültür endüstrisinin çarkından
kurtulabilmiş ve şiiri bir sanat olarak görmüş şairlerimiz var elbette; hakkını
verelim.   Bir
yazın türünün ödül ve eleştiri sistemi, saygın ve yetkin değilse o sanat
dalının önde gelenlerinin şiirle ilgili söz söyleme hakkı yoktur. Ödül ve
eleştirinin sağlıksız olması, o toplumdaki şairlerin sanat gibi yüksek
değerlere karşı duyarsız olduğu anlamına gelir. Etik değerler, ahlâk ve
adaletin yozlaştığı bir ortamda sanat var olamaz; var olsa bile kendi amacına
hizmet etmeyen bir etkinlik biçimine dönüşür. Örnek verelim mi? Siz, şiir
yarışmalarında ödüle layık görülen bir yapıtın seçici kurul gerekçeli kararının
açıklandığını gördünüz mü? Açıklanmışsa bile (birkaç yarışmada açıklandığını
duydum) ödül verilen yapıtın sanatsal ve estetik değeri hakkında; doyurucu,
delile dayalı, sanat felsefesine uygun ve bilimsel bir açıklama okudunuz mu? Başka
bir soru soralım? Bugüne kadar okuduğunuz eleştiri yazılarında, eleştirinin
amacına hizmet eden, doyurucu ve bütünlüklü bir eleştirel deneme okudunuz mu?
Okuyamazsınız; çünkü bunların işleyiş süreci, alaylı geleneğe dayalıdır;
bendendir mantığına dayalıdır.  Kitap
basım ve yayım konusuna hiç girmiyorum. Yalnızca dergiler üzerinden konuşalım.
Birçok yazar ve şair; dergilere şiir, öykü ve deneme gönderiyor. Bu yazıların
çoğu yayımlanıyor. Yazısı yayımlanan yazar, dergi sürdürümcüsü değilse, emeğine
saygı gereği yazısının olduğu dergi kendisine gönderiliyor mu? Yazının
yayımlanıp yayımlanmadığından haberi bile olmuyor; iyi ki sosyal medya var da
bir yerlerden görebiliyor. Şairin ve yazarın emeğine ve yapıtına saygı duymayan
bir yazın kültüründe daha başka ne sorgulanabilir? Yazımın hacmi gereği bu tür
örnekleri uzatmayacağım.  Gerçeği
bilgi ve onun gücünde bulacağını gören gençler; yıllar önce ortaya atılmış
inanç sistemlerini, öğreti kalıplarını; bağnaz sanat anlayışını, kırabilecek
donanıma sahiplerdir. Onları, kalıplara sığdırıp kurallar bütününe
hapsedemeyiz. Genç kuşaklar, çağdaş şiir yazdıkları için suçlanmış ve bu
suçlama bugün de sürdürülmektedir. Aklını kullanıyor, birey olduğunu göstermek
için direniyor, savaşlara hayır diyor, çevreye sahip çıkıyor, inanca ve
düşünceye saygı duyuyor, yaşama hakkına dayatılan sınırları reddediyor ve
özgürlüğüne sahip çıkıyor, sanatta yeni biçim ve biçem deniyor diye, şiiri
öldürdüklerini mi düşünmeliyiz? Bence tam tersi şiiri ileriye taşıyorlar. Çünkü
kalıplarını kıramamış yaşlı düşünce, şiirin dayatıcı bataklığında debelenip
duruyor ve şiir elden gidiyor diye mızmızlanmaktan başka hiçbir şey yapmıyor.
Üstelik çağdaş sanattaki hareket ve yaratıcılık olgusunu engellemek için her
geçitin önüne pusu kuruyor. Nasıl mı? Görmezden gelerek, yapıtının yayımını ve
okunmasını engelleyerek, farkındalıklı çıkışların üstünü örterek, anlamamak
için direnerek, yeniliğin önünü keserek, şiirin önünü açacak kuramsal bilgileri
anlamsız bularak, ödül ve eleştiride kayırmacı/bağnaz bir yaklaşım
sergileyerek…  Magazinsel
kültürle ortamın dayattığı dünya görüşünü birleştirip koşullandırabileceğimiz
dar bir alan değildir şiir dünyası. Çağdaş düşünceye, sonsuzluğa ve
sınırsızlığa en yakın olan bir sanat türüdür. Toplam bilgi ve kültür varlıkları
ile insan aklının, en üst düzeyde kullanılmasını gerektiren sınırsız bir
evrendir. Şiir, insan aklı ve duyarlılığının salt sonucudur. Evrime bağlıdır.
Şiir ölmez; şair ölür. Başka söyleyişle; şiiri, şair kurar ve şair ne kadarsa
şiir de o kadardır; ne uzun ne kısa…  Sonuç
olarak Türk şiiri, ölüyor diyemeyiz. Şiir ölüyor demek, çağdaş sanatın
hareketine ayak uyduramamak anlamına gelir. Şiir, ölmüyor ama gelişmesi
gecikiyor. Şiir anlayışındaki bağnaz ve tutucu tavırlar, henüz tamamıyla
kırılabilmiş değildir. Bunun yanında şiirin evrimsel gelişimini engelleyen
önemli sorunlar vardır: Propaganda dili, tebliğ dili ve dilsel şiddet gibi.
Bunlar, Türk şiirinden yeterince uzaklaştırılamamıştır. Geleceğin zekâsı, geç
de olsa bu tür sorunların üstesinden gelecektir, inanıyorum. İlginç olanı
şudur: Bu sorunlar, yaşlı düşünce tarafından sorun olarak görülmek yerine
şiirin olmazsa olmazı olarak düşünülmektedir. Bunlar, çağdaş sanatın sınırsız
evrenine, sanat bilimine ve kuramsal bilgiye uzak durmanın olumsuz getirileridir.
Umut edelim ki geleceğin şairi, tutuculuk ve bağnazlıktan kurtulup bilgiye
kucak açsın; şiirin işlevine yönelsin. Payına düşeni alsın; engellere karşın… [1]
Yaşlı düşünce; algı, anlama dolayısıyla yorum ve bilgi işlem yeteneğini
kaybetmiş düşünce [2]
İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Remzi Kitabevi. 2. Basım 2011 [3]
Katman; yapıtın nesnel ve duyusal varlık alanları tanımlamak üzere yapılardır.
Anlam Katmanı, ses katmanı gibi… [4]
Ayrıntılı bilgi için, “Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir
Eleştirisi” isimli kitap ve “Şiir/Sanat Çözümlemesi” isimli e-kitaba
bakabilirsiniz. 
 [5]
“Dil çalışmaları” isimli deneme, İmgelem İmge-İmgelem isimli e-kitabıma
alınmıştır.  [6]
“Dil çalışmaları” isimli deneme, Ç. Türk Dili
Dergisi Mart 2020 Sayı:385’te yayımlanmıştır.  [7]
Y. Özmen, Saf Sanattan İnsana Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir Eleştirisi,
Trend Yayınları, 2018 [8]
Ontik; Nesnel ve duyusal varlık katmanlarından oluşan, varlıksal [9]
İntegral; çözümlenebilir, türevi alınabilir, parçalara ayrılıp
bütünleştirilebilir, hesaplanabilir. [10] Şiir Çözümleme Tekniği, şairin imgelem sürecinden şiiri
yaratışına, şiirin okurda yarattığı erekten gelecekteki anlamsal devinime ve
şiire artı değer katan tüm unsurlara kadar toplam şiirsel süreci kapsar. Şiirin
bütün organlarının varlığı ya da yokluğu ile işlevsellik ve işlerlik durumunun
ortaya konmasına yöneliktir. [11] Katman, şiirin nesnel ve duyusal varlıklarını kendi
özellikleri içerisinde bir grupta toplayan yapıdır. [12] Tabaka, katmanları oluşturan nesnel veya duyusal daha alt
varlık alanlarıdır. [13] Eksen, sesin fiziksel özelliği gereği ses katmanının altındaki
sınıflandırmadır. Tabaka teriminin işlevi ile aynıdır. [14] Saf Sanattan İnsana, Şiir Çözümleme Tekniği ve Şiir
Eleştirisi” isimli sanat çözümlemesine yönelik kuramsal kitap ve Şiir/Sanat
Çözümlemesi (Denemeler-2) (e-kitap)’ne bakabilirsiniz.   [15]
Ayrıntılı bilgi için “İmgelem-İmge-İmgelem” isimli kitaba aşağıdaki
bağlantıdan bakabilirsiniz.  https://siirsarniciyasarozmen.blogspot.com/2020/04/imgelem-imge-imgelem.html [16]
Takyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, 11. Baskı. Ayrıntısı bu
kitaptadır. Bilginin aslı bu kitaptan alınıp yorumlanmıştır.  [17] Duygu yönetimi, sevgi gibi olumlu duyguları geliştirmek,
yöneltmek ve bireyin yönetmesine katkıda bulunmak için özellikle aile ve okul
eğitiminde ele alınması gereken bütünlüklü bilgi disiplininden söz ediyorum.  [18]
çağrışım yelpazesi: şairin okuru yönlendirdiği çağrışım
olanakları ve açısı… [19]
rastlantısal anlam: gerek
çoğul anlam nedeniyle gerekse okur algısına bağlı olarak oluşan ve okur imgelem
olanaklarını gerçek anlamın daha ötesine/uzağına taşıyan anlam alanıdır. [20]
çağrışımsal imgelem: Okurun, şairin
yönlendirdiği uyaranlar ile kendi yaşamsal varlıkları, kültürel değerleri ve
belleğinde kaydedilmiş görüntüler üzerine yaslanarak, zihninde yeni görüntüler
ve yeni duyusal alanlar yaratma sürecidir. Şiirin iletileriyle okurda
tetiklenen/yaratılan imgelemdir. [21] çağrışım saçağı: Çağrışım saçağı, şiirin/yapıtın okurda
çağrışım sonucu yarattığı imge ve imgelem demetidir. Çağrışım sonucu anlamın
zihinde dal budak salması olarak düşünülebilir. Çoklu imge ve imgeleme
ulaşıldığını ifade eden bir benzetmedir. [22] İleten, Gencay
Saylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, 5. Baskı 2016 [23] Hakaretten sözlü
saldırıya, küçümsemeden alaysamaya kadar varan davranış ve yazın dilidir.  [24] Deneme kitaplarım e- kitap olarak yayımlanmıştır. Yazın
dünyasıyla ilgili olan çoğu adrese gönderilmiş ve bloğumda ve sosyal medya
hesaplarında kayıtlıdır, ulaşılabilir.  [25]
İleten, Gencay Saylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, 5. Baskı 2016 [26]
İleten, İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Remzi Kitabevi, Kasım 2011 [27]
Bütün sanat akım ve dönemlerini içine alan ancak çağdaş sanatın da
ilerisinde; çağının bilgi, kültür, bilim, teknik ve metafizik bağlamında
insanın düşünebildiği ve imgeleminde tasarlayabildiği bütünlüklü bir sanat
anlayışıdır.   | 
 

 
